Gönderen Konu: Günün Sohbeti  (Okunma sayısı 67137 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #45 : 20 Mart 2009, 01:08:08 »

ARKADASLIK VE IYI ARKADASLIK

Savasın en kanlı günlerinden biriydi.
Asker en iyi arkadasının az ileride, kanlar
içinde yere düstüğünü gördü. Đnsanın basını
bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir
ates altındaydılar.
Asker teğmenine kostu hemen:
- Komutanım, bir kosu arkadasımı alıp geleyim mi?
'Delirdin mi?' der gibi baktı teğmen...
— Gitmeye değmez oğlum, arkadasın delik desik olmus.
Büyük olasılıkla ölmüstür bile. Kendi hayatını da tehlikeye
atma sakın!
Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek
zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!
Asker yoğun ates altında fırladı siperden ve mucize eseri,
arkadasının yanına kadar gitti, yaralı arkadasını sırtlandığı
gibi tasıdı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen kosup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara
yıkılmıs askere döndü:—- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez,
dememis miydim? Bu zaten ölmüs...
- Değdi Komutanım, değdi! d edi asker.
- Nasıl değdi, arkadasın zaten ölmüs, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yasıyordu...
Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, arkadasının son sözlerini tekrarladı:
'Geleceğini biliyordum!'

GELECEGINI ILIYORDUM

Kalbimizde 'arkadaslık' denilen bir mucize var. Nasıl olduğunu,
nasıl basladığını bilemezsiniz. Ama bunun özel bir armağan
olduğunu, Allah'ın bir lütfu olduğunu bilirsiniz.
Gerçekten de arkadaslar nadide mücevherlerdir. Yüz ünüzü
güldürüp, basarmanız için cesaret verirler.
Sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.
Bugün arkadaslarınıza, onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin.
Bu yazıyı arkadas olarak gördüğünüz herkese gönderin. Size
gönderen dahil.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #46 : 24 Mart 2009, 00:46:55 »
Biz "iman ve insan davası" bunun için diyoruz. İman etmekle insan, ebedi hayatını garantiye alıyor. Ebedi hayatını garantiye alan insan, nefsi ile, kendi ile barışıyor. Asıl kavga insanların iç tabiatındadır. Bizim kavgamız Ahmet’le, Mehmet’le, Hasan’la, Hüseyin’le olmaktan evvel kendimizledir. Bizde hakkı temsil eden, doğruyu temsil eden bir güç, yanlışı temsil eden, İblis’i temsil eden bir başka güç var. Bunlar, kendi aralarında, her zaman kavga yaparlar.
İblis’i temsil eden zemime tarafımız, nefsimiz ister ki, "O vücut ülkesini ele geçireyim. Bu insan benim esirim olsun", Ruh–i sultan da "Sen yanlışsın. Ben onu ele geçireyim. Bu, benim tasarrufumda olsun" der. Bir kavgadır gider. Yani dış tabiatımızda seyrettiğimiz harpler bu duyguların esiri olmuş insanların sosyal planda ortaya koyduğu davranışlardır.
Onun için dikkat ederseniz insanlık iki sınıfta mütalaa edilir. Ya inançtadır, ya bâtıldadır. Ortada bir sınıf kavga etmez. Onun için bir insanın hayatının gayesi  imanı olursa, insan olmanın da zevkine ve şuuruna vâkıf olarak, fevkalade bir makama, bir rütbeye nail olmuş olur. Yani hayatını boş şeylerle, çanakla, çömlekle, taşla, sopayla geçirmez.

Mevlana Hazretlerinin dediği gibi "Ne dolduruyorsun eteğine çanak çömleği?" Şunu demek istiyor: "Hayatının, şuurunun, aklının maksadı ’zengin olayım, çanağım, çömleğim olsun, arabam olsun, mersedesim olsun, uçağım olsun’ değildir. Dolduruyorsun eteğine çanağı, çömleği. Bunları bıraksana, terk etsene!" Bunu derken, "Gönlün ’ta olsun. Bunlar ’a yürümene mani olmasın. Bunları öyle kullan ki, put gibi önünde durmasın" demek istiyor.
Bir arif ile sohbet ederken bana buyurdular ki, "Serveti gönlüne değil cebine koyacaksın. İnsan servet sahibi olacak ama onu cebine koyacak. Kalbine koyup putlaştırmayacak." Peki bu kalbe kimi koyulacak? Bu kalbe Cenab–ı Vacibü’l Vücud Hazretlerinin sevgisini, O’na imanı, itikadı, muhabbeti: Muhammed’inin (as) ahlakını, aşkını koyacaksın. O’nu yüceltmek için de bu serveti, bu yolda kullanacaksın. Bu sıhhati bu yolda harcayacaksın. O zaman her halin kazanç olur. Her davranışın büyük bir sermaye olur.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #47 : 01 Nisan 2009, 01:04:10 »
Allah-ü Teala, insanlığı yarattığı günden itibaren mürşidsiz bırakmamış, onlara zaman, zaman dünya ve ahiret saadetine ulaşmanın yollarını gösteren bir peygamber göndermiş ve insanlığı ona tabi olmakla muvazzaf kılmıştır. İlk insan Hz. Adem babamız aynı zamanda ilk peygamberdir. Her kavme peygamber gönderildiğine göre, aslında dinden haberi olmayan hiçbir topluluk yoktur. Cenab-ı Hakkın gönderdiği bütün peygamberler ve kitaplar islam dininden bahseder. Zira bütün peygamberler itikatı mevzuda, yani Allah-ü Tealanın varlığı, birliği, sıfat-ı zatiye ve sıfat-ı subutiyesi; cennet, cehennem ve ahiret mevzularında müttefikan, müttehiden beşeriyete aynı malumatı vermişlerdir. Onun için bütün peygamberler ve kitaplar yüce Allah’a iman ve teslimiyetten yani İslam dininden bahseder.
   Bu din tevhid dinidir, hanif dinidir. Bunun için din, Allah’ü Teala katında tektir. İslam dini, beşeriyetin en mütekamil dinidir. Bu kemalata, peygamberimiz Hz Muhammed (S.A.V.) ile vasıl olmuştur. Tasavvuf, zühd ve takvanın membaı peygamberimizdir.
   Tasavvuf bir gönül terbiyesidir. Gönül de insanda bulunduğu için tasavvufun konusu insandır, gayesi ise onun kalbi yönünü eğiterek, olgunlaştırarak, kemal derecesine ulaşmaktır. Bu noktaya ulaşan kimseye insan-ı kamil denir. İslam tasavvufu, insanı gerçek bir kul ve tam anlamıyla bir insan  yapmaya müteveccihtir.
   Seriyyi Sakati: “Tasavvuf üç manayı içine alan bir isimdir.”                                     
a)   Marifenin nuru vera’ın nurunu söndürmez.
b)   Kitap ve sünnetin zahirine muhalif olacak şekilde ilm-i batından bir söz ile konuşmaz.
c)   Kerametleri kendisini Allah’ın mahrem olan sırlarını belirtmeğe teşvik etmez.”
   Cuneyd-i Bağdadi’ye göre: Tasavvuf, hakkın seni senden gidermesi ve kendisiyle ihya etmesidir. Tasavvuf, masiva ile alakayı keserek Cenab-ı Hakk ile beraber olmaktır.  Masiva ile alakayı kesmek demek, insanın hayatını herşeyden, fiziki çevreden soyutlaması demek değildir. Maddeye gönül vermemek, ona bağlanmamak, onu gaye haline getirmemek demektir. Ehl-i tasavvuf herkes gibi çalışıp maişetini temin edecek, başkalarına da yardım edecek, zengin olursa malıyla, mülkiyle Allah yolunda cihad edecektir. Ayet-i kerimelerde cihaddan bahsedilirken; önce malla sonra canla yapılması gerektiğini bildirir.
   Tasavvuf, insanın kalbindeki kötü vasıflarla onlardan kurtulma çarelerinden; kalpteki iyi vasıflar ve onları kazanma yollarında manevi mertebeleri katederken yüksek mertebe olan “İnsan-ı Kamil” mertebesine ulaşmanın yoludur.
   Tasavvufla ilgilenen zatların eserleri incelendiğinde çok değişik tariflere rastlanır. Bu da normal durumdur. Malum tasavvufta “Tatmayan bilmez” diye bir söz vardır. Buna binaen herkes yaşadığı ölçüde, tattığı ölçüde bir şeyler söylemişler, değişik tarifler yapmışlardır. Hatta bir zat değişik zamanlarda değişik tarifler de yapabilir. Çünkü manevi derecesi, durumu değişmiştir.
Görüldüğü gibi tasavvuf şeriatın hilafına birşey serdetmiyor, bilakis şeriatı en ince teferruatına kadar yaşamayı bildiriyor.Binaenaleyh tasavvuf reddedilemez.
Tasavvuf İslamın canı ve ruhudur.
Tasavvuf kelimesinin nereden geldiğine dair çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bunlar: Ashab-I Suffa, Saff-I Evvel, Benu’s- Sufa, vb.dir.
   Tasavvuf ve tarikatler tarihte birçok fonksiyonlar icra etmişler, insan kitleleri üzerinde büyük tesirleri olmuştur. Tasavvuf, içtimai hayatta birlik ve bütünlüğü sağlamıştır. Birlik ve bütünlük de ancak birbirini seven insanlar arasında söz konusu olur. Bilhassa Türkler de tasavvufun bir hakimiyeti vardır.
   Tasavvufun içtimai ve dini hayat yönünden en dikkat çekici yönü kitlelerin islamlaşmasındaki rolüdür. Anadolu’da olduğu gibi Avrupa, Afrika ve Asya’nın en uzak köşelerinde dahi, islamlaşma büyük çapta dervişlerin faaliyeti neticesinde gerçekleşmiştir.İktisadi hayattaki ahi ve fütüvvet teşkilatının temel düşüncesi tasavvuf kaynaklıdır. Bunlar bir mürşidden feyiz almış, dünyanın ne olduğunu, insanın ne olduğunu öğrenmiş, vazife ve mesuliyetlerini kavramış kişilerdir. Onlar, çalıp-çırpma hırsıyla, beşe on katma düşüncesiyle hareket edemez. Siyasi hayatta da, tasavvuf erbabının yöneticilerle kurdukları münasebetler onların tesir alanlarını genişletmiştir.
   Tasavvufta cihad, daha ziyade nefisle cihadı ifade eder.
   İntişar-ı islam tarihi tetkik edildiği zaman görülüyor ki dinin, ilmin neşri için bir taraftan medreseler kurulurken, diğer taraftan irfan yoluyla hakayık-ı ilahiyyeyi öğrenmek ve Hak yolunda bulunmak için dergahlar, hankahlar, çilehaneler de birlikte teessüs etmiştir.  Bu meyanda Anadolu’muzda tekke ve dergahın bulunmadığı köy ve kasaba yoktur dense mübalağa yapılmış olmaz ve bu kuruluşlar üzerine düşen fonksiyonları icra etmişlerdir. Ancak hemen şunu da ifade edelim ki; asıl vazifesini icra etmeyen, yozlaşmış tekkeler, sahte şeyhler de zaman zaman görülmüştür.
   Günümüzde de bazı selahiyetsiz kişilerin kendilerini bu mertebede görüp göstermeye çalıştıkları maalesef vakidir. Bunlar birçoklarını da etraflarında toplamış, hak mürşid olmadıkları için de yanıltmışlar, şaşırtıp perişan etmişlerdir. Bu kişinin mürşid olabilmesi için belli başlı vasıflara haiz olması gerekir. Bu vasıflara inşAllah çalışmamızın ilerleyen sayfalarında temas edeceğiz.
   Tasavvufta mürşid kavramının ehemmiyeti ve icra ettiği fonksiyonu çok mühimdir. Medresede  müderris ne ise, dergahta mürşid de odur.  Ancak müderris nakli akla tatbik eder, akla hitabeder, metni açıklar, ilminin derecesine göre tahlile girişir ve vazifesi bununla biter.  Mürşid ise, ruh ile meşgul olan bir mürebbidir. Kendisine intisab eden müridin bütün hususiyetlerini, kabiliyetlerini göz önünde bulundurarak, herkese ayrı ayrı yol gösterir. Yaratılışındaki ferasetin ve edindiği ilmin derecesine göre müridinin kalbindeki küdüratı, mizacındaki sertliği, ahlakındaki fesadı tedricen izaleye çalışır.   Mürşid her şeyiyle müridini gözetir.  Onun   her haliyle alakalanır, hastalığında sağlığında, ruhen, fikren onu gözetir, şefkat kanadı daima müridinin üzerinde olur.  Tabi ki mürid de gassal elindeki bir meyyit gibi teslimiyet gösterirse, mürşidinin daima kendini manen takip ettiğini düşünürse maksat daha çabuk hasıl olur. Herkesin yaradılışı ve temayülü bir olmadığı için, herkes aynı sebatı aynı samimiyeti göstermeyebilir. Mürşid bunu manevi ferasetiyle bildiği için, müridini bir hamur haline getirir ve onu istenilen şekle ulaştırır.

Rabbim o hakikatlari sübhesiz kabullenmeyi sonrada bu yolun büyüklerine manevi evlat olmayi nasipeylesin amin

müteallim
   
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #48 : 01 Nisan 2009, 02:31:37 »
Amin.

Allah razı olsun hocam. Çok istifade ettik.
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #49 : 02 Mayıs 2009, 01:41:35 »
Duanın makbul olması için 
 
Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin yanına duâ etmesi için bir hasta getirdiler. Hasta birkaç gün kaldığı hâlde, Ahmed Rıfâî hiçbir şey söylemedi. Bunun üzerine hizmetçisi Yâkûb; “Efendim! Bu hasta için duâ etmemenizin sebebi nedir?” deyince; “Ey Yâkûb! Cenâb-ı Hakk’ın izzetine yemîn olsun ki, Allah katında, benim kabûl olunacağı vâdolunan yüz hâcetim vardır. Şimdiye kadar hiçbirini dilemedim” cevabını verdi.
Yâkûb; “Bir tânesi bu biçâreye sarf edilse nasıl olur?” deyince, Ahmed Rıfâî hazretleri; “Sen benim edebe aykırı hareket eden bir kimse olmamı mı istiyorsun?” buyurup; “Dikkat ediniz, halk ve emir O’na mahsûstur. Âlemlerin Rabbi Allah çok yücedir” (A’raf sûresi: 54) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu, sonra; “Ey Yâkûb, aslında fakîr olan bir kişi, bir hâcet istirhâm edip, kabûle mazhâr olduğu zaman, eski vekar ve şerefinden de bir kademe kaybeder” buyurdu.
Hizmetçisi; “Efendim, namazlardan sonra her zaman duâ ettiğinizi görüyorum” deyince de, Ahmed Rıfâî; “O başka, bu başkadır. Namazlardan sonra yapılan, ilâhî emre uymak için yapılan kulluk duâsıdır. Bu ise hâcet duâsıdır ve husûsî şartları vardır” buyurdular. Bu konuşmadan iki gün sonra o hasta şifâ buldu.
Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî hazretleri buyurdu ki:
“Gönlün ferah olup duânın makbûl olmasını istersen, şu beş şeyi terk etme:
1) Dünyâya harîs olmayan, her işi Allah rızâsı için yapan âlimlerle berâber ol.
2) Gece namazı kıl! Kazâya kalmış namazlarını, geceleri de kazâ ederek bir an önce öde! Farz namazı kazâya kalan kimsenin, sünnet ve nâfile namazları kabûl olmaz. Yâni sahîh olsa da sevap verilmez. Âlimlerimiz buyuruyor ki: Şeytan, Müslümanları aldatmak için, farzları ehemmiyetsiz gösterip, sünnet ve nâfileleri yapmaya sevk eder.
3) Tegannî etmeden Kur’ân-ı kerîm oku.
4) Namazlarını tam olarak, vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kıl.
5) Helâl ye. Helâl yiyenin duâsı makbuldür. O halde helâli, haramı öğrenmek lâzımdır.”

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #50 : 04 Mayıs 2009, 20:39:07 »
1-   { Ben evlatlarimdan iki sey istiyorum SADAKAT ve AZIM. sözleri düstürunuz olsun.

2-   SADAKAT her hususda dürüstlük demek olub hususu ile bu yolda niyyet dürüstlügüdürki her hizmetimizde  rizasindan baska bir niyyetimiz olmamalidir. Niyyet bozulunca her sey bozulur.

3-   AZIM ise  hizmetlerimizde kararli ve caliskan olmakdir.

4-   Tembel insan hic bir seyde muvaffak olamaz. Hic bir hususda iyi ve örnek insan olamaz.
Tembel demek hic calismayan demek degildir. Var gücü ile bütün gücü ile calismayan ask ile gayret göstermeyen demekdir.
Yaptigin hizmeti begenme her zaman daha güzelini yapmaya calis. Muvaffakiyetlerinde kendine pay cikarmadan ben acuz kulunu böyle hayirli bir ise muvaffak kildin diye mevlaya sükr et.

5-   Bu yolda ariza tek yerden olur. Tamiride seccadede olur. Isler karisdigi zaman veya kötü gittigi zaman kimseye kizma kimseden intikam almaya kalkma. Kendini düzeltmeye bak. Eger o isde kusurun yoksa o isi kendin düzeltmeye kalkma sahibine havale etmesini bil.

6-      Ser-i ölcülere ve yolumzun prensiblerine cok dikkat et. Sünnetleri vacib mekruhlari haram bil. Yolumuzun prensiblerini vacib gibi gör ve dikkat et. Unutmaki { Ölcüsüzlügün ölcüsü olmaz. } mühim olan ölcünün disina cikmamakdir.

7-     Zenginlere ve zenginlige imrenme, bes memuriyyeti her seyin fevkinde gör. Unutmaki bu yol maddi saltanat yolu degildir. Aksi halde niyetin bozulur gayeni kaybeder her seyden mahrum olursun.

8-     Eline gecene kanaat et. Elinde olan kadar harcama yap. Elinde olandan fazla harcama, ya ödeyemeyecegin borca girer rezil olursun. Yada beytül male el uzatir helak olursun. Canabi hakka bizi kendisinden baskasina muhtac etmemesi icin daima hususiyle bes vakit namazin arkasindan dua et.

9-      Hic bir zaman hic bir yerde idari bir hizmete veya beytül mal ile yapilacak hizmetlere talib olma. ala kaderil imkan hazer et. Eger emrederlerse atesden gömlek bil.ve ona göre dikkatli ol ve devamli  Allah`u tealadan istianede bulun. Ona tevekkül et.{ Bilerek haksiz yere bogazindan beytül mal gecen kimse iman götüremez } sözünü unutma…

10-      Büyüklerine hürmet ve ta`zimde kusur etme. Eger buna dikkat edersen kücülmez yücelirsin. Ana baba ve hocalarini ne hayatlarinda nede mematlarinda sakin unutma. Ziyaret et, telefon et, dua et, gönüllerini al.

11-      Sana emir etme mevkiinde olanlara itaatde sakin kusur etme. Aksi halde hizmetin hizmet olmaz. Izinsiz hic bir sey yapma.

12-      Kalb kirmamaya cok dikkat et. Kimsenin giybetini yapma. Aksi halde hem dünyada yalniz kalirsin hemde amellerin mahv olur. { Güzel söz sadakadir } hadisi serifinin mucibince tatli dilli güler yüzlü ol. Insanlarla iyi gecin.  Hz.Peygamberimiz { Mü’min (insanlarla) iyi gecinir ve onunla iyi gecinilir.(insanlarla) iyi gecinmeyen ve (insanlarin)  kendisi ile iyi gecnemedigi kimsede hayir yokdur. Insanlarin en hayirlisi onlara menfeatli olandir } buyurmuslardir.

13.      Sana zarar verenlere ne kadar cok sabr edebilirsen o kadar cok kazanirsin. Fakat dine ve hizmetlere zarar verenlere sabr edersen ortak olmus olursun.          { Sizden biriniz bir münker görürse onu eli ile degistirsin eger gücü yetmesse lisani ile degistirsin eger bunada gücü yetmesse o kisiye kalbi ile bugz etsin.} hadisi serifi mucibince önce ikaz et daha sonra alakali mercie bildir.

14-      Talebeyi sev { En güzel nasihat örnek olmakdir.} prensibini düstür edinib talebenin bütün programlarina talebe gibi uymak sureti ile hususi ile bes vakit namazi bila inkita cemaat ile birlikte kilmak sureri ile önce kendimiz talebeligi yasayip daha sonra talebeden istemeliyiz. Kendimiz yapmadigimiz bir seyi talebeden istersek nefret kazaniriz.derslerimizi gün degil saat degil dakika bile aksatmamaliyiz.

15-{ Evlatlarim ben size ilmi degil ilmin anahtarlarini veriyorum. Bu anahtarlar ile kapali kapilari acip hazineleri alacaksiniz. }   sözünü unutmayiniz.

16-   Daima { Hoca olmanin ilk sarti ömür boyu talebe olmaktir.} prensibi
ile hareket edib her halükarda ve her zaman kitab okuyub tetebbuat yapmaliyiz. Vaktim yok ne yapayim sözü tenbelligimizi pesinen ilan etmekden baska bir sey   ifade etmez. Aralarda kalan 15-20 dakikalar toplanip degerlendirilse saatlar kazanmis oluruz.
Nitekim ali fuad basgil {Calismak icin müsait vakit arama icinde bulndugun vakit calismaya en müsait vakittir. } demistir. Tarihde calismadan muvaffak olan hic kimse yoktur. Bilmedigini ögrenmekten utanma senden cok bilenlerden istifade etmesini bil.

17-      Günlük derslerimizden arta kalan vakitlerde tefsir,hadis,fikih gibi ilm dallarindan birini secip devamli ona calismali o tamam olunca digerine calismali.
Ancak ilmi mütaala roman okur gibi olmamali bir mevzuyu 3-5 kere okuyub ezber gibi yapmali ondan sonra diger mevzuya gecmelidir.

18-      Yalan söylemekden siddetle hazer et unutmaki münafigin en bariz alameti yalan söylemektir. Yalan sana hic bir sey kazandirmaz lakin sana olan bütün itimati  itibari yok eder.

19-      Hatata israr etme .kime karsi olursa olsun velevki talebene karsi bile olsa veya kendi cocuguna karsi bile olsa hatani kabul et. Hatasini kabul etmek fazilettir.

20-      Hic kimseye su-i zan etmek dogru degildir. Ancak hemen herkesede husni zan etmekde o kadar yanlisdir. Her sey her yerde söylenmez. Sir saklamasini iyi bil.

21-      Kendi irademiz ile hizmetlerden ayrilib dünya isine dönmekden siddetle hazer etmeliyiz. Aksi halde perisan oluruz. Bu perisanlik neuzu billah manevi perisanlik olur. Eger mübah bir sebeb ile ayrilmak zorunda kalir isek kalbi beraberlik yeterli degildir. Mutlaka hizmetler icinde olmaya gayret etmeliyiz. Kitab okumayi ve ilmi mutalalarida hic bir zaman birakmamali hatta aksatmamaliyiz.

FAHREDDIN AK.
« Son Düzenleme: 07 Mayıs 2009, 00:01:38 Gönderen: mystic »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı lalegül

  • yazar
  • ****
  • İleti: 513
    • Sidre.net
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #51 : 04 Mayıs 2009, 21:51:11 »
Bu kıymetli Nasihatler için Allah razı olsun.
Şu rahmete bakın ki,
insanlar bütün azalarıyla günah işlerken,
sadece diliyle yaptığı tövbeyle affolunuyor.

Aziz Mahmud Hüdai (k.s)

Çevrimdışı baklagül

  • baklagül
  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 30
  • inşAllah dese yakaran inşa eder YARADAN....
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #52 : 10 Haziran 2009, 17:16:09 »
elinize sağlık çok güzel teşekkür ederiz

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #53 : 22 Eylül 2009, 02:20:10 »
Affedilmek için affetmek lâzımdır 
 
Affetmek, büyüklüğün alâmetidir ve Allahü teâlânın sıfatlarındandır. Kişinin, kendisine karşı yapılan hata ve kusurları bağışlamasına, affetmek denir. Herhangi bir kimsenin, hakkını almaya gücü yettiği halde affetmesi iyidir. Çünkü hakkını almaya gücü varken affetmek, nefse dahâ güç gelir. Hadîs-i şerîfde;
(Mûsâ aleyhisselâm: Yâ Rabbî! Kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikte, gücü yettiği zamân affedendir, buyuruldu) buyurulmuştur.
Zulmedeni affetmek merhametin, kendisine iyilik etmeyene hediyye vermek ihsânın, kötülük edene ihsânda bulunmak da, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar. Îsâ aleyhisselâm;
(Diş kıranın dişi kırılır. Burnu, kulağı kesenin, burnu kulağı kesilir demiştim. Şimdi ise, kötülük yapana karşı, kötülük yapmayınız. Sağ yanağınıza vurana sol yanağınızı çeviriniz diyorum) buyurmuştur.

NİMETİN ŞÜKRÜ
Muhyiddîn ibni Arabî hazretleri buyuruyor ki:
“Kötülük edene iyilik yapan kimse, nimetlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfrân-ı nimet etmiş olur.”
Zulmedenden hakkını almak, İntisâr olur. Affetmek, adâletin yüksek derecesi, intisâr ise, aşağı derecesidir.
Affetmek, bazan zâlimlere karşı aczi gösterebilir. Zulmün artmasına sebep olabilir. İntisâr, her zamân zulmün azalmasına, hattâ yok olmasına sebep olur. Böyle zamânlarda, intisâr etmek, affetmekten dahâ efdal, dahâ sevâb olur.
Zâlimden hakkı kadar geri almak, adâlet olur. Fakat gücü yettiği hâlde affetmek, güzel ahlâktır. Resûlullah efendimiz, bir kimsenin zâlime bedduâ ettiğini görünce;
(İntisâr eyledin! Affeyleseydi, dahâ iyi olurdu.) buyurmuştur.
Bir hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki:
(Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namâzdan sonra onbir defa ihlâs sûresini okuyan, kâtilini affederek ölen.)

GADABIMI TERKETTİM!
Resûlullah efendimizin mübârek torunu hazret-i Hüseyin, birgün misâfirleri ile sofrada oturmuşlar yemek yiyiyorlardı. O sırada kölesi bir kap sıcak yemekle gelirken ayağı yere takılıp, elindeki yemeği hazret-i Hüseyin’in mübârek başına döker. Hazret-i Hüseyin, terbiye maksadı ile kölesinin yüzüne sertçe bakınca, kölesi, Âl-i imrân sûresinin 134. âyet-i kerimesindeki;
(Gadab etmezler) kısmını okur. Hazret-i Hüseyin;
-Gadabımı terkettim, buyurunca, kölesi, âyet-i kerimenin;
(İnsanlardan kusûrlu olanları affederler) kısmını okur. Hazret-i Hüseyin;
-Affettim cevabını verince kölesi, âyet-i kerimenin;
(Allahü teâlâ ihsân edenleri sever) kısmını okur. Bunun üzerine hazret-i Hüseyin;
-Allah için seni kölelikten azâd ettim, istediğin yere gidebilirsin, buyurur.
Resûlullah efendimiz buyuruyor ki:
(Kıyâmette bir kimseyi hesâba çekerler ki, çok günâh işlemiş, hiç iyilik yapmamış. Sen dünyâda hiç iyilik yapmadın mı? derler. Hayır, yalnız çırağıma derdim ki, “Fakîr olan borçluları sıkıştırma! Ne zamân ellerine geçerse, o zamân vermelerini söyle. İstediklerini yine ver. Boş çevirme!” Allahü teâlâ buyuracak ki, “Ey kulum! Bugün sen fakîr, muhtâçsın! Sen dünyâda benim kullarıma acıdığın gibi, bugün biz de sana acırız.” Onu affeder.)
Ahnef bin Kays hazretleri buyurdu ki:
“Bir kimse bana düşmanlık etse, ona üç halden biriyle karşılık veririm. Bu kimse benden yaşlı ise ona saygı duyar, karşılık vermem. Benden küçük ise onun için kötü muâmele yapmaya tenezzül etmem. Akranım ise ona af ve iyilikle muâmele ederim.”
Netice olarak müslüman, Allahü teâlâ katında kıymeti olan ve Onun sevdiği insan demektir. Bunun için müslümanların hatalarını görmemek, onlara kin tutmamak ve kusurlarını affetmek lazımdır. Allahü teâlânın bizi affetmesini istiyorsak, biz de Onun kullarını affetmemiz lazımdır. Yani, affedilmek için affetmek lazımdır. Affetmek, Allahü teâlânın sıfatlarındandır. Ahmed Rıfâî hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Kızdığın zaman affa sarıl. Çünkü affetmek sûretiyle yapacağın hatâ, cezâ vermek sûretiyle yapacağın hâtadan daha iyidir.”
 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #54 : 12 Kasım 2009, 00:03:14 »
ÛKAZ panayirinde bir gezinti.

Hazreti Muhammed aleyhisselamın rasûllük görevini almasının birkaç yıl öncesindeyiz şimdi...
Ukaz panayırı, her yıl olduğu gibi, gene kurulmuş Mekke yakınındaki Mecennet Vadisi`ne...
Oldukça büyük bir kalabalık toplanmış...
 
Bir yandan Yemen`den gelen tüccarlar mallarını satmaya uğraşırken; diğer yandan Dairan`lı tacirler develerine Tâif`in kuru üzümünü yüklemekle meşgul...

Panayırın bir çok köşesi ise o devrin en meşhur şairleriyle dolu.. Hepsi de kendi şiirlerini halka beğendirme arzusuyla dolu... Zira hangileri en çok beğeni kazanırsa, dereceye girerse, onların şiirleri Ka`be duvarına asılacak...

Halkın bir kısmı alışverişte; bir kısmı da eğlenti yerleri civarında kendilerine hoş bir eğlence aramada...
Bakın!. Efendimiz, Muhammed Mustafa ile en yakın arakadaşı Ebu Bekr`de gelmişler, kolkola dolaşıyorlar... Aralarında birşeyler konuşuyorlar..
Ebu Bekr, Efendimiz`den iki sene sonra dünyaya gelmiş...

Teym Oğulları namıyla bilinen sülaleden gelmektedir Ebu Bekr... Aynı zamanda yedinci göbekteki dedesi olan Ka`b oğlu Mürre, Efendimizin de yedinci göbekte dedesi olmaktadır...

Böylece, gerçekte bu iki yakın dost, aynı sülaleden gelmenin genetiğine de sahip olmaktalar...
Ebu Bekr, yumuşak, fevkalade güzel ahlaklı, anlayışlı, hoşgörüsü geniş bir insan...

Yardımsever, cömert ve bol ziyafet veren bir insan olduğu için de bütün Mekke halkı tarafından çok sevilmektedir... Ne zaman Ka`be yanına gelse, hemen etrafı halk tarafından çevrilir; beraberce oradaki kendisine ayrılmış odaya gidilir ve orada koyu bir sohpete dalınır...

Medine civarında, Bahreyn`de ve Hayber`de geniş arazileri olan ve ticaret kervanları bulunan Ebu Bekr`in, bu yüzden pek çok tanıdığı mevcuttu.. Dışardan gelen birçok insan öncelikle O`nu arar, O`na akıl danışır; O`nunla sorunlarını çözmeye çalışırdı..
* * *
Kısa bir süre önce yolda Efendimizle karşılaşan Ebu Bekr, O`na şu soruyu sormuştu...
-Ey emin kardeş, niçin diğer Kureyş halkı gibi değilsin?... Putlara secde etmez, heykellere hürmet göstermezsin..?
Efendimiz ona şu cevabı verdi:

-Ya Eba Bekr, bu insanların odundan, taştan, madenden yaptıkları putlara neden ve nasıl tapındıklarını bir türlü aklım kavrayamıyor!.. Onların kendilerine bir yararı yok, ki insanlara fayda sağlasınlar!... Hepsi de hiç bir işe yaramayan nesneler.. Halbuki bütün bunların ötesinde bizi ve herşeyi varkılan bir mutlak varlık olması gerekmez mi?

-Haklısın emin dostum!... Benim de aklımdan öyle geçiyor... Fakat bilemiyorum ki bu nasıl bir din olabilir..! Keza ben de, senin gibi düşündüğüm içindir ki, kendimi bildim bileli putlara secde etmem... Elbette Yaratıcının indinde bir din olmalı... Ama bu dini bize kim gösterecek?.. Bizi bu doğru yola kim sevkedecek?..

işte şimdi de, gene böyle bir mevzuyu konuşuyor olmalılar o köşede... Zira bu mevzu üzerindeki merakları, araştırmaları gün geçtikçe artmakta...
Bakın, başlarını sağa çevirdiler... Hani şu kızıl deveye binmiş, beyaz sakallı, nur yüzlü yaşlı hatibin olduğu tarafa... Epeyce de kalabalık toplanmış hatibin etrafına...

Ne varki buradan da pekbir şey anlaşılmıyor yaşlı hatibin sözlerinden...
Efendimiz bir şeyler soruyor Hazreti Ebu Bekr'e:

-Kim bu yaşlı adam, Ya Eba Bekr?

-Saide oğlu Kuss derler adına... Çöller vaizi... Iyad Kabilesinin ulusu... Meşhur şair ve hekim...

Onlar da, yaşlı hatibin yanına doğru yürümeğe başladılar...
Saide oğlu Kuss, yakın bir gelecekte ahir zaman peygamberinin örtüsünün kaldırılıp, ortaya çıkartılacağından sözederek halka bu konuda müjde veriyor:

-...Ey insanlar!.. Dinleyiniz ve anlamaya çalışınız!.. Anladıktan sonra da uyanınız!..
Ne görüyoruz?. İnsanlardan gelen kalmıyor; giden de dönmüyor!..
Acaba niçin gittikten sonra geri dönmüyorlar?
Gittikleri yerden hoşlanıp da orada mı kalıyorlar?

Yoksa yattıkları yerden kalkmak mı istemiyorlar?
Yoksa onları uyandıracak biri mi yok?
Yoksa var da, daha vakti mi gelmedi?

Ey ölüsünün ardından ağlıyan kişi!...
Ölüler mezarlarında yatıyorlar!. Üstlerinde götürebildikleri yalnızca bir kefen parçası var!..
Onları kendi hâline bırak!. Çünkü, bir gün var!. O gün bütün ölüler ve diriler, dalgın dalgın uyuyan kimselerin uyandırıldıkları gibi, uyandırılacak,

çağırılacaklardır!. Onlar da başka bir halde, bu çağırılışa icabet edeceklerdir.
Evvelce onlar yoktan nasıl var edildilerse, yaradıldılarsa, gene öylece yaradılacaklardır!.
Yemin ederim ki, Yaradan'nın indince bir Din vardır ki, bu, şimdi üzerinizde bulunduğunuz inanıştan daha sevgilidir.

Yaradan'nın gelecek olan bir elçisi vardır ki, gelmesi çok yakınlaştı..
Gölgesi başımızın üstüne geldi...
O'na iman edenlere ne mutlu!..

O'na iman etmeyenlere ne yazık!..
Yazık o bahtsız kişilere ki, O'na isyan ederler!. O'na muhalif olurlar!. Vay o ömürleri gaflet içerisinde geçecek olan insanlara..."
Efendimiz aleyhisselam ile Ebu Bekr de can kulağı ile dinlemekte bu sözleri; tıpkı herkes gibi, tıpkı bizler gibi...

Yakında geleceğinden bahsettiği peygamberin, burada, bizzat kendisini dinlemekte olduğundan da haberi yok Saide Oğlu Kuss'un!.
Keza bahsedilen peygamberin kendisi olacağından da haberi yok, Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa aleyhisselamın!...
« Son Düzenleme: 12 Kasım 2009, 00:08:01 Gönderen: Tuğra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #55 : 20 Kasım 2009, 22:37:33 »
Bir senelik oruca bedel Bugün hicrî aylardan Zilhicce'nin 3. günü.

Ramazan ayının son on gecesi nasıl feyizli, bereketli, nurlu ve sevabı geceler ise, aynı zamanda hac mevsimi olan Zilhicce'nin ilk on günü ve geceleri de o yine aydınlık ve feyizli zaman dilimleridir.
Fecr Suresi'nin 2. âyeti olan "Yemin olsun on geceye" âyetinin tefsirinde bu on gecenin Zilhicce'nin ilk on gecesi olduğu hakkında açıklamalar vardır.
Bu geceler ve günler bereketini iki ibadetten alıyor. Biri kurban, diğeri de hac. Zilhicce'nin 10. günü Kurban Bayramı'dır. Bugünde ve devamı bayram günlerinde kurban kesilir.
Ama asıl bu gece ve gündüzlerde sırasıyla hac ibadetleri yapılır. 8'inde hacılar Mina'da bulunur, 9'unda Arafat'ta olurlar, 10'unda Müzdelife vakfesi yapar, kurban keser, şeytan taşlar, tavaf yapar. 11'inde ve 12'sinde de sırasıyla üç şeytan taşlanır.
***
Peygamber Efendimiz Zilhicce'nin bu 10 gecesini başta oruç ve namaz olmak üzere ibadetlerle geçirirdi. Ve bu gecelerin faziletini şöyle dile getirirdi:
"Allah'a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce'nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesi'ne denktir."
"Allah katında içinde bulunduğumuz şu günlerlerdeki (Zilhicce'nin ilk on günü) salih amelden daha sevimli (salih amelin bulunacağı) başka günler yoktur."
Sahabiler, "Yâ ResulAllah, Allah yolunda cihatta mı" diye sordular.
"Evet, Allah yolunda cihat da. Meğerki bir adam nefsiyle ve malıyla cihada çıkıp da kendisine ait mal ve nefisten hiçbir şeyi geri getiremez olursa. (İşte onun ameli bu on gündeki amelden daha faziletlidir)" buyurdu.2
Hadislerde anlatılan oruç günleri Zilhicce'nin ilk dokuz günüdür. Çünkü onuncu günü Kurban Bayramı'nın birinci günüdür, bugün oruçlu olmak caiz değildir.
***
Bugünlerde birkaç milyonu bulan büyük bir iman topluluğu Mekke caddelerinde İlâhi aşk ve sevgiyle çalkanır, Kâbe-i Muazzama, yurdunu yuvasını, çoluk çocuğunu terk eden fedakâr mü'minlerle dolup taşar. Hepsinin tek gayesi vardır: Allah'ın rızasını kazanmak, af ve bağışlamasını celbetmek, ebedi emellere ve ruhani neşelere ulaşmaktır.
Böyle yüce bir gaye uğrunda iman heyecanıyla ürperen mü'minlerin ruhaniyetleri hepimizin kulluk ufkunda rahmet bulutları sevk eder, oralardan esen inâyet rüzgârları gönüllerimizi sarar ve cennet-misâl zevk ve safalarla dordurur.
Bu günleri ve geceleri şimdiden şuurlu ve uyanık halde geçirmek Kurban Bayramı neşesine, hac ibadetinin o ulvi ve saadet dolu anlarına hazırlanmak, hacca gidemesek dahi, o İlâhi ziyafetten azami ölçüde istifade etme yoluna girmeye gayret göstermektir.
Gündüzleri mümkünse oruçla, geceleri de namaz, istiğfar, salâvat gibi manevi meşguliyetlerle geçirmek, Kur'ân'a muhatap alarak iç zenginliğimizi arttırmaya çalışmak her yönüyle güzel bir seyirdir.
Böylece hacca gitmeden de halis bir niyetle hac sevabını, Arafat'ta vakfeye duramasak da kendimizi hayalen o kutsal mekânda hissederek o anların zevk ve neşesinden mahrum kalmamış oluruz.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #56 : 06 Aralık 2009, 00:11:51 »
İşte dünya budur!” 
 
Biri İsa aleyhisselam ile arkadaşlık yapmak istedi ve beraber seyahate çıktılar. Bir nehrin kıyısında yemek yediler. Beraberlerinde üç ekmek vardı. Ekmeğin ikisini yediler. Hz. İsa nehire gitti. Su içti, dönünce kalan ekmeği bulamadı ve o kişiye ‘Ekmeği kim götürdü’ dedi. Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Hz. İsa arkadaşı ile beraber yola devam etti. Beraberinde iki yavrusu bulunan bir geyik gördü. Hz. İsa geyik yavrularından birini çağırdı, onu kesti, hem kendisi, hem de arkadaşı yediler. Sonra geyik yavrusuna ‘Allah’ın izniyle kalk’ dedi. Geyik yavrusu kalktı ve yürüdü. Hz. İsa arkadaşına dönüp şöyle dedi: ‘Sana bu mucizeyi gösteren Allah adına yemin veriyorum: ‘O ekmeği kim aldı?’ Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Sonra bir dereye geldliler. Hz. İsa onun elinden tutup su üzerinde yürüdüler. Öbür tarafa geçince ‘Şu mucizeyi sana gösteren Allah’ın hakkı için, o ekmeği kim aldı?’ dedi. Kişi ‘Bilmiyorum!’ dedi.
Sonra bir çöle varıp oturdular. Hz. İsa toprak ve kum topladı. Sonra ‘Allah’ın izniyle altın ol!’ dedi. Toprak altın oluverdi. O altınları üçe böldü. Sonra dedi ki: ‘Üçte biri benim, üçte biri senin ve üçte biri de ekmeği alanındır!’ Bunun üzerine kişi ‘Ekmeği ben aldım!’ dedi. Hz. İsa da ‘O halde hepsi senin olsun!’ dedi ve ondan ayrıldı.
Hz. İsa ayrıldıktan sonra onun yanına iki kişi geldi. Bu çölde onun yanında altını görünce ondan alıp onu öldürmek istediler. O yalvararak ‘Bunu üçe taksim edelim’ dedi. Biri ‘Birimiz köye gidelim ki bize bir yemek satın alsın, yiyelim!’ dedi.
Birisini köye gönderdiler! Köye giden kişi malın tamamına kavuşmak için, aldığı yiyeceğe zehir koydu. Altının yanında kalan iki kişi ise, o gelince onu öldürdüler. Zehirli yemeği yiyince kendileri de öldü. Mal çölde sahipsiz kaldı. Haram helal demeden yapılan işler insanı bu hale getirir.
Hz. İsa onlar bu halde iken yanlarından geçti ve arkadaşlarına şöyle dedi: ‘İşte dünya budur! Dünyadan sakının!’

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı zirve

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 11
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #57 : 09 Aralık 2009, 02:24:53 »
selamualeyküm uzun zamandan beri siteye giremedim ama girdiğimde şunu farkettim ben sizlerle (böyle seçkin olan vede Allah rızası için insanlara bilgi veren bir yerde)olmayı özlemişim.yüce rabbim sizleri korusun ve sayınızı artırsın(amin)bende size şunu söylemek istiyorum benim dikkat etmeye çalıştığım bir nokta Allah ın insanı sevdiğinin en hususi alameti kendisinin Allah ı sevmesidir.işte buda Allah sevgisinin açık alametiymiş.öyleyse kendimizi bir yoklayıp rabbimizi ne kadar sevdiğimize bakarsak rabbimizin de bizi nekadar sevdiiğini görürüz

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #58 : 13 Aralık 2009, 01:00:38 »
İmanı koruma zamanı
 
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Âhir zaman, Ehl-i sünneti doğru öğrenip, iman hırsızlarına karşı imanı koruma, zamanıdır. Başka şey çalınsa, o kadar önemli olmaz; ama Allah korusun, imanı çalınan sonsuz olarak Cehenneme gider. İlmihalini bilmeyen imanını koruyamaz.
Bozuk din adamlarını dinlemek, bozuk bir din kitabını okumak çok zararlıdır; çünkü imanı kaybetme tehlikesi var. İnsan altını, elması sokağa bırakmaz. Aksine, en iyi şekilde korumaya çalışır. İman ise bunlarla kıyaslanamayacak derecede kıymetlidir. Bu yüzden, öyle kimseleri dinlemek, öyle yazıları okumak çok tehlikelidir. Bir gün Hazret-i Huzeyfe Resulullah’a sordu:
- Yâ ResulAllah, acaba Müslümanlar İslamiyet’ten önceki hallerine döner mi?
- Hayır, dönmezler; ama bizden sonra bulanık bir zaman gelir.
- Bulanık ne demektir yâ ResulAllah?
- Yani iyiler olur, kötüler olur, âlimler olur, zalimler olur, karışık bir zaman olur. Ondan sonra, daha kötü bir zaman gelir.
- O zaman neler olur ya ResulAllah?
- O zaman, dini anlatanların peşine gidenler Cehenneme gidecek.
- Din diye neyi anlatacaklar?
- Kur’an-ı kerimden, hadis-i şeriften bahsederler. Ancak Allah’ın, Resulullahın bildirdiklerini değil, kendi düşüncelerini Allah’ın, peygamberin emri gibi anlatırlar. İşte onların peşinden gidenler felakete uğrayacaktır.
- Yâ ResulAllah, o zamanda ben dünyaya gelmiş olsam ne yapmam gerekir?
- Dünyada hak yolda olan bir cemaat kıyamete kadar bulunur. Bu cemaati bul, onlara uy ve kurtul!
- Yâ ResulAllah, o cemaati de bulamazsam ne yapmalıyım?
- Onu da bulamazsan evinde otur, kimseye karışma! (Mişkat-ül-mesabih)
Allahü teâlâ, kimseyi karanlıkta bırakmasın! Müslüman olarak çok şanslıyız. O kadar şanslıyız ki, kör bir insanın hayatıyla gözü açık bir insanın hayatı bir olur mu? Allah’a, Peygambere iman eden, gözü açık, görebilen bir insana benzer. Bundan mahrum kalanlar, köre benzer. Köre yani imanı olmayana ise bir şey yapılmaz, sadece acınır. Gerekirse elinden tutulur; ama o insanla tartışılmaz, kavga edilmez.

 
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Günün Sohbeti
« Yanıtla #59 : 17 Şubat 2010, 00:52:57 »
Vahiy meleği Cebrail (a.s.), güzel bir insan suretinde, etrafa ışıl ışıl nurlar saçarak göz kamaştırıcı bir aydınlıkla Kâinatın Efendisine göründü. Tatlı, fakat gür bir seda ile hitab etti:
 

"Oku" Kâinatın Efendisini, hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu! "Ben okuma bilmem". diye cevap verdi. Hz. Cebrail, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar, “Oku!” diye seslendi. Fahri Kâinat, aynı cevabı verdi: “Ben okuma bilmem!”
Hz. Cebrail, ikinci kere Kâinatın Efendisini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi: “Oku!” Bu sefer Fahri Kâinat, “Ben okuma bilmem.” dedi, “Söyle, ne okuyayım?” Bunun üzerine melek, Allah’tan aldığı ve Resulüne teslim etmeye geldiği Alak Sûresinin ilk âyetlerini başından sonuna kadar okudu: “Oku! Seni yaratan Rabbinin adıyla oku! Ki O, insanı, pıhtılaşmış bir kandan yarattı. Oku ki, senin Rabbin, kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini tâlim eden, bol kerem ve ihsan sahibidir.”(Alak, 15).
Heyecan ve haşyetin son haddinde, Kâinatın Efendisi, bizzat konuştuğu lisanla nazil olan âyetleri kelimesi kelimesine tekrar etti. Artık, inen âyetler Allah Resulünün hem diline, hem kalbine yerleşmişti. O andaki vazifesi sona eren Hz. Cebrail de birdenbire kayboluverdi.
İlâhî vahye muhatab olmanın verdiği heyecan ve haşyetle titreyen Allah Resulü, mağaradan çıktı ve Mekke’ye doğru hareket etti. Yolda birçok gariblikle karşılaştı. Dağ, taş ve ağaçlar, “Esselâmü Aleyke Yâ ResûlAllah!..” diyerek onu selâmlıyor ve yüksek vazifesinden dolayı tebrik ediyorlardı. Evine varan Peygamber Efendimiz, karşılaştığı hâdisenin azameti ve haşyeti karşısında âdeta konuşamaz hâle gelmişti.
Kendisini merak içinde karşılayan vefakâr zevcesi Haticei Kübra’ya sâdece, “Beni örtünüz, beni örtünüz!” Sâdık zevce, bu emri alınca, yüzündeki başkalığı sezmesine rağmen, hiçbir şey sorma cesaretini gösteremeden Kâinatın Efendisini şefkat ve hürmetle yatağına yatırdı ve üstüne örtüler örttü.
Bir müddet sonra uyandılar. Haticei Kübra’ya başından geçenleri olduğu gibi anlattı ve ekledi: “Korkuyorum ey Hatice!.. " Hz. Hatice, her hâlinden son derece emniyet duyduğu Kâinatın Efendisinin itminan arzusunu şu sözlerle teyid etti: “Hiç üzülme; Allah senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandırmaz. Sen sözün doğrusunu söylersin. Emanete riâyet edersin. Akrabalarına yakın alâka gösterirsin. Komşularına müşfik davranırsın. Fakirlere yardım elini uzatırsın. Garibleri misafir edersin. Uğradıkları felâket ve musibetlerde halka yardım edersin! Ey  Muhammed! Sebat et! VAllahi, ben senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ederim.”



  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik