Gönderen Konu: 67 Liler buraya ugrasin  (Okunma sayısı 37128 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
67 Liler buraya ugrasin
« : 02 Ocak 2008, 00:50:58 »


DEVREK BASTONU’NUN  TARİHÇESİ &

ÖZELLİKLERİ VE YAPILIŞ TEKNİKLERİ

 


TARİHÇE: Devrek bastonu hakkında, en eski yazılı belge  olarak 1833 Kastamonu Salnamesi bulunmuştur. Bu tarihi belgede Devrek’ten Kastamonu’n bir kazası olarak bahsedilir. Devrek’in sosyal ve siyasi yapısından sonra ekonomisini açıklarken, ormanlık olan Devrek ve çevresinde elişi  yapımı sigaralık,sandık ve benzeri ürünlerin yanında kızılcık dalından yapılma ‘’baston’’dan övgü ile bahsetmiş, ve uzun bir geçmişe sahip olduğunu belirmiştir.

Ahşap sanatında kendini geliştirmiş olan Devrek’li zanaatkar ve ustalar sarayın marangozhanesinde görev almaktaydılar. Bunlardan Ali Ziya Efendide Osmanlı İmparatorluğunun Mısır seferinde, Mısır’ın  İngilizler tarafından işgali ile esir düşenler arasında idi. İngiliz asilzade ve subaylarının elindeki bastonları gören ve onların bastonlarında ki sap işlemeciliğine öykünen Ali Ziya Efendi esaret sonrasında Devrek’e gelerek baston çalışmalarında yaşadığı tecrübeden faydalanmıştır.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra ülkenin düştüğü ekonomik darboğaz Devrek Bastonuna da yansımıştır. Ustalar geçimlerini sağlamak amacıyla baston imalatının yanında ek bir uğraş edinmek zorunda kalmışlardı. Zamanla bu ek uğraşlar daha öne çıkmış ve bastonculuk unutulmaya başlamıştır. Öyle ki  baston imalatı ek iş veya ‘’hobi’’ olmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak ta baston ustaları ‘’çırak’’yetiştirememeye başlamışlardır. Böylece el sanatları için gerekli olan çırak kavramı ile ustaların becerilerini gelecek nesillere aktarma geleneği bozulmuş oldu. 1970’li yıllarda asıl işleri erkek berberliği, marangozluk, esnaf ve memur olup ta  emekli olan kişiler baston imalatı yapmak zorunda kalmışlardır. Zorunda kalmışlardır diyoruz, çünkü, baston imalatı geçimlerini sağlayabilecek geliri elde edememekteydiler. Ancak 1980 sonrasında  Çelebi Usta Devrek Bastonu imalatına  başlaması ile Devrek Bastonu geçmişten beri yapılan kısır motifleri aşmış,kendine yeni ufuklar belirlemiştir.

Bunun yanında başlatılan   Baston ve Güreş festivali ile önce bölgesel basın daha sonra ulusal basının ilgisi ile dikkatler Devrek Bastonuna çekilmiştir. Böylece Devrek Bastonu eski meşhur günlerine tekrar ulaşmış oldu.

ÖZELLİKLERİ:

 

Bastonluk ağaç kızılcık ağacının dalıdır. Ancak Karabük ilinin Yenice ilçesi ile Bolu ilinin Mengen ilçesi arasındaki 70 km.lik bir orman sınırında yetişen kızılcık ağacı Devrek Bastonu yapımına uygundur. Kasım şubat arası kesilen dallar  en az bir yıl bekletilir. Sırayla düzeltilir ve tornada çekilir.Bu dal da en az üç ay bekletilir. Üç ayın sonunda sap ve (manda boynuzundan yapılma) pabuc takılarak işlenmeye başlanır. İşlemede kullanılan malzemeler törpü, eğe, sistire ve zımpara ile hayal gücüdür.Renk vermede ise kezzap, zift ve toz boya kullanılır. 

İmalat, el işi olduğu için sınırlı sayıda ve her biri  diğerinden farklıdır. Üretilen ürün ne kadar uğraş verilse de diğerinden mutlaka farklılık içerir. Bu gerekçe ile Devrek bastonunun  her biri tek ve ne kadar istense de ikinci bir benzeri yapılamayacak ürünlerdir.

Devrek bastonunu dünyada ünlü eden bastonun üzerinde uygulanan işçilikten kaynaklanır. Dünyanın ve ülkemizin başka bölgelerinde yapılan diğer bastonlar da işçilik uygulaması ancak sapındadır. Biz ise bastonun gövdesini ince bir işçilikle işleyip ona kullanılabilme şansı veriliriz. Devrek bastonunun özelliği gövdesinde işleme kullanılabilmesidir. Bu işleme kesinlikle el işi olması ve dalımızın kızılcık ağacının dalı olmasıdır. Kızılcık ağacı kullanıldığı takdirde zaten torna ile baston yapma şansının olmaması, Devrek bastonunun temel yapı taşının kızılcık dalından yapılmış olmasıdır.

Pabuç kısmında manda boynuzu kullanılmasının sebebi;Ağacın aşınmasının ve kaymayı azaltmaktır. Ayrıca manda boynuzunun steril ve hijyenik bir organ olması ve sokaktaki mikrobu eve taşımaması da bu malzemeyi kullanmakta etkili olmuştur.

      YAPILIŞI:

Sap ve pabucu takılan bastonluk dal yapılmak istenen motife göre törpü ile şekillendirilir. Eğer klasik Devrek Bastonu olan yılanlı baston yapılacaksa; balık sırtı törpü ile yılan yuvası açılır. Akabinde düz törpü ile bastonun alt ve üst kısmında bulunan düz törpü ile düz kesim törpülenir. Bu işlemle sap ve pabucun bastona eşitliği sağlanır.

Törpüleme işleminden  sonra eğe ile motifin ayrıntılarına girilir.

Aynı zamanda törpünün diş izleri temizlenir. Üreticinin yaratmak istediği modelin belirtmekte son adımıdır. Bundan sonraki işlemler sistire ve zımpara ile bastonun temizlenmesidir. Kullanılan zımpara 80 derece ile başlar ve ustasına ve motifine bağlı olarak 600 veya 1000 derece zımparaya kadar ulaşır.

            Zımparadan sonra renk verme işlemine geçilir. Klasik yılanlı bastonda renk vermede boya kullanmayız. Renk verici olarak “KEZZAP” kullanılır. Kezzap kullanmanın tek amacı renk vermek değildir. İkinci bir amacıda bastonda ağaç kurdu oluşmasını engellemektir. Kezzap ile işlenen baston 400 ve 600 derece zımpara ile zımparalanır ve boyahaneye verniklenmeye geçirilir. Verniklenme aşamasında her vernik tabakasından sonra 600 dereceye karşılık gelen bulaşık bezi veya teli ile tellenir. Ta ki son kat  verniklemede mümkün olduğu kadar pürüzsüz bir zemin elde edilinceye kadar.

            İkinci ana model olan sıvama bastonlar ise düz törpü ile törpülenir eğe sistire zımpara aşamasından sonra ziftin eritilmesi ile elde edilen boya bir bez yardımı ile bastona sıvazlama yöntemi ile sürülür. Motifin  ortaya çıkmasında havanın sıcaklığından kişinin en ufak hareketine kadar her şey etkilidir bu yüzden aynı desenden iki adet bulunması olanaksızdır.

            Üçüncü ana modelde ise toz boya kullanılmaktadır.Toz boya ispirto ile eritilir ve bastona sürülür. Daha sonra diş hekimlerinin kullandığı asma motorla resim veya motif yapılır. Daha sonra vernik yapılmaya gönderilir.

            Bütün bastonlar bu üç teknik ile yapılır. En önemli özelliği ağacın özelliğinden dolayı ne kadar ince olursa olsun kullanılmaya müsaittir.Özellikle de bastonlardan ince olanı makbuldür. Bir diğer özellik ise tamamen el imalatı olduğundan dolayı bütün bastonlar birbirinden farklıdır. Kısaca söylersek Devrek bastonu sahibine özel yapılmış bir üründür denebilir. 

            Verniklenme aşamasından sonra baston kullanıma hazırdır. Ancak burada insanın hangi boyda baston kullanacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Bunun için belirlenen kıstas; baston kullanıcının ayakları ile pareler durumda iken omuzun normal halinde duruşuna göre dirseklerin 15/20 derece bükük olmasını sağlayan uzunluk o kullanıcı için mükemmel boy oranıdır



  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı Ulema

  • okur
  • *
  • İleti: 51
  • Düşün içine düşmektir asıl düşüş
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #2 : 02 Ocak 2008, 01:06:26 »
Caycuma'nin Tarihcesi

Oldukça yeni bir yerleşim yeri olan Çaycuma'nın tarihiyle ilgili bilgiler, Osmanlı Devleti döneminde hazırlanan Kastamonu ve Bolu Salnamelerindeki bilgilerle ve sözlü anlatımlarla sınırlıdır. Yerleşim yeri olarak çok uzun bir tarihsel geçmişe sahip olmamakla birlikte bugünkü Çaycuma'nın sınırları içinde kalan topraklar tarih öncesi dönemden bu yana çeşitli ulus toplulukların yerleşimine sahne olmuştur. Tarihsel süreç içinde savaşlar, göçler ve diğer nedenlerle bölgeye yerleşen toplulukların izleri günümüze kadar gelmiştir.

Tarih öncesi dönemde Çaycuma’nın da içinde bulunduğu bölgenin adı Paflagonya idi. Paflagonya Bölgesinin batı sınırını Filyos Çayı oluşturuyordu. Karadeniz kıyısındaki Tios (Filyos) bir Miletos kolonisiydi. Paflagonya bölgesine yerleştiği bilinen en eski topluluklar Frigya boylarıdır. İ.Ö.1200'lü yıllarda başlayan ve "Ege Göç Kavimleri Hareketi" adı verilen göçlerle birlikte Bitin, Mariondin,Migdon diye anılan Frig toplulukları Zonguldak ve civarına yöneldi. Ancak bu topluluklar birkaç yüzyıl boyunca siyasal bir örgüt yapısı oluşturamadılar. Kral Gordios ve Midas'ın öncülüğünde siyasal yapılanma içine girdilerse de yöredeki Frig egemenliği Kimmerler tarafından ortadan kaldırıldı. İ.Ö. VII.yy başlarında Kafkasya'dan Anadolu'ya giren Kimmer boyları Frigya'ya ardı arkası kesilmeyen seferler düzenledi. Bu seferlerin sonucunda Frig Kralı III.Midas Kimmer savaşçılarına yenik düştü ve İ.Ö. 676'da Frig Krallığı ortadan kalktı.

Kimmerler,Paflagonya'daki varlıklarını İ.Ö. 630'lara değin sürdürdüler ancak Lidyalılar ve Asurlular'la yaptıkları savaşlar sonucunda zayıf düştüler ve en sonunda Med Devleti karşısında tutunamayarak Anadolu'yu terk ettiler.

Kimmerler2den sonra İ.Ö. VI.yy başlarında Lidya Devleti bölgede egemenlik sağladı. Yine aynı yıllarda,Batı Anadolu kıyılarında yaşayan kimi Megaralılar ve Boitoiyalılar bölgeye geldiler. Karadeniz'in kuzeyinden getirdikleri malların boşaltılabileceği "emperion"lar (küçük ticari iskeleler) kurmaya yöneldiler. Tios (Filatairos/Filyos) bunklar arasında önemli bir koloniydi. Ancak perslerin, Lidyalıları İ.Ö. 546'da yenilgiye uğratmasıyla bölgedeki Lidya egemenliği de son buldu.

Persler, Anadolu'ya egemendiler ama Tiios (Filyos) gibi koloni kentlerin yönetimine "tiran" adı verilen kendi yandaşlarının getirilmesini sağladılar. İ.Ö.334'de Anadolu'ya geçen Makedonya kralı İskender, Pers ordusunu Gronikos Çayı yakınlarında yenilgiye uğratınca Perslerin Batı ve Kuzeybatı Anadol'daki üstünlüğü sona erdi. İskender bölgeyi Makedonyalı subayların yönetimine bıraktı.

Romalılar döneminde, Romalı soylulardan ve ünlü yöneticilerden Balbinus, İmparator Maksimunus (İ.Ö.235-238) zamanında çeşitli vilayetlerde sivil yönetime geçişe yönelik düzenlemeler yaptı ve bölge Doğu Roma İmparatorluğu içinde kaldı.

VII.yy başalarında, Bizans İmparatoru herakleios döneminde ülke "thema" (vilayet) denilen yönetsel birimlere ayrıldı. Bölge de bunlardan "Opsikion Theması" içinde yer aldı.

Paflagonya kıyıları 1204'den sonra Komnenos soyundan gelen David tarafından ele geçirildi.

1071 Malazgirt savaşı'ndan sonra türk boyları kitleler halinde Anadolu'ya akmaya başladı. Malazgirt zaferinden hemen sonra Alp Arslan (1072) öldürülünce yerine oğlu Melikşah geçti ancak Türkler arasındaki iktidar kavgası bir türlü bitmek bilmiyordu. Alp Arslan'a karşı ayaklanmış olan Kutalmışoğlu Süleymanşah ve kardeşi Mansur Anadolu'ya girdiler ve kısa sürede Konya'dan İznik2e kadar olan bölgeyi ele geçirdikten sonra 1075'te Anadolu Selçuklu Devletini kurdular. Ancak Bizans egemenliğindeki Zonguldak ve yöresine yönelik Türk saldırıları geçicii akın olmaktan öteye gidemiyordu.

1084 yılında I.Aleksios'un bölgedeki valilerini askerleriyle birlikte İstanbul'a ttoplantıya çağırmasını fırsat bilen Süleymanşah'ın komutanlarından Emir karatekin, Ulus, Bartın, Devrek topraklarını ele geçirdiikten sonra kıyıya yönelerek Zonguldak yöresini bütünüyle ele geçirdi. Büyük Selçuklular ile Anadolu Selçukluları arasındaki çekişme yeniden başlamıştı. Çekişme sonucu Anadolu Selçukluları büyük bir sarsıntı geçirdiler. Emir Karatekin'de Bizanslılar karşısında direnemeyince bölge yeniden Bizanslıların eline geçti.

Anadolu Selçukluların çöküş döneminde Candaroğulları Beyliği bağımsızlığını ilan etti (1335). Sinop'tan Safranbolu'ya kadar uzanan bölgede egemen olan Candaroğulları beyliklerini hem Bizans'a, hemde Osmanlılar'a ve öbür beyliklere karşı korumaya çalıştılar. Candaroğulları en çok Osmanlı Devleti tedirgin ediyordu. Candaroğlu Süleyman Paşa'nın bir kaç kez Orhan gazi ile savaştığı biliniyor.

Amasra'ya kadar uzanan kıyı bölgesinin ve iç kesimlerin Osmanlı topraklarına katılması; Cenevizlilerin, Bizanslıların ve Candaroğullarının egemenliğinin kesin olarak sona ermesi Fatih Sultan Mehmet döneminde oldu. Fatih Sultan Mehmet aynı zamanda Candaroğulları beyliğinide ortadan kaldırdı.

Alinti: http://www.caycuma.org/tarihce.htm
En güzel söz Kur'an'dir, Hadis'dir. Bizim konuşmamiz buna kapı açmaktan başka birşey değildir.

Çevrimdışı Ulema

  • okur
  • *
  • İleti: 51
  • Düşün içine düşmektir asıl düşüş
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #3 : 02 Ocak 2008, 01:09:44 »
Caycuma'yi tanimak icin, Caycuma'da neler olmus neleer bitmis ögrenmek, haberdar olmak icin..........::::TIKLAYIN::::.....

http://www.caycuma.org/
En güzel söz Kur'an'dir, Hadis'dir. Bizim konuşmamiz buna kapı açmaktan başka birşey değildir.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #4 : 02 Ocak 2008, 01:29:24 »
Devrek’in kısa tarihçesi:


          14 yy.da  İstanbul, Bolu, Gerede, Tosya, Amasya, Tokat, Sivas kervan yolunun Gerede’ den ayrılan kolu Safranbolu üzerinden Kastamonu ve Sinop’ a varıyordu. Bu kervan yolunun deniz bağlantısı ise Safranbolu- Bartın- Amasra, Devrek- Filyos güzergahından devam ediyordu. Bölge aynı zamanda Anadolu- Kefe (Kırım) deniz ticaret yolu güzergahının liman merkezi olması nedeniyle de çok önemli bir konumdaydı.(5)


Tacirler mallarını; Devrek kervan yolunun Karadeniz’ le olan yol güzergahında olması nedeniyle uzak doğudan veya Arap Ülkelerinden Avrupa’ya, Rusya’ya veya buralardan geldikleri yerlere taşımışlardır. Osmanlı resmi kayıtlarında özellikle Kırım taraflarından getirilen esirlerin-kölelerin köle-esir tacirleri tarafından  Amasra,Bartın iskelelerine getirilip buralarda ve Anadolu vb. yerlerde satışa çıkarıldığı ve 1800’lü yıllara kadar devam ettiği yazılıdır. Bu köle ticaretinden bölgeyi elinde tutan tüm güçler büyük gelir elde ettikleri gibi Osmanlı hükümdarlığı da  köle başına aldığı vergilerle hazinesine büyük gelir kaydetmiştir (6). Fatih Sultan Mehmet 1460-61’ de Amasra’ nın fethine giderken bu yol güzergahını kullanmıştır vb. Görüldüğü gibi bölge denizyolu güzergahında olması nedeniyle çok önemli ve stratejik bir konuma sahiptir.
Bölgedeki bir çok Hıristiyan- Ermeni tebaa’dan bazıları sonradan Müslüman olmuşlardır. Örnek vermek gerekirse yukarıda “ Keşişoğulları’ndan” diye adı geçenlerin kan bağlarından “ Keşişoğlu Malgun” Müslüman olduktan sonra adını “ İhsaniyeoğlu Ahmet Seri” olarak değiştirmiştir. (11)

1887 yılında,Bartın’a bağlı olan Çaycuma ile yine o zamana kadar Ereğli’ye bağlı olan Devrek ( O zamanki Devrek şimdiki Devrek’ ten biraz daha yukarıda bir yerleşim yeri. Eski kayıtların bir çoğunda” Nefs-i Yılanca” olarak geçiyor. “Nesf” Osmanlıca’da “ merkezi yerleşim yeri” olarak belirtildiğine göre muhtemelen 1500’lü yıllarda asıl yerleşim yeri burasıydı. Şu andaki Devrek’te ise ekseriyetle Hıristiyan ahali ile ticaret erbabı  Müslüman ağalar- beyler ve Askeri erkan ikamet ediyordu.) birleşti  ve Sultan Hamit’ in adına jest olarak ”Hamidiye” kazası oldu (12) ve Ereğli’den ayrılıp doğrudan Bolu’ya bağlandı. Yine aynı tarihli belgenin devamında  o tarihlerde Devrek’te baston yapımcılığının bir meslek olduğu ve bu bastonların Devrek dışına satıldığı belirtilmektedir.
Devrek’ in Saray  ile olan ilişkileri:


Eldeki bilgi ve belgelere göre Devrek ağa ve beylerinin saray ile olan ilk yakınlaşmaları, 1794-1798 yılları arasında Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa ile başlamış. İzzet Mehmet Paşa; 1794-98 yılları arasında 4 yıl Sadrazamlık, İran’ da elçilik, Mısır ve Anadolu Beylerbeyliğinde bulunmuştur. Sonradan Napolyon’ un Mısır’ı işgali sırasında” gerekli önlemleri almadığı” gerekçesiyle 3. Selim tarafından azledilerek Sakız adasına sürülen Paşa’ nın; Devrek, Safranbolu ve Zonguldak’ ta üzerine kayıtlı bir çok mülk ve arazisi olduğu vakıf kayıtlarında yer almaktadır.  (13)   

Sultan Hamid’ in Yıldız sarayındaki baş aşçısı Devrek’ in Yeşilöz/Manzut köyünden Tahsin usta dır. Saraydaki bir diğer Devrekli de; Abdülhamid’ in kızlarının mürebbiyesi olan, Devrek Belediye Başkanı Hacı Ahmet Ağanın kızı Hacı Nazife Hanımdır. Nazife hanımın eşi de sarayda görev almıştır. (14)
Osmanlı’dan günümüze “Tarikatlar” ve bölge üzerindeki etkileri:


Tarikat olgusunun İslam’ ın kendisiyle çelişip çelişmediği elbette tarikat mensuplarının ve öteki Müslümanların sorunudur. Bu nedenle konuya daha farklı açıdan bakmamız gerekiyor.


Osmanlı, sınıflı bir toplumsal formasyondu. Üstelik sınıfsal köken konusunda; belki çağdışı imparatorlukların çoğundan daha hassastı. Osmanlı aynı zamanda dini mensubiyeti ifade eden “Milletler” den oluşuyordu. İsevi ve Musevi milletleri bir tarafa, Müslüman ahali için dini mensubiyeti tamamlayan bir unsur da Tarikat mensubiyetiydi. Tarikatlar bağlıları açısından sadece dini bilgilerin edinildiği değil; bir ahlakın ,bir kültürün, bir ruh disiplininde verildiği kurumlardı. Bir tarikata bir Şeyhe bağlanmak, toplum içinde yüksek ahlak, bilgi ve ruh olgunluğu ile itibar kazanmanın neredeyse yegane yoluydu. (19)


Tarikatlar çeşitli nedenlerle yüzyıllar boyunca değişim geçirdiler, dallara, kollara ayrıldılar,bazıları unutuldular ama bir gelenek ve kurumsallaşma yaratmış olanlar günümüze gelmeyi ve varlığını sürdürmeyi de başardılar. Toplumsal bir gerçekliğe denk düştükleri sürece Cumhuriyetin ki dahil, herhangi bir yasaklamanın Tarikatları yok edeceğini düşünmek ne bilimsel ne siyasi açıdan gerçekçi değildir.


Tarikat yasağının en sıkı uygulandığı ülkenin Suudi Arabistan olduğunu da bilmekte fayda vardır. Yasaklansın veya faaliyetlerini serbestçe sürdürsünler, dinin kendisi gibi dini oluşumlar da, kendilerini ortaya çıkaran maddi gerçekliğin dönüşümünden az veya çok etkilenerek zaman içinde bir evrim geçirirler.


1450-1460 yıllarında Safranbolu’ ya  aşiretler halinde göç edip-ettirilip, yerleşen- yerleştirilen Arap ve Türkmen- Yörük Müslümanlar çoğunluk olarak Alevi– Bektaşi tarikatı mensubuydular. “ Halveti Tarikatı “  Sünni İslam tarikatlarının bir kolu olan Nakşibendi tarikatının bir kolu olmasının yanı sıra kendi içinde tasavvufi anlamda Bektaşi geleneklerini de taşır. Ayrışmalar genellikle; yönetici sınıf ve halk kitlesi- köylülük şekliyle oluşmuştur. (20) aynı zamanda, değişim tarihsel gelişmelerin seyrine göre oluşmaktadır. 22 yaşında veremden ölen Devrekli şair Rüştü Onur‘ un dedeleri halveti tarikatı şeyhi idiler. 1920 yılında doğan ve 16 yaşındayken şiirleri Zonguldak gazetelerinde yayınlanan hikaye yazan ve 19 yaşında yazdığı piyesi Devrek’ te sahneleyen ölümünden sonra arkasında birbirinden değerli 75 şiir bırakan, “Elveda” adlı şiiri bestelenen, Rüştü Onur; aslında dedesi Abdullah Sabri Efendiyle çelişkiye düşmesine rağmen ailesinin halveti tarikatının ileri gelenlerinden olması ve esin kaynağını da halvetiliğin tasavvufi –şiirsel bir konuşma-anlatım özelliğinden almış- etkilenmiş olmasıdır. Halveti tarikatı şeyhlerinden Safranbolu’ da türbesi olanlar;  Ali Baba Tekkesi ( Çavuş Mahallesi’ nde), Hacı Emin Efendi Türbesi ( Mescit Camii yanında), Şeyh Mustafa Efendi Türbesi (Safranbolu- Kastamonu yolu arasındaki “ Araç” yolunun sağındadır). (21)


Devrek’ te bugünkü “ Tekke” camisinin bulunduğu yerde yapım tarihi 1841 olan “ Halveti “ tarikatına ait olan bir tekke ve zaviye vardı.  Halveti tarikatını Devrek’te ilk  temsil eden  Halveti Şeyhi Yusuf Ziya Efendi dir.  Yusuf Ziya Efendinin   torunu; Medrese Müderrisi  ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Devrek müftüsü olan Şeyh Hacı Abdullah Sabri Efendi bu tekkede ahaliyle beraber toplantılar yapardı.  Sonradan milletvekili olarak I. Meclise girdi. Bu şeyhlerin mezarları tekke camii civarındadır. Abdullah Sabri (Aytaç) efendi mecliste Mustafa Kemal’in söz aldığı bir oturumda karşı yönde bir konuşma yaparak burada Mustafa Kemal ile çelişmiş ,meclis içindeki 71 kişilik muhalefet hareketi içinde yer almış sonradan uyum sağlamıştır. (22)   Bunların yanı sıra  Safranbolu kökenli (Sofioğulları’ ndan) olan Devrek Hakimi Ömer Sofi Efendi, Halveti tarikatının Devrek’te önde gelen isimlerinden birisiydi. (23)


Burada Osmanlı padişahlarına özgü bir geleneği hatırlatmakta fayda var; Osmanlı hanedanlığında bulunan erkeklerin bir mesleği olması bir gelenek haline gelmişti. Bu meslek onların bir geçim kapısı değildi ama meslek sahibi olan bir padişah aynı zamanda o mesleğin piri sayılıyordu. Ahilik teşkilatlarının Osmanlı hanedanlığında çok önemli bir özelliği vardı. Yani meslek piri olan padişah bu şekilde aynı zamanda toplumun önemli bir kesimini kontrol altında tutuyordu. Eldeki tarihi bilgilere göre;


Sultan Abdülaziz kalaycıydı ve kalaycıların piri sayılıyordu. Bunun dışında dokumacı, demirci, sayacı vb. mesleklerden olan padişahlar da vardı. Fatih’in oğlu II. Sultan Beyazıt marangozdu ve Halveti tarikatı mensubuydu. İşin diğer tarafı da her meslek aynı zamanda bir tarikata bağlıydı.  Tarikat, aşiret ve sanat erbabının saray üzerindeki etkisi çok önemliydi. Sistem bu olunca Sultan Hamid de marangoz olduğuna göre muhtemelen marangozların piri sayılırdı. Sultan Hamid çok politik ve şüpheci bir kişiliğe sahipti o nedenle herhangi bir konuda düşündüklerini net olarak konuşmaz gelişmelerin seyrine göre müdahale eder ve konuşurdu. Bu nedenle kaynaklar sultan Hamid’ in mensubu olduğu tarikat ile ilgili bilgi vermemiştir.( “ Şazel-i tarikatından” olduğu bazı kaynaklarda geçmesine rağmen bu konuda kesin bir belgeye ulaşamamaktadır) 


Marangozluk özellikle Halveti tarikatının bir meslek dalı olduğuna göre yine  muhtemelen Sultan Hamid de Halveti tarikatındandı. Çünkü Osmanlı hanedanlığında ilki  Yavuz Sultan Selim olmak üzere 14 padişahın Halveti tarikatı mensubu oldukları (24)  ve diğer  bir çok padişahın ve sadrazamların  değişik tarikat üyesi veya tarikat şeyhi oldukları Osmanlı ekonomik, toplumsal, siyasal gerçeklerinden birisidir.  Zonguldak ile ilgili tarihi belgeler; “ Zonguldak’taki kömür satışından elde edilen gelirden İstanbul’daki; “Dersaadet  Merkez efendi dergahına ... kuruş ödenmesine... ”(25) diye belirtir. Burada adı geçen  Merkez Efendi Dergahının halveti tarikatına ait olduğunu ve para yardımı yapıldığını da  konunun önemi açısından hatırlatmakta fayda vardır.
 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Amade

  • Ziyaretçi
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #5 : 02 Ocak 2008, 02:58:45 »
abiler bizde devrekliyiz ama kücük cocuken ayrildik vatanimizdan hatirlattiginiz icin Allah razi olsun  &)

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #6 : 05 Ocak 2008, 01:07:30 »
abiler bizde devrekliyiz ama kücük cocuken ayrildik vatanimizdan hatirlattiginiz icin Allah razi olsun  &)

ok
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Amade

  • Ziyaretçi
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #7 : 05 Ocak 2008, 01:09:53 »
sadakatimizda baska yokmu 67 ler halooooo?

Çevrimdışı Evfacan

  • Moderatör
  • araştırmacı
  • *****
  • İleti: 441
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #8 : 05 Ocak 2008, 19:03:02 »
Vaten - Millet - Devrek....  :)
Yiğit yaralı olur - Yine dağ gibi durur

Çevrimdışı Ulema

  • okur
  • *
  • İleti: 51
  • Düşün içine düşmektir asıl düşüş
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #9 : 06 Ocak 2008, 17:26:48 »
Zonguldak (67) li olanlar bir el kaldirsin bakalim....

Ben baslayayim insaAllah:

*Ben Zonguldakliyim ve elimi kaldiriyorum a35))
En güzel söz Kur'an'dir, Hadis'dir. Bizim konuşmamiz buna kapı açmaktan başka birşey değildir.

Çevrimdışı Uludag

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 928
  • man daqqa, duqqa.
    • www
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #10 : 16 Ocak 2008, 11:20:03 »
Devrekliyim, Çaycumanın eniştesiyim...  s4))
« Son Düzenleme: 22 Şubat 2008, 21:37:23 Gönderen: Turgut67 »
Ya rabbi, şu acizi ümmeti Muhammede hizmet etmeğe muktedir kıl.

Çevrimdışı Uludag

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 928
  • man daqqa, duqqa.
    • www
...........................67.................................
« Yanıtla #11 : 22 Şubat 2008, 21:39:08 »
Neredesiniz sadık hemşehriler...
Ya rabbi, şu acizi ümmeti Muhammede hizmet etmeğe muktedir kıl.

Çevrimdışı Miftahulkuluub

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 1959
    • http://www.sadakat.net
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #12 : 22 Şubat 2008, 21:43:12 »
Sanki biraz özele kaçıyoruz gibi.
İncemeseleler    Sadakat.Net    İns SadakatForum  Sevadı Azam


" Derviş isen kardeş takvaya çalış.."

ABI HAYAT

  • Ziyaretçi
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #13 : 22 Şubat 2008, 23:14:12 »
Sanki biraz özele kaçıyoruz gibi.



Estagfürullah,

Çevrimdışı Uludag

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 928
  • man daqqa, duqqa.
    • www
Ynt: 67 Liler buraya ugrasin
« Yanıtla #14 : 05 Mart 2008, 20:21:45 »
Alıntı
Marangozluk özellikle Halveti tarikatının bir meslek dalı olduğuna göre yine  muhtemelen Sultan Hamid de Halveti tarikatındandı.

Sultanin müceddidiyyeye mensub oldugunu biliyordum. Üstazi Salahuddin Bin Mevlana Siracuddin K.S idi.  &))
Ya rabbi, şu acizi ümmeti Muhammede hizmet etmeğe muktedir kıl.