Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Sağlık Bilgileri

Başlatan müteallim, 20 Şubat 2005, 04:02:36

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tuğra

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, güvenliğin tarladan sofraya bir zincir olduğunu belirterek, ''Bunun bir halkası vatandaşın lokantada yediği yemeğin güvenilir olmasını temin etmek, denetlemekse, ilk halkası tarladaki üretimdir. O nedenle orada sağlıklı olmasını teminat altına almamız gerekiyor'' dedi.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının ''Güvenilir Gıda Sağlıklı Yaşam Kampanyası', Ortaköy'deki Four Seasons Oteli'nde düzenlenen toplantıyla başladı.

Bakan Eker, toplantıda yaptığı konuşmada, bugün dünyada 1 milyar insanın gıdaya ulaşamadığını, gıdanın sağlıklı, güvenilir olmamasından dolayı milyonlarca insanın hayatını kaybettiğini dile getirdi.
Eker, böyle bir sorunu dikkate alarak, ülkede değişmekte ve gelişmekte olan tarım sektörü ve buna bağlı faaliyetleri daha iyi bir noktaya getirmek, AB ile uyum sağlamak için bir toplumsal kampanya başlattıklarını söyledi.

Mehdi Eker, sözlerine şöyle devam etti:

"2009'u 'Gıda Yılı' olarak ilan ettik. Bugün hayata geçireceğimiz Alo 174 Gıda Hattı ile toplumun en geniş anlamda bu kampanyaya katkısını ve katılımını temin etmek amacındayız. Alo 174 Gıda Hattı, ücretsiz bir hattır, 7 gün 24 saat açık olacaktır.

Tüketici herhangi bir noktada bir satış noktasında, markette, restoranda, lokantada, pazarda herhangi bir yerde gıda ile ilgili, bu ambalajlı gıda olabilir veya üretim izni olması gereken bir ürün olabilir, buna haiz bir sorunla karşıya kaldığında 174'ü arayarak, bu konu ile ilgili şikayetini bildirir. Sorun web tabanlı bir sistemle anında tespit edilir ve çözüm için harekete geçilir."

Haber53
〰〰〰〰🐠

Lika

Psikiyatr Psikolog Dilara Kızılçay: "Düşünülenin aksine stres normal hayatı sürdürebilmek için gerekli olan enerjii sağlayan bir etken

Acıbadem Bursa Hastanesi Psikiyatrı Psikolog Dilara Kızılçay, ergen psikolojisi ve stresle baş etme yöntemleri ile ilgili verdiği bilgilerde hayatta biraz strese ihtiyaç duyulduğunu anlattı.

Çocukların kişilik analizlerini belirleme ile ilgili bilgiler veren Psikolog Kızılçay, etkin iletişim yöntemleri için de "Bir ağız iki kulak varsa, bir konuşup iki dinleyin. Doğru zamanda, doğru kişiye, doğru bilgiler verin. Mesajlarınız net, açık ve anlaşılır olsun. Gizlilikten kaçının, bilgiyi paylaşın. Karşınızdakini asla üçüncü şahısların yanında eleştirmeyin" ifadelerini kullandı.

Kişiler arası iletişimde koşulların da önemli olduğunu belirten Kızılçay, "Kişiler arası iletişim koşullarını sözlü ve sözsüz iletişim olarak ikiye ayırabiliriz. Sözlü iletişim genel olarak en etkili olanı gibi görünse de sözsüz iletişim de oldukça etkili bir iletişim çeşididir. Çünkü çocuklar bir konu hakkında bir şey anlatırken bizim sözlerimizden çok gözlerimize, davranışlarımıza, el ve kol hareketimize ve mimiklerimize bakar. Bunun için konuşurken ses tonu ve hareketlerimize de dikkat etmeliyiz." dedi.

Kişiler arası çatışmalarda iletişimin kalitesinin de önemli olduğunu vurgulayan Kızılçay, etkili sözel kalite için hoş ve ilgili bir tonla, sesin tonunun uygun ve konuşma hızının orta olmasıyla, basit ancak yeterli bir dille doğal ve akıcı bir konuşmayı tavsiye etti.

Stres ve stresle başa çıkma konusunda da bilgiler veren Kızılçay, "Stres bazen olumlu bazen olumsuz nedenlere bağlıdır. Normal bir işlev görebilmeniz için bir miktar strese ihtiyacınız olduğunu unutmayın. Aynı olaylara farklı insanlar farklı tepkiler verir. Mesela yemek konusunda bir kız öğrenci şu cevabı verebilir; 'İstemem kilo aldırıyor', erkek öğrenci ise 'İsterim enerji veriyor'. Yani stresin temelinde sizin algılamanız ve deneyimleriniz vardır." dedi.

Olayları anlamlandırma ve değerlendirme biçiminin stresin boyutunu etkileleyeceği üzerinde duran Dilara Kızılçay, sözlerini şöyle tamamladı: "Aynı mekanda ve sosyal ortam içinde bazı insanlar son derece gergin ve stresli, diğerleri ise rahat ve mutlu olabilir. Stresliyken performansınız farklılaşır. Eğer çok fazla stres yaşıyorsanız performansınız azalır, bir miktar stres yaşamak performansınızı artırabilir."

CİHAN
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Tuğra

#167
Çağın hastalığı olarak tanımlanan Obezite sadece fiziki görünümü değil organları da etkiliyor.

Kalp hastalıklarından, diyabete, kanser türlerinden ani ölümlere kadar pek çok sonuçla karşımıza çıkabilen obeziteden korunmak için yaşam tarzında yapılacak bir takım değişiklikler yeterli olabiliyor. Sağlıklı beslenmenin yanı sıra uyulması gereken ilk kural, hareketsizlikten kurtulmak, sık sık spor ve yürüyüş yapmak.

Uz. Dr. İsmail Yağız, günde 10 bin adım atarak aktif bir yaşamın kapılarının aralanacağını belirterek obezite ile başetmenin yolları hakkında bilgi verdi.

OBEZİTE RİSKİNİZİ HESAPLATIN

Vücut kitle indeksi(BMI) yani kilonuzun, boyunuza oranı oldukça pratik bir yöntemdir ve obezite tanısı için sıkça kullanılır. Bu hesaplama şu şekildedir:

VKI (BMI) = kilo (kg) / boy (m²)
VKI (BMI) 18-25 arası normal
25-30 arası kilolu
30-35 arası 1. derece obezite
35-40 arası II derece obezite
40 ve üzeri aşırı obez

Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar VKI 27 kg/m ve üzerindeki insanlarda risklerin katlanarak arttığını göstermektedir.

Obezite hesaplaması için kullanılan bir diğer bir yöntem ise bel çevresi ölçümüdür. Eğer VKI 25 -35 arasında ise daha anlamlı sonuçlara ulaşılıyor. Erkeklerde 102 cm, kadınlarda 88 cm üzerindeki değerler artmış riskle orantılı bulunmuştur. Asya ırklarında ise bu değerler erkeklerde 90 cm, kadınlarda 80 cm civarındadır.

OBEZİTE İLE BERABER ARTAN RİSKLER
Obezite ile beraber olan hastalıklara hemen her gün neredeyse yenisi ekleniyor. Yapılan çalışmalar, Amerika toplumunun % 80 nin kilolu ve şişman olduğunu gösteriyor.
Obezite ile beraber görülen hastalıkların bazıları:

Mekanik strese bağlı kas ve kemik hastalıkları
Uyku apnesi
Kardiyak aritmi (Kalp atışlarında düzenszlik)
Ani ölüm
Nefes darlığı
Hipertansiyon
Kardiyovasküler Hastalıklar
Kanser(kolon, rektum, agresif prostat, meme, karaciğer, rahim ve özefagus )
Tip 2 Diyabet
Hiperlipidemi( Kan yağlarının yüksekliği)
Reflü
Safra kesesi taşı

OBEZİTE NEDEN GÜN GEÇTİKÇE ARTIŞ GÖSTERİYOR?

Birçok nedene bağlı olarak şişmanlıyoruz. Özetleyecek olursak;

1.Hareketsizlik: Sosyo ekonomik düzey ile bağlantılı olarak aktif olmayan bir yaşam tarzımız olduğu için çoğunlukla obezite daha fazla görülüyor. Öncelikle ne kadar hareketli bir yaşamımız var onu bilmek gerekiyor. Amerika’da gerçekleştirilen bilimsel araştırmalarda hareketli bir yaşam için gerekli değerler adımölçer ile hesaplanmış ve bunun vücuda etkileri araştırıldı. Bulunan değerler ise ilginç. 5000 adım ve altı “sedanter” denilen hareketsiz yaşam, 5000-7500 arası değerler “düşük aktif yaşam”, 7500-1000 “yarı hareketli”, 10 000 bin adım ve üzeri ise “aktif bir yaşam”ı anlatıyor.

2.Alınan gıdaların miktarının ve kalorisinin fazlalıgı, yağ içeriğinin yüksekliği
3.Yaşlanma ve metabolizma hızının yavaşlaması
4.Hormon bozuklukları (Diyabet, tiroid hastalıkları, böbrek üstü bezi hastalıkları vs )
5.İlaç kullanımı (Hormon düzenleyici ilaçlar, kortizon turevleri, antidepresanlar, insulin kullanımı, kanser ilaçları vs.)
6.Genetik hastalıklar
7.Psikojen yeme bozuklukları
8.Düşük doğum ağırlığı ile doğum
9.Gebelik sırasında diyabet gelişmesi
10. Irksal farklılıklar

OBEZİTEDEN KORUNMANIN İLK ŞARTI FARKINDALIKTIR

Öncelikle yaşınıza göre doğru kiloda olup olmadığınızın farkına varmalısınız. Sizce birseyler yanlıs gidiyorsa mutlaka sağlık kontrolleriniz yaptırmalısınız.

KİLO VEREREK KANSER RİSKİNİZİ YARI YARIYA AZALTIN

Bilimsel araştırmalar sıkı kilo kontrolünün ve fiziksel egzersizin kanser önleyici etkisi oldugunu gösteriyor. Sadece kilo vererek kanser riskinizi % 50’ ye kadar varan oranlarda azaltabilirsiniz.
Diyabet gelişimini 11 kat azaltırsınız.
Hipertansiyon hastalığına yakalanmanızı 4 kat düşürürsünüz.
Hiperlipidemi riskinizi 4 kat azaltırsınız.
Kemik erimesi ve yıpranmasını önlersiniz.
Daha mutlu ve pozitif bakıs açısı sağlarsınız.
Enfeksiyonlara karşı bağışıklığınızı güçlendirirsiniz.
Enerjik bir yapıya kavuşursunuz.
Yani kısaca sağlıklı ve uzun bir yaşamı garanti altına alırsınız.

ALDIĞINIZ KALORİLERİ AZALTIRKEN, HARCADIĞINIZ KALORİYİ ARTIRMALISINIZ

Obezitenin tedavi prensibi, alınan kalorinin azaltılması ve harcanan kalorinin artırılmasıdır. Her bireyin minimum yetecek kalori ihtiyacı hesaplanır, buna göre besinlerle aldığı kalorinin cetveli yapılır ve harcanacak enerji planlanır.

Tedavinin işe yarabilmesi için HAYAT TARZI DEĞİŞİKLİĞİ mutlaka yapılmalıdır. Asıl hedefin kilo vermek deği, planlanan kilo hedefinde yaşamı devam ettirmek olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.

1.Diyet Ve Egzersiz Tedavileri

Egzersiz obezitenin en önemli ve sonuç veren uygulamasıdır.Egzersiz olmadan yapılan bütün tedaviler başarısız kalabilir.Egzersiz programları öncelikle aktivite düzeniniz bilinerek yapılmalıdır.American College of Sports Medicine birliği bu konuda bilimsel algoritmalar düzenlemiştir.Hareketli bir yaşam için günlük atılan adım sayısının 10000 den az olmaması gerekliliği belirtilmiştir.

Yapılan diyet programları ile başlangıç kilosunun % 5-10 kadarı özellikle ilk 6 ay içinde verilebilir. Mutlaka doktor ve diyetisyen kontrolünde yapılmalıdır. Her bireyin farklılığı kilo kontrolünde ön plana cıktığından fotokopi diyetler yerine mutlaka profesyonel yardım alınmalıdır. Kilo vermenin başarısı ancak verilen kilolar geri alınmadığında ortaya çıkar.

2.İlaç Tedavileri

Diyet ve egzersiz tedavilerinden başarılı sonuçlar alınamadığında düşünülmelidir. Unutulmaması gereken en önemli nokta diyet, egzersiz ve hayat tarzı değişikliği yapılmadan ilaç tedavisinin mucizeler yaratamayacağıdır. Piyasada bulunan onaylı antiobezite ilaçlarının bir takım yan etkileri olduğundan mutlaka ama mutlaka doktor kontrolunde kullanılması gerekir.

3.Cerrahi Tedaviler

Önceki cerrahi dışı tedavilerle kilo verememiş, operasyonlar için riskli olmayan, VKI 40 ve üzerinde olan veya VKI 35 ve eşlik eden önemli bir hastalığı (diyabet, uyku apnesi, kalp hastalığı, ciddi eklem rahatsızlıkları) bulunan kişilere cerrahi tedaviler düşünülebilir. Cerrahi tedaviler arasında mideye balon yerleştirilmesi, mide bandı, by pass yapılması gibi bir takım teknikler bulunmaktadır.


Haber3
〰〰〰〰🐠

İsra

Trakya Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, her 'sabah aç karna ortalama 1,5 litreye denk gelen altı bardak su içilmesinin birçok hastalıktan kurtaracağı' söylentisinin gerçeği yansıtmadığını açıkladı.

Sağlığı korumak için her konuda olduğu gibi suyun da fazlasından kaçınmak gerektiğini belirten Yorulmaz, bir kişinin günde 3 litreden fazla su içmesi durumunda, vücudun ihtiyaç fazlası suyu atacağını ve dolayısıyla böbreklerin gereğinden fazla çalışacağını belirtti. Yorulmaz, böbreklerin uzun süre bu yükün altında kalmasının zararlı olduğunu, bu organlarda veya kimi hormonlara bağlı hastalıklarda, fazla suyun birikmesiyle çok ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkabileceğine dikkat çekti. Kısa sürede fazla su içilmesiyle ortaya çıkan ve 'su zehirlenmesi' olarak adlandırılan bir rahatsızlık bulunduğunu kaydeden Yorulmaz, "Aşırı su kandaki tuz oranını düşürüyor, buna bağlı olarak beyin hücrelerinde şişmeyle koma hali ve hatta ölüm meydana gelebiliyor." diye konuştu.

Su terapisiyle iyileştirildiği iddia edilen öksürük, baş ağrısı, baş dönmesi, ekşime, düzensiz âdet görme gibi rahatsızlıkların, aslında başka hastalıkların belirtisi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, söz konusu terapide hastalık sebepleriyle hiç uğraşılmadığını, söylendiği miktarda su içildiğinde kan yapımıyla birçok hastalığın iyileşeceğinin iddia edildiğini belirterek, kanın bağırsak kıvrımlarında değil, kemik iliğinde yapıldığının unutulmaması gerektiğine dikkat çekti. Bu sebeple su terapisinin bilimsel olmaktan son derece uzak olduğunu söyleyen Faruk Yorulmaz, sabahları aç karnına iki bardak ılık ve gün içinde de yeterli miktarda içilen suyun şişmanlığı önleme, cilt kuruluğu ve kırışıklığını engelleme, eklemlerin daha iyi çalışması, balgam söktürme, böbrek taşından koruma, sindirimi kolaylaştırma ve kabızlığı önleme gibi birçok faydasının bilindiğini vurguladı.

Prof. Dr. Yorulmaz, canlı vücudunda her şeyin dengede durmasının bir kural olduğunu söyledi. Yorulmaz'ın verdiği bilgilere göre bu, diğer bütün maddeler için olduğu gibi su için de geçerli. İnsan vücudunda bulunan su miktarı belli ve her gün kaybedilen kadarı yerine konulmak zorunda. Eksilen miktardan daha az veya fazla su içilirse vücut, bu duruma uyum göstermek için bir çaba içine giriyor ve bazı rahatsızlıklar ortaya çıkıyor. Günlük su miktarı da kaybedilen miktara bağlı olarak değişebiliyor. Vücudun su kaybetmesi yüzey alanına, havanın sıcaklığına ve nem durumuna, yapılan işe ya da spora, çalışma ve sağlık durumuna göre farklılık gösteriyor.

Bir insanın günlük içeceği miktarın ortalama 1,5-2 litre olması gerektiğini kaydeden Yorulmaz, "Vücudun kaybettiği kadar suyu yerine koymak esas olmalıdır. İçilen su, mikrop ve zararlı kimyasal maddeler taşımayan, vücut için gerekli maddeleri ise yeterli miktarda bulunduran özellikte olmalıdır. Bu şartlar yerine getirildiğinde su, sağlığımızı geliştiren ve koruyan bir madde olabilecektir. Aksi halde ciddi hastalıklara yol açabilir." şeklinde konuştu.

E-postalar yanlış yönlendiriyor

Birçok kişiye yollanan e-postalarda, "su terapisi" adı verilen bir tedavi yöntemi olduğu söyleniyor. Bu terapinin yüksek tansiyon, romatizma, anemi, genel felç, obezite, kireçlenme, sinüzit, baş dönmesi, baş ağrısı, öksürük, lösemi, astım, rahim kanseri, şeker, böbrek taşı gibi birçok rahatsızlığa çözüm olduğu iddia ediliyor. Deneylerde kabızlığın bir, mide ekşimesinin iki, diyabetin yedi, yüksek tansiyon ve kanserin dört haftada, akciğer vereminin ise üç ayda iyileştiği öne sürülüyor.

Zaman

Fatihan


Uzmanlar, "Her nezle-grip vakasında gereksiz antibiyotik kullanımı, vücutta hücre ölümüne ve direncin düşmesine neden oluyor" uyarısında bulundu.

Kulak Burun Boğaz uzmanı Op. Dr. Adem Cenkçi, nezle-grip gibi gribal enfeksiyonların evde alınacak önlemlerle atlatılabileceğini, ancak belirtilerin uzun sürmesi halinde hekime gidilmesini söyledi. Grip-nezle gibi rahatsızlıkların virüs kökenli bir hastalık olduğunu anlatan Op. Dr. Cenkçi, "Soğuk algınlığı gibi hastalıklar ilerlediğinde daha ciddi ve kalıcı bozukluklara neden olabilir. Bu hastalığı atlatmanın en önemli yolu, dinlenmektir. Antibiyotik kullanımı önerilecek ilk tedavi şekli değildir. Hastalık, mikrobik olaylarla birleşip ilerlediğinde, hekim kontrolünde antibiyotik kullanılmalıdır" dedi.

Gereksiz yere antibiyotik kullanımının, vücutta hücre ölümüne ve direncin düşmesine neden olduğunu vurgulayan Cenkçi, rasgele antibiyotik kesinlikle kullanılmamasını ifade etti. Son zamanlarda havaların değişken bir yapı izlemesiyle birlikte gribal enfeksiyon yolları şikayetiyle hastanelere başvuran vatandaşların sayısında artış olduğunu dile getiren Cenkçi, şöyle devam etti: "Gribin, önceden alınacak tedbirlerle önüne geçilmesinin önemli olduğunu unutmamamız lazım. Gribin en önemli belirtileri; üşüme, titreme, vücutta kırgınlık, halsizlik ve yüksek ateştir. Bu tür hastalıklar dinlenerek atlatılabilir, ama gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılmalıdır."


AA

Tuğra

#170
C vitamininin kanser önleyici özellikleri yeniden gündeme getirildi.

Fransa'da yayımlanan Le Nouvel Observateur dergisinin internet sitesinde verilen habere göre, Marsilya'daki Akdeniz Üniversitesine bağlı Genetik Hastalıklar Laboratuvarından Michel Fontes ve ekibinin hayvanlar üzerinde yaptığı araştırma, C vitamininin (askorbik asit) kanser önleyici özelliğe sahip olduğunu gösterdi.

Söz konusu vitaminin hücre çoğalmasıyla ilgili genler üzerinde önleyici etkide bulunduğu belirlendi.

Tümör taşıyan farelere C vitamini enjekte eden bilim adamları, vitaminin hayvanların hayatta kalma şansını büyük oranda artırdığını, tümörü küçülttüğünü ve kanser hücrelerinin dağılmasını engellediğini gözlemledi.

En iyi sonuçlar, en yüksek dozda C vitamini verilen farelerden alındı.

1954'de Nobel Kimya Ödülünü kazanan C vitamininin "babası" Amerikalı kimyager Linus Pauling, günde iki grama kadar yüksek dozda C vitamininin kanser önleyici olabileceğini ileri sürmüştü. Pauling'den sonra yapılan araştırmalar çelişkili sonuçlar vermişti.

Fontes ve ekibinin araştırmasının, C vitamininin kanser önleyici özelliklerini kanıtlar nitelikte olduğu ifade ediliyor.

Klinik deneylerin de olumlu sonuç vermesi halinde yeni ilaçların geliştirilmesinin önü açılmış olacak.

Aktif Haber
〰〰〰〰🐠

Tuğra

Bugüne kadar birçok faydası olduğu belirlenen aspirinin etken maddesi olan salisilik asitin kolon kanserini önlediği, bu asitin yeşil sebzelerin içinde de bol miktartarda bulunduğu bildirildi.

Türk Gastroenteroloji Derneği Bursa Şubesi Başkanı Prof. Dr. Faruk Memik,  kolon (kalın bağırsak) kanserinin sindirim sistemi kanserleri arasında, batı ülkelerinde birinci, Türkiye`de ise mide kanserinden sonra ikinci en sık görülen kanser türü olduğunu söyledi.

Bu kanser türünün en çok bağırsağın son 25-30 santimetrelik bölümünde görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Memik, kendisini karın ağrısı, şişkinlik, aşırı kabızlık veya ishal ile gösteren hastalıkta erken teşhisin çok önemli olduğunu belirtti.

Prof. Dr. Memik, dışkıda kan görülmesinin mutlaka tetkik edilmesi gereken bir bulgu olduğuna işaret ederek, şöyle konuştu:

“Kolon kanserinin teşhisi, endoskopi veya röntgen yardımıyla erkenden yapılabilir. Batı ülkelerinde hiçbir şikayeti olmayan insanlar bile periyodik olarak yıllık kolonoskopi uygulaması yapılarak, taramadan geçirilir. Zamanında teşhis edilen hastalar ameliyat edilerek başarılı sonuçlar alınabilir. Maalesef ülkemizde bu tarama testleri gelişmemiştir.”

Prof. Dr. Memik, son yıllarda hem hayvan hem de insan deneylerinde, kalın bağırsak kanserinden korunmak için bazı anti romatizmal ilaçların kansere karşı bir koruyucu etkisinin olduğunun tespit edildiğini vurguladı.

Özellikle kolondaki “Poliplerin” azaltılmasında, günlük olarak aspirin kullanımının faydalı olduğunun bilindiğini ifade eden Prof. Dr. Memik, şunları kaydetti:

“Son çalışmalar gösterdi ki bitkiler, bazı böcekler, mantarlar ve mikrobik hastalıklardan kendilerini korumak için aspirinin etken maddesi olan salisilik asit üretiyorlar. Yeterli derecede sebze yiyen kişilerin vücutlarındaki salisilik asit oranının belirli bir doza yükseldiği görülmüş. Bu demek oluyor ki bitki yiyerek, kansere karşı bir koruyuculuk kazanmış oluyoruz. Salisilik asit birçok meyve ve sebzenin yapısında bulunuyor. Salisilik asitin özellikle kolon poliplerinin kansere dönüşmesini engellediği biliniyor. Bağırsaklarında polip olan hastalar, yıllarca aspirin kullanıyorlardı. Ancak yapılan çalışmalarla yenilen yeşil bitkilerle de kanda düşük doz salisilik asit olduğu belirlenmiştir.”

Sadece bitkiyle beslenen vejetaryenlerin kanındaki salisilik asit miktarının, her gün doktor tavsiyesiyle küçük doz aspirin alanlardaki kadar olduğunun belirlendiğini söyleyen Prof. Dr. Memik, “Bu bulgular ve besinlerdeki diğer sayısız kanser önleyici maddeler ve vitaminler de gözönüne alınırsa ülkemizde bol ve ucuz temin edilen taze meyve ve sebzeyi daha çok tüketmek gerekiyor” dedi.

sağlıktabugün.com
〰〰〰〰🐠

Tuğra


Türkiye’de nüfusun yaklaşık yüzde 40’ında çeşitli tiroid bezi hastalıkları bulunuyor. Araştırmalar, Türkiye’de kişilerin günlük almaları gereken iyotun ortalama 4’te birini aldıklarını gösteriyor

Boynun hemen ön kısmında kelebek şeklinde bulunan tiroid bezi, ürettiği hormonlarla vücuda adeta bir pil gibi enerji sağlıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Tiroid Hastalıkları Kliniği Sorumlusu Prof. Dr. Mete Düren, Türkiye’de yaklaşık 20-30 milyon tiroid hastası olduğunun kabul edildiğini söyledi.

Guatr oluşumunda, iyot eksikliği, çevre faktörleri, ırsi faktörler ve bünyesel faktörlerin etkili olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mete Düren, şöyle devam etti:

“Araştırmalar, Türkiye’de kişilerin günlük almaları gereken iyotun ortalama olarak 4’te birini aldıklarını gösteriyor. İyot eksikliği olan Orta Avrupa ülkelerinde fırınlarda pişen ekmeğe ve sofrada kullanılan tuza eklenen iyotla eksiklik ve buna bağlı gelişen guatr sorunu büyük ölçüde çözülmüştür. Türkiye’de iyotun guatrı olmayan kişilerce korunmak amacı ile alınması gerekir. Aksi takdirde guatrı olan hasta bundan kurtulmak amacı ile iyot aldığı taktirde bunun faydadan çok zararı olmaktadır.”

TRAFİK KAZASINDA ÖLME RİSKİ DAHA YÜKSEK

Troid kanserlerinin büyük çoğunluğunun çok selim tabiatlı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Düren, “Tiroid kanserinden bir hastanın ölmesi, ABD’de by-pass ameliyatlı bir hastanın yaşam şansı ile aynı tutuluyor. Bizde ise hastanın trafik kazalarından yaşamını yitirme olasılığı daha yüksek görülüyor” ifadesine yer verdi.

GENETİK FAKTÖR ORTADAN KALDIRILIYOR

Tiroid kanserinde son yıllarda kaydedilen çok önemli gelişmelerden birinin de medüller tipte tiroid kanseri olan anne veya babanın kanında yapılan genetik bir araştırma ile çocuğuna bu hastalığın geçip geçmeyeceğinin anlaşılması olduğunu belirten Düren, şöyle devam etti:

“Çocuklarında da bu test pozitif çıkarsa o çocuğun 25-30 yaşına kadar tiroid kanserine yakalanacağı yüzde 100 olduğundan bu çocuklarda koruyucu olarak tiroid bezi tamamen alınıyor ve yüzde 100 şifa sağlanıyor. Bu genetiğin tıbba uygulama alanında yapmış olduğu en önemli katkılardan biri olarak kabul ediliyor. Bizim de böyle hastalarımız ve ailelerimiz var. Ancak çocuklarında hiçbir hastalık yokken annelerini çocuklarını ameliyat ettirmeye ikna etmek oldukça zor görünüyor.”

AA
〰〰〰〰🐠

enfa

Günümüzde insanların sık sık karşılaştıkları rahatsızlıklardan birisi olan ve şiddetli baş ağrıları biçiminde kendisini gösteren migren hastalığı için elektrikli ve mıknatıslı tedavi geliştirildi.İsveç'teki bilim dergisi Illustrerad Vetenskap'ın haberine göre, beyne ve saç köklerine elektrik yayan manyetik cihazlar ve mıknatıslar tutularak migreni tedavi devri başladı. Bu yönde çalışmalar ABD'de hız kazanırken, Avrupa'da özellikle de İsveç'te bu metod üzerinde duruluyor.

Mıknatıslı yöntem sayesinde hastaların genelinde baş ağrıların dindiği belirtiliyor. Bu yöndeki testler 2006 yılından beri yapılıyor. Yöntem sayesinde migren ağrısından dolayı çalışamaz hale gelmiş olan birçok kimsenin artık işlerine dönebildiği kaydedildi.

Migren Türkiye'de de yaklaşık 10 milyon kişinin, yani hemen hemen her yedi kişiden birinin hayatını zehir ediyor. Tek ya da nadiren çift taraflı baş ağrısıyla kendini gösteren migren daha çok erişkin hastalarda ve 25 ile 45 yaşları arasında görülüyor.

CİHAN

Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

Tuğra

#174
Sırt ağrısı migren ve romatizma gibi sürekli kronik ağrılara gelince işler ayak parmağınızı çarpıp incitmek veya parmağınızı kestiğiniz zamandan biraz daha karmaşıktır. Şimdi bazı yaygın ağrı efsanelerini incelemeye alalım.

Efsane 1:

Ağrı her zaman bir hastalık veya vücudunuzun bir kısmının incindiğinin veya zarar gördüğünün bir göstergesidir.

Gerçek:

Ağrı bazen yolculuğa yalnız çıkar.Her ağrı tanımlanabilir bir fiziksel duruma veya sakatlanmaya bağlanamaz. Bazen sebepsiz yere gelişir ancak verdiği rahatsızlık yine de çok gerçektir. Ağrıya tanımlanabilir bir neden olmadan çare bulmak her ne kadar zor olsa da kronik ağrı etkili bir şekilde yönetilebilmektedir.

Efsane 2:

Ağrıyı gerçekten kesebilecek tek tedavi ilaçtır.

Gerçek:

Ağrının birçok düşmanı vardır. Ağrı dediğimizde aklımıza ilk gelen şey haptır: normal ağrı için reçetesiz ağrı kesiciler ve daha şiddetli ağrılar için reçeteli opioid ilaçları. Ancak birçok başka etkili tedavi seçenekleri de mevcuttur. Hatta kendi kendine telkin ve hayalinde canlandırma gibi bazı irade gücüyle bedensel bir özürü veya güçlüğü yenme teknikleri ağrıyı azaltmada faydalı olabilmektedir. Biyogeribildirim gevşeme eğitimi ve davranışsal terapi de kronik ağrıları kesmede faydalı olabilmektedir.

Efsane 3:

Eğer reçetesiz ilaçlar ağrınızı kesiyorsa endişe edilecek bir durum yoktur.

Gerçek:

Ağrı ciddi olabilir. Reçetesiz aneljezik ilaçlar çok türde ağrıyı hiç değilse bir süreliğine kesebilmektedir. Ancak ağrınızın altında enfeksiyon gibi tedavi gerektiren birşey de olabilmektedir. Önemsiz hastalıklar genellikle bir hafta içinde iyileşirler bu nedenle ağrının bu süreyi aşması halinde sağlık bakımı sağlayıcınıza danışın. Ağrınız için en iyi reçetesiz ağrı kesici hangisidir? Bu testi deneyin.

Efsane 4:

Ağrı yaşlanmanın kaçınılmaz bir parçasıdır.

Gerçek:

Ağrı ihmal edilmekten nefret eder.Yaşlandıkça ağrı beklemeniz ve bu ağrılarla yaşamayı öğrenmeniz gerektiği görüşü yaşlanma hakkında devam eden bir efsanedir. Daha yaşlı yetişkinlerin ağrı yaşama olasılığı daha yüksektir ancak bu kesinlikle yaşlanmanın bir semptomu değildir. Herhangi bir sızı ağrı veya rahatsızlığı doktorunuza bildirip en etkili tedaviyi tespit etmek için doktorunuzla işbirliği yapın.

Efsane 5:

Sadece bir uzman doktor sizin ağrılarını tespit edebilir ve gerçek olup olmadığını söyleyebilir.

Gerçek:

Ağrılar tamamen kişiseldir.Ağrınızın şiddetini en iyi karar verebilecek kişi sizsiniz. Uzman sizsiniz. Hatta çalışmalar ağrılar konusundaki öz raporların en doğru ve güvenilir ağrı şiddeti ölçümünü sağladığını gösterir. Ancak farklı kişiler aynı ağrı uyarısını farklı algılayabilmektedir.

Uslanmam.com
〰〰〰〰🐠

duha

Selim GÖK'ün haberi

Göz bebeğinden göz dibine bakıldığında retina damarları en ince ayrıntısıyla gözlemlenebilir. Retina damarları vücudun genel küçük damar sisteminin bir parçası olduğundan göz dibi muayenesi bazı sistemik hastalıkların tanı ve takibi için çok önemlidir. Dünyagöz Hastanesi doktorlarından Op. Dr. Haluk Talu “Sağlık kontrolünden geçmek isteyenler için en kolay yol göz muayenesi yaptırmaktır”diyor.

Göz Muayenesinde Ortaya Çıkan Diğer Hastalıklar
Gözlerimiz genel sağlığımız konusunda da bize çok önemli ipuçları verir. Göz muayenesi ile göz hastalıkları dışında; diyabet (şeker hastalığı), hipertansiyon (yüksek tansiyon), her türlü damar hastalıkları, beyin hastalıkları, saptanabilmektedir.

Detaylı bir göz muayenesi ile tespit edilebilecek olası hastalıklar;
Hipertansiyon, Şeker Hastalığı, Beyin Tümörleri , MS Hastalığı , Kan Hastalıkları , Kolesterol, Böbrek Hastalıkları, Kalp Hastalığı

habername.com
söz Hayâtî'dir; İnanç taşıyoruz.....

[/center]

Tuğra


Uzmanlara göre, soğuk havada yapılan spor, gerekli tedbirler alınmadığında soğuk yanığı, kas, tendon ve bağ yırtılması hatta ölüme bile sebep olabiliyor.

Sağlıklı yaşam için spor yapanların, soğuk havalara dikkat etmeleri gerektiği bildirildi. Uzmanlara göre, soğuk havada yapılan spor, gerekli tedbirler alınmadığında soğuk yanığı, kas, tendon ve bağ yırtılması hatta ölüme bile sebep olabiliyor.

İnsan vücudunun soğuk havaya uyum yeteneğinin sınırlı olduğuna dikkat çeken uzmanlar, "Sağ kalmak için vücut sıcaklığının 24 ile 40.5 derece gibi dar bir aralıkta bulunması gerekiyor. Soğuğa maruz kalındığında ise kas kasılması zayıflıyor, sinir iletim hızı azalıyor ve ciddi sağlık sorunları ortaya çıkabiliyor" uyarısında bulunuyor.

Bursa Özel Bahar Hastanesi'nden Op. Dr. Mustafa Ahsen, soğuğa maruz kalındığında vücudun 2 ayrı bölümden oluşmuş gibi davrandığını belirtti.

Soğuğa maruz kalındığında kas kasılmasının zayıfladığını alatan Ahsen, "Kas kasılması yavaşlar ve sinir iletim hızı azalır. Bu değişiklikler ise hem sportif performansın bozulmasına hem de ciddi sorunlara sebep olabilir. Performans düşüklüğü, kas, tendon ve bağ yaralanması riskinde artma, soğuk yanığı ve donmanın soğuk havada spor yaparken gelişebilecek sorunların başında geliyor." şeklinde konuştu.

Ahsen, "Bu sorunlar, kayak, sürat pateni, bisiklet, kros, futbol gibi dış ortam sporlarında kulak, burun, el ve ayak parmakları gibi bölgelerde daha çok meydana gelir. Vücut sıcaklığı 37-35,6 derece olduğunda titreme, karmaşık hareketleri gerçekleştirmede güçlük yaşanır. Vücut sıcaklığı 35-32,8 derece olduğunda yine titreme, konuşma bozukluğu, hafıza kaybı olur.

Vücut ısısı 29,8 - 27 derece olduğunda ise koma hali gelişir ve refleks kaybı, kalpte atrial fibrilasyon gibi sorunlar oluşur. Vücut sıcaklığı 25,6 derecenin altına indiğinde akciğer ödemi, kalpte ventriküler fibrilasyon ve ölüm gerçekleşebilir. Yine Reynaud sendromu denilen ve parmaklarda önce solma ardından kızarıklıkla seyreden bir kılcal damar sorunu gelişir. Kuru ve soğuk havada yapılan şiddetli egzersiz, yatkın bünyelerde astım atağını da tetikleyebilir." dedi.

Soğuk havada egzersiz yapanların dikkat etmeleri gerektiğine vurgu yapan Op. Dr. Mustafa Ahsen, ısı kaybını azaltmak içen ince giyeceklerin çok katmanlı olarak üst üste giyilmesini tavsiye ediyor.

Pamuklu giyeceklerin ıslanınca ısı yalıtma özelliğini yitirdiğini hatırlatan Ahsen, rüzgardan korunmak için de rüzgar geçirmeyen pantolon ve büzülebilir kapüşonlu bir üst giyilmesini istedi.

Haber Aktüel
〰〰〰〰🐠

enfa

İngiliz psikologların yaptığı araştırma, bu geni taşıyan insanların, olumsuz olaylara daha az ilgi gösterdiklerini, bunun yerine hayatın mutluluk veren yanlarına odaklandıklarını gösterdi.


İngiliz The Guardian gazetesinde yayımlanan araştırma, bu insanların daha sosyal olduklarını ve psikolojik açıdan genellikle daha iyi şekillendiklerini de ortaya koydu.

Essex Üniversitesi psikoloji bölümünün başkanı Elaine Fox, söz konusu genin, kişinin günlük stresle başa çıkma kabiliyetinin temelini oluşturduğunu ve bu gene sahip olmayanların, hayata daha karamsar baktığını, depresyon gibi akıl sağlığını bozan hastalıklardan daha fazla mustarip olduklarını söyledi.

Araştırma çerçevesinde, 100'den fazla katılımcının, bilgisayar ekranında beliren iyi ve kötü görüntülere verdikleri tepkilerin ne kadar sürdüğü gözlendi.

Görüntüler arasında, kucaklaşan bir çift, tekneyle açılan ve saldırıya uğrayan kişilerin resimleri de yer alıyordu.

Katılımcılara yapılan genetik testlerde, bazı kişilerde gözlenen kötü resimleri yok sayma ve iyi olanlara ilgi gösterme eğiliminin, serotonin hormonunu kontrol eden bir genin varyasyonuyla güçlü biçimde bağlantılı olduğu görüldü.

Sonuçları Proceedings of the Royal Society B dergisinde yayımlanan araştırmada, herkeste söz konusu genin iki varyasyonunun kalıtımsal olarak bulunduğu, bu iki varyasyonun iki kısa, iki uzun veya bir kısa bir uzun şeklinde olabileceği, genin iki uzun varyasyonuna sahip kişilerin, daha olumlu yaklaşım içinde oldukları gözlendi.

Genin iki kısa varyasyonuna sahip kişilerin de daha nevrotik ve endişeli olabilecekleri belirtildi.

İHA

Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

Tuğra

Geç saatlere dek uykusuz kalmak bir süre sonra kişide bellek sorunlarının oluşmasına yol açıyor. Peki güçlü bir bellek için ne kadar uyumalı? İşte uzman görüşü...

Uykusuz kalındığında bozulan ilk işlevlerden biri de bellek, dil becerileri, soyut düşünme ve değerlendirme gibi bilişsel fonksiyonlardır. Geç saatlere dek uykusuz kalmak bir süre sonra kişide bellek sorunlarının oluşmasına yol açar.

Verimli bir iş yaşamı için kişinin ortalama 8 saat uyuması gerektiğine dikkat çeken Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Uzmanı Dr. Ferda Korkmaz, uyku eksikliğinin yol açtığı sonuçları anlattı.

Tıbbın uyku ile henüz bilmediği çok şey olmakla birlikte artık biliyoruz ki bedenin onarımı, çeşitli madde ve hormonların sentezi, hafızanın yapılandırılması, psikolojik dinlememiz uykunun belli dönemlerinde gerçekleşiyor.

“Uyku tekdüze bir süreç değil. Uykuya dalış, yüzeyel uyku, derin uyku ve rüya ile ilişkili -REM- (rapid eye movement = hızlı göz hareketleri) olmak üzere dört dönemi bulunuyor. Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Uzmanı Dr. Ferda Korkmaz yetişkin bir kişinin ihtiyaç duyduğu uyku süreleri ile ilgili şu bilgileri verdi:

“Uyku süremiz yaşla birlikte değişmekle birlikte, herkesin uyku süresi kendine hastır. Bunu değiştirebilmek pek mümkün değildir. Bazı kişiler günde 12 saat, bazı kişiler ise 4 saat uykuya ihtiyaç duyarlar. Ancak toplumda bir çok erişkinin ortalama uyku süresi 6- 8 saattir. Yaşla birlikte hem uyku süresinde hem de uyku mimarisinde değişiklikler olur. İnsanlar yaşlandıkça, toplam uyku süresinde ve rüyayla alakalı uyku evresinde geçen sürede bir düşüş başlar. Yeni doğmuş bir bebek günde 16 saat uyur, rüya ile ilişkili REM dönemi oldukça yoğundur. Buna karşın bebeğin 30 yaşındaki annesi günde altı saat uyur (eğer şanslıysa) ve bu sürenin sadece dörtte birlik bölümünü REM’de geçirir.

Orta yaşlardan itibaren, uyku süresinin azalmaya başlamasının yanı sıra, uykunun karakteri de değişir. Bu yaşlardaki insanlar rüyayla ilişkili evrede daha az uyurken, yüzeyel uyku dönemleri daha uzun sürer. İnsanlar yaşlandıkça daha erken uyuyup daha erken kalkarlar. Gençlerde ise tam tersidir. Gençler, gece daha geç saatlere kadar kalırlar ve günün çoğunu uyuyarak geçirirler. Seksenli yaşlarda bu değişiklik daha belirgindir. Gün içindeki uyuklamalarla birlikte günlük toplam uyku süreleri 6- 7 saat olabilir. Bu kişiler gün içinde birçok kez uyuklasalar da bunların toplamı nadiren bir saati geçer. Yaşlıların günde 8- 10 saat uyumaları gerektiği söylemi doğru değildir.”

Kişinin gerek duyduğu uyku süresi şu şekilde hesaplanabiliyor. Kişi, uyanık olduğu her iki saat için bir saatlik uykuya ihtiyaç duyuyor. Yaş ilerledikçe bu değişiyor, uyanık kalınan her iki saat için 45 dakikalık uyku gerekiyor. Başka bir deyişle, gün boyunca uyanık kalınan her saat için “uyku borcu” biriktiriliyor. On altı saatlik bir günün sonunda, genç bir insanın “uyku bankasına” borcu sekiz saate ulaşıyor. Buna karşılık yaşlı bir kişinin uyku borcu sadece yaklaşık altı saat düzeyinde bulunuyor.

Uykusuzluk kişiyi nasıl etkiler?

Eğer uyku için yeterli zaman ayrılmazsa kişi uykudan yoksun kalıyor. Bu durumda gün içerisinde uykulu olmanın yanı sıra, kişide düşünmeyle ilgili sorunlar da ortaya çıkıyor. Yeni şeyleri öğrenme daha yavaş gerçekleşiyor, bellek ile ilgili ve karar verme süreçlerinde sorunlar yaşanabiliyor. Uyku yoksunluğu dışında bir takım uyku rahatsızlıklarında da özellikle uykuda solunum bozukluklarında uyku mimarisindeki ve kan oksijen düzeyindeki değişikliklerin tetiklediği olaylar, ciddi bilişsel ve bedensel bozulmalara neden oluyor. Bunlar arasında kalp, akciğer ve hormonal hastalıklar yer alıyor.

Yaşlı kişiler, uykusuzluk durumunda, kendilerini gençler kadar çok çabuk toparlayamayabilir. Kişilerin 24 saat boyunca uyanık bırakıldığı bir araştırmada, 70’li yaşlardaki kişilerin kendilerine gelmelerinin, genç kişilere göre en az bir gün daha uzun sürdüğü ortaya çıktı. Öte yandan cinsiyet de, uykusuzluğun etkisinde farklılık oluşturabiliyor. Örneğin kadınlar, erkeklere göre daha hızlı kendilerine geliyorlar.

(NTV)

〰〰〰〰🐠

Tuğra

Tıptaki bütün gelişmelere rağmen sağlık konusunda bir sürü şeyi yanlış biliyoruz.

Vücudun normal ihtiyacı 750 ml sudur. Romalılar devrinde hastalıkların tedavisi için vücuttan biraz kan akıtmanın yeterli olacağı sanılıyordu. O zamandan bu yana doğayı ve insan fizyolojisini anlamak yolunda çok mesafe aldık ama bazı mitleri bir türlü aşamadık.

21.Yüzyıl sağlık mantrası şöyle: Kilo vermek ve sağlıklı yaşamak için çokça su için ve karbonhidratlardan kaçının. Çoğu kere bunu sorgulamadan kabul ediyoruz.

Günde sekiz bardak su içmeliyiz

Gerçek: Bu mitin kaynağı, suyun arındırıcı etkisine duyduğumuz inanç. Vücudun normal ihtiyacı 750 ml sudur. Bu miktarı aşan miktarda su alırsanız vücut bunu dışarı atar.

Bazı besinler kanseri önler

Gerçek: Gazetelerde çokça yer alan haberlere göre düşük yağlı bir diyet izler ve egzersiz yapabilirseniz kanseri önleyebileceğiniz anlatılıyor. Oysa kanser ilerleyen yaşla ortaya çıkma ihtimali artan ve pek çok tetikleyici faktörden etkilenebilen bir hastalıktır.

Sağlıklı beslenme ve egzersiz tabii ki sağlıklı bir yaşam için şarttır ama kanseri önlemenin kutsal formülü bu değildir.

Kilo vermek için karbonhidratlardan kaçınılmalıdır

Gerçek: Aslında pek de öyle değil. Junk food tabir edilen besinlerdeki hidrojenize yağlar şişmanlatıcı etkiye sahiptir, orası doğru. Ancak sağlıklı beslenme için lifli gıdalarla birlikte bir miktar karbonhidrat alınması vücudun enerji ihtiyacı için şarttır.

Bilgisayarlar sağlığımıza zararlıdır

Gerçek: Maalesef bu doğru. Bilgisayar kullanımı sırt ağrılarına yol açıyor. Gözleri de yoruyor.
Gün boyunca bilgisayar kullanmak durumundaki çalışanları ergonomik masa ve sandalyeler kullanması şart. Ayrıca her 20 dakikada bir gözlerinizi ekrandan en az 20 saniyeliğine ayırmalısınız.

Kötü beslenme ve kötü hijyen sivilcelere neden olur

Gerçek: Pek çok doktor, akne ve sivilcelerin esasen vücudun hormon salgısının bir sonucu olduğunu bilir. O yüzden ergenlik çağındaki gençlerde sıklıkla sivilce çıkar. Akne tedavisinde doktorlar diyet tedavi yöntemlerine başvursa daa asıl tedavi ilaç tedavisidir. İyi beslenmenin sağlıklı bir cilt için gerekli olmadığını söylemek istemiyoruz ama cilt bozukluklarının pek çok başka sebebi vardır.

Sağlıklı bir vücut için en gerekli yol detoksifikasyondur

Gerçek: Detoksifikasyon Batı’da son yıllarda başarıyla uygulanan bir yöntem. Ama son derece pahalı bir yöntem olduğunu da vurgulamak gerekli. Üstelik insan vücudu, dışarıdan alınan zehirli maddeleri temizlemek konusunda zaten gerekli ekipmanlara sahip durumda.

Düzenli egzersiz, ter atma ve vücudun su eksiğini giderme yoluyla vücudunuza destek olmanız şartıyla vücudunuz gerekli detoksifikasyonu yapacaktır. Bundan fazlası paranızı ve zamanınızı boşa harcamak olur.

Aktif Haber
〰〰〰〰🐠