Allah adamları, mevcuda kanaat eder; yiyecek, giyecek, binek vasıtası, mesken ve benzeri dünyalıklarda fazlasını istemezlerdi.
Hakim-i Tirmizi hazretlerine, “Kanaat nedir?” diye sorulunca, “İnsanın kısmetine düşen rızkına razı olmasıdır” cevabını vermişti.
Muhammed bin Vâsi' hazretleri, ekmeğini tuza veya sirkeye bandırıp yerdi. Derdi ki : “Dünyadan bu kadarına kanâat ve rıza gösteren, insanlar için kendini zelîl kılmaktan kurtulmuş olur!”
Süfyan-ı Sevrî hazretleri de şöyle derdi : “Şu zamanda, karnını doyurmak için bir arpa ekmeğine kanâat etmeyen kimse, zillet ve hakarete müptelâ olmaktan kurtulamaz!”
Biri kendisine, “dünyalık yığmak” hakkındaki fikrini sorunca buyurdu ki: “Dünyalık yığan adam beş şeye müptelâ olur : 1 - Uzun emel. 2 - Şiddetli hırs. 3 - Aşırı bahillik,cimrilik. 4 - Âhireti unutmak, 5 - Vera' ve takvada noksanlık!”
Hâmid el-Leffâf buyurdu ki : “Zenginliği kanâatla elde etmek isteyen muvaffak olur; mal ile zengin olmak istiyen ise yanılmış olur!”
Buyuruldu ki: Kanaat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Lezzet oyalar, nefsin arzuları alçaltır. Haset yıpratır, nefret çökertir
Mevcuda şükretmeli, kanaat etmeli. Mevcutla devam etmeli. İsraf, küfran-ı nimet, hep "Bu bana lazımdır” diyerek başlar. Bir kere bu bana lazımdır deyince onun ardı gelir, bu da lazım, şu da lazım diye devam eder. Lazım dediğine kavuşmak için dinin dışına çıkar da haberi olmaz.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Kim insanlardan bir şey istemezse, Allahü teâlâ onu zengin eder. Kanaat edene de Allahü teâlâ kâfidir.”
“Şüphelilerden sakınan insanların en abidi olur, kanaat eden en çok şükredenlerden sayılır, kendisi için sevdiğini başkası için de seven kâmil bir mümin olur.”
“Allahü teâlânın ihsan ettiği az rızka, kanaat eden mümin, kurtuluşa ermiştir.”
Mehmet Oruç
Kanaat demek, ihtiyacından fazla kalan kazancını bir yere yığmayıp, İslamiyet’in emrettiği hayırlı yerlere vermek; fakirlere, kimsesizlere, hastalara; cihad edenlere yardım etmek demektir. Kanaat, böylece iyi ahlakın kaynağı olduğu gibi, insana mahrumiyetler içinde kaldığı zaman saadet temin eden sarsılmaz bir kale gibidir.
İmam-ı Şafii hazretlerinin yüzüğünde, “El-Bereketü fil kanâ'ati” yazılı idi. Bereket kanaattedir, kanaat eden, kurtuluşa erer, zenginleşir demektir. Kanaat edene Allah kâfidir. Kanaat yenilmez ordu, bükülmez kılıçtır. Kanaat eden şükretmiş olur.
Şeyh Tâcüddin ez-Zâkir buyurdu ki : “Kanâat, bir şahsın zahmetsiz ve külfetsiz olarak eline ne geçmişse onu yemesi değildir. Kanâat ancak odur ki, adamın yanında pek çok mal ve yiyeceği olduğu halde o, üç günde veya beş günde bir, az bir şey yemekle iktifa eder.”
Aliyyül-Havvâs hzretleri, yemeğe oturduğu zaman, dokuz lokmadan fazla yemez ve derdi ki : Peygamber efendimiz : “Âdemoğluna belini doğrultacak lokmacıklar yeter.” buyurmuştur. Peygamber aleyhisselamın sözü haktır, gerçektir. Ona kâmil bir imanla inanmış bulunan bir mü'mine, bundan fazlasına ihtiyaç duymaz..” Tabii ki, yorucu ve meşakkatli işlerde çalışan iş erbabı bundan müstesnadır. Çünkü iş erbabına bu kadarcık yemek kâfi gelmez.
Kanaat, sinir hastalıklarını önleyen, geçimsizliği, düşmanlığı gideren, cemiyetlerin düzenlerini sağlayan bir faktördür. Kanaat, İslamiyet’in dünyaya yayılmasını, ilim ve fen abideleri kurmayı sağlamıştır. “Çalışan kazanır” ve “Herkes yaptığını bulur” meal-i âlisinden olan âyet-i kerimeler ile “Allahü teâlâ çalışıp kazananları sever” ve “Allahü teâlâ çalışmayan gençleri elbette sevmez” gibi, nice hadis-i şerifler, çalışmamayı değil çalışıp kazandığı ile kanaat etmeyi, hayır işlerinde kullanmayı emrediyor.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.”, “Kıyamette “Şükredenler gelsin!” diye seslenilir. Onlar bir bayrak altında Cennete girer. Bunlar, darlık ve genişlikte, her hâl-ü kârda Allahü teâlâya şükredenlerdir.”
Mehmet Oruç
Kanaat, hergünkü halinden memnun olmak, her halinden Allahü teâlâya şükür ve hamd etmek, kanaat sahibi olmak demektir. Kendinden daha iyi mevkide, kendinden daha zengin, kendinden daha kuvvetli, kendinden daha güzel bir insanı kıskanmayarak kendi halinden memnun ve razı olan insanın evvela kalbi rahattır. Kanaat sahibi Allahü teâlânın sevgili kuludur. Sevgili olmanın sebebi şudur: Allahü teâlânın kendisine verdiğinden memnun ve razıdır. Bunun için, Allahü teâlâ da, ondan razıdır.
Peygamber efendimiz (s.a.v.)buyurdu ki: “Bir zaman gelecek ki, ümmetimde Müslümanlığın yalnız adı kalacak. Mümin olanlar, yalnız birkaç İslam adetini yapacak. İmanları kalmayacak. Kur'an-ı kerim yalnız, okunacak. Emirlerinden, yasaklarından haberleri bile olmayacak. Düşünceleri yalnız yiyip içmek olacak. Allahü teâlâyı unutacaklar. Yalnız paraya tapınacaklar. Kadınlara köle olacaklar. Az kazanmak ile kanaat etmiyecekler. Çok kazanınca doymayacaklar”
Allahü teâlâ, beş şeyi, beş şey içine koymuştur. Bu beş şeyi alan, içindekine kavuşur: İzzeti, şerefi, ibadete; zilleti, sefaleti, günaha; ilmi, hikmeti, çok yimemeğe; heybeti, itibarı, gece namaz kılmağa; zenginliği, kimseye muhtaç olmamağı da, kanaate ta'bi kılmıştır.
İmam-ı Nevevi hazretleri, geçinmede kanaat üzere olup, nefsi ve dünyevi arzu ve isteklerden geçmişti. Allahü teâlâdan çok korkardı. Doğru konuşur, yerinde söyler, gecelerini ibadet ve taatle geçirirdi. İlim tahsilinde gayretli olup, salih ameller yapmakta sabrı çoktu. Şam halkının yediği şeylerden yemez, memleketinden, anne-babasının yanından getirdiği, tam helal olduğunu bildiği şeyleri yemekle kanaat ederdi. Yirmi dört saatte bir defa, yatsıdan sonra yemek yerdi. Yine günde bir defa, sahur vaktinde su içerdi. O diyarın âdeti olan kar suyu içme âdetini yapmazdı. Devlet reislerine, valilere ve diğerlerine emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunurdu. Allahü teâlânın emirlerini bildirir, yasaklarından sakınmak lazım olduğunu anlatırdı.
Hadis-i şerifte buyuruldu: “İnsan, elindeki ihtiyacına yeterken, kendini azdıracak olan daha fazla mal ister. Aza kanaat etmez, çok ile de doymaz. Ey insanoğlu, vücudun afiyette ve günlük ihtiyacın mevcut olarak sabahlarsan, artık bu sana kâfi gelir.”
Mehmet Oruç
Kanaat, çalışmayıp tesadüfen önüne çıkanı kullanmak, başka bir şey aramamak demek değildir. Kanaat, bileğin emeği, alın teri karşılığı kazanılana razı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek demektir. Başkasının daha çok kazandığını görünce, onu kıskanmamak, onun gibi çok çalışmak demektir. Kanaat demek, ihtiyacından fazla kalan kazancını bir yere yığmayıp, İslamiyet’in emrettiği hayırlı yerlere vermek; fakirlere, kimsesizlere, hastalara; cihad edenlere yardım etmek demektir.
Hazreti Ali buyurdu ki: “Kanaat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Sadık ve kanaatkâr adamları kendinize sırdaş edinin! Eğer bunlar seni alkışlamazlar ve yapmadığın birtakım işleri sana isnat ile keyfini getirmezler ise, bunu da anlayışla karşılayın! Zira alkışa ve yersiz övgüye müsamaha etmek, insanı büyüklenmeye sevkeder. Sakın insanların iyisi ile kötüsü, sizn yanında bir olmasın! Zira onları böylece eşit görmek, bir tarafta iyileri iyilikten soğuturken, kötülerin de fenalığa olan meylinde onlara cesaret verir.”
Ebu Said Hudri hazretleri anlatır: Bir gün annem beni Resulullahdan bazı şeyler istemem için gönderdi. Huzuruna varıp oturdum. Mübarek yüzünü bana çevirerek “Kim malik olduğu şeye kanaat ederse, Allahü teâlâ onu başkasına muhtaç etmez. Kim çirkin şeylerden sakınırsa, Allahü teâlâ onu iffetli eyler. Kim malik olduğu şey ile yetinirse, Allahü teâlâ ona kafidir. Kim bir okıyelik miktarında birşeye sahib olduğu halde, başkasından birşey isterse, devamlı isteyici olur” buyurdu. Ben kendi kendime falan devemiz bir okıyeden (bir ölçü birimi) daha iyidir dedim. Hiçbir şey istemeden Resulullahın huzurundan kalkıp gittim.
Allahü teâlâ hadisi kudside: “Ey Adem oğulları! Bir kimse benim kazama razı olmaz ve benim tarafımdan gelen belalara sabr etmez, verdiğim nimetlerime şükür etmez, ihsan ettiğim dünya nimetlerine kanaat etmezse, başka bir Rab arasın. Ey Adem oğlu! Bir kimse benim belama sabr ederse, benden razı olmuş olur, yani rububiyyetimi tasdik etmiş olur” buyurdu.
Mehmet Oruç