FORUM AKTİVİTELERİMİZ > HAFTANIN MEVZUU ARŞİVİ

Zekat, Fitre, Sadaka Vermenin Ehemmiyeti [8 Eylül 2008]

<< < (2/6) > >>

Ber-ceste:
Talha İbni Ubeydullah radıyAllahu anh şöyle dedi:

Uzaktan sesini duyup ne dediğini anlayamadığımız saçı başı dağınık Necidli bir adam Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in huzuruna geldi. Resulullah'a yaklaştı. Bir de baktık ki, İslâm'ın ne olduğunu soruyor. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem:

– "Bir gün bir gecede beş vakit namaz kılmaktır" buyurdu. Adam:
– Kılmam gereken başka namaz var mı? dedi.

– "Hayır yok! Nâfile olarak kılarsan o başka" buyurdu. Resûlullah sAllahu aleyhi ve sellem sözüne devam ederek:
– "Bir de ramazan ayı orucunu tutmaktır" buyurdu. Adam yine:

– Tutmam gereken başka oruç var mı? dedi. Resûl–i Ekrem Efendimiz:
– "Hayır yok. Nâfile olarak tutarsan o başka!" buyurdu.

Râvî Talha radıyAllahu anh diyor ki, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem adama zekât vermeyi söyledi. Adam:
– Vermem gereken başka sadaka var mı? dedi.
– "Hayır yok. Nâfile olarak verirsen o başka" buyurdu.

Bu defa Adam:
– Bu söylediklerinden ne fazla ne eksik yaparım" diyerek Resûlullah'ın huzurundan ayrıldı.
Bunun üzerine Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

– "Eğer sözüne sahip çıkarsa, kurtuldu gitti" buyurdu.


Buhârî, Îmân 34, Savm 1, Şehâdât 26, Hiyel 3; Müslim, Îmân 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 1; Tirmizî, Mevâkît 4; Sıyâm 1; Nesâî, Sıyâm 1, Îmân 23.

*****

İbni Abbas radıyAllahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem Muaz'ı Yemen'e (vali ve zekât âmili olarak) göndermiş ve ona şu tâlimâtı vermiştir:

– "Onları önce Allah'tan başka tanrı olmadığına ve benim, Allah'ın elçisi olduğuma şehâdet getirmeye davet et. Eğer bunu itiraf ile sana itaat ederlerse, Allah'ın, onlara günde beş vakit namazı farz kıldığını açıkla. Buna da itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı Allah'ın farz kıldığını onlara bildir."


Buhârî, Zekât 1, Tevhîd 1; Müslim, Îmân 29. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 5; Nesâî, Zekât 46; İbni Mâce, Zekât 1.

*****

Ebû Hüreyre radıyAllahu anh dedi ki, Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in vefatı üzerine, yerine Ebû Bekir halife seçilip de Araplar’dan kimileri dinden dönünce, Ebû Bekir bunlara karşı savaş açtı. Bunun üzerine Ömer radıyAllahu anh :

– Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem "Ben insanlarla Allah'tan başka ilâh yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim kelime–i tevhîdi söylerse, –İslâm'ın hakkı olan hadler hariç– mal ve canını benden korumuş olur. Gerçek hesabını görmek ise Allah'a kalmıştır" buyurmuşken şimdi sen onlarla nasıl savaş edersin? diye karşı çıktı.

Ebû Bekir:

– Allah'a yemin ederim ki, namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşırım. Çünkü zekât, malın (ödenmesi gerekli) hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki, Resûlullah'a verdikleri bir deve yularını bile bana vermekten kaçınırlarsa, sırf bu sebepten dolayı onlarla savaşırım" cevabını verdi.

Bunun üzerine Ömer radıyAllahu anh şöyle dedi:

"Yemin ederim ki, zekât vermek istemeyenlerle savaş konusunda Allah Teâlâ'nın, Ebû Bekir'in kalbine tam bir kararlılık vermiş olduğunu gördüm ve doğrunun bu olduğunu anladım."


Buhârî, İ'tisâm 2, Zekât 1, 40, İstitâbe 3; Müslim, Îmân 32. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 1; Tirmizî, Îmân 1; Nesâî, Zekât 3, Cihâd 1

*****

Ebû Eyyûb radıyAllahu anh demiştir ki bir adam Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem'e:

– Beni cennete götürecek bir amel söyle! dedi. Resûl–i Ekrem de:

– "Allah'a ibadet eder, O'na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı kılar, zekâtı verir ve akrabanı görüp gözetirsin!" buyurdu.


Buhârî, Zekât 1, Edeb 10; Müslim, Îmân 12, 14. Ayrıca bk. Nesâî, Salât 10.

Ber-ceste:
Ebû Hüreyre radıyAllahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Zekâtı verilmeyen her altın ve gümüş, kıyamet günü ateşte kızdırılarak plaka haline getirilip sahibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanır. Bu plakalar soğudukça, süresi elli bin sene olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılır. Neticede kişi, yolunun ya cennete ya da cehenneme çıktığını görür."

– Ey Allah'ın elçisi! Peki zekâtı verilmeyen develerin durumu nedir? dediler. Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Hakkı ödenmeyen her deve sahibi, –ki su başlarına geldikleri zaman sağılıp sütünün muhtaçlara dağıtılması da bu haklar arasındadır– kıyamet günü düz ve geniş bir sahaya yatırılır. O develer de en semiz hallerinde ve bir tek yavru bile dışarıda kalmamak şartıyla o kişiyi ayaklarıyla çiğner ve dişleri ile ısırırlar. Öndekiler geçtikçe arkadakiler gelir (aynı şeyi yapar). Süresi elli bin sene olan bir günde insanlar hakkında hüküm verilinceye kadar bu böyle devam eder. Neticede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür."

– Ey Allah’ın elçisi! Peki zekâtı verilmeyen sığırlar ile koyunların durumu ne olacak? dediler. Resûl–i Ekrem sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Hakkı (zekâtı) verilmemiş her sığır ve koyun sahibi, kıyamet günü düz ve geniş bir yere yatırılır. İçlerinde eğri boynuzlu veya boynuzsuz veya boynuzu kırık bir tane bile hayvan bulunmaksızın o hayvanlar o kişiyi boynuzları ile süser, tırnakları ile çiğnerler. Öndeki geçince arkadaki onu takip eder ve bu durum süresi elli bin yıl olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar devam eder. Neticede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür."

– Ey Allah'ın elçisi! Ya atların durumu nedir? dediler. Resûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu:

– "Atlar üç sınıftır. Kişi için yük olan at vardır; örtü olan at vardır, ecir ve sevap olan at vardır. Yük ve vebal olan at sahibinin sırf çalım satmak ve İslâm'a düşmanlık yapmak için beslediği attır. Bu, o adam için vebaldir, Örtü olan at sahibinin Allah rızâsı için beslediği ve binit ve koşum olarak üzerindeki Allah'ın hakkını ödediği, iyice bakıp gözettiği attır; bu sahibi için bir perde ve örtüdür. Ecir ve sevap olan ata gelince, o da sahibinin müslümanlara yardımcı olmak maksadıyla Allah yolunda besleyip çayır ve bahçelerde otlattığı attır. Atın o çayır veya bahçeden yediği ve çıkardığı şeyler sayısınca sahibine iyilik yazılır. Hatta at ipini koparıp da bir–iki tur atarsa, onun izleri ve pislikleri adedince sahibine iyilik yazılır. Ya da sahibi sulamak niyeti olmadığı halde onu bir nehir kenarından geçirirken at su içecek olsa, Allah onun içtiği su yudumları adedince sahibine iyilik yazdırır."

– Ey Allah'ın elçisi! Peki ya eşeklerin durumu nedir? dediler. Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

– "Kim zerre kadar bir hayır işlerse onun karşılığını görür. Kim zerre kadar kötülük yaparsa onun karşılığını görür" meâlindeki umûmi mânalı âyetten başka bana eşekler hakkında özel bir bilgi verilmedi."



Müslim, Zekât 24; Buhâri, Cihâd 48 (kısmen)

fazıl14:
“Kim sadaka-i fıtrını bayram namazından önce verirse bu, kabul olunmuş bir sadaka-i fıtırdır.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)

Sadaka-ı Fıtır (Fitre)
Sadaka-i fıtır, Ramazan-ı Şerîf’in sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisâp miktârı (80.18 gr. altın veya ona denk miktarda) bir mala mâlik bulunan her Müslümanın vermesi vâcip olan bir sadakadır.

Zekâtın farz olmasından önce, orucun farz kılındığı sene vâcip olmuştur. Sadaka-i fıtır, orucun kabulüne, ölüm ânının sıkıntılarından ve kabir azâbından kurtuluşa vesîledir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram neşesinden onların da istifâde etmelerine bir yardımdır. Bu cihetle sadaka-i fıtır, insânî bir vazifedir.

Sadaka-i fıtır, her Müslümanın kendisi ve fakir olan küçük çocuğu için de vâciptir.

Büyük çocuğun ve zengin olan çocuğun fitresi babasına vâcip değildir.

Sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramı’nın birinci günü fecr-i sâdıkın doğuşundan (sabah namazı vaktinin girmesinden) itibâren vâcip olur. Fakat bundan daha önce de verilebilir. Tâ ki fakirler, bununla bayram namazına çıkmadan evvel noksanlarını tedârik edebilsinler.

Sadaka-i fıtır (fitre), Ramazan Bayramı’nın birinci günü fecrin doğuşuyla vâcip olduğundan fecirden önce çocuk dünyaya gelse onun için de sadaka-i fıtır vâcip olur. Şâyet fecirden sonra doğarsa bir şey lâzım gelmez.

Bir kimse, kendi idâresinde olmayan hanımının veya büyük evlâdının fitrelerini onların izinleriyle verebilir. Kendi âilesi, idâresinde bulunduğu takdirde -âdeten izin bulunduğundan- izinleri olmaksızın vermesi de kâfidir.

Bir kimse kendi fitresini, fakir olan eşine, babasına veya oğluna veremez.

Fitreyi bayram namazından sonraya bırakmak mekruhtur. Müstehap olan, namazdan evvel verilmesidir. Çünkü Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) “Bayram namazından sonra verilen fıtra, diğer (nâfile) sadakalardan bir sadakadır. Lâkin bayram namazından evvel verilen fıtra, Allâhü Teâlâ’nın indinde makbûl olan bir sadakadır.” buyurmuşlardır.


Nakkaş:
Âişe radıyAllahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’e bir adam;

– Annem ansızın öldü. Öyle sanıyorum ki, şayet konuşabilseydi, sadaka verilmesini vasiyyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem, sevabı ona ulaşır mı? diye sordu.

Nebî sallAllahu aleyhi ve sellem de:

– “Evet” buyurdu.



Buhârî, Cenâiz 95, Vasâyâ 19; Müslim, Zekât 51. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 15; Nesâî, Vasâyâ 7; İbni Mâce, Vasâyâ 8.

efsanef:
          Bu haftaki hutbemiz, yardımlaşma hakkında olacaktır.
Müslümanların birbirlerine karşı olan vazifeleri vardır. Bunların başında, müslüman kardeşini gözetmek, sıkıntısına çare aramak, muhtaç olduğunda yardımına koşmak gelir.
Cenab-ı Hak, kullarının, hangi hususlarda yardımlaşacaklarını şöyle beyan buyurur: “…İyilik etmek, fenâlıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın...” ,
Peygamber Efendimiz ise: “(Her) biriniz (din) kardeşinin aynasıdır. Onda ezâ (veren bir hal) görürse kardeşinden onu gidersin.” , buyurmaktadır.
Bütün Peygamberler iki vazife için gönderilmiştir. Hakka ibâdet, halka  hizmet. Bir müslüman, şu dört şeyle meşgul olabilir: Menfaat veren ilmi öğrenmek ve öğretmek ile; zikir, tesbih, Kur’an-ı kerim okumak, namaz kılmak gibi ibadetler ile; Müslümanların yardımına koşmak, onların  hayrına vesile olacak şeyleri yapmak ve onları sevindirmek ile; kendinin ve ehl-i iyâlinin nafakasını temin için çalışmak ile,
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: Mahlûkat Allah’ın ıyâli (mesâbesinde)dir. (Çünkü onların rızıklarını veren Hz. Allah’tır.) Allah’a karşı mahlûkâtın en sevimlisi, ıyâlüllah (olan halk)’a (veya kendi ıyâline) iyilik yapandır.  
   Allah yolunda mallarını, mülklerini bırakıp, Mekke-i Mükerremeden Medine-i Münevvereye yerleşen Eshâba “Muhacir”, Mekkeden gelen kardeşleriyle ellerindekini paylaşan, onlara kucak açan, bütün varlıklarıyla onlara yâr ve yardımcı olan Eshâba da “yardım edici manasına gelen” ‘Ensar” ismi verilmiştir.  Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Keriminde, bu iki zümrenin imanda ulaştıkları kemal mertebeyi şöyle beyan buyurur:
“Onlar ki iman edip, hicret ettiler ve Allah yolunda mücahede ettiler.  (Yine) Onlar ki (Rasülüllah’ı ve muhâcirini kendi hânelerinden ve yerlerinden meskenler tahsis ederek, iskân ettiler, yerleştirdiler ve nusret ettiler. (Onlar ile berâber olup, düşmanlarına karşı her vechile yardım ettiler. Ensar oldular) işte bu (muhacirin ve ensâr) hakkâ müminlerdir.  Mağfiret ve kerîm bir rızık da onlarındır.”
   İbn-i Ömer (R.A) hazretlirinden rivayet edildiğine göre, Eshab’dan bir zata bir koyun başı hediye edilmişti. O zât: “Falanca kardeşim ve çocukları, buna bizden daha muhtaçtır”, diyerek hediyeyi komşusuna gönderdi. Komşusuna verilince, ondan da aynı cevab geldi. Böylece koyun başı, yedi evi dolaşıp, ilk zâta geri geldi. İşte bu hadise üzerine: “Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile, onları öz canlarından daha üstün tutarlar. Her kim nefsinin hırsından korunursa, işte onlardır o felah bulanlar.” , kavl-i celili nazil oldu.
   


Arabistan yarımadasında müthiş bir kıtlık ve kuraklığın yaşandığı bir zamandı. Bizans ordusunun müslümanlırın üzerine doğru geldiği haberi alındı. Rasülüllah, orduyu techiz etmeye çağırıyordu. Eshabtan, zengini-fakiri elinde ne varsa birşeyler getiriyordu. Hz. Osman (R.A) zahîre yüklü 300 deve ile, nakden 1000 altın vermişti. Bunun üzerine Rasülüllah o kadar memnun oldular ki, Hz. Osman için: “Allah senin bu zamana kadar işlediğin ve bundan sonra işleyeceğin bütün günahlarını affetsin!” duasında bulundular.” Hz. Ömer (R.A) malının yarısını vermişti. Rasülüllah ona da bereket duasında bulundular. Hz. Ebu Bekir (R.A) ise, elinde olan nesi varsa, herşeyini bu yola vakfetmişti. Rasülüllah: “Ya Ebâ Bekir. Ev halkına ne bıraktın”, deyince: “Allah ve Rasülü’nü bıraktım”, cevabını verdi. Eshab-ı Kirâmın hanımları da imkanları nisbetinde Allah ve Rasülü için birşeyler veriyorlardı. Bazıları da kollarındaki bilezikleri, kulaklarındaki küpeleri, gerdanlıklarını çıkarıp,  Peygamber Efendimizin önüne bırakmışlardı. Allah’ın Rasülü her birerine güzel dualar ettiler.
Muhterem Müslümanlar!
   Cömert; menfaati hiçbir karşılık beklemeden ulaştıran kimsedir.  “Kerem ve cömertlik öyle bir meziyettir ki, sahibinin ayıplarını ve kusurlarını örter.”  Abdülkâdir Ceylânî hazretliri:  “Allah’a gecenin namazı, gündüzün orucu ile vasıl olmuş değilim.  Allah’a ancak cömertlikle, tevâzu’ ile ve sadrımın selâmetiyle vâsıl oldum.”  buyurmuşlardır. Bir de cömertlik edeceğimiz kimseler, Allah ve Rasülü ile onun sevdiklerinin, kendilerine bizzat kıymet verdikleri kimseler olur ise, gayretimiz daha da fazla olması icabeder. Cenab-ı Hak Peygamber Efendimizin talebeleri olan Eshâb-ı Suffe için:
“Verin o fakirlere ki, Allah yolunda kapanmışlar, şuraya buraya dolaşmazlar. İstemekten çekindirleri için, bilmeyen onları zengin zanneder. Onları sîmâlarından tanırsın, halkı bîzar etmezler.” , buyurmaktadır.
Peygamberimiz ise, kendisinden, el değirmeni ile buğday çekip, un öğütmekten elleri kabardığı için, hizmetçi isteyen kızı Fatıma’ya: “Kızım, Ashâb-ı Suffe’nin ihtiyaçlarını gideremediğim halde, ben sana nasıl yardımcı bulayım.”, demişti.
Amellerin en faziletlisi müminleri sevindirmektir.  Kabre girene kadar herkes birbirine muhtaçtır. Bugün yardım edecek durumda olan, yarın yardıma muhtaç olabilir. Unutmayalım ki, Merhamet etmeyen, merhamet olunmaz.”







Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek