Allah-ü Teala, insanlığı yarattığı günden itibaren mürşidsiz bırakmamış, onlara zaman, zaman dünya ve ahiret saadetine ulaşmanın yollarını gösteren bir peygamber göndermiş ve insanlığı ona tabi olmakla muvazzaf kılmıştır. İlk insan Hz. Adem babamız aynı zamanda ilk peygamberdir. Her kavme peygamber gönderildiğine göre, aslında dinden haberi olmayan hiçbir topluluk yoktur. Cenab-ı Hakkın gönderdiği bütün peygamberler ve kitaplar islam dininden bahseder. Zira bütün peygamberler itikatı mevzuda, yani Allah-ü Tealanın varlığı, birliği, sıfat-ı zatiye ve sıfat-ı subutiyesi; cennet, cehennem ve ahiret mevzularında müttefikan, müttehiden beşeriyete aynı malumatı vermişlerdir. Onun için bütün peygamberler ve kitaplar yüce Allah’a iman ve teslimiyetten yani İslam dininden bahseder.
Bu din tevhid dinidir, hanif dinidir. Bunun için din, Allah’ü Teala katında tektir. İslam dini, beşeriyetin en mütekamil dinidir. Bu kemalata, peygamberimiz Hz Muhammed (S.A.V.) ile vasıl olmuştur. Tasavvuf, zühd ve takvanın membaı peygamberimizdir.
Tasavvuf bir gönül terbiyesidir. Gönül de insanda bulunduğu için tasavvufun konusu insandır, gayesi ise onun kalbi yönünü eğiterek, olgunlaştırarak, kemal derecesine ulaşmaktır. Bu noktaya ulaşan kimseye insan-ı kamil denir. İslam tasavvufu, insanı gerçek bir kul ve tam anlamıyla bir insan yapmaya müteveccihtir.
Seriyyi Sakati: “Tasavvuf üç manayı içine alan bir isimdir.”
a) Marifenin nuru vera’ın nurunu söndürmez.
b) Kitap ve sünnetin zahirine muhalif olacak şekilde ilm-i batından bir söz ile konuşmaz.
c) Kerametleri kendisini Allah’ın mahrem olan sırlarını belirtmeğe teşvik etmez.”
Cuneyd-i Bağdadi’ye göre: Tasavvuf, hakkın seni senden gidermesi ve kendisiyle ihya etmesidir. Tasavvuf, masiva ile alakayı keserek Cenab-ı Hakk ile beraber olmaktır. Masiva ile alakayı kesmek demek, insanın hayatını herşeyden, fiziki çevreden soyutlaması demek değildir. Maddeye gönül vermemek, ona bağlanmamak, onu gaye haline getirmemek demektir. Ehl-i tasavvuf herkes gibi çalışıp maişetini temin edecek, başkalarına da yardım edecek, zengin olursa malıyla, mülkiyle Allah yolunda cihad edecektir. Ayet-i kerimelerde cihaddan bahsedilirken; önce malla sonra canla yapılması gerektiğini bildirir.
Tasavvuf, insanın kalbindeki kötü vasıflarla onlardan kurtulma çarelerinden; kalpteki iyi vasıflar ve onları kazanma yollarında manevi mertebeleri katederken yüksek mertebe olan “İnsan-ı Kamil” mertebesine ulaşmanın yoludur.
Tasavvufla ilgilenen zatların eserleri incelendiğinde çok değişik tariflere rastlanır. Bu da normal durumdur. Malum tasavvufta “Tatmayan bilmez” diye bir söz vardır. Buna binaen herkes yaşadığı ölçüde, tattığı ölçüde bir şeyler söylemişler, değişik tarifler yapmışlardır. Hatta bir zat değişik zamanlarda değişik tarifler de yapabilir. Çünkü manevi derecesi, durumu değişmiştir.
Görüldüğü gibi tasavvuf şeriatın hilafına birşey serdetmiyor, bilakis şeriatı en ince teferruatına kadar yaşamayı bildiriyor.Binaenaleyh tasavvuf reddedilemez.
Tasavvuf İslamın canı ve ruhudur.
Tasavvuf kelimesinin nereden geldiğine dair çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bunlar: Ashab-I Suffa, Saff-I Evvel, Benu’s- Sufa, vb.dir.
Tasavvuf ve tarikatler tarihte birçok fonksiyonlar icra etmişler, insan kitleleri üzerinde büyük tesirleri olmuştur. Tasavvuf, içtimai hayatta birlik ve bütünlüğü sağlamıştır. Birlik ve bütünlük de ancak birbirini seven insanlar arasında söz konusu olur. Bilhassa Türkler de tasavvufun bir hakimiyeti vardır.
Tasavvufun içtimai ve dini hayat yönünden en dikkat çekici yönü kitlelerin islamlaşmasındaki rolüdür. Anadolu’da olduğu gibi Avrupa, Afrika ve Asya’nın en uzak köşelerinde dahi, islamlaşma büyük çapta dervişlerin faaliyeti neticesinde gerçekleşmiştir.İktisadi hayattaki ahi ve fütüvvet teşkilatının temel düşüncesi tasavvuf kaynaklıdır. Bunlar bir mürşidden feyiz almış, dünyanın ne olduğunu, insanın ne olduğunu öğrenmiş, vazife ve mesuliyetlerini kavramış kişilerdir. Onlar, çalıp-çırpma hırsıyla, beşe on katma düşüncesiyle hareket edemez. Siyasi hayatta da, tasavvuf erbabının yöneticilerle kurdukları münasebetler onların tesir alanlarını genişletmiştir.
Tasavvufta cihad, daha ziyade nefisle cihadı ifade eder.
İntişar-ı islam tarihi tetkik edildiği zaman görülüyor ki dinin, ilmin neşri için bir taraftan medreseler kurulurken, diğer taraftan irfan yoluyla hakayık-ı ilahiyyeyi öğrenmek ve Hak yolunda bulunmak için dergahlar, hankahlar, çilehaneler de birlikte teessüs etmiştir. Bu meyanda Anadolu’muzda tekke ve dergahın bulunmadığı köy ve kasaba yoktur dense mübalağa yapılmış olmaz ve bu kuruluşlar üzerine düşen fonksiyonları icra etmişlerdir. Ancak hemen şunu da ifade edelim ki; asıl vazifesini icra etmeyen, yozlaşmış tekkeler, sahte şeyhler de zaman zaman görülmüştür.
Günümüzde de bazı selahiyetsiz kişilerin kendilerini bu mertebede görüp göstermeye çalıştıkları maalesef vakidir. Bunlar birçoklarını da etraflarında toplamış, hak mürşid olmadıkları için de yanıltmışlar, şaşırtıp perişan etmişlerdir. Bu kişinin mürşid olabilmesi için belli başlı vasıflara haiz olması gerekir. Bu vasıflara inşAllah çalışmamızın ilerleyen sayfalarında temas edeceğiz.
Tasavvufta mürşid kavramının ehemmiyeti ve icra ettiği fonksiyonu çok mühimdir. Medresede müderris ne ise, dergahta mürşid de odur. Ancak müderris nakli akla tatbik eder, akla hitabeder, metni açıklar, ilminin derecesine göre tahlile girişir ve vazifesi bununla biter. Mürşid ise, ruh ile meşgul olan bir mürebbidir. Kendisine intisab eden müridin bütün hususiyetlerini, kabiliyetlerini göz önünde bulundurarak, herkese ayrı ayrı yol gösterir. Yaratılışındaki ferasetin ve edindiği ilmin derecesine göre müridinin kalbindeki küdüratı, mizacındaki sertliği, ahlakındaki fesadı tedricen izaleye çalışır. Mürşid her şeyiyle müridini gözetir. Onun her haliyle alakalanır, hastalığında sağlığında, ruhen, fikren onu gözetir, şefkat kanadı daima müridinin üzerinde olur. Tabi ki mürid de gassal elindeki bir meyyit gibi teslimiyet gösterirse, mürşidinin daima kendini manen takip ettiğini düşünürse maksat daha çabuk hasıl olur. Herkesin yaradılışı ve temayülü bir olmadığı için, herkes aynı sebatı aynı samimiyeti göstermeyebilir. Mürşid bunu manevi ferasetiyle bildiği için, müridini bir hamur haline getirir ve onu istenilen şekle ulaştırır.
Rabbim o hakikatlari sübhesiz kabullenmeyi sonrada bu yolun büyüklerine manevi evlat olmayi nasipeylesin amin
müteallim