Biz O Biçim Müslümanlarız!
Biz ne biçim Müslümanız?.. Müslümanız ama o biçim Müslümanız.
Bugün hangi ayın kaçıncı günüdür diye sorsalar Müslümanca cevap veremeyiz.
(Bu yazıyı kaleme aldığım tarih 8 Şabandır.)
Hangi yıldayız?
2011 mi? Evet 2011'dir, yemin etsek başımız ağrımaz ama bu tarih Efrencî tarihtir, bizim yılımız hicrî 1432'dir.
Doğrusu biz çok acayip Müslümanlarız.
Yahudiler ve Hıristiyanlar sıçan deliğine girseler biz de peşlerinden gireriz.
Şu üstümüze bakın: Avrupaî kostüm (costume), ceket (jaquette), pantolon (pantalon), kışın palto (paletot), pardesü (pardessus), trençkot (trenchcoat), yazın T-short, adı üstünde Frenk gömleği, kravat (cravate), iskarpin (escarpine)...
İç çamaşırlarımıza kadar Frenkleşmişiz. Atlet, külot...
Ev eşyalarımız: Büfe/Buffet... Vitrin/Vitrine... Gardrop/Garde Robe... Kanape/Canape...
Ya kafamızın içi?.. Sanki çıfıt çarşısı!..
Camilerimizi bile kalorifer, klima, vantilatör, hoparlör, mikrofon, fluoresan ile doldurduk.
Cami avlu ve bahçelerinde WC for Women... WC for Men...
Çoğumuzun kalbinde dolar euro...
Kur'an ve Sünnet mi?.. Bol bol edebiyatını yaparız.
Peygamber "Kim bir kavme benzerse ondan olur" buyurmuş. Kim bu benzeyenler? Aynaya bakalım...
Bizi sokakta görseler, Müslüman olduğumuzu neremizden anlayacaklar?
Gayr-i Müslimlerden ne farkımız var?
Ucuz işporta edebiyatına gelince mangalda kül bırakmayız. Fatih'in torunlarıymışız!..
Pöh!.. Fatih nerede, biz nerede...
Biz gerçekten Fatih'in torunları olsaydık, Ayasofya müze yapılabilir miydi?
Biz o biçim Müslümanlarız.
Müslümanlığın alamet-i fârikaları vardır. Bizde onlar yok.
Müslüman kılığıyla, kıyafetiyle, serpuşuyla Müslümanlığını belli eder.
Hindistan başbakanı Sih dinine mensuptur. Başında sarık, sırtında istanbulin vardır.
Bizim boynumuzda ipekten yularlar. Sarı, pembe, kırmızı, mor, eflatun, yeşil, mavi yularlar.
Bizim gözlerimizde Avrupa lensleri vardır. Dünyaya onlarla bakarız.
Kulaklarımızda Avrupa tıkaçları vardır.
Vicdanlarımız kırmızı Avrupa mumlarıyla mühürlenmiştir.
Ezanları baş kulaklarımız duyar gibi olur ama kalp kulaklarımız duymaz.
Gözlerimiz gerçeklere bakar ama onları görmez.
Kur'ana iman ettik deriz, Kur'andaki emir, yasak ve öğütleri hayatımıza uygulamayız.
Peygambere iman ettik deriz, Sünnetine uymayız.
Âhirete inandık deriz, onun için hazırlanmayız, azık toplamayız.
Kur'an gıybeti yasak eder, biz ölmüş kardeşlerimizin etini yeriz de yeriz.
İslam bize zekatı dosdoğru vermemizi ve sarf etmemizi emr ediyor. Biz ya hiç zekat vermeyiz, yahut zekatlarımızın çoğunu zekat uğrularına kaptırırız.
Evet biz de Müslümanız ama o biçim Müslümanız.
Müslümansak niçin adam akıllı Müslüman olmuyoruz.
Müslüman olduğumuzun anlaşılması için boynumuza "Hâzâ Müslüman" levhası asmak zorundaysak ben ne anladım o Müslümanlıktan.
Zarf da, mazruf da Müslüman olmalı. Alnımızda ve vechimizde secde nurları parlamalı.
Firaset sahipleri bizi gözlerimizden tanımalı.
Gözler yalan söylemez!
Evet dilimiz/qalimiz susmalı, kılığımız kıyafetimiz, serpuşumuz, davranışlarımız, görgümüz, ahlakımız, faziletimiz, ilmimiz, irfanımız, kültürümüz, mürüvvetimiz, insanlığımız, hilmimiz, şecaatimiz, sehamız, merhametimiz, civanmertliğimiz, fütüvvetimiz, halimiz, etvarımız, harekâtımız konuşmalı. Yazımızı gören, bu Müslüman yazısı demeli.
Müslümanca yiyip içmeliyiz... Müslümanca yatıp kalkmalıyız...
Güneş bizim üzerimize biz yataktayken doğmamalı. Müslüman doğuş yarışında güneşi yenen kişidir.
Birliğinden tebdilhava raporu alan, yol parası olmadığı için oto stop yapan ve bir trafik kazasında ölen, ailesi çok fakir olduğu için cenazesini köyüne getiremeyen; fakir, biçare, beş parasız, hasta, miskin askerin yol kenarındaki cesedinin fotoğrafını gördünüz mü?.. O fotoğrafın fonunda bizim halimiz sırıtıyor.
Köyüne gidecek o fakir ve hasta askere 100 liralık bir zekatımız nasip olmamıştı.
Biz işte böyle Müslümanlarız.
Benim baronum senin baronundan büyüktür. Benim baronum senin baronunu döver...
Ya öyle mi!.. Başınıza baronunuz kadar taş düşsün!..
Mehmet Şevket EYGİ - 28 Temmuz 2011 Perşembe