Gönderen Konu: Yaprak Konuşuyor  (Okunma sayısı 3658 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı turab

  • yazar
  • ****
  • İleti: 608
  • Kefâ bil-mevt vaizan
Yaprak Konuşuyor
« : 17 Mayıs 2008, 08:58:51 »

Yaprak Konuşuyor
 


Dünya üzerindeki bütün bitkileri bir an için yapraksız farz edelim. Yeryüzünün çorak ve ürkütücü görüntüsü bir yana, biyolojik ve ekolojik açıdan başımıza gelebilecekleri düşünürsek, her halde ortaya hayat için elverişsiz bir manzara çıkardı. Birçok yerde görmemiz sebebiyle pek de önemsemediğimiz yaprak, harika yapısıyla Allah'ın varlığını gözler önüne seriyor. Ne var ki, onun Yaratıcı’sına ait (mânâ-yı harfî) mesajlarını anlayabilmek için, öncelikle kendine bakan özelliklerini (mânâ-yı ismî) öğrenmek gerekir. Bu noktadan yaprağın kendini bize tanıtması, tefekküre bir ön basamak teşkil eder. "Yaprak konuşur mu?" demeyin. Zira her varlık hal diliyle bizlerle konuşmaktadır. Yaprağın hal diliyle konuşmasını dinlemek üzere kendisine ilk sorumuzu soralım:

Kendini bize tanıtır mısın?
Bu soru üzerine yaprak, dalı üzerinde salınarak konuşmaya başladı:
"Bitkinin bir parçası olarak ben; alg ve mantar gibi bitkilerin dışında, bütün bitki sürgünlerinin yan tarafında, atmosferden gaz alışverişinde bulunacak kâbiliyette yaratılmışım. Ayrıca Rabb'im beni değişik desen ve yüzey şekillerine ve büyüklüklerine sahip kılmış ve fotosentez yapmaya uygun yaratmıştır.

Üzerimde bulunan mikroskobik delikler, ısı ve su transferini sağlamak ve fotosentez için gerekli olan CO2'i atmosferden temin etmekle görevlidir. Gözenek olarak adlandırılan bu delikler, gerektiğinde açılıp kapanabilecek bir yapıdadır. Fotosentez neticesinde bana ürettirilen oksijen ve su buharı, gözenekler açıldığında yine fotosentez için gereken karbondioksitle değiş-tokuş edilir. Böylece diğer canlılar için gerekli üretim fazlalıkları dışarı atılırken, ihtiyaç duyduğum maddeler de değerlendirilmek üzere içeri alınır. Çünkü ben de her canlı gibi; doğan, beslenen, büyüyen ve zamanı gelince de ölen bir varlığım.

Peki doğumunu anlatır mısın?
"Doğumuma kadar olan hâdiseler, birçok sırla doludur. Doğabilmem için, ana rahmindeki bir çocuk gibi beslenmem gerekir. Rabb'im bunu güneş enerjisini, CO2'i, topraktaki besin maddelerini ve suyu benim için görevlendirerek sağlamaktadır. Evet, ilkbaharda tomurcuktan dışarı çıkabilmem için, güneşin ılık okşayıcı ışınlarına ve suya ihtiyacım vardır. Bu, size 'gelişme faktörleri' diye anlatılmaktadır. Doğuma kadar hazırlanmamda ve vaktim gelince de ortaya çıkmamda, 'sürgün taslağı' denen yapı vazifelidir. Bu yapı benim anam olduğu gibi, yan dal sürgünlerimin de anasıdır. Hatta Rahman ve Müdebbir isimlerinin farklı bir tecellisi olarak, topraktan yeteri kadar besin ve su alamam diye, vücudunuzda, beslenememe tehlikesine karşı yağ ve glikojen depolanması gibi, Sonsuz Kudret Sahibi tarafından gövdeme, bir yıl öncesinden besin maddelerinin depo edilmesi programlanmıştır. Bu sebeple ilkbaharda, yaşlı bitki gövdelerinde büyük bir madde dolaşımı ve enerji devr-i daimi gözlenir."

Biz insanlar bunu nasıl fark ederiz?
“Bir kayın ağacı, ilkbaharda tomurcuk patlamamış iken kesilmiş olsun. Bir süre sonra ağacın tepe tacındaki yaprak tomurcuklarının açıldığı ve tamamen yapraklarla donatıldığı görülür. Bu, gövdedeki yedek besin maddelerinden kaynaklanmaktadır."

Yaprak heyecanını yenmiş, yeni bir soruya fırsat bırakmadan konuşmaya devam etti:
"Öncelikle bulunduğum dal, tomurcuktan çıkıp açılmama, taşınmama, yüzeyimin ışığa yönelmesine vesile olan bir organdır. Bu organın içinde birçok boru demeti bulunur; topraktan alınan besi suyu ile içindeki mineraller bunlarla bize taşınır.

Yüzeyimi dikkatle incelerseniz, vücudunuzdaki damar sistemine benzer, birçok nakil hattının bulunduğunu göreceksiniz. Bunların vazifesi, tutunduğum dal ile, bize getirilen organik ve inorganik besin maddelerince zengin suyu her tarafıma taşımaktır. Taşıma işi, damarların içindeki bu boru demetleriyle yapılır.

Biz yapraklar tomurcuklardan dışarı çıktığımızda; şeklimizin, rengimizin, kenar biçimlerimizin, damarlarımızın dağılışının ve yüzey genişliklerimizin farklı olduğunu görürsünüz. Boyunuz, kilonuz, simanız ve karakterinizdeki farklılıklar gibi, biz de çeşitlilik göstermekteyiz.

İğne yapraklı, pul yapraklı ve geniş yüzeyli olmak üzere üç ana gruba ayrılırız. Çok ilginçtir, aynı cins sürgün taslağından doğmamıza rağmen, çift yumurta ikizlerinde olduğu gibi, geometrik olarak farklılıklar gösterebiliriz."

Yaprak bunları anlatırken gözüme geniş yüzeyli yaprakların dantela gibi çeşitlilik ve güzellik arz eden kenarları takıldı. Oya gibi çeşit çeşit kenarlıklar işlenmişti. Bazıları düz kenarlıydı, bazıları da değişik girinti ve oyuntularla süslenmişti. Bazıları tüysü ve yumuşaktı, bazılarının ise kenarları dikenlerle çevrilmişti. Bunun bir hikmeti olup olmadığını düşünmeye başladım. İnsanların görüp de yorumlayamadığı bazı ekolojik hikmetlerden kaynaklanabileceğini düşündüm. Bu kadar çeşitliliğin ve zenginliğin Allah'ın (cc) uygulamaya koyduğu bir kanun ile olabileceği neticesine vardım. Benim dalıp gittiğimi gören yaprak biraz sesini yükselterek:
"Evet arkadaşım; çeşitli şekillerde yaratılmamız çok mühimdir. Zira kendimize has hususiyetlerle tanıtılabilmemiz için bu çeşitlilik bize verilmiştir. Meselâ; siz iğne yapraklı ağaçları görünce, hepsine ‘çam’ deyip geçersiniz. Hepsi iğne yapraklılar grubuna girmesine rağmen, çam, ladin, göknar ve sedir birbirinden çok farklıdır. Yüce Yaratıcı, canlıları elverişsiz hayat şartlarında nesillerini sürdürebilecek şekilde yaratmıştır. Çeşitlilikteki sırlardan birisi de burada gizlidir: Gelişmiş bir çoban püskülünün alt dallarındaki yapraklar sert ve dikenli iken, üst dallarındaki yapraklar düz, dikensiz ve daha yumuşaktır. Bu sayede, çoban püskülü, otlak hayvanlarına karşı korunma çitine sahip olur. Bir başka misâl: Gölge yaprakları ve ışık yaprakları olarak bilinen, hem iç yapı, hem de dış yapı bakımından birbirinden farklı yapraklar bizim dünyamızda sık görülür. Her ikisi de aynı bitki üzerinde bulunabileceği gibi, özellikle otsu bitkilerde bazen bütün yapraklar gölge yaprağı, bazen de ışık yaprağı özelliğini bir arada taşıyabilir. Gölge yaprakları az ışıkta bile fotosentez yapabilmektedir. Böylelikle ışık azalmasına paralel doğacak muhtemel fotosentez azalması, fotosentez organlarında yapılan yapı değişiklikleriyle önlenmiş bulunmaktadır. Meselâ, azotu yaşadığı çevreden alamayan bazı bitkiler, yapraklarıyla yakaladıkları böcekleri hayvanlarda olduğu gibi sindirerek fotosentez dışı bir beslenme sağlar.  
Drosera (böcek yiyen), taş ve metal parçalarına ilgi göstermediği halde, bir et kırıntısını Sevk-i İlâhî'yle hemen sezebilir.
 
Drosera (böcek yiyen), taş ve metal parçalarına ilgi göstermediği halde, bir et kırıntısını Sevk-i İlâhî'yle hemen sezebilir. Asma gibi bazı türler iki tip yaprağa sahiptir. Bunların bazıları şeker sentezlemek üzere fotosentez yapabilecek kabiliyette geniş yüzeyli yaratılırken, bazıları da üzüm salkımlarını taşımak üzere tırmanıcı ve sarılıcı özellikte (sürgün bıyığı) yaratılmıştır. Böylece, dik duramayan bu tip zayıf gövdeli bitkiler, tırmanıcı özellikteki sürgün bıyığı ile bir sırığa veya desteğe sarılarak yükselir ve bu sayede bunların fotosentez yapacak geniş yaprakları da ışığı rahatça alabilecek bir yüksekliğe taşınmış olur. Asmanın gövdesi için tutunacak yer arayan bu sürgün bıyıkları, her yöne (360 derece) dönebilir. Altı-yedi dakika içinde tutunacak bir nesne bulur ve 20 saniye geçmeden ona sarılmaya başlar."

Yaprak, yeterince bilgilendiğimi hissetmişçesine, daha bir parlak hale gelmişti. Konuşmasının ne mânâya geldiğini de farklı bir üslûpla şöyle ifade etti: "Binlerce farklı bitki türünün dallarında sergilenen sınırsız sanat eseri olan bizlerin çeşit çeşit olması, gayet muntazam, ölçülü, süslü olarak yaratılması, birbirinin benzeri elementlerin birbirine benzer veya az farklı genetik programlar kullanılarak bizde hayat bulmaları, dallardaki onbinlerce tomurcuktan birbirinden ayrılabilen özelliklerle donatılmış, yaprakların dallar üzerinde belli bir ölçü ile dizilişi, boğucu bir gazı kullanarak diğer canlılara rızık olacak gıda maddelerini üretmeleri, öyle bir hakikattir ki, güneşten daha parlak bir şekilde Sahibini gösterir. Yaprakların arkasından gelen çiçekler ve meyvelerin her biri Allah'ın (cc) varlığına ve birliğine işaret eden ve O’nu ispat eden şahitlerdir."

Yaprak yorulmuştu. Bu yorgunluğun ifadesi olan üzerindeki ter damlacığı da, Allah’a şükrünü ifade eden gözyaşı gibiydi.

Alptuğ İMAMOĞLU
« Son Düzenleme: 20 Şubat 2010, 00:59:46 Gönderen: Bessi »
Allahım!Ahirete mani olan dünyadan,ölümün iyiliğine engel olan hayattan ve amelin hayrına mani olan emelden sana sığınırım