Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Son İletiler

#1
Cehennem hükmü verilen biri nasıl kurtulur cehennemden?

Bu konuda üç rivayet vardır.

Rivayet 1:" Bir kişi cehenneme doğru götürülürken,arkasına dönüp:"benim rabbim hakkında düşüncem böyle degildi" der. Allah:"Senin benim hakkımda düşüncen nedir?" diye sorar. Cehenneme götürülen kişi:"Ben Rabbimin Ğaffûr ve Rahîm (Sonsuz mağfiret ve merhamet sahibi)olduğuna inandım" der. Bunun üzerine Allah şöyle cevap verir:"Şüphesiz onun benim hakkımda hüsn-i  zannı var,elbette onu cennete koyacağım"der.

Rivayet2:"Bir adam cehenneme götürülürken"ben Allah'ın rahmetinden ümit kesmedim" diyerek cehennemden kurtulduğu söylenir."

Rivayet3"Bir adamın cehenneme götürülürken ,arkasını dönerek bakar,sağına soluna bakar, etrafına bakar. Allah neden böyle yaptığını sorar. Cehenneme götürülen adam,günahlarının Allah tarafından bagışlanacağına inandığını söylemesi üzerine Allah adamı cehenneme atmaktan vazgeçer.
#2
Cehennem azabı nedendir,ayetler ne diyor ?

38. Her nefis, yaptıklarına karşılık bir rehindir;
39. Ancak hakkın ve erdemin tarafında olanlar başka.
40-41. Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar.
42. "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye uzaktan sorarlar.
43. Onlar şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik;
44. Yoksulu doyurmuyorduk;
45. (Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk,
46. Ceza gününü de asılsız sayıyorduk,
47. Sonunda bize ölüm geldi çattı."
48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. (Müddessir, 74/38-48)

İş bitirilince şeytan da diyecek ki: "Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır." (Ibrahim suresi 22.ayet)

15/ EL-HİCR -39- İblîs şöyle dedi: "Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara günâhları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!"
40- "Ancak içlerinden ihlâslı kulların müstesnâdır."
41- ALLÂH şöyle buyurdu: "İşte bana ulaşan dosdoğru yol budur."
42- "Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur."

► Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun (şirk) dışında kalanları dilediği kimse için bağışlar. Kim de Allah'a şirk koşarsa, hiç şüphesiz büyük bir günahla iftirada bulunmuş olur. (4/Nisâ 48)

Tevbe etmeden ölündüğü takdirde Allah'ın (cc) bağışlamayacağı tek günah şirktir. Şirk dışında kalan tüm günahlar, Allah'ın (cc) meşîetine kalmıştır. Dilerse bağışlar, dilerse bağışlamaz.
Şirk, İslam'ın ibadet olarak kabul ettiği bir eylemi Allah'tan (cc) başkasına yapmak ya da Allah'a (cc) ait sıfatlardan birini herhangi bir varlığa vermektir.
Şirkin birçok çeşidi vardır. Sevgide şirk (2/Bakara, 165), itaatte şirk (9/Tevbe, 31), dua ve ibadette şirk (7/A'râf, 37; 10/Yûnus, 106), yasama ve kanun koymada şirk (18/Kehf, 26; 42/Şûrâ, 21), bazı varlıkları toplumu kaynaştırmak için putlaştırma şirki (29/Ankebût, 25)...
Allah'a (cc) şirk koşan kimse, Allah'a (cc) en büyük iftirayı atmış, zulümlerin en büyüğünü işlemiştir (31/Lokmân, 13). Bu nedenle tüm amelleri boşa gitmiş (39/Zümer, 65) ve Allah (cc), cenneti ona haram kılmıştır (5/Mâide, 72)

- Ey Allah'ın Resûlü! Kişinin cennete veya cehenneme girmesini gerektiren iki  etken nedir? diye sordu.
Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem:
- "Allah'a ortak koşmadan ölen cennete girer; Allah'a şirk koşarak ölen de cehennemi boylar" buyurdu.
Müslim, Îmân 151

Cenab-ı Hak (c.c), Şura Sûresi 19-21. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
19-Allah, kullarına çok lütufkârdır. Dilediğini (dilediği şekilde) rızıklandırır.(*) Çünkü O, Kavî (pek kuvvetli)dir, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir.
20-Kim âhiret ekinini (kazancını) isterse, ona o ekininde (kazancında) ziyâdelik veririz (artırırız). Kim de (sâdece) dünya ekinini (kazancını) isterse, ona (da) ondan veririz; ama (bu takdirde) onun âhirette, hiçbir nasîbi olmaz.(**)
21-Yoksa onların, dinden Allah'ın kendisine izin vermediği şeyleri, kendilerine meşrû' kılan ortakları mı var? Hâlbuki (haklarında âhirette hüküm verileceğine dâir önceden söylenmiş) ayırma sözü olmasaydı, aralarında elbette hüküm verilmiş (işleri çoktan bitirilmiş) olurdu. İşte şübhesiz o zâlimler yok mu, onlar için, (pek) elemli bir azab vardır.

İsrâ suresi 18: Kim sadece şu peşin ve geçici dünya zevkini isteyip onun ardına düşerse, biz dilediğimiz kimseye takdir ettiğimiz miktarda o zevki tattırır, sonra da cehennemi ona mekân kılarız. O da kınanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme girer.

İsrâ suresi 19: Kim de âhiret hayatını ister ve bir mü'min olarak bütün gücüyle onu kazanmaya çalışırsa, işte bunların çalışmaları Hak katında kabul görüp güzel karşılık bulur.

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, bir gün Resûlullah (sas), "Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sordu. Ashâbı, "Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), "Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla gelir. Aynı zamanda şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş bir hâlde gelir. Bunun üzerine iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır." buyurdu.
(M6579 Müslim, Birr, 59)

Mü'minûn suresi 103.ayet:"Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; (çünkü onlar) ebedî cehennemdedirler."

Cehennemlik insanlar genel olarak,dünya hayatı için çalışmak hariç diğer dini ibadetlere önem vermezler,bundan dolayı cehennemlik olurlar.
#3
Bir günah işlediğinde kişinin başına hemen kötü birşey gelmemesi, o günahı işlemeyen insanlar olduğu içindir. Yani bir günah işleyene birşey olmuyorsa bu o günahın iyi bir şey olduğu anlamına gelmez. İşlediğiniz günah kötüdür,fakat o günahı işlemeyen insanlar vardır bu yüzden hemen cezalandırılmayız. Fakat genel olarak kabir ve mahşerde hem hesap vereceğiz,hemde cezamızı çekeceğizdir. Bir insan mesala bir musibete uğramadan evvel o musibete uğrayacağını bilmiyor ve musibete uğradığı zaman neler hissedeceğini bilmiyor. Bu kabir ve mahşer yeri içinde geçerlidir. Kabir ve mahşerde neler başına geleceğini insan önceden bilemiyor ve ne hissedeceğini bilmiyor. Burada ne ceza alacağımız önceden bilinmez. Başımıza gelmeden önce birşey insan,ne hissedeceğini kişi bilmiyor. Günahkar işlemekten konu açılmışken,birde şöyle bir misal verelim. En büyük günah zinadır,fakat oda bağışlanır, ama birde şu ayrıntı var, büyük bir günah olan zinadan hayâ etmeyen,daha başka ne kul haklarına girer kim bilir?.Bunada böyle bakmak lazım.
#4
Bir söz:"Bir gün gelecek hayata gözünüzü yumacak ve öleceksiniz,bir gün gelecek,hayata gözünüzü açacaksınız mahşer yerindesiniz."

#5
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müz...
Son İleti Gönderen Togika - 24 Nisan 2025, 15:24:43
Efendimiz (sav)'den rivayet olundu ki: Efendimiz (sav) Cebrail'e (as) sordu:
- Şu zâlimler kimlerdir?
Cebrail (as) buyurdu:
- Şol ümmetinden livâta edenlerdir. Livâta edenlerden hiç bir zâlim yoktur ki o murdar fiili ettiği yerde o cehennem taşlarından biri onun başı üzerinde asılı olarak durmasın! Maksat ondan düşüp o kimseyi helak etmesidir.
Nitekim Hak Teâlâ (cc) buyurur;
<< Biz onların helak olan şehirlerinden inkârı olan kimseler için nişanlar koyduk. Tâ ki ondan ibret alalar. Ve o murdar işten sakınalar. Onlar gibi helak olmayalar.>>( el- Ankebût sûresi, 35 )
Bâzı müfessirler, derler ki: Nişanlardan murad taşlardır. Cehennem taşları ki Lût kavminin üzerine yağdırılmıştır. Müslümanların ilk zamanlarında yaşayanları bunu müşahede etmişlerdir.
Bâzıları da derler ki: Nişandan maksat, o kara sudur. Helak edilen şehirlerin yerinden çıkmıştır. Şimdi göl büyücek ve murdar bir sudur. Uzaktan ona bakan korkar ve heybetinin te'siri altında kalır. O gölün adı, Lût gölüdür. Bu göl Musa (as)'ın türbesine yakındır.
Müellif der ki: << Kitabı yazmadan önce Hz. Musa'nın (as) kabrini ziyaret için oraya gittim. O esnada Lût gölünede uğradım, suya elimi soktuğumda elime yağ gibi bir şey bulaştı. Çok pis ve murdar koktu. Kırk gün miktarı elimden o murdar ve pis kokuyu aralayamadım. Kendi elimden kendim tiksinir oldum. çok ilaçlar etmek suratiyle zorla ve güçlükle o kokuyu elimden aralayabildim. O murdar fiilin eserini orada bu şekilde gördüm.>>
#6
METİNLER MÜZAKERELERİ / ALAKA HULASASI
Son İleti Gönderen kütahyavi - 21 Nisan 2025, 16:01:16
ALAKA

Alâka kitabı ilmi beyana dair bir kitaptır.
Musannıfı, Mahmud-u Antaki (hz) dir.
İlmi Beyanın Tarifi:   
 عِلْمٌ يُعْرَفُ بِهِ اِيرَادُ الْمَعْنىَ الْوَاحِدِ بِطُرُقٍ مُخْتَلِفَةٍ فِى وُضُوحِ الدَّلاَلَةِ عَلَيْهِ
Manası: Mana üzerine delaletin açıklığında muhtelif olan yollar ile, (Hakiki mananın delaleti açıktır. Mecazi mananın delaleti kısmen kapalıdır. Kinayenin delaleti ise kapalıdır.) kastedilen manayı ifade etmek kendisi ile bilinen bir ilimdir.
Mevzuu: Hakikat, Mecaz, Kinaye.
Gayesi: Düşünceleri yerine ve zamanına uygun olarak ifade edebilmektir.
ALÂKA
Mütekellimin muhataba meramını ifade etmesinin yolu üçtür: Hakikat, Mecaz, Kinaye.
Hakikat :
 لَفْظٌ مُسْتَعْمَلٌ فِيماَ وُضِعَ لَهُ مِنْ حَيْثُ اَنَّهُ مَا وُضِعَ لَهُ
Manası: Lafzın o mana için konulması şartı ile, konulduğu manada kullanılan lafızdır. رَأَيْتُ اَسَدًا فِى الْجَبَلِ
Mecaz: 
لَفْظٌ مُسْتَعْمَلٌ فِى غَيْرِ مَا وُضِعَ لَهُ مِنْ حَيْثُ اَنَّهُ غَيْرُهُ بِعَلاَقَةٍ بَيْنَهُمَا مَعَ قَرِينَةٍ مَانِعَةٍ عَنْ اِرَادَةِ الْمَوْضُوعِ لَهُ

Manası: Hakiki manayı murad etmeye mani bir karine ile beraber her ikisi arasında bir alaka ile konulduğu mananın dışında kullanılan lafızdır. رَأَيْتُ اَسَدًا فِى يَدِهِ سَيْفٌ
Kinaye:
لَفْظٌ مُسْتَعْمَلٌ فِى لاَزِمِ مَا وُضِعَ لَهُ بِلاَ قَرِينَةٍ مَانِعَةٍ عَنْهُ
Manası: Hakiki manayı murad etmeye mâni bir karine olmaksızın konulduğu mananın lazımında kullanılan lafızdır.  رَأَيْتُ رَجُلاً طَوِيلَ النَّجَادِ
-Mecazla kinaye arasındaki en önemli fark: Mecazlarda hakiki mana murad edilemez, kinayelerde edilebilir.
-Hakikat ve mecazın tariflerinde geçen Haysiyet kaydı, hakikat ve mecazın birbirine karışmasını önlemek içindir.
-Mecazın tarifindeki Alaka kaydı, kitabı işaret ederek ''şu atı tut'' kavlinde olduğu gibi bozuk galatı (Edebi olmayan ifadeyi) mecazdan çıkarmak içindir.
-Karine kaydı, kinayeyi çıkarmak içindir. (Çünkü kinayede, hakiki manayı murad etmeye mani bir karine yoktur.)
Mecaz
Mecaz iki kısımdır:
1-Mecazı Mürsel (Alakası müşabehet olmayan mecazlar.)
2-Mecazı İstiare (Alakası müşabehet olan mecazlar.)
Mecazı Mürseller:
(Alakası Müşabehet Olmayan Mecazlar)
اَعْجَبَنِى يَدُ فُلاَنٍ   مَصْدَرِيَّةْ   ١
بسم:يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ (فتح-10)   مَظْهَرِيَّةْ   ٢
شَرِبْتُ مِنَ الرَّاوِيَةِ   مُجَاوَرَةْ   ٣
اِطَّلَعتِ الْعَيْنُ عَلَيْنَا   جُزْئِيَّةْ   ٤
بسم:يَجْعَلُونَ أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم (بقرة-19)   كُلِّيَّةْ   ٥
رَعَيْنَا الْغَيْثَ   سَبَبِيَّةْ   ٦
اَمْطَرَتِ السَّمَاءُ نَبَاتًا   مُسَبَّبِيَّةْ   ٧
بسم:وَآتُوا الْيَتَامَى أَمْوَالَهُمْ (نساء-2)    كَوْنِ سَابِقْ   ٨
بسم:إِنِّي أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا  (يوسف-36)   كَوْنِ لَاحِقْ   ٩
بسم:وَاسْأَلِ الْقَرْيَةَ  (يوسف-82)   مَحَلِّيَّةْ   ١٠
بسم:فَفِي رَحْمَةِ اللّهِ (آل عمران-107)   حَالِيَّةْ   ١١
بسم:وَاجْعَلْ لِي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ  (شعراء-84)   آلِيَّةْ   ١٢
نِعْمَ الْاِبْلُ لَكِنْ غَلِيظُ الشَّفَةِ   اِطْلاَقْ   ١٣
وَلَكِنَّ زَنْجِىٌّ غَلِيظُ الْمَشَافِرِ   تَقْيِيدْ   ١٤
رَكِبْتُ دَابتَّاً صَاهِلَةً   عُمُومْ   ١٥
وَمَا مِنْ فَرَسٍ فِى الْاَرْضِ اِلاّ عَلَى اللهِ رِزْقُهَا   خُصُوصْ   ١٦
شمَّ زَيْدٌ اَلْمُسْكِرَ الَّذِى اُرِيقَ   قُوَّةْ   ١٧
اَدَّبْتُ زَيْدًا   لَازِمِيَّةْ   ١٨
ضَرَبْتُ زَيْدًا   مَلْزُومِيَّةْ   ١٩
اُخْرِجَ النَّارُ قَبْلَ النَّارِ مِنَ الشَّجَرِ الْاَخْضَرِ   عِلِّيَّةْ   ٢٠
اُوقِدَ الشَّمْعَةُ مِنَ الْحَرَارَةِ   مَعْلُولِيَّةْ   ٢١
رَجُلٌ ضَرْبٌ   مُتَعَلِّقِيَّةْ   ٢٢
بسم:لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ (واقعة-2)   مُتَعَلَّقِيَّةْ   ٢٣
بسم:وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ  (بقرة-143)   شَرْطِيَّةْ   ٢٤
بسم:مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ = قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ (مدّثّر-42)   مَشْرُوطِيَّةْ   ٢٥
فَهِمْتُ الْاَلْفَاظِ   دَالِّيَّةْ   ٢٦
قَرَأْتُ الْمَعَانِىَ   مَدْلُولِيَّةْ   ٢٧



MECAZI İSTİARE
(Alakası Müşabehet Olan Mecaz)

İstiareyle alakalı üç mezhep vardır:
1-Selef Alimleri
2-İmam-ı Sekkaki Hazretleri
3-Hatib-i Dımişki Hazretleri
SELEF ALİMLERİNE GÖRE İSTİARE
Selefe göre istiare İki kısımdır:
1-İstiare-i Musarraha (Açık İstiare)
2-İstiare-i Mekniyye (Kapalı İstiare)

İstiare-i Musarraha:
Müşebbehte kullanılan ve ibarede zikredilen  müşebbehü bih lafzıdır.
Misal : رَأَيْتُ اَسَدًا فِى يَدِهِ سَيْفٌ
''Ben elinde kılıç olan Arslan gördüm'' Kavlindeki "aslan" lafzı gibi.
Bu misalde:
Müşebbeh:  رَجُلْ (İbarede zikredilmemiştir.)
Müşebbehu Bih: اَسَدًا (İbarede zikredilmiştir.)

İstiare-i Mekniyye:     
Müşebbehte kullanılan ve ibarede zikredilmeyen  müşebbehu bih lafzıdır.
Misal: اَظْفَارُ المْنِيَّةِ نَشِبَتْ بِفُلَانٍ
''Ölümün pençesi filana yapıştı'' kavlinde, ibarede zikredilmeyen سَبُع (aslan, canavar manasına) lafzı gibi.
Bu misalde:
Müşebbeh: اَلمْنِيَّةِ (İbarede zikredilmiştir.)
Müşebbehu bih: سَبُع(İbarede zikredilmemiştir.)

Selef Alimlerine göre İstiare-i Musarrahanın taksimatı:
1:Musarraha-i Müfrede
2:Musarraha-i Mürekkebe
3:Musarraha-i Asliyye
4:Musarraha-i Tebeıyye
1:Musarraha-i Müfrede: Müfred (Yani kelime olup, cümle olmayan) olarak gelmiş bir  müşebbehte kullanılan, yine müfred olarak ibarede zikredilmiş müşebbehun bih lafzıdır
رَاَيْتُ اَسَدًا فِى يَدِهِ سَيْفٌ           
''Elinde kılıç olan aslan gördüm''
Müşbebbehun bih:  اسد(Aslan)
Müşebbeh:  رجل(Adam)
Her ikiside müfred olmuştur.

2:Musarraha-i Mürekkebe: Mürekkep (Cümle olarak ve bir takım işlerin bir araya gelmesinden oluşmuş) olarak gelmiş bir müşebbehte kullanılan, yine mürekkep olarak ibarede zikredilmiş müşebbehun bih lafzıdır.
Fetva vermekte tereddüt eden müftü de kullanılan
اِنِّى اَرَاكَ تُقَدِّمُ رِجْلًا وتُاَخِّرُ اُخْرَا   misalinde olduğu gibi.
''Ben seni, ayağını bir ileri bir geri atarken görüyorum''
Müşebbhubih: Ayağını bir ileri, bir geri atan kişi,
Müşebbeh: Fetva vermekte tereddüt eden müftü,
Her ikisi de mürekkep olmuştur.

3:Musarraha-i Asliyye: İstiare olunan lafzın, müştak (Türemiş isim) ve harf olmayıp, ya cins isim veya özel isim olmasıdır.
Cins İsme Misal:   رَاَيْتُ اَسَدًا فِى يَدِهِ سَيْفٌ           
Özel İsme misal: رَاَيْتُ الْيَوْمَ اَبَا حَنِيفَةَ   
''Ben bugün Ebu Hanife'yi gördüm''
İstiare olunan lafız Ebu Hanife, özel isim olmuştur.

4:Musarraha-i Tebaiyye: İstiare olunan lafzın, müştak (türemiş lafız) veya harf olmasıdır.
Müştaka misal : نَطَقَتِ الْحَالُ
''Hal konuştu'' (Hal delalet etti) misalinde istiare olunan lafız  نَطَقَت dır. Ve müştak lafız olmuştur. Çünkü mastar olan ''nutk'' dan müştaktır (türemiştir).

Harfe misal :عُذِّبَتْ اِمْرَاَةٌ فِى هِرَّةٍ 
''Kadın, kedinin içinde azap gördü'' misalinde İsitiare olunan lafız ''fi'' dir. Ve harf olmuştur.

İMAM-I SEKKAKİ HAZRETLERİNE GÖRE İSTİARE
İstiare-i Musarraha (Tarifi Selef gibi)
Dört kısımdır:
1:Müfrede: (Selef gibi)
2:Mürekkebe: (Selef gibi)
3:Tahkikiye: (Mecazi mana hissen yani beş duyu organı ile veya aklen tahakkuk ettiği zaman olur.
-Hissen tahakkuk ettiğine misal: "رَأَيْتُ اَسَدًا فِى يَدِهِ سَيْفٌ" misalindeki رَجُلُ شُجَاعْ (Cesaretli adam) gibi.
-Aklen tahakkuk ettiğine misal: اِهْدِنَا الصِّرَاطَ المستقيم" misalindeki ''din'' gibi.
4:Tahyiliyye: (Mecazi mananın, ne hissen ne de aklen tahakkuk etmeyip, bilakis vehmi yani hayali bir suret olmasıdır. اَظْفَارُ المْنِيَّةِ نَشِبَتْ بِفُلَانٍ misalindeki اَظْفَار lafzı gibi.

İstiare-i Mekniyye: Zikredilmeyen ve iddiai olan, yani gerçekte olmayıp, olduğu iddia edilen müşebehu bihte kullanılmış mezkur müşebbeh lafzıdır.   : اَظْفَارُ المْنِيَّةِ نَشِبَتْ بِفُلَانٍ gibi.

HATİB-İ DIMIŞKİ HAZRETLERİNE GÖRE İSTİARE:
İstiare:
-Mezkür manada, (yani daha önce ifade edildiği üzere) musarraha olur. Bu Musarraha da, Selef Alimlerinin taksimatı gibi dört kısımdır:
1-Müfrede, 2-Mürekkebe, 3-Asliye, 4-Tebeıyye,
-İstiare lafzının üzerine itlak olunduğu manada istiare ise üç kısımdır:
1-Musarraha, 2-Mekniyye, 3-Tahyiliyye,
1-Musarraha: (Selefin zikrettiği gibi)
2-Mekniyye: Kalpte bir şeyi diğer bir şeye teşbih edip, kalpte gizli olan bu teşbihe delalet etsin için müşebbehi bihin lazımını müşebbehe ispat etmektir.
Mecaz 4 Kısımdır
1:Mecaz-ı Luğavi
2:Mecaz-ı Akli
3:Mecaz Bizziyade
4:Mecaz Binnoksan

1-Mecaz-ı Luğavi: (Gerçek manasının dışında kullanılan lafız)
2-Mecaz-ı Akli: Bir şeyi, ait olmadığı şeye nisbet etmektir....
Misal :اَنْبَتَ الرَّبِيعُ الْبَقْلَ  ''İlkbahar otları bitirdi'' misalinde اَنْبَتَ fiilinin gerçek sahibi Allahü Tealadır.
3-Mecaz Bizziyade: Murad olunan mana üzerine zait bir şey ile iğrabı değişendir
Misal: لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَئ 
4-Mecaz Binnoksan: Noksanlıktan dolayı iğrabı değişendir.
Misal:وَاسْئَلِ الْقَرْيَةَ   
KİNAYE (İmalı İfade)
Mekniyyün anh (Kendisinden kinaye edilen, ima edilen) üç kısımdır:
1:Zat,
2:Sıfat,
3:Zat ile Sıfat arasındaki nisbet,
-Zat Misali:طَعَنَ فُلَانٌ مَجْمَعَ ضِغْنِكَ (Filan kişi, kin ve nefretin toplandığı yere dürttü.) misalinde kalpten kinaye vardır ki bu bir zattır.
-Sıfat Misali:  فُلَانٌ طَوِيلُ النَّجَادِ    (Filan kişinin kılıcının kını uzundur.) misalinde kişinin uzun boylu olmasından kinaye vardır ki bu bir sıfattır.
Nisbet Misali: اِنَّ الْكَرَمَ فِى بَيْتِ فُلَانٍ   (Cömertlik, falanın evindedir.) misalinde cömertlik sıfatı bir şahsa nisbet edilmiştir ki bu zat (falan kişi) ile sıfat (cömertlik) arasında bir nisbettir.


#7
METİNLER MÜZAKERELERİ / İsagoci Hulasası
Son İleti Gönderen kütahyavi - 21 Nisan 2025, 15:52:26
İSAGOCİ

Musannıfı; El Mufazzal bin Ömer bin El Mufazzal el Ebheri (Esîruddin diye meşhur olmuştur.)
''İsagoci'' kitabı, mantık ilminden bahsetmektedir. İlmi Mantığın tarifi:
   وَهُوَ آلَةٌ قَانُونِيَّةٌ تَعْصِمُ مُرَاعَاتُهَا الذِّهْنَ عَنِ الخْطَأِ فِى الْفِكْرِ    
''Kendisine riayet etmek, fikirdeki hatadan zihni koruyan kanuni bir alettir.''   
İlmi Mantığın babları dokuzdur.   

1:Külliyat-ı Hams: Beştir.
1-Cins: (Hayvan),
2-Nevi (İnsan),
3-Fasıl (Nâtık),
4-Araz-ı Âm (Nefes alıp-vermek),
5-Araz-ı Hâs (Zâhiklik-Gülücülük)'tan ibarettir.

2:Kavli Şarih:
Had ve Resim'den ibarettir.
Had iki kısımdır.
1:Hadd-i Tam (Hayvan-ı Natık),
2:Hadd-i Nakıs (Cism-i Nâtık)
Resim de iki kısımdır.
1:Resm-i Tâm (Hayvan-ı Zâhik),
2:Resmi Nâkıs (İnsan; gülücüdür, boyu diktir, derisi tüysüzdür, tırnakları geniştir.)

3:Kazâyâ:
قَوْلٌ يَصِحُّ اَنْ يُقَالَ لِقَا ئِلِهِ اِنّهُ صَادِقٌ فِيهِ اَوْ كَاذِبٌ فِيهِ
Sözü söyleyen için, ''Sözünde doğrudur'' veya ''Sözünde yanlıştır'' denilmesi sahih olan bir kavildir.

İki kısımdır:
1:Hamliye olur. Her iki tarafı da müfret olandır.
زَیْدٌ كَاتِبٌ
2:Şartıyye olur. Her iki tarafı da cümle olandır.
اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
Şartıyye iki kısımdır:
1: Muttasıla olur. Bir tarafın doğru olması diğer tarafa bağlı olandır.
اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
2: Munfasıla olur. İki taraf arasında zıtlık olandır.
اَلْعَدَدُ اِمَّا اَنْ یَكُونَ زَوْجًا اَوْ فَرْدًا
Muttasıla da iki kısımdır.
1: Lüzûmiyye olur. İki taraf arasında bağlantı olandır.
اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ


2: İttifâkıyye olur. İki taraf arasında bir bağlantı olmayandır.
اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً فَالْحِمَارُ نَهِقٌ

Munfasıla da üç kısımdır:
1: Mâniatül Cem-i Vel Huluvvi Mean (İki şeyin bir araya gelmesinde ve iki şeyden başka üçüncü bir şey olmasında mânî-engel olandır.)
اَلْعَدَدُ اِمَّا اَنْ یَكُونَ زَوْجًا اَوْ فَرْدًا
2: Maniatül Cem-i Fekat (Yalnızca, iki şeyin bir araya gelmesinde engel olup, üçüncü bir şey olmasında engel olmayandır.)
هَذَا الشَّیْءُ اِمَّا حَجَرٌ اَوْ شَجَرٌ ''Şu şey, ya taştır veya ağaçtır.''
3: Maniatül Huluvvi Fekat (İki şeyin bir araya gelmesinde engel olmayıp, üçüncü bir şey olmasında engel olandır.)
زَیْدٌ اِمَّا اَنْ یَكُونَ فِی الْبَحْرِ وَاِمَّا اَنْ لَا یَغْرِقَ
''Zeyd, ya denizdedir veya boğulmamaktadır.''
(یَغْرِق kelimesi, denizde boğulmayı ifade eder. Bu misalde Zeyd, hem denizde olup, hem de boğulmayabilir. (Gemiye binmiştir.) Dolayısı ile iki şeyin bir araya gelmesinde bir engel yoktur. Fakat Zeyd, hem denizde olmayıp (karada olup) hem de ''ğark'' olamaz. Çünkü ''ğark'', yalnızca denizde olur. Dolayısıyla iki şeyden başka üçüncü bir şey olmasına engel vardır.

4:Kıyas:
وَهُو َقَوْلٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ اَقْوَالٍ مَتَى سُلِّمَتْ لَزِمَ عَنْهَا لِذَاتِهَا قَوْلٌ آخَرُ
Bir takım kavillerden-sözlerden (Suğra ve Kübra'dan) meydana gelen bir kavildir ki, bu kavillerin doğruluğu kabul edilse başka bir kavil (Netice) lazım gelir.
İki kısımdır:
1:Kıyas-ı İktirânî (Neticenin aynısı veya zıddı, suğrâ ve kübrâ'da bulunmayandır.)
صغری  : كلُّ جِسْمٍ مُؤَلَّفٌ
كبری    : كلُّ مؤَلَّفٍ مُحْدَثٌ
نتیجه     : فَكُلُّ جِسْمٍ مُحْدَثٌ

2: Kıyas-ı İstisnâî (Neticenin aynısı veya zıddı, suğrâ ve kübrâ'da bulunandır.)
Neticenin aynısının bulunduğuna misal:
صغری  : اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً  فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
كبری    : لٰكِنَّ الشَّمْسَ طَالِعَةٌ
نتیجه     : فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
Neticenin zıttının bulunduğuna misal:
صغری  : اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً  فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
كبری    : لٰكِنَّ الشَّمْسَ لَیْسَتْ بِطَالِعَةٍ
نتیجه     : فَالنَّهَارُ لَیْسَ بِمَوْجُودٍ

5:Burhan:
وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّماَتٍ يَقِينِيَّةٍ ِلِاِنْتَاجِ الْيَقِينِ
''Kat'î netice elde etmek için kat'î mukaddimelerden meydana gelen bir kıyastır.''

Yakîniyyât (Kat'i Mukaddimeler) beştir;
1:Evveliyat:İki tarafı düşündüğümüz zaman, aklın hemen hüküm verebildiği kıyastır.
 اَلوَاحِدُ نِصْفُ الْاِثْنَیْنِ ''Bir, ikinin yarısıdır.'' demek gibi.
2:Müşahedat: Aklın, hislerimiz ile (Beş duyu organı ile) müşahede etmeye ihtiyaç duyduğu kıyastır.
 اَلشَّمسُ مُشْرِقَةٌ ''Güneş, aydınlatıcıdır.''
اَلنَّارُ مُحْرِقَةٌ ''Ateş, yakıcıdır.'' demek gibi.
3:Mücerrebat: Aklın, hüküm verebilmek için tekrar tekrar   tecrübeye ihtiyaç duyduğu kıyastır.
شُرْبُ السَّقَمُونِیَّا مُسْهِلُ الصَّفْرَاءِ
''Mahmude otunu içmek, safrayı izale edicidir.''
4:Hadsiyyat: Aklın, sebeplerden sonuçlara intikal etmesidir.
نُورُ الْقَمَرِ مُسْتَفَادٌ مِنَ الشَّمْسِ
''Ay'ın nuru, güneşten istifade olunmuştur, elde edilmiştir.''
5:Mütevatirat: Yalan söyleme ihtimali olmayan bir topluluğun verdiği haberdir.
مُحَمَّدٌ صعلم نَبِیٌّ صَدِقٌ
''Muhammet (s.a.v.) sadık bir nebidir.''
6:Kazaya Kıyasatühe Meahe:

6:Cedel:
وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ مَشْهُورَةٍ
''Meşhur mukaddimelerden meydana gelmiş bir kıyastır.''

7:Hıtabe:
وَهُوَ قِياَسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ مَقْبُو لَةٍ عَنْ شَخْصٍ مُعْتَقَدٍ فِيهِ اَوْ مَظْنُونَةٍ
''Kendisine güvenilen şahsın makbul mukaddimelerinden veya zannolunan mukaddimelerden meydana gelmiş bir kıyastır.''

8:Şiir:
وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ تَنْبَسِطُ مِنْهَا النَّفْسُ اَوْ تَنْقَبِضُ
''Kişinin, kendisinden hoşlandığı veya hoşlanmadığı bir takım mukaddimelerden meydana gelmiş bir kıyastır.''



9:Muğalata:
وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ كَاذِبَةٍ شَبِيهَةٍ بِالْحَقِّ اَوْ بِاالْمَشْهُورَتِ اَوْ مُقَدِّمَاتٍ وَهْمِيَّتٍ كَاذِبَةٍ
''Doğruya veya meşhura benzeyen yalan mukaddimelerden, veya hayali olan yalan mukaddimelerden meydana gelmiş bir kıyastır.''

(Yukarıda kitap, kısaca hulasa edildi. Teferruatı aşağıdaki gibidir.)

Lafzın, Vazolunduğu (Konulduğu) Mana Üzerine Delaleti Üçtür:                                                                                                                                                     1:Bil-Mutabaka: Lafız, vazolunduğu (Bir lafız, hangi manaya konuldu ise) mananın tamamı üzerine delalet eder. ''İnsan'' lafzının, konulduğu mana olan ''Hayvan-ı Natık'' manasına delalet etmesi gibi.

2:Bit-Tezammün: Lafız, vazolunduğu mananın bir cüz'ü üzerine delalet eder. ''İnsan'' lafzının, konulduğu mana olan ''Hayvan-ı Natık'' manasından bir cüz olan sadece ''Hayvan'' veya sadece ''Natık'' üzerine delalet etmesi gibi.

3:Bil-İltizam: Lafız, vazolunduğu mananın lazımı üzerine (O Manada bulunan bir özellik üzerine) delalet eder. ''İnsan'' lafzının, konulduğu mananın lazımı olan ''Kâtiplik'' üzerine delalet etmesi gibi.

Lafız iki kısma ayrılır:
1:Müfret (Tek, bileşik olmayan)
2:Mürekkeb (Bileşik olan, birkaç kelimeden oluşmuş)

Müfret:      
مُفْرَدْ: هُوَ الَّذِى لاَ يُراَدُ بِا لْجُزْءِ مِنْهُ دَلاَلَةٌ عَلَى جُزْءِ مَعْنَاهُ
''Lafızdan bir cüz ile, manasının bir cüz'ü üzerine delat murat olunmayandır.
''اِنْسَانْ'' Lafzı gibi.

Mürekkeb:
مُرَكَّبْ: هُوَ الَّذِى يُرَادُ بِا لْجُزْءِ مِنْهُ دَلاَلَةٌ عَلَى جُزْءِ مَعْنَاهُ
''Lafızdan bir cüz ile, manasının bir cüz'ü üzerine delat murat olunandır.
''رَمِی الْحِجَارَةِ''  ''Taş atıcı'' gibi.   
Müfret de iki kısma ayrılır:
1:Külli (Parçalardan oluşmuş bir ''bütün'')
2:Cüz-i (''Bütünü'' oluşturan ''parçalar'')




Külli:
كُلِّى: وَهُوَ الَّذِى لاَ يَمْنَعُ نَفْسُ تَصَوُّرِمَفْهُو مِهِ عَنْ وُقُوعِ الشِّرْكَةِ
''Sırf bir lafzın manasını düşünmek, Şirket vukuuna (ortaklarının da akla gelmesine) mâni (engel) olmayandır.''
اِنْسَانْ gibi.
(''İnsan'' denildiğinde, bu manada ortak olanların hepsini içine alır.)

Cüz-i:
جُزْئِ: وَهُوَ الَّذِ يَمْنَعُ نَفْسُ تَصَوُّرِ مَفْهُومِهِ عَنْ وُقُوعِ الشِّرْكَةِ
''Sırf bir lafzın manasını düşünmek, Şirket vukuuna (ortakların da akla gelmesine) mâni (engel) olandır.''
زَیْدْ gibi.
(''Zeyd'' denildiğinde, akla sadece o isim ile isimlendirilmiş olan kişi gelir.)
Külli de iki kısma ayrılır:
1:Zati
2:Arazi

Zati:
 وَهُو الَّذِى يَدْخُلُ فِى حَقِيقَةِ جُزْ ئِيَّا تِهِ
''Kendi cüzlerinin hakikatinde dahil olandır.''
اِنْسَانْ  ve فَرَسْ  e nisbetle حَیْوَانْ   gibi.
 (Hakikat demek, ''bir şeyi, o şey yapan şeydir.'' Mesela insanı insan yapan şey ''Hayvan-ı Natık'' olmasıdır. Dolayısıyla insanın hakikati, ''Hayvan-ı Natık''-Konuşan ve düşünen canlı olmasıdır.

Arazi:
وَهُو الَّذِى لَايَدْخُلُ فِى حَقِيقَةِ جُزْئِيَّاتِهِ
''Kendi cüzlerinin hakikatinde dahil olmayandır.''
اِنْسَانْ  a nisbetle ضَاحِكْ  lik gibi.

Bundan sonra İlmi mantık ''dokuz'' babdır.
1:Külliyat-ı Hams
2:Kavli Şarih
3:Kazaya
4:Kıyas
5:Burhan
6:Cedel
7:Hıtabe
8:Şiir
9:Muğalata

1.Külliyat-ı Hams (Beştir.)
1:Cins:
وَهُوَكُلِّىٌّ مَقُولٌ عَلَى كَثِيرِينَ مُخْتَلِفِينَ بِا لْحَقَايِقِ فِى جَوَابِ مَا هُوَ
''Ma hüve sorusunun cevabında, hakikatleri farklı olan şeylere cevap vaki olan küllidir.''
اَلْاِنْسَانُ وَ الْفَرَسُ مَا هُمَا ؟ ''İnsan ve atın hakikatleri nedir?''
حَیَوَانٌ 'Hayvandır.''

2:Nev'i:
وَهُوَ كُلِّىٌّ مَقُولٌ عَلَى كَثِيرِينَ مُخْتَلِفِينَ بِا لْعَدَدِ دُونَ الْحَقِيقَةِ فِى جَوَابِ مَا هُوَ
''Ma hüve sorusunun cevabında, hakikatleri değil de adetleri muhtelif olan şeylere cevap vaki olan küllidir.''
زَیْدٌ وَ عَمْرٌ مَا هُمَا ؟ ''Zeyd ve Amr nedirler?''
اِنْسَانٌ ''İnsandır.''
3:Fasıl:
وَهُوَكُلِّىٌّ مَقُولٌ عَلَى الشَّيْئِ فِى جَوَابِ اَىُّ شَيْئٍ هُوَ فِى ذَاتِهِ
''Eyyü şey'in hüve fî zatihi sorusunun cevabında, bir şeye cevap vaki olan küllidir.''
اَلْاِنْسَانُ اَیُّ شَیْءٍ هُوَ فِی ذَاتِهِ ''İnsanın hakikatinde olan şey nedir?''
نَاطِقٌ ''Konuşucudur.''

4:Araz-ı Has:
وَهُوَ كُلِّيَّةٌ تُقَالُ عَلَى مَا تَحْتَ حَقِيقَةٍ وَاحِدَةٍ فَقَطْ قَوْلاً عَرَضِيًّا
''Eyyü Şey'in hüve fi arazihi sorusunun cevabında, sadece bir hakikatin tahtındaki fertlere söylenen küllidir.''
اَلْاِنْسَانُ اَیُّ شَیْءٍ هُوَ فِی عَرَضِهِ ''İnsanın hakikatinde olmayıp, özelliği olan şey nedir?''
ضَاحِكٌ ''Gülücüdür.''

5:Araz-ı Âm:
وَهُوَكُلِّىٌّ يُقَالُ عَلَى مَا تَحْتَ حَقَا يِقَ مُخْتَلِفَةٍ قَوْلاً عَرَضِيًّا
''Eyyü Şey'in hüve fi arazihi sorusunun cevabında, yaratılışları muhtelif olan birçok fertlere cevap vaki olan küllidir.
اَلاِنْسَانُ وَ الْفَرَسُ اَیُّ شَئٍ هُمَا فِی عَرَضِهِمَا ''İnsan ve atın hakikatlerinde olmayıp, özelliği olan şey nedir?''
مُتَنَفِّسٌ ِ ''Nefes alıp vericidirler.''

2:Kavli Şarih (İkidir.)
1:Had (Bir şeyin hakikati üzerine delalet eden şeydir.)
2:Resim (Bir şeyin eseri/sureti üzerine delalet eden şeydir.)

Had iki kısımdır:
1:Hadd-i Tam:
وَهُوَ الَّذِى يَتَرَكَّبُ عَنْ جِنْسِ الشَّيْئِ وَفَصْلِهِ الْقَرِيبَيْنِ
''Cins-i garib ve fasl-ı garibden meydana gelendir.''
حَیَوَانٌ  نَاطِقٌ gibi.




2:Hadd-i Nakıs:
وَهُوَ الَّذِى يَتَرَكَّبُ عَنْ جِنْسِ الْبَعِيدِ وَ فَصْلِهِ الْقَرِيبِ
''Cins-i baîd ve fasl-ı karibinden meydana gelendir.''
جِسْمٌ  نَاطِقٌ gibi.

Resim de iki kısımdır:
1:Resm-i Tam:
وَهُوَالَّذِى يَتَرَكَّبُ عَنْ جِنْسِ الشَّيْئِ وَخَوَاصِّهِ اللاَّزِمَةِ
''Cins-i karib ve havâss-ı lazımeden (arazı has) meydana gelendir.''
حَیَوَانٌ  ضَاحِكٌ gibi.

2:Resm-i Nakıs:
وَهُوَ الَّذِى يَتَرَكَّبُ عَنْ عَرَضِيَّاتٍ تَخْتَصُّ جُمْلَتُهَا بِحَقِيقَةٍ وَاحِدَةٍ
''Tamamı bir hakikate mahsus olan arazlardan meydana gelendir.''
اَلْاِنْسَانُ مَاشٍ عَلَی قَدَمَیْهِ عَرِیضُ الْاَظْفَارِ بَادِی الْبَشَرَةِ مُسْتَقِیمُ الْقَامَةِ ضَحَّاكٌ بِالطَّبْعِ
''İnsan; iki ayağı üzerine yürür, tırnakları geniştir, derisi tüysüzdür, boyu dikinedir, tabiatıyla gülücüdür.''

3:Kazaya (Hüküm verebilmek)
قَوْلٌ يَصِحُّ اَنْ يُقَالَ لِقَا ئِلِهِ اِنّهُ صَادِقٌ فِيهِ اَوْ كَاذِبٌ فِيهِ
''Sözü söyleyen için, ''sözünde doğrudur'' veya ''sözünde yanlıştır'' diye söylenilmesi sahih olan kavildir.''
 
Kaziyye iki kısımdır:
1:Hamliye:
Her iki tarafı müfret olup cümle olmayandır.
زید كاتب gibi.
2:Şartıyye:
Her iki tarafı da cümle olandır.
اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً  فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
Şartıyye iki kısımdır:
1: Muttasıla olur. Bir tarafın doğru olması diğer tarafa bağlı olandır.
اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
2: Munfasıla olur. İki taraf arasında zıtlık olandır.
اَلْعَدَدُ اِمَّا اَنْ یَكُونَ زَوْجًا اَوْ فَرْدًا
Muttasıla da iki kısımdır.
1: Lüzûmiyye olur. İki taraf arasında bağlantı olandır.
اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ

2: İttifâkıyye olur. İki taraf arasında bir bağlantı olmayandır.
اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً فَالْحِمَارُ نَهِقٌ

Munfasıla da üç kısımdır:
1: Mâniatül Cem-i Vel Huluvvi Mean (İki şeyin bir araya gelmesinde ve iki şeyden başka üçüncü bir şey olmasında mânî-engel olandır.)
اَلْعَدَدُ اِمَّا اَنْ یَكُونَ زَوْجًا اَوْ فَرْدًا
2: Maniatül Cem-i Fekat (Yalnızca, iki şeyin bir araya gelmesinde engel olup, üçüncü bir şey olmasında engel olmayandır.)
هَذَا الشَّیْءُ اِمَّا حَجَرٌ اَوْ شَجَرٌ ''Şu şey, ya taştır veya ağaçtır.''
3: Maniatül Huluvvi Fekat (İki şeyin bir araya gelmesinde engel olmayıp, üçüncü bir şey olmasında engel olandır.)
زَیْدٌ اِمَّا اَنْ یَكُونَ فِی الْبَحْرِ وَاِمَّا اَنْ لَا یَغْرِقَ
''Zeyd, ya denizdedir veya boğulmamaktadır.''
(یَغْرِق kelimesi, denizde boğulmayı ifade eder. Bu misalde Zeyd, hem denizde olup, hem de boğulmayabilir. (Gemiye binmiştir.) Dolayısı ile iki şeyin bir araya gelmesinde bir engel yoktur. Fakat Zeyd, hem denizde olmayıp (karada olup) hem de ''ğark'' olamaz. Çünkü ''ğark'', yalnızca denizde olur. Dolayısıyla iki şeyden başka üçüncü bir şey olmasına engel vardır.

Tenakuz (Zıtlık-Çelişki)
وَهُوَاخْتِلاَفُ الْقَضِيَّتَيْنِ بِاْلاِيجَابِ وَالسَّلْبِ بِحَيْثُ تَقْتَضِى لِذَاتِهِ اَنْ يَكُونَ اِحْدَاهُمَا صَادِقَةً وَاْلاُخْرَى كَاذِبَةً
''İki kaziyyenin, mucibe (olumlu) ve salibe (olumsuz) olmakta ihtilaf etmesidir ki, bu ihtilaf iki kaziyeden birinin doğru diğerinin yanlış olmasını icap ettirir.''
زَیدٌ  كَاتِبٌ  زَیدٌ  لیس  بِكَاتِبٍ ''Zeyd katiptir, Zeyd katip değildir.'' gibi.

Mucibe-i Külliyenin nakizi (zıddı) Salibe-i cüz-iyye'dir.
 كُلُّ اِنْسَانٍ كَاتِبٌ -و بَعْضُ الْاِنْسَانِ لَیْسَ بِكَاتِبٍ
''Her insan katiptir, Bazı insanlar katip değildir.''

Salibe-i Külliyenin nakizi (zıttı) mucibe-i cüz-iyyedir.
لَا شَیْأَ مِنَ الْاِنْسَانِ بِكَاتِبٍ- وَ بَعْضُ الْاِنْسَانِ كَاتِبٌ

Aks (Hükmü tersine çevirmek)
وَهُوَ اَنْ يُصَيَّرَالْمَوْضُوعُ مَحْمُولاً وَالْمَحْمُولُ مَوْضُوعًا مَعَ
بَقَاءِ اْلاِيجَابِ وَالسَّلْبِ بِحَالِهِ وَالتَّصْدِيقِ وَالتَّكْذِيبِ بِحَالِهِ
''Hükmün doğruluğunun ve yanlışlığının, olumlu ve olumsuz olmasının olduğu hal üzere kalması ile beraber, mevzuuyu mahmül, mahmülü de mevzu yapmaktır.''

Mûcibe-i külliyyenin aksi mûcibe-i cüz'iyyedir.
كُلُّ اِنْسَانٍ حَیْوَانٌ-بَعْضُ الْحَیْوَانِ اِنْسَانٌ

Mûcibe-i cüz'iyyenin aksi yine mûcibe-i cüz'iyyedir.
بَعْضُ الْحَیْوَانِ اِنْسَانٌ-بَعْضُ الْاِنْسَانِ حَیْوَانٌ

Salibe-i külliyyenin aksi salibe-i külliyyedir.
لَا شَیْأَ مِنَ الْاِنْسَانِ بِحَجَرٍ-وَلَا شَیْأَ مِنَ الْحَجَرِ بِإنْسَانٍ

Salibe-i cüz'iyyenin ise lüzûmen aksi yoktur.

4:Kıyas:
وَهُو َقَوْلٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ اَقْوَالٍ مَتَى سُلِّمَتْ لَزِمَ عَنْهَا لِذَاتِهَا قَوْلٌ آخَرُ
Bir takım kavillerden-sözlerden (Suğra ve Kübra'dan) meydana gelen bir kavildir ki, bu kavillerin doğruluğu kabul edilse başka bir kavil (Netice) lazım gelir.

İki kısımdır:
1:Kıyas-ı İktirânî (Neticenin aynısı veya zıddı, suğrâ ve kübrâ'da bulunmayandır.)
صغری  : كلُّ جِسْمٍ مُؤَلَّفٌ
كبری    : كلُّ مؤَلَّفٍ مُحْدَثٌ
نتیجه     : فَكُلُّ جِسْمٍ مُحْدَثٌ

2: Kıyas-ı İstisnâî (Neticenin aynısı veya zıddı, suğrâ ve kübrâ'da bulunandır.)
Neticenin aynısının bulunduğuna misal:
صغری  : اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً  فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
كبری    : لٰكِنَّ الشَّمْسَ طَالِعَةٌ
نتیجه     : فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
Neticenin zıttının bulunduğuna misal:
صغری  : اِنْ كَانَتِ الشَّمْسُ طَالِعَةً  فَالنَّهَارُ مَوْجُودٌ
كبری    : لٰكِنَّ الشَّمْسَ لَیْسَتْ بِطَالِعَةٍ
نتیجه     : فَالنَّهَارُ لَیْسَ بِمَوْجُودٍ

Haddi Evsat: Hem Suğra'da hem de kübra'da tekrar eden kelimedir.
 صغری  : كلُّ جِسْمٍ مُؤَلَّفٌ
كبری    : كلُّ مؤَلَّفٍ مُحْدَثٌ
نتیجه     : فَكُلُّ جِسْمٍ مُحْدَثٌ
Suğra: Neticenin Mevzusuna denilir.
نتیجه     : فَكُلُّ جِسْمٍ مُحْدَثٌ

Kübra: Neticenin mahmülüne denir.
نتیجه     : فَكُلُّ جِسْمٍ مُحْدَثٌ

5:Burhan:
وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّماَتٍ يَقِينِيَّةٍ ِلِاِنْتَاجِ الْيَقِينِ
''Kat'î netice elde etmek için kat'î mukaddimelerden meydana gelen bir kıyastır.''

Yakîniyyât (Kat'i Mukaddimeler) beştir;
1:Evveliyat:İki tarafı düşündüğümüz zaman, aklın hemen hüküm verebildiği kıyastır.
 اَلوَاحِدُ نِصْفُ الْاِثْنَیْنِ ''Bir, ikinin yarısıdır.'' demek gibi.
2:Müşahedat: Aklın, hislerimiz ile (Beş duyu organı ile) müşahede etmeye ihtiyaç duyduğu kıyastır.
 اَلشَّمسُ مُشْرِقَةٌ ''Güneş, aydınlatıcıdır.''
اَلنَّارُ مُحْرِقَةٌ ''Ateş, yakıcıdır.'' demek gibi.
3:Mücerrebat: Aklın, hüküm verebilmek için tekrar tekrar   tecrübeye ihtiyaç duyduğu kıyastır.
شُرْبُ السَّقَمُونِیَّا مُسْهِلُ الصَّفْرَاءِ
''Mahmude otunu içmek, safrayı izale edicidir.''
4:Hadsiyyat: Aklın, sebeplerden sonuçlara intikal etmesidir.
نُورُ الْقَمَرِ مُسْتَفَادٌ مِنَ الشَّمْسِ
''Ay'ın nuru, güneşten istifade olunmuştur, elde edilmiştir.''
5:Mütevatirat: Yalan söyleme ihtimali olmayan bir topluluğun verdiği haberdir.
مُحَمَّدٌ صعلم نَبِیٌّ صَدِقٌ
''Muhammet (s.a.v.) sadık bir nebidir.''
6:Kazaya Kıyasatühe Meahe:

6:Cedel:
وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ مَشْهُورَةٍ
''Meşhur mukaddimelerden meydana gelmiş bir kıyastır.''

7:Hıtabe:
وَهُوَ قِياَسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ مَقْبُو لَةٍ عَنْ شَخْصٍ مُعْتَقَدٍ فِيهِ اَوْ مَظْنُونَةٍ
''Kendisine güvenilen şahsın makbul mukaddimelerinden veya zannolunan mukaddimelerden meydana gelmiş bir kıyastır.''

8:Şiir:
وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ تَنْبَسِطُ مِنْهَا النَّفْسُ اَوْ تَنْقَبِضُ
''Kişinin, kendisinden hoşlandığı veya hoşlanmadığı bir takım mukaddimelerden meydana gelmiş bir kıyastır.''

9:Muğalata:
وَهُوَ قِيَاسٌ مُؤَلَّفٌ مِنْ مُقَدِّمَاتٍ كَاذِبَةٍ شَبِيهَةٍ بِالْحَقِّ اَوْ بِاالْمَشْهُورَتِ اَوْ مُقَدِّمَاتٍ وَهْمِيَّتٍ كَاذِبَةٍ
''Doğruya veya meşhura benzeyen yalan mukaddimelerden, veya hayali olan yalan mukaddimelerden meydana gelmiş bir kıyastır.''







#8
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müz...
Son İleti Gönderen Togika - 16 Nisan 2025, 23:33:31
Dörtyüz bin kişilik bulunan bu kimselerin bu hâline; kediler, köpekler, horozların sesini işiten birinci gök mahkûlatı ağlaştılar. Bu şeni fiili terk etmeyip bunca felâkete düçâr olmaları sebebiyle bütün bunlar oldu. Allah-u Teâlâ (cc), bunların cezaları olarak azab meleklerine, cehenneme atılan bu kimseler üzerine taşlar atınız dedi. Atılan her taşın üzerinde bir livâtacının ismi yazılı idi. Bunların hepsi helak oldu. Şehirlerin altından katran gibi sular çıktı. Büyük bir göl oldu. Nitekim Hak Teâlâ (cc) buyurur ki:
<< Ne zaman ki bizim hışmımız geldi, bu fısk u küfür edenlere ( yani livâta edenlere ) bunların şehirlerini Cebrail (as)'e verdik. Yukarı götürdü. Baş aşağı yağdırdık. O taşlar Rabbinin yanında nişanlı idi. Bu taşlar zâlimlerden uzak değildir.>> (Hûd sûresi, 82 ) ( Sicil aslında siccin idi nûn'u lâm'a tebdil oldu. ) << Mendûdin>> Yani o taşlar dizilmiş idi. O taşlar yağmur taneleri gibi idi ve cehennemden çıkarılmışlardır. O taşlar nişanlanmış olduğu halde her fâsık'ın adı üzerine yazılmış olarak atılırdı.
O azab taşları zâlimlerden uzak değildir. Hasan-ı Basri (ra) der ki:
- O azabdan her fâsık'a korku vardır. Her kimse ki livâta ile meşguldür korkudan hissedardır. Muhammed (sav) ümmetinden olması zalime bir şey kazandırmaz.
#9
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müz...
Son İleti Gönderen Togika - 13 Nisan 2025, 03:21:53
Bunların içinde livâta kebârin kebâridir. Bunun yeri gelmişken, ne için büyük bir günah olduğunu söyleyeyim işit.
Çünkü bu hususun beyanında pek çok faideler vardır.
Livâtâ: iki erkeğin bir birini karılamalarıdır. Hâk Teâlâ (cc) Kur'an-ı Kerim'inde buyurur ki:
<< Sizden önce âlemlerden hiç birinin yapmadığı rezaleti mi yapıyorsunuz.>>( el- A'raf sûresi, 80 )
Malik bin Dinar (ra) buyurur ki:
Geçmiş ümmetlerden işitmedik ki erkek erkeği etsin. Lâkin Lut kavmi arasında bu vaki oldu. Onlara şeytan (aleyhillâne) gelip tâlim etti. Onlar Hak Teâlâ (cc)'nın hışmına ve gadabına uğradılar. Bu hususta Hak Teâlâ (cc) buyurur ki:
<< Siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi yapıyorsunuz. Muhakkak ki, siz çok ileri giden azgın bir kavimsiniz.>> ( Âl'i imran sûresi, 81 )
Halbuki siz tohumu ekmek için erkeklere değil, kadınlara yaklaşın ki salih kız ve oğullarınız olsun. Muvahhid zürriyete nail olasınız. Hak Teâlâ (cc) şehveti bizlere ancak bunun için vermiştir. Onun veriliş gayesinden ve hikmetinden gafil olarak mücerred şehvet istek ve muktezası için eşekler gibi bu hikmetten gafil olarak hareket etmek insanın yaratılışının gaye ve maksadından uzaktır. Rabbül âleminin çizdiği huduttan hariç kalmaktır. Bu şeni fiili işlemek, tamamen kör cehaletin te'siriyledir. Şekavettendir.
Yine buyururlar ki:
<< Belki sizler israf edici kavimlersiniz. Yâni sizler Allah-u Teâlâ (cc)'ya karşı oldunuz. Helâl'i terk ile harama yaklaştınız.>> ( Â'li imran sûresi, 81 )
<< Hak Teâlâ (cc)'nın yarattığı insan neslinin yolunu kestiniz. Ve insan tohumunu zayi ettiniz. Meclislerinizde dahi münker işler işlediniz. Meclislerinizde o murdar livâta ile meşgul oldunuz. Çünkü bu çirkin ve kabih olan fiili terk etmediniz. ( el- Ankebût sûresi, 23 )
Devamla şöyle dedi:
<< Hakikaten biz azabı indirici olduk. Bu Lût kavmini ve şehrini harâb etmek için. O şeni fiile mûtâzemet etmeleri sebebiyle...>( El- Ankebut sûresi, 34) Cebrail (as)'i gönderdik. İndi, kanadını yedi kat yere soktu. Bu fesatcıları şehirleriyle beraber altını üstüne getirdi, harabı tûrab etti.
#10
İSLAM-GENEL / Gerçek olan bir şeyi inkar etm...
Son İleti Gönderen Kendinibulanadam - 07 Nisan 2025, 00:24:51
Gerçek olan bir şeyi inkar etmemizin zararı var mı? Gerçek olan bir şeyi inkar etmek zararlıdır. Tanrı,ruh,kabir alemi,kader,kısmet,nasip,ahiret alemi,peygamberler,kutsal kitaplar,ilim ve bunun gibi bir çok şey daha. Mesala kaderimizde yazan bir şey olduğu zaman,o zaten başımıza gelecektir. Kaderi inkar ederekte başımıza tanrının yazdığı gelir, kaderi kabul etsekte başımıza tanrının yazdığı gelir. Ya hayır yola gireriz,ya şer yola gireriz,elimizde ise küçük bir kuvvet vardır. Tedbir almaktan başka bir çare yoktur.Bazen geriye dönüp tercihlerimizi değiştirmek isteriz ama bunada imkan yoktur. Herşey olacağına varır.Bu amel defterine yazanlar içinde geçerlidir. Cehenneme girecek bir amel, amel defterimizde varsa,cehennemde zaten başımıza gelecektir ahiret hayatında.Cennete girecek amelimiz var ise cennet bize zaten nasip olacaktır.Cehenneme giren biri ne kadar azap görür bunuda Allah bilir ancak.Yani ne kaderden kaçış vardır, nede ahirete vardığımızda amel defterinde yazan bir yazıdan kaçış vardır. Herkes göreceği azabı görecek, göreceği mükafatını amel defterinde varsa,herkes görecektir. Herkesin nasibinde olandan kaçışı yoktur aynı zamanda. Az verdiğini tanrının kimse çoğaltamaz, çok verdiğinide kimse azaltamaz. Herkesin kendi kısmeti kaşığına gelir ve her kaşığın kısmeti bir olmaz.Ilimde çok önemli bir olgudur.Allah ilmi ile herşeyi kuşatmıştır.Ilmi olmayan ilmi olanlardan fayda görür ve aydınlanır.Levhi mahfuz kitabında kıyamete kadar olacaklar yazılıdır.İnkar etsende başa gelecek,kabul etsende başa gelecek,kaçış yok.Tanrı yok sayılamaz yok demekle. Ilahi adalet zerreleri bile hesaplayarak tecelli edecektir hem dünya,hem ahirette.Kutsal kitaplarda kendi ümmeti olan kişileri yani kendine inanları kendi devrinde kurtaracaktır mahşer yerine gelindiği zaman. Kutsal kitapları getiren ve diğer peygamberlerde haklı çıkacaktır mahşer yerinde.