Seven, sevdiğine karşı gelir mi? Âşık diler de sanki, mâşuk dilemez mi vuslatı? Bir âşık ki, bir elime ay, bir elime de güneş verseniz, yine de dâvamdan dönücü değilim diyecek kadar bağlı... Öyle bir Âşık ki, nefsi için zerre kadar hiddetlenmediği halde, Allah'a ve O'nun hükmüne düşman olanlarla savaşacak kadar celâlli...
Bir yanda, çocuklarımızı öpmeyiz diyen bir bedevîye, “Allah, senin kalbinden merhameti söküp almışsa, ben ne yapabilirim?” diye soracak kadar yumuşak; diğer yanda, “Gözümün nûru Fâtıma! Sakın babana güvenip de sapmaya kalkma!
Hırsızlık yapmış olsan, senin de elini Allah'ın emriyle keserim!” diyecek kadar âdil...
Hira'da, Cebrâil ile ilk karşılaşmasının ardından, koşar adımlarla ve titreyerek Hatîce'nin sinesine sığınan ve “Beni örtün! Beni örtün!” nidâsıyla bir rahatlamaya ihtiyaç duyan da O...
Durulmuş ve sükûnete kavuşmuş gönlü ile Kâbe'de namaz kılarken, sırtından aşağı kilolarca işkembe boşaltan zavallıya, hiçbir tepki vermeden, secdesini uzatan da...
Sen, Rabbimin Habîbi!
Sen, Rahmet Peygamberi!
Sen, hürmetine güllerin ve dikenin yaratıldığı güzel!
Sen, gönlü buruk yetim!
Sen, masum ve öksüz!
Sen, gittiği her yere bereket götüren!
Sen, altı ciğer pâresini de yitirdiği halde, yine de Allah! diyecek kadar râzı!
Sen, gönlünün gülü Hatice'yi, ömrü boyunca unutmayacak kadar hayırlı!
Sen, Zeyd'in ana- babasına tercih edeceği kadar merhametli!
Sen, Ebû-Bekir'in gönlündeki güzel!
Sen, Ömerin kılıcını gül ile parçalayan...
Sen, gidişiyle Fâtımâ'nın yüreğini dağlayan!
Sen, ilk zamanların şaşkınlığını ve ağırlığını atlattıktan sonra, alabildiğine hafiflemiş ve inanmış bir gönülle, Allah için her zorluğa katlanan yüce insan!
SENİ ÇOK ÖZLEDİK EFENDİM (S.A.V)
ANAM BABAM SANA FEDA OLSUN