İmam-ı Gazali’yi görmemelerinin sebebi!

Başlatan İsra, 22 Aralık 2009, 05:38:19

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

Geçen hafta, büyük İslam âlimi İmam-ı Gazali hazretlerinin ölüm yıl dönümüydü. Dokuz asır önce (1111 yılında) ahirete irtihal etmişti. Diğer meşhur zatlar ile ilgili, anma günleri, anma haftaları, konferanslar düzenlenmesine rağmen, her nedense, İslam âleminin yetiştirdiği bu ender şahsiyetten pek bahsedilmiyor; şatafatlı anmalar yapılmıyor, gazeteci tabiri ile görülmüyor. Acaba bunun sebebi veya sebepleri nelerdir?

NİYETLERİ FARKLI
Günümüzde bu organizasyonları yapanlar genelde, mezhepleri inkâr eden, nakli esas alan din inancını ve yaşayışını kabul etmeyen dinde reform yanlısı kimselerdir. (Her ne kadar bunlar reformculuklarını içlerinde saklayıp, reforma karşı olduklarını(!) söyleseler de!)
Diğer bir grup da, dinle ilgisi olmayan; bu organizasyonları, gizli maksatlarına alet eden hümanistler, felsefeciler, siyonistler veya dünyalık elde etmek, şan şöhret sahibi olmak için tanzim eden kimselerdir.

Bu, ikinci grubun böyle bir organizasyon yapması beklenemez. Maksatları dolaylı yoldan İslamı yok etmek olan bu; felsefe ve akılcılık üzerine dayalı çalışma yürüten kimselerin felsefe ile mücadele eden, felsefenin dine sokulmasına mani olan İmam-ı Gazali gibi bir zat için anma günleri düzenlemeleri eşyanın tabiatına aykırıdır.

Birinci grup ise doğrudan felsefe bataklığına saplanmış değildir. Fakat, nakli esas almada gevşek davranmaları, vahiy yerine akıl ve mantığı zaman zaman öne çekmeleri sebebiyle felsefecilere yakındırlar. Ehl-i sünneti, nakli esas almadıkları için kafalarının bir köşesinde felsefe yer bulur. Bunun için, İmam-ı Gazali gibi, vahyi her şeyin üstünde tutan, dine, felsefe ve insani düşüncelerin sokulmamasında ciddi mücadele eden bir zatı anmak, gündemde tutmak akıllarına gelmez.

İmam-ı Gazali hazretleri döneminde İslam âlemi, felsefe tasallutuna maruz kalmıştı. Felsefecilerin sadece aklı esas alan düşünceleri İslam âleminde hızla yayılmaya başlamıştı. İmanın esasları, ibadetler akıl süzgecinden geçiriliyordu. Bu, küfre dayalı felsefe düşüncesi büyük tehdit oluşturmaya başlamıştı; neredeyse vahiy inancının yerini felsefi inançlar alacaktı.

İşte böyle karanlık; iman ve küfrün karışık olduğu bir dönemde İmam-ı Gazali hazretleri ortaya çıkıp bunun mücadelesini verdi. Ehli sünnet inancını savundu. Yunanca’yı öğrenip, onların bozuk düşüncelerini kendi kitaplarından okuyarak, felsefenin ve felsefecilerin yanlışlarını, küfürlerini yüzlerine vurdu. İslam âlemine yayılmış kara bulutları bertaraf etti.

İBNİ SİNA, FARABİ VE İBNİ RÜŞT

Endülüs’te başlayıp, daha sonra bütün İslam ülkelerine yayılan, İbni Sina, Farabi ve İbni Rüşt’ün “küfür” olan ve din haline gelen felsefi düşüncelerini yok etti. İslam âlemini büyük bir tehlikeden kurtardı. Eğer bu mübarek zat, bütün gücüyle ortaya çıkıp bunun mücadelesini vermeseydi, Ehl-i sünneti anlatmasaydı, on asır önce dinin yerini felsefe almış olacaktı.

Bunun için İmam-ı Gazali hazretleri bir mihenk taşıdır, insanların fikri yapısını gösteren çok önemli bir ölçüdür. Eğer bir kimse, bu büyük zatı tenkit ediyorsa, üstünlüğünü kabul etmiyorsa, mezhepsiz olduğu, dinin naklî olduğunu kabul etmediği; dine, felsefeyi, aklı, mantığı ortak etmek istediği fikri çıkar. Nakle dayalı olmayan yani vahiy kaynaklı olmayan, kişinin kendi düşünceleri din olmaz, şahsi fikir olur.

Bazıları da, felsefecilerin etkisi altında kalarak İmam-ı Gazali hazretlerini felsefeci zannediyor. Bunun sebebi, felsefe ile tefekkür arasındaki mühim farkı bilmemektir. Felsefeciler aklı rehber edinmişlerdir. Mütefekkirler, İslam âlimleri ise aklı kullanmakla berâber, akla da rehber olarak peygamberleri ve onların bildirdiği îmânı almışlardır. Göz için ışık ne ise, akıl için îman odur. Işık olmayınca göz göremediği gibi îman olmayınca akıl da doğru yolda yürüyemez...

Mehmet Oruç

alıntı

Allah Razı Olsun sizden ve Mehmet Oruç Hocamızdan.

Gerçekten bilgilendirici konuları kaleme alıyorlar...

Günbatımı

Alıntı yapılan: İsra - 22 Aralık 2009, 05:38:19
Göz için ışık ne ise, akıl için îman odur. Işık olmayınca göz göremediği gibi îman olmayınca akıl da doğru yolda yürüyemez...

Allah razı olsun, çok önemli noktalar...
Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana 

İsra


İsra

İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin yaşadığı devirde, İslâm âleminde siyasî ve dinî bakımdan büyük bir kargaşalık hüküm sürüyordu. Şöyle ki: Bağdat’ta Abbâsî halîfelerinin hâkimiyeti zayıflamaya yüz tutmuş, bunun yanında Büyük Selçuklu Devletinin sınırları genişliyor ve nüfûzu artıyordu. Fakat, Selçuklu sınırlarının dışında ise alabildiğine karışıklık hakimdi.

BOZUK FIRKALAR YAYILMIŞTI

Hasan Sabbah ve adamları, bozuk İsmâiliyye fırkasını yaymaya çalışıyorlardı. Mısır’da devlet otoritesi zaafa uğramış, Avrupa’da ise Endülüs’te felsefi fikirler dinin yerini almaya başlamıştı. Kudüs’ü Müslümanlardan almak için ilk Haçlı Seferleri de İmâm-ı Gazâlî zamanında başlamıştı.
İslâm âlemindeki bu siyâsî karışıklıkların yanında bir de fikir ve düşünce ayrılıkları vardı. Bütün bunlar; Müslümanların birliğini doğrudan doğruya askerî kuvvetle ve ilim yoluyla yıkamayan iç ve dış düşmanların, halk arasında bozuk ve sapık fikirleri yayabilmeleri için çok uygun bir zemin teşkil ediyordu.

Bir taraftan eski Yunan felsefesinin etkisinde kalan, İbni Sina, Farabi, İbni Rüşt gibi felsefecilerin bozuk fikirleri İslâm inançlarına karıştırıldı. Diğer taraftan Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin mânâsını değiştirerek ve kendi bozuk düşüncelerini katarak açıklamaya kalkışan Bâtınî ve Mûtezile gibi bozuk fırkaların inançları İslâma sokuldu.

İşte böyle karışık bir zamanda, İmam-ı Gazali Ehl-i sünnetin müdâfaasını üstlenmiştir. İslâm âlimlerinin başında aklî ve naklî ilimlerde zamanın en büyük âlimi, müctehid ve asrın müceddîdi olan İmâm-ı Gazâlî, bir taraftan kıymetli talebeler yetiştiriyor, bir taraftan da sapık fırkaların bozuk inançlarını çürütmek ve Müslümanların bunlara aldanmamaları için okuyacakları kıymetli kitaplar yazıyordu.

Üç yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvileriyle ezbere bilen ve “Hüccet-ül-İslâm” adıyla meşhur olan İmâm-ı Gazâlî, İslâmın yirmi temel ilmi ile bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde de söz sâhibiydi. Hadis ve Usûl-i Hadîs ilimlerinde ilim deryâsı olan bu büyük âlimin kitaplarında mevdu hadîs var diyerek, İmâm-ı Gazâlî’de eksiklik aramak, ilmin hakîkatini, İslâm âliminin derecesini bilmemektir.

Zamanında yaşayan ve sonra gelen gerçek âlimler onun kitaplarını senet kabul etmişlerdir. Mezhepleri kaldırarak dinde reform yapmak ve dine felsefeyi sokmak isteyenler ise onun kitaplarına karşı gelerek açık-gizli düşmanlık yapmışlardır.

Eğer bugün, İslamiyet Asr-ı saadetteki saflığı ile bize kadar gelmişse bunda İmam-ı Gazali hazretlerinin büyük emeği vardır. Bunun için bu büyük İmam’a şükran borçluyuz.

RAHMETTEN UZAK KALACAK KİMSE!

Hüccet-ül-İslâm İmâm-ı Gazâlî, nasihat isteyen bir yakınına şu cevabı yazıp gönderdi:

Ey sevgili oğlum ve sâdık dostum! Bütün nasihatler Peygamberimizden alınmıştır. O’ndan gelmeyen nasihatler faydasızdır. Peygamberimizin dünyaya yayılan nasihatlerinden biri şudur: “Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmeyeceğine, ona gazab ve azâb edeceğine alâmet, dünyaya ve âhirete faydası dokunmayan şeylerle meşgûl olması, zamanlarını lüzûmsuz şeylerle öldürmesidir. Bir kimsenin ömründen bir saati, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçerse, ne kadar çok pişman olsa, üzülse yeridir. Bir kimse kırk yaşını geçtiği hâlde onun hayırlı işleri, ya’nî sevâbları, kötü işlerinden, ya’nî günâhlarından ziyâde olmadı ise, Cehenneme hazırlansın.”

Yapılan her işin, ibâdetin de dîne uygun olması lâzımdır. Peygamber efendimiz bunun için, eskiden kalma ilimleri ve âdetleri neshetti, değiştirdi. O hâlde, İslâmiyetin müsaadesi olmadan ağzını açmamak lâzımdır. İslâmiyette yeri olmayan sözler ve ilimler ve şehvet ile karışmış gâfil kalb, şekâvet ve felâket alâmetleridir.

Şu hâlde, ibâdet demek, kişinin kendi kafasına göre namaz kılmak, oruç tutmak değildir. İbâdet demek, İslâmiyetin emirlerine uymak demektir. Yapılan ameller İslâmiyete uygun olunca, ibâdet olur; ahirette faydası görülür. Böyle olmazsa yapılan ameller kişiye fayda yerine zarar verir, onun helâkine sebep olur..

Mehmet Oruç