Gönderen Konu: Yaygın Dini Yanlışlar  (Okunma sayısı 2312 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Abdullah5

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 15
  • Sadakat Forum
Yaygın Dini Yanlışlar
« : 01 Eylül 2018, 16:44:06 »

YAYGIN DİNİ YANLIŞLAR


*melekler dişidir/ cinsiyetleri vardır.


Necm Sûresi:27:Şüphesiz o kimseler ki, âhirete iman etmemektedirler, elbette onlar (“Melekler Allâh’ın kızlarıdır!” diyerek) dişi adı takmak suretiyle melekleri (birtakım bâtıl adlarla) isimlendirmektedirler.
    Zuhruf Sûresi:19:O (şirk koşa)nlar o melekleri birtakım dişiler saydılar ki, aslında onlar Rahmân’ın kullarıdırlar. Yoksa yaratılışlarına mı şâhit oldular (da, Allâh’ın onları dişi olarak yarattığını görerek bu kanaate vardılar)? (Onların: “Biz babalarımızdan böyle işittik, onların yalan söylememiş olduklarına da şâhitlik ederiz!” diyerek melekler hakkında yaptıkları) bu şâhitlikleri (amel defterlerine) muhakkak yazılmaktadır ve onlar (kıyâmet günü bundan dolayı) mes’ul tutulacaklardır.

Sâffât Sûresi:149: (Habîbim!) Şimdi o (meleklerin Allâh’ın kızları olduğunu savuna)nlara sor ki; kızlar Rabbine aitmiş de, oğullar onlara mı mahsusmuş?
 150:Yoksa Biz melekleri, onlar şâhitlerken mi dişiler olarak yaratmışız?

*Şeytan meleklerdendir.


Kehf Sûresi:50:Hani Biz meleklere: “(Kendisini selamlamak ve Bana yapacağınız secdeye kıble olmak üzere) Âdem’e secde edin!” buyurmuştuk da, onlar hemen secde etmişlerdi, ancak İblîs müstesnâ! (Çünkü) o, cinlerden idi, bu sebeple Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi siz Beni bırakıp da, onu ve zürriyetini mi dostlar edinmektesiniz? Oysa onlar sizin için büyük düşmanlardır! O (kimi dost edineceğini bilmeyip, düşmanını dost edinen) zâlimler için bu (şekilde Allah’a itaat yerine şeytana itaati tercih) ne kötü bir değiştirme olmuştur.
[Emir meleklere ve melekler içinde bulunan iblise de şamil olmuştur. Kendisi melek olduğu için değil.]

                                                                                                               
*Tuvaleti yaptıktan hemen sonra abdest alınabilir.



İdrar sızıntısının kesildiğine kalp kanaat getirinceye kadar yapılması gereken istibra farzdır.
Zira idrarın çıkışı ile abdest bozulur. Bu yüzden kişi abdestsiz namaz kılmış olur. [Buraya bakılabilir M. Zihni Efendi, Nimet-i İslam, s. 43]
   [Kişi tuvaletini yaptıktan sonra -ki bu aslen erkekler içindir- tenasül uzvunda idrar kalır. Bu da yürüme, öksürme vb. şeyler ile giderilir. İstibralık vb. şeyler kullanılarak bu idrarın iç çamaşırına değip pisliğe ve kötü kokuya sebep olması engellenebilir. ]


*Namazda okunacak sureler, latinize haliyle  okunabilir.

       435- Namaz içinde meydana gelen bir okuyuş yanlışlığı ile namaz bozulur mu, bozulmaz mı hususu pek mühimdir. Buna dikkat gerekir. Kur'ân okurken bir hata yapılmasına veya okuyucunun sürçmesine Zelletü'l-Karî (Okuyucunun Sürçmesi) denir. Bu hususta başlıca esaslar şunlardır:
       436- Kur'ân-ı Kerîm'in bir kelimesi kasden değiştirilir de, bununla mana değişmiş olursa, namaz ittifakla bozulur. ( Zelletü'l-Kari'ye (Okuyucunun Yanılmasına) Ait Esaslar[Büyük İslam İlmihali-Ömer Nasuhi Bilmen])
Mesela; Latin harfleriyle -ilk harfi ancak “Z” olarak yazılan “zelle” kelimesi Arapçada şu farklı anlamlara gelebilir:
a. Türkçedeki yazılışta olduğu gibi “z” ile “zelle” kelimesi, bir yerden kaymak manasına gelir.
b. Arapçadaki noktalı “zı” ile “zalle” kelimesi, olmak, bir durumdan başka bir duruma geçmek anlamına gelir.
c. Zel harfiyle “zelle” kelimesi, zelil olmak, rezil-perişan olmak anlamına gelir. Türkçe’de “Zı-zel” harfleri yoktur. Aynı kökten olan “zıl” kelimesi gölge demektir.
Söz gelimi; Nahl suresinin 58. ayetinde geçen ve “yüzü siyahlaştı / siyaha döndü” manasına gelen “zalle vechuhu müsvedden” cümlesindeki “z” harfini kalın “zı” olarak okumazsanız, “yüzü kayar” veya “alçalır” manasında olur.
d. Arapçada ilk harfi noktalı “hı”, son harfi iki noktalı “kaf” olan “Halık  / Hellak” kelimesi, yaratan anlamındadır. Ancak Türkçedeki harflerle yazılması durumunda bu kelime “berber ve helak olan kimse” manasına da gelir.
e. Necm suresinin ikinci ayetinde geçen “ma delle sahibukum” cümlesi “arkadaşınız (Hz. Muhammed s.a.s) dalalete düşmedi / yolunu şaşırmadı” manasına gelir. Latin harfleriyle okunmasında ise “Arkadaşınız, size rehberlik edemedi” manasına gelebilir!.. Misalleri çoğaltmak mümkündür.
Kur’an’ı Arapça harflerinden okumak, mecburidir. Hiç olmazsa namazda okunan Fatiha ve kısa sureler güzelce ezberlenmelidir.
 
                                                                                                               
*şaka kastıyla yalan söylenebilir.


: 8462 - حدثنا يونس، ثنا ليث، عن محمَّد عن سعيد بن أبي سعيد عن أبي هريرة عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم - أنه قال: "إني لا أقول إلا حقاً" قال بعض أصحابه: فإنك تداعبنا يا رسول الله. فقال: "إني لا أقول إلا حقًا".
(Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz:”Yalnızca doğru olanı söylerim” buyurmuştur. Ashabından bazıları ona:”Ya RasulAllah. Sen bizle şakalaşıyorsun.” Demişlerdir. O da:”Ben sadece doğru olanı söylerim.” Buyurmuşlardır.) Müsned-i Ahmed


4990 - حَدَّثَنَا مُسَدَّدُ بْنُ مُسَرْهَدٍ، حَدَّثَنَا يَحْيَى، عَنْ بَهْزِ بْنِ حَكِيمٍ [ص:298]، قَالَ: حَدَّثَنِي أَبِي، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: سَمِعْتُ
رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: «وَيْلٌ لِلَّذِي يُحَدِّثُ فَيَكْذِبُ لِيُضْحِكَ بِهِ الْقَوْمَ، وَيْلٌ لَهُ وَيْلٌ لَهُ»
Behz İbnu Hakim anlatıyor:  "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler! Yazık ona, yazık ona!" [Ebu Davud, Edeb 88, (4990); Tirmizî, Zühd 10, (2316).]

*İnanç(itikat/akide/akaid) gibi hususlarda cehalet, şaka ve öfke mazeret sebebidir.


158 - (1067) حَدَّثَنَا شَيْبَانُ بْنُ فَرُّوخَ، حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ الْمُغِيرَةِ، حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ هِلَالٍ، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ الصَّامِتِ، عَنْ أَبِي ذَرٍّ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ بَعْدِي مِنْ أُمَّتِي - أَوْ سَيَكُونُ بَعْدِي مِنْ أُمَّتِي - قَوْمٌ يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ، لَا يُجَاوِزُ حَلَاقِيمَهُمْ، يَخْرُجُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَخْرُجُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ، ثُمَّ لَا يَعُودُونَ فِيهِ، هُمْ شَرُّ الْخَلْقِ وَالْخَلِيقَةِ»
Ebu Zerr’den rivayet edildiğine göre peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: ”Benden sonra ümmetimden bir topluluk gelir ki Kur’an okurlar, ancak boğazlarını geçmez. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar da sonra dine geri dönmezler. Onlar mahlukatın en şerlileridir.” (Müslim)
[Bu hadis kişinin başka bir dine girme veya dinden çıkma  niyeti olmasa da dinden çıkabileceğine delil olarak getirilmiştir. Bunu bilmesine veya dinden çıkmayı ikrar etmesine hacet yoktur.]

Tevbe:65: (Habibim!) Andolsun ki; gerçekten sen(in aleyhine niye konuştuklarını) onlara soracak olsan, elbette: “Biz ancak (lafa) dalmıştık, (eğlenip) oynuyorduk (, yoksa senin hakkında kötü bir niyetimiz yok)!” derler.(Habîbim! Sen) de ki: “Yoksa siz, Allâh ile, O’nun âyetleriyle ve Rasûlüyle mi alay etmekte bulunmuştunuz?”
          Rivayete göre; münafık bir topluluk Tebûk gazasında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in yanından geçerken: “Şu adamı görmüyor rmusunuz, Şam’ın köşklerini ve kalelerini fethetme peşin de, heyhat!” dediler. Allâh-u Te`âlâ bunu Habîbine bildirince kafileyi durdurup onları çağırttı ve: “Siz böyle böyle dediniz!” buyurdu. Onlar ise: “Hayır! Vallâhi biz ne seninle ne de ashâbınla alâkalı bir mevzuda değildik! Lâkin yolu kısaltalım diye birbirimizle şakalaşıyorduk!” dediklerinde bu âyet-i celîle nâzil oldu.
66: (Artık, boşuna) özür dile (mekle kendinizi meşgul et)meyin! Gerçekten de siz imanı (açıklama)nızın ardından kâfir(liğinizi meydana çıkarmış) oldunuz. İçinizden bir cemaati(n samimiyetle tevbe edeceğini bilerek, kendilerini) affedecek olsak bile, diğer bir tâifeye azap edeceğiz. Çünkü gerçekten onlar(münafıklıkta ısrarcı) mücrim kimseler olmuşlardır.
عن أبي هريِرة، قال: قال رسول الله - صلى الله عليه وسلم -: "إن الرجل ليتكلم بالكلمة لا يرى بها بأسَا، يهوي بها سبعين خِريفًا في النار".
   
Kişi bir söz söyler de bu sözünde  bir beis görmez.(Lakin) Bu sözü sebebiyle cehennemde 70 yıl yuvarlanır.
[70 yıl ile varılan yer cehennemin dibi olup yalnızca kafirlere hastır. Bu da kişinin kendi sözünde hiçbir sıkıntı görmese de, islama muhalefet gibi bir fikri olmasa da kafir olabileceğine delil olarak getirilmiştir ]
6635 - حدثنا حسن حدثنا ابن لَهِيعة حدثنا دَرَّاج عن عبد الرحمن بن جُبير عن عبد الله بن عمروِ: أنه سأل رسول الله -صلي الله عليه وسلم -: ماذا يباعدني من غضب الله عز وجل؟، قال: "لا تغْضَب".
Abdullah bin Amr’dan rivayet edildiğine göre kendisi Allah Rasulü’ne şöyle sormuştur: Ne, beni Allah’ın(azze ve celle) gazabından uzak tutar? O da şöyle buyurmuştur:”Öfkelenme!”( Müsned-i Ahmed)

*Mevlid olmazsa olmazdır, Kur’an yerine bile okunur.


                                                                                                               
Hususi manası:Süleyman Çelebi’nin (ö. 825/1422) asıl adı Vesîletü’n-necât olan meşhur eseri.( TDV İslâm Ansiklopedisi)
Umumi manası: İslâm edebiyatı ve sanatında Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim; bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı. ( TDV İslâm Ansiklopedisi)
[Bunu dinin bir parçası olarak görmek, olmazsa olmaz yapmak, Kur’an’dan daha ehemmiyetli bir mevkie getirmek elbette yanlıştır ve bid’attır.]

                                                                                                               
*Kur’an’da geçen cilbab 2 parça da olabilir.

                                                                                                               
Ahzab:59: Ey Nebî(yy-i zîşân)! Eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle ki; cilbâblarından (bir kısmına dolanıp, diğer) bir kısmını (da uzuvlarının şeklini belli etmeyecek vaziyette) üzerlerine sarkıtsınlar. İşte bu(suretle örtünmeleri), onların (câriyelerden ve İslâm’ın yasakladığı bazı aşağılık işleri yapan kadınlardan seçilip)tanınmalarına ve (kötü insanlar tarafından) eziyet olunmamalarına daha yakın (bir davranış)dır. Allâh dâima(çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çokça acıyan bir) Rahîm olmuştur. (Bu yüzden evvelce hicâb âyeti indiği halde, bu hususta dikkatli davranmayarak işlemiş olduğunuz günahlarınızı bağışlar ve bundan sonra emir tuttuğunuz için mükâfatınızı verir.)
Bu âyet-i kerîmede geçen “Celâbîb” kelimesinin müfredi olan “Cilbâb” kelimesine, sahâbe ve tâbi`în (Radıyallâhu anhüm) birkaç mana vermiştir:
           a) ibni Abbas (Radıyallâhu anhümâ)dan rivayet edildiğine göre; baştan aşağı örten dış elbisedir.
          b) İbni Cübeyr ve bazı ulemâya göre; “Milhafe” ve “Mıkne’a” dır. Bu da, yüzle birlikte bütün bedeni örten peçe ve çarşaf manasındadır. (Beyzâvî, Nesefî, Âlûsî) Diyânet eski reislerinden Ömer Nasûhî Bilmen, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Konyalı Mehmed Vehbî Efendi ve İzmirli İsmâil Hakkı (Rahime humullâh) gibi son devrin en büyük müfessirleri cilbâb kelimesine ilk olarak “Çarşaf”, daha sonra “Ferâce” manasını vermişlerdir. Dolayısıyla burada örf de nazar-ı itibara alınacak olursa, şehir kıyâfeti olarak, özellikle de Osmanlı kültürümüzde çarşaf öne çıkmaktadır. Nitekim Elmalılı merhûmun: “Bizler yetiştiğimiz zaman memleketlerimizde vâlidelerimizin tesettür tarzı çarşaftı. Bin üç yüz onda İstanbul’a geldiğim zaman, İstanbul hanımlarının bir peçe ilave edilmek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartı ile tesettür tarzları da bu idi!” şeklindeki beyanları bu örfü bize anlatmakta yeterlidir. Ancak Acem yurdunda ferâce ve çarşaf kullanıldığı gibi, Anadolu’da atkı-şalvar, Erzurum yöresinde ihram ve Karadeniz bölgesinde peştamal-dolaylık isti’mal edilmiştir. Şu kadar var ki; bu örflerin her birinin İslâm’da kabul görmesi birtakım şartlara bağlıdır:
          a) Tepeden tırnağa tüm bedeni örtmesi,
          b) Hiçbir uzvun şeklini belli etmeyecek derecede bol olması ki; bu iki şart dikkatle düşünülecek olursa, günümüzde gelenek olarak bilinçsizce giyilen atkı-şalvar ve peştamal-dolaylığın bu şartları hâiz olmadığı ortadadır. Hatta bazı yörelerin kullandıkları dize doğru çekilmiş çarşaflar bile bu şartlara uygun değildir. Dolayısıyla isim takıntısından ziyade, burada zikredilen şartların aranma mecburiyeti vardır. Ama şu demek değildir ki; “Örtün de nasıl örtünürsen örtün!”, zira burada “Örtünsünler!” buyrulmamış, bilakis “Cilbâblarını üzerlerine çeksinler!” buyrularak, cilbâb namında bir isim belirtilmiştir. Demek ki; Allâh-u Te`âlâ’nın kadınlara emri, bu şartları bulunduran çarşaflara bürünmeleridir.
          c) İçindeki şahsı süslü ve cazip göstermemesi,
          d) İç gösterecek şekilde şeffaf olmaması,
          e) Yüz avret değilse de, zamanımızdaki fitne göz önünde bulundurularak, çarşafın çene altından değil de, burun altından bağlanması,
          f) Allı-pullu ve gösterişli renk ve şekillere sahip olmayıp, erkeklerin nazarlarını bertaraf edecek bir özellikte olması ki; bu yüzden siyah renk kullanılmalıdır. Nitekim Ümmü Seleme (Radıyallâhu anhâ) vâlidemizin: “Üzerlerine çarşaflarını çeksinler!” âyet-i kerîmesi inince, Ensâr hanımları dışarı çıkarken başları üzerinde kargalar varmış gibi siyah kisvelere büründüler.” (Abdürrezzak, el-Musannef: 2/123; Ebû Dâvûd, Libâs: 32, No: 4101, 2/459; İbni Ebî Hâtim, No: 17784-785, 10/3154; İbni Kesîr: 6/471, Suyûtî, ed-Dürru’l-mensûr: 12/141; Âlûsî: 22/89) şeklindeki beyanı, bu hususta yeterli bir delildir. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğu takdirde; günümüz Müslüman kadınlarının giydikleri; abâye, manto, etek-bluz, pardösü gibi kıyâfetlerin İslâm’la uzaktan yakından alâkası olmadığı açıkça ortaya çıkar. Zira bu tür kıyâfetler ve üzerlerine atılan süslü püslü başörtüler, tepeden tırnağa tüm bedeni örtmemekte, örtse de şekil belli etmekte, şekil belli etmese de, giyeni cazip göstererek dikkatleri üzerine çekmektedir. Hâlbuki İslâm’ın istediği tesettür şekli, içindekinin genç mi yaşlı mı, güzel mi çirkin mi olduğunu belli etmeyecek bir örtünmedir.


*Namahrem ile tokalaşmada, öpmede beis yoktur.


4181 - أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ قَالَ: حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ قَالَ: حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ، عَنْ أُمَيْمَةَ بِنْتِ رُقَيْقَةَ أَنَّهَا قَالَتْ: أَتَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي نِسْوَةٍ مِنَ الْأَنْصَارِ نُبَايِعُهُ، فَقُلْنَا: يَا رَسُولَ اللَّهِ، نُبَايِعُكَ عَلَى أَنْ لَا نُشْرِكَ بِاللَّهِ شَيْئًا، وَلَا نَسْرِقَ، وَلَا نَزْنِيَ، وَلَا نَأْتِيَ بِبُهْتَانٍ نَفْتَرِيهِ بَيْنَ أَيْدِينَا وَأَرْجُلِنَا، وَلَا نَعْصِيكَ فِي مَعْرُوفٍ، قَالَ: «فِيمَا اسْتَطَعْتُنَّ، وَأَطَقْتُنَّ». قَالَتْ: قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَرْحَمُ بِنَا، هَلُمَّ نُبَايِعْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنِّي لَا أُصَافِحُ النِّسَاءَ، إِنَّمَا قَوْلِي لِمِائَةِ امْرَأَةٍ كَقَوْلِي لِامْرَأَةٍ وَاحِدَةٍ، أَوْ مِثْلُ قَوْلِي لِامْرَأَةٍ وَاحِدَةٍ»
Ümeyme bintu Rukayka (radıyAllahu anha) dedi ki: "Ensâr' dan bir grup kadınla biat etmek için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip kendisine: "Ya RasulAllah, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, çalmamak, zina etmemek, şimdi için de gelecekte de iftira atmamak, sana maruf emirlerinde isyan etmemek şartları üzerine biat ediyoruz" dedik. Hemen ilâve etti(s.a.v):"Gücünüzün yettiği ve takatınızın kâfi geldiği şeylerde". Biz:
"Allah ve Resûlü bize karşı bizden daha merhametlidir, haydi biat edelim seninle Allah’ın Rasulü" dedik.
(Süfyan merhum der ki: Kadınlar, biatı (erkekler gibi) musâfaha ederek yapmayı kastedmişlerdi.) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ben kadınlarla müsâfaha etmem, benim yüz kadına toptan söylediğim söz her kadın için ayrı ayrı söylenmiş yerine geçer" buyurdu. (Nesai,Malik, Tirmizi)
 عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا، قَالَتْ: " كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُبَايِعُ النِّسَاءَ بِالكَلاَمِ بِهَذِهِ الآيَةِ: {لاَ يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا} [الممتحنة: 12]، قَالَتْ: وَمَا مَسَّتْ يَدُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَدَ امْرَأَةٍ إِلَّا امْرَأَةً يَمْلِكُهَا "
1. (828)- Hz. Aişe (radıyAllahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınlarla biatı (elle  musafaha etmeden) sözle yapıyor ve şu âyette belirtilen şartları koşuyordu: "Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, hırsızlık yapmamaları, zinâ etmemeleri, evlâtlarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri, (emredilecek) herhangi bir iyilik hususunda sana âsi olmamaları.." (Mümtahine, 12). Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in eli, mâlik olmadığı hiçbir kadının eline asla değmedi." [Buhari, Tefsir, Mümtahine 2, Talâk 20, Ahkâm 49; Müslim, İmârât 88 (1866); Tirmizî, Tefsir, Mümtahine, (3303).]
*Çalgı aletlerini dinlemede sakınca yoktur.


5590 - وَقَالَ هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ: حَدَّثَنَا صَدَقَةُ بْنُ خَالِدٍ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ يَزِيدَ بْنِ جَابِرٍ، حَدَّثَنَا عَطِيَّةُ بْنُ قَيْسٍ الكِلاَبِيُّ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ غَنْمٍ الأَشْعَرِيُّ، قَالَ: حَدَّثَنِي أَبُو عَامِرٍ أَوْ أَبُو مَالِكٍ الْأَشْعَرِيُّ، وَاللَّهِ مَا كَذَبَنِي: سَمِعَ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: " لَيَكُونَنَّ مِنْ أُمَّتِي أَقْوَامٌ، يَسْتَحِلُّونَ الحِرَ وَالحَرِيرَ، وَالخَمْرَ وَالمَعَازِفَ
Ebu  Malik veya Ebu Amir el-Eş'arî (radıyAllahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ümmetimden bir kavim, ferci (zinayı), ipeği, içkiyi ve çalgıyı helal addedecektir. [Buhârî, Eşribe 6.]


*Ev veya araba için faizli kredi çekilebilir.

Bakara:278: Ey iman etmiş olan kimseler! Allâh’tan hakkıyla sakının ve fâizden kalmış olan (alacağınız) ı bırakın. Eğer (gerçekten) mümin kimseler olduysanız (böyle yapmanız gerekir. Çünkü imanın delili, inandığınız Allâh’ın emirlerini tutmaktır)!
279: Eğer (fâizi bırakma işini) yapmazsanız, Allâh ve Rasûlü (ciheti)nden (fâizcilere karşı açılmış olan)büyük bir harb (içine girdiğiniz)i iyice bilin! Şayet (tefecilikten) tevbe ederseniz, artık mallarınızın esasları(olan sermâyeniz) size aittir. (Böylece fazla isteyerek, borçlulara) zulmetmiş olmazsınız, (anaparanızı eksik alarak) zulme de uğratılmazsınız.
[Yasak umumidir. İslam kesin olarak bu işle iştigal etmeyi ve buna alet olmayı yasaklamıştır. Kişi aşırı fakirse zaten kendisine kredi verilmez. Araba ise zaruret değildir. Evde de kirada oturabilir. Bu yüzden bu bir mecburiyet değildir ve buna tenezzül edinilmemelidir. Ancak bunun caiz olan yolları da var.]
 

*Çocuğa küçükken dini öğretmeye gerek yoktur, büyüyünce kendi isterse öğrenir.

61 - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ قَالَ: حَدَّثَنَا وَكِيعٌ قَالَ: حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ نَجِيحٍ، وَكَانَ ثِقَةً، عَنْ أَبِي عِمْرَانَ الْجَوْنِيِّ، عَنْ جُنْدُبِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ: كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَحْنُ فِتْيَانٌ حَزَاوِرَةٌ، «فَتَعَلَّمْنَا الْإِيمَانَ قَبْلَ أَنْ نَتَعَلَّمَ الْقُرْآنَ، ثُمَّ تَعَلَّمْنَا الْقُرْآنَ فَازْدَدْنَا بِهِ إِيمَانًا»

Cündüb İbnu Abdillah (radıyAllahu anh) anlatıyor: "Biz erginlik çağına yaklaşmış bir grup genç, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile  beraberdik. Kur'an'ı öğrenmezden önce imanı öğrendik. Sonra da Kur'an'ı öğrendik. Kur'an sayesinde imanımız daha da arttı." (İbn-i Mace)
[Bu hadis, İslâmî talim ve terbiye nizamında takip edilecek vetire(süreç) ve safhaları öz olarak göstermektedir. Önce imanın öğretilmesi, sonra Kur'an ve diğer şeylerin öğretilmesi. Daha önce de belirtildiği üzere, Resulullah, çocuklara konuşmaya başlar başlamaz iman esaslarına giren Kur'anî ayetler ezberletiyor. Çocuk bu safhada henüz temyiz  yaşında bile değildir. Temyiz yaşında namaz emrediliyor. Kur'an'ın okuma ve yazılma şeklindeki talim ise, daha sonra, küttab denen mekteplerde ele alınan bir hadisedir.İslam uleması, aslî terbiyeye giren müfredatta önceliğin dinî talime verilmesi gereğinde ittifak eder. Onlara göre hesap, edebiyat, meslek öğretimi gibi diğer müfredat daha sonra ele alınmalı, dinî talim halledilmeden bunlara geçilmemelidir. Sonradan verilecek Kur'an bilgisi ve diğer faydalı bilgiler, önceden öğretilmiş olan imanî bilgileri takviye edecek şekilde olmalıdır. Bu bir  planlama ve tanzim işidir.]
Tahrim:6:Ey iman etmiş olan kimseler! (Emirleri tutup, yasaklardan kaçarak) kendi nefislerinizi ve ailelerinizi farklı bir ateşten koruyun ki; (diğer ateşler odunla tutuştuğu gibi,) onun yakacağı(da), o (inkârcı) insanlarla (, çabuk yanan ve çokça yakan) o (kibrit) taşlar(ı)dır. Onun üzerinde iri yapılı, sert tabiatlı birtakım melekler vardır ki onlar, kendilerine emretmiş olduğu şeyler hususunda Allâh’a isyan etmezler ve emrolundukları şeyi yaparlar.



*iyiliği söylemek, kötülükten sakındırmak sadece hocaların işidir ve sadece onlar mes’uldürler./ Yaptıklarımdan mes’ul olmam, yanlışlar varsa o hocanın boynuna.

                                                                                                               

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ العَاصِ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: «إِنَّ اللَّهَ لاَ يَقْبِضُ العِلْمَ انْتِزَاعًا يَنْتَزِعُهُ مِنَ العِبَادِ، وَلَكِنْ يَقْبِضُ العِلْمَ بِقَبْضِ العُلَمَاءِ، حَتَّى إِذَا لَمْ يُبْقِ عَالِمًا اتَّخَذَ النَّاسُ رُءُوسًا جُهَّالًا، فَسُئِلُوا فَأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ، فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا»
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah ilmi [verdikten sonra], kulların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi,  alimlerin ruhunu kabzetmek suretiyle alır öyle ki, tek bir âlim bırakmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara mes’eleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını saptırırlar." [Buhârî, İlm 34, İ'tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573); Tirmizî, İlm 5, (2654).]
 
Tevbe:71:İnanan erkeklerle, inanan kadınlar, onların da bir kısmı diğer bir kısmın dostlarıdırlar! Onlar (Allâh’a ve Rasûlûne inanıp itaat etmek gibi, aklen ve şer`an iyi bilinen) ma`rûfu emretmektedirler, (şirk ve isyan gibi, hem akıl, hem de din yönünden kabul görmeyen) münkerden nehyetmektedirler, o (farz) namaz(lar) ı dosdoğru kılmaktadırlar, zekâtı (tastamam) vermektedirler, Allâh’a ve Rasûlüne de (tüm emirlerini tatbik hususunda) itaat etmektedirler. İşte onlar ki, Allâh kendilerine kesinlikle rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allâh (yapmak istediği herhangi bir şeye engel olunamayacak güce sahip bir) Azîz’dir; (lânet ve rahmet dâhil, tüm yaptıklarını yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir.
Sebe’:32:  O büyüklük taslamış olan kimseler o zayıf tutulmuş olanlara (cevaben) dedi ki: “Size geldikten sonra, o hidâyetten sizi biz mi engelledik? Doğrusu siz (körü körüne taklitçiliği hidâyete uymaya tercih eden)suçlu kimselerdiniz!”
Mü’min:47: Hani onlar o ateş içerisinde çekişecekler de, (dünyadayken) zayıf olanlar o büyüklük taslamış olan(lider mevkiindeki) kimselere: “Gerçekten de biz size uyan kişilerdik. Şimdi siz bu ateşten bir hisseyi(olsun) bizden def edici kimseler (olabilir) misiniz?” diyecek.
48:  O kibretmiş olan kimseler (de, kendilerine uyanlara cevaben): “Şüphesiz biz (ve siz) topluca buradayız. Muhakkak ki Allâh gerçekten kullar arasında hüküm vermiş (böylece cenneti hak edenleri cennete, azâba müstehak olanları da cehenneme göndermiş)tir. (Artık biz burada sizinle birlikte yanarken, bize müracaatınızın ne faydası olabilir?)” dedi(ler).

                                                                                                               
* Allah bir yönde veya mekandadır.


                                                                                                               
   Şûrâ:11:  (Ne Zât’ı, ne sıfatları, ne de sanatları hususunda) hiçbir şey O (Allâh-u Sübhânehû) nun benzeri olamaz (ki O’nun eşi veya çocuğunun varlığı düşünülebilsin)! (Sizin gibi kulağı olmasa da, duyulacak her şeyi hakkıyla işiten) Semî’ ve (sizin gibi gözü bulunmasa da, görülebilen her şeyi çok iyi gören) Basîr ancak O’dur.
 [Bundan dolayı Allahu Teala mahlukata hiçbir açıdan benzemez, benzeri yoktur. Benzeri olmayanı şöyle böyle diye vasfetmek mümkün değildir, çünkü benzeri yoktur. Şöyle böyle denen şeyin ise benzeri vardır. Mekan ise cisimler içindir. ]
Ebu Hanife(r.a)ise “el-Vasıyye‘de şöyle demiştir: Cennet ehlinin, keyfiyetsiz, teşbihsiz (mahlukata herhangi bir bakımdan benzeme söz konusu olmaksızın) ve cihetsiz bir şekilde (herhangi bir yönde olmaksızın) Allah Teala ile mülaki olması haktır.”
“el-Fıkhu’l-Ekber‘de şöyle demiştir: “Cennetteyken mü’minler O’nu, baş gözleriyle görecekler. O’nunla mahlukatı arasında mesafe olmaz.” (…)
“el-Fıkhu’l-Ekber‘de şöyle demiştir: “Allah Teala’nın uzaklığı ve yakınlığı, mesafe uzunluğu ve kısalığı tarzında değil, (mü’minlere) lütufta bulunma ve (kâfirleri) zelil etme tarzındadır. İtaatkâr kul O’na keyfiyetsiz şekilde yakındır, isyankâr da (aynı şekilde) uzaktır. O’na yakınlık ve yönelme, O’na münacatta bulunan kimselerin bu durumudur. Cennette O’nun yakınında olma, huzurunda durma ve ahiretteki rü’yet de aynı şekilde keyfiyetsiz olacaktır.”

*Erkeklerin secdede dirseklerini yere temas ettirmesi.

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «إِذَا سَجَدَ أَحَدُكُمْ، فَلَا يَفْتَرِشْ يَدَيْهِ افْتِرَاشَ الْكَلْبِ، وَلْيَضُمَّ فَخْذَيْهِ»
"Sizden biriniz secde ettiği vakit ellerini köpeğin döşediği gibi döşemesin, uyluklarını bitiştirsin." (Ebu Davud).

[Tenbih: Her yanlış için çok sayıda delil getirilmemiş olup birkaç delil ile istidlal kafi görülmüştür. İsteyenler me’hazlara müracaat edip tahkik, tedkik ve tahlilde bulunabilirler. Tevfîk Allah’tandır. ]



Oymyakona

  • Ziyaretçi
Ynt: Yaygın Dini Yanlışlar
« Yanıtla #1 : 03 Eylül 2018, 10:55:32 »
The embodiment of what is being sought is fit.

Çevrimdışı Abdullah5

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 15
  • Sadakat Forum
Ynt: Yaygın Dini Yanlışlar
« Yanıtla #2 : 10 Eylül 2018, 02:02:58 »
Türkçe yorum yapınız