Gönderen Konu: Ulul Emr  (Okunma sayısı 7927 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı nirvana

  • yazar
  • ****
  • İleti: 516
  • "Nerede oLursanız oLun, Allah sizinLe beraberdir"
Ulul Emr
« : 06 Ocak 2009, 16:17:53 »

ulul emr e geçmişten ve şimdiki zamanda örnek şahsiyetler kimlerdir. yardımcı olursanız memnun olurum Allah razı razı olsun
« Son Düzenleme: 20 Ocak 2009, 00:43:03 Gönderen: Ay Işığı »
Tutalım ki dikenim ...
Hem de kötü bir diken...
Ama nihayetinde güllerle bir aradayım ...
Hz. Mevlana

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: ULUL EMR NEDİR?
« Yanıtla #1 : 06 Ocak 2009, 16:23:28 »
Başlıklarlar da ve içerikler de tamamı büyük harf karakterleri kullanmayalım lütfen.

Forum kurallarını okuyunuz.
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı nirvana

  • yazar
  • ****
  • İleti: 516
  • "Nerede oLursanız oLun, Allah sizinLe beraberdir"
Ynt: ULUL EMR NEDİR?
« Yanıtla #2 : 07 Ocak 2009, 14:53:42 »
tmm hiç yazmamıştım önceden ama bu cvb a ihtiyacım var yardımcı olursanız sevinirim
Tutalım ki dikenim ...
Hem de kötü bir diken...
Ama nihayetinde güllerle bir aradayım ...
Hz. Mevlana

Çevrimdışı nirvana

  • yazar
  • ****
  • İleti: 516
  • "Nerede oLursanız oLun, Allah sizinLe beraberdir"
Ynt: ULUL EMR
« Yanıtla #3 : 19 Ocak 2009, 15:40:11 »
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
Benden önceki bütün nebiler ümmetlerine faydalı olan şeyleri öğretmişler ve zarar veren şeylerden sakındırmışlardır.
 Bu ümmetin iyiliği başlangıcında olmuştur. Sonunda kabul etmediğiniz olaylar olacaktır. Onlara musibetler isabet edecektir.
Onlara musibetler isabet edecektir. Öyle fitneler vuku bulacak ki ondan önceki fitneler ona nazaran basit görülecektir.
Her fitne geldiğinde mü’min şöyle der: “işte bu fitne beni helak edecek.” Sonra bu fitne geçecektir. Bir fitne daha gelecektir. Mü’min: “Tamam! işte bu fitne beni helak edecektir.” diyecektir. Kim ateşten uzaklaşmak ve cennete girmek isterse Allah ’a ve ahiret gününe imanlı bir şekilde ölsün, insanlara, kendisine yapılmasını istemediği şeyleri yapmasın. Kim bir imama beyat eder ona elini ve kalbinin semeresini verirse elinden geldiği kadar ona itaat etsin. Başka bir imam onu azletmeye kalkarsa azletmek isteyenin boynunu vursun.” Abdurrahman b. Abdilrabbil Ka’be dedi ki:” Abdullah b. Amr b. As’a yaklaştım ve şöyle dedim: “Allah adına sen bu sözü Rasulullah’tan duydun mu?” Abdullah b. Amr b. As kulağına ve kalbine eliyle işaret ederek:

Benim kulağım duydu kalbim de belledi.” Abdurrahman b. Abdil rabbil Kabe şöyle dedi:
Bunun üzerine ben ona şöyle dedim:

İşte senin amcanın oğlu Muaviye! Haksız yere birbirimizin mallarını yemeyi ve birbirimizi öldürmeyi emrediyor. Halbuki Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret hali müstesna mallarınızı batıl ile aranızda (alıp vererek) yemeyin ve nefislerinizi öldürmeyin. Allah size karşı çok merhametlidir.” (Nisa: 29)
Abdullah b. Amr b. As bunun üzerine bir müddet sustu ve şöyle dedi:

Allah ’a itaat ettiği zaman itaat et. Allah ’a karşı geldiği zaman itaat etme.” (Müslim, Ahmed)

Ayetin “sizden olan ulul emre itaat edin” bölümünün hükmüne emirler girdiği gibi alimler de girer. Onun için ulu’l emr iki sınıftır: Alimler ve emirler... Bu, ikisi ıslah olursa insanlar ıslah olur. Bu ikisi bozulursa insanlar bozulur.

Sehl b. Abdullah (r.a) dedi ki:

İnsanlar sultana ve alimlere değer verdikleri müddetçe hayır içindedirler. Onlara değer verdikleri müddetçe Allah onların dünyalarını ve ahiretlerini ıslah eder. Bu ikisinin değerlerini düşürdüklerinde dünyaları ve ahiretleri fesada uğrar.” (Taberi.)

ALİMLERİ TAKLİT


 İnsanaların çoğu bazı müfsessirler ulul emrden olan alimlere itaat etmekten olan kastın, onların verdiği fetvaları  taklit ederek
ederek itaat etmek olduğunu anladılar. Bu doğru değildir.
   Alimleri taklit edenler şöyle demişlerdir:Allah (cc)önce kendisine,sonra resulüne ,sonrada ulul emre(bunlar alimler ve emirlerdir)
itaat edilmesini emretmiştir.Alimlere itaat etmek onların verdiği fetvaları taklit ederek itaat etmektir.Böyle olmasaydı alimlere özel
itaat söz konusu olmazdı.
   Bu doğru değildir.Bu sözü söyleyenler çok önemli bir şeyi unutmuşlardır.Emirlere ve alimlere ancak Allah a itaat ettikleri müddetçe
itaat edilir.Her hangi bir meselede Allah VE Rasulünün hükmüne zıt hüküm verdikleri zaman itaat edilmezler.Bu ayet hiç bir zaman alimleri
taklit etmeyimeşru kılmaz.Bilakis bu ayet taklidi geçersiz kılmaktadır.Şöyleki:

  1- Allah (c.c.)ilk olarak kendisine itaat edilmesini emretmiştir.Allah a itaat ancak emirlerine uymak,yasaklarından kaçmakla olur.
  2- Rasullere itaat etmeyi emretmişdir.Allah ın ve resulünün emirlerine itaat ancak Allah ve resulünün emirlerini bilmekle gerçekleşir.
Allah ve resulünün emirlerini bilmeyen, alimleri taklit eden kişi Allah ın ve resulünün emirlerine itaat etmiş sayılmaz . Ancak alimin
Kuran dan ve sünnetten delil getirerek hüküm verdiği meselede itaat edilir.
  3- Ulul emr olan alimler kendilerinin taklit edilmesini yasaklamışlardır.
Muaz b.Cebel,Abdullah b. Mesud, Abdullah bin Ömer,Abdullah b, Abbas ve diğer sahabilerin ,dört imam ın ve başka alimlerin yaptıkları gibi,
eğer bunlara itaat vacip ise taklit geçersiz olmuş olur. Çünkü onlar kendilerinin taklit edilmesini yasaklamışlardır.
  4- Allah(cc) ayetin devamında ; Eğer bu hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah a ve ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah a ve resulüne
götürün ,buyurmuştur. Her meselede hüküm Allah ve resulüne aittir. Hiç bir zaman ihtilafların çözümünde  her hangi bir mezhebin görüşü hakem
olamaz.
Eğer şöyle denirse :Peki onlara özel itaat nedir?
Onlara  şöyle cevap verilir:
Ulul emr olan alimlere Allah ve resulünün dışında özel bir itaat yoktur.Onlara itaat Allah ve resulüne itaat etikleri müddetçe geçerlidir.
Onun için Allah ulul emre itaati ayrı bir şekilde Rasulüllah aitaat gibi zikretmişdir.

   Toplumun selameti emrine itaat edilen bir imamın varlığıyla ile mümkündür.Herkes o imamın işareti ile hareket eder.
İmama itaat edilebilmesi için , onun kendisine itaat edilecek derecede doğru ve bilgi sahibi , cesur ve dirayetli olması , hür olması kendisine beyat edenler arasında bir ayrım yapmadan onlardan herhangi birine bir zarar geldiği zaman bunun bütün topluma geldiği ve toplum için bir tehtit oluşturduğu görüşünde bulunması , düşmanın her türlü hile ve metodunu anlayacak kapasitede olması ve taguti metotlardan uzak olarak işlerini şura ile yapması gerekmektedir.
   Her kim ulul emre beyat sorumluluğu olmadan ölürse cahiliye ölümüyle ölür.'' ( Buhari ).

İtaat Edİlecek ÜÇ Makam Vardir;
1-Allah cc
2-resulü
3-ulul emr
 
   İlk ikisine itaatı, yan yana ve mükerrer seferler bizzat Kuran-ı Kerim dile getirir. Zira esas itaat Allah ve Resulüne olan itaattır. Ulülemre ( yani otoriteye) olan itaat ise, onların emirleri Allah ve Resulünün emirlerine uyduğu takdirde meşrudur, muteberdir. Mamafih, Kuran-ı Kerimde bir kere d e bu üç makam beraberce zikredilerek itaat emredilir.

   "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin Peygambere ve sizden olan emir sahipleerine de itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah'a ve Peygambere döndürün, eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız (böyle yapın). Bu hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir." ( Nisa 4 . 59)

   Ulülemr etrafında birlik: Hz. Peygamber (S.A.V ) İslam Cemiyetinin bütünlük ve haşmetini, sulh ve saadetini bir reis etrafında meydana getirilecek birlik ve beraberlikte gördüğü için lisanının bütün ebelagat ve talakafı ile bir imam (ulülemr) etrafında toplanmayı teşvik etmiş, bölünüp dağılmaları, birlik ve cemaatten ayrılmaları şiddetle yasaklamış, ayrılanları kınamış, tehdit ve tezhibde bulunmuştur. İmam etrafında teşekkül etmesi istenen bu birlik ve beraberlik her şeyden önce İmam'a itaate bağlıdır: Buhari'nin Enes (R.A.) 'ten kaydettiği bir rivayette; "Üzerinize başı kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilse dinleyin ve itaat edin." demektedir.
   
Müslim'in kaydettiği bir rivayete, Ebu Zerr; "Halilim (Hz. Peygamber) bana: Kolları kesik bir köle bile olsa emiri dinleyip itaat etmemi tavsiye etti." demektedir. (Buhari Ahkam 4)

Şarihler, gerek "Kuru üzüm" gerekse "Kolları kesik" tabiriyle emirin nesebce düşük, görünüşçe çirkinliğinin ifade edilmek istendiğini, yani emire neseb ve fizyonomisine bakılmadan itaat etmek gerektiğini söylerler. ( Nesevvi Ş.M 12,225; İbn-i Hacer F.B. 16, 240

Şu Hadiste imama isyan kıyamet alammeti olarak zikredilir;"Nefsimi elinde tutan Zat'ı Zülcelal'e kasem ederim ki, imamımızı öldürmedikçe , birbirinize kılıç çekmedikçe ve dünyanıza şerirleriniz reis olmadıkça kıyamet kopmaz." ( Tirmizi, Fiten 9, İbnu Mace, fiten 25)


Biat Şartı İtaat:

Bir kısım rivayetler, ilk müslümanlarla biat akdi yaparken, Hz. Peygamberin onlara her halukarda itaat etmeyi şart koştuğunu göstermektedir. Ubadetu'bnu's-Samit der ki;

"Biz Allah Resulüne, kolaylıkta olsun, zorlukta olsun; gönlümüzün hoşuna giden şeylerde olsun, hoşuna gitmeyen şeylerde olsun... İtaat etmek üzere biat ettik." (Müslim C.8 Sh.5164 H.No:42)
  Hoşa gitmese de itaat: Sadece yukarıda kaydettiğimiz rivayette değil, başka sahabelerden de gelen beyatla alakalı pek çok rivayette, Hz. Peygamberin itaat şartını koşarken, verilen emir hoşa gitse de, gitmese de içinde bulunan şartlar bolluk ve darlık her ne olursa olsun, imamdan küfrünü gerektiren bir hal zahir olmadıkça itaat etmek şartını çok açık olarak buyurduğunu görmekteyiz.
"Her kim emirinde hoşlanmıyacağı bir şey görse, sabretsin (İsyan etmesin ayrılmasın). Çünkü her kim İslam cemaatından bir karış ayrılır da ölürse, onun ölümü de cahiliyet ölümüdür." (Müslim C.9, Sh.5213 Hadis No:5)

"Her kim itaatten bir karış ayrılırsa, kıyamet gününde, Allah huzurunda, kendisini haklı çıkaracak bir delil bulamaz. Ve her kim de boynunda beyatı olmayarak ölürse cahiliyye ölümüyle ölür." (Müslim C.9, Sh.5215 Hadis No:58)

"...Ey Allah'ın Peygamberi! Bana haber ver: üzerimizde, bizden kendi haklarını isteyen, fakat bizim haklarımızı bizden men eden emirler bulunursa bize nasıl davranmamızı emredersin?" dedi.

Peygamber ondan yüz çevirip cevap vermedi. Sonra aynı şeyi sordu. Peygamber yine yüz çevirdi cevap vermedi. Üçüncü seferinde; "onları dinleyin ve itaat edin. Çünki onların üzerine düşen ancak onların üzerine yükletilir; sizin üzerinize düşen de size yükletilir." Diye buyurdu. (Müslim C.9, Sh.5207 Hadis No:49)

"Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş ve her kim bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş olur. Her kim Emire itaat etmiş ise, o bana itaat etmiştir. Her kim Emire isyan ederse bana isyan etmiştir." (Müslim C.8, Sh.5177 Hadis No:35)

"Neş'ende, kederinde, zorluğunda ve kolaylığında ve başkalarının arzularına ve senin arzularına tercih ettikleri hallerde emiri dinlemek ve itaat etmek senin üzerine vaciptir." (Müslim C.9, Sh.5207 Hadis No:49)

"Müslüman olan kişiye hoşlandığı ve hoşlanmadığı hususlarda emirini dinlemek ve itaat etmek vaciptir. Günah ile emretmesi hali müstesnadır. Günah ile emrederse o zaman dinlemek ve itaat etmek yoktur." (Müslim C.8, Sh.5159 Hadis No:38)

Allah için bey'at: Her hal ve şatlarda itaatin gerçekleşmesi için yapılması, buna dünyevi bir maksat dahil edilmemesi için başkaca tenbihlerde bulunmuştur. Allah rızasından hariç dünyevi bir maksatla beyatta bulunanlar hakkında şiddetli tenbih ve kınamalar gelmiştir; üç kişi vardır kıyamet günü Allah onların ne yüzüne bakar, nede onlarla konuşur, onların günahlarını da affetmez, onlara çok elim bir azap vardır. "...Biri de dünyevi bir maksatla imama biad eden kimsedir. Öyle ki, istemediği verilince itaati terkeder." (Müslim C.1, Sh.418 Hadis No:173)

İslam'ın hükmü şudur; "İmam'a, masiyet olmayan (yani Allah'a isyana götürmeyen) hususlarda itaat farzdır." Zira "İmam düşmanın saldırısına, insanların biribirine zulmüne karşı bir perde gibidir. (O, şahsında nasıl olursa olsun) onun idaresi altında düşmanlara, asilere ve her çeşit fesatçılara (yani anarşistlere) karşı cihad edilir."
   
ulul emr kimlerdir :

  Ey iman edenler, ’a itaat edin, Resule itaat edin ve Ülül-emrinize itaat edin!) [Nisa 58]
Burada ülül-emr, ictihad derecesine yükselmiş olan âlimler demektir. Böyle âlimler de, herkesin bildiği dört hak mezhebin dört büyük imamıdır. Ülül-emr’in müctehid oldukları yine âyetle bildiriliyor:

     (Resule veya ülül-emre sorsalardı, onlar bilirdi.) [Nisa 83]

Hakimlere, valilere de ülül-emr denir. Yani, nasslardan ahkam çıkarabilen hakimler içindir. Bunlar, âlim oldukları için, Ülül-emrdirler. Hakim oldukları için değil! Dört halife ve Ömer bin Abdülaziz böyle idi. Cahil, fasık veya kâfir olan emirler böyle değildir.

  Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Ülül-emir, fıkıh âlimleridir) [Darimi]

İbni Abbas (Ülül-emir, fıkıh ve din âlimleridir) buyurdu. (İtkan, Müslim şerhi, Tefsir-i kebir)

Âyet-i kerimelerin ve hadis ve tefsir âlimlerinin bu açık beyanları, müctehidlere itaat etmek lazım olduğunu gösterdiği gibi, mezhepsizlerin (Allah’tan ve Peygamberden başkasına itaat etmek şirk ve bid’attir) sözlerinin bozuk ve saçma olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu konuda birçok hadis-i şerif vardır. Birkaçı şöyledir:

- Resulullah, Muaz bin Cebel’i Yemen’e hakim olarak gönderirken, (Orada nasıl hüküm edeceksin?) buyurunca,Allah  ’ın kitabı ile dedi. (Allah ’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. Allah’ın Resulünün sünneti ile dedi. (Resulullahın sünnetinde de bulamazsan?) buyurunca, ictihad ederek, anladığımla dedi. Resulullah, mübarek elini Muaz’ın göğsüne koyup buyurdu ki:

(Elhamdülillah, Allah ü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi.) [Tirmizi, Ebu Davud, Darimi]

Ülül-emrin müctehid demek olduğunu ve buna itaat edenden Resulullahın razı olduğunu, bu hadis-i şerif açıkça göstermektedir.
  Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(İlim üçtür: Âyet-i muhkeme, Sünneti kaime ve Faridai [fariza] âdile.) [Ebu Davud, İbni Mace]

Mişkat şerhi, bu hadis-i şerifi şöyle açıklıyor:

Faridai âdile, Kitaba ve sünnete uygun ilimdir. İcmaa ve Kıyasa işarettir. Çünkü, İcma ve Kıyas, Kitaptan ve Sünnetten çıkarılmaktadır. Bunun için, İcma ve Kıyas, Kitaba ve Sünnete eşit tutuldu, Faridai âdile denildi. Böylece, ikisi ile amel etmenin vacib olduğu tenbih edildi. Hadis-i şerifin manası, dinin kaynağı dörttür: Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas demek oldu. (Eşiat-ül-lemeat)

  Hz. Ömer, Şüreyh’i kadı olarak gönderirken buyurdu ki:

Allah’ın kitabında açık olarak bildirilene bak. Bunu başkasından sorma! Burada bulamazsan Resulullahın Sünnetine uy! Burada da bulamazsan, ictihad et ve anladığına göre cevap ver!

  Hz. Ebu Bekir’e davacı gelince,Allah ü teâlânın kitabına bakardı. Burada bulduğuna göre hüküm ederdi. Burada bulamazsa, Resulullahtan işittiğine göre cevap verirdi. İşitmemiş ise, Eshab-ı kiramdan sorup, onların icması ile hüküm ederdi.
  Abdullah ibni Abbas’a bir şey sorulunca cevabını Kur’ân-ı kerimde bulup, cevap verirdi. Kur’ân-ı kerimde bulamazsa, Resulullahtan işittiğini söylerdi. İşitmemiş ise, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’e sorardı. Cevap alamaz ise, kendi reyi ile bulup hüküm ederdi.


Ehli sünnet mezhep imamlarıda ulul emre itaat etmişlerdir.
   1- Ehl-i sünnetin dört mezhep imamından birincisi, imam-ı a'zam Ebû Hanîfe Nu'mân bin Sâbittir. 80 [m. 699] senesinde tevellüd ve 150 [m. 767] de Bağdâdda vefât etmiştir. Hanefî mezhebinin reîsidir. Osmanlılar, Hindistân müslümanları, Siberya ve Türkistân müslümanları, Hanefî mezhebine göre ibâdet etmektedirler. Hadis-i şerifte, (Ebû Hanîfe, ümmetimin ışığıdır) buyuruldu. İbâdetlerinin çokluğu, verâ'ı, zühdü, cömerdliği, keskin görüşü, ince düşünüşü meşhûr olduğundan, ayrıca bildirmeye lüzûm yoktur. Fıkh bilgilerinin dörtte üçü onundur. Dörtte birinde de, diğer mezheplerle ortaktır. İmâm-ı Şâfi'î buyurdu ki, (İnsanların fıkh bilgilerinin kaynağı, Ebû Hanîfe ve talebeleridir. Fıkh öğrenmek istiyen, Ebû Hanîfeye ve Onun talebelerine gitsin! İmâm-ı Mâlike, Ebû Hanîfeyi gördün mü dediğimde: Evet Ebû Hanîfeyi öyle gördüm ki, şu direk altındandır dese, sözünü isbât eder. Kimse karşılık veremez dedi). İnsanlar, fıkh bilgisine karşı uykuda idi. Hepsini Ebû Hanîfe uyandırdı. Zamanın âbidlerinden, zâhidlerinden olan Îsâ bin Mûsâ, Emîr-ül-müminin Ebû Câfer Mensûrun yanında idi. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe içeri geldi. Îsâ, Mensûra, bu zat, dünya çapında büyük âlimdir dedi. Mensûr, İmâma, ilmi nereden edindin dedi. Hz. Ömerin talebelerinden buyurdu. Mensûr da, doğrusu çok sağlam senedin var dedi.
   İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, her gece namaz kılardı. Kâbede uyurken, (Yâ Ebâ Hanîfe! Bana hizmetin hâlistir. Beni iyi tanıdın. Bu ihlâsından ve marifetinden dolayı seni ve kıyâmete kadar sana tâbi olanları mağfiret eyledim) sesini işiterek uyandı. Ebû Hanîfe için ve Onun mezhebinde olanlar için, bu ne büyük bir müjdedir! Onun güzel ahlâkı ve temiz sıfatları, ancak ârif olanda ve müctehid imamlarda bulunabilir. Yetiştirdiği müctehid imamlardan ve râsih âlimlerden Abdüllah ibni Mübârek ve imam-ı Mâlik ve imam-ı Mis'ar ve Ebû Yûsüf ve Muhammed Şeybânî ve imam-ı Züfer, onun yüksek mertebesinin vesikalarıdır. Tevâdu' ve hayâsının çokluğundan, halktan uzaklaşmak, bir köşeye çekilmek istediği hâlde, mezhebini yaymasını, rü'yâda Resûlullah emredince, fetvâ vermeye başladı. Mezhebi her yere yayıldı. Tâbileri çoğaldı. Çekemiyenleri türedi ise de, hepsi rezil ve perişân oldular. Âlimler, mezhebinin usûlünü, fürû'unu öğrenip, kitaplar meydana getirdiler. Naklî ve aklî delîllerini inceleyenler ve anlıyabilenler, onun üstünlüğünü yazdılar. Ebülferec ibni Cevzî, kitabında, İmâm-ı a'zamı küçültücü haberler naklediyor ise de, bunları İmâm-ı a'zamı küçültmek için değil, Hasetçilerinin bulunduğunu bildirmek için yazmıştır. Aynı kitabında, İmâm-ı a'zamı herkesten daha çok övmektedir. Babası Sâbit, Hz. Alînin yanına gelmişti. İmâm hazretleri, ona ve çocuklarına hayr ve bereket ile duâ eylemişti. Bu duâ, İmâm-ı a'zamda zâhir oldu. Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik hazretlerinin ve başka Sahâbîlerin sohbetlerine kavuşarak, Tâbiînden olmakla da şereflendi.


    2- - İmâm-ı Mâlik bin Enes bin Mâlik bin Ebî Âmir Esbahî 90 [m. 708] senesinde, Medînede tevellüd ve 179 [m. 795] da, orada vefât etti. Yetmiş imam şehâdet etmedikçe fetvâ vermeye başlamadım buyurdu. Hocalarımdan pek az kimse vardır ki, benden fetvâ almamış olsun derdi. İmâm-ı Yâfi'î buyuruyor ki, imamın bu sözü öğünmek için değildir. Allahü teâlânın nîmetini bildirmek içindir. Zerkânî (Muvattâ) kitabını şerh ederken diyor ki, (İmâm-ı Mâlik, meşhûr mezhep imamıdır. Yükseklerin yükseğidir. Aklı kâmil, fadlı âşikârdır. Resûlullahın hadis-i şeriflerinin vârisidir. Allahın kullarına, Onun dînini yaydı. Dokuzyüz âlimle sohbet ve istifâde etti. Kendisi yüzbin hadis yazdı. Onyedi yaşında ders vermeye başladı. Dersinde bulunanlar, hocalarının derslerinde bulunanlardan çok idi. Hadis ve fıkh öğrenmek için, kapısına toplanırlardı. Kapıcı tutmak zorunda kaldı. Önce talebesine, sonra halktan herkese izin verilir, içeri girerlerdi. Halâya üç günde bir giderdi. Halâda çok bulunmaktan hayâ ediyorum derdi. (Muvattâ) kitabını yazınca, kendi ihlâsından şüphe etti. Kitabı suya koydu. Eğer ıslanırsa, bu kitap bana lâzım değildir dedi. Hiçbir yeri ıslanmadı). Abdürrahmân bin Enes, hadis ilminde, şimdi yeryüzünde Mâlikten daha emîn kimse yoktur. Ondan daha akıllı bir şahs görmedim. Süfyân-ı Sevrî, hadiste imamdır. Fakat, sünnette imam değildir. Evzâ'î, sünnette imamdır. Fakat, hadiste imam değildir. İmâm-ı Mâlik, hadiste de, sünnette de imamdır derdi. Yahyâ bin Sa'îd, imam-ı Mâlik, Allahü teâlânın kullarına yeryüzünde huccetidir, derdi. İmâm-ı Şâfi'î, (hadis okunan yerde, Mâlik, gökteki yıldız gibidir. İlmi ezberlemekte, anlamakta ve korumakta, hiç kimse, Mâlik gibi olamadı. Allah ilminde bana Mâlik kadar kimse emîn değildir. Allahü teâlâ ile aramda huccet, imam-ı Mâliktir. Mâlik ile Süfyân bin Uyeyne olmasalardı, Hicâzda ilim kalmazdı) derdi. Abdüllah, babası Ahmed bin Hanbele sordu: Zehrînin talebeleri arasında en kuvvetli hangisidir? Mâlik, her ilimde daha kuvvetlidir buyurdu. İbni Veheb diyor ki, Mâlik ve Leys olmasalardı, hepimiz sapıtırdık. Evzâ'î, imam-ı Mâlikin ismini işitince, o, âlimlerin âlimi, Medînenin en büyük âlimi ve Haremeynin müftîsidir derdi. Süfyân bin Uyeyne imam-ı Mâlikin vefâtını işitince, yeryüzünde bir benzeri kalmadı. Dünyanın imamı idi. Hicâzın âlimi idi. Zamanının hucceti idi. Ümmet-i Muhammedin güneşi idi. Onun yolunda bulunalım dedi. Ahmed ibni Hanbel, imam-ı Mâlikin, Süfyân-ı Sevrîden, Leysten, Hammâddan ve Evzâ'îden üstün olduğunu söylerdi. Süfyân bin Uyeyne diyor ki, (İnsanlar sıkışacak, Medînedeki âlimden üstün birini bulamıyacaklar) hadis-i şerifi, imam-ı Mâliki haber veriyor. İmâm-ı Mâlik diyor ki, her gece Resûlullahı görüyorum. Mus'ab diyor ki, babam Abdüllah bin Zübeyrden işittim: Mâlik ile Mescid-i Nebevîde idik. Biri gelip, Ebû Abdüllah Mâlik hanginizdir dedi. Gösterdik. Yanına gidip selâm verdi. Boynuna sarılıp, alnından öptü. Rü'yâda Resûlullahı gördüm. Mâliki çağır buyurdu. Sen geldin. Titriyordun. Rahat ol yâ Ebâ Abdüllah! Otur, göğsünü aç buyurdu. Açınca her yere güzel kokular yayıldı dedi. İmâm-ı Mâlik ağladı ve rü'yânın tabîri ilimdir dedi.
     

   3-- İmâm-ı Şâfi'î, ismi Muhammed bin İdrîs bin Abbâs bin Osman bin Şâfi' olup, sekizinci babası Hâşim bin Muttalib bin Abd-i Menâftır. Resûlullahın dedelerinden olan Hâşim, bu Hâşimin amcasıdır. Beşinci babası Sâib, Bedr gazâsında düşman ordusunda idi. Sonra oğlu Şâfi' ile Sahâbî oldular. Bunun için Şâfi'î denildi. Annesi, Hz. Hasen soyundan olup şerifedir. İmâm-ı Şâfi'î, 150 [m. 767] senesinde Gazzede tevellüd ve 204 [m. 820] de Mısrda vefât etti. İki yaşında iken Mekke-i mükerremeye götürülerek orada küçük iken Kur'an-ı kerimi ve on yaşında iken, imam-ı Mâlikin (Muvattâ) hadis kitabını ezberledi. Onbeş yaşında, fetvâ vermeye başladı. O sene, Medîne-i münevvereye giderek, imam-ı Mâlikten ilim ve feyz aldı. 185 senesinde Bağdâda geldi. İki sene sonra, hac için Mekkeye ve 198 de Bağdâda, 199 da Mısra gelip yerleşti. Vefâtından uzun zaman sonra Bağdâda götürülmek istendi. Kabri kazılırken misk kokusu yayıldı. Bulunanlar sarhoş oldular. Kazmaktan vazgeçtiler. İlm, amel, zühd, marifet, zekâ, hâfıza ve neseb bakımlarından zamanındaki imamların en üstünü idi. Önce olanların çoğunun da üstünde idi. Mezhebi her yere yayıldı. Haremeyn ve Erd-ı Mukaddes [yâni Filistin] tamamen Şâfi'î oldu. (Kureyş âlimi yeryüzünü ilim ile doldurur) hadis-i şerifi, imam-ı Şâfi'îde zuhûr eyledi. Abdüllah, babası Ahmed bin Hanbelin imam-ı Şafi'îye çok duâ ettiğini görüp sebebini sordukta: Oğlum! İmâm-ı Şâfi'înin insanlar arasındaki yeri, gökteki güneş gibidir. O ruhların şifâsıdır dedi. O zamanki (Muvattâ) kitabında önce dokuzbinbeşyüz hadis vardı. Sonra kısaltıp şimdi elde bulunan yapıldı. Bunda binyediyüz kadar hadis vardır. (Nâsır-üs-sünne) [dînin yardımcısı] lâkabını aldı. Dört sene gibi kısa bir zamanda yeni bir mezhep getirmesi, bir hârika oldu. Hâl tercümesini ve üstünlüğünü bildiren kırktan fazla kitap yazılmıştır.

  4 - İmâm-ı Ahmed bin Hanbel Şeybânî Merûzî, 164 [m. 780] senesinde Bağdâdda tevellüd ve 241 [m. 855] de orada vefât etti. Hadis ve fıkh ilimlerinde imam idi. Sünnetin inceliklerinde ve hakîkatinde de mâhir idi. Zühd ve verâ ile meşhûr idi. Hadis-i şerif toplamak için, Kûfeye, Basraya, Mekke-i mükerremeye, Medîne-i münevvereye, Yemene, Şâma ve Elcezîreye gitti. İmâm-ı Şâfi'îden fıkh öğrendi. O da, bundan hadis aldı. İbrâhîm-i Harbî diyor ki, Ahmed ibni Hanbeli gördüm. Allahü teâlâ her ilmi ona vermişti. Kuteybe bin Sa'îd diyor ki, imam-ı Ahmed; Sevrî ve Evzâ'î ve Mâlik ve Leys bin Sa'd zamanlarında bulunsaydı, hepsinden ileride olurdu. Bir milyon hadis-i şerif ezberledi. İmâm-ı Şâfi'î Mısrdan mektûb gönderdi. Okuyunca ağladı. Sebebi sorulunca rü'yâda Resûlullahı görmüş. Ebû Abdüllah Ahmed bin Hanbele mektûb ile benden selâm yaz ve de ki, Kur'an-ı kerimin mahlûk olduğu kendisinden sorulacak. Cevap vermesin buyurmuş, dedi. Cenâzesinde sekizyüzbin erkek ve altmışbin kadın bulundu. Vefât ettiği gün, yirmibin yahudi ve nasrânî ve mecûsî müslüman oldu.

Ehl-i sünnetin bu dört imamı, hadis-i şerif ile medh olunan, ikinci asrın en iyileridir. Dördü de, (İhsânda onlara (yâni Eshâb-ı kirâma) tâbi olanlardan Allahü teâlâ râzıdır) âyet-i kerimesine dahildir. Bir kimse, bu büyüklere tâbi olmayıp, zamanların en kötüsünde, câhil ve alçak insanlar arasında bulunan birisine uyarsa, bunun aklı olmadığı anlaşılır. Allahü teâlâ, (Ülül-emre itaat ediniz!) buyurdu. Ülül-emr, âlimlerdir. Yâhut âlimlerin fetvâlarını icrâ eden hükümetlerdir. Her iki tefsîre göre, mezhep imamlarına uymak vâcib olmaktadır. Fahreddîn-i Râzî kıyâsın delîl olduğunu ve mukallidin, âlimleri taklîd etmesinin vâcib olduğunu, bu âyet-i kerimeden çıkarmıştır. Mutlak müctehid olmıyan âlimlerin de, âmî ve mukallid olduklarını, üsûl âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Müctehidlerin sözbirliği ile bildirdiklerinden ayrılmanın haram olduğu, Nisâ sûresinin yüzondördüncü âyetinden anlaşılmaktadır. (Eşedd-ül-cihâd)dan tercüme tamam oldu.

(İcmâ') ve (Kıyâs) hakkında (Hüsâmî)de geniş bilgi vardır. Hüsâmînin (El-müntehab fi-üsûl-il-mezhep) ismindeki bu kitabı, (Hâmî) denilen tâlîki ile birlikte, Pâkistânda yeniden basılmıştır. Üsûl âlimlerinden Muhammed bin Muhammed Hüsâmüddîn 644 [m. 1246] senesinde Fergânede vefât etmiştir.
     

   

   
















Tutalım ki dikenim ...
Hem de kötü bir diken...
Ama nihayetinde güllerle bir aradayım ...
Hz. Mevlana

mazhar

  • Ziyaretçi
Ulul Emre İtaat,Sadakati Getirmiştir Amma !
« Yanıtla #4 : 16 Şubat 2013, 07:03:40 »

ULUL EMRE İTAAT, SADAKATİ GETİRMİŞTİR AMMA!


Yüz yıllarca dini dili ve ırkı ayrı milyonlardan oluşan toplumu yüz yıllarca anayasasız yönetebilmiş Osmanlı Devleti’nin yapısında köklü ve güçlü geleneklerinin yanında, sağlam ahlak ilkelerine sahip olduğunu göz ardı etmemek gerekir.
 
İşte böyle bir devlet anlayışının arkasından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ nin de küçülen topraklarıyla birlikte mevcut halkın, aynı anlayışla yeni devlet yönetimine itaati çok kolay olmuştur.
 
Öyle ki Devlet baba mantığının arkasında da bu vardır.
 
Kısacası sağlam bir ahlak yapısıyla donatılmış halk, başındaki idarecilere ‘Ulul emre itaat’ anlayışıyla sadakatini göstermiştir.
 
Ki! Cumhuriyet dönemi idarecileri bunun farkında olup mecliste de bunu korumaya ve yazılı metne geçirmeye çalışmışlardır.
 
Hatta 1924 Anayasasında, egemenliğin millete ait olduğu ve bu egemenliğin millet adına sadece TBMM tarafından kullanılacağı özellikle öne çıkarılmıştır.
 
Ne hazindir ki bu ülkede maceraya doymayan hayalperestlerin devreye girmesiyle 1960 yılında yapılan askeri darbe sonrasında halkı devşirme girişimlerine ve kendilerine olan güven probleminden dolayı, TBMM'nin yetkilerinin bir kısmını kendi kurdukları "yetkili organlar"a ve anayasa ile yetkilendirdikleri kurumlara devretmişlerdir.
 
Bu da Anayasa Mahkemesinin, TBMM'nin yetkilerini gasp ve kullanma iradesini göstermesiyle açıkça ortaya çıkmıştır.
 
Ve devlet hiyerarşisinde söz sahibi olan ve merkezde oturan bu zihniyetin (Türk aristokrasisini oluşturan ak-budunların) ; ‘Türkiye; yönetimi kara-budun Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir’ tezini baskın şekilde devam ettirdikleri iddialarını desteklemektedir.
 
Öyle ki ak saçlı ve akil adamlardan oluşan devletlûların halkın içinden çıkmış siyasi temsilcilerine dar alanda paslaşmalar mantığıyla sadece ekonomik alanda hareket serbestisiyle siyaset yapmalarına fırsat vermişlerdir. Ki bunu bile darbe alışkanlığıyla kontrol etmeye çalışmışlardır.
 
367 kararı, 27 Nisan muhtırası da bu bağlamda; 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylülün devamıdır.
 
İşte bu yüzden T.C’nin anayasasına, elzem olan demokrasinin kurallarının bir an önce girmesi ve demokratik anayasa için acil müdahaleler yapılması çağı es geçmemeği sağlayacaktır.
 
Çünkü atanmışlar, seçilmişlerin direksiyon hâkimiyetine ancak trafik uygulama alanlarında uzman trafik memurunun müsaade ettiği kadar orada oturmasını istiyor.
 
Bulundukları konumu evlatlarından daha çok seven bu zihniyet, maalesef ‘kuşak çatışması’ nın temsilciliğini devam ettirme kararlılığında geleceğimize ipotek koymaktadırlar.
 
İşte bu yüzden, devlet içerisinde konuşlanmış ve sayesinde halkın saf duygularının suiistimal edildiği; ‘Ulul emre itaat’in getirdiği idare-i maslahatçı yönetim anlayışının iptal vaktinin geldiği andır.

 Çünkü siyasi iradenin haklı durumdayken haksız müdahalelere dur demesinin geldiği bir noktada; Türk milleti demokratik kuralların ve evrensel hukuk normlarının yeniden tanımlandığı bir ülkede yaşamayı fazlasıyla hak ediyor.
Samanyolu Haber.com

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Ulul Emr
« Yanıtla #5 : 16 Ocak 2014, 08:38:52 »
Kıyamete Kadar Hak Üzerine Bulunan Topluluk
Allâhü Teâlâ, Sâffât sûresinin 171, 172 ve 173. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor (meâlen): "Celalim hakkı için risaletle gönderilen kullarımız hakkında Levh-i Mahfuzda şu kelamımız sebkat etmiş (yazılmış)tır: Onlar elbette muzaffer olacak, önünde olmazsa sonunda yardım onlara olacaktır. Ve elbette bizim askerlerimiz (o peygamberlere yardıma gelecek ve muhakkak onun orduları) onlar gâlip geleceklerdir."

İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri bu âyetleri şöyle tefsir etmiştir: Allâhü Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: Andolsun ezelde, Levh-i Mahfuzda şöyle yazdık ki, Resûl kullarımız mağlup olmaz. Bizim ordularımız; peygamberler ve mü'min askerleri -bazı yerlerde mağlup oldukları görülse de- dünyada ve âhirette elbette onlar düşmanlarına galipdir. Çünkü âkıbet onlarındır. Mağlubiyet nadir olup yok hükmündedir. Mağlubiyet, kumandanın emrine muhalefet etmekten, dünyaya tamah etmekten, kibirlenmek ve benzeri gibi arızî sebeplerdendir. Cenâb-ı Hakk'ın bizzat hükmettiği nusrete, yardıma halel getirmez.

Yardım şerefli bir rütbedir, ancak mü'mine layıktır. Kâfirin bazan galip olması bir istidrac olup sonu rüsvaylıktır.

Hâsılı, hakiki ihlasa kavuşan mü'minler yardım olunmuşlardır ve gâlipler onlardır. Gâlib ve Azîz Mevlâ'ya istinad eden; dayanan muhakkak yardım olunmuştur ve gâliptir, düşmanları mağluptur. Sonra Allâh'ın askeri, Allâhü Teâlâ'nın Azîz ve Müntekım isimlerinin sırrına ve Enbiyâ sûresinin "Hayır, hakkı batılın tepesine fırlatırız da beynini parçalar, bir de bakarsın o anda mahvolmuştur..." mealindeki 18. âyetinin sırrına mazhar olmuştur.

Allâh'ın askeri Allâhü Teâlâ'nın dinini yaymak için ve Hakk'a yardım etmek ve hakkı beyan etmek üzere tayin ettiği kimselerdir. Kim onları zelil etmek isterse çenesi üzere düşer.

Osmanlı sultanlarının bu tâifenin hatîmesi; sonuncusu olduğunda şüphe yoktur.

İsâ ve Mehdî aleyhimesselam hâtimetü'l-hâtime; sonun sonuncusudur. Kıyâmet koparken İsrâfil aleyhisselamın yeryüzünde kalan kâfir ve fâcirleri yakalayacak sayha-i vâhidesi; sûra üfürmesi hatimet-ü hâtimeti'l-hâtime; sonun sonuncusunun sonudur. (Ruhu 'l-Beyan Tefsirinden)

alıntı