Kalp ayağınızla rıza yollarında koşabilirsiniz!

Başlatan İsra, 02 Mayıs 2012, 01:18:11

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

İsra

Bir arkadaşla konuşuyoruz. Söz arasında diyor ki; “Allah’ın rızasını kazandıracak şeyler zor, Allah’ın gazabına sebep olan şeyler ise kolay…”

İlk bakışta doğru gibi görünüyor, ama biraz düşününce tereddüt ediyorum: “Acaba gerçekten öyle mi? Gerçekten günahlar kolay, sevaplar zor mu?”

Mesela, adam öldürmek kolay mı? Hırsızlık yapmak, zina etmek, alışmamış birisinin kolayca yapabileceği işlerden mi?

En kolay görünen, içki içmek bile (filmlerde gördüğümüz kadarıyla) alışkın olmayan kişilerin önce yüzünü ekşitiyor, sonra boğazını yakıyor, ardından midesini bulandırıyor. Hatta çoğumuzun, ufak görüp işleyiverdiğimiz günahlar bile kolay değil aslında! Mesela, bir insanın gıybetini yapmak çok mu kolay?

Alışmamış bir insan, bir daha yüzüne bakacağı kişinin arkasından ileri geri konuşabilir mi? “Ya bu sözüm kulağına giderse! Bu da aramızda bir husumete sebep olursa” diye korkmaz mı? “Ben ne biçim bir insanım? İkiyüzlü, hain, güvenilmez biriyim” diye, huzursuzluk duymaz mı? Duyar elbette. Allah’ın razı olmadığı işlerin, davranışların hemen hepsi böyledir; insanın vicdanında sıkıntı hissine sebep olur. Hatta nefse en uygun görünen günahlar bile…

Alışmamış bir insan, parayı, nimetleri israf ettiğinde, içinden suçluluk duyar. Çünkü kalbi, o israfın ne kadar düşüncesizce, bencilce bir hareket olduğunu bilmektedir. Gerçekten de günah ve kötülük olarak her ne varsa hepsi de bozulmamış bir kalbi rahatsız edecek şeylerdir. Peygamber Efendimiz de buna işaretle; “Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye, nice nice fetvalar verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned)

Demek ki adet haline gelmediği sürece, günah işlemek kalbe huzursuzluk verir. Çünkü aslında günahlar, hiç de fıtri, yani yaratılışımıza uygun şeyler değildir. Fakat ilk zamanlar gönlümüzde huzursuzluğa sebep olduğu halde, o huzursuzluk hissi zamanla alışkanlık yapıyor. Tıpkı bir uyuşturucunun tiryakiler için ihtiyaç haline gelmesi gibi o hissin tiryakisi olanlar ortaya çıkıyor.

Kolay ama mükâfatı büyük işler

Sevap işlemek de zor değil! Bir düşünelim, Allah’ın rızasını kazandıran ameller gerçekten zor mu?

Hangi birimiz, ‘Allah’ı zikretmek zordur, herkes buna güç yetiremez’ diyebilir? Hâlbuki “… Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir.” (Ânkebut: 45)

Ebu'd-Derda radıyAllahu anh anlatıyor: “Resulullah sallAllahu aleyhi vesellem, (bir gün) sordu:

- En hayırlı olan ve derecenizi en ziyade artıran, Melîk'inizin yanında en temiz, sizin için gümüş ve altın paralar bağışlamaktan daha sevaplı, düşmanla karşılaşıp boyunlarını vurmanız veya boyunlarınızı vurmalarından sizin için daha hayırlı olan amelinizin hangisi olduğunu haber vereyim mi? Ashab-ı Kiram:
- Evet! Ey Allah'ın Resulü, dediler.
- Allah’ın zikridir! Buyurdu. (Tirmizi, İmam Malik)

Zikretmek en kolay ibadet olduğu halde, sevabı bu kadar büyüktür. Allah’ın Resulü’nün, amellere güç yetiremediğinden dert yanan bir sahabeye, “Dilin zikrullahın tespihiyle daima ıslak olsun” (Tirmizî) diye, tavsiyede bulunduğunu biliyoruz.
   

Yine, Peygamber Efendimizin, sevabı çok olan şu tesbihatı talim ettirirken: “Dile hafif, mizanda ağır gelen ve Rahman olan Allah'ı razı eden iki cümle vardır ki bunlar: ‘Subhanellahi vebihamdihi’, ‘Subhanellahi’l-Azim’ cümleleridir” (Buhârî) buyuruyor.

Otururken, yürürken, otobüs beklerken, dilimizin tesbihât ve dualarla kımıldamasının bir zorluğu olduğunu kimse söyleyemez. Aksine insan, dilini zikre alıştırsa ruhu bu manevi gıdaya ihtiyaç duyar hale gelir. Öyle ki biri yanına gelip onu lüzumsuz sözlerle meşgul etse rahatsız olur.

“Şu lüzumsuz konularla beni meşgul eden şu kimse, kalkıp gitse de ben yine rahatça zikrime devam etsem” diye içinden geçirir. Hatta gitmesini beklemez, o lüzumsuz sözlere kalbini kapatır, kendisini yine zikre verir.

Ayeti kerimede; “Onlar boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selam olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz’ derler.” (Kasas; 55) diye övülen, hakiki Müslümanlardan olur.

Peygamber Efendimizin, “Gafiller arasında Allah’ı zikredenler” için çok büyük müjdeleri vardır. Buna devam edenlerin Allah’ın katındaki yüksek derecesini bildiren övgülerin yanında, bu salih kulların cennetteki yerini görmeden ölmeyeceği de müjdelenmiştir. (Câmiü’s Sağîr)

Demek ki Allah’ın rızasını kazanmak zor değildir. Son derece kolay, herkesin, her yerde, her zaman yapabileceği bir iş iken, aynı zamanda da Allah katında çok değerli olabilmektedir. Büyük mükâfat vaat edilen güzel amellerin, birçoğu da böyle kolaydır…

Namaz kılmak, Kur’an okumak, selam vermek, besmele çekmek, hamd etmek, salâvat getirmek, dua etmek, ya hayır söz söylemek ya susmak, müminlere gülümseyip tebessüm etmek… Bunların hangisi için zor diyebiliriz? Hiçbiri haddi zatında zor eylemler değildir. Mesela, hangi birimiz, Allah Resulüne salâvat getirmekten aciziz?

Kalp ayağınızla rıza yollarında koşabilirsiniz!

Allah’ın rızasını kazandıran salih ameller, sadece bu zikirlerden de ibaret değildir. Kişinin kalbi, tefekkürle meşgul ise sükûtu da ibadettir. Ebu’d-Derdâ radıyAllahu anhu şöyle buyurmuştur: “Bir saat tefekkür; kırk gece nafile ibadetten üstündür.” (Deylemî)

Hayatımızın muhasebesini yapmak, tevbe ve istiğfara vesile olarak kendimize çeki düzen vermemizi kolaylaştırır. Allah-u Zülcelal’in, bizi her yerde her zaman gördüğünü düşünmek, sorumluluk duygumuzu geliştirir. Ayrıca, Allah’ın yarattıkları üzerinde tefekkür etmek de çok büyük bir ibadettir. Yüce Yaratıcımızın, yarattıkları üzerinde tecelli eden esma ve sıfatları üzerinde tefekkür etmek, onun yüceliğine hayranlık duyup ürpermemize ve haşyete kapılmamıza vesile olmalıdır.

Tefekkür etmek için hiçbir imkâna ihtiyacımız yok. Evde, okulda, yolda, işte, her zaman tefekkür edebiliriz. Kendi gayretimizle tefekküre yoğunlaşamıyor olsak bile, tefekkür hususunda bize rehberlik yapacak çeşitli imkânlar var. Mesela radyo ve televizyonda oyalayıcı, eğlendirici programlar yerine, tefekküre vesile olan programlarla meşgul olabiliriz. İş yerimizdeki bilgisayarda, Kur’an-ı Kerim ve sohbet gibi tefekküre vesile olan kayıtları izleyebilir veya dinleyebiliriz.

Bu şekilde kalbimizin gaflete dalmasına mani olabilir, yönünü, daima Allah (c.c.) sevgisi ve ahiret rağbetine ayarlayabiliriz. Eğer kalbimizin ayarlarını devamlı kontrol altında tutarsak vicdanımız, bize, Allah’ın razı olacağı amelleri bilmekte ve yapmakta yardımcı olur. Hem okuduğumuz kitap ve dergileri iyi seçersek bize sık sık hatırlatmalarda bulunur ve Allah’ın razı olacağı bir ömür geçirmenin yollarını öğretebilir.

Konuşurken, gülümserken kazanın

Esasen Allah’ın razı olacağı salih ameller bir çeşit değil, çeşit çeşittir. Mesela, Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle, güzel bir söz söylemek, adaletle, yerli yerince konuşmak sadakadır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın sevdiği amellerden bahsedilirken, adaletli olmak gibi kalbî amellere dikkat çekilir.

Yine, insanlara faydalı olacak güzel bir nasihat, hayatı anlamsızca tükenip gitmekten kurtaracak kadar büyük bir amel olabilir. Rabbimiz Asr Sûresi’nde, “İnsanların çoğunun, sonunda pişmanlık çekecek şekilde ömürlerini tükettiklerine” yemin etmiş, daha sonra, “İman edip, salih amel işleyenlerle, hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna” buyurmuştur.
   

Gün boyunca, hiç zahmet çekmeden yapabileceğimiz birçok ibadet vardır. Mesela, tebessüm etmek yani, güler yüzlü olmak; evde, yolda, araçlarda, okulda, işte, herkese gülümseyebiliriz. Sonra, tanıdığımız tanımadığımız herkese selam vermek; sadece yolda karşılaştığımız kişilere değil; eşimizi, dostumuzu sadece selam verip hal hatır sormak için aramak, ziyaret etmek… Başta anne babamız olmak üzere, akrabalarımızı arayıp sormak, gönüllerini almak…

Allah-u Teâlâ, ahir zaman ümmetine, çok büyük kolaylıklar vermiş. Elinizdeki telefonun bir tuşuna basıp dünyanın öbür ucundaki kişilerle bile konuşabilirsiniz. Buna rağmen, akrabalık bağlarını koparırsanız bunun hesabını nasıl verirsiniz?

Hayrın azı dahi az değildir!

Allah’ı razı edecek amellerin başında “iyilik yapmak” geliyor… Gün boyunca yapılabilecek o kadar çok iyilik var ki! ... Mesela, otobüste bir yaşlıya yer vermek, işini yapmakta acizlik duyan birine yardım edivermek gibi... Bir hadis-i şerifte Allah rızası için hürmet edilecek kişiler şöyle zikredilmiştir: “Yaşlı Müslüman’a, hafız-ı Kuran’a ve adalet sahibi yöneticiye hürmet etmek, Allah’a tazim etmekten ileri gelir.” (Riyazu’s-Salihin)

Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat göstermek; sadece kendi çocuklarına karşı değil, ümmetin çocuk ve gençlerine rahmet nazarıyla bakmak…

Allah’ın rızasını kazandıracak yollar o kadar çok ki; sadece yaptıklarımızla değil, hissettiklerimizle de Allah’a yaklaşmamız mümkün. Hadis-i şerifte buyrulur, “Her kim; Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir ve (İslam'a aykırı hususlarda) Allah için vermekten uzak durursa imanını kemale erdirmiş olur.” (Tirmizî)

Kısacası, her ne kadar zalim ve cahil olan nefsimizin gözlüğünden bakılınca, cehennemin yolları zevkli şeylerle, cennetin yolları zahmetli şeylerle döşeli olsa da aslında, cennete götüren amellerin de o kadar zor olmadığı anlaşılacaktır. Yeter ki alışkanlık kazanalım.

Başta da söylediğimiz gibi esasen günahlar, yaratılışımıza uygun ve kolay olmadığı halde, alışkanlık yüzünden sanki kolaymış gibi işleniyor. Tıpkı bunun gibi salih ameller de alışkanlık kesbetmediğimiz için zor geliyor. Gerçekten de alışkanlığın insan fıtratında büyük tesirleri var. Hatta İslam âlimleri, “Âdet ve alışkanlıklar, ikinci bir tabiattır” demişler.

İnsanoğlu alışkanlık kazanınca tabiatına aykırı bir ameli kolayca işleyiverirken; alışmayınca, yaratılışına çok uygun ve çok güzel bir ameli bile işleyemiyor. Tıpkı alkole alışıp da su içemeyen insanların olması gibi…

Öyleyse bize düşen, hiçbir hayırlı işi küçük görmemek, Allah’ın rızasına niyet ederek yapmaya devam etmek…

HATİCE KÜBRA ERGİN