Kiler veya Erzak deposu

Başlatan Tuğra, 29 Mayıs 2008, 00:36:02

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tuğra

Geleneksel Türk mutfağının en mütevazi evlerinde bile, bir yıllık yiyeceği ve içeceğini sakladığı eski adı ile kiler yeni adı ile erzak deposu vardı. Kiler'ler ikiye ayrılır, büyük kilerde daha çok çuvallar ile şeker, pirinç, bulgur, kuru bakliyat, un, kepek, kurutulmuş meyve ve sebzeler,  küplerle yağlar, pekmezler, dondurulmuş kavurmalıklar, çeşit çeşit turşular, kangal kangal sucuklar ve çeşit çeşit baharatlar bulunurdu.

Küçük kiler veya iç kilerde ise kavanoz kavanoz envai türlü reçeller, kat kat pekmez, dut ve kayısı pestilleri, her an şerbet yapmaya hazır kızılcık ve kuşburnu ezmesi ve kurutulmuşu, hamur kesmesi ve açmalarından yapılan erişte pilavlığı, mantıları, hoşaflık kuru üzüm, kayısı ve dut bulunurdu..

Eski kadınlar, bir hamurdan nerde ise 40 türlü yemek yapar sofraya zenginlik katardı. En fakir ailelerin kilerinde bile, o aileye bir yıl yetecek yiyecek içeceği bulunurdu. Bunun içindir ki tarihte diğer milletlerde görülen çok ölümlü kıtlık vakaları Türk Milletinde fazla hissedilmemiştir.

Ya bugün? Bir yıl değil, sadece bir hafta, bakkallar, fırınlar ve marketler kapalı kalsa veya açma imkanı olmasa 15 milyonlu İstanbul’da ve diğer şehirlerde hayat ne olur? Herkes kendi evini bir göz önüne getirsin. En hali vakti yerinde olan birinin durumunu düşünün ve hayalen mutfağına girin. Bütün yiyeceği ve içeceğini bir kişi sırtlar ve gider.

İşte size modern hayat diye dayatılan ve yutturulan hayat tarzı. Hayatımızın her sahasına giren yozlaşma, kendi kültürümüzden uzaklaşmanın sadece bir boyutundaki gelinen korkunç nokta. Konuşma tarzından, oturup kalkmaya, giyim kuşamdan, yatıp kalkmaya, yemek yemeden içmeye, mutfaktan yatak odasına kadar uzanan bir yozlaşma. Kültürel yozlaşmanın getirdiği tehlikeli nokta...

Şimdi her gün her yerde yeni tartışma konusu  “ küresel ısınma ve kuraklık”. Bir gün o kuraklık cidden kapınızı çalarsa, modernizmin mahkûm ettiği günlük yaşama tarzı, neslinizi ve milletinizin varlığını ne hallere düşüreceğini hiç hesap ettiniz mi?

Emine NUREFŞAN
Biyolog

〰〰〰〰🐠

Tuğra

Bırakın kırsal kesimde yaşayanlarımızı, çağdaşlıkta en ileri gittiği söylenen kentlerdeki insanlarımızın davranışlarına şöyle bir baktığımızda bile bize özgü olan bir şeyler görürüz. Sergilediğimiz insan manzaraları, dünyanın başka yerlerinden örneğin bir Avrupa kentindekinden farklıdır.

Bir kentimizin meydanında (şimdi hangi kentimizde şöyle meydan gibi bir meydan var diye sormayın şimdi!) insanların trafik ışıklarını hiçe sayarak, adeta çiçeklere basarak karşıdan karşıya geçmeye çalışmaları; otomobillerini ata biner gibi birbirlerinin haklarını azami ölçüde ihlal ederek kullanmaları; kadınların ve erkeklerin, selamlaşma, kucaklaşma, öpüşme biçimleri bir Avrupa kentindeki insan davranışlarına benzemez.

Başka toplumların davranışlarıyla bizimkiler arasındaki farklılıklar, saymakla bitmeyecek kadar çoktur ama onların en göze çarpanlarından bir tanesi, okumayla, yazmayla başımızın hoş olmaması ama konuşmaya, muhabbete bayılmamızdır.

Bizim ülkemizde, otobüste, trende, uçakta, orada, burada, şurada elindeki kitabına, dergisine gömülmüş insanlar görmeniz pek mümkün değildir. Dünyanın başka hiçbir milletinin gündelik dilinde, okumakla devlet adamı olmanın eşitlendiği ya da fazla okumanın beden ve ruh sağlığına kötü geleceğiyle ilgili ifadeler olamaz.

Hem çocuklarımıza okuyup adam olmaları, devlet kapısında bir yer kapmaları için her türlü gazı veririz hem de nasılsa kitaplara ısınmış, onları dost bellemiş, başını kitaptan kaldırmayan çocuğumuz için "Hastalanacak yavrucak!" diye endişeleniriz.

Erkekler, kahvehanede  esasen "muhabbet" için bir araya gelirlerken, kadın yaratıcılığı bir araya gelmek, "dedikodu" yapmak için sayısız fırsatlar ortaya çıkarır; tek başına "komşuluk" değil, "komşu gezmeleri" hala birçok insanın hayatında çok önemlidir.

Bu "muhabbet"lerde önde gelen "söz ustaları", "sözü dinlenir" kimseler hep vardır. Bu sözlü gelenek, çok kanallı televizyonlar ve radyo cümbüşüyle birlikte, fasılasız biçimde sürmektedir. Türk insanı, artık büyük çoğunlukla okuma yazma bilse de, resmi rakamlar yüksek bir okuryazarlık oranı bildirseler de,  ancak sözlü kültürde görülebilecek bir zihinsel işleyişe sahiptir ve gündelik hayatında bunun doğal sonuçlarını sergilemektedir.

Oldukça geniş bir argo kelime kullanımına sahibizdir. Evet, Batılılar da çok sövüp sayarlar ama döner dolaşır hep aynı tarzda küfrederler. Onların bu kısıtlı argo sözlerinden bir edebiyat dağarcığı çıkması mümkün değildir.

Bizim öyle mi ya! Aramızda hemen her durum için tam duruma uygun kıvamda argo söz üretebilen nicelerimiz vardır. Burada yaşamak, sözlü, muhabbet kültüründe yaşamanın tüm hazlarının yanı sıra argoda sınır tanımaz ürünleriyle her an karşılaşma fırsatı sunar insana. Rengarenk küfürler, tüm hayat alanlarımızı kuşatır; çoğumuz açıkça küfürbazızdır.

Tüm bunlar, bu köşede ileride çokça dile getireceğimiz, üzerinde ayrıntılı biçimde duracağımız söze dayalı, muhabbet kültürü dairesinde yaşamamız nedeniyledir. Bakmayın küfrün bini bir para, kıyamet kadar çok olduğuna, burada "tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır."   

Doç. Dr. Erol GÖKA
〰〰〰〰🐠