Tevhid: Temelli Bir teslimiyetin Tezahürü

Başlatan YuSûfî Sevdâ, 06 Nisan 2009, 14:05:33

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

YuSûfî Sevdâ

Günümüzde İslâm açısından en iyi bilinmeyen ve anlaşılamayan durum tevhid'dir. Tevhid; ibadi konuların üzerinde yeşerdiği temel akidevi bir inancın Allah(cc)'ı bir ve tek kabul etmenin teslimiyet şartıdır. Allah((cc); insanlardan önce kendisinin Rabb ve İlah olarak kabul etmelerini ister. Allah(cc)'ın Rabb ve İlah olarak kabulünün ardından gelen emirlerde o teslimiyetin bir ifadesi olarak ibadettir ve ibadet'te kulluğun Allah(cc)'a yaklaşım ve sığınma ifadesidir.

Rabb ve İlâh olarak Allah(cc)'ın bilinmesi için gönderilen Peygamberlerin en önemli vazifesi, Allah(cc)'ın ilâh'lık vasfının insanlar tarafından bilinip kabul edilmesidir. Çünkü insanların büyük çoğunluğu Allah(cc)'ı rabblık vasıflarıyla bilmektedir. Kabul etmedikleri şey, Allah(cc)'ın kanunlarının yeryüzündeki uygulanmasıdır. İnsanların büyük bir çoğunluğu inkarcı değildir, Allah(cc)'ın Rabb'lık vasıflarını ikrar ederler. Kitab'ı Kerimde bu konu ile ilgili olarak Allah(cc) bize bilgi vermektedir.

Kur'an'ın; Yunus 31-32, Mü'minun 84 ila 89, Ankebut 61 ve 63, Lokman 25, Zumer 38, Zuhruf 9 ve 87. ayetlerinde Allah(cc) insanlara peygamber vasıtısı ile hem soruyor hem de kendisi cevap veriyor. Şöyle ki: "Gökleri ve yerleri kim yarattı " diye soracak olursan tartışmasız olarak "Allah" diyecekler.

İnsanların içine düştükleri en önemli olay budur; Rabb olarak Allah (cc)'a iman ederler, fakat İlâhlık vasıflarından olan insanların hayatına hüküm koyma işine itiraz ederek bunun kendilerine ait bir hakmış gibi çaba gösterirler. Bu durum onları (Allah (cc)'ı rabb olarak kabul etmelerine rağmen) şirke düşmekten kurtarmaz. Şirk'te, Allah (cc)'ın Nisa Sûresi 48 ve 116. ayetlerinde hiç af etmeyeceği bir büyük günah olarak beyan edilmiştir.

Uluhiyet'te itirazı olan insaların, Rububiyet'te ki imanları redd edilmiş bir imandır. Günümüzde en iyi bilinmeyen konuların başında bu sakat anlayış gelmektedir. Bir çok insan Rububiyet sıfatından dolayı Allah(cc)'a samimi bir sevgiyle bağlanmasına rağmen, Uluhiyetteki yanlış inanış yönüyle "CEHALETİNDEN" dolayı küfre düşmektedir. Allah(cc); Kur'an'da " Yerde de, Gökte de hüküm Allah(cc)'ındır " emrini beyan etmesine rağmen insanların büyük bir çoğunluğu bu yönde bir teslimiyet göstermemektedir.

İslâm'ın tarihi geçmişinde hakim olan temel hakikat " Saltanat gücünün insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin, nesiller boyu tevhid akidesinin iyi bilinmemesine ve ibadi konuların ön plâna çıkarak tasavvuufi ekollerin güçlenmesine yol açmıştır. Saltanat idaresinin sorgulanmaması ve insanların sadece ibadi konulara yönelmesi teşvik edilmiştir." Babadan oğula devreden bir saltanat anlayışının İslâm'ın indiriliş gayesine ters düşmesine rağmen bu durum, Hz. Peygamber(sav)'den 30 yıl sonra ortaya çıkmıştır. Bu konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber(sav)'in şöyle dediği rivayet edilir. "Bundan sonra ümmetimde Hilafet otuz senedir. Ondan sonra zorbacı bir hükümdarlığa dönüşecektir." Hz. Ali(r.a)'nin şehid edilmesinden sonra temayül dışı elde ettiği hilafeti saltanata dönüştüren Muaviye, kendisinden sonra oğlu ve Ehl-i Beyt'in katili olan Yezidi kendisinden sonra veliaht seçmiştir.

Bu konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber(sav) şöyle buyurmaktadır. "Dininizin ilk günleri Nubûvvet ve rahmettir. Cenabı Hakk'ın dilediği kadar devam edecektir. Sonra Allah onu geri alacaktır. Sonra zulme dayanan bir hükümdarlığa dönüşecektir. Bu da Allah'ın dilediği müddet devam edecektir. Sonra Allah onu kaldıracak, bilahare istibdat devri başlayacaktır. Bu da Allah'ın dilediği kadar devam edecektir. Sonra Allah onu da kaldıracaktır. Daha sonra da Nubûvvete benzer bir hilâfet gelecektir. Peygamberin sünnetiyle amel edecek ve yeryüzünde yerleşecektir. Bütün yer ve gök sakinleri ondan memnun kalacaklardır. O zaman gökten yağmur boşanacak ve yerde her nevî bitki yetişecektir. Bereket çoğalacaktır "

Bu hadis ışığında, meseleye baktığımızda Peygamberimizin devresi Nubûvvet, Raşit halifelerin devresi rahmet, Emmevilerle başlayan saltanat  ve Osmanlının sonu ile biten üçüncü devreden sonra gelen askeri idarelerin sonunda da geleceği beklenen yeni hilafet. Osmanlıyı kendine engel gören ve ortadan kaldırılması için hiçbir çabadan kaçınmayan ve İslâm'ın öz topraklarında hakimiyeti askeri idarelerle organize eden siyonizmin bu çabasını hiç unutup gözardı etmememiz gereken bir konudur. Çünkü, saltanatla başlayan ve idare edenleri sorgulayacak bir oluşumun olmaması için çok hayati kavramların dejenere edilmesi bununla başlıyor. Müslümanların bilmesi gereken en önemli mesele olan tevhid akidesi konusunda gerekli temel bilgilerin tabana yayılmaması, saltanat sahipleri tarafından özellikle engellenmesi kendi saltanatları açısından elzemdi. O günden bu yana fıkhi konularda, helâl ve haram konusunda ve diğer teferruati konularda bir hayli bilgi ve eser olmasına rağmen " TEVHİDİN ANLAŞILMASI " konusunda çok yeterli eserin bulunmaması, Müslüman halk üzeride olumsuz etkisi, günümüz Müslümanlarına kadar yansımıştır. Bu gün İslâm dünyasına hakim olan anlayış ibadet ve muamelat konusunda özellikle de kulaktan dolma bilgilerin yoğunluğudur.

Günümüzde Müslümanların boş gözlerle baktığı tek İslâmi konu tevhid'tir. Nedenine gelince; arapçasından ezberlediği ve manası ile mahiyetini kavrayamadığı Kur'an ayetlerini araştırıp gereği üzere onunla amel etmemesidir. Namazda okuduğu Fatiha Sûresinde, Allah(cc)'tan ne istediğini ve ne söz verdiğini bilemeyecek kadar bu ruhtan uzaktır. Fatiha Sûresinde üç yoldan biri olan sırat-ı mustakim, Allah(cc)'ın yolu istenirken, gazaba uğruyan Yahudilerin ve dalalet'te olan Hıristiyanların yolları redd edilmektedir. Bunu arapçasından okurken ne dediğini araştırmayan bir anlayış, Hıristiyen-Yahudi ittifakı neticesinde oluşan ve hayatımızın her alanına hükmeden bir hayat standardını Fatiha Sûresi gereğine göre redd edemiyoruz. Eğer Fatiha Sûresinin gereğini yerine getirecek kadar araştırmamız olursa küfür ehlinin üzerimizde olan tahakkümü de erimeye başlar. Fatiha Sûresi anlayışında birleşmeyen Müslümanların bu günkü hali hep böyle devam eder.

Müslümanlar arasında Tevhidin anlaşılması için gerekli bilgi ve çabanın mutlaka yapılması gerekmektedir. Tevhid akidesinin formülü olan "LA İLÂHE İLLAllah" kelimesinin mahiyeti ve kapsamı mutlaka her Müslümanın önüne konulması gereken bir sorumluluk ve zorunluluktur.

Bir Müslüman, LA İLÂHE dediği zaman hangi ilahları redd ettiğini bilmeli;

LA İLÂHE  derken;

La Faşizm, illa Allah,

La Sosyalizm, illa Allah,

La Komünizm, illa Allah,

La Ebucehilizm, illa Allah,

La Firavnizim, illa Allah,

La Siyonizm, illa Allah

La Aklım, illa Allah,

La Nefsim, illa Allah,
           "
           "

diyerek, ilâhlık iddasında bulunan ve insan hayatını örgütlemek için ortaya çıkanlar, akılları sonucu buldukları sistemlerle, Allah (cc)'ın haklarına sahip çıkanlara, LA silahıyla karşı durmamız gerekmektedir.  Allah(cc)'ın yarattığı insanın, Allah (cc)'tan daha mükemmel bir hukuk ve nizam ortaya koymasına imkan ve ihtimal olmamakla birlikte, beşeri ideolojilere inananların büyak bir yekün teşkil etmesinin yanı sıra onları  küfre götürür. Adilî mutlak olan Allah(cc), insanların doğru yolu bulabilmeleri için onlara Peygamberler göndererek uyarmasına rağmen, insanlar çok nankör davranarak, kendilerine gelen Peygamberlerin şehid ederek, verilen bu nimetten nasiplenememişlerdir. Kendilerine gelen Peygamberleri katleden tek kavimin Yahudiler olduğunu Kitab-ı Kerimden ve tarihten biliyoruz.

Yahudilerin, Müslümanlara olan düşmanlığı Kitab-ı Kerimde ifade edilmesine rağmen, bu gün onların kurmuş olduğu ekonomik ve siyasal sistemlerinde yer alabilmek için  ve onlarla işbirliği halinde olan sözde müslümanların varlığı, bilinmesi gereken tevhid akidesinin teslimiyetçi ruhuna yeteri kadar vakıf olamamalarının tezahürüdür.

Tevhid akidesinin gereği olarak kendilerini düzeltmeyen ve siyonist kaynaklı her türlü hayat standardına kapılan ve hâlâ müslüman olduklarını sananlar için, siyonist teorisyen ZBGİNİEV BRZEZİNSKİ'nin şu sözü çok manidardır "İki türlü müslüman vardır; dünyacılar ve kökten dinciler. Biz dünyacılarla ilişki kurup kökten dincilerle savaşmalıyız."

Bu gün kendi topraklarımızda, dış güçlerin isteği doğrultusunda nesillerimizin ideolojik akımlara kapılmaları, onların organizeli olarak yürüttükleri çalışmalarının ürünüdür. Ümmeti oluşturan Kürt, Türk, Arap ve Fars milletlerini birbirine düşman unsur haline getiren güç, bu düşmalığı çok basit şeyler üzerine bina etmedi. Tam aksine, ümmet anlayışını kaldıran ve batılı fikri akımlar doğrultusunda ideolojik kamplaşmaları bunun yerine ikame eden dış güçlerin en büyük oyunuda Tevhid anlayışının bilinmemesi için yaptığı çabalardır. Müslümanların, Allah(cc)'ın yeryüzündeki hakimiyeti doğrultusunda hareket etmemeleri için kavramların yer değiştirmesine ve kafaların farklı düşüncelerle meşgul olmasına zemin hazırlanmıştır.

Siyonist örgütlü bütün ideolojik kamplaşmaların neticesinde tevhid anlayışından uzaklaştırılan gençliğimiz, birbirlerine en hassas konu olan ırkî meseleler üzerinden aralarına fitne sokulmuştur. Ümmet birliği yerine ırklara dayalı devletlerin oluşturulması neticesinde kuklacıya karşı olması gereken düşmanlık, maalesef bugün  birbirlerine yapılmaktadır.

Ahiret'te ilk sorgunun "İMAN" üzere olduğunu, ibadi konuların bundan sonra yapılacağını iyi tefekkür etmemiz gerekir. Bize lütfedilen bu hayat ve imani nizam ikinci kez sunulmayacağı gibi dönüşü olmayan ve pişmanlığında geçersiz olduğu bir durumla karşı karşıyayız.

Ne mutlu bu nimete kavuşanlara.

M. Necip YAVUZER