اُصُولُ الْفِقْهِ عِلْمٌ يُعْرَفُ بِهِ اَحْوَالُ اْلاَدِلَّةِ وَاْلاَحْکَامِ الشَّرْعِيَّتَيْنِ مِنْ حَيْثُ اَنَّ لَهَا دَخْلاً فىِ اِثْبَاتِ الثَّانِيَةِ بِاْلاُولیَ / وَالْفِقْهُ مَعْرِفَةُ النَّفْسِ مَا لَهَا وَمَا عَلَيْهَا عَمَلاً / فَخَرَجَ بِعَمَلاً اَلْکَلاَمُ وَالتَّصَوُّفُ / وَمَنْ لَمْ يَزِدْهُ اَرَادَ الشُّمُولَ لَهُمَا /
Usul-u Fıkıh: Edile-i şer'iyye ve Ahkam-ı şer'iyyenin halleri kendisiyle bilinen ilimdir ki; Ahkam-ı şer'iyye'yi, Edile-i şer'iyye ile isbatta, bu haller için dahl-ü tesir vardır./ Fıkıh: Amel cihetinden kişinin leh ve aleyhine olan şeyi bilmesidir./ Amelen (kaydıyla) ilm-i kelam ve ilm-i tasavvuf (fıkhın tarifinden) çıktı. / Amelen kaydını tarife ilave etmeyen kişi (İmam-ı Azam Hz.), fıkhın, kelam ve tasavvufa da şamil olduğunu murat etmiştir.
وَقِيلَ اَلْعِلْمُ بِالْاَحْکاَمِ الشَّرْعِيَّةِ الْعَمَلِيَّةِ عَنْ اَدِلَّتِهَا التَّفْصِيلِيَّةِ / اَْلاَصْلُ مَا يُبْتَنَی عَلَيْهِ غَيْرُهُ / قِيلَ وَنُقِلَ اِلیَ الدَّلِيلِ وَالْمُخْتاَرُ عَدَمُهُ / وَمَوْضُوعُهُ اَلْاَدِلَّةُ وَالْاَحْکاَمُ لاَ ماَ اخْتاَرَهُ صاَحِبُ اْلاِحْکاَمِ / وَفاَئِدَتُهُ مَعْرِفَةُ اْلاَحْکاَمِ / فاَنْحَصَرَ الْمَقْصُودُ فیِ مَقْصَدَيْنِ وَخاَتِمَةٍ /
Denildi ki fıkıh, Şer’î amelî hükümleri tafsilî delillerinden bilmektir./ Asıl, gayrisi kendisi üzerine bina kılınan şeydir./ Denildi ki bu asıl delil (manasına) naklolundu ancak muhtar olan bu naklin yapılmamasıdır. / İlm-i Usul-i Fıkhın Mevzuu: Edille ve Ahkamdır. Sahib-i İhkamın tercih ettiği (gibi sadece edille) değil./ İlm-i Usul-u Fıkhın Faidesi (gayesi): Ahkamı bilmektir. / Bu kitaptan maksud, iki Maksat ve bir Hatime’de munhasır oldu.
اَلْمَقْصَدُ الْاَوَّلُ فِی الْاَدِلَّةِ / وَهُوَ عَلَی اَرْبَعَةِ اَرْکاَنٍ / اَْلاَوَّلُ فىِ الْکِتاَبِ / وَهُوَ النَّظْمُ الْمُنْزَلُ عَلیَ رَسُولِناَ مُحَمَّدٍ صَلَّی للهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَلْمَنْقُولُ عَنْهُ تَوَاتُراً / وَلَهُ مَباَحِثُ خاَصَّةٌ بِهِ وَمُشْتَرَکَةٌ / اَماَّ الْخَاصَّةُ فَهِیَ اَنَّ الْمَنْقُولَ بِلاَ تَوَاتُرٍ لَيْسَ بِقُرْأَنٍ / فَهُوَ شَرْطٌ قِيلَ مُطْلَقاً وَقِيلَ فِی الْجَوْهَرِ لاَالْهَيْئَةِ / فاَلشَّاذُّ لَا يُعْطَی لَهُ حُکْمُ الْقُرْأَنِ وَاِنْ جاَزَ الْعَمَلُ بِمَشْهُورِهِ / وَقُوَّةُ الشُّبْهَةِ فِی الْبَسْمَلَةِ فِی اَوَائِلِ السُّوَرِ تَمْنَعُ الْاِکْفاَرَ مِنَ الطَّرَفَيْنِ /
Birinci maksad edille hakkındadır./ Bu da dört rükün üzeredir./ Birinci rükün kitab hakkındadır./ Kitab, Rasülümüz Muhammed (sallAllahü aleyhi ve Selem) Efendimize inzal olunan ve O’ndan tevatüren naklolunan nazımdır./Kur’ân-ı Kerim için mebahis-i hassa ve mebahis-i müştereke vardır./ Mebahis-i Hassa: (üçtür) 1) bi-la tevatür naklolunan Kur’an değildir. /Tevatüren nakil şarttır. Denildi ki (bu tevatür) Mutlak olarak şarttır (ister cevherde olsun, ister hey'ette olsun). Yine denildi ki Cevher-i lafızda şarttır, hey’et-i lafızda değil./ 2) Her ne kadar meşhuruyla amel caiz olsa da Kıraat-i Şâzze'lere Kur’an hükmü verilmez. / 3) Sürelerin evvellerindeki besmelelerde şüphenin kuvvetli olması, Malikî ve Şafiilerin birbirini küfre nisbet etmelerine mâni'dir.
وَاَمَّا الْمُشْتَرَکَةُ فَهِیَ اَنَّهُ اِسْمٌ لِلنَّظْمِ الدَّالِّ عَلَی الْمَعْنَی / وَلَهُ اَرْبَعَةُ اَقْسَامٍ بِحَسَبِ اَحْوَالٍ تَرْجِعُ اِلَی مَعْرِفَةِ اْلاَحْکَامِ / اَْلاَوَّلُ بِاعْتِباَرِ وَضْعِهِ لَهُ وَهُوَ الْخَاصُّ الْعاَمُّ الْمُشْتَرَكُ الْجَمْعُ الْمُنَکَّرُ / اَلثَّانِی بِاعْتِبَارِ دَلاَلَتِهِ عَلَيْهِ وُضُوحاً وَخَفَاءً وَهُوَ ثَمَانِيَةٌ / اَلظَّاهِرُ النَّصُّ الْمُفَسَّرُ الْمُحْکَمُ الْخَفِیُّ الْمُشْکِلُ الْمُجْمَلُ الْمُتَشاَبِهُ /
Amma mebahis-i müştereke: Kur’ân nazmüd-dâl alel mana’nın ismidir./ Bu nazmın, ahkamı bilmeye raci haller hasebiyle, dört kısmı vardır./ Birincisi bi’tibari vaz’ıhî’dir. Bu da has, âm, müsşterek, cem-i münekker’dir. / İkincisi bi’tibari delaletihî’dir. Bu ise vuzuhan olur, hafaen olur ve sekizdir./ Zahir, nas, müfesser, muhkem; hafi, müşkil, mücmel, müteşabih.
اَلثَّالِثُ بِاعْتِباَرِ اسْتِعْماَلِهِ فِيهِ / وَهُوَ الْحَقِيقَةُ الْمَجاَزُ الصَّرِيحُ الْکِناَيَةُ / اَلرَّابِعُ بِاعْتِباَرِ الْوُقُوفِ بِهِ عَلَيْهِ / وَهُوَ الدَّالُّ بِعِباَرَتِهِ اَلدَّالُّ بِاِشاَرَتِهِ اَلدَّالُّ بِدَلاَلَتِهِ اَلدَّالُّ بِاقْتِضاَئِهِ / وَبَعْدَهاَ اُمُورٌ تَشْتَمِلُ عَلَی الْکُلِّ / وَهِیَ مَعْرِفَةُ مَآخِذِهاَ وَمَعَانِيهَا وَتَرْتِيبِهاَ وَاَحْکاََمِهاَ /
Üçüncüsü bi’tibari isti’malihî’dir./ Bu da hakikat, mecaz, sarih, kinaye’dir./ Dördüncüsü bi’tibari-l vukuf’tur./ Bu ise dal bil-ibare, dal bil-işare, dal bid-delale ve dal bil-iktiza’dır./ Bunlardan sonra hepsine şamil olan bazı emirler vardır./ Bu emirler de, (yukardaki kısımların) me’hazlerini, manalarını, tertiblerini ve hükümlerini bilmektir.
اَماَّ الْخَاصُّ فَلَفْظٌ وُضِعَ لِمَعْنیً وَاحِدٍ عَلیَ اْلِانْفِرَادِ / وَهُوَ فِی اْلاِسْمِ عَيْنٌ کَزَيْدٍ / اَوْ نَوْعٌ کَرَجُلٍ وَمِأَةٍ / اَوْ جِنْسٌ کَاِنْسَانٍ / وَحُکْمُهُ اَنَّهُ مِنْ حَيْثُ هُوَ هُوَ يُفِيدُ مَدْلُولَهُ قَطْعاً / وَلِذَا جُعِلَ الْخُلْعُ طَلاَقاً لاَفَسْخاً / وَصَحَّ طَلاَقُ الْمُخْتَلِعَةِ / وَ وَجَبَ مَهْرُ الْمِثْلِ بِالْعَقْدِ فِی الْمُفَوِّضَةِ / وَبَطَلَ تَأْوِيلُ الْقُرُوءِ بِالْاَطْهَارِ فِی آيَةِ التَّرَبُّصِ /
Amma has: Alel İnfirad (yani fertleri arasında müşareket kasdı olmaksızın) bir manaya vazı’ olunan lafızdır./ Bu mana isimlerde ya ayn olur, Zeyd gibi;/ ya nevi' olur, Racül ve mie gibi;/ veya cins olur, İnsan gibi./ Hassın hükmü: Has, has olması haysiyetiyle medlulünde kat’iyyet ifade eder./ Bu sebepten dolayı (yani medlülünde kat’iyyet ifade etmesinden dolayı) Hulu, fesih değil de talak kılındı./ Yine muhteli’anın (hulu yoluyla boşanmış kadının) talakı sahih oldu / Yine müvevviza hakkında mehr-i misil, akid sebebiyle vacib oldu / Ve terabbus ayetindeki kurû’ lafzını, ethar (temizlik hali) ile tevil etmek batıl oldu.
وَمُحَلِّلِيَّةُ الزَّوْجِ الثَّانىِ بِاِشاَرَةِ حَدِيثِ الْعُسَيْلَةِ وَاللَّعْنِ / وَهَدْمُهُ مَادُونَ الثَّلَثِ بِدَلاَلَةِ الثَّانىِ / کَمَا اَنَّ اشْتِرَاطَ دُخُولِهِ بِعِباَرَةِ اْلاَوَّلِ لاَبِحَتَّی تَنْکِحَ / قِيلَ وَبُطْلاَنُ عِصْمَةِ الْمَسْرُوقِ بِاِطْلاَقِ جَزَاءً لاَ فَاقْطَعُوا /
İkinci kocanın helal kılıcı olması, useyle ve la’n hadislerinin işaretiyle anlaşılır./ Yine ikinci kocanın, üç talakın altındaki (iki veya bir talakı) ortadan kaldırması, la’n hadisinin delaleti ile anlaşılır,/ (aynı) ikinci kocanın duhulünün şart olmasının, useyle hadisinin ibaresiyle anlaşılması gibi./ yoksa (İkinci kocanın helal kılıcı olması, iki veya bir talakı ortadan kaldırması ve duhulünün şart olması, yani yukarıdaki üç hüküm) (حتی تنکح) ile anlaşılmaz/ Denildi ki çalınan malın ma’sumiyetinin (ismetinin) batıl olması (جزاء) lafzının ıtlakıyladır (mutlak oluşuyladır) da (فاقطعوا ) ile değildir.
وَمِنْهُ الْاَمْرُ وَهُوَ لَفْظٌ طُلِبَ بِهِ الْفِعْلُ جَزْماً بِوَضْعِهِ لَهُ اِسْتِعْلاَءً / وَيَخْتَصُّ مُراَدُهُ --- وَهُوَ الْوُجُوبُ لِلنَّصِّ --- بِصِيغَةٍ خاَصَّةٍ بِهِ لِلنَّصِّ وَالْاِجْماَعِ وَالْمَعْقُولِ / وَلِاَنَّ الْاَصْلَ وَفاَءُ الْعِباَرَةِ بِالْمَقْصُودِ / فَلاَ يَکُونُ الْمَنْدُوبُ مَأْمُورًا بِهِ/ وَلاَ مُوجَبُهَا نَدْباً وَلاَ اِباَحَةً وَلاَ تَوَقُّفاً وَلَوْ بَعْدَ الْحَظْرِ وَلاَ الْفِعْلُ مُوجِباً /
Emir has lafızlardandır./ Bu emir, isti’lâ yoluyla ve taleb-i fiile vaz olunması sebebiyle, kendisiyle fiilin katî olarak taleb edildiği lafızdır./ Emrin muradı ---[ki emrin muradı, nas (ayet ve hadis) sebebiyle vucubtur]--- sigaya mahsustur. Siga dahi [nas, icma ve kıyas sebebiyle] vucuba mahsusutur/ Ayrıca aslolan, ibarenin maksuda kafi gelmesidir./ Bu sebeple (Emrin muradı vucuba mahsus olduğu için) mendub me’murun bih olmaz/ Ve emir sıgasının mucebi nedib, ibaha ve isterse (bu emir) nehiyden sonra olsa bile tevekkuf değildir / Ve (vucub sıgaya maksur olduğu için de) fiil-i rasul mucib (icab eden-vacib kılan) olmaz.
ثُمَّ اخْتَلَفُوا فیِ کَوْنِهاَ حَقِيقَةً اِذاَ اُرِيدَ بِهاَ النَّدْبُ اَوِ اْلاِباَحَةُ / وَاَماَّ اِذاَ اُرِيدَ الْوُجُوبُ فَنُسِخَ حَتَّی بَقِیَ الْجَواَزُ عِنْدَ الشَّافِعِیِّ فَلاَ مَجاَزَ اَيْضاً / وَمُطْلَقُهُ لاَيَقْتَضِی التَّکْراَرَ وَلاَيَحْتَمِلُهُ مُطْلَقاً / بَلْ يَقَعُ عَلَی اَقَلِّ الْجِنْسِ وَيَحْتَمِلُ کُلَّهُ / لِتَضَمُّنِهِ مَصْدَراً لاَيِحْتَمِلُ مَحْضَ الْعَدَدِ / وَکَذاَ کُلُّ اسْمِ فاَعِلٍ دَلَّ عَلَيْهِ /
Bundan sonra (usul alimleri), emir sigasının kendisiyle nedib ve ibaha murat edilince hakikat olup-olmamasında muhalefet ettiler./ Amma emir sigası ile vucub murat edilir ve bu vucub nesholunursa, İmam-ı Şafiî’ye göre cavaz baki kalır, ve (bu cevaz hakikat olmadığı gibi) mecaz da değildir./ Mutlak emir tekrarı iktiza etmez ve mutlak olarak tekrara ihtimali de yoktur./ Bel ki ekall-i cinsine vaki olur ve küllüne ihtimali vardır./ Çünkü bu mutlak emir mahz-ı adede ihtimali olmayan masdar manasını tazammun eder./Masdara delalet eden ism-i fail de aynıdır (o da tekrarı iktiza etmez ve tekrara ihtimali yoktur.)
وَهُوَ اِماَّ مُطْلَقٌ عَنِ الْوَقْتِ کَالْاَمْرِ بِالزَّکوَةِ وَنَحْوِهِ / وَالصَّحِيحُ اَنَّهُ لاَيوُجِبُ الْفَوْرَ بِلاَخِلاَفٍ بَيْنَهُماَ / وَالْخِلاَفُ فیِ الْحَجِّ اِبْتِداَئِیٌّ / اِماَّ لِهَذاَ الْوِفاَقِ / اَوْ لِعَدَمِ اْلاِطْلاَقِ / وَاِمَّا مُقَيَّدٌ بِهِ / وَهُوَ اِماَّ ظَرْفٌ لِلْمُؤَدَّی وَشَرْطٌ لِلْاَداَءِ وَسَبَبٌ ظاَهِرٌ لِنَفْسِ الْوُجُوبِ / کَوَقْتِ الصَّلَوةِ /
Bu emir ya vakitten mutlak olur, zekat ve benzerleriyle emri gibi. Sahih olan, mutlak emrin fevri icab etmemesidir ve bu hususta imameyn arasında hılaf yoktur./ Ancak imameyn arasında hac hususunda vaki olan hilaf, ibtidaîdir. / Bunun sebebi de ya (mutlak emrin fevri icab etmediği hususunda yapılan) ittifaktır / ya da emr-i haccın mutlak olmamasıdır./ Ve ya bu emir vakitle mukayyet olur. / Bu vakit ya müedda için zarf, edası için şart ve nefs-i vücübu için sebeb-i zahir olur./ Namazın vakti gibi.
وَلِمُناَفاَةِ الظَّرْفِيَّةِ لِلسَّبَبِيَّةِ قُلْناَ اَلسَّبَبُ جُزْءٌ هُوَ اْلاَوَّلُ / وَلِانْتِفاَئِهاَ فِی الْقَضَاءِ قُلْناَ هُوَ الْکُلُّ / ثُمَّ اِنْ وَلِيَهُ الشُّرُوعُ تَقَرَّرَتْ فِيهِ / وَاِلاَّ تَنْتَقِلُ بِالتَّرْتِيبِ اِلیَ جُزْءٍ يَسَعُ ماَبَعْدَهُ التَّحْرِيمَةَ / خِلاَفاً لِزُفَرَ / فَيُعْتَبَرُ حُدُوثُ اْلاَهْلِيَّةِ فِيهِ وَ زَوَالهُاَ اَيْضاً / خِلاَفاً لَهُ فِی اْلاَوَّلِ وَ لِلشَّافِعِیِّ فِی الثَّانىِ / وَيَتَوَقَّفُ تَقَرُّرُهاَ فِی الْجُزْءِ عَلیَ اتِّصَالِهِ وَتَقَرُّرُهاَ فِی الْکُُلِّ عَلَی انْتِفَائِهِ /
Zarfiyyet sebebiyete münafi (zıt) olduğu için diyoruz ki namazın sebebi cüzdür ve evvelki cüzdür./ Ve bu münafat (zıtlık) kaza hakkında ortadan kalktığı için diyoruz ki (kazanın sebebi vaktin) tamamıdır./ Bundan sonra eğer o evvelki cüz’ü şuru takib ederse sebebiyet o cüzde kararlaşır./ Eğer takib etmezse, bu sebebiyyet, ma-ba’di tahrimeyi içine alacak son cüz’e kadar (buraya İmam-ı Züfer muhalefet etmiştir.) sırayla (bit-tertib) intikal eder./ Bu son cüzde hudus-i ehliyet ve zeval-i ehliyet muteberdir./ Ancak İmam-ı Züfer hudus-i ehliyetin muteber oluşuna; İmam-ı Şafiî de zeval-i ehliyetin muteber oluşuna muhalefet etmişlerdir./ Sebebiyetin vaktin cüz’ünde kararlaşması, o cüz’e şurû’un bitişmesine; vaktin tamamında kararlaşması da , şurû’un müntefi olasına (ortadan kalkmasına-olmamasına) bağlıdır.
وَيُعْتَبَرُ فىِ کَمَالِ الْوَاجِبِ وَنُقْصَانِهِ مَا تَقَرَّرَ فِيهِ السَّبَبِيَّةُ / وَيَتْبَعُهُمَا التَّأْدِيَةُ فَلاَ يُقْضَی الْعَصْرُ فىِ النَّاقِصِ/ فَيَفْسُدُ الْفَجْرُ بِالطُّلُوعِ لاَعَصْرٌ بُدِئَ بِهِ فىِ الْاِحْمِرَارِ بِالْغُرُوبِ / اَلشَّافِعِیُّ لَمْ يُفْسِدِ الْاَوَّلَ بِالْقِيَاسِ عَلَى الثَّانىِ وَحَدِيثِ اَبىِ هُرَيْرَةَ / قُلْناَ اَْلاَوَّلُ قِياَسٌ مَعَ الْفاَرِقِ / وَالثَّانىِ قَبْلَ النَّهْیِ /
Vacibin kemal ve noksanlığında, sebebiyetin kendisinde kararlaştığı cüz itibar olunur./ Eda da vacibin kemal ve noksanlığına tabi olur. (Böyle olunca kamilen vacip olan nakısan eda olunamaz) / Bu sebeple nakıs vakitte ikindi namazı kaza olunamaz./ Sabah namazı, tulû’ sebebiyle fasid olur./ Ancak ihmirar vaktinde başlanılmış ikindi namazı, gurub sebebiyle fasid olmaz./ İmam-ı Şâfiî hazretleri birincisini (sabah namazını) ikincisine (ihmirar vaktinde başlanılmış ikindi namazına) kıyas ederek ve Ebû Hüreyre (r.a.)’ın hadis-i şerifini delil getirerek fesadıyla hükmetmemiştir./ Biz de cevaben deriz ki; Birincisi kıyas mea’l-fârıktır,/ ikincisi (hadis-i şerif) nehiyden evvel vârid olmuştur./
وَاَمَّا وُجُوبُ الْاَدَاءِ فَسَبَبُهُ الْخِطَابُ الْمُتَوَجِّهُ عِنْدَ مَايَسَعُ الْفَرْضَ اَوِ الشُّرُوعَ / وَحُکْمُهُ اشْتِرَاطُ التَّعْيِينِ فىِ النِّيَّةِ وَاِنْ ضَاقَ وَعَدَمُ التَّعْيِينِ اِلاَّ بِاْلاَدَاءِ / وَاِمَّا مِعْياَرٌ لَهُ وَشَرْطٌ لِاَدَائِهِ وَسَبَبٌ لِوُجُوبِهِ / کَاَياَّمِ رَمَضَانَ عِنْدَ الْاَکْثَرِ / وَالشَّهْرِ عِنْدَ الْبَعْضِ لِظَاهِرِ الْآيَةِ وَالْحَدِيثِ /
Vucub-i Eda’ya gelince bunun sebebi ise, farzı veya şurû’u içinde alan son cüzde teveccüh eden hıtab-i ilahidir. Bu kısmın hükmü, vakit daralsa bile niyette tayinin şart olması ve niyetin ancak eda ile birlikte olmasıdır. /Veya bu vakit müedda için mi’yar, edası için şart, ve nefs-i vucubu için sebeb olur./ Ekser indinde Ramazan Ayının günleri gibi,/ veya ayet-i kerimenin ve hadis-i şerifin zahirine istinad eden diğer bazılarına göre Ramazan-ı Şerif ayı gibi
وَلِذَا جَازَتِ النِّيَّةُ فىِ اللَّيْلَةِ اْلاُولىَ / وَقَضَی مَنْ جُنَّ فِيهَا وَامْتَدَّتْ اِلىَ الْعِيدِ / وَاِنْ لَمْ يَجُزْ لَيْلاً / کَآخِرِ وَقْتِ الصَّلَوةِ / وَاْلاَوَّلُ هَهُنَا مُتَعَيِّنٌ بِخِلاَفِ الظَّرْفِ / وَحُکْمُهُ نَفْیُ صِحَّةِ الْغَيْرِ / وَعَدَمُ اشْتِرَاطِهِ / فَيُؤَدَّی بِمُطْلَقِ الْاِسْمِ / وَالْخَطاَءِ فىِ الْوَصْفِ / اِلاَّ فىِ مُسَافِرٍ يَنْوِی وَاجِباً آخَرَ / وَفىِ النَّفْلِ رِوَايَتاَنِ / بِخِلاَفِ الْمَرِيضِ فىِ الصَّحِيحِ
Bu sebeple (Ramazan Ayı mutlak olarak sebeb olduğu için) birinci geceden niyet etmek caizdir. / Ve birinci gece cinnet geçirip, bu hali bayrama kadar uzayan kimse tamamını kaza eder./ Her ne kadar gece oruç tutmak caiz olmasa da (hüküm böyledir)./ Bu, namaz vaktinin ahiri gibidir (orda da namaz mümkün değildir ancak gene de sebeb olmaktadır)./ Bu kısımda zarftakinin hilafına, vaktin birinci cüz’ü taayyün etmiştir./ Bu kısmın hükmü, gayrın sıhhatinin nefyidir. (Yani başka oruç tutulamaz, sahih olmaz)/ Ve tayinin şart olmamasıdır./ Bu sebeble mutlak isimle (sadece oruca niyetle) eda olunur./ Yine vasıfta hata ile (mesela nafileye niyet gibi) eda olunur./ Ancak başka bir vacibe niyet eden müsafir müstesna. (Niyet ettiği vacibi tutmuş olur.) / Müsafirin nafileye niyet etmesinde ise iki rivayet vardır./ Başka bir vacibe niyet eden hasta ise, sahih görüşe göre, (başka vacibe niyet eden) müsafirin hilafınadır. (Yani hasta, başka vacibe niyet ederse Ramazan orucundan sayılır).
وَاِمَّا ظَرْفٌ لَهُ وَشَرْطٌ لِاَدَائِهِ بِمَعْنىَ فَوْتِهِ بِفَوْتِهِ وَسَبَبٌ لِوُجُوبِ اَدَائِهِ / کَمُعَيَّنٍ نُذِرَ فِيهِ الصَّلَوةُ اَوِ الصَّدَقَةُ / وَاَمَّا نَفْسُهُ فَبِالنَّذْرِ / وَحُکْمُهُ جَوَازُ التَّقْدِيمِ عَلَيْهِ / وَاِمَّا مِعْياَرٌ وَشَرْطٌ لِلْاَدَاءِ وَسَبَبٌ لَهُ / کَمُعَيَّنٍ نُذِرَ فِيهِ الصَّوْمُ اَوِ الْاِعْتِکاَفُ / وَيَلْحَقُ بِهِ سَنَةٌ نُذِرَ فِيهَا الْحَجُّ / وَحُکْمُهُ نَفْیُ النَّفْلِ لاَ وَاجِبٍ آخَرَ / فَيُؤَدَّی بِالْمُطْلَقِ وَالْخَطَاءِ وَنِيَّةٍ قَبْلَ الزَّوَالِ /
Veya vakit müedda için zarf edası için fevtihi bi fevtihi manasına şart ve vucub-i edası için şarttır./ Kendisinde namaz ve sadaka nezrolunan muayyen vakit gibi./ Nefs-i vucub ise nezir ile sabit olur./ Bu kısmın hükmü edanın vakit üzerine takdiminin (yani vakitten önce eda etmenin) cevazıdır./ Veya bu vakit müedda için mi’yar, edası için fevtihi bi fevtihi manasına şart ve vücüb-i edası için sebeb olur./ Kendisinde oruç ve itikaf nezrolunan muayyen vakit gibi./ Kendisinde hac nezrolunan sene, bu kısma mülhaktır./ Bu kısmın hükmü başka bir vacibe niyetin değil de nafilenin nefyidir./ Bu sebeple mutlak isimle, (vasıftaki) hata ile ve zevalden önceki niyet ile eda olunur.
وَاِمَّا مِعْياَرٌ فَقَطْ کَوَقْتِ صَوْمِ الْکَفَّارَةِ وَصَوْمِ النَّذْرِ الْمُطْلَقِ وَ الْقَضَاءِ / وَحُکْمُهُ وُجُوبُ تَبْيِيتِ النِّيَّةِ وَتَعْيِينِهَا وَعَدَمُ الْفَوَاتِ وَاَنْ لاَيَتَضَيَّقَ هُوَالصَّحِيحُ / وَ اِمَّا مُشْكِلٌ يُشْبِهُ الْمِعْياَرَ وَ الظَّرْفَ / كَوَقْتِ الْحَجِّ / وَ حُكْمُهُ الصِّحَّةُ فىِ الْعُمْرِ وَ الْاِثْمُ بِالتَّفْوِيتِ / اَبوُ يُوسُفَ رَحِمَهُ اللهُ تَعَالىَ رَجَّحَ الْمِعْياَرِيَّةَ فَأَثَّمَ بِالتَّأْخِيرِ / وَاِنْ قَالَ بِالْاَدَاءِ بَعْدَهُ / وَ مُحَمَّدٌ رَحِمَهُ اللهُ تَعَالىَ الظَّرْفِيَّةَ / فَجَوَّزَهُ اِنْ لَمْ يُفَوِّتْ / وَقِيلَ اِنْ لَمْ يَمُتْ بَعْدَ الظَّنِّ بِهِ / وَلِذَا صَحَّ تَطَوُّعُ مَنْ عَلَيْهِ الْفَرْضُ
Veya bu vakit sadece mi’yar olur. Kefaret, nezr-i mutlak ve kaza oruçlarının vakti gibi./ Bu kısmın hükmü geceden niyetin ve tayinin vacib olması ve (ömrün sonuna kadar) fevt olmaması (geçmemesi) ve (vaktinin) daralmamasıdır. Sahih olan budur./ Veya bu vakit, müşkil olup, zarf ve mi'yara benzer./ Hac vakti gibi./ Bu kısmın hükmü: Ömürde sıhhattir ve geçirilmesi sebebiyle (mükellefin) günahkâr olmasıdır./ İmam-ı Yusuf hazretleri Mi'yariyyetini tercih edip, te’hir etmekle günahkâr olur buyurdu./ Her ne kadar haccın vacip olduğu ilk seneden sonra yapıldığında, eda olması ile hükmetse de. /İmam-ı Muhammed hazretleri ise zarfiyyetini tercih edip,/ geçirmediği müddetçe te'hirine cevaz vermiştir./ Yine "Öleceğini zannettikten sonra ölmemek şartıyla" denilmiştir./ (Hac bil-ittifak ömrî olduğu için) üzerinde farz (hac borcu) olan kimsenin nafile (haccı) sahih olur.
وَالْمَأْمُورُ بِهِ نَوْعَانِ / اَدَاءٌ وَهُوَ تَسْلِيمُ عَيْنِ الْواَجِبِ بِالْاَمْرِ / وَ قَضَاءٌ وَهُوَ تَسْلِيمُ مِثْلِهِ مِنْ عِنْدِهِ / وَ يُسْتَعْمَلُ كُلٌّ مِنْهُمَا فىِ الْآخَرِ / وَيَجِبُ الْقَضَاءُ اِنْ عُقِلَ الْمِثْلُ بِمُوجِبِ الْاَدَاءِ / خِلاَفاً لِلْبَعْضِ قَالوُا لاَ مِثْلَ لِلْعِباَدَةِ اِلاَّ بِالنَّصِّ / قُلْناَ لَمَّا عُقِلَ ماَ فىِ الصَّوْمِ وَالصَّلَوةِ مِنَ الدَّالِّ عَلىَ بَقَاءِ الْوُجُوبِ قِيسَ بِهِماَ النَّظَائِرُ /
Me’murun bih iki nevi’dir. / Edâ: Emir ile vacip olanın aynını teslim etmektir. / Kazâ: Emir ile vacip olanın benzerini kendi indinden teslim etmektir./ Eda ve kazadan her bireri diğerinin yerinde mecazen kullanılır./ Kaza eğer bi misl-i makul ise edayı vacip kılan şeyle vacip olur./ Bazıları buna muhalefet ettiler ve dediler ki: İbadet için misil (kaza) ancak (yeni bir) nas ile sabit olur./ Biz de diyoruz ki oruç ve namazın kazası, vucubun bekasına delalet eden naslardan (dolayı) makul olunca, benzerleri bu ikisine kıyas olunmuştur.
اَلْاَدَاءُ اِمَّا مَحْضٌ کَامِلٌ کَالصَّلَوةِ بِالْجَمَاعَةِ وَرَدِّ عَيْنِ الْمَغْصُوبِ / اَوْ قَاصِرٌ کَالصَّلَوةِ مُنْفَرِداً وَرَدِّهِ مَشْغُولاً بِجِنَايَةٍ / وَاِمَّا شَبِيهٌ بِالْقَضَاءِ کَفِعْلِ اللاَّحِقِ بَعْدَ فَرَاغِ اْلاِمَامِ / حَتىَ لاَيَتَغَيَّرُ فَرْضُهُ بِنِيَّةِ اْلاِقَامَةِ / وَتَسْلِيمِ عَبْدٍ مَشْرِیٍّ بَعْدَ اِمْهَارٍ / حَتىَّ تُجْبَرُ عَلَی الْقَبُولِ / وَيُعْتِقُهُ هُوَ لاَهِىَ /
Eda ya Eday-ı Mahz-ı kâmil olur. cemaat ile namaz ve gasp olunmuş (malın) aynını vermek gibi / ya Eday-ı Mahz-ı Kâsır olur. Münferiden namaz kılmak ve gasp olunan şeyi bir cinayet ile meşgul (noksan-zarar görmüş) olduğu halde (sahibine) vermek gibi./ Ya da Eda Şebihün bil kaza olur. İmamın fâriğ olduktan sonra lahikın fiili gibi. Hatta (kazaya benzediği için müsafir olan) lahıkın farzı ikamete niyet ile değişmez./ Bir de mehir olarak vaad edildikten sonra satın alınan kölenin teslimi gibi./ Hatta zevce bunu kabule mecbur kılınır./ O köleyi de zevce değil zevc azad edebilir.
وَالْقَضَاءُ اِمَّا مَحْضٌ بِمَعْقُولٍ کَامِلٍ کَالصَّوْمِ بِالصَّوْمِ وَضِمَانِ الْمَغْصُوبِ بِالْمِثْلِ / اَوْ قَاصِرٍ کَضِمَانِهِ بِالْقِيمَةِ / وَهَذَا خَلَفٌ عَنِ اْلاَوَّلِ / اَوْ غَيْرِ مَعْقُولٍ کَالْفِدْيَةِ لِلصَّوْمِ وَالْمَالِ لِلْقِصَاصِ / وَاْلاَمْرُ بِهَا فىِ الصَّلَوةِ لِلْاِحْتِيَاطِ / کَاِيجَابِ التَّصَدُّقِ بِالْعَيْنِ اَوِ الْقِيمَةِ بَعْدَ اَيَّامِ التَّضْحِيَةِ / وَلاَسَبِيلَ اِلَيْهِ اِلاَّ النَّصَّ اَوْ دَلاَلَتَهُ /
Kaza, ya Kaza bi-misl-i mâkul kamil olur. Orucu, oruçla kaza gibi yine gasp olunan malı misli ile ödemek gibi./ Veya Kaza bi-misl-i makul kasır olur. Gasp olunan malı kıymeti ile ödemek gibi./ Bu kısım kaza evvelkiden (kamilden) haleftir. /Veya Kaza bi-misl-i gayr-ı makul olur. Şeyh-i fânî'nin tutamadğı oruçların yerine fidye vermesi gibi. Yine kısas için mal vermek gibi./ Şeyh-i fânînin namazı hakkında fidye ile emir ise ihtiyat içindir. / Aynı (kaybolup sonra bulunan kurbanın) aynını (kendisini) veya (helak olup kesilemeyen kurbanın) kıymetini, kurban günlerinden sonra tasadduk etmenin vacib oluşu gibi. (Bu da ihtiyatla ameldir) / Kaza bi-misl-i gayr-i makul ancak nas ile veya delalet-i nas ile sabit olur.