72-Çeşîtlî Münazaralar
O asır, münazaralar, mübahaseîer asrı idi. Muhtelif dînî fırkalar arasında, Şîa ve Ehl-i Sünnet arasında. Haricîlerle başkaları orasında bu gürültülü münazaralar durmadan devam ediyordu. Sapık fırkalar diğerleriyle boğuşuyor Mu'tezile Ehl-i Sünnete çatıyor, Ehl-i Sünnet ulemâsı doğru ve sağlam İslâm akidelerini müdafaaya çalışıyorlardı. Ulemâ bu münazaralar için bir yerden başka yere giderlerdi. Yukarıda geçtiği üzere birçok sapık fırkalarla mücadele yapmak için Ebû Hanîfe Basra'ya 22 defa gitmiştir. Bazı Basra ulemâsı da münazaralar yapmak için Kûfe'ye gelirlerdi.
Hac mevsimi, ulemâ bir araya toplanınca fıkıh münazarası mevsimi halini alırdı. Bakarsın Ebû Hanîfe Evzâî ile münazara yapıyor, îmâm Mâİik'İe mübahase ve müzakerelerde bulunuyor. Fukahârın mübahase ve münakaşaları, sapık fırkalarla yapılan münazaralardan çok daha hayırlı ve yararlı oluyordu. , .
Bu münazara ve münakaşalara bazan memleket taraftarlığı, hemşehrilik,gayret ve taassubu da karıştığı olurdu. Basra ve Küfe uleması iki cepheye bölünmüştü. Birbiriyle münakaşa yaparlardı. Herkes memleket gayreti güderdi. Kendi memleketi kazanırsa pğü-nür, yenilirse yerinirdi. Hattâ bu halin bazan seçkin, ve halis ulemâ arasına bile sokulduğu olurdu. Bu kabilden bir olayı nakledelim :
Yusuf b. Hâlid es-Semtî'nin[3] Ebû Hanîfe ile ilk defa görüşmesine dair olan o hâdiseyi îbn-i Bezzazı Menâkıb'ından dinleyelim : «Hilâl b. Yahya er-Re'y diyor ki: Yusuf b. Hâlid es-Semtî anlatırken dinledim; şöyle dedi: Ben Osman el-Bettî'nin dersine devam ederdim. OA Hasan Mutezilî ve îbn-i Şîrîn mezhebine kayardı. Onların mezheplerini öğrendim. Bu hususta münazaralarda bulundum. Küfe ulemâsını da görüp onların mezheplerini de öğrenmek istediğimden Kûfe'ye gitmek üzere kendisinden müsaade istedim. Ve Küfe'ye gittim. Bana Süleyman A'meş'i tavsiye ettiler. Çünkü .Hadîsde en kıdemli âlim o idi. Hadîsde soracak bazı mes'elelerim vardı. Onları muhaddislere sormuştum. Fakat hiç birisi bilememişti. A'meş'in halkasına oturdum. Ve bunları ona açtım:
— Getir göreyim, dedi. Yanına vardım. Bana:
— İhtimal ki sen de Basrahlar, Kûfelilerden daha bilgili dersin. Hayır, hayır, Kûfe'nin sahibi aşkına bu böyle değildir. Basra ancak hikayeci, veya rüya tabircişi veya ağlayan yaşcı çıkarır. Val-Iah şu Kûfe'de, Arablarmdan değil, Mevâlîsinden olan o tek adam yok-mu, işte o hepsine yeter, öyle mes'eîeler bilir ki, onları ne Hasan, ne İbn-i Şîrîn, ne Katâde, ne Osman el-Bettî bilir, ne de başkaları.
A'meş konuşurken öyle kızmıştı ki, asâsiyle bana vuracak diye korktum. Sonra yammdakilerdcn birine dedi ki:
— Bunu Nu'mân'ın (Ebû Hanîfe'nin) meclisine götür, vAllah onun en küçük talebesini görse, mahşer halkının hepsine cevap yetiştirmeğe kadir olduğunu anlar.
İçime öyle bir korku girdi ki, derecesini Allah bilir. Adam kalktı. Ben de arkasından yürüdüm. Mescidden çıktıktan sonra:
— Nu'mân, Benî Haram mahallesinde bulunur. Orada sor, c bu mes'eîeleri en iyi bilendir. Benim işim var oraya kadar gidemi yeceğim, sen yürü dedi.
Ben de sora sora aramağa başladım. En sonunda Benî Ha ram mahallesine geldim. İkindi vakti olmuştu. Baktım Öteden bi: adam geliyor, güzel yüzlü, temiz elbiseli. Arkasından da O'na ben zer bir oğlan var. Yaklaşınca selâm verdi. Sonra minareye çıktı Güze! bîr ezan okudu. Anladım ki, Nu'mân bu zat olacak. Minare den inince iki rek'at namaz kıldı. Namaz kılışı Hasan ve îbn-i Sî rî'nin namazlarına çok benziyordu. Etrafında talebeleri topland; öne geçti. Onlara namaz kıldırdı, tıpkı Basrahlann namazı gib Namaz tamam olup selâm verince arkasını mihraba dayadı, yi zünü cemaata döndü. Onları selâmladı. Sonra yanmdakilerde her birine hal-hatır sordu. Sıra bana gelince:
— Sen yabancısın galiba, Basrah mısın? dedi.
— Evet, dedim.
— İsmin nedir? diye sordu.
Ben de ismimi, nesebimi söyledim. Sonra künyemi sord Künyemi söyleyince:
— Osman el-Betti'nin dersine devam edenlerden misin? dec
— Evet, dedim.
— Eğer o bana yetişseydi, kavillerinin çoğundan vaz geçeri
Sonra bana:
— Soracağın mes'eleîeri sor bakalım, dedi. Arkadaşlard: önce sen başla. Çünkü sen garîbsin. Senin gibi fıkıh meraklıların hak-ı takaddümü vardır. Yeni gelen yabancı, dehşet verir; her ( lenin de bir haceti vardır.
O gün mes'eleîeri ben sordum, o cevap verdi. A'meş'le aram dakî geçeni de ona anlattım. Allah selâmet versin ona, memleke nin ismini başkasiyle yükseltmek istiyor...
Hasan-ı Basri ve lbn-i Şîrîn, bu iki faziletli zat, A'meş'in dediklerini doğru çıkarır şekilde birbirlerine atıp tuttukları olur* Ibn4 Sîrin, Hasan-ı Basrî'ye tariz yapar: Sultandan atiye ve ihs kabul ediyor, muhal şeyleri rivayet eyliyor, arzusuna göre söylüy Tsadere kail, sanki yerin sahibi o, iş onun elindeymiş gibi konuşuyor. îbn-i Şîrîn söylediği için bir gün Hâlid el-Hazzâ, meclisini bile terketti...»
Hasan da tbn-i Şîrîn'e ta'riz yapardı: Bir tulum suyla abdest alır, sabahleyin ise üç tulum suyla oğuna oğuna yıkanır. Kendine azap veriyor. Peygamberin sünnetinin hilafını yapıyor, rüya tabir ediyor sanki Yâkub Aleyhi's-Selâmın âlinden. Bırak onu sen lâzım olanı öğren. Milletler sizden önce birleşmemişler ve birleşe-mezlcr. Allah'u Teâlâ buyurur ki: «İhtilâf üzere devam ediyorlar, ancak Rabb'ının acıdıkları müstesnadır.» Onları bunun için yarattı. Eğer böyle olmasaydı, takdirât cereyan etmezdi. Tabiatîer türlü türlüdür. Herkes kendi yolunca işliyor. Kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbımiz en iyi bilendir, dedi ve sonra sükût etti.
Yûsuf b. Hâlid es-Semtî diyor ki: Sonra ona :
-— îhtilâf mevzuu olan şu kader mes'elesi hakkında ne dersin? diye sordum. Ebû Hanîfe şu cevabı verdi:
— Bilindiği gibi Basrahlar Kûfeliler kader mes'elesinde ihtilâfa düştüler. Bu mes'eîe gayet müşkil bir iştir. Bu, insanların halline takat getiremiyecekleri bir meseledir ki, anahtarı kaybolmuştur. Eğer anahtarı bulunursa içinde ne olduğu bilinir. Bunu ancak Allah tarafından gelen haberci açar, Allah indinde olanı o haber verir. Fakat bu devir geçti. Bizim dediğimiz iki kavli arasında orta bir kavildir. Ne cebriyecilik, ne de büsbütün tefviz. Allah'u Teâlâ kullarına takat getirmiyecekleri şeyi teklif etmez. Onlardan yapamıyacaklarım istemez. İşlemedikleri bir şeyden dolayı onlara ıkab etmez. Bilmedikleri şeyler hakkında münakaşaya dalmalarına rızası yoktur. İçinde bulunduğumuz ahvali Allah en iyi bilendir. Doğru ve sevap olan, O'nun nezdindedir. Biz içtihad ederek doğruyu araştırıyoruz. Her müetehid isabet eder. Allah bilmiyecekleri bir şey hususunda içtihad yapmalarım asla emretmez. Allah her niyaz edenin veiisidir. Herkes O'nun rızasını arar. Allah bizi ve sizi sevdiği ve razı olduğu şeye muvaffak buyursun.»[4]
Yûsuf Semtî'ye Verdiği Cevaptan Alınanlar
Yûsuf b. Hâlid Semtî'nin Ebû Hanîfe ile ilk görüşmesine dair sözler işte böyledir. Bunlar herkesin kendi memleketinde nasıl taraftarlık yaptığını gösterir. Basrahlar kendi ulemâsını ve onların bilgilerini öğüyorlar, Kûfeliler kendi, ilim adamlarım göklere çıkarıyorlar. Bu hâdise bize Hicaz ulemâsı ile Irak ulemâsı arasındaki cidalin sebeplerini biraz açıklamaktadır. Hicaz ve Irak'ın iki cepheye ayrılması yalnız görüş ve usul farkından ileri geliyor değildi. Buna muhît ve memleket tarafgirliği de karışıyordu. Bu bize aynı zamanda ulemâ arasındaki ihtilâfları da göstermektedir. Aralarında arasira sert tenkidler oluyormuş demek. Tabiînden olan Hasan ile îbn-i Şîrîn her ikisi de değerli din âlimlerinden oldukları halde, usûl ayrılığı yüzünden birbirlerini tenkid ediyorlar!
Ulemâ arasında bâzı mes'elelerde şiddetli ihtilâflar olduğunu görüyoruz. Muhaliflerini dille yaralayanlar var. Ebû Hanîfe, asrının ruhunu işte böyle gayet iyi biliyor, ulemâyı ve onların ruhunu anlıyor. Kendisi fikir istiklâlini muhafaza ediyor. Aklını hakem yapıyor, o hadiselerin içine nüfuz eden bir araştırıcı sıfatiyle her şeye vâkıf bir mütefekkirdir.
Aklı onu şaşırtıp boş meydanlarda djU^tmuaz. Aklını gücü yetmiyecek bir şeye zorlamaz. însan fikrinin fcavramıyacağı şeylere zihnini yormaz. O, kader mes'elesiin" anahtarı kaybolmuş bir mes'ele addediyor, ne doğru!
80- Îçtîmal Ve Fikri Cereyanlar
İşte Ebû Hanîfe zamanındaki fikrî ve İçtimaî yönelimlerin ana hatları bunlardır. Biz burada bu kadarla iktifa ediyoruz. Onun şahsî tefekkürâtına taallûk edenleri yeri gelince c-v a bahis konusu yapacağız. Bunların bir kışını itikad ve kelâmaaKİ mezhebine, bir kısmı da fıkhı içtihadlarınıı taallûk eder...
Bu ihtilaflı mes'elelerin bayında re'y ve Hadîs meselesi gelir ki, o asırdaki fukahâ arasında en hararetli münakaşa mevzuu olmuştur. Diğer bir ihtilâf mevzuu ise Sahabenin ve Tabiîn fetvaları mes 'e leşidir.
Bunlardan sonra dînî fırkalırdan siyasî cereyanlardan da bahsedeceğiz. Çünkü Ebû Hanîle bunlarla mübahaselerde bulunmuştu, bu hususta da görüş sahibi biı zattır.