Gönderen Konu: İhlas süresiv e insan kişiliği  (Okunma sayısı 5445 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı drmavi

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 4
    • http://forumkurdu.com/kurannuru.html
İhlas süresiv e insan kişiliği
« : 10 Ekim 2005, 05:33:37 »


İHLAS SÜRESİ (112)  
         
           1-De ki: O Allah (vardır ve) Bir'dir

           2-O hiçbir şeye muhtaç değildir, her varlık ona muhtaçtır

           3-O doğurmadı, doğurulmadı

           4-O'na denk-benzer hiçbir şey yoktur.

           İhlas süresinin iniş sebebi olarak; farklı kesimlerin Peygamberimize "Rabbinin nesebi, keyfiyeti, mahiyeti nedir?" şeklinde sorular sormaları gösterilmektedir. İslamiyet’in "Tevhid" vasfını, Musevilik, Hıristiyanlık ve diğer inanç sistemlerindeki Tanrı anlayı şından kesin hatlarla ayırıp ilan eden bu sure, erken Mekke döneminde nazil olmuş, Bilal-i Habeşi'nin "Ehad!.." nidalarında makes bularak, İslamın en temel ve özlü inanç çekirdeğini oluşturmuştur.

           İhlas süresi Tevhid inancını ve Allah'ın Zatî sıfatlarını özlü olarak anlattığı gibi, Allah'ın en şerefli eseri olan insanın kendini bulmasında, anlamasında ve sağlıklı ve güçlü bir ruh hayatının yapılanmasında bir harita ve pusula gibi yön gösterme rolü üstlenmiş görünmektedir.

           Denebilir ki İhlas süresi Allah'ı en özlü ve kapsamlı biçimde anlattığı gibi, Allah ile insanı esasta buluşturan ve kaynaştıran bir işleve de sahiptir

           Bu sebeple İnsan, İhlas süresinin ihtiva ettiği anlamları derinlemesine düşünmeli ve benliğinde yaşamalıdır.

--------------------------------------------------------------------------------
1-Allah'ın varlığı ve insanın benliğinin varlık kazanması.
--------------------------------------------------------------------------------
"HüvAllahü!"...
--------------------------------------------------------------------------------
Varlık ilkesi
--------------------------------------------------------------------------------

           Allah'ın var olduğu bu kadar özlü ve kısa bir cümleyle ifade edilivermektedir. Ruh sadeliği ama içtenliği çok sever. Nefis bu konuda ne kadar körse yani helal haram tanımadan her şeye dalmak istiyorsa, ruh ve onun kalbi gibi olan vicdan, tam aksine son derece nezih, hassas, duyarlı ve samimiyet taraftarıdır. Seni Allah yarattı deyiverin ona, bakın nasıl mutluluktan kendinden geçiverecektir!..

           Var olmak, Var olanı anlamak Var olanı kabul etmek kadar kolay ve sade bir gerçek gösterilemez. Var'ın kanıtı kendinde vardır ve kanıtı kolay lığındadır. Var olanın kanıtlanması da kabul edilmesi de çok kolaydır. Yok diyen var denebilecek bütün kanıtları baştan yok saymış olmakta, kabul etmeyi zorlaştırmaktadır. Yoku kanıtlamak için öncelikle var olan Kur'an, Peygamber, insan ve evren gibi var olanları yok etmek zorunda kalacaktır.

           Kolayca elde edilebilecek mutluluk yolu terk edilip, en zor yol olan inkarla mutsuzluk tercih edilmektedir. Tıpkı yerdeki bütün ışık pırıltılarını bir güneşe vermemekle, cam parçaları, su damlaları sayısınca güneşler kabul etmek zorunda kalmak gibidir.

           Benlik ve bütün varlıklar ya Bir Allah’tan dolayı vardırlar ya da her varlık kendi başına bir ilah olma durumundadır.

           İnsan ruhunun, kalbinin ve aklının en çok sıkıldığı şeylerden bir tanesi belirsizliktir. Geleceği belirsiz olan bir insan bu kaygı üzerinde yoğunlaştıkça, depresyonlara uzanan hastalıklarla karşılaşabilir. Sınavının ne zaman olacağını bilmeyen öğrencinin, düşmanla ne zaman nerde karşılaşacağı kendisine bildirilmeyen askerin, ciddi bir mahkemesi süren ve akibetinden endişelenen sanık ve ailesinin psikolojik durumlarını düşünelim.

           Bir de bunu hayat öncesi ve sonrası için uygulayalım. Kim olduğumuzu, nerden ve niçin geldiğimizi kesin bilmediğimizi, öldükten sonra neler olacağı konusunda hiçbir bilgimizin bulunmadığını varsayalım; bu hayata kaçta kaçımız katlanabilirdi acaba? Herhalde Anksiyete, depresyon, paronaid ve şizofrani gibi kavramlar psikolojik durumlarımızı ifade etmekte yetersiz kalırdı.

           İnsanın karanlıktan korkması aslında eşyanın değiştiğinden değil, görünmez hale geldiğinden ve belirliliğin belirsizliğe dönüştüğündendir.Eşya yine aynı eşyadır fakat onlarla göz teması ve duygusal iletişim kurma ve hareket tarzlarımızı belirleme imkanı ortadan kalkınca, karanlık içinde insan yokluk duygusuna kapılmakta ve endişe duymaktadır. Bir düğmeye dokunarak eski görüntüyü tekrar yakalamakla ruh eski huzuruna geri dönmektedir.

           Fakat bu durum aslında bize müthiş bir olayı ders vermektedir. Yok olduğu farz edilen eşya bile insanı bazen nefis-ruh hastalığına dönüşebilecek korkulara itebilmektedir. Eğer bu belirsizlik duygu ve düşüncesi, Yaratıcının varlığı ve Öldükten sonra dirilme gibi konularda olsaydı, herhalde insanlar bu hayatı yaşanmaz bulacaklardı. Günümüzde inkarcıların, hem de zenginlikler içinde yaşadıkları hayatları da aslında moral gücünü, insanlıktaki bu evrensel huzuru sağlayan ve dinlerden kaynaklanan bu belirlenmişlikten almaktadırlar.

           İnsan benliğinde Allah'ı bulmuş O'na inanmışsa önce kendini sonra her şeyi bulmuş her şeye anlam kazandırmış demektir.

           "Madem O var ben de varım; ya da ben varım demek ki beni var eden bir Zat var!" diyerek varlığa çok anlamlı bir adımla giriş yapmış olur.

--------------------------------------------------------------------------------
2-Allah'ın Birliği ve insan benliğinin bütünlük kazanması
--------------------------------------------------------------------------------
"Ehad"...
--------------------------------------------------------------------------------
Bütünlük ilkesi
--------------------------------------------------------------------------------

           "Ehad" kelimesi, arapçada hiçbir zaman hiçbir varlık için bir sıfat olarak tek başına bu şekilde kullanılmamıştır.

           Ayrıca burada, çokluk içinden birinci olan anlamındaki "Vahid" kavramı da kullanılmamıştır.

           Bu yönüyle de O hem Zatı hem de sıfatlarıyla Tek' dir.

           Allah'ın müstesna varlık olarak yarattığı her bir insan da Allah tarafından, diğer bütün insanlardan tamamen farklı kendi orijini ve özellikleri için de yaratılmıştır. Sözgelimi parmak izlerimiz tamamen farklıdır…Bu yönüyle her bir insan da bütün kainatta tek, orijinal ve biriciktir…

           İnsan mücevher bir varlıktır. Bu sebeple en başta olmak şeytanın ve şeytanla benzer misyonu yüklenen insanların onda gözü vardır. İnsanın içinde de farklı güçler çatışıp insana sahip çıkma savaşı verirler. İrade, nefisle, vicdan akılla, ruh bedenle sürekli bedeni tek ellerine geçirme savaşları yaşarlar. Bu da ruhun mekanizmalarının birlik ve bütünlüğünün bozulması, zayıf düşmesi ve rahatsızlıklara davetiye çıkarma anlamına gelmektedir.

           Eğer insan "Ehad!" imdadıyla Hakka yönelmezse, ve varlığındaki ruh bütünlüğünü sağlayamazsa, özellikle nefis-şeytan-organlardan oluşan müttefik kırmızı kuvvetlerin zafer naraları atmaları kaçınılmaz olacaktır. Bu da ruhu bütünlüğünün bozulması, nefis hastalıklarının da bu parçalanmış ünitelere sirayet etmesi anlamına gelmektedir. Kalp "Aşklarım! der sarhoş olur avare dolaşır, akıl felsefelerim, ideolojilerim, ütopyalarım der başka diyarlar da pervaz eder, irade bulunamaz; çünkü ağır bakımda komaya girmiş felç olmuştur, göz renkli dünyalara gömülmüş, dilin ise altında kalıp ezildiği lezzet dağları baskısından konuşacak hali kalmamıştır…

           Bu durumda kişilik parçalanmasının da önüne geçilemez…Çok acil olarak, bütünleşmiş saf ruhların oluşturduğu nezih ortamlara gitmek, Hızır çeşmelerine koşmak, dostluk ve kardeşlik çayından içmek gerekmektedir…

           Allah "Ehad" dir. Tek'dir. Rububiyetinde, yaratmasında ve icraatında hiçi bir ortağı yoktur.

           İnsan tek ve orijinal bir varlık olarak yaratılmıştır. O'nun varlığında Allah’tan başka hiçbir varlığın ortaklığı ve müdahalesi yoktur. Bu durumda insan bu bütünlüğünü, orijinal kişiliğini ancak ve ancak Yaratıcısına bağlanmakla kazanabilir ve sürdürebilir.

           Allah’tan dolayı varlık kazanma kadar, Allah’tan dolayı teklik kazanma ve bütünlük oluşturma da benliğimiz ve ruhumuz adına bir o kadar önemlidir.

--------------------------------------------------------------------------------
3-Allah'ın muhtaç olmaması, her şeyin ona ihtiyaç duyması ve insan benliğinin zenginlik kazanması
--------------------------------------------------------------------------------
"Samed"..
--------------------------------------------------------------------------------
Zenginlik ilkesi
--------------------------------------------------------------------------------

           İnsan aciz, fakir, zayıf, muhtaç bir varlıktır. Gelişiyle gidişi arasındaki benzerlik beyaz kundak ve kefendir. Farklılık ise bu beyaz elbisenin metrajının büyümüş olmasıdır. O da kendine ait değildir. Doğar taşırlar, ölür yine taşırlar. Aciz gelir aciz gider yoksul gelir yoksul göçer. Hayatında ise Samed aynasıyla dünyaya ve benliğine bakmadıysa, servet yığınları arasında da yaşasa durumu bundan hiç farklı sayılmayacaktır.

           Kendini zevke, eğlenceye, evlatlara, servete, koltuğa, şan ve şöhrete, bin bir çeşit yiyeceklere ve cinsel lezzetlere muhtaç gören insan, Samede ihtiyaç duymuyor demektir. Sahip olduğu bütün bu şeylerin aslında O'ndan geldiğinin bilincinde değil demektir. İşte bu zenginliğe asla zenginlik denemez…Bu varlık içinde yokluk çekmektir. Kısacık dünya için sonsuz cennetten vazgeçmek demektir. Gerçek yoksulluk budur.

           Bu aşamada insan şöyle düşünmelidir: "Onu bulan her şeyi bulmuştur, O'nu kaybeden her şeyi kaybetmiştir!", "Madem O benim her şey benim!", "Her iki dünyada ihtiyacım olacak her şey için ona muhtacım!" "Ben O'nun sayesinde doğuştan bir kainat zenginiyim!..Ve ona sonsuz hamd ederim!. Benim sonsuza uzanan ihtiyaçlarım var. Bunları bana kim sağlayabiliyorsa, ona yönelmeliyim. Kabir kapısına kadar geçici dostluk yaparak beni yalnız bırakacak fani şeylere bağlamamalıyım!"

           İnsanın maddi zenginliğinden çok ruh, vicdan, akıl, irade, duygu ve düşünce zenginliğine sahip olması önemlidir ki, bu alandaki açığını ancak sağlıklı bir Allah kültürü, düşüncesi ve bilgisiyle kapatabilir.

           Özellikle namazla oruç, insan benliğinin Samediyete aynalık yapmasında eşi bulunmaz iki vasıtadır. Bu ibadetleri yaparken insan maddi hiçbir şeye muhtaç değildir; yemez içmez, aile düşünmez. Ruha geçirilmiş kılıf bedeninden soyunmuş, ruh şeffaflığı içinde adeta Samedîleşmiştir. Nerdeyse yer çekimini yenecek güce ulaşmıştır. Ne adı kalmıştır ne de dünyalıkların tadı!..Benliğinin ulaştığı zenginliğe denk başka bir zenginlik tanımamaktadır.

           Böyle bütünleşmiş ve Allah’tan başkasını kafasına takmayan hangi insanda nefis-ruh hastalığı görülebilir ki!..

           Muhtaç insanlar zenginlerin kapısından zenginlik dilenirler. Sonsuz zenginliğin sahibi olan O Samed'in kapısından hiç ayrılmayanlar ise, bütün hazineleri ruhlarında hissederler.

           Bu üç maddeye "Ruhun Kuluçka Devresi" diyebiliriz. Benliğini Var olanla buluşturmuş, bütünlük kazanmış, madde ötesi zenginliklere kavuşmuştur. Ruh olgunlaşmıştır. Artık insanın, manevi kabuğundan çıkarak, dış dünyaya açılma, O'nun Rahmet kanatları altında kendi olma, enfüsten âfâka sıçrama, O'nun namına yeryüzünde kendini ve temsil ettiği manaları gerçekleştirme zamanı gelmiştir.

--------------------------------------------------------------------------------
4-Allah'ın doğurmamış, doğurulmamış olması ve insan benliğinin özgürlük kazanması
--------------------------------------------------------------------------------
"Lem yelid velem yûled"...
--------------------------------------------------------------------------------
Özgürlük ilkesi
--------------------------------------------------------------------------------

           Allah'ın üstünde bir anne ve baba , altında da bir evlat yoktur. Bu "Üzeyr ve İsa Allah'ın oğlu, melekler de kızları" diyenlere cevap teşkil etmekte ve Kudretin bu tür bağlardan bağımsız olduğunu ilan etmektedir.

           İnsan belli döneme kadar aile otoritesi altında yaşar ve genellikle kısmî özgürlüğünü işe ve eşe kavuşunca elde eder. Kimi insanlar da engel tanımak istemez ve bu konuda dağ komşularını kıskançlıktan çatlatır; özgürüm der onlara çalım satar; fark kalmasın diye aklını da mefistoya satar!..

           Ruhta "İhlas" kuluçkası yaşamış insana gelince o gerçek bağımsızlığını kendi gibi bağımlıların elinden kazanamaz.Onların verdikleri ancak mecazi bir özgürlük olabilir ve minicik dünyada kısacık zaman dilimini kapsar. Bağımlı olduğu anne baba başta olmak üzere yine bağımlı olduğu evlatları ve candan bağımlı olduğu serveti malı mülkü, eşi, işi…hiç biri ona arzulanan bağımsızlığı sağla yamaz.

           O böylesine çaplaşmış Ruhunu, çapına uygun özgürlüklerin zirvesine taşıyacak bir şey bulmalıdır!..Neye el atsa onu hep dünyaya biraz daha bağlamaktadır…Bir füzeye mi binmelidir, bembeyaz bulut kanatlı rüzgar yeleli bir küheylanla mı uçmalıdır?..Bir şekilde benzersiz olmalı, sıra dışı işlere soyunmalıdır.

           Özgürlük sembollerini araştırsak!..Onları kopyalasak!..Başımızı dimdik böyle hep havalarda mı dolaştırsak!...Bir tüy ver ne olur kanadından, ben de uçup geleyim hep ardından deyip güvercinlere mi yalvarsak!..Yoksa Hakka daha yakın, nur ışığıyla zirvelere uçmaya yatkın meleklere sorsak, onlardan ödünç kanat mı alsak!..Onlar gibi secdeye kapansak!..Evet!..secdeye varsak!..

           Gerçek özgürlüğün adını buldum!..Secdeye vardım, ciğerlerimi özgürlükle doldurdum!..Başımı yere vurdum nefis prangasını kırdım...Hep dünya ayağıma takılırdı bir tekme de ona vurdum!..Şimdi dünyaya yörüngeleşen gerçek bir Hakka Hizmet yolcusu ve şahikalarda hür bir abide oldum!..Kabuğumu kırdım, içimi özümle doldurdum...Kainata velvele verecek muhabbetten bir çığlık oldum. Dünyayı kaplamış bütün karanlıkları toparladım...Özlerine özgürlük ışığını vurdum...İhlas teknemde bir bir nurla yoğurdum!..Işık hızını aştım, gezegenleri dolaştım, güneşten ışık kaptım, hepsini yıldız yaptım...

--------------------------------------------------------------------------------
5-Hiçbir şeyin Allah'a denk-benzer olmaması ve insan benliğinin özgünlük kazanması
--------------------------------------------------------------------------------
"Velem yekün lehû küfüven ehad"...
--------------------------------------------------------------------------------
Özgünlük ilkesi
--------------------------------------------------------------------------------

           Yaratılış itibariyle her ruh aslında orijinaldir, tekdir, sorumluluklar da ruhlara özeldir. Ruhlar özde yaratılıştan saf İslam fıtratıyla doğma özelliğin de ortaktır. Aile, okul ve cevre faktörleri ve iradenin devreye girmesiyle bu taban üzerine insan diğer insanlardan farklı olan kendine özgü ikinci fıtratını, gerçek ruh kimliğini oluşturur. Bu dünyada farklı bir yapıda ve çizgide kendini ifade etmek anlamına geldiği gibi, ölüm sonrası hayattaki derecesini ve konumunu belirlemede de etkili rol oynar. Cennet ve cehennem de kişinin bu özgün ruh, akıl ve kalp, hatta bilinçaltı durumuna göre şekil kazanır.

           İnsanın ruhu ve anatomik özelliklerinin farklı oluşu gibi yetenekleriyle ortaya koyacağı bütün eserleri de aslında diğer insanlarınkinden farklı dır, farklı ve özgün olmalıdır. İnsanlığın temel evrensel yasaları kullanarak sürekli gelişme göstermesi ve icatlar yapması gibi her alanda insan kendi öz gün kabiliyetlerini insanlık yararına ortaya koyma durumunda olmalıdır.

           Allah'a inanmış her insan, bir sanayi ürününden, laboratuar araştırmasına, bilgi üretmesinden, insan eğitimine ve bütün sistematik kurumları ile müstesna bir toplum oluşturmaya kadar yapacağı her işi Allah'ın, Peygamberlerin, inananların ve bütün insanlığını teftişine ve beğenisine arz ediyor gibi orijinallik ve özgünlük içinde sunmaya çalışma düşüncesinde olmalıdır. Bu, Allah’tan rıza, insanlıktan olur, başarılardan madalya getirecektir.

           İkinci benliğin müstesna keyfiyetiyle ortaya çıkmasında kuşkusuz, yukarıdaki dört aşamanın kesin etkisi vardır. Ve bu, fert planında olduğu gibi Adiyat süresinde temas ettiğimiz şekliyle, cemaatler planında da düşünülebilir. Çok topluluk vardır fakat ihlasa eren, özgünlükte zirveleşen müstesna bir cemaat, her devirde olduğu gibi bu devirde de olabilecektir. İlk üç aşamada hamlığını atmamış, pişememiş ruhların, son iki aşamaya geçmeleri, evrensel misyonu hakkıyla temsil etmeleri ve eylem planında salih bir yeryüzü ağı oluşturmaları oldukça zordur.

           Bu sûreyi sıkça okur dinleriz. Bu ve benzeri duygu ve düşüncelerle beraber tekrar edilmesi, bize çok şey kazandırabilir.

           Her şeyden önce İhlas süresinde belirtilen, bütünlük ve zenginlik içinde, özgür ve özgün olan ama İhlas içinde Hakk'a yönelmiş, Hakk ile dertlenmiş, Hakk'dan gelenlerle dertlenmiş, dertli bir neslin dertleriyle dertlenerek hizmete kilitlenmiş, o dertlere tercüman olmuş bir benlik sahibi yapabilir.

rmavi

Çevrimdışı dihancioglu

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 244
İhlas süresiv e insan kişiliği
« Yanıtla #1 : 11 Ekim 2005, 02:27:47 »
Allah Razı olsun hocam verdiğiniz bilğiler için. Hoşgeldiniz aramıza ve sizinde bilği dolu yeni forumunuzda hayırlara vesile olsun İnşaAllah..
Of eşrafından 80 yıllık bir M E K T U P

Çevrimdışı Mstfx67

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 354
İhlas süresiv e insan kişiliği
« Yanıtla #2 : 12 Ekim 2005, 02:30:04 »
aramiza hosgeldigniz :wink:
BA$KASININ AYIBINI SÖYLEMEYi DÜSÜNDÜGÜN ZAMAN NEFSININ AYIBINI hATIRLA!!!