Gönderen Konu: Uğursuzluk ve Bereketsizlik  (Okunma sayısı 133702 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Uğursuzluk ve Bereketsizlik
« : 05 Nisan 2011, 00:16:23 »

Uğursuzluk ve Bereketsizlik

Aşağıda sayacağım kötülükler, Müslüman bir ülkeye, Müslüman bir topluma zarar verir, uğursuzluk getirir, bereketsizliğe sebep olur.

1. Kedi köpek gibi evcil hayvanlara işkence etmek. Onları öldürmek, onları aç bırakmak.

2. Zevk için, sırf öldürmek için avlanmak.

3. Ekmeğe saygısızlık etmek. Kuru ekmekleri çöpe atmak, ekmek kırıntılarını yere atıp çiğnemek. Bunlar fakirliğe ve bereketsizliğe sebep olur. Ailenin bütçesi çok geniş olsa bile, o evde ekmeğe hürmet edilmiyorsa, para yetişmez.

4. Büyüklere hürmet edilmemesi, küçüklere şefkat gösterilmemesi. Mesela tramvayda 80 yaşındaki yaşlı kişi ayakta, 18 yaşındaki sırık oturuyor.

5. Ağaçların ve çalıların kesilmesi, yeşil alanların tahrip edilmesi, otların koparılması, dalların kırılması, tarlalarda anız yakılması. Bunlar Allah’ın yaratmış olduğu bitkilere karşı yapılmış büyük zulümlerdir. Zulüm kesinlikle bilinsin ki, uğur değil, uğursuzluk getirir, bereket değil, bereketsizlik getirir. Herif ormanları yakar veya yaktırır, arazisini üzerine geçirir, zengin oldum sanır, onunki zenginlik değil, cehennem ateşidir. Gözlerini para hırsı bürüdüğü için kârdayım zanneder, aslında ne korkunç bir zarar içindedir, farkında değildir.

6. Yaygın israf da, ülkeye uğursuzluk ve felaket getirir. Allahü Teâlâ ihmal etmez, imhal eder, yani mühlet verir. Bir ülkede dine, imana, Kur’ana, Mukaddesata, Şeriata saldırılır, Müslümanlar bu saldırılara cevap vermez, bunları önlemeye ve durdurmaya çalışmazlarsa ortalığı büyük bir bereketsizlik, uğursuzluk istila eder.

7. Besmelesizlik uğursuzluk getirir. Adam yemek yiyor, başında besmele çekmiyor, yemeğini bitiriyor, Allah’a hamd etmiyor. Bugün Türkiye’de besmelesiz nesiller türemiştir. Bunlara nasihat etmek gerekir, irşat etmeye çalışmak gerekir. Bu nasihat ve irşat hizmeti yapılmazsa, bilenler sorumlu olur. Hadis-i şerifte “Bir iş ki, ona besmeleyle başlanmaz, ebterdir” (yani kısır ve güdüktür) buyrulmuştur. Bir sofra düşünün, etrafında beş kişi var, üzerinde beş kişiye yetecek yemek bulunuyor. Bu beş kişi, bu yemeği besmele çekmeden yerlerse, bereketi olmaz ve onlara yetmez… Bir Müslüman az bir yemeği besmele çekerek yerse, karnı doyar, hatta artar bile. Bir sofrada yemek bitti, oturanlar doymadı, şu soruyu yöneltin: “Acaba hangimiz besleme çekmeyi unuttu?“

Mehmet Şevket EYGİ

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Uğursuzluk ve Bereketsizlik
« Yanıtla #1 : 26 Mayıs 2011, 10:47:46 »
"Gerçek mücahidlik ile bozuk düzen müteahhidliği birlikte yürümez. Tercihini yap, ya şerefli bir mücahid ol, ya rezil bir müteahhid.

Bendeniz sizin gençliğinizi iyi hatırlıyorum. Pek afacan, pek radikal, pek yaman bir İslamcıydınız, kendinize mücahid unvan ve sıfatını veriyordunuz. Sonra aradan yıllar geçti ve mücahidliğiniz bitti, şu anda pek semiz bir müteahhidsiniz."



Mehmet bey, çok güzel yazmış,
Teşekkürler.
« Son Düzenleme: 10 Mayıs 2012, 02:19:45 Gönderen: İsra »

Çevrimdışı iniz_hay

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 176
Ynt:Uğursuzluk ve Bereketsizlik
« Yanıtla #2 : 03 Haziran 2011, 00:13:58 »
paylaşım için tşkkrler mücteba kardeşim.
« Son Düzenleme: 10 Mayıs 2012, 02:20:08 Gönderen: İsra »

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Uğursuzluk ve Bereketsizlik
« Yanıtla #3 : 06 Haziran 2011, 00:17:55 »
Alıntı
"Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos İzmir Alaçatı'da 88 yıl boyunca cami olarak kullanılan eski kiliseye gitmiş; devletin, hükümetin, mahalli otoritelerin, Diyanet'in izniyle orada yeni restore edilen kilise kalıntısı üzerinde bir Nasrani ayini yapmış."

"Durup dururken, Avrupa Birliği'ne gireceğiz diye, İslam dininin kabul etmediği toleranslar sergilemek yanlıştır.

Yunanistan'da yüz binlerce Müslüman yaşıyor ama Atina'da hâlâ bir cami yok. Yunan başkentinin merkezindeki iki Osmanlı camii de İslam ibadetine kapalıdır."


Şimdi biz AB.'ye gireceğiz diye bu tavizleri veriyoruz.(sayın,yetkililer AB.şartı diyorlar)yunanistan ve diğer  Avrupa ülkelri bu şarta uyuyorlar'mı ?  uyuyorlarsa,ne kadar uyuyorlar ?

« Son Düzenleme: 10 Mayıs 2012, 02:20:38 Gönderen: İsra »

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #4 : 22 Temmuz 2011, 12:06:56 »

"Şimdi Müslümanca düşünmeye çalışıyorum: Kur'an-ı Kerim israfı haram kılıyor, bir âyette "Savurganlar şeytanın kardeşleridir" buyruluyor. Lüks ve israflı hayat insanlara gurur ve kibir veriyor. Onlar da kötü ve haram."




"Yâ Rabbi, cümlemizi râzı olduğun doğru yolda, Kur'an ve Resûlünün Sünnetinin yolunda sâbit-kadem kıl. Âmin."

Bu güzel Paylaşımlar için,Teşekkürler.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #5 : 23 Temmuz 2011, 03:36:09 »
Zekatını bol veren helalinden kazanan insanların hayatlarına biraz lüks katmaları bazı müslüman düşmanlarının ağzına sakız olduğu gibi ne yazikki sayın Eygi'de bu havaya uymuş, bu insanlara göre İslami hayat tarzını seçenler hiç bir şeyi hak etmiyor, hadi islam düşmanlarını anlıyoruzda Mehmet Şevket Eygi' ye yakışmıyor, sapla samanı karıştırmak oluyor.

Zekatını hakkıyla veren hayır hasenattan kaçmayan insanlar istediği evde yaşar istediği arabaya biner, bizleri de nasıl yaşadıkları ilgilendirmez, bize düşen böyle müslüman kardeşlerimizin sayılarının artması, müslümanların maddi anlamda da güçlü olmaları için dua etmek çünkü müslüman imkanları ölçüsünde her şeyin en iyisine layıktır. Haram olan israftır.

Esas israf imkanı varken kötü olanla yetinmektir, yahudilerin söylediği gibi ''Ucuz ayakkabı alacak kadar zengin değilim''


Hazret-i Zübeyr tüccar idi. Medine, Basra, Kufe ve Mısır’da mülkleri, geniş arazileri ve bin hizmetçisi vardı. Gelirlerini fakirlere dağıtırdı, ölünce mirasçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı.

Hazret-i Talha da çok zengindi, günlük geliri bin altın idi. Şık giyinir, süslü gezerdi. Yüzüğünde çok kıymetli yakut taşı vardı.

Abdurrahman bin Avf hazretleri, ayrılan hanımına, son hastalığında mirasının yirmidörtde birinin verilmesini söylemişti. Buna 83 bin altın verildi.

Hazret-i Osman da zengin tüccardı. Tebük gazasında on bin altın ve mal yüklü bin deve verip Resulullah efendimizin duasına kavuştu.

Bunların dördü de aşere-i mübeşşereden [Cennete gideceği ismen müjdelenen on kişiden] idi.
« Son Düzenleme: 23 Temmuz 2011, 03:39:22 Gönderen: Tuğra »
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #6 : 23 Temmuz 2011, 15:12:54 »
Gerçek Büyükler Övgü İstemez

İSLAM dini övgüleri iyi görmez.

Peygamberimiz "Meddahların (övücülerin) suratlarına toprak saçınız" buyurmuştur.

İslam dini yağcılığı, yalakalığı, pohpohçuluğu, dalkavukluğu çirkin huylar olarak görür.

Gerçek din büyüklerinin övgüye ihtiyacı yoktur.

Övülmeyi istemek, övülmekten hoşlanmak olgunluk alameti değil, noksanlık alametidir.

Bazı İslamî fırkalar, hizipler, cemaatler başlarındaki zatın hiç durmadan, yoğun bir şekilde, gece gündüz, hiç ara vermeden çok daha çok, en çok övülmesini istiyor.

Kendileri de mütemâdiyen (devamlı olarak) reislerini övüyorlar.

Böyle bir şey hikmete uygun değildir.

Övgülerden çok hoşlanmak nefsaniyetle (benlikle) ilgilidir ve mezmum (kötülenmiş) bir haslettir.

Kemalistler M. Kemal Paşa'yı över durur.

Türkiye'de milyonlarca M. Kemal portresi, büstü, heykeli, kabartması vardır.

Devlet din dersi kitaplarına bile M. Kemal'ın resimlerini koymuştur.

Bir kısım İslamcılar da Kemalistlerin yolundan gidiyor, kendi büyüklerinin bitmez tükenmez reklamını yapıyor.

Hattâ bazı zengin cemaatler büyük telif ücretleri ödeyerek kendi büyükleri için ısmarlama övgü kitapları yazdırıyor.

Öyle acayip Müslümanlar var ki, reisleri için bir yığın övgü kitabı yazdırıyor, yayınlıyor ama Resulullah efendimizin siretini, Sünnetini, ahlakını öğretmek için o kadar gayret göstermiyor.

İslam dini birtakım ruhbanların erbab (rabler) haline getirilmesini, tanrılaştırılmasını, putlaştırılmasını uygun görmez.

Gerçek İslam büyüğünün şöhrete ihtiyacı yoktur.

Onun işi Allah iledir.

Onun ücreti Allah'a aittir.

O, ücretini dünyada istemez, ebedî kalınacak yer olan âhirette ister.

Olgun Müslümanların katında insanların övgüleri ile sövgüleri birdir.

İslam'ın temel prensiplerinden biri şudur: Bütün hamdler Allahü Teala hazretlerine mahsustur.

Bugün öyle sahte ve sözde büyükler vardır ki, bir gün övgüsüz kalsalar komaya girerler.

İslam hükeması şöhret âfettir demiştir. Onlar bu âfete deliler gibi tâliptir.

Şöhrete tâlib kişi âqil değil, mecnundur.

Şöhret istemek, şöhret için deli olmak, şöhretsiz yaşayamamak Tevhid ahlakına uymaz.

Biz Müslümanlar Ashab-ı Kiram radiyAllahü anhüm ecmaîn efendilerimizi, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn efendilerimizi, gerçek din imamlarını, gerçek ulemayı, gerçek fukahayı, kâmil mürşidleri severiz. Lakin büyükleri erbab haline getirmeyiz.

Gerçek büyüklere İslam'a, İman'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata, Ümmete yaptıkları hizmetler dolayısıyla teşekkür ve minnet borçluyuz.

Peygamberimiz ve öteki Peygamberler dışında hiçbir insanı mâsum, lâ yuhtî, günahsız kabul etmeyiz.

Gerçek din büyükleri, bir tür ücret olan ünü, alkışı, pohpohu, övgüyü kabul etmez ve sevmez.

Gerçek büyüklüğün birinci şartı nefs-i emmâresini dizginlemiş olmaktır.

Şöhreti, övgüyü, alkışı, pohpohu nefs-i emmâre ister.

Müslümanlardan hayır ve hizmet parası toplayıp, sonra bunların bir kısmı ile cemaat liderinin reklamını ve propagandasını yapmak çok vahim ve mühlik (helâk edici) bir davranıştır.

Zekat paralarıyla şahıs reklamı ve propagandası yapmak bir cinayettir.

Cenab-ı Hak cümlemize akıl, fikir, vicdan, adalet, insaf nasip buyursun.


Mehmet Şevket EYGİ - 23 Temmuz 2011 Cumartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #7 : 24 Temmuz 2011, 13:49:00 »
Hırsızlık En Yaygın Spor

SÖZ ağzımdan çıkmadan iyice düşünüyorum. Bir kere değil, on kere düşünüyorum... Sonra "Bugünkü hukukî mevzuat sanki hırsızların haklarını korumak içindir" diyorum.

Hırsızlık ve haram yemek günümüzün en yaygın sporu haline gelmiştir.

Bir dar mânada hırsızlık vardır, bir de geniş mânada.

Geniş mânada hırsızlıklar:

İşe geç gidip devletin, belediyenin, işverenin vaktinden çalmak.

Bir günde yapabileceği işi on günde yapmak.

Okulda ve üniversitede kopya çekmek.

Devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlamak.

İhalelere fesat karıştırmak.

Daha yüzlerce dolaylı hırsızlık...

Kanunî Sultan Süleyman zamanında korkudan kimse hırsızlık yapamazmış.

Hırsızları feci şekilde idam ederlermiş.

O zamanın cezaî müeyyideleri (yaptırımları) hırsızlığın kökünü kesiyormuş.

Tabiî ki, aç kalıp fırından bir ekmek çalan kimseye merhametsizce ceza verilmez.

Lakin hırsızlığı bir spor, bir meslek haline getirenlere fazla acımamak gerekir.

Bir ara İstanbul'da kapkaççılık çok yaygındı. Mesela Aksaray'da kapkaççılık bir türlü önlenemiyordu.

Halk arasında yaygın bir kanaat vardı: "Kapkaççılar 'Filancalarla' ortak... Ortak olmasalar mutlaka yakalanırlar..."

Kur'anda hırsızların ellerinin kesilmesi emrediliyor.

İslam hukuku öncelikle hırsızlığı keser.

Ceza Kanunu hırsızlara ceza veriyor ama bu cezalar ibret-i müessire olmuyor, hırsızlık artarak devam ediyor... Demek ki, Ceza Kanunu, suçları önlemek ve azaltmak fonksiyonunu yitirmiş.

İstanbul civarında yüz binlerce yazlık, bahçeli villa inşa edildi. Yapılaşma ile birlikte hırsızlık da çok arttı.

Yazlıklarda devamlı oturulmuyor. Hırsızlar günde 24 saat üç vardiya çalışıyor.

Bir orman müdürünün gece evine girmişler, karısıyla birlikte yatarken alnına silah dayayıp beylik tabancasını çalmışlar.

Benim bağ evim dört kere soyuldu. İçinde kıymetli eşya yoktu ama yine bir şeyler götürdüler. İki jeneratör, elektrikli süpürge, pompalı lüks lambaları, hattâ piknik tüpleri...

Bundan on yıl kadar önce bir gün yorgun argın geldim, kapıyı açtım ki, ev yangın yeri gibi... Hırsız kıymetli eşya bulamayınca her şeyi dökmüş saçmış.

Yanımdakine git jandarmaya haber ver dedim, sonra sinirimi yatıştırmak için nefis bir çay demlemek üzere mutfağa girdim. Çayı demleyemedim, çünkü hırsız(lar) çay takımını da götürmüştü!

Hırsızlık çok yaygın...

Kaç sene oldu hatırlamıyorum. Küçük kız şeftali isterim diye ağlıyormuş. Para yok... Ablası dayanamamış, manavdan bir mi iki mi şeftali çalmıştı... Ve yakalanmış, cezaevine atılmıştı. Gazeteler epey yazdılar, genç kız, iki şeftali çaldığı için bayramı kodeste geçirmişti.

Bir de birkaç dilim, yemek için baklava çalan ve tutuklanan çocuklar hadisesi vardır. Merak eden internetten arayıp okuyabilir.

Büyük hırsızlar şu sıcaklarda ne yapıyorlar acaba?

Lüks otellerin roof barlarında buzlu viskiler içiyorlardır. Bazılarının viski yerine "fiski" dediğinden eminim.

Bir sahte dindar, epey mal götürdükten sonra günahlarının affı ve Zemzemle yıkanmış gibi tertemiz olmak için için umreye gitmiş, Kâbe'ye tepeden bakan lüks bir süit kiralamış.

Bir belediye kaldırım döşetmişti. Aradan altı ay geçmeden döşenen karoların çoğu yerinden oynamış, kırılmıştı. Bu da bir hırsızlık değil midir?

Devletin veya belediyenin resmî otomobilini şahsî işleri için kullanıyor... Hırsız hırsız hırsız!..

Beş sene oldu mu, devletin ambülansı ile Trakya'dan İzmit taraflarına piknik yapmaya, gezmeye gitmişlerdi. Kimler? Hırsızlar...

İnsan bazen kendine karşı hırsızlık yapar.

Vaktini öldürüyor... Kendi vaktini çalan bir hırsızdır o.

Gençliğini boşa harcıyor. Hırsız!

Zekat vermeyenler, fakirlerin hakkını çalıyor.

Hakları olmadığı halde, Kur'ana, Sünnete, fıkha, Şeriata aykırı şekilde zekat toplayanlar ve bu zekatları yine Kur'ana, Sünnete aykırı olarak sarf edenler de hırsızdır, hem de katmerli hırsız.

İslam'ın gerçekten uygulandığı Müslüman bir toplumda hırsızlık çok nâdir olur.

Bir İslam şehrinde kaybedilen bir çanta, cüzdan döner dolaşır sahibini bulur.

Bir müşteri takside para paketini unutmuş, şoför paketi polise götürmüş, polis sahibini aramış ve para törenle verilmiş... Böyle bir ülke batmış demektir.

Unutulan bir paranın sahibine verilmesi çok tabiî bir hadisedir, bunun için tören mören yapılmaz.

Eski sanatlı mezar taşlarının bile çalındığı bir ülkede yaşıyoruz.

Camilerde bir tek antika halı, kilim, seccade kalmadı.

Camilerdeki hüsn-i hat levhaları bile çalındı.

Vakıfların kıymetli eşya deposu soyuldu ve yakıldı. Kimler yaktı? Hırsızlar.

Hırsızlar ordusu yeni Ceza Kanunundan pek şikayetçi değil ama bir sıkıntıları var. Cezaevleri çok dolu olduğu için gereken konfor sağlanamıyor.

Konforlu bir hayat sürmek için hırsızlık yapanları konforsuz hapishanelerde yatırmak... Bu da bir tür adaletsizlik değil midir?



Mehmet Şevket EYGİ - 24 Temmuz 2011 Pazar

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #8 : 25 Temmuz 2011, 11:22:46 »
İcâzetli Ulema ve Fukaha Şûrası Kurulmalıdır

TÜRKİYE'de, (bu sayı yeterli değil ama) tahminimce bir iki bin icazetli Sünnî din âlimi, fâkih bulunmaktadır. Bunlar (nâdir istisnâlar dışında) elbette laik ve Kemalist rejimin baskısı ve kontrolü altındaki ilahiyat fakültelerinden çıkmadı. Bir kısmı dış ülkelerdeki İslam medreselerinde okudular, yetiştiler, icazet aldılar. Bir kısmı da, Kemalizmin bütün baskılarına, terörüne, sindirme hareketine rağmen ülkemizdeki medreselerde yetiştiler.

Vehhabî olarak yetişenleri bu sınıfa ve bu sayıya dahil etmiyorum.

Benim kasd ettiklerim akaitte İmamı Eş'arî ve İmamı Mâturidî'den birine bağlı olan ve Şeriat ahkâmında dört hak mezhepten birini taklid eden ulema ve fukahadır.

İşte bu icazetli Sünnî ulema ve fukaha bir dernek veya vakıf çatısı altında bir araya gelmeli ve ülkemizdeki dinî kaos ve anarşiye dur demelidir.

İcazetli Sünnî ulema ve fukahanın seçkinlerinden bir şûra ve fetva heyeti kurulmalıdır.

Bu hizmetlerde, ilahiyat fakültelerinde hocalık yapan Sünnî zevat da hissesine düşen vazifeleri yapmalıdır.

Kemalist vesayet rejimi, ilahiyat fakültelerindeki elemanlarına ve işbirlikçilerine şu misyonu vermişti:

1. İslam dininde reform yapılacak.

2. Dinde köklü değişim yapılacak.

3. Dinde yenilik yapılacak.

4. Şeriatsız ve fıkıhsız yepyeni bir İslam türetilecek.

5. Müslüman halk sekülerleştirilecek, yani din ile hayat birbirinden ayrılıp kopartılacak.

6. Pakistan'dan kovulan Fazlurrahman'ın Tâtiliye (tarihsellik) mezhebi hâkim mezheb haline getirilecek.

7. Diyanet, Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılacak ve mezhepler üstü yapılacak.

8. Kemalizme uygun bir İslam oluşturulacak.

9. Yeni bir İslam Protestanlığı çıkartılacak.

10. Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri AB standartlarına, Kemalist ideolojiye ve Feminizme göre ayıklanacak.  (BBC News'de yayınlanan "Turkey in radical revision of Islamic texts" başlıklı ve Robert Pigott imzalı yazıyı veya Türkçe tercümesini (internette var) okuyunuz.)

11. Türkiye'deki Sünnî halk mümkün olduğu kadar fazla hizip ve fırkaya ayrılacak.

12. Farmason Afganî büyük bir din imamı (önderi) olarak gösterilecek.

13. Yeni naylon "müctehidler" çıkartılacak.

14. İslam'ın tek hak din olduğu inancı kırılacak, üç hak ibrahimî din vardır akımı çıkartılacak.

Bu planlar maalesef hayata geçirilmiş bulunmaktadır.

Müslümanlar onlarca büyük, yüzlerce orta, binlerce küçük hizip ve fırkaya ayrılmıştır.

Ortaya, bazıları küfre giden ve götüren bir yığın bozuk fetva ve ictihad konulmuştur.

Ümmet paramparça edilmiş, Müslümanlar birbirleriyle çekişmeye başlamıştır.

Halk ve gençliğin önemli bir kısmı, gerçek dindarlıktan uzaklaştırılmış, faydasız veya zararlı münakaşaların içine itilmiştir.

Dinde bid'atler çıkartılmıştır.

Sünneti yıkmak için yoğun faaliyet yapılmıştır.

Mezhepsizlik yangını körüklenmiştir.

İslam'ı, Tevhid'i, Kur'anı, Resulullahı, Şeriat-ı Ahmediye'yi red, inkar ve tekzib eden kafirler de Cennetliktir bozuk inancı ortaya atılmıştır.

Farmason Afganî'nin tezi olan "Her Müslüman Kur'andan kendi re'y ve hevasına göre hüküm çıkartıp ictihad yapabilir" yolu açılmıştır.

Televizyonlarda, basında seviyesi çok düşük dinî programlar tertiplenerek en mukaddes konular ayağa düşürülmüştür.

Birtakım reformculara milyonlarca dolarlık servetlere kavuşma yolları açılmıştır.

Reform, yenilik ve değişim konusunda çok yüksek telif ücretleri dağıtılmıştır.

Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkıp yerine yüzlerce ayrı ve birbirinden kopuk kiliselerden oluşan bir İslam Protestanlığı için hayli yol alınmıştır.

İslam'ı ve Ümmet'i içinden çökertmeye yönelik yıkıcı, tahrip edici faaliyetlere son verilmezse, Ümmet olarak geleceğimiz karanlıktır.

Bugünkü kaos, tefrika, çekişme ve  anarşi içinde din ve iman kardeşliği kavramı yerlere serilmiş, çiğnenmektedir. Kimler tarafından? Maalesef bir kısım Müslümanlar tarafından.

İnternetteki e-maillerin bazısına bakınız: Kardeş olması gereken bazı Müslümanlar birbirlerini şirk ve küfürle itham ediyor.

Ülkemizde ve dünyada petro-dolarlarla taraftar kazanan bozuk bir mezhebe göre tasavvuf ve tarikat Müslümanları müşriktir, kafirdir.

Havada Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete uymayan birtakım saçma sapan fetvalar ve ictihadlar uçuşuyor.

Düşünebiliyor musunuz, kaderi inkar edenler bile var.

Haramı helal, helali haram yapan bazıları kısa zamanda şöhret-i kâzibe sahibi oluyor.

Türkiye'deki Müslümanlık Ehl-i Sünnet Müslümanlığıdır. Bizde Şeriatın yanında, Şeriata uygun olan tarikat ve tasavvuf da vardır. Tarikat ve tasavvuf kanadını kestiniz mi, Türkiye Müslümanlığı çöker.

Bir İslam toplumunu çökertmek istiyorsanız, o toplumun fertlerini birbiriyle çekiştiriniz, aralarına nifak ve tefrika tohumları ekiniz. Âlim, fazıl, kâmil insanların müzakerelerinden hakikat nurları çıkar.

Câhillerin çekişmesinden ve tartışmasından is, pas, kurum oluşur.

Mukallid Müslümanlara "Al eline bir Kur'an tercümesi, bir de hadîs kitabı, sen de bol bol ictihad yap" denirse tefrika, tartışma, fitne, fesat baş gösterir.

Devlet-i Aliyye-i Osmaniye zamanında dinî konuların çocuk oyuncağı haline getirilmesine kesinlikle izin verilmezdi.

Dört hak mezhebe aykırı fetva ve ictihad yaptırılmazdı.

Ehl-i Kıble ve ehl-i Tevhid olan Müslümanlara kâfir ve müşrik diyen aşırılar ve azgınlarda hiç vicdan yok mu?

Teklif ettiğim icazetli ulema ve fukaha şûrası ve fetva heyeti kurulmazsa anarşi, kaos, fitne, fesat, nifak, şikak artarak sürecektir.

Tartışmalar, şirk ve küfürle suçlamalar yüzünden iman kardeşliği berhava olacaktır.

Sapıklıklar, dinde bid'atler ile gereği ve yeteri kadar mücadele edilemeyecektir.

Ehl-i Sünnet iyice sarsılacaktır.

Benden yazması...



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Temmuz 2011 Pazartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #9 : 25 Temmuz 2011, 11:23:34 »
Kalkınan Türkiye                           Bir Yemek 2500 TL

AŞAĞIDA, 25 Haziranda Sabah gazetesinde çıkmış enteresan bir haberi okuyacaksınız. Dikkatimi çekmiş, kaydetmişim. Okuyucularımla paylaşıyorum.

Türkiye kalkınıyor... Kişi başına bir yemek yeni TL ile 2500...

Yorum yapmayacağım.

"Petruslu fiks mönü 2.500 TL

İşadamı A...  B...'nin Bodrum'da açtığı Paella Restoranda Petrus'lu (bir şarap markası) yemek mönüsü 2 bin 500 TL'den satılıyor.

Bodrum Jasmin Court Oteli'nin sahibi işadamı A... B... Bodrum Marina'nın içinde 500 bin TL'lik yatırımla açtığı ve İspanyolların geleneksel yemeği Paella'nın adını verdiği lüks restoranda altın çatal-kaşık-bıçak takımlarıyla servis yapılacak. Restoranda Petrus şarabıyla birlikte bir mönünün fiyatı 2 bin 500 TL olarak belirlendi. A. B.  Bodrum'un son dönemde dünya jet sosyetesinin de gündeminde olduğunu ancak bölgede çok salaş mekânların bulunduğunu söyleyerek, üst gelir grubu yabancı turistlere ve Bodrum'u sık sık ziyaret eden yerli turistlere de hitap edecek lüks bir restoran fikrinin buradan çıktığını belirtti. İspanyolların geleneksel yemeği Paella ile deniz mahsulleri başta olmak üzere dünya mutfağından yemeklerin bulunacağı restoranda havyarlı mönüler de sunulacak. Akşamları ise restoranda Flamenco gösterileri yapılacak.

Lokantanın patronu, 12 ay boyunca her pazartesi/çarşamba günleri kendi restoranında sahneye çıkıp şarkı söyleyecek. 8 dilde 350 şarkılık bir repertuarı olan B.... daha önce de bu hobisi nedeniyle deri fabrikasının altında bir bar açarak hem kendisi hem de çalışanlarıyla şarkılar söylemişti."



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Temmuz 2011 Pazartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #10 : 26 Temmuz 2011, 11:07:07 »
Doğuda ve Güneydoğuda İslam İlân Edilmelidir

Önce şunu bilelim? Kaç türlü Kürt var?.. Kürt vatandaşlarımızın hepsi de aynı kalıptan çıkmış, aynı kültüre sahip, aynı boyada insanlar değildir.

Asıl Kürtler Sünnî Müslüman dindar Kürt çoğunluğudur.

Başka Kürtler de vardır:

Yahudiliklerini gizliyorlar ama Yahudi Kürtler vardır.

Müslüman Kürtler ile Yahudi Kürtler sünnetlidir.

Bir de Sünnetsiz Kürtler vardır.

Ermeni Kürtler vardır.

Yezidîler de yoğun ve şedit baskılar yüzünden Kürt görünüyor.

PKK nedir?.. Bir Kürt terör hareketidir ama işin gerisinde Ermeniler vardır.

Siyonistler vardır.

Ermeniler ne istiyor?

Dedelerinin atalarının 1915'e-1918'e kadar yaşamış oldukları toprakları istiyor.

En azından oralara tekrar yerleşmek istiyor.

Türkiye devletinden tazminat istiyor.

Bu isteklerini doğrudan doğruya, Ermeni olarak gerçekleştiremezler.

Bu yüzden Yahudi ve gayr-i Müslim Kripto Kürtlerle anlaşmışlardır.

Türkiye topraklarının bir kısmı bağımsız veya özerk bir Kürdistan olunca Ermeniler dedelerinin yaşamış oldukları yerlere gelip yerleşeceklerdir.

Bu PKK hareketi cidden çok garip, çok acayip bir harekettir.

PKK terörünün gölgesinde yekûn olarak yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti ve kaçakçılığı yapılmıştır.

Uyuşturucu bir ara helikopterlerle taşınmıştır.

Bu yolla nice kimse dolar milyoneri olmuştur.

PKK ile mücadele eden Türk ordusu, Makine Kimya Endüstrisi Kurumunun ürettiği mermileri kullanmaktadır.

Bir ara PKK da bu mermilerle Türk ordusuna ateş etmiştir.

MKE mermilerini PKK'ya kimler vermiştir?

PKK terörünün bitmesi demek yüz milyarlarca dolarlık bir sektörün çökmesi demektir.

Böyle bir bitişi ve çöküşü birileri istemez. Kimdir bu birileri?

Yakın tarihimizde birileri Kürtleri isyan ettirmek, dağa çıkartmak için elinden gelen her türlü pisliği ve şeytanlığı yapmıştır.

Bir köy halkına insan pisliği yedirilmiştir. (AİHM Türkiye'yi mahkum etmiştir.)

Beş bin köy düzlenmiş, ahalisi sürülmüştür.

Diyarbakır (doğrusu Diyar-ı Bekir) cezaevinde insanlığın yüzünü kızartacak işkenceler, zulümler yapılmıştır.

Kürt halkının en temel hakları ve hürriyetleri ayaklar altına alınmıştır.

Bunlar niçin yapıldı?

Bu sorunun cevabını vermeden önce Türkiye'de bir buçuk milyon Kripto Ermeni ve yine bir buçuk milyon Kripto Yahudi yaşadığını iyi bilmek gerekir.

Bu Kriptoların hepsi de Ermeni ve Yahudi olduklarının bilincine sahip midir? Bu hususta kesin konuşulamaz. Bunların bir kısmı erimiş olabilir. Lakin mutlaka bilinçli ve militan olanları vardır.

Türkiye'nin bütünlüğünü korumanın yolları, çare ve çözümleri var mıdır?

Elbette vardır.

Önce şunu iyi bilmemiz gerekir:

Kemalizm resmî ideolojisi, onun mitolojisi, onun tabuları ile Türkiye'nin bütünlüğü korunamaz.

Bütünlüğünü korumayabilmesi için Türkiye'nin resmî ideoloji kopukluk ve ârıza rejiminden tarihî devamlılık rejimine dönmesi gerekir.

Müslüman Kürtler, başlangıcından beri Kemalizmi kabul etmemiştir.

Zaten bugünkü haliyle Kemalizm ideolojisi, M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış yamalı bohça bir ideolojidir. Hattâ ona ideoloji bile denilemez.

Türkiye neye dönmelidir?

Türklerle Kürtlerin ve diğer yetmiş-seksen Müslüman etnik unsurun ortak değerlerine.

Böyle bir şeyi Siyonistler ve militan Kripto Yahudiler istemez.

Militan Kripto Ermeniler istemez.

Anadolu'yu tekrar bir Hıristiyan ülkesi yapmak isteyen militan Haçlılar istemez.

ABD istemez.

AB istemez.

Türkiye'nin tarihî devamlılığına, millî kimlik ve kültürüne dönmesi hem Türklerin, hem Kürtlerin, hem de diğer etnik gurupların menfaatine olacaktır.

Tarihî devamlılık rejiminde, dirense bile PKK yaşayamaz, yaşatılmaz.

Kürtlerin çoğunluğunu oluşturan Sünnî Müslümanlar Türkiye'nin parçalanmasını istemiyor.

Biliyorum teklifimi kimse kabul etmeyecektir ama birinci planda doğuda ve güneydoğuda tam ve gerçek bir din hürriyeti ilan edilmelidir.

Medreseler ve tekkeler açılmalıdır.

Cuma günü hafta tatili olmalıdır.

İslam'ın bütün icapları yerine getirilmelidir.

Bediüzzamanın hayal etmiş olduğu Medresetüzzehra İslam üniversitesi kurulmalıdır.

Tevhid-i Tedrisat ideolojik vesayet eğitim sistemi kaldırılmalı, onun yerine Tevhidî bir eğitim sistemi getirilmelidir.

Bu devlet Kürtlerin de devletidir. Lakin onlar bozuk, kötü, çarpık düzen ve sistemi istemiyor.

Zaten bir Müslüman, Türk olsun Kürt olsun, Gürcü veya Arnavut olsun hiçbir zaman böyle bir düzeni/sistemi kabul etmez, desteklemez.

Devlet dursun, sistem gitsin, yerine âdil ve hakkaniyetli bir düzen gelsin.

Hem vesayet rejimi devam edecek, hem Kemalist ideoloji her şeyin üzerinde olacak, hem laikçilik baskı ve tabuları sürecek, hem de Türkiye'de terör bitecek, her yer güllük gülistanlık olacak, toplumsal barış ve uzlaşma yapılacak... Böyle bir şey mümkün değildir.

Türkiye'yi kurtarmak istiyorsak sırtımızdaki bozuk düzen, resmî ideoloji safrasını atmamız gerekir.



Mehmet Şevket EYGİ - 26 Temmuz 2011 Salı

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #11 : 27 Temmuz 2011, 11:15:01 »
Müslümanlar Vazifelerini Yapmadı...

Benim muhterem Müslüman kardeşlerim... Dost acı söylermiş, kardeşin (gerçekten kardeşse) daha acı söylemesi gerekir...

Lütfen beni dinleyiniz:

Bundan 18 yıl önce Sivas'ta ve Erzincan'da iki acı hadise oldu.

Sivas'ta, başını militan ve aşırı ateist Aziz Nesin'in çektiği bir grup provokasyon yaptı. Derin güçler, Ergenekon'lar onları destekledi, ortaya cehennemî ve şeytanî bir senaryo konuldu ve uygulandı.

Madımak otelinde dumandan zehirlenip ölenler...

Bu Sivas hadisesinde provokasyon vardı, Derin devlet ve başka Derin Güçler vardı, birtakım çirkin oyunlar oynanmıştı.

Sivas hadisesinin ardından iki üç gün sonra Erzincan'ın sakin, kıyıda kalmış, etliye sütlüye karışmaz, kendi halinde yaşayan Sünnî Başbağlar köyünde camiden çıkan otuz küsur vatandaş haince, vahşice, yamyamca, kuduzca, gaddarca öldürüldü.

Sivas hadisesinden sonra hayli sanık hemen yakalandı ama Başbağlar katilleri "bulunamadı".

Sivas'ta insanlar, otelde kimin çıkarttığı belli olmayan yangının dumanında boğulmuşlardı. Başbağlar köyünde ise kasden, müteammiden, bilerek camiden çıkan mâsum Müslümanlar kurşuna dizilmişti.

Köydeki bu katliamdan (toplu kıyımdan) sonra bazı yakalananlar oldu ama derin güçler araya girdiler...

Mahkeme Sivas sanıklarına ağır cezalar verdi. Bu cezalar yeterli görülmedi, hüküm bozuldu ve bu sefer idam cezaları verildi, müebbet hapse çevrildi.

Derin medya, Derin Güçler, Ergenekonlar Sivas hadisesini büyüttükçe büyüttüler, Başbağlar katliamına, Sivas'a verdikleri önemin binde birini bile vermediler.

Biz Sünnî Müslümanlar, bu ülkede çoğunluğu oluşturmamıza rağmen Başbağlar şehitlerinin haklarını arayamadık, onların kanları yerde kaldı.

Madımak oteli müze yapıldı, Başbağlar köyü garip kaldı.

Müslümanların birbirleri üzerinde hakları vardır. Sağ kalanlar, ölenlerin haklarına sahip çıkmadılar.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) bize ne buyuruyor: "Doğudaki bir Müslümanın ayağına diken batsa, batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hisseder."

Soruyorum: Biz ne biçim Müslümanlarız?

Bu yazımla Sivas'ta dumandan zehirlenerek ölen vatandaşların acısını örtmek ve küçüksemek mi istiyorum? Hayır hayır bin kere hayır...

Sivas hadisesi ile Başbağlar katliamı arasında farklar vardır:

Sivas'taki hadiseler provokasyon (kışkırtma), tertip, önceden hazırlanmış senaryo ile patlak vermiştir.

Sivas'ta Sünnî çoğunluk kışkırtılmıştır. Sünnilere ağır hakaretler yapılmıştır.

Selman Rüşdi mel'ununun Peygamberimize saldıran kitabı tercüme edilmeye başlanmıştır.

Sivas hadisesi patlak vermeden birkaç gün önce zamanın Cumhurbaşkanına bir açık mektup yazarak "Vahim olaylar olacak, tedbir alınsın, engel olunsun" mealinde uyarıda bulunmuştum ama hiçbir tedbir alınmamıştı.

Rivayete göre Madımak otelindeki iki Sünnî eleman hadiseler esnasında tabanca ile kurşunlanarak öldürülmüştü.

Büyük ümidim var: Gün gelecek, bu Madımak faciasının içyüzü de ortaya çıkacaktır.

Ben bir Sünnî Müslümanım, bana inanılmazsa, Alevî vatandaşlarımızdan bazıları bu işin içyüzüyle ilgili çok şeyler yazıp söylediler. Onlara kulak verilsin.

Tekrar Sünnî Müslümanlara hitap ediyorum. Biz bu halimizle esaretten, zilletten, haksızlıktan kurtulamayız.

Biz bu kafayla, bu ahlakla küçük çocuklarımıza serbestçe özel din ve Kur'an dersi bile verdiremeyiz.

Başbağlar faciası konusunda üzerimize düşen vazifeleri yapmadık, yapamadık.

Suçluyuz.

Siz suçlusunuz demiyorum, suçluyuz diyorum, kendimi de dahil ediyorum.

Başbağlar şehitlerinin hiçbir suçu yoktu.

Onlar yüzde yüz mâsumdu, suçsuzdu.

Onlar camiden çıkarken kurşuna dizildi.

İslamcılar vazifelerini yapmadı.

Aman fitne ve fesat çıkmasın mı?

Acı acı güldürmeyin beni!.. Asıl fitne ve fesat haksızlık, zulüm, katliam karşısında dilsiz şeytanlar gibi susmaktır.

Hepsini suçlamam ama bir kısım İslamcılar Başbağlar ile niçin ilgilenmediler?

Sebebi çok basittir... Bu işte rant ve nema yoktur da onun için.

Dişlerine dokunur bir rant olsaydı "Ah Başbağlar!.." diye yeri göğü birbirine katarlar, ağıt anıtları dikerlerdi...



Mehmet Şevket EYGİ - 27 Temmuz 2011 Çarşamba

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #12 : 27 Temmuz 2011, 11:15:45 »
Cesur ve Vatansever Müftü

Üzerinden altı ay geçmiş ama bazı haberler hiç eskimez. Konya'nın Tuzlukçu ilçesi müftüsü Adnan Bıyık hoca Şubat ayında camide bir vaaz vermiş, özetle " Fakir fukaranın haklarını yiyen, yolsuzluk yapan insanları Yüce Yaradan Cehenneminde yakacak... Gulül yapanların cenaze namazlarını Hz. Peygamber kılmamıştır" demiş. Müftünün bu sözleri bazılarının hoşuna gitmemiş. Makamına gitmişler, masasını yumruklayıp, "Bir daha böyle konuşmayacaksın!" diye bağırıp tehdit etmişler. Müftü de devlet bana halkı uyandırmam için maaş ödüyor, vazifemi yapacağım demiş.

Arzu edenler haberin tam metnini www.haberliyorum.com'da bulup okuyabilirler.

Müftülerin ve din görevlilerinin temel vazifelerinden biri ahlaksızlıkla, yolsuzlukla, kokuşma ile, rüşvet, ihtilas ve ihtikâr ile, her türlü fuhşiyyat ile, israf ve lüks ile mücadele etmek, Müslüman halkı bu konularda bilgilendirmek, uyarmak ve aydınlatmaktır.

Müftüler, vâizler, imamlar bu vazifeyi yapmazlarsa vazifelerine ihanet etmiş olurlar.

Din görevlileri devlet memurudur, binaenaleyh emr-i mâruf ve nehy-i münker vazifesini polis müdürü, savcı veya namuslu gazeteci gibi yapamaz. İsim vermeden, kimlik belirtmeden ahlaksızlığı ve ahlaksızları teşhir eder ve kınar.

Bu haber vesile oldu, bendeniz de bir kere daha tekrarlıyorum:

Rüşvet alanlar ve verenler Cehennemliktir.

Haram kazanç ve servet edinenlerin yeri Cenennem ateşidir.

Harama helal diyenler kafir olur.

Gayr-i meşru komisyon alanlar ahlaksızdır, suçludur.

Devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlayanlar hırsızdır.

Yardım paralarını zimmetlerine geçirenler hâindir, merduttur.

Saçı bitmedik yetimlerin, fakir ve miskinlerin haklarını yiyenler alçaktır, şerefsizdir, namussuzdur, eşkıyadır.

Birtakım karılara TC yasal ve resmî fahişelik vesikası vererek KDV'li fuhuş yaptıranların İslam'a göre durumları çok kötüdür.

Ülkemizdeki bütün müftülerin, bütün imamların ve vaizlerin bu gibi kötülüklerle, en uygun şekilde mücadele etmesi ve halkı uyarması gerekir.

Haksızlıklara, yolsuzluklara, hırsızlıklara, yardım paralarını zimmete geçirmelere ses çıkartmayanlar dilsiz şeytan durumuna düşmüş olur.



Mehmet Şevket EYGİ - 27 Temmuz 2011 Çarşamba

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #13 : 27 Temmuz 2011, 11:21:55 »
"Biz Sünnî Müslümanlar, bu ülkede çoğunluğu oluşturmamıza rağmen Başbağlar şehitlerinin haklarını arayamadık, onların kanları yerde kaldı.

Aman fitne ve fesat çıkmasın mı?

Acı acı güldürmeyin beni!.. Asıl fitne ve fesat haksızlık, zulüm, katliam karşısında dilsiz şeytanlar gibi susmaktır.

Hepsini suçlamam ama bir kısım İslamcılar Başbağlar ile niçin ilgilenmediler?

Sebebi çok basittir... Bu işte rant ve nema yoktur da onun için.

Dişlerine dokunur bir rant olsaydı "Ah Başbağlar!.." diye yeri göğü birbirine katarlar, ağıt anıtları dikerlerdi..."



Bir oy için gecesini gündüzüne katıp fetva verenler,bu meselede sessiz kaldılar.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #14 : 28 Temmuz 2011, 11:07:27 »
Biz O Biçim Müslümanlarız!

Biz ne biçim Müslümanız?.. Müslümanız ama o biçim Müslümanız.

Bugün hangi ayın kaçıncı günüdür diye sorsalar Müslümanca cevap veremeyiz.

(Bu yazıyı kaleme aldığım tarih 8 Şabandır.)

Hangi yıldayız?

2011 mi? Evet 2011'dir, yemin etsek başımız ağrımaz ama bu tarih Efrencî tarihtir, bizim yılımız hicrî 1432'dir.

Doğrusu biz çok acayip Müslümanlarız.

Yahudiler ve Hıristiyanlar sıçan deliğine girseler biz de peşlerinden gireriz.

Şu üstümüze bakın: Avrupaî kostüm (costume), ceket (jaquette), pantolon (pantalon), kışın palto (paletot), pardesü (pardessus), trençkot (trenchcoat), yazın T-short, adı üstünde Frenk gömleği, kravat (cravate), iskarpin (escarpine)...

İç çamaşırlarımıza kadar Frenkleşmişiz. Atlet, külot...

Ev eşyalarımız: Büfe/Buffet... Vitrin/Vitrine... Gardrop/Garde Robe... Kanape/Canape...

Ya kafamızın içi?.. Sanki çıfıt çarşısı!..

Camilerimizi bile kalorifer, klima, vantilatör, hoparlör, mikrofon, fluoresan ile doldurduk.

Cami avlu ve bahçelerinde WC for Women... WC for Men...

Çoğumuzun kalbinde dolar euro...

Kur'an ve Sünnet mi?.. Bol bol edebiyatını yaparız.

Peygamber "Kim bir kavme benzerse ondan olur" buyurmuş. Kim bu benzeyenler? Aynaya bakalım...

Bizi sokakta görseler, Müslüman olduğumuzu neremizden anlayacaklar?

Gayr-i Müslimlerden ne farkımız var?

Ucuz işporta edebiyatına gelince mangalda kül bırakmayız. Fatih'in torunlarıymışız!..

Pöh!.. Fatih nerede, biz nerede...

Biz gerçekten Fatih'in torunları olsaydık, Ayasofya müze yapılabilir miydi?

Biz o biçim Müslümanlarız.

Müslümanlığın alamet-i fârikaları vardır. Bizde onlar yok.

Müslüman kılığıyla, kıyafetiyle, serpuşuyla Müslümanlığını belli eder.

Hindistan başbakanı Sih dinine mensuptur. Başında sarık, sırtında istanbulin vardır.

Bizim boynumuzda ipekten yularlar. Sarı, pembe, kırmızı, mor, eflatun, yeşil, mavi yularlar.

Bizim gözlerimizde Avrupa lensleri vardır. Dünyaya onlarla bakarız.

Kulaklarımızda Avrupa tıkaçları vardır.

Vicdanlarımız kırmızı Avrupa mumlarıyla mühürlenmiştir.

Ezanları baş kulaklarımız duyar gibi olur ama kalp kulaklarımız duymaz.

Gözlerimiz gerçeklere bakar ama onları görmez.

Kur'ana iman ettik deriz, Kur'andaki emir, yasak ve öğütleri hayatımıza uygulamayız.

Peygambere iman ettik deriz, Sünnetine uymayız.

Âhirete inandık deriz, onun için hazırlanmayız, azık toplamayız.

Kur'an gıybeti yasak eder, biz ölmüş kardeşlerimizin etini yeriz de yeriz.

İslam bize zekatı dosdoğru vermemizi ve sarf etmemizi emr ediyor. Biz ya hiç zekat vermeyiz, yahut zekatlarımızın çoğunu zekat uğrularına kaptırırız.

Evet biz de Müslümanız ama o biçim Müslümanız.

Müslümansak niçin adam akıllı Müslüman olmuyoruz.

Müslüman olduğumuzun anlaşılması için boynumuza "Hâzâ Müslüman" levhası asmak zorundaysak ben ne anladım o Müslümanlıktan.

Zarf da, mazruf da Müslüman olmalı. Alnımızda ve vechimizde secde nurları parlamalı.

Firaset sahipleri bizi gözlerimizden tanımalı.

Gözler yalan söylemez!

Evet dilimiz/qalimiz susmalı, kılığımız kıyafetimiz, serpuşumuz, davranışlarımız, görgümüz, ahlakımız, faziletimiz, ilmimiz, irfanımız, kültürümüz, mürüvvetimiz, insanlığımız, hilmimiz, şecaatimiz, sehamız, merhametimiz, civanmertliğimiz, fütüvvetimiz, halimiz, etvarımız, harekâtımız konuşmalı. Yazımızı gören, bu Müslüman yazısı demeli.

Müslümanca yiyip içmeliyiz... Müslümanca yatıp kalkmalıyız...

Güneş bizim üzerimize biz yataktayken doğmamalı. Müslüman doğuş yarışında güneşi yenen kişidir.

Birliğinden tebdilhava raporu alan, yol parası olmadığı için oto stop yapan ve bir trafik kazasında ölen, ailesi çok fakir olduğu için cenazesini köyüne getiremeyen; fakir, biçare, beş parasız, hasta, miskin askerin yol kenarındaki cesedinin fotoğrafını gördünüz mü?.. O fotoğrafın fonunda bizim halimiz sırıtıyor.

Köyüne gidecek o fakir ve hasta askere 100 liralık bir zekatımız nasip olmamıştı.

Biz işte böyle Müslümanlarız.

Benim baronum senin baronundan büyüktür. Benim baronum senin baronunu döver...

Ya öyle mi!.. Başınıza baronunuz kadar taş düşsün!..



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Temmuz 2011 Perşembe