Gönderen Konu: Aksiyete Bozuklukları  (Okunma sayısı 4479 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Aksiyete Bozuklukları
« : 21 Ekim 2009, 10:17:09 »


Anksiyete batı dillerinde yaygın bir kelimedir ve dilimizde kaygı, sıkıntı kelimelerine karşılık gelmektedir. Yukarıdaki başlığı dilimize "kaygı bozuklukları" olarak çevirebiliriz. Ama anksiyete kelimesinin içerdiği anlam bundan fazladır. Dilimizdeki endişe, evham, daralma, bunaltı, afakan, stres kavramları da anksiyetenin içinde kapsanır. Bu nedenle anksiyete terimini yazımız boyunca kullanma gereğini duyuyoruz.

Anksiyete bir duygudur. Tüm duygular gibi tarifi zordur ve herkes tarafından farklı hissedilebilir. Çoğu kez korkuya, kötü bir şey olacakmış gibi bir endişeye ya da bilinmeyen bir şey tarafından kuşatılmış gibi hissedilen bir baskıya benzeyebilir.

Hafif bir tedirginlik duygusu, huzursuzluk, gerginlik gibi de olabilir. Bu duygu bir tür ruhsal ağrı gibi de tarif edilebilir. Bu insana öyle bir ruhsal azap verebilir ki bir çok insan bu duyguyu hissetmektense fiziksel bir ağrı ya da hastalığı buna tercih edebilir. Fobilerde ya da panik atakta olduğu gibi çok keskin bir korku gibi de hissedilebilir. Bu da çok rahatsız edicidir.

Psikiyatride anksiyete bozuklukları başlığı altında şu bozukluklar bulunmaktadır:

- Obsesif, kompulsif bozukluk -saplantı zorlantı bozukluğu-
- Panik atak
- Fobiler ( özgül ya da sosyal )
- Post-travmatik stres bozukluğu

Bu bozuklukların hepsinde anksiyete bir şekilde yer alır ya da rol oynar. Aslında diğer birçok hastalık ya da problemde anksiyete bir şekilde yer alır. Örneğin; depresyonda sabah anksiyeteleri, psikozlardaki anksiyeteler ya da stres bozukluklarındaki anksiyeteler gibi .

Psikiyatride hala sınıflama ve terminoloji sorunları yaşanmaktadır. Bunun başta gelen nedeni hastalarımızın ya da hastalıklarımızın çok karmaşık olmasıdır. Bu arada sıkça kullandığımız bozukluk kelimesine de açıklık getirmekte yarar var.

Bozukluk -disorder, hastalık- disease kelimesinden daha farklı anlam içerir. Bozukluk bir işlevin işleyişinde ortaya çıkan aksaklığı ya da sapmayı vurgular. Hastalık ise eni -konu , boyutları, gidişatı, neden- sonuç ilişkileri ve tedavisi daha belirlenmemiş bir durumdur. Bu nedenle panik atağı olan bir bireye de panik bozuklu birey demek panik hastası demekten daha uygundur.

Bir çok alanda tümüyle normal olan bu kişi negatif duygulara ve yoğun sıkıntıya neden olan bir duygu düşünme bozukluğu yaşamaktadır ve bu durum zaman zaman sosyal işlevlerini de bozabilmektedir.

Anksiyetenin nedeni nedir ve neden bazı kişilerde diğerlerinden daha yoğun ve aksaklık oluşturacak düzeyde yaşanır?

Bu soruların yanıtı henüz açık olarak verilememektedir. Özellikle birinci sorunun yanıtı psikiyatri dışı bilim dallarını da işin içine sokar. Sosyoloji, felsefe, biyoloji, antropoloji bunlardan bazıları. Örneğin ünlü filozof Heideger'e göre insan doğuştan sıkıntıdır ve hayatı boyunca hep sıkıntılı kalacaktır. Buna varoluş sıkıntısı der.

Nedeni de insanın varoluşuna bir anlam bulamamasıdır. İnsana göre, kalemin amacı yazmak, kağıdın amacı yazılmaktır. Bitkilerin ve diğer canlıların da amacı vardır; en azından besin zincirini tamamlarlar.

Ama insanın belirlenmiş bir amacı yoktur. Kendini hep tarif etmeye, hayatına anlam yüklemeye çalışır ama çoğu zaman anlam arayışına geri dönmek zorunda kalır Heideger'e göre. Bu görüş belki tüm insanların neden zaman zaman nedenini bulamadıkları sıkıntılar yaşadıklarını açıklayabilir.

İnsanın sosyal bir varlık olduğu için dürtülerini baskılamak zorunda kaldığı bu yüzden anksiyeteli olduğu -süperego, id anksiyeteleri-, erkek çocukların penisini kaybedebileceği için (kastrasyon anksiyetesi), küçük çocukların ailelerinden ayrı düşebileceği için anksiyete yaşadığı (seperasyon anksiyetesi) gibi birçok teori vardır. Sonuç olarak genelleme yapılmaya çalışıldığında açık ve kesin bir yanıt yoktur. Ama kişiye özel ele alındığında yanıt bulmak daha kolaylaşır.

Bu yüzden ikinci soruya -neden ben?- yanıt oluşturmak daha kolaydır. Neden bazı kişilerde anksiyetenin yoğun olduğunun daha kesinleşmiş nedenleri vardır. Bu nedenler genelleşemez kişiye özel kalır. Örneğin bir bireyde kötü çocukluk deneyimleri, bir diğerinde biyolojik yada genetik faktörler etkili bulunabilir.

Anksiyete bozukluklarından birinden muzdarip olan bir kişinin bunlardan daha önemli bir sorusu vardır. ''Ben bu sıkıntıdan nasıl kurtulurum?''. Bu üstelik acil yanıt bulunması gereken bir sorudur. Psikiyatri bu konuda epey yol almıştır. İnsanların yaşadığı anksiyete sorunları çok büyük oranda azaltılabilmektedir.

Anksiyeteyi yenme için birçok psikoterapi tekniği ve ilaçlardan yararlanmaktadır. Öncelikle psikoterapiyi ele alırsak; psikoterapi tekniklerini kabaca ikiye ayırabiliriz. Analitik yaklaşımlarda bireyin psikolojik kurgusu içinde nedenler araştırılıp anlaşılmaya çalışılır. Diğer yaklaşım ise nedeni çok önemsemeyip yeni düşünce ve yaklaşımlar üreterek var olan sorunu yenmeyi hedefleyen yöntemleri kullanır. (Davranışcı ve kognitif yaklaşımlar)

Anksiyetenin bileşenleri önemli ve karmaşıktır. Örneğin obsesif kompulsif bozukluklu bir bireyi ele alalım. Bu kişi hep ellerinin kirli olduğunu düşünmektedir. Bu yüzden yoğun anksiyete yaşamaktadır. Kişi ellerini yıkayarak anksiyetesini azaltmayı düşünür. Bir süre bu sistem yararlı olur.

Ama sürekli anksiyete ürediği için el yıkama sayısı artar. (günde 20- 30 kez) Ardından ellerini sık yıkadığı için anksiyete yaşamaya başlar. Bu durumda iki türlü yaklaşılabilir. Ya kişinin saplantısını tedavi ederek ya da el yıkamalarını azaltarak anksiyeteyi azaltırız. Ya da anksiyeteyi bir yolla azaltarak saplantı ve zorlantıları azaltabiliriz. Bunları yapmak terapist için kolay da olabilir zor da.

İlaçlar konusunda gelişmeler giderek artmaktadır. Kuvvetli anksiyete giderici ilaçlar (anksiyolitik) vardır. Ama bunların çoğu yeşil reçetelidir ve bağımlılık riski vardır.

İkinci bir seçenekte antidepresanlardır. Antidepresanların düşük dozda kullanımları ile anksiyete giderici etki sağlanabilir. Bu ilaçların doktor kontrolünde uzun kullanımında risk yoktur. Anksiyotilik etkili başka ilaçlar da vardır.

Gevşeme egzersizleri, soluma teknikleri, spor da anksiyeteyi azaltmak için yararlıdır. Sonuçta anksiyete gerek terapi yaklaşımları gerek ilaçlarla % 95 oranında azaltılır ya da ortadan kaldırılır. Tam bir başarı elde edilemeyen durumlarda ise bireyin en azından rahat, huzurlu periyotları olması da kazanımdır. Birazcık anksiyetenin de hiçbir zararı yoktur.

Birçok insan anksiyeteli dönemlerinde yaratıcı olur ya da hayatında yapması gereken değişiklikleri gerçekleştirir. Ama yüksek anksiyete daima ketleyicidir. Azaltmak için çare aranmalıdır.
 
ruhsagligi.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
İlaç mı, Davul Tozu Minare Gölgesi mi?
« Yanıtla #1 : 07 Kasım 2010, 00:47:45 »

Günümüzde en çok satılan ilaçların başında “antidepresanlar”, yani depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar geliyor. Her gün tüm dünyada milyonlarca insan bu ilaçları adeta leblebi gibi tüketiyor. Üstelik bunlara bir başlayan, öyle antibiyotikler gibi üç-beş gün veya bir hafta değil, aylarca hatta yıllarca bu ilaçları almak zorunda kalıyor. Bu işten kârlı çıkan ise tabii ki ilaç firmaları oluyor; her yıl milyarlarca dolar firmaların kasalarına oluk gibi akıyor.

Roy Moynihan’ ın “Satılık Hastalıklar” isimli kitabında da belirttiği gibi: ‘Hemen hepsi ilaç üreticileri tarafından finanse edilen klinik deneylerin sonradan yapılan bağımsız analizlerine göre bu antidepresanların plasebo ya da sahte ilaca oranla ortalama faydası vasat seviyededir. Oysa riskleri ve yan etkileri, cinsel problemlerden ilaç bağımlılığına, reaksiyonlardan ve gençler arasında intihar eğilimi riskinde artışa kadar geniş bir yelpazeye yayılır.’

Antidepresanların “sanıldıkları kadar etkili olmadıklarını”, ilaç etkinliklerinin “şişirildiğini”, birçok insanın bu tür ilaçları “boş yere aldıklarını” ortaya koyan araştırmaların sayısı da her geçen gün artıyor.

Meselâ, dünyanın önde gelen tıp dergilerinden olan ‘New England Medicine’ de yayınlanan bir araştırma, ilaç firmalarının antidepresanlarla ilgili yeni bir “numarasını” daha ortaya çıkardı.

Araştırmada, günümüzde çok satılan Prozac ve Paxil gibi antidepresan ilaçları üreten firmaların bu ilaçlarla yapılan klinik çalışmaların üçte birinin sonuçlarını yayınlamadıkları veya başka bir deyişle de “gizledikleri” belirlendi. Bunlar, elbette ilaçların etkili olmadığı sonucuna ulaşan çalışmalar.

Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi’ nden Erick Turner ve arkadaşlarının FDA’ nın kayıtlarından yararlanarak yaptıkları araştırmaya göre, 12 antidepresan için başlatılan 74 klinik çalışmanın 38’ inde ilaçların etkili olduğu belirlenmiş ve bunların 37’ si çeşitli dergilerde yayınlanarak tıp dünyasına sunulmuş. Buraya kadar sorun yok. İnsanı depresyondan kurtaran ve yan etkisi de olmayan harika bir ilacın bulunması kimi memnun etmez ki.

Ancak, bir de sonuçları olumsuz veya şüpheli olan 36 çalışma var. Bu 36 çalışmanın 22 tanesi hiç yayınlanmazken, sadece 3 tanesinin sonucu olduğu gibi, 11 tanesininki ise sanki ilaç faydalı imiş havasında yayınlanmış. Mesela, Paxil isimli ilaçla yürütülen 7 negatif araştırmanın 5’ i sanki böyle bir çalışma yapılmamış gibi “sümenaltı” edilmiş.

Bu değerlendirmelere göre, antidepresanlarla ilgili yayınlanmış çalışmalara bakılırsa, bu ilaçların yüzde 94 oranında etkili oldukları kanaatine varmak mümkün. Ama sonuçları duyurulmayan çalışmalar da hesaba katıldığında ilaçların başarı şansının yüzde 51 olduğu ortaya çıkıyor.

Araştırmanın başkanı Turner, negatif sonuç veren çalışmaların yayınlanmamasının tek sebebinin ilaç firmaları olmayabileceğini söylüyor. Klinik çalışma sonuçlarının çalışmayı yapan kişiler tarafından dergiye gönderilmemiş veya bir dergiye gönderilen çalışmaların yayın kurulu tarafından yayın için kabul edilmemiş olabileceğini mümkün görüyor, ama bu açıklama iyi sonuç veren çalışmaların muazzam ‘yayın başarısını’ tabii ki açıklayamıyor.

Antidepresanlar plasebodan farksız mı yoksa?

İngiltere’ de Hull Üniversitesi tarafından yapılan ve Public Library of Science isimli tıp dergisinde dün yayınlanan, 47 klinik çalışmanın değerlendirildiği bir araştırma da Prozac, Seroxat, Effexor ve Serzone gibi ülkemizde de yaygın olarak kullanılan ‘antidepresanların’  sanıldığı kadar etkili olmadıklarını ortaya koydu.

Araştırmaya göre, bu ilaçlar sadece ağır depresyonu olanlarda sınırlı derecede işe yarıyor ve bunlar hastanın kendisini iyi hissetmesini sağlayan plasebo, yani ‘yalancı ilaç’lardan çok farklı etkiye sahip değiller. Buna göre, hafif veya ağır olmayan depresyonu olan pek çok hasta bu ilaçları boş yere alıyor.

Gelelim neticeye

Önce sözüm hastalara: Bu yazıyı okuyup da antidepresanların tamamen faydasız, işe yaramaz ilaçlar olduklarını düşünmeyin ve “ilacınızı kesmeyin” sakın. Bugünkü mutluluklarını, huzurlarını bu ilaçlara borçlu olan milyonlarca insan da var elbette ki.

Şimdi de doktorlara: Her şeyin para ile ölçüldüğü şu vahşi kapitalist dünyada, bilimsel araştırma sonuçlarının bile her zaman ‘güvenilir olmadığını’ unutmayın. Hele de şık giyimli, nazik propagandistlerin sözlerine, ilaç reklâmlarına, promosyonlara kanıp ilaç yazma hatasına asla düşmeyin.

Daha ne diyeyim?
         
KAYNAKLAR

http://www.plosmedicine.org/article/info:doi/10.1371/journal.pmed.0050045

http://www.timesonline.co.uk/tol/life_and_style/health/article3434486.ece

http://www.nejm.org/doi/pdf/10.1056/NEJMsa065779

http://www.pharmalot.com/2008/04/erick-turner-antidepressants-clinical-trials/

Prof.Dr.Ahmet Rasim Küçükusta

http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2010/11/03/yazilar/elestirel-yazilar/ilac-endustrisi/ilac-mi-davul-tozu-minare-golgesi-mi/
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Antidepresanlar Leblebi Gibi Yazılıyor
« Yanıtla #2 : 23 Ağustos 2011, 14:20:26 »
ANTİDEPRESANLAR LEBLEBİ GİBİ YAZILIYOR

 Health Affairs’ de geçen hafta yayınlanan araştırmaya göre Amerika’ a psikiyatri uzmanı olmayan hekimler tarafından psikiyatrik bir hastalığı olmayanlara antidepresan reçete edilmesi artmaya devam ediyor.

Araştırmaya göre psikiyatrik bir hastalığı olmayanlara yazılan antidepresanların oranı 1996 senesinde yüzde 59.5 iken bu oran 2007’ de yüzde 72.7’ ye çıktı.

Yaşları 18’ den büyük olan kişilere ait ve psikiyatri uzmanı olmayan doktorlar tarafından yapılan 230 bin vizite ait tıbbi kayıtların incelenmesiyle yapılan araştırmada 1996’ da psikiyatri uzmanı olmayan doktorlar tarafından yapılan muayenelerin yüzde 2.5’ inde, buna karşılık 2007’ de ise yüzde 6.4’ ünde antidepresan yazıldığı ortaya çıktı.

Psikiyatristler tarafından yazılan antidepresan reçeteleri ise aynı dönemde yüzde 1.7’ den yüzde 2.4’ e yükseldi.

Antidepresanlar majör depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu ve diğer emosyonel problemler için olduğu gibi bazı tür ağrılar ve bir takım fiziksel şikâyetler için de reçete edilebiliyor.

Araştırmayı yapan uzmanlardan Dr. Mojtabai “Bazı doktorlar tarafından stres, ilişki sorunları, kendine güvensizlik, baş ağrısı, adet öncesi gerginlik, sigara bırakma ve sıradan ağrılar için yazılan antidepresanların bu şikâyetlere etkili olduklarını gösteren fazla kanıt yok” diyor: “En büyük ayıp ise tıbbi kayıtlara göre antidepresan yazımını haklı gösterecek hiçbir sebep olmaması.”

Amerikalılar hapçı oldu    

Antidepresanlar 2010’ da Amerika’ da en çok kullanılan ilaçlar listesinde kolesterol düşürücü ilaçlardan sonra ikinci sırada yer alıyor. Amerikalıların yüzde 10’ dan fazlasının antidepresan aldıkları ve 2010’ da bu ilaçlar için harcanan para 11 milyar doları bulduğu biliniyor.

Bizdeki durum nasıl?

Ülkemizdeki durum Amerika’ dan pek de farklı değil. Birkaç sene önce yayınlanan bir rapor, ülkemizde antidepresan kullanımı son dört yılda yüzde 85 oranında arttığını gösteriyor. 2003 yılında 14 milyon 138 bin, 2006 yılında 22 milyon 651 bin ve 2007 yılında ise tam 26 milyon 246 bin kutu antidepresan yutmuşuz.

Bu rakamlara hiç şaşırmadım.

Birincisi ruhsal hastalıkların tüm dünyada her geçen yıl daha çok insanı etkilediğine şüphe yok. Tabii ki Türkiye de bundan muaf değil.

Zaten Dünya Sağlık Örgütü de depresyonun 2020′ li yıllarda kalp hastalıklarından sonra hayatımızı tehdit eden ikinci önemli hastalık olacağını tahmin ediyor.

Her geçen gün zorlaşan hayat şartları ve bozulan insan ilişkilerinin ruhsal sıkıntıları artırmasını çok tabii bulmakla beraber, bunların teşhisinin giderek daha ‘rahat’ konduğunu da gözden kaçırmamak lâzım.

Depresyonun bir virüs hastalığı gibi yaygınlaşmasını normal karşılıyorum ama gelip geçici bir can sıkıntısının, günlük üzüntülerin bile depresyon teşhisi için yeterli olmaya başladığını da görüyorum üzülerek.

Bir başka önemli mesele de antidepresanların depresyon dışı hastalıklar ve hatta gelip geçici şikâyetler için de reçete edilmesi.

Genel cerrah bile antidepresan yazabiliyor

İlaç tüketimindeki artışında her türlü ilaca erişimin kolaylaşmasının da önemli rolü var. Her doktor basit bir ağrı kesici yazar gibi antidepresan da yazabiliyor.

Oysa “depresyon mutlaka bir psikiyatri uzmanı tarafından teşhis edilmeli ve tedavisi de onun tarafından yapılmalıdır”.

Göz doktoru prostattan, ortopedist astımdan ne anlarsa, genel cerrah da her şeyden anlaması gereken pratisyen hekim de depresyondan işte o kadar anlar.

Hadi ondan da vazgeçtik; bu ilaçları parasını ödedikten sonra reçetesiz olarak istediğiniz kadar almanız da mümkün. Bir de buna ilaç endüstrisinin müthiş pazarlama oyunlarını ve gizli reklâmları ilave edin.

Bunun için de kadınların kabul günlerinde birbirlerine kek, börek, kurabiye yanında artık antidepresan da tavsiye, hatta ikram etmelerine de hiç mi hiç şaşırmayın.

Antidepresanlar leblebi değil

Etki mekanizmaları birbirinden farklı birçok farklı gruptan antidepresan var. Hangi hastaya hangi ilacın uygun olduğu, ilaç dozu, tedavi süresi ancak bir uzman doktor tarafından belirlenebilir.

Her ilacın olduğu gibi antidepresanların da bazıları ‘hayati önemi haiz’ yan etkileri ortaya çıkabilir. Meselâ, bir grup antidepresanın intihar eğilimini artırdığı biliniyor; bazısı böbreklere bazısı karaciğere dokunabiliyor.

Bir de, başka ilaç da kullanan hastalarda ‘ilaç etkileşimlerinin’ dikkate alınması da çok önemli; özellikle çok ilaç kullanan yaşlılarda ciddi sorunlarla karşılaşılması mümkün.

Tedavi için ilaç yeterli değil    

Nasıl sadece ensülin veya bir şeker hapı yazmakla diyabet tedavi edilemezse veya nasıl Ventolin sprey yazmakla astım iyileştirilemezse depresyonu da sadece bir antidepresan yazarak tedavi etmek mümkün değildir.

Başarılı bir tedavi için hastayı depresyona sokan sebeplerin ortaya çıkarılması, bunların yoluna konması, hayat tarzının düzenlenmesi, psikoterapi gibi bir psikiyatri uzmanının katkısını gerektiren yardımcı tedaviler de olmadan olmaz.

Gelelim neticeye

Depresyon teşhisi mutlaka bir psikiyatr tarafından konulmalı ve onun tarafından takip ve tedavi edilmelidir. Antidepresan ilaçlar reçete ile satılmalıdır; yoksa hapı yutmamız işten bile değildir.

Prof. Dr.Ahmet Rasim Küçükusta

http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2011/08/08/yazilar/tip-yazilari/modern-hayat/antidepresanlar-leblebi-gibi-yaziliyor/

KAYNAK
R. Mojtabai, M. Olfson. Proportion Of Antidepressants Prescribed Without A Psychiatric Diagnosis Is Growing. Health Affairs, 2011; 30 (8): 1434 DOI: 10.1377/hlthaff.2010.1024
http://online.wsj.com/article/SB10001424053111903885604576486294087849246.html
« Son Düzenleme: 23 Ağustos 2011, 23:17:36 Gönderen: Tuğra »
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı gülgiller

  • okur
  • *
  • İleti: 50
Ynt: Aksiyete Bozuklukları
« Yanıtla #3 : 24 Ağustos 2011, 01:41:25 »
ilaclar kullanan biri olarak bu ilaclarin yuzde yuz biseyi cozumledigini gormedim sadece yasanir bi hale getiriyor