DİNİ KATEGORİLER > FIKIH VE İTİKAD

Zekâtın Verileceği, Harcanacağı Kişiler ve Müesseseler

<< < (2/3) > >>

Mücteba:
İlim Talebelerine Yardım

Abdullah b. Mübarek (r.h.) hazretleri, her sene fakirlere ve ilim talebelerine bin dirhem altın sadaka verirdi.
Ve Fudayl bin lyaz (r.h.)'a şöyle derdi: "Eğer sen ve ashabın (talebelerin) olmasaydı ticâret yapmazdım."

Abdullah b. Mübarek (r.h.) hazretleri, Fudayl ve ashabına şöyle derdi:
"Siz dünyâ ile meşgul olmayın. İlim ile iştigâl edin. İlim öğrenmeye bakın. Ben sizin bütün ihtiyaçlarınızı karşılarım!"

(İlim Talebelerine yardım hakkında İmam-i Rabbani hazretlerinin bir Mektubu)

Yahya Bermekî266, Süfyân-ı Sevrî (r.h.) hazretlerine her ay bin dirhem gönderirdi. Süfyân-ı Sevrî hazretleri, secdelerinde Yahya Bermekî için şöyle dua ederdi:
-"Allahım! Yahya Bermekî benim dünyâ işlerimde bana kâfi geliyor (benim ihtiyaçlarımı giderip kendimi ibâdete vermemde bana yardımcı oluyor). Sen de âhiret işlerinde ona kâfi ol. (Onun âhiretteki hâlini düzelt ve ona yardımcı ol)" (1/295)
Yahya Bermekî öldükten sonra bâzı dostları onu rüyasında gördüler.

Ona sordular:
-'"Allah sana ne etti (nasıl muamele etti?)

O:
-"Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin dualarının bereketiyle Allah, bana bağışladı. Günahlarımı affetti." dedi.

Saib buyurdu:
Bu cihan günlerinde idare lambasının kandilini yak.
Sen kandile yağ koy ki, o da seni aydınlatsın.

Allahü Teâlâ hazretleri bizi ve sizi, kitabının muktezası ve hitabının medlûlünce amel etmeyi nasîb etsin. Amin


(Ruhü’l Beyan Tercümesi C:2 S:347-350)

Mücteba:
MEVZUU : Hamele-i Şeriat-i Garra (şeriat emirlerini taşıyan) olan âlimlere ve ilim talebelerine tazim edilmesine teşvik..

NOT : İMAM-I RABBANİ Hazretleri bu mektubu Seyyid Nakib Şeyh Ferid Buharî'ye yazmıştır.

Allahü Teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hürmeti için "aleyhi ve aleyhimüssalevât vetteslîmât vettehtyyât", din düşmanlarına karşı olan mücâdelenizde yardımcınız olsun! İltifat yoluyla göndermiş olduğunuz mübarek mektubunuzu okumakla şereflendim. İlim talebelerine ve tasavvuf ehline sarf ve harcamak üzere, bir miktar para gönderdiğinizi yazıyorsunuz. Mektubunuzda İlim talebelerini tasavvuf ehlinin üzerine takdim etmeniz çok güzel oldu. Değer bakımından gerçekten böyledir. Zahir, bâtının- unvanı olduğuna hükmedilir. Bâtında da bu cemaatin (yâni ilim talebelerinin tasavvuf ehlinin üzerine) takdim edilmesini ümit ederiz.
(Ne güzel buyurmuşlar) "Ve her kabın içinde bulunan şey dışarıya sızar."

İlim talebelerini tasavvuf ehlinin üzerine takdim etmek şeriatın ilerlemesine sebeb olur. Çünkü ilim talebeleri, nebevi şeriatın yükünü taşıyanlar ve bekçileridir. Muhammed Mustafa aleyhisseiâmın dîni onlarla kaimdir. Din, ilim talebeleriyle ayakta durmaktadır. Kıyamet günü insanlara islâmiyetden sorulacak, tasavvuftan değil... Cennete girmek. Cehennemden kurtulmak, ancak şeriat ile amel etmeğe bağlıdır. İnsanların en iyileri, seçilmişleri olan Peygamberler "salevâtüllahi Teâlâ ve teslîmâtühü aleyhim", halkı (insanları) şeriatlere davet ettiler. Kurtuluşun medarının şeriat olduğunu beyan ettiler. O büyüklerin (peygamberlerin), gönderilme maksatları şeriatleri tebliğ etmekti.. O hâlde en büyük hayr ve iyilik, şeriatı yâni islâmiyet! öğretmek ve dinin eğitimine ve öğretimine yapılan çalışma, hizmet, yardımdır ve islâmiyetin hükümlerinden bir ahkâmını ortaya ihya etmektir. Hususiyetle İslâm şiâr'ının yıkıldığı, çöktüğü ve zayıf olduğu bir zamanda; Allah yolunda fakirlere milyonlarca sadaka dağıtmak, şeriatın meşelerinden birinin öğrenilmesine ve halk arasında revaç bulmasına asla müsâvî olamaz.. Çünki, bu işte, (yâni şeriatın öğretilmesinde) mahlukatın en büyükleri olan Peygamberlere "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" uymak ve o büyüklerin vazifesine ortak olmak vardır. Hâlbuki, Müslümanın hasenatının en mükemmeli ancak onlara tabi olmakla mümkündür. Milyonla sadaka vermek, hayrat, hasenat yapmak ise, bu büyüklerden gayrı herkese müyesser olabilir. Şeriatın ikâmesi ve onun ahkamı ile amel etmekte nefse muhalefet vardır. Mal infak etmek (yâni hayrat yapmak) ise, çoğu kere nefsin hoşuna gidebilir. Evet, eğer malın infakı şeriatın öğretilmesi için oluyorsa, yâni İslâm öğretilmesi ve milletin ona revâc bulması, dine eğilmesi için oluyorsa, o harcamanın ve sarf edilenin üzerimizde çok yüksek dereceleri vardır...Bu niyet ile az bir şey vermek, bu niyet olmadan sarf edilen milyonlardan aşağı değildir.

Suâl: (Eğer denilse ki:) Nefsine uyan ve nefsinin elinde esir olan ilim talebesi, nefsi ile cihâd eden ve nefsin elinden kurtulan söfîden nasıl üstün olabilir?

Cevâp: (Buna şöyle cevâb veririm:) Bu suâli soran kişi, kelâmın hakîkatından sonra anlamamış ve meramın aslına muttali olmamıştır. Muhakkak ki ilim talebesi, nefsinin elinde esir olmakla beraber, mahlukatın kurtuluşuna sebebtir. Zîrâ şeriatın hükümlerinin tebliğ edilmesi, ilim talebelerine bağlıdır. Her ne kadar o ilim talebesinin kendi nefsi ondan faydalanmazsa bile (onun ilminden insanlar faydalanmaktadır.) Söfî ise, kendini kendi nefsini kurtarmakla berabar o sâdece kendisini kurtarmıştır. Mahlûkata iltifat etmemektedir (başkalarına faydası yokdur.) Fazilet ve üstünlük, kendisine taalluk eden şeye göredir. Çok kişinin kurtuluşuna sebep olmak, büyük toplulukların saadetine çalışmak, kişinin kendi nefsinin kurtuluşuna çalışmasından daha üstündür. (Yâni İslâmiyet, insanların saadetine çalışanları, kendini kurtarmağa çalışanlardan, daha üstün tutmaktadır.) Evet, şu bir gerçektir ki, (tasavvuf yolunda ilerliyen) sofi bir sâlik, fena ve beka makamlarından, Allah ile Allah'tan seyr derecelerine erer ve sonra insanları da'vet etmek için âleme döner; ilim sahibi olup halkı davet etme vazîfesi ile şereflendirilirse, Peygamberlik makamından nasîbi olur. Böylece o sofî, şeriatı tebliği eden (yâni Islâmiyeti bildirenlerden) sayılır. (Mürşid olan bu kişi) şerefli âlimlerin hükmüne girer. (Ve böylece İslâm âlimleri gibi üstün ve kıymetli olur.) Bu, (makam ve mevki) Allahü Teâlâ'nin fazl-ü keremidir. Onu dilediğine verir. Allah, büyük fazilet ve ihsan sahibidir."

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.) - Mektubat-ı Şerife, Cilt 1/48.Mektub-u Şerif

Mücteba:
Kur’ân talebesine ve onları barındıran derneklere zekât verilebilir mi?

Ezelî isti’dâdı olan, az sayıda bazı nasipli Müslümanların, Kur’ân hizmetlerine destek verirken, Bayram yapar gibi sevinçle hayır yapmalarını büyük bir hayranlıkla izlerken, birçok zengin Müslümanların ise, (sanki) aslında fakirin hakkını değil de, kendi canının parçasını veriyormuş gibi zorlandığını ve Kur’ân dâvasına bir türlü gönül ver(e)mediklerini de, dehşet içinde seyredip duruyoruz. Tam da, Zekâtın verileceği yer, açıkça önüne çıktığı halde hâla "Kur’ân talebesine ve onları barındıran derneklere zekât verilebilir mi?" diye  sorup duran Müslümanları anlamak mümkin değil...

Şimdi, meseleyi hiç uzatmadan, bir kısım yorum da katmadan, doğrudan doğruya Tefsirden aktarmak suretiyle;

أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ

"Dîn'i ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” (42. Şura Sûresi, âyet 13) şeklindeki “Üssül’Esas = Allahın Temel Kanunu”olan âyet-i kerimenin ruhuna sahip isimsiz kahramanları hatırlatmak istiyorum.


Evet, Farz olan Zekât kime verilmeli?

لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ

“(Zekât ve Sadakalarınızı) Allah yolunda kapananlara, Din yoluna adamış olanlara verin. Onlar, öteye beriye koşup dünyalık kazanamazlar. İffetlerinden dolayı halden anlamayan câhil kimseler onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler. Artık hayır namına ne verirseniz, muhakkak Allah onu bilir” (Bakara 273 sh-47 Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-227) (Elmalılı Tefsirinden aynen)

Madem ki sadakalarınız Allah içindir, o halde mü’mine de, kâfire de, Allah rızâsı için tatavvu ve nâfile olarak sadaka verebilirsiniz. Her birine verdiğiniz sadakalardan ayrı ayrı sevap kazanabilirsiniz. Fakat en iyisi hangisidir? Ve vermekle emrolunduğunuz farz olan sadakalar kimlerin hakkıdır?... Bu cihete gelince, vermekle emrolunduğunuz, borcunuz olarak ödemekle mükellef bulunduğunuz infak ve sadakalar;

لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ

Allah yolunda tutulmuş, din uğrunda ilme, cihad'a kendini adamış,

لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ

Yeryüzünde gezip dolaşamayan, şuraya buraya gidemeyen.. Yani Allah yolunda meşguliyetlerinden dolayı geçimini kazanmaya gücü yetmeyen fakirler içindir ki,

يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ

Halden anlamayan câhil kişi, onları iffetli ve haysiyetli olmalarından dolayı zengin sanırlar.

تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ 

Sen onları simâlarından tanırsın. Dikkat edildiği zaman hallerinde görülecek edeb ve nezâhet ve yüzlerinde müşâhede olunacak fakr-u zaruret izleri gibi alâmetlerinden onları tanırsın.


Evet, sadakaların kimlere verileceğini bildiren bu âyet-i kerime, (esas itibariyle devamlı Resulüllah’ın ders halkasına oturan ve) Ashâb-ı suffe adı verilen fakir muhâcirler hakkında nâzil olmuştur ki dört yüz kişi kadar oluyorlardı. Ashâb-ı Suffe’nin Medine’de, ne bir meskenleri, ne aşiret ve akrabaları, ne de kazanç getirecek bir meslekleri yoktu. Hep Hz. Peygamberin mescidine devam ederler, Mescidin sofasında ikamet eder, orada yatar kalkarlardı. Kur’ân ilmini tahsil ederler, Hz. Peygamber’in va’z ve derslerini takip ederlerdi.

Hülâsa, Umumiyetle oruçlu bulunan bu sahâbeler, Hz. Peygamberin dersânesinin, hayatlarını Allah yoluna, ilim ve ibadete adamış talebeleriydi. Ve her ne zaman bir gazâ, bir muhârebe olursa koşar, hemen iştirak ederlerdi. Buna binâen idi ki âlem-i islâmda Medreseler hep, mübarek câmilerin etrafında yapılmış ve Medrese mensubu ilim irfân talebelerinden de Ashâb-ı suffenin ahlâkı ve davranış biçimi beklenir olmuştur.

İlim tahsili ibâdettir. Din uğrunda her türlü sıkıntıya tahammül ederek iffeti muhafaza edip, dini yaymaya hizmet etmek cihâd’dır. (Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-227)

İşte bunun içindir ki, Tevbe Sûresi 122. âyet’i kerimede :

وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ


“Mü’minlerin hepsinin topyekün sefere çıkmaları uygun değildir“ buyurulmuştur. İslâm ilmi talebelerinin, bütünüyle muharebeye gitmemesi ve ilim tahsiline kesiklik verilmemesi gerektiği de beyan olunmuştur. (Tevbe sh-207)

Abdullah bin Abbas Hazretlerinden vâki olan rivayete göre bir gün Resulüllah sallellahu aleyhi vesellem Ashâb-ı Suffe'nin başlarına durmuş hallerini nazar-ı tetkikten geçirmiş idi. Fukaralıklarını, çekmekte bulundukları zahmetleri gördü ve kalplerini hoşnud edip buyurdu ki :

«Ey Ashâb-ı suffe size müjdeler olsun ki her kim şu sizin bulunduğunuz hâl ve sıfatta olur ve bulunduğu halden râzı olarak bana kavuşursa o benim refıkım, arkadaşımdır.»

İşte bu âyet-i kerime de, bunlar hakkında nâzil olmuştur. (Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-227)


Şu da var ki, Allah rızası için düşmana karşı nöbet bekleyen veya Allah rızası için Medreselerde dirsek çürüten (ilim talebeleri) veya Allah rızâsı için nefsini millet hizmetine vakfetmiş ve bu ahvâl içinde mâl ve mülki yok, muhtaç olmakla beraber nafakasını kazanmaya vakit bulamayan veya vakit bulduğu halde gücü yetmeyen yoksul ve fakir Müslümanlar, nerede ve ne zaman yaşamış olursa olsunlar bu âyet-i kerimenin kapsamı içine girerler.

Bunlar, verilecek infâk ve sadakaların verilecek en güzel yeri olarak, tercih sırasında daima başta gelirler. (Sadeleştirilmiş Elmalılı tefsiri 2-230)

(Resulüllah sallellahu aleyhi vesellem Efendimiz :

“İlim öğrenene zekât vermek câizdir. Velev ki kırk yıllık nafakası olsun.” buyurmuştur. (İlim, din ilmi yani, öğrenilmesi farz’ı ayn veya farz’ı kifâye olan ilimdir. Fz.).

Tefsirden Aynen...:

وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ

İyi bilinmelidir ki, gerek özel olarak bu ilim yolunda olanlara ve gerek umumi olarak bütün ihtiyaç sahiplerine her hangi bir mâl infâk ederseniz.. Yahut maldan, çabadan, ilimden, nasihatten, irşâd'dan, vücudunuzla hizmetten, bir şey ikrâm ederseniz, hatta saygı, sevgi gösterisi ve selâmdan her hangi bir iyilik gösterirseniz;

فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ

“Muhakkak ki, Allah onu bilir; emeğinizi boşa çıkarmaz, karşılığını verir” (Elm.tefsiri 2-273)

Binâenaleyh, veriniz efendiler veriniz. Bâhusus Allah (ve kur’an) yolunda kendilerini hizmete adamış olan fakîrlere veriniz, ihlâsınız ve olgunluğunuz size gece gündüz, gizli veya açık farkını hissettirmeyecek kadar yüksek olsun. (Elmalılı tefsiri 2-228)

Minnet yüklemek, başa kakmak suretiyle; verdiğiniz kişiye ezâ vermekten, riyâdan ve nifaktan sakınıp Allah rızasını gözeterek ve kendinizi Allah yolundan ayrılmayan biri yapabilmek için gönül hoşluğu ile gücünüzün yettiği kadar en iyisinden vermek âdetiniz, huyunuz, melekeniz olsun da, her zaman ve her şekilde veriniz. Çünkü CÖMERT OLAN KAZANIYOR.

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ


Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! (Al-i İmran sh-68)


الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ


Mallarını gece gündüz, gizli ve âşıkar hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları, Rableri katındadır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir. (Bakara sh-47 Elmalılı tefsiri 2-228)

Gece ve gündüz, dar zamanda ve bol zamanda.. Yani her vakit ve her şekilde infak yapabilmek melekesini kazanmış olanlar yok mu :
فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ

Bu infâkları sebebiyle bunların, Rabbül-âlemîn katında, kat kat mükâfatları vardır.

وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ

Ve bunlara bir korku olmadığı gibi, hiçbir zaman mahzun da olmazlar.

“Verdiklerini dünya ve âhirette kat kat alırlar, bütün korkulardan selâmet bulurlar. Dünyada verdiklerine hüzün ve esef duymayıp memnun oldukları gibi âhirette de cimriler mahzun olurken, bunlar her türlü hüzün ve kederden uzak kalır, mes'ud olurlar.” (Elmalılı tefsiri 2-230)

Bu Âyet-i Kerime'nin Geliş Sebebi

Hazret-i Ebu Bekir radıyAllahu anh mâlik olduğu kırk bin dinarın;
on binini gece,
on binini gündüz,
on binini gizli,
on binini açıkça
olmak üzere birden tasadduk etmiş idi ve bu âyet-i kerime, o sebeple nâzil olduğu rivayet edilmiştir.

Hazreti Ali radıyAllahu anh dahi, dört dirhem gümüşten başka bir şeye mâlik değil iken;
bunun birini gece,
birini gündüz,
birini gizli,
birini de açıktan olmak üzere hepsini tasadduk etmiş idi.

Resulüllah aleyhisselam kendisine "Niye böyle yaptın? diye sorduğunda;
"Rabbimin va'dine hak kazanmak için", demiş, bunun üzerine
Resulülah aleyhisselam "Şüphesiz sen onu hak ettin!" buyurmuştur.
Ki, bu âyet-i kerimenin geliş sebebi bu olduğu da rivayet edilmiştir.

Bir rivâyette de, Allah yolunda cihad için atlar besleyip, (vasıtalar hazırlayıp) buna masraf edenler hakkında nâzil olduğu kaydedilmiştir.
Bu sebeple, Ebu Hüreyre (r.a) hazretleri, bakımlı bir at gördüğü zaman الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً âyet-i kerimesini okurmuş..

(Mühim İfade) :

“Bunlardan başka bu âyet-i kerimenin, bütün zamanlar ve bütün durumlar içinde zekat veren ve her hangi bir kimsenin muhtaç halini gördüğü vakit, hiç geciktirmeden derhal onun o ihtiyacını karşılayan ve başka bir zamana ertelemeyen kimseler hakkında” olup, bütün Müslümanları hayra koşmaya teşvik ve tergıb için nâzil olduğu da naklolunmuştur (Elmalılı Tefsiri 2-228)

Fahrüddin-i Râzî hazretleri Tefsir-i Kebir’inde :
"Bu âyet-i kerimenin, infâkla ilgili hükümleri beyan eden âyetlerin sonu olduğunda hiç şüphe yoktur. Bunda, infâk çeşitlerinin en mükemmel şekli açıklanmıştır." diyerek o da (mühim ifade kısmındaki) bu sonuncu rivâyeti tercih etmiştir. (Elmalılı Tefsiri 2-228)


“Dîn'i ayakta tutma” emri istikametinde ilmi olanların ilmi ile, okuma imkânı olan gençlerin ders halkasına katılımı ile ve mâlî imkânı olanların maddî destekleriyle yürütülen her asırdaki KUR’AN hizmetlerini omuzlayan bu üç sınıf isimsiz kahramanlar için, bu âyet’i kerimelerin, ne büyük müjde teşkil ettiği, bir düşünülmelidir!

H. YILMAZ | Fıkhi Meseleler | www.incemeseleler.com | http://incemeseleler.com/fikhi-meseleler/1805-zekat-en-iyi-kime-verilir.html

müteallim:
Tşk eder çok güzel olmuş

Mücteba:
Sual: "Selamün aleyküm hocam, talebe ve yurt yapılması için düzenlenen kermeslerimize verilen para ve eşya zekata sayılırmı? bu kermeslere hayır olarak verdiğimiz elbise vb giyecek ve yiyecek eşyası zekat olurmu? Bunlar orada satılıyor."

CEVAP:
“...
Bildiğiniz gibi Kur’ân-ı Kerim, zekâtın verilebileceği kimseleri hususî bir biçimde sıralayıp, sonra da nerelere harcanabileceğini şöyle ifade eder:

“Zekâtlar, Allah'tan bir farz olarak fakirlere, yoksullara, üzerinde çalışanlara (zekât toplamak üzere vazifeli memurlara), kalpleri te'lif olacak olanlara (gönülleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere) verilir; âzad edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda ve yolcu olanlar için sarf edilir.” [Tevbe sûresi, 60]

Görüldüğü üzere âyet-i kerimede, zekâtın verileceği insanlar ve sarf edilebileceği/harcanacağı yerler sekiz sınıf olarak belirtilmiştir:

1. Fakirler: Nisap miktarından az bir mala sahip olan ve mevcut malı ihtiyacına kifâyet etmeyenlerdir. Yani normal ölçülerde geliri giderini karşılamayan kimseler.

2. Miskinler: Fakirden daha aşağı derecede olup hiçbir şeye sahip olmayan yoksullar.

3. Âmil: Ülû’l-emr tarafından zekât, sadaka ve öşürleri toplamak üzere vazifelendirilen memur.

4. Müellefe-i kulûb: Kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenler.

5. Borçlular: Borç altında olup da, ödeme imkânı bulunmayan kimseler.

6. Yolcu: Yolda kalan kimse, yani memleketinde malı-mülkü, varlığı-serveti olsa bile, gurbette parasız kalmış insan.

7. Köle: Hür / özgür olmayan kişi.

8. Fî sebîlillah: Allah yolunda (mücadele-mücahede eden ve hizmette bulunan kimse) demektir.

Âlimlerimiz / müçtehitlerimiz tarafından, bu sekiz sınıftan, “tahsis lâmı” ile beyan olunan ilk dört grup için temlikin şart; zarfiyet edâtı “fî” ile ifade edilen dört kısım sarf yerleri içinse, temlikin şart olmadığı söylenmiştir. [Bkz. Zemahşerî, el-Keşşâf; er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, mezkûr âyetin tefsiri.]

Temlikin bunlar için de gerekli olduğunu söyleyenler ise, zekâtı, onların ihtiyaçlarını görmekle vazifeli kimselere vermek suretiyle bunun yerine gelmiş olacağını ifade etmişlerdir. Zira Allah yolundaki mücahidlerin, “cihad ihtiyaçları”nın hepsini bizzat kendilerinin temin etmeleri / edebilmeleri mümkün değildir. Bu uygulamadaki asıl maksat ise, ihtiyaçların karşılanması olduğundan, ihtiyacın cinsine göre zekâtları, mücahidlerin teker-teker bizzat kendilerine değil de, veliyyü’l-emr’e yani onların işlerini-hizmetlerini görmekle, ihtiyaçlarını gidermekle vazifeli kişi veya kişilere teslim etmekle de temlik tahakkuk etmiş ve farz yerine getirilmiş olur.

Zekâtla alâkalı bu nass (âyet-i celile), günümüzde çocuklarımızın-gençlerimizin en iyi şekilde yetişmeleri için faâliyet gösteren İslâmî müesseselerin-derneklerin mâlî yapısını teşekkül ettirecek şekilde genişçe tefsir ve te'vil edilmeye (yorumlamaya) gayet müsaittir.

Ayrıca talebe adına tahsilatta, teberruda bulunan personel (hoca-talebe-ihvan-esnaf-tüccar), âmil hükmünde olamaz mı? Kendi kasaları-keseleri için talepte bulunmuyorlar ki. Gaye belli, niyet belli, yapılan iş bellidir.

[color=brown***

S o n u ç :

Şüphesiz ki zekât niyetiyle verdikleriniz zekât yerine geçer, bunda kuşkunuz / tereddüdünüz olmasın.

Şöyle düşünün:

Öbür türlü verdiğimiz zekâtlarımızı ekseriyetle nasıl veriyoruz ki; bizzat talebeye mi, yoksa vazifeli personele mi?

Tabii ki vazifeli personele…

Kimin için?

Talebe için.

Kermes niçin?

O da talebe için.

Yani ismin farklılığı, faaliyetin değişikliği maksadı değiştirmiyor.

Hedef, “Allah yolunda”ki hizmetlere malî ibadetimizle destek olmak…

Vesselam…”

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3215-kermese-verilenler-zekat-sayilir-mi.html[/color]

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git
Seo4Smf 2.0 © SmfMod.Com | Smf Destek