Gönderen Konu: Reva  (Okunma sayısı 2483 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Reva
« : 21 Nisan 2014, 11:45:20 »

Reva


İstanbul’un merkezine yakın ama keşmekeşinden uzak bir yer olan Göktürk’e müşteri götürmüştüm. Otoban kadar geniş yoldan geri dönüyordum. Telsizin karıncaları arasından durak amirimiz Fahri Abi’nin sesini duydum: “Göktürk’ten bir müşteri alınacak, yakın olan varsa bildirsin.” Eski mikrofonları andıran ahizeyi elime aldım. “Ben Orhan” dedim. “Göktürk’ten şimdi çıktım, geri dönebilirim. Adres lütfen.” Emektar taksici bana adresi tarif ettikten sonra ekledi: “ismini vermek istemeyen bir iş adamı aradı, annesi evden alınacakmış. Hanımefendi hazır bir vaziyette seni bekliyormuş. Parası alındı ona göre. Gideceği adresi de söylediler. Not alıyor musun? …”

Evi bulmam zor olmadı. Çevrede müstakil bina bir tek burası vardı. Zile dokunmaya fırsat kalmadan kapı açıldı. Kapıyı kısa boylu, hafif kambur bir teyze açtı. Elindeki kâğıtları katlarken bana çantaları işaret etti. iki ağır bavulu bagaja attım. Teyzeyi ön koltuğa buyur ettim. Taksiyi hareket ettirmeden önce usulen sordum: “Nereye teyzeciğim?” Kadıncağız tiz sesiyle hemen cevap verdi: “Mütekâithaneye çek evladım.”

Müşterilerimle konuşmayı severim. Ama Ayşe Teyze kadar muhabbet eden birine rastlamamıştım. Bana karşı ketum davranmadı. “Sen benim evladım sayılırsın.” dedi, anlatmaya başladı. Önce ‘mütekâit’in emekli demek olduğunu, ‘tekâüt’ten geldiğini söyledi. Bu sırada da “Siz gençler eski kelimeleri pek bilmezseniz.” diye payladı beni. Sonra yanlış anlamaya mahal vermeyerek mütekâithanenin bizim bildiğimiz huzur evi gibi bir yer olmadığını da ifade etti. Meğer emekli maaşının yarısı kadar bir miktarı mütekâithaneye verip, hayatını kiracıdan farksız bir şekilde geçirebiliyormuşsun. Kendi isteği ile gittiğini de söyledi Ayşe Teyze, kimseye yük olmak istemediğini de. Bunları söylerken kendisine emekli maaşını bıraktığı için rahmetli Sabri Amca’ya dualar ediyordu.

Ayşe Teyze, sormama gerek kalmadan hayatını özetlemişti. Genç yaşta evlendiğinden, kocasının ilk çocuğun doğumundan sonra Kore Savaşı’na gidişinden, o, savaştayken köylülerinin “Sen artık ümidi kes, giden geri gelmez.” diyerek şaka yollu onu korkuttuklarından, sonra köyün işlerinden, tarladan, tırpandan, sürüden, hayvandan, altı çocuğu büyütüp evlendirdiğinden, iki tanesini daha bebekken toprağa verdiğinden bahsetti. Sonra kocasını şehre taşınmaya güç bela ikna ettiğinden, rahmetlinin biraz inatçı olduğundan da söz etti. Hatta amca, emekli olduktan sonra birçok emekli gibi perdesi sonuna kadar açılmış camın önünde sabahtan akşama karşılıklı çay içip bulmaca çözdüklerinden, o günleri çok özlediğinden de bahsetti. Bu sırada biraz gözleri dolmuş olacak ki elindeki kâğıdı torpido gözüne bırakıp cebinden çıkardığı mendille yanaklarını sildi.

Kendi isteğimle gidiyorum demeseydi belki sormazdım; ama mevzu açıldığı için çoluk çocuğunu, torun tombalaklarını sordum. Hepsinden Allah razı olsun, diye başladığı sözü, ‘Onları çok severim.’ diye bitirdi. Oğulları onun için bir taneydiler, gelinler biricik. Torunlar ise hiçbir şey ile kıyas kabul etmezdi.

Ayşe Teyze, daha anlatacaktı; fakat yeni hayatının kapısına gelmiştik işte. inip ön koltuğun kapısını açtım. Onu, bavullarıyla birlikte kapıdaki görevlilere teslim ettim. On adımda bir dönüp, bana el salladı. Gözden kayboluncaya kadar ardından baktım. Hava kararmıştı. Taksiye bindim. Daha fazla çalışamayacağımı anladım, bir telefon ile Fahri Abi’den müsaade istedim.

Ne zamandır eve çocuklar uyumadan gelmemiştim. Erkenden gelmem hem onlar için hem benim için iyi olacaktı. Bir nevi ‘on beş tatil’ yahut karne hediyesi. inmeden önce ruhsatı torpido gözüne koymak için davrandım, içeriden iki kâğıt düştü. Dikiz aynasının üstündeki puslu sarı ışıkta kargacık burgacık yazıları okumaya çalıştım.

“Sevgili oğullarım, gelinlerim ve torunlarım. Sizleri seviyorum. Beni gönderdiğiniz huzur evi bozması mütekâithane için hepinize minnettarım. Ama bari biriniz de çıkıp “Anne seni, biz kendi ellerimizle bıraksaydık.” deseydiniz. Keşke babanızın alın teriyle karılmış harcın yapıştırdığı tuğlaları yıkıp yerine çok daireli apartman dikmek sevdasına bu kadar kapılmasaydınız. Gözünüzü mülk bürümeseydi keşke. O ev, er ya da geç sizin olacaktı zaten. Böyle dediğime bakmayın hiçbirinize kırgın falan değilim. Ama hepinizin birer ikişer arabası var, bari taksici göndermeseydiniz kapıma. Ne gelinlerin seslerini yükseltip konuşmaları ne sizin arayıp sormamanız, hiçbir hareketiniz beni, kapıma taksi göndermeniz kadar yaralamamıştı. Ben yememiş yedirmiş; giymemiş giydirmişken bana bunu mu reva gördünüz? Neyse yine de evladımsınız, severim sizi. Birazdan zil çalacak ve taksici kapıda olacak. Emin olun onu sanki sizmişsiniz gibi karşılayacağım. Bavulları bagaja koyarken ellerimde büyütmüş gibi hasretle hareketlerini izleyeceğim, koluma girmeden önce aynı size yaptığım gibi anahtarı uzatıp kapıyı kilitlemesini rica edeceğim. Hatta yanımda siz varmışsınız gibi yine ön koltuğa oturacağım, sizinle muhabbet ediyorcasına.”

Mektup burada bitiyordu. Tahmin ediyorum ki o sırada ben zile basmamış olsam daha da devam ederdi. Teyzeye inandırılan tabirle mütekâithaneye, aslında huzur evine geri gidesim geldi. Ayşe Teyze’yi alıp evimde müsafir etmeyi düşündüm. Sonra bir şekilde oğullarının adreslerini öğrenip onları bulmak istedim. Bulunca hepsinden teker teker “Annenize bunu mu reva gördünüz?” diye sormak istedim. Hatta çalıştıkları gökdelenlerin önünde uzun uzun korna çalıp dikkat çektikten sonra avazım çıktığı kadar “Reva gördüğünüz bu mu?” diye haykırmak da istedim. içim o kadar daralmıştı ki gömleğimin üst düğmesini çözüp boynumu rahatlatmak ihtiyacı hissettim. Sonra Ayşe Teyze’nin kendine mutlu olabilecek şeyler bulabildiğine inanıp vazgeçtim hepsinden. Bu fikir biraz olsun rahatlattı beni.

Bu mektubu yazdığına göre çıkarken evde bırakacaktı diye düşündüm. Tabi ben aniden zile basınca ne yapacağını şaşırmış, şaşırınca da elinde kâğıtlarla taksiye binmiş, binince de torpidoya koyduktan sonra evde bıraktığını düşünüp inerken eksikliğini hissetmemişti. Kâğıtları katladım, ceketimin iç cebine koydum. Taksiyi kilitleyip her kapısını teker teker kontrol ettikten sonra üzerinde adımın yazılı olduğu zile bastım.


Erhan GENÇ | 11 Mart 2014 | http://insanvehayat.com/reva/