14- Îman Ve İslâm Bîr Mî?
Görülüyor ki, Ebû Hanîfe'ye göre îman sade kalple tasdikten ibaret değildir. îmanın hakikati kalbîe tasdik ve lisanla ikrardır. Böylelikle îman ile islâm, lâzım ve mezlum gibi birbirlerine bağlanıyor, kaynaşıyor, islâm olmayınca îman olmaz, îman bulunmayınca islâm da yoktur.
Ebû Hanîfe, bu husustaki görüşünün delilini, Cehm b. Safvari ile arasında geçen bir münakaşada izah etmektedir. Bu münazarayı sana da nakleedlim de Ebû Hanîfeyi fikirlerini izah eder ve delilini getirirken sen de dinlemiş ol!
Mekkî Menakııbnda diyor ki: «Cehm b. Safvan, Ebû Hanîfe'y-le konuşmak arzusiyle onun yanma geldi ve :
— Ya Ebû Hanîfe, hazırladığım bâzı mes'eleler üzerinde konuşmak üzere sana geldim, dedi.
Ebû Hanîfe şu cevabı verdi:
— Seninle konuşmak abestir, seninle münakaşaya dalmak ateşe girmektir.
— Sözümü dinlemeden benim hakkımda bu ağır hükmü nasıl veriyorsun?
— Bana senin öyle sözlerini ulaştırdılar ki, onları Ehl-i Kıble olan bir Müslüman söylemez.
— Benim hakkımda gayba göre mi hüküm veriyorsun?
— Bunlar senin hakkında öyle meşhur olmuş şeyler ki, avamı da, havası da bunları duydu, herkes biliyor. Ben de ona göre söyledim.
—Ya Ebû Hanîfe, ben sana başka birşey sormıyacağım, yalnız îmanı soracağım.
— Bu vakte kadar îmanın ne olduğunu öğrenmedin mi ki bana soracaksın?
— Evet öğrendim, fakat bir nevide şüphem var.
— îmanda şüphe küfürdür.
— Küfürün bana hangi cihetten geldiğini beyan etmelisin.
— Sor, söyliyeyim.
— Bana söyle bakalım, bir kimse kalbiyle Allah'ı tanıyor, onun bir olduğunu, şeriki ve dengi olmadığını biliyor, sıfatlarını tanıyor. Lisanıyla bunları söylemeden Önce Ölüyor. Bu kimse mü'-min olarak mı öldü, yoksa kâfir midir?
— Kâfirdir, kalbiyle bildiğini Hsaniyle söylemedikçe Cehennem ehlindendir.
—- Allah'ı sıfatiyle bildiği halde neden mü'min olmuyor?
— Söyle, eğer Kur'ân'a inanıyor ve onu delil olarak kabul ediyorsan sana onunla cevap vereyim. Eğer Kur'ân'a inanmıyor ve onu delil tutmuyorsan, yine söyle, islâm milletine muhalif olanların konuştukları tarzda konuşup sana cevap vereyim.
— Kur'ân'a îmanım var, onu delil olarak kabul ediyorum.
Öyleyse dinle, Allah'u Teâlâ kitabında îmanı kalb ve lisana yani bu iki azaya bağlıyarak zikreder.
«Resule indirileni dinledikleri zaman onların gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Zira onlar Hakkı tanırlar ve derler ki, ey Rabbımız, îman ettik, bizi de şahit olanlarla beraber..»
«Biz niçin Allah'a ve bize gönderilen gerçeğe îman etmiyelim ve Rabbimizin bizi de iyi insanlar arasına katmasını dileyelim.»
îşte Allah da onları bu söylediglerinden dolayı altından ırmaklar akan Cennetlerle mükâfatlandırdı. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Bu, iyi işler işleyenlerin mükâfatıdır.» (Mâide; 83-85)
Cenab-ı Hak onları Allah'ı tanıdıkları ve bunu sözleriyle söylediklerinden dolayı Cennete koymaktadır. Ve onlan kalbiyle tasdik ve lisanla ikrarları yüzünden mü'minlerden sayıyor.
Yine Allah'u Teâlâ buyuruyor ki:
«Deyin ki: Biz Allah'a inandık, bize gönderilen Vahye, İbrahim'e, İsmail'e, îshak'a, Yakub'a ve oğullarına vahyedilen şeylere ve Musa ile İsa'ya verilene ve. bütün Peygamberlere Rab'ları tarafından gönderilenlere îman ettik. Onlardan hiç birini diğerlerinden ayırmayız, biz ona teslim olanlarız.
«Eğer onlar da sizin îman ettiğiniz gibi îman ederlerse hak olan doğru yolu bulmuş olurlar.» (Bakara: 136-137)
îman ettik deyin, yâni lisanla söyleyin demektir.
Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:
«Onlara takva kelimesini gerekli kıldı.» (Fetih Sûresi: 26)
«Bunlar sözün en iyisine iletilmişlerdir.» (Hac Sûresi: 24)
«Temiz söz ona yükselir.» (Fatır Sûresi: 10)
«Allah îman edenleri dünya hayatında da, âhirette de kavl-i sabit üzere sebatlı kılar.» (İbrahim Sûresi: 27)
Bütün bunlarda îman sözünden bahis vardır. Söz dille olur.
Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: «Lâ İlahe illAllah deyin, felah bulursunuz.» Felah bulmayı kelime-i şehâdeti söyleme-, den yalnız marifete bağlamıyor. Yine Peygamberimiz buyurur : «Kim ki Allah'tan başka Tanrı yoktur, derse ve kalbinde de bu böyle ise o Cehennemden çıkar.»
Allah'ı tanıyan Cehennemden çıkar demedi, diliyle söylemeğe bağladı.
Eğer sözle söylemek lâzım olmasa ve yalnız marifet kâfi gelseydi, lisaniyle Allah'ı red ve inkâr eden kimse kalbiyle Allah'ı bildiği vakit mümin sayılırdı. İblis de mümin sayılırdı. Çünkü o Rab-bini tanıyor ve yaradam, öldüreni, tekrar dirilteni, kendisine ığva eden o olduğunu biliyordu. Bakın nasıl diyor: «Yarab, beni neden ığva ettin? Ba's edeceğim güne kadar bana mühlet ver!» «Beni ateşten yarattın* onu ise balçıktan yarattın». Kâfirler de lisanla inkâr etseler de Rablarmı bildikleri zaman mü'min olurlardı. Allah'u Teâlâ buyurur:
«Nefisleri bunları kabul ettikleri halde yine inkâr ettiler.» (Nahl: 14 )
Lisanlariyle inkâr ettikleri için Allah'ı bir bildikleri halce onları mü'minlerden addetmiyor. Yine Allah buyurur:
«Allah'ın nimetlerini bilirler, sonra inkâr ederler, onların ekserisi kâfirdir.»
«De ki: Gökten ve yerden size rızk veren kim? işitmeğe ve görmeğe hâkim olan kim? Ölüden diri çıkaran, diriden ölü çıkaran kim? işi çevirip yürüten kim? Şüphesiz Allah'tır diyecekler. De ki: Korkmaz mısınız, işte o sizin Hak Rabbiniz Allah'tır.»
inkâr etmeleri yüzünden bilmeleri, marifetleri fayda vermedi. «Oğullarını nasıl bilirse onu öylece bilirler.»
Fakat Allah'ı inkâr ettiklerinden dolayı marifet ve bilgi hiçbir fayda sağlamadı.
Bunları dinleyince Cehm:
«— Benim aklıma bir çok şeyler koydun, yine gelip sana baş vuracağım» dedi.[5]
Mekkî, Ebû Hanîfe'nin: «Kalbiyle tanıyıp diliyle ikrar etmeden ölürse kâfirdir» sözünü şöyle izah ediyor: «Ebû Hanîfe'nin bu sözünün yorumu şudur: Diliyle ikrar etmemekle itham olunduğu takdirde yine ikrar etmezse, o zaman kâfir olur. Yâni: Kalbinde olanı diliyle de söyle, denilse de söylemese o vakit kâfirdir. Fakat böyle bir töhmet ve zan yoksa, meselâ denizde, bir adada veyahut bir mağarada tenha bulunsa, kalbiyle tanırsa kâfir olmaz.»
Demek oluyor ki, Ebû Hanîfe îmanı iki cüzden mürekkep sayıyor: Kalbiyle kat'î inanma, yani itikat-ı câzim olacak; sözle de bunu ikrar ederek kalbindeki tanımayı açığa vuracak, ilân edecek. Sözle ikrar zaruridir. Çünkü kaîbde olan teslimiyyeti meydana çıkaran odur. Lisanla söylemedikçe kalbdeki bilinmez. Onun için Ebû Hanîfe'nin îman taksiminde: Kalbiyle îman eden kimse diliyle söylemedikçe insanlar arasında mü'min sayılmasa da, Allah indinde mü'mindir.
ibn-i Abdulber tntikâ kitabında Ebû Hanîfe'ye göre, îman ve aksamını şöyle beyan ediyor: «Ebû Mukatil, Ebû Hanîfe'den naklediyor, demiş ki: îman, marifet, tasdik ve islâm ikrardır, insanlar tasdikte üç mertebe üzeredir: Bir kısmı; Allah'ı ve Allah tarafımdan her geleni kalbiyle ve lisaniyle tasdik eder. Bir kısmı lisa-niyle söyler, fakat kalbiyle inanmaz. Bir kısmı kalbiyle tasdik eder, lisaniyle bunu söylemez, Allah'ı ve Peygamberinin Allah tarafından getirdiklerini kalbiyle tasdik edip lisaniyle ikrar edenler hem Allah nezdinde ve hem insanlara göre mü'mindirler. Lisaniyle söyleyip kalbiyle inanmıyan Allah indinde kâfirdir, insanlara göre m-ü'-min sayılır. Çünkü insanlar onun kaibindekini bilmez. Kelime-i şehâdeti söylemek suretiyle imanını lisaniyle gösterdiğinden ona mü'min adını verirler. Kalblerde olanı bilmeğe onları zorlayama-yız. Bir kısmı Allah nezdinde mü'mindir, insanlara göre ise kâfirdir, Bu da şöyle olur, bir mü'min, kendini korumak için lisaniyle küfür izhar eder, onu bilmiyen kimse ona kâfir der. Halbuki o Allah nezdinde mü'mindir.»[6]
Bütün bunlardan görülüyor ki, Ebû Hanîfe'ye göre itibar yalnız kalble tasdike değildir. Behemehal teslim olmak, buna razı "olmak ve mümkün olduğu zaman bunu açığa vurmak, lisaniyle söylemek lâzımdır. Şayet korku gibi bir sebeple îmanını gizli tutmak, lisaniyle söyleyememek mecburiyeti varsa, o takdirde kalbiyle tasdikle iktifa eder. Lisanla söylemese de mü'mindir.
Bu iz'anla teslimiyet, gönülden Allah'a boyun eğmek, mü'min ile münafık arasını ayıran vasıftır. Münafık lisanla söyler, fakat kalbi inanmaz. Mü'minin hâli ise gönül nzasiyle Allah'a teslim olmaktır. Kalbi tslâma bağlıdır. Münafığın hâlinde marifet var, fakat iz'an ve teslimiyet yok. Lisaniyle söylese de kalbinde îman mevcut değil.