Yedi çocuklu, orta halli bir ailenin 7. çocuğuydu...
Henüz yedi yaşındayken, ailesiyle birlikte Michigan’daki Port Huron’a yerleşti. Yerleşir yerleşmez de ilkokula yazıldı. Artık eğitim çağına gelmişti.
Fakat okula başladıktan üç ay kadar sonra, öğretmenleri çocuğun öğrenme güçlüğü çektiğini, dersleri anlayamadığını, bunun da sınıftaki eğitim programını aksattığını iddia ederek, okuldan alınmasını istediler...
Onu mecburen okuldan alan annesiyle babası ne yapacaklarını, küçük oğullarını nasıl eğiteceklerini şaşırmışlardı. Çocuğun ise hiç umurunda değildi: Evlerinin kilerinde bir kimya laboratuvarı kurmuş, kimya deneyleri yapmaya başlamıştı.
Bir süre sonra kendi başına bir telgraf aleti yaptı ve Mors Alfabesi’ni öğrendi. Ne yazık ki, o günlerde geçirdiği ağır bir hastalık sonucu işitme yeteneğini büyük ölçüde kaybetti.
12 yaşına geldiğinde bir trende hem dergi, hem de meyve satıyor, bir yandan da trenin yük vagonuna yerleştirdiği küçük bir baskı makinesi ile haftalık bir gazete çıkarıyordu.
Ama bir gün, içinde kimyasal madde bulunan şeylerden biri kırılıp vagonda yangın çıkınca, delikanlı hem trendeki işinden kovuldu, hem de kulakları daha beter sağır oldu.
Şansı yaver gitmiyor, talihi yar olmuyordu. Telgrafçılığa merak sarıp 1863-1868 yılları arasında ABD ve Kanada’da birkaç telgrafhanede çalıştı, hatta bir ara elektrikli bir kayıt cihazı bile yaptı. Ne var ki patentini alamadı.
Yine beş parasız, üstelik borçlu, hatta sağlıksızdı, ama pes etmeyi düşünmüyordu. Şansını başka türlü denemek için, Boston’dan New York’a gitti. Elinde kalan son birkaç kuruşla ahırdan bozma bir laboratuvar kiraladı ve çalışmaya başladı. Ne yapmak istediğini soranlara, “Güneşten ışık demeti alıp cam fanusa koyacağım ve tepenize asacağım; bundan sonra böyle aydınlanacaksınız” diyordu.
“Deli” dediler ona, boşuna zaman geçirdiğini söylediler. Mahallenin akıllılarına göre, ışık elde etmek için bir kaba biraz yağ malı üzerine kumaştan bir fitil dikmeli, sonra da fitilin ucunu yakmalıydı...
Onlar o zamana kadar gördüklerini anlatıyorlardı. Genç adam ise yüreğinde çoktan yaktığı ampulün gerçek anlamda yanmasını bekliyordu.
Kimi rivayetlere göre yirmi bin, kimi rivayetlere göre beş bin deney yaptı. Sonuncu deneyde ampul yanmıştı. Her deney amacına doğru atılmış bir adımdı. “Her deney insanı amacına bir adım daha yaklaştırır” dedi.
Şöhretin de servetin de zirvesine çıktı.
Bu genç adamın adı, Thomas Alva Edison’du. Zaman zaman şansını kaybettiğini düşünmüştü belki, ama umudunu hiç kaybetmemiş, hiçbir başarısızlık karşısında yıkılmamıştı.