Gönderen Konu: Devri-i Âlem Hindistan Topraklarında  (Okunma sayısı 8311 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Devri-i Âlem Hindistan Topraklarında
« : 27 Temmuz 2007, 08:39:22 »





Hindistan’ın evlatları, Müslümanlar ve Hindular

Hazırlayan: İsmail Kahraman



İngilizlere karşı büyük mücadele veren Mahatma Gandhi’nin şu sözü aklımıza geliyor.. “Hindistan bir anadır.. onun çocukları ise Müslümanlar ve Hintliler..” Gerçekten de Hindistan yüzyıllar boyunca Müslümanlara kucak açmış ve İslâm medeniyetinin ihtişamlı yapıları arzı endam ediyor bu ülkede.



Baharat ve ipek yollarının kavşak noktası; dünya coğrafyasının en büyük ve en geniş kara parçasına sahip, çok önemli deniz, kara, hava yolları üzerinde yer alan bölge... Çin’den sonra en kalabalık nüfusu olan Güney Asya’da üç önemli ana karadan birisi... Birçok tefsir, hadis, fıkıh, kelâm âlimi ve mütefekkir bu topraklarda yetişti... Bugün ilmi değer taşıyan ve kaynak eserler sayılan birçok kitap burada yazıldı. Atom uzay ve bilişim teknolojisine sahip en kalabalık Müslüman nüfusa sahip ülkelerden birisi.. Farklı etnik ve dini grupların barış ve huzur içinde yaşadığı bir coğrafya.. Batılılar tarafından işgal soykırım ve acımasız savaşlara rağmen ayakta durabilmiş bir devlet... 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda maddi ve manevi destekte bulunmuş, Türk tarihi ve İslam medeniyetinde müstesna yeri olan bölge.. İmam Rabbani gibi Abdullah Dehlevi Muhammed gibi ruh mimarlarını bağrında saklayan, kültürü, köklü mazisi, Taç mahal ve Kutbül Minarı, renkli mimari yapısıyla, Ganj nehri ile, Hindistan.



“Hindistan’ın çocukları, Müslümanlar ve Hindulardır”



Delhi Havaalanı’ndan kara yoluyla Hindistan’ın Agra şehrine doğru hareket ederken buranın başka bambaşka bir ülke olduğunu anlıyoruz. Ve İngilizlere karşı büyük mücadele veren Gandhi’nin şu sözü aklımıza geliyor... “Hindistan bir anadır.. Onun çocukları ise Müslümanlar ve Hintliler...” Gerçekten de Hindistan yüzyıllar boyunca Müslümanlara kucak açmış ve İslâm medeniyetinin ihtişamlı yapıları arzı endam ediyor bu ülkede. Sadece Müslümanlar deği, farklı yüzler, farklı inanışlar, farklı kültürler birarada yaşıyor...




Farsça Hint ülkesi anlamına gelen Hindistan ismi eskiçağda kuzey hindistanda oturan Arilerin yerleştiği alanı ifade ediyor. Eski Farsça’da Hindu kelimesi arilerin kenarında oturduğu büyük nehrin adı Sindhu’dan geliyor. Grekçe ve Latince ile çeşitli batı dillerinde görülen ‘sindo’n kelimesi de hint kumaşı doğu menşeli kumaş anlamında. Deyim olarak da kullandığımız “bulunmaz hint kumaşı” ifadesi de buradan geliyor.




Uzun tarihi boyunca değişik ırklardan çeşitli insanların istilasına uğramış ve istilacılar için adeta bir çıkmaz sokak teşkil etmiş olan Hindistan’ın etnik yapısı çok karışık. Ülkenin en eski halklarından biri koyu renkli Dravidler ve Veddalar. Daha sonra bu topraklara milattan önce ikinci bin yılın ortalarında Hint ari kökenli beyazlar, milattan önce altıncı yüzyılda Persler, milattan önce dördüncü yüzyılda Yunanlılarla Makedonlar, ardından Akhunlar, Moğollar, Türkler ve Afganlar gelmiş. Değişik ırk, dil ve dinden insanların gelişi ve tamamının veya bir kısmının mevcut halkla karışarak buraya yerleşmesi, Hindistan’da dil ve kültür bakımından büyük çeşitliliğe yol açmış. Ülkede konuşulan dillerin sayısı 1600 kadar.


...

Dünyanın bir harikası Tac Mahal


1400’lü yıllarda tarih sahnesine Babür-Türk İmparatorluğu çıkar. İşte Agra bu imparatorluğun 400 yıla yakın yönetim merkezliğini yapmış. Kalesiyle seçkin mimari eserleriyle önemli bir şehir olan Agra’ya beş saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Türk, İslam kültür ve medeniyet tarihindeki izleri araştırmak üzere ulaşıyoruz. Dünyanın yedi harikasından bir olan Tac Mahal’i de içinde barındıran Agra Hindistan’ın en popüler yeri... Hindistan’ın adeta sembolü haline gelen zerafetiyle mimari yapısıyla insanı büyüleyen bir sanat şaheseri ve Hindistan’a gitme sebebidir Tac Mahal... Burası gerçek anlamda bir mevsimlik anıt. Yılın her zamanı ve günün her anında harika bir göz ziyafeti sunuyor ziyaretçilerine. Rengi gün ağarırken süt renginden griye ve gül pembeye döner, güneş batımında altın renginde görünür. Gün ortasında tam anlamıyla göz kamaştırıcı bir beyaz... Aşkın  Sembolu Tac Mahal'de Zaman Duruyor. Babür İmparatoru Şah Cihan’ın eşi mümtaz Banu hanım için yaptırdığı bu yapı dünyanın yedi harikasından biri olmasının yanı sıra aşkın, fedakarlık ve vefanın sembolü. Anıt mezarın bulunduğu bölgeye girmek için heyecanla sıra bekliyoruz.  Dünyanın birçok ülkesinden  gelen turistler uzun kuyruk oluşturmuş.





İlk işimiz Agra Kalesi’ne çıkmak oluyor. Kale muhteşem görünümüyle büyülüyor. Bu yapı bilinen bir kale değil iç içe saraylarla külliyelerle donatılmış adeta küçük bir şehri andırıyor. Sıcak sevecen insanların arasından geçip kaleye ulaşıyoruz. Hintli birkaç polis bize el sallıyor. Bu ihtişamlı yapı karşısında etkilenmemek elde değil. Devasa bir kompleks Agra Kalesi..



1565 yılında Ekber Şah tarafından inşa edilen Agra kalesi üç tarafı savunma çukurları, dördüncü tarafı da Hindular için kutsal sayılan ganj nehrinin bir kolu olan Yamuna Nehri’ne bakacak şekilde tasarlanmış bir devasa bir kompleks. Sefa sarayları diye adlandırılan bu bölümler sonradan Ekber Şah’ın halefleri tarafından eklenmiş. Uzun dikdörtgen şeklindeki sütunlu divan-ı âm’ın içinden yürüyoruz. Kuzeye doğru ilerlediğimizde şah Cihan’ın Moti yani İnci camisi ile karşılaşıyoruz. Zengin oymalar ve mermer kakmalar göz kamaştırıyor. Buradaki birçok özel saray bölümleri Yamuna Nehri’ne bakıyor.




Kalenin bu bölümü Şah Cihan’ın eşi adına yaptırdığı Tac Mahali izlediği yer... Evrengizip babası Şah Cihan’ı burada hapsetmiş. Bu yüzden bu kule tutuklunun kulesi olarak da bilinir. Kaleyi dolaşıyoruz. Hakim rengin kırmızı olduğu bu muhteşem yapı her gün yüzlerce ziyaretçiyi ağırlayarak bambaşka bir göz ziyafeti sunuyor. Burada ayrıca Şah Cihan’ın iki kızına ait daireler bulunuyor. Saray içinde saray... Geniş bir avlu ve görkemli bir yapı. İrem bağlarını hatırlatan bir peyzaj. Hint mimari sitiliyle yapılmış bu yapılar bizi oldukça etkiliyor. Burada Türk İslam kültür ve medeniyetinin zenginliğini ve zerafetini daha iyi kavrıyoruz. Ve geçmişi hatırlıyoruz. Babür imparatorluğunu ve kurucusu Babür Şahı...





Dünyada çok az ülke Hindistan kadar eski ve farklı bir kültüre sahip. Hint hayat tarzına adapte olan çeşitli göç dalgaları kesintisiz 5000 yıllık bir tarihe sahip olan Hindistan’da kültürü zenginleştirmiş. Bu çeşitlilik Hindistan’da öncelikle renkli kıyafetlerde, sonra da rengarenk tarihi yapılarda kendini gösteriyor.



Hindistan, Osmanlıya her zaman destek oldu

Hindistan tarih boyunca her şartta Osmanlı Devleti’ne yardım etti. Özellikle Osmanlı-Rus savaşında Türklere destek oldular ve İngiliz hakimiyetine karşı Müslümanlarla birlikte direndiler.




İngiliz oyunları, Kırım Savaşı...


Hindistan’ın tarihi geçmişini düşünürken İngilizlerin oyunları aklımıza geliyor. Ve neden Hindistan’la ilgili planlar kurduklarını sorguluyoruz. Hemen aklımıza Kırım Savaşı geliyor. 1800’lü yıllarda dünyada iki büyük İslâm devleti vardı. Biri Osmanlı Devleti, diğeri ise Hindistan’daki Gürgâniye (Babür) Hükümdarlığı... İngilizler, sürekli bu iki devleti nasıl yok edebileceklerini planlamakla meşguldü. Önce Gürgâniye Devletini parçalamaya karar verdiler. Böylece hem Asya’daki Müslümanları başsız bırakacak, hem de Hindistan’ın hazinelerine ve ticaretine hakim olacaklardı. Fakat Osmanlı Devleti’nin, buna engel olmasından endişe ediyorlardı. Bu sebeple Osmanlı devletiyle Rusya arasında savaş çıkarmaya çalıştılar. Rusya, savaş ilan etmeden Eflak ve Boğdan’ı işgal etti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, 4 Ekim 1853’te Rusya’ya harp ilan etti.




Bambaşka bir dünya



Bugün Hindistan bambaşka bir dünya.. Kalabalıklar.. Karmaşık bir trafik... 3 tekerlekli pır pır taksiler ve bisikletler. Derme çatma evcikler ve 2 metrelik küçük işyerleri, sokak kenarında açıktan akan kanalizasyonlar. Hindistan’ın boyasını çaldığı yüzler ve yoksulluk. Burası aşırı kalabalık ve aynı zamanda hızla artan bir nüfusa sahip. Saatte 3000 kişinin nüfusa katıldığı bu ülkede her yıl 5 milyon insan iş talebinde bulunuyor. Fakat bunların ancak % 10 kadarı amacına ulaşıyor... Bir yandan küçük bir azınlığın olağanüstü bir refah içinde olduğu, diğer yandan büyük çoğunluğun sefalet içinde bir hayat yaşadığını gözlüyoruz. Buna rağmen bazı endüstri dallarının çok gelişmiş olduğu hatta nükleer enerji ve uzay araştırmaları, tıp gibi çok ileri teknoloji gerektiren bazı alanlarda başarılı çalışmaların yapıldığı gözden kaçmıyor.




İslam’ın Hindistan’ın başka bölgelerine yayılması 12. yy’ın ikinci yarısında Gurluların Gazneye hakim olmasından sonra başladı. Gurlular, Afganistan’ın Gazne bölgesine yerleşerek oradan Hindistan’a doğru akınlar yaptılar. XIII yy’da Güzcani tarafından yazılan Tabakat-i Nasiri’de Gurluların büyük Sultanı Muhammed B. Sam’ın Hayber’i geçerek İndus ve Pencap boylarına kadar indiği yazılıdır. Gurlu Sultanı Muhammed B. Sam’ın oğlu yoktur. Varis olarak, “Benim birçok oğlum var. Onlar da Türk Memluklarımdır. Onun için binlerce halefim vardır,” diye ifade eder. Sam 1206 tarihinde suikast sonucu ölene kadar Gazne Lahor, Eski Delhi ve Hindistan’da Türk hakimiyetini sürdürmüşlerdir.



Müslümanlığın kırmızı kalesi: Cuma Camii


Hindistan'ın hatta dünyanın en büyük camii, Jama Masjid, yani Cuma Mescidi’nde aynı anda 25 bin kişi namaz kılabiliyor. Delhi Cuma  camisinin başka hiçbir yerde örneği yok.





İsmail Kahraman

Tac  Mahal’e el sallayıp  vedâ ederken  gözümüz buğulanıp  gönlümüzü  hüzün kaplıyor. Agra'nın kenar semtinden geçerken Ekber Şah’ın mezarının bulnduğu yerden geçiyoruz. "Allah Ekber" dedirterek ilahlık iddia eden, Müslümanlığı bozarak Hindu, Sih ve Hıristiyan karışımı uyduruk ve sapık sözde bir "Din-i ilahi" icat eden Şah Ekber’in mezarı kaderine terk edilmiş, ıssız ve yıkık. Yollarda gördüğümüz fakirlik, çocukların perişan hali, dilenciler, sokaklarda yatanlar ve tezek yapan kadınların durumu içimizi sızlatıyor.. 5 saatlik yolculuktan sonra geldiğimiz başkent Eski ve Yeni Delhi bizlere hoşgeldin diyor. Hindistan’daki ikinci durağımız burası… Delhi…



İngiliz sömürgeciliği   Delhi’yi ayırdı




İslam sanatının muhteşem tarihi yapılarını geride bırakarak Delhi’ye uzanıyoruz. Büyük Ganj havzasının batı ucundaki Yamuna ırmağının üzerindeki başkent, hidistanı fethedenler için imrenilen topraklar olmuş. Her yeni gelenin çoğunlukla kendinden önce yapılmış eserleri yok etmiş olmasına rağmen şehir birçok tarihi yapıyı günümüze kadar taşımış.



Delhi’de ilk Türk sultanlığı Aybeg sayesinde kurulmuş. Böylece Hindistan’da Türk-İslam kültürünün ve mirasının temelleri atılmış. Dolayısıyla Hinduların Dili’si Delhi olmuş.




Delhi’yi dolaşmaya başlıyoruz. Fakat bir soru kafamızı kurcalıyor. Neden biz Delhi'ye, Yeni Delhi diyoruz? Delhi'nin eski ve yeni olarak ikiye bölünmesi, İngilizlerin Hindistan'da yaptığı soykırım va asimilasyonun belgesi. İngiltere’ye “Güneşin Batmadığı İmparatorluk” sıfatını kazandıran, yüzyıllar boyu dünyanın cazibe merkezi haline getiren zenginlik kaynağının Hindistan olduğu bir sır değil. İngilizler sömürgelerinin merkezini Delhi’ye naklettikleri andan itibaren, gerçek anlamıyla imparatorluk gücüne ve bilincine eriştiler. Delhi’nin bin yıllık mirasının üzerine oturdular. Yirminci yüzyılın başında İngilizler, sömürge merkezlerini kendi kurdukları Kalküta’dan tarihten devr aldıkları Delhi’ye naklettiklerinde, şehrin kuzeyini yenilemişler ve Yeni Delhi demişler.



İslam abad etti, Batı sömürdü



Halife  Hz. Ömer'den Babürlülere; İslam ve Türk  yönetimi, Hindistan’a kültür ve medeniyet getirirken, Batılılar vahşi kapitalizmi ve sömürüyü getirmişler. Dünyanın en verimli topraklarına sahip Hindistan'da insanların fakirliği yürek parçalıyor. Hint anakarasına hükmedilmeden alt kıtanın tümüne hükmedilemez ve hükmedecek olanların Hayber geçidi’ni ve Keşmir’i alıp aşağıya sarkmalarından başka bir hükümranlık güzargahını coğrafya ve tarih göstermemiş.. Türkler bin yıl önce Hayberı geçerek Hindistana gelmişler ve kurdukları Türk-İslam medeniyetin izleri halen yaşıyor.






Dünya'da birçok şehir adının başında yeni sıfatını taşıyor. Eskisi unutulsa da o yeni şehirlere kimlik ve kişilik veren eski şehirler olsa gerek. Delhi’yi de gerçek boyutlarıyla tanımak için, Yeni Delhi’den çıkmak şart. Merkezden kuzeye ve güneye doğru gittiğinizde eski Delhi’de yol alıyorsunuz. Delhi’yi Delhi yapan ve şehre silinmez Türk-İslam kimliği kazandıran muhteşem Babür eserleri burada..



Delhi, Müslümanlarla varedilmişti ve bugün İngiliz damgalı Yeni Delhi’nin parmakla sayılacak kadar az eseri bir yana bırakılırsa, Delhi’yi Delhi yapan Müslüman anıtlarıydı. Biz Delhiye İngilizlerin  planladığı Yeni tarafdan girsekte Delhi'de ilk işimiz müslüman  Türk  eserlerini  araştırmak olacak.




Şah Hümayun türbesi


Bizi oldukça etkileyen ve İslam mimarisinin harika  bir örneği olan Şah hümayun türbesi bir külliye adeta.. Tac Mahal için ilham kaynağı olan Nizamüddin’deki Şah Hümayün Türbesi, Hümayun’un ölümünden sonra eşi Hacı Begüm tarafından yaptırılmış. Türbenin etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili. Sarı kızıl ve gri gölgeli beyaz mermer gibi değişik malzemelerin karışımından yapılan bu müthiş yapı dinlenmek için çok uygun bir yer..



Şah Hümayun ile Selim Şah’ın türbelerinin bulunduğu bu yapılar alışageldiğimiz kilasik Osmanlı türbeleri değil, 500 yıl önce bir medenyetin mimariye vurduğu mühür gibi karşımızda duruyor. Muhteşem anıt ve abidevi eserlerin bulunduğu yere envai çeşit ağaç ve çiçeklerin süslediği bahçe'den geçiyoruz. Sincaplar ve maymunlar buraya doğal bir hava katıyor. Çiçeklerle kaplı bahçenin ana girişinin hemen karşısında göz ve gönül ziyafeti sunan Hümayün Şah Türbesi'nin ihtişamı karşısında heyecanlanıyoruz.



Delhi'de kültür bombardımanına uğruyoruz. Delhi'de  gördüğümüz her şey bize çok ilginç geliyor. Hindistan'da 1652 dil konuşulduğunu ve bunların da 15'inin resmi dil olarak kabul edildiğini  öğreniyoruz. Öğlen vakti kalabalıklardan sıyrılıp kendimizi bir camiye atıyoruz. Burası Cuma camii.. kırmızı bir kaleyi andırıyor.



Kırmızı bir kale: Cuma Camii



25 bin kişilik Cuma Mescid'i bizi oldukça etkiliyor.. camiyi Şah Cihan yaptırmış. İnsanlar abdestlerini caminin avlusundaki havuzdan alıyor. Güvercinler caminin avlusunda arzı endam ediyor. Ezanı dinliyoruz. Kırmızı rengin hakim olduğu, Hindistan’ın en büyük camii burası. Kalabalık.. Gerek Hindistan’dan gerekse dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına uğruyor günün her saati.. Dua edenler namaz kılanlar.. Red Fort’un tam karşısında yer alan Hindistan'ın hatta dünyanın en büyük camii, Jama Masjid, yani Cuma Mescidi’nde aynı anda 25 bin kişi namaz kılabiliyor. Delhi Cuma  camisinin başka hiçbir yerde örneği yok. Muhteşem bir eser... Gezimiz sırasında caminin görevlisi Peygamberimizin ayak izi, Sakal-ı Şerif ve çeşitli döneme ait İslam kültür eserlerini gösteriyor bize.. Hintli Müslümanlarla konuşuyoruz. Burası gerçekten görülmesi gereken bir yer. Müslümanlar caminin avlusunda namaz kılıyor. Bizde avluda namaz kılıyoruz. Avluda ders halkaları var.



Cuma namazlarına on binleri sığdırdığı avlusuyla,  kendine özgü bir açık hava camii... Hemen arkasında, tarihte Müslüman kadın hükümdarların olabildiğinin kanıtı Sultan Raziye’nin türbesini de ziyaret ederek Cuma camisinden ayrılıyoruz. Hindistan'daki bir başka  Babür-Türk medeniyeti'nin izini sürmeye devam ediyoruz.




Hindistan’da inanç sistemi



Araplar İslamiyetin ortaya çıkışından itibaren sathi de olsa Hint sosyal ve dini hayatı hakkında bilgi sahibi idiler. Ancak bu husustaki ilk sistematik çalışma, 800 yıllarında Abbasi veziri Yahya b. Halid el Bermeki’nin gönderdiği bir kişi tarafından yapılmış. Kimliği bilinmeyen bu görevli hint inançları ve dini uygulamalarına dair topladığı bilgileri bir rapor haline getirmiş ve daha sonra bu rapordan birçok arap ve fars yazarı istifade etmiştir. O dönemde hazırlanan rapora göre Hindistanda 99 çeşit inanç sistemi vardı. Ve bunlar 44 grupta toplanıyordu. Bazıları tek yaratıcıya inanıyor peygambere inanmıyordu. Kimisi yaratıcıya ve peygambere inanmıyordu. Kimisi her şeyi ancak ceza ve mükafatın hak olduğuna inanıyordu. Bunlar da Budist zahidi olan Şamanlardı. Bir kısmı da ceza ve mükafatın mutlu veya mutsuz bir yeniden doğuştan ibaret olduğuna, cennet ve cehennemin ebedi olmayıp insanların amelleriyele orantılı biçimde buralarda kalacaklarına inanıyordu.




Brahmanlar Yaratıcı’ya inanıp aynı zamanda Vesudeva’yı tanrının elçisi olarak kabul ederler. Biruni Hint inançları ile ilgili daha geniş bilgilere yer veriyor. Aydınların ve avam tabakasının inançlarını birbirinden ayıran biruni şöyle diyor: “Hindular Allah’ın tek olduğuna inamaktadır. O’nun başlangıcı ve sonu yoktur. İstediğini yapar ve her şeye kadirdir. Her şeyi bilir ve her şeye hayat veren odur. Evreni yöneten ve koruyan da odur.” Biruni hint aydınlarının tanrıya Isvara adını verdiklerini fakat soyut tanrı kavramı avama sunulma istendiğinde onların bunu anlayamayacağını düşündüklerini söyler...




Genelde Araplar Hintlilere hikmet sahibi ve esrarlı insanlar olarak bakar ve onları felsefe, ilim sanat ve büyüde ileri gitmiş kişiler olarak kabul ederler. Biruni, Hintlileri Greklerle kıyaslar. Araplar için Hindistan Asya’nın her tarafına yaılmış olan dinlerin beşiğidir. Pek çok müellif, Hintlilerin gelenek ve görenekleri üzerine ilginç gözlemler yapmış onların yeme içme ve giyinme alışkanlıkları, suç işlemeleri adalet yöntemleri aile münasebetleri ile ilgili eserler kaleme almıştır.



Göğe yükselen abide: Kutbul Minar



Kutbul Minar.. Bir başka adı ile Kutbetül İslam. Delhi-Türk Sutlanlığı'nın 900 yıl önce Hindista’nın başkenti Delhi’ye vurduğu İslam mührü




İsmail Kahraman

Ve yollar devam ediyor... Bu seferki durağımız Hindistan’daki ilk camiinin bulunduğu bölge.. Kutbul Minar.. Bir başka adı ile Kutbetül İslam. Delhi-Türk Sutlanlığı'nın 900 yıl önce Hindistan’ın başkenti Delhi’ye vurduğu İslam mührü... Delhi’ye gelip de Kutbul Minar'ı, yani Kütbettin Minaresini görmemek olur mu? Geniş yollardan geçip ağaçlar ve çiçekler içinde muhteşem bir minare ve  yıkıntıların olduğu yere geliyoruz. İşte ilk cami burada kuruldu. İlk camiden geriye kalan bir minare 1000 yıla yakın ayakta kalabilmeyi başarmış.



Kutbül Minar'ı gördükten sonra Delhi demek Kutb Minar demek bizim için.. Çünkü dünyanın en muhteşem, en göz kamaştırıcı eserlerden biri. Kutbul Minar 1192’de Delhi’yi fethederek Delhi Türk Sultanlığı’nı kuran ünlü Türk komutan Kutbettin Aybek’in 1199’da yapımına başladığı kule minare. Aybek'in ölümünden sonra damadı İltutmuş devam ettirmiş ve daha sonra gelen türk yöneticiler, burada izler bırakmış.



Minare 75 metreye yakın yükseklikte ve hayli kalın bir bedenle göğe öylesine tırmanıyor ki, etkilenmemek elde değil. Minarenin üzerinde mükemmel bir taş işçiliği var ve Allah’ın tüm sıfatları Kufi yazısıyla bu akılları durduracak insan emeği ve ustalığın ölümsüz abidesine sinmiş. Çiçekler ve yeşil ağaçlar arasından bu muhteşem abidevi minarenin görüntülerini ekranlara taşıyoruz.


Bu muhteşem abideye dünyanın birçok yerinden ziyaretçi akın ediyor. Kutbetül İslam camisi harabesi ve Kütbettin minaresini gören Türkiye'nin tanınmış gazetecilerinden Cengiz Çandar öyle güzel anlatmış ki.. duygularımıza tercüman oluyor adeta:



"Kutbul Minar’ı gören ateist; ya dindar olur ya da insanoğlunun imanı, gücü,  emeği, sebatı, becerisi, ustalığı dehası  ve akla gelebilecek ne kadar olumlu sıfat olabilirse bunların tümü karşısında saygının ötesinde, huşu ile  eğilmekten başka birşey gelmez.”




Kutbettin Aybek, Kutb Minar’ı , Hinduların tanrılarından Vişnu için yapılmış ve sütunlarıyla taş oymacılığı ve ustalığın harkulade bir örneği olan Hindu tapınağı üzerine o tapınağın malzemesini kullanarak, Hindu ustaları ve işçilere yaptırmış. Eser sadece Müslüman ve Hindu sanatının eşsiz bir sentezini sergilemiyor; “misyon” adamının Allah’a doğru umutsuz ve dillerin tutulmasını sağlayacak bir ihtirasla yükselmesi çabasını ve Allah’ın karşısındaki aczinin müthiş gücünü, bu karşı konulmaz paradoksu yansıtıyor. Kutb Minar’ın tepesine doğru başınızı çevirdiğinizde Allah’a doğru yol aldığınızı hissediyor ve böylesine benzersiz bir eseri insanoğluna bıraktığı için Delhi’nin türk hükümdarlarını hayırla yad ediyorsunuz.



Kutb Minar’ın 379 basamağı var. Müezzinin oraya çıkıp ezan okuması amacıyla bir minare olarak inşa edildiğini düşünmek abartılı olur. O, insanoğlunun Allah’a doğru umutsuz ama çok kararlı ve muhteşem tırmanışını, yüzyıllara meydan okuyan, üzerine Allah’ın sıfatları yazılı, nefesleri kesen bir çabası. Kutb Minar’la, Delhi bizim şehirlerimizin başında geliyor... Delhi’nin yanıbaşında Kutbül minarın bulunduğu yerde  harabe haline gelsede Kuvvetü’l-İslam Camii ile, Delhi’nin bizim kültür ve  medeniyet tarihimizin önemli  kültür  şehri olduğunu herkes kabul eder..." diyor Çengiz Çandar.



Hindistan: Bir kültür ve din mozaiği



Hindistan, ruh mimarlarını bağrında saklayan, kültürü, köklü mazisi, Tac Mahal ve Kutbül Minar’ı ve renkli mimari yapısıyla, ganj nehri ile, farklı etnik ve dini grupların yüz yıllarca barış ve huzur içinde yaşadığı bir coğrafya.

İsmail Kahraman



Hindistan gönül sultanları için çök önemli bir yer. Türk dünyası, Osmanlı coğrafyası ve İslam medeniyetinde önemli tarikat önderlerinin bulunduğu yer. İşte Abdullah-i Dehlevi de bu gönül sultanlarından birisi.. Şam’da metfun bulunan Mevlana Halid-i Bağdadi’nin hocası. İmam-ı Rabbani hazretlerinin hocası Muhamet Baki Billah'ın türbesi de burada. Bu iki gönül sultanı zatın   türbeleri başkent Delhi'ye ayrı bir manevi atmosfer kazandırıyor.



Varanasi’yi ziyaret etmeden Hindistan’ın gizemini anlayamak mümkün değil. Bu eski şehrin her şeyi ‘açıklayacağından’ değil, Ganj Nehri üzerinde hayatın ve ölümün, ilmin ve batıl itikatların dramatik olarak karşı karşıya geldiğini görürsünüz.



Varanasi sadece Hindular için değil Müslüman fatihler  için de önemli. Babür imparatoru Evrengizip Hinduların Varanasi’ye olan saygısını tehdit olarak algılamışlar. Bu yüzden burası Muhammedabad olarak adlandırılmış. İmparator Evrengzib’le birlikte Varanasi, Müslümanlar içinde kutsal bir şehir olmuş.



Hinduların kutsal nehri; Ganj



Hindu dininde Ganj Nehri çok önemli bir yer tutuyor. Ganj Nehri'nde yıkanan bir Hindunun tüm günahlarından arınacağı düşünülür. Bu inanış nedeniyle yaşı ilerlemiş Hindular vakitlerini Ganj Nehri'nin insan sağlığını tehdit eden pis sularının yakınlarında geçirirler. Bu nehir neden kutsal sayılmaktadır? Nehir, içinde yıkanan insanlardan günahı nasıl alıp götürmektedir? Dünyanın en büyük zalimliklerini işleyen bir insan sırf bu nehrin sularına girip-çıktığı için manen temizlenmiş mi sayılacaktır? Hindular bu gibi sorular üzerinde düşünmemeyi tercih ederler, çünkü bir an düşünmek bile bu inancın saçmalığını açığa çıkaracaktır.



Burada insana sıkıntı verebilecek her türlü kirlilik, rahatsızlık bulunuyor. Her yer hastalığından dolayı acı çeken kişilerin ağlamaları, bağırtılarıyla doludur. Hasta ölmeye yakınlaştıkça, vücudunun yarısı suyun içine sokulur ve bu şekilde ölür. Basına kapalı Kutsal Ganj nehrini görüntülüyoruz.



Budistlerin inacına göre öldükten sonra ruhun ebedi özgürlüğe kavuşması için bedenin yakılması gerekiyor ve küller ganj nehrine savrulunca ruh özgürleşiyor. Beden yakılmadan önce cenaze ganj nehrinde yıkanıyor. Ağaçlardan hazırlanmış bir platformun üzerine konuluyor. Eğer kadın ölmüşse kocası eğer dulsa ailenin en büyük ferdi erkek çocuğu gelerek yakma işlemini başlatıyor. Cesedin etrafında beş defa dönüyor. Her dönüşte bir defa yakıyor. Ve işte bir ceset yakma ayini… dört ayrı cesedin yakılışına şahit oluyoruz. Cesetlerin yakılışını görünce dehşete kapılıyoruz.



Bunlar şehrin çamaşırcıları geçimlerini ganj nehrinde çamaşır yıkayarak sağlıyorlar.. Ganj nehri kıyısında bir camii görüyoruz. 1669 da yaptırılmış. 1992 yılında Hindularla Müslümanlar arasındaki bir çatışma sırasında ibadete kapatılmış.



Varanasi kentinde şehir turu yapıyoruz. Hinduların ilk tapınaklarından  toprak anayı simgeleyen Hindistan haritasının bulunduğu müzeye girerek gezimizi burada sürdürüyoruz.



Şimdi ki durağımız da Varanasi’de  Hindistan’ın en eski üniversitelerinden  birisi olan Varanasi Üniversitesi kampüsü içindeki tarihi Hindu tapınağı. Hindu tapınağı kule şeklinde, yüksek sivri kubbeli bir yer.



Burada insanlar arasında dolaşan inekleri görürsünüz. Kimse ineklere dokunmuyor. Bisikletliler. Eski otomobiller. Kamyonetler.. Bir halıcıya giriyoruz. Rengarenk halılar.. iş yeri sahibi bize el emeği göz nuru halılarını sergiliyor..



Din Hindistan’da bir hayat tarzıdır. Bütün Hint geleneklerinin ayrılmaz bir parçası. Birçok Hintli için din, günlük işlerden eğitim ve politikaya kadar hayatın her safhasına nüfuz etmiş. Laik Hindistan, Hindu, İslam, Hıristiyanlık, Jainizm, Sihizm ve diğer sayısız dini geleneğe ev sahipliği yapıyor. Hindu en yaygın dindir ve nüfusun %80’i tarafından uygulanır. Hinduların yanında Müslümanlar önde gelen dini gruptur ve Hint toplumunun ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.



Hinduların Kutsal Şehri Varanası'den ayrılarak Hintli Müslümanlar için büyük önem taşıyan Chandigarh'a uzanacağız. Buradan hava yolu ile önce  başkent Delhi’ye 2 saat süren bir yolculuk yapıyor ardından 6 saat süren Chandigarh yoluna koyuluyoruz.



Himalaya dağlarına doğru yaklaşırken heyecanlanıyoruz. Çhandigarh şehri gerçekten  muhteşem. Gece geldiğimiz bu şehir Himlaya dağlarının eteğinde kurulmuş geniş araziler ve harika bir manzara ile gösteriyor. Yorcu ve uzun bir otobüs yolculuğundan sonunda otöbüden inip Otelimize girerken Himalaya dağlarından gelen muhteşem serinilik yüzümüzü okşayarak adete bize hoşgeldin diyor. Himalaya  Dünyanın çatısıdır. ismini "hima yani kar" ve "alaya yani mesken" kelimelerinin birleşmesinden alır.



Gönül sultanlarının diyarı



Chandgarh; Müslümanlar için önemli. İki binli yılların  yenileyicisi  Mektubat kitabının yazarı Büyük tasavvuf ve din adamı İmam-ı Rabbani hazretlerinin türbesi Chandgarh’a bağlı Sirhind şehrinde bulunuyor. Hindistan’ın diğer yerlerinde gördügümüz fakirlik fazla yok. Burası Müslümanlar için önemli olduğu kadar Sihler içinde kutsal bir şehir. Buraya dünyanın birçok yerinden  ziyaretçi  geliyor.



Ve 100’ü geçmeyen Müslüman’ı ile Serhind şehri. 300 yıllık görkemli Sih Mabedinin hemen yanı başında şehirdeki Müslüman ahalinin yegane sığınağı, büyük mutasavvıf İmam-ı Rabbani Ahmet Faruki Serhendi’nin huzur oçağı külliyesine 3 asırdır ev sahipliği yapıyor. Başta İmamı  Rabbaninin türbesi  olmak üzere  Şehirde Türk kökenli hanedanların medeniyet izleri hâlâ yerinde.



Hindistan’da tasavvuf alanında zengin bir literatür oluşmuş. Şeyhlerin sohbetlerinden derlenen eserler Hindistan’daki İslam kültürünü yansıtan bilgi hazineleri olmuş. Tasavvufa dair ilk Farsça eser Hücviri’nin Keşfül Mahcub’u Hindistan’da yazılmıştır. İmam-ı Rabbani’nin Mektubatı da tasavvufta ayrı bir öneme sahip. Hindistanlıların dini ve sosyal hayatlarına İslamın derin tesirleri olmuş. Hindu dini düşüncesinin yeniden yönlenmesinde ve ülkede tek tanrılı inançların gelişmesinde en etkiki unsur İslamiyet olmuştur.




Burası Hindistan.. Baharat ve ipek yollarının kavşak noktası.. Dünya coğrafyasının en büyük ve en geniş kara parçasına sahip çok önemli deniz, kara, hava yolları üzerinde yer alan bölge... Çinden sonra en kalabalık nüfusu olan Güney Asya’da üç önemli ana karadan birisi. Birçok tefsir, hadis, fıkı, kelâm âlimi ve mütefekkir bu topraklarda yetişti... Bugün ilmi değer taşıyan ve kaynak eserler sayılan birçok kitap burada yazıldı. Atom uzay ve bilişim teknolojisine sahip en kalabalık Müslüman nüfusa sahip ülkelerden birisi. Farklı etnik ve dini grupların barış ve huzur için’de yaşadığı bir coğrafya. İmam Rabbani gibi Abdullah Dehlevi Muhammed baki billah gibi ruh mimarlarını bağrında saklayan, kültürü, köklü mazisi, Taç mahal ve Kutbül Minarı, renkli mimari yapısıyla, ganj nehri ile, Hindistan buraya gelen ziyaretçileri büyülüyor.



İsmail Kahraman

Milli Gazete
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Sanalda Tac Mahal Gezisi
« Yanıtla #1 : 27 Temmuz 2007, 08:42:40 »
Tac Mahali dünya gözüyle göremedim hala diye üzülmeyin. http://www.taj-mahal.net/ sitesine girin ve Tac Mahalde virtual reality keyfi ile 3 boyutlu bir sanal tur yapın!
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Devri-i Âlem Hindistan Topraklarında
« Yanıtla #2 : 27 Temmuz 2007, 19:46:21 »
bilgiler için çok teşekkür ederim mahfi kardeşim

hindistan görmek istdeğim ülkeler arasında inşaAllah oraya gitmek  nasip olur birgün

rahname

  • Ziyaretçi
Devri-i Âlem Hindistan Topraklarında
« Yanıtla #3 : 27 Temmuz 2007, 20:31:11 »
Eline  sağlık mahfi kardeşim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Devri-i Âlem Hindistan Topraklarında
« Yanıtla #4 : 28 Temmuz 2007, 03:08:42 »
teşekkür ederim..İnşaAllah gitmek isteyen herkese gidip,gezmek nasib olur,hayırlısı ile
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Vuslat Yolcusu

  • Ziyaretçi
Devri-i Âlem Hindistan Topraklarında
« Yanıtla #5 : 28 Temmuz 2007, 03:10:53 »
Alıntı yapılan: "mahfi"
teşekkür ederim..İnşaAllah gitmek isteyen herkese gidip,gezmek nasib olur,hayırlısı ile


insAllah.