Fransızlar, kelime sonunda D'yi de kullanırlar T'yi de.
Hatta bunların D'nin yumuşaklığı ve T'nin sertliği mutlaka belli olsun, tam ve doğru söylensin diye, yazıya, gerekli ve değişmez imla kaideleri de koymuşlardır.
Fransız, "ballade" dediği zaman, yazıda kelime sonuna koyduğu E harfi, kendinden önceki D'nin sesini, tadını çıkara çıkara telaffuz etmek içindir.
"Sonate" dediği zaman da o okunmayan E, kendinden önceki T'nin sesini aynı lezzetle söyletir.
Biz, kitâb'ı kitap, kanad'ı kanat ve ilâc'ı ilâç yaptığımızdan beri yalnız bu kelimeler değil, onları konuşanlar da aynı sertliğe uydular. Bilmem psikologlarımız ne der ama, biz, son zamanlarda sokaklara dökülen terbiye dışı, kaba ve sert hareketlerde ve sözlerde bu yanlış ve zevksiz dil sertletmesi'nin büyük rolü olduğu inancındayız.
Türk halkı Acem'in "guute" kelimesini "köte" diye sertleştirmiştir ama, bu "köte"nin, aslında sert olmasındandır.
Buna mukâbil haklı dilinin yumuşattığı her kelime manasının ifade ettiği mülâyimlik ölçüsünde yumuşamıştır. Eski "edgü" kelimesinin "iyi" ve eski "kudhug" kelimesinin "kuyu" oluşu gibi.
Bu mevzuda en güzel nükteyi, Şair Abdülhak Hâmid ile müderris Ferid Bey yapmıştır:
İsimleri evvelce "Hâmid" ve "Ferid" sesleriyle yazılan bu iki dil ve sanat büyüğü arasında, D'lerin T olmasına emir (?) çıktığı zaman şöyle bir konuşma olmuştu:
İsmi "Hâmit" kılığına sokulan şair, adı "Ferit" sertliğine bürünen müderrise:
- Nihayet senin de kuyruğuna bir "it" taktılar
demiş ve ondan şu cevabı almıştı:
- Benim hiç olmazsa Fer’imi bıraktılar. Senin adın hem “ham” hem de “it” olma tehlikesi içinde ya...
Nitekim öyle de oldu. Bugün nice kimselerin ağzında bu kıymetli ad artık ham-it'dir.
Kaynak: N.Sami Banarlı, Türkçe’nin Sırları