Sultanımızın Gelişi
(http://insanvehayat.com/wp-content/uploads/2014/07/sultaningelisi.jpg) (http://insanvehayat.com/sultanimizin-gelisi/)
Besmele ile kelama gireyim okuyucu. Sözü söz ile dizeyim. Mercan divitimi bal mürekkebime batırıp bir âlem seyrettireyim sana. Anlatacaklarım ne râviyân-ı ahbârdan ne de nâkilân-ı âsârdandır. İlk anlatıcısı benim. İtimad edesin. Sözün iksirini beraber içeceğiz, bilesin.
Senelerden biriydi. Şehrimize Gaflet saldırmış, viran eylemişti. Dağların ardından tamtamlarla geldi bir gece. Sinsice bekledi. Zalimce sokuldu. Ve zaptetti şehrimizi. Evvelen yürek kalesindeki Kadı Merhamet'i hapsetti. Yerine Kasvet'i geçirdi. Sefalet'i şehremini kıldı. Ve darphanede kendi parası olan Kıtlık'ı bastırmaya koyuldu.
Halkın kimi pek sevdi bu Gaflet'i. Uzun gecelerce eğleniyorlardı zahiren. Fakat gözyaşlarını kalplerine akıtıyorlardı. Görünen her sevgi huzuru celbetmez zira. Ve her huzur rabbânî lezzete erdirmez. Ve her lezzet şifa vermez kalp ağrılarına. işte Gaflet, hantal ve fikirsiz yerleşe dursun şehrimize, fikri imanından gelen nice bin mümin birleştiler sessiz ve habersiz. Dua isimli yiğidin heybesine azığını koyup bir gece vakti 'Teheccüd' isimli zifiri siyah atıyla uğurladılar sultanımıza. Dua bir gidiş gitti ki yataklara düştü Gaflet. Ardından nice atlılar çıksa da tutamadılar onu. Her atın
yemi mukaddes değildir zira. Ve her kuvvet hayra götürmeye yetkili değildir.
Biz bekledik şehirde ağlaşarak. Dua'nın ardından azıklar gönderdik kuşlarla. Günlerden birinde haber aldık Sultanımızın diyarından. Bir elçi gönderilmekteymiş şehrimize. ismi Şehrullah imiş. Gaflet'e değil doğrudan halka gönderilmekteymiş hem de.
Doluştuk camilere ve beklemeye başladık Şehrullah isimli yiğidi. Geldi. Bu ne mübarek bir gelişti Ya Rabbi. Titredik heybetinden. Bekleyin, dedi, gelecek sultanımız. Ve erdirecek sizi mutlak saadete.
Otuz gün kaldı Şehrullah, şehrimizde. Otuz gün vaaz etti bize yüreklerimizin içinden. Vaazın hakikisi yüreklerden duyulur zira. Ve her ses bulamaz yüreğin yolunu. Gelişinin yirmi yedinci günü daha bir içten vaaz etti Şehrullah. Kürsüden rahmet saçtı cemaate ve ekledi: "Benim vazifem sona eriyor artık. Fakat üzülmeyin sultanımız size büyük bir vaiz daha gönderiyor. Birkaç güne burada olur inşAllah."
Asıl adı Recep, unvanı Şehrullah olan bu güzel vaizi sultanımızın kalesine yine Dua'yla uğurladık. Onlar ağır ve vakur yol alırlarken ufukta göründü diğer yiğit. Baştan aşağı beyazlar giyinmişti. Ne mehabetliydi Ya Rabbi. Titredik onun gelişiyle. Bu arada Gaflet'in haberi bile yoktu bunlardan. Biz ağır ve emin yol alıyorduk. O ağır ve çirkin; çöküyordu. Neyse... Gelen yiğidi şehrimizin en büyük camisine buyur ettik önce. "Benim adım, dedi, Şaban. Sultanımızın şubesi gibi olduğum için bu ismi verdiler bana." Başımızın üstünde yeri vardı elbet onun da.
İlk vaazını ağlayarak verdi Şaban. Hazreti Ömer 'in(r.a) heybeti kadar, Hazreti Osman'ın (r.a) vakarını da taşıyordu. Geceleri bize sohbet ederken gündüzleri de çalışıyordu Şaban. Gaflet'in işlerini bozmaya ahdetmiş gibiydi. Gelişinin onbeşinci günü gitti tek başına Nefis, cezaevini bastı. Hayretten dudaklarımız uçukladı. Kimselerin uğrayamadığı, azılı suçluların kol gezdiği o cezaevinde tutsak olanları kurtarıverdi.
Sonra hepimizi şehrin meydanında topladı. "Bakın a müminler, dedi, şimdi burada Allah'a iman, Rasûlüne itaat edenlere ve tevbe nimetinin kutsiyyetini tasdik edenlere ve inanarak tevbe edenlere "berâat" dağıtacağım. Aldığınız beraatler siz koruduğunuz müddetçe sizde kalacak. Kendinizi, Allah'ın inayetiyle, nefsinizden koruyun!" Ağlayarak dinledik Şaban'ı. O günden sonra on dört gün daha müsafir oldu. Gideceği gün dedi ki:
"Zafer yakındır. Sultanımız yoldadır."Sultan ertesi gün teşrif etti şehrimizi. Gaflet ise Ebabil görmüş Ebrehe gibi kaçtı şehirden. Sultanımız önce "Merhamet"i kadı tayin etti yeniden. Lütuf Paşa'yı şehremini kıldı. Kıtlık'ı toplatıp kendi parası olan "Bereket"i tab ettirmeye başladı darphanede.
Şehre bir aydınlık, bir zenginlik, bir letafet, bir rahmet hâkimdi artık. Üstelik bütün bunlar sultanımızın gelişinin ilk günü oluvermişti. Ne mübarekti sultanımız. Hoş gelmişti. Safâlar getirmişti.
Hemen o akşam camilere toplandık. Sultan kendisi imam oldu ve dinlene dinlene, dinlendire dinlendire namaz kıldırdı bize. Kandiller ortalığı pırıl pırıl aydınlatırken ve yüreklerimizde meşaleler tutuşmuşken kürsüye çıktı sultanımız. "Kelamımı uzun tutmayacağım, dedi, bu beldenin nazlısı Sâime ile evlenmek muradındayım."
Sâimenin ruhu kevserle yıkanmıştı sanki. O kadar iyiydi. Kokusu Adn cennetinden gelirdi sanki. Öyle güzel kokardı geçtiği yerler. Tam sultanımıza layıktı.
Şehrimizin sanatkarlarından Muhyiddin'e talimat verildi. İki minare arasına kandillerle Kelime-i Tevhid yazıldı. Bu Sâime'ye bir işaretti. Erenler sohbet etti. Sözü bal eyledik. Amellerimizi mevlâya emanet ettik. Neden sonra Sultanımız: "Sâime'yi babasından isteme vakti gelmiştir." buyurdu. Sâimelerin evine doğru kırk tellal salındı önce. Bu "Sultan geliyor!" demekti. Sâime'nin babası islam Efendi arif bir zattı. Durumu hemen kavradı. Sofralar serdi. Şerbetler doldurdu. Ve sultana kızını verdiğini söyledi. Ahali memnun, sultan memnun başlandı düğün hazırlıklarına.
Otuz gün otuz gece düğün etti şehrimiz. Anlatmaya ne kalemim yeter okuyucu, ne takatim. Fukara güldü, açlar doydu. Otuz gün şehrin bütün minareleri aydınlatıldı. Gönüller mübarek haz ile doldu.
Sultanımız her gün ama her gün:"Adım Ramazan. Vasfım gufrân. Bereket saçmaya geldim. Gönüller açmaya geldim. Sâime'yi sultan etmeye geldim. Şeytanı vurun zincire; ruhları aydınlatmaya geldim. Çekin salât-ı ümmiyeyi. Yüreklere eman vermeye geldim." deyû gülbank okudu. Onun gülbankı şehrimize ve bize huzur verdi, mutluluk verdi, emniyet verdi. Otuz günün sonunda Saime Sultan ile birlikte uğurlanacaktı Sultanımız.
Erkeklerin hepsi horozların ötme saatinde camiye toplandı. Hutbeler okundu. Tekbirler getirildi. Ve bülbüllerin ötme saatinde Sultanın sarayına doğru yola çıkıldı. O gün herkes ama herkes en güzel kıyafetlerini giymişti. Kundaktaki çocuktan divandaki ihtiyara kadar herkes... Herkeste bir heyecan bir güzellik vardı.
Sultanımız sarayın kapısından girer girmez bir ışık peyda oldu. Sarayın pencerelerinden fışkıran nur önce sokağı sonra caddeyi sonra şehri sardı. Sisin arzı kapladığı gibi kapladı ortalığı bu nur. Yeşil desem yeşil değil mavi desem mavi değil berrak bir güzellikle doldurdu ortalığı.O sırada kapıları açıldı sarayın ve Sâime Sultan kucağında bir bebekle çıktı dışarı. işte o zaman anladık ki bu aydınlık bebekten gelmektedir. Heyecanımız ve imanımız gözlerimize yürüdüğünde dile geldi bebek:
"Ben, dedi, bu mübarek beraberliğe ilahi bir ikramım. Nur ile ve ikram ile ve muştular ile geldim. Dualarınız makbul, gönülleriniz memnun, ruhunuz mesud olacaktır. Beni ikram olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki bugün saadet günüdür. Kabirlerinde bekleşen ecdadınızdan kundaklarında ağlaşan bebelerinize kadar her zerreye mutluluk müjdelemek üzere geldim. Varın ruhlarınızı besleyin."
Sâime Sultan ağlıyordu sevinçten. "A benim nur kundaktan nur saçan nur bebem, adına ne desin bu ahali senin?"
"Adım, dedi bebek, adım Bayram'dır."
Allah lutfetti mi böylesini lutfeder okuyucu. Her lutfu anlayamaz her adam. Ve her lutuf her adam için değildir. Bayram gönül gözüyle müşahede edilendir zira. Ve her şahidin haberi yoktur gönülden.
Gönüllerin sultanına ulaşmak için kalbe yönelmek gerek okuyucu. Her kalbe bir damga vurulmuştur zira. Ve her damga sahibini özler. Her "sahip"te koruyucu vasfı yoktur okuyucu. Sahibini bilince bilirsin kendini. Kendini bilenlerden eyle Mevlam bizi.
Ahmet PAK | 14 Temmuz 2014 | http://insanvehayat.com/sultanimizin-gelisi/