Gönderen Konu: Aile Eğitiminin İlkeleri  (Okunma sayısı 4434 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Aile Eğitiminin İlkeleri
« : 21 Şubat 2009, 06:44:36 »

Nasihatler şeklinde sürekli öğretici telkinlere maruz kalmak, çocuk için sevimli bir durum değildir. Kazandırılmak istenen değerlerin çocuğun ilgi alanına giren yaşantılar içinde verilmesi, ilgi duyduğu bir konu ile meşgul olurken hissettirilmesi etkili bir yoldur. Oyun merakı, arkadaş çevresi, medya vb. etkenler çocuğu farkında olmadan birtakım anlayış, tutum ve davranışlara sürükler. Onu bu etkenlerin cazibesinden kurtarmak imkânsızdır, kurtarmaya çalışmanın da bir yararı yoktur. Aksine çocuğun bu ilgileri, ona dini ve ahlâki değerleri kazandırmada önemli bir imkândır.

Çocuk ilgilerinin eğitim yönünden önemi, bunların öğrenme için gerekli olan güdülenmenin (motivasyonun) kaynağını oluşturmasından gelmektedir. Çocuk, merakını tatmin eden ve onu eğlendiren meşguliyetlere kapıldığında farkında olmadan bütün yetileri ile öğrenmeye yönelmiş demektir. Onu haz duyduğu meşguliyetlerden başka hiçbir şey bu ölçüde öğrenmeye hazır hale getiremez.

Dini ve ahlâki değerler içeren hikâye, masal, çizgi film, sinema, tiyatro, toplantı ve geziler, başka ilgilerle çocuğu çekerken aynı zamanda ona zihinsel ve duygusal değerler kazandırır. Bu kazanımı ona öğütle, nasihatle aynı ölçüde güçlü ve etkili bir şekilde vermenin imkânı yoktur. Dini ve ahlâki değerleri doğrudan anlatıp benimsetmeye çalışmak yerine dolaylı etkileme denilen çocuğun ilgi alanındaki meşguliyetlerle ona değerler kazandırmak büyüklerin göz önünde bulundurması ve özenle uygulaması gereken bir husustur.

Uygun yaşantılarla özdeşleştirme

Çocuk hayatı yaşamaya, hayatın içinde kendisi olarak var olmaya çalışırken bunu büyüklerinin sözel telkinlerinden çok kendi yaşantıları yoluyla başarabilmektedir. Çocuğun soyut işlemler düzeni ve ortak yapı sistemleri oluşuncaya kadar onun hayata dair eylemler şeması deneyimlerle oluşmaktadır. Çocuk bizzat yapmaktan, denemekten ve duygusal ilişkilerden haz duyar, yapıp ettikçe öğrenir ve yaşayarak öğrendikleri ile bütünleşerek o yönde bir kişilik geliştirir. Böylece çocuk kendi iç dinamiklerinden daha çok dış dünyanın yani içinde bulunduğu çevrenin bir ürünü olmaktadır.

Somut işlemler döneminde gerçekliğe ulaşmaya çalışan çocuk bu çabasını nedensellik bağlamında yürütür. Çocuktaki nedenselliğin en ilkel biçimi, dış süreçlerin onun iç yaşantısından gelen şemalarla sürekli olarak özümsenmesinden ileri gelmektedir.

Çocuğun iç şeması ile özdeşleşen dış yaşantılar onu çekmekte ve bunun sonucu girişilen ortak ilişkiler onu dış süreçlerin karakteri ile bütünleştirmektedir. Çocuk önce taklit ve özenti ile giriştiği yaşantıları zamanla özümseyerek onlarla özdeşleşir ve kendi davranışları haline getirir. Bu bakımdan çocuğun istenilen dini ve ahlâki değerlere uygun davranışlar geliştirebilmesi için ona olabildiğince bu değerleri içeren özendirici yaşantılar hazırlanması, onunla paylaşılan uygun ortak yaşantı alanları oluşturulması gerekir.

Böylece çocuklar bu yaşantı ortamlarında geliştirdiği ilişkilerle istenilen değerleri kazanma imkânını elde etmiş olurlar.

Modern hayat düzeni, aile içi iletişimi zayıflatmıştır

Çocuk televizyon, bilgisayar, oyun ve arkadaş ortamında kontrolsüz bir şekilde kendi yaşantılarını oluşturmaya terk edilirse onun nasıl bir kişilik kazanacağı bu yaşantıların sürüklemesine terk edilmiş olur. Modern hayat düzeninin aile içi ortak yaşantıları adet ve gelenekleri zayıflattığı bir gerçektir. Çocuğun haz duyarak katıldığı bir ilişki içindeki öteki ana-babalar kaçınılmaz olarak onu kendi değerleri doğrultusunda şekillendirmektedirler. Onların olumsuz etkiledikleri hesaba katılmadan, çocuğun doğru davranışlar geliştirmesine yardımcı olmak güçtür.

Çocuğu yanlış tutum ve anlayışlara sürükleyen birlikteliklerin getireceği olumsuzlukları önleyebilmek için dış etkenleri kontrol altında tutup onlarla mücadele etmek yetmiyor. Çocukla daha fazla birlikte olmak, onunla daha çok ortak yaşantılar oluşturmak gerekiyor.

Anne-baba çocuğuna daha çok vakit ayırmalı, onunla oynamalı, şakalaşmalı, konuşmalı, ona hikâyeler, masallar, anılar anlatmalı, onu gezdirmeli, bazı olayları ve nesneleri birlikte incelemeli ve değerlendirmeler yapmalıdır.

Sofraya birlikte oturun, birlikte dua edin

Özellikle yemeklerde sofraya birlikte oturmak, birlikte dua etmek, çocuğun ibadet ve sohbet ortamlarına, faydalı sosyal ve kültürel etkinliklere katılmasını sağlamak çok değerli sonuçlar vermektedir. Çocuğun haz duyarak katıldığı dini törenler (bayramlaşmalar, kandil geceleri programları, mevlitler vb.), ibadetler, dualar, ilâhiler, dini sohbetler gibi tecrübeler onda ömür boyu silinmeyecek izler bırakır.

Ailede dini gelenek ve adetler

Farklı zamanlarda meydana gelen birçok olayın aynı biçimde tekrarlandığını izleyen insan zekâsı, bunlardan genellemeler yaparak soyut kurallar meydana getirir. Bunlar da hayatın bütününe şamil olan sosyal düzen kurallarını oluşturur. Bu kurallar herkes tarafından paylaşılarak uzun süre devam ettirilirse yerleşir ve toplumun yazılmamış kanunları olarak bağlayıcılık kazanır. Bu yüzden gelenek topluma ortak idealler ve müşterek davranış kalıpları oluşturmada sağlam bir dayanak temin eder ve toplumsal kararlılığın ve meşruluğun kaynağı olarak görülür. Daha küçük insan gruplarının tekrarladıkları özgün yaşantılar olan adetler aynı şekilde o gruplardaki bireyleri yönlendiren grup içi meşruiyet kaynağıdır.

Eğitimin sadece planlı ve programlı etkilemelerden ibaret olmadığı, bireyin toplum içinde sosyal etkilenme şekildeki yönünün çok daha geniş ve güçlü olduğu bir gerçektir. Sosyolojik pedagoji ekolu, eğitimi `yetişmiş neslin sosyal hayat içinde henüz olgunlaşmamış olan nesle karşı sarf ettiği faaliyetlerin bütünü` olarak görür. Aynı faaliyetler adet ve gelenek yaşantıları ile aile içinde daha yoğundur. Manevi ve kültürel mirası yeni kuşaklara aktarmanın iki yolundan biri planlı eğitim faaliyetleri, diğeri de adet ve geleneklerdir.

Saygın bir aile oluşturmada gelenekler vazgeçilmezdir

Günümüzde yerleşik değerlere sahip bir Müslüman için güçlü, olgun ve saygın bir aile ve toplum yapısı oluşturmada gelenekler vazgeçilmez birer kültür ve kimlik öğeleri olarak görülür. Geleneklere uymayanlar dinden, kültürden ve sosyal kimlikten uzaklaşmış, yozlaşmış ve topluma yabancılaşmış kabul edilir. Geleneğin güçlü bir manevi yönü vardır ve insanın kutsala yönelmesi ile gelenek arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur.

Milli Gazete
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Çocuğunuz Ahlaki Değerlerini Kaybetmesin!
« Yanıtla #1 : 05 Ağustos 2011, 13:05:18 »
Çocuğunuz Ahlaki Değerlerini Kaybetmesin!

Toplumda değerlerin kaybı, dayanışma duygusunun azalması sıklıkla vurgulanmakta ve bu durumdan rahatsızlık duyanların sayısı her ortamda, her geçen gün artmaktadır.
 
Günlük yaşamda karşılaştığımız sorunların evde, okulda, sokakta, medyada yer aldığı şekliyle; hem toplumun hem de bireylerin akıl ve ruh sağlığını bozabilecek, güvenliğini tehlikeye sokacak düzeyde saldırganlık, şiddet, zorbalık, tahripçilik, disiplin sorunları, uyum ve davranış bozuklukları gibi “sapma”yı içerdiği görülmektedir.
 
Toplumda değerlerin kaybı, dayanışma duygusunun azalması sıklıkla vurgulanmakta ve bu durumdan rahatsızlık duyanların sayısı her ortamda, her geçen gün artmaktadır. Sonuç olarak, tüm bu olumsuz durumların, bireyler tarafından “ahlaki bozulmalar” başlığı altında tanımlandığı görülmektedir.
 
“Genel olarak ahlak nedir?” sorusuna yanıt arandığında, ahlakın; doğruyu yanlıştan ayırt etmek ve bu ayrıma göre davranmak, erdemli davranışlarda bulunarak onur duygusu yaşamak ve insanın, ölçütleri çiğneyen eylemleri için suçluluk veya utanç duyması olarak tanımlandığı görülmektedir.
 
Ahlak kavramına ilişkin tanımlamalar, bireysel ve toplumsal ahlak kavramlarını da beraberinde tartışmaya açmaktadır. Bireysel ahlak, kişinin kendi tercihleri doğrultusunda ahlaki değer ve davranışlarına göre şekillenebilmektedir. Burada birey açısından “yalan söylemeyi, dedikodu yapmayı” tercih edip etmemek gibi göreceli bir tavır söz konusu olabilir. Toplumsal ahlak açısından bakıldığında ise, tüm grubun üzerinde uzlaştığı ve ortak kabulün sağlandığı ahlaki normlar ve ilkeler bulunmaktadır.
 
Ahlaki Gelişimde Ebeveynin Rolü
 
Ebeveynler, çocukların yetiştirilmesinde en etkili rol modelleridirler. Bu nedenle, çocukların gelecekte nasıl yetişkinler olacağını belirleyen unsurlar arasında ebeveynin uyguladığı disiplin yöntemleri, kişilik özellikleri, düşünme mekanizmaları, değer, tutum ve alışkanlıkları önem kazanmaktadır. Bu unsurlar; özellikle karakter oluşumu, değerlerin kazanımında ahlaki duygu, ahlaki davranış ve ahlaki bilincin ortaya çıkmasında ayrı bir öneme sahiptir.
 
İdeal anne-babayı tanımlamak zor olmakla beraber başarılı anne-baba çocuk ilişkisi; anne-babanın çocuğunu sevmesi, ona güvenmesi, kendine has özellikleri olan bir birey olarak kabul etmesi, çocuğa karşı davranışlarında dengeli, tutarlı ve kararlı olması, ihtiyaçlarına uygun yanıtlar vermesi, gelişim özelliklerine göre çocuğunu tanıması ve gelişimine uygun beklenti düzeyine sahip olması, destek, cesaret ve girişimde bulunma fırsatı vermesi, özgüven kazanmasına olanak sağlaması, sorumluluk duygusunun gelişimine izin vermesi, esnek bir tutum içinde çocuğuna yaklaşarak iç disiplini kazanması ve kendi sınırlarını belirlemesine imkan sağlaması olarak tanımlanabilir.
 
Anne-baba tutumlarında görülen iki özellik; “duygusal ilişki boyutu” ve “denetim boyutu”dur. “Duygusal ilişki boyutu”, çocuğu merkez alan kabul edici tutumdan, reddedici tutuma kadar uzanmaktadır. “Denetim boyutu” ise, kısıtlayıcı tutumdan hoşgörülü tutuma kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Anne-babanın destekleyici ve denetleyici yaklaşımları da söz konusudur.
 
Destekleyici yaklaşım; çocuğa yakın ilgi göstermek, sözle veya dokunarak sevgi belirtmek, onunla ortak faaliyetlerde bulunmak gibi çocuğun benliğini onaylayan davranışları içermektedir. Denetleyici yaklaşım ise; anne-babaların çocuğun tutum ve davranışını değiştirme amacı taşıdığı yaklaşım biçimidir. Denetleyici yaklaşım, fiziksel şiddeti içerebildiği gibi, sevgiyi esirgemek, küsmek, aşağılamak şeklinde de olabilmektedir.
 
Psikanalitik kurama göre; çocuğun güven, sevgi, şefkat, yakınlık gibi ihtiyaçlarının ebeveyni tarafından karşılanması ebeveynin kural ve yasaklarının çocuk tarafından içselleştirilmesi, vicdan gelişiminde ve benlik saygısı oluşumunda önemli yer tutmaktadır.

Yine, başkalarının bakış açısına duyarlı olma anlamına gelen “empati”, karşılık beklemeksizin ve bencilce olmayan şekilde yardımseverlik anlamına gelen “özgecilik”, merhamet, saygı, adalet, dürüstlük, cömertlik, sadakat gibi ahlaki açıdan önemli değerlerin kazanımı ve suçluluk-utanç gibi duyguların gelişiminde; erken çocukluk yıllarında ebeveyn-çocuk ilişkisinin yeri vurgulanmaktadır.
 
Ebeveynin, ahlaki bilinç açısından çocuğa istenilen özelliklerin kazandırılmasında; ona deneme, keşfetme ve öğrenme fırsatı sunması ve bunun için uygun koşulları oluşturması gerekmektedir.

Girişimde bulunması için çocuğa ortam sağlamanın yanı sıra; onu cesaretlendirmek, denetlemek yerine desteklemek, çabasını takdir etmek, davranışlarının sonuçlarıyla baş başa bırakarak iç disiplinini kazanmasını sağlamak, sorunlar hakkında güç mücadelesi yapmak yerine akıl yürütmesine ve yüksek düzeyli düşünme becerilerini kullanmasına imkân vermek önemlidir.

Çocuğa düşünmesi için zaman vermek, başarısızlık halinde durumun telafisi için deneme fırsatı sunmak gereklidir.
 
Daha iyi anne-baba olmak adına çocuğun aileyi yönettiği anne-babalar kadar aşırı katı, baskıcı ve kurallarla zorlayıcı olan anne-babalar, ahlaki gelişim sürecinde çocuklarına sınırlı deneyim, bilgi ve beceri kazandırmaktadırlar.

Çünkü çocuklar sosyal ilişkileri keşfederek, insanlarla etkileşime girerek, yakın çevrelerindeki nesneleri kontrol ederek düşüncelerini oluşturur, bunları ifade eder ve öğrendiklerini kabul ya da reddederler. Deneyerek, test ederek veya keşfederek sonuçta “problem çözerek”  dış dünyadaki birçok şeyi öğrenir ve anlarlar.
 
Problem çözmeye imkan veren fırsatlar sayesinde çocuklar yeteneklerini keşfeder ve geliştirirler. Çocuğun hem iç hem de dış kaynaklardan nasıl yararlanacağını öğrenmesinin bir yoludur. Kişi olarak gelişimi hızlandırdığı gibi, yeteneklerinin, kendine saygı, kendine güven duygularının gelişmesini çabuklaştırır.

Çocukların kendilerini bağımsız hissetmelerini de sağlar. Problem çözme yoluyla çocuklar, merak etmeyi, işbirliğini, keşfetmeyi, çevrenin kontrolünü sağlamayı, başarı için çaba sarf etmeyi ve sabırlı olmayı öğrenirler.
 
hastane.com
〰〰〰〰🐠