Mehmet Vahdettin

Başlatan müteallim, 23 Şubat 2006, 03:09:59

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

müteallim

Vahdettin hain miydi? değil miydi?

Bu konuda herkes birşey söylüyor. Gerçekleri burada anlatmaya çalışacağız. Vahdettin'in hain olup olmadığına siz karar vereceksiniz

Mehmet Vahdettin

Babası : Sultan Abdülmecid
Annesi : Gülistü Sultan
Doğduğu Tarih : 2 Şubat 1861
Padişah Olduğu Tarih : 4 Temmuz 1918
Saltanatın Ilgası : 1 Kasım 1922
Yurttan Kaçışı : 17 Kasım 1922

Sultan Mehmed Vahdeddin, otuzaltıncı padişah olarak Osmanlı tahtına çıktı ve İmparatorluk tarihinde son kılıç alayı yapıldı. İyi bir eğitim alarak yetişti, çok zeki, okuduğunu hemen kavrayıp, anlamlar çıkarır, meseleleri tahlil edebilirdi. Ağabeyi Mehmed Reşad gibi şehzadeliği döneminde, devlet yönetiminde padişah idaresini yakından görmüş, tecrübe sahibi olmuştu.

Sultan Vahdeddin, görev kendisine verildiğinde ne kadar ağır bir sorumluluk aldığını biliyordu. Atalarının yönettiğinden çok farklı bir duruma gelmiş bir devleti yönetecekti. Osmanlı ailesi, tek egemen güç olarak bu toprakları yönetmekle görevlendirilmişti. Onlar kendilerine verilen emaneti, tehdit ve tehlikelerden korumak, güvenlik stratejisine ulaşmak için gece gündüz, ay ve yıllarca mücadele etmişler, üç kıtaya yayılan bir İmparatorluk kurmuşlardı. Belki de tarihimizde 2 şehzade kardeş olarak en acı kaderi yaşamışlardı. Artık düşman uzaklarda değil, Anavatan’da, Anadolu coğrafyası içinde idi. Suriye’de Fransa, Irak’ta İngiltere komşumuz olmuştu. Bununla da yetinmemişler, Türkçülük hareketine karşı çeşitli bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızı devlet aleyhine isyana teşvik etmişler, birçok toprağını savaşmadan, elde etmeyi başarmışlardı.

Vahdeddin, sadece bir şehrin sınırları içinde kalan toprakları yöneten adı “İstanbul Hükûmeti” olan bir devletin başı olmuştu. 10 Ağustos 1920 belgesinin imzalanması ile Anadolu’nun ortasında küçük bir coğrafî alanda Türklerin yaşamasına müsaade(?) edilmişti. Son padişah olarak etrafını çeviren düşmanlar yerine, yeni bir devlet kurmaya, yeni vatan oluşturmaya, ülkeye sahip çıkmaya çalışanlara, millî mücadeleye karşı olmak da O’nun en acı kaderi olmuştu. Millî mücadeleyi başlatanlar kazançlı olmuş, vatan kurtarılmış, bağımsız yeni bir devlet kurulmuş, artık O’na da yaşayacak bir toprak parçası kalmamış, çareyi kaçmakta bulmuştu.

Sultan Vahdeddin, orta boyda, ince yapılı, açık tenli ve biraz soluk yüzlü idi ve sakalı yoktu. Kendini iyi yetiştirmişti. Arapça, Farsça okur yazar, fıkıh ilmini çok iyi bilirdi. Çok nazik ve son derece saygılı ve sabırlı idi. Çok fazla konuşmaz, kendisine anlatılanları ise hiç söz kesmeden sonuna kadar dinlerdi. Evhamlı olması, yakın çevresinin etkisinde kalması, milletini tanımaması ve güvenmemesi en büyük zaafı olmuş ve sonunu hazırlamıştı
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

müteallim

İşte, Sultan Vahideddin’in kendi kaleminden savunması
Paratoner görevi yaptım, musibetleri üzerime çektim

MEMLEKETE PARATONER OLDUM: ‘Karşınızda köklerinden koparılmış, bir girdapla sahile fırlatılıp atılmış bir kazazede var. Ben bu kargaşa içerisinde önümde daha ne kadar yol kaldığından habersizim ve bu işin neticesini de sadece Allah biliyor. ...Ne yapabiliriz ki? Kader, bu konuda düşündüğümden farklı bir yol çizdi.

Ben, dindar bir insanım. ...Vazifemi çok karmaşık bir dönemde, bir insanın yapabileceği en iyi biçimde tamamladığıma bütün yüreğimle ve kat’iyetle inanıyorum.

İnsanın zaafları da söz konusu... ‘Beşer şaşar’ ifadesinin doğru olduğunu çok iyi biliyorum ama, aşılması zaten imkánsız olan savaş zamanının engellerini ve daha sonra mütareke ile ortaya çıkan güçlükleri yenemediysem de, memleketimin iyiliği için yapmam gereken herşeyi yaptığımı iddia ediyorum.

Mütareke yıllarında ortaya çıkan bütün fácialara ve olaylara karşı gerçi kalkan olamadım ama paratoner vazifesi gördüm ve öyle zannediyorum ki, bütün musibetleri de üzerime çektim. Kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. Ama gelin görün ki, bugün yaşayan kurban benim; daha doğrusu fedakárlığın kurbanı!’

KAÇMADIM, HİCRET ETTİM: ‘Her tarafı istilá eden inkılap ve ihtiras içerisinde bunaldım. Bana teklif edilen şekildeki hiláfete ne karşı koyma, ne de başeğme imkánı görmeyerek kamuoyunda sükûn ve durumda açıklık belirinceye kadar tehlikeli bölgeden geçici olarak ayrılmaya karar verdim. Gitmekle, vekili olduğum şánı yüce peygamberin yaptığını yaptım, kaçmadım, hicret ettim.’

İHANET ETMEDİM: ‘Talih ve kader bizi vatanımızdan ayırdı ve nihayet gurbetlere attı. Allah’ın takdiri ve kısmetimiz böyleymiş. ...Gerçi málum sebepler yüzünden dinime, vatanıma ve milletime arzu ettiğim kadar hizmete vakit ve imkán bulamadım ise de, asla ihanet etmedim. Şimdi burada zelil ve sefil bir halde kalmaktansa, Anadolu’da at sırtında olmalıydık. Ecdádımın sarıkları, aynı zamanda kefenleriydi. ...Anadolu’ya gidip ordunun başına geçmem konusunu dünürüm Sadrazam Tevfik Paşa’ya açtığım zaman, büyük bir muhalefete uğradım. ‘Böyle bir avantüre giremezsiniz. Biz, Mustafa Kemal Paşa ile haberleştik. Zaferden sonra, size bağlılığını bildirecek. Onun istemediği, sadece Damad Ferid Paşa’dır. Galip gelirse zafer sizin, Allah göstermesin yenilirse de bu yenilgi onun hesabına olacaktır. Vaktiyle Enver ve Talát yenilmişlerdi ve onların hatalarını düzeltmek için galip devletlerle şimdi siz mücadele içerisindesiniz. Anadolu’ya gidip mağlup olursanız vaziyeti kim kurtarır?’ deyip Anadolu’ya gitmeme máni oldu.’

ÜÇ BÜYÜK HATA YAPTIM: ‘Ben de insanım, hata etmediğim iddiasında bulunamam ve başlıca üç hatamı itiraf ederim: Birincisi, rahmetli biraderim Sultan Reşad’dan sonra saltanat makamını kabul etmem. İkincisi, mütareke hükümetlerine, başta Ferid Paşa olmak üzere Tevfik, İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşalar gibi milletin ve devletin kalbur üstü isimlerine talihimi bağlayarak aldanmam. Üçüncüsü; devleti kuran ve halis muhlis Türk olan Osmanoğulları’nın memleketten sürgün edilip Hiláfetin ortadan kaldırılacağına asla inanmak istememem. ...Böyle bir tecrübeden sonra insanın vicdanının nasıl temizlendiğini, inancının ve tevekkülünün yeniden nasıl doğduğunu bilemezsiniz.’
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Uludag

Allah O'na rahmet eylesin.
Ya rabbi, şu acizi ümmeti Muhammede hizmet etmeğe muktedir kıl.

Tuğra

〰〰〰〰🐠

teksir

atilma dur, suhan-i ehl-i hali anlamadan
cevaba etme tasaddi suali anlamadan.
                                                 naci!

ihvan

.bilerek vahdeddin sultana.hain diyen kişi        ,,en büyük haindir...............

Mücteba

İngiltere Devlet Arşivi'nde bulunan Türkiye Raporu orijinal haliyle yayımlandı.

Yakın tarihe ışık tutacak bilgilerin yer aldığı ve 90 yıldır İngiltere Devlet Arşivi'nde bulunan Türkiye Raporu orijinal haliyle yayımlandı.


1921'de İstanbul'da bulunan İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold'un kaleme aldığı raporda Padişah Vahdettin'in Millî Mücadele'ye açıkça destek verdiği anlatılıyor.
İstanbul'daki nazırlardan birinin bu süreçte Millî Mücadele güçlerine silah ve cephane tedarikinde bulunduğu belirtiliyor. Anadolu'ya asker, savaş malzemesi vs. göndermek için İstanbul'da örgütlerin kurulduğuna da dikkat çekiliyor. Ayrıca resmî tarihi sarsıcı şu tespitlere yer veriliyor: "İstanbul hükümeti, Yunanlılarla mücadelede Ankara'dan yana tavır koymuştur..."

Türkiye hakkında ayrıntılı ve çarpıcı bilgiler içeren belgeleri yayımlayan Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Satan, söz konusu raporların kapsamlı ve soğukkanlı analizler olduğunu belirterek, objektif veriler barındırdığını ve döneme ait bilgilerimizi zenginleştirdiğini dile getiriyor. Raporda resmî tarihi sarsıcı şu ilginç tespitler yer alıyor: "İstanbul hükümeti, Yunanlılarla mücadelede doğal olarak Ankara'dan yana tavır koymuştur... Sadrazam ve Hariciye nazırı, Ankara hükümeti ile doğrudan ilişkilerinin olmadığını söylese de buna inanmak güçtür... İstanbul hükümeti nazırları Ankara'dan bağımsız görünmekle beraber Ankara'nın görüşlerini göz önünde tutuyorlardı." Öte yandan, İngiliz diplomatlar yazdıkları raporda, İtilaf Devletleri'nin Türk-Yunan savaşında tarafsız olduklarını ilan etmelerinden sadece birkaç gün sonra bu karara uymama konusunda anlaştıklarını itiraf ediyor.

Ali Satan, An-kara'nın Milli Mücadele zamanında Müslüman ülkelerden yardım istemesinin İtilaf Devletleri'ni kaygılandırdığının raporlardan anlaşıldığını ve bu durumun raporlara, 'Ankara'nın dış ilişkilerinde panislamist bir etki görülmektedir' diye geçtiğini ifade ediyor. Kitabın, dönem ile ilgilenen herkes için kaynak bir eser olduğuna dikkat çeken Satan, "Raporlarda, azınlıkların durumu, ekonomik ve adlî reformlar, sıhhî hizmetler, gümrükler gibi pek çok konuda bilgiler sunulmakta. Yalnızca siyasî tarih için değil, sosyal tarih ve şehir tarihi araştırmaları için de değerli bir kaynak." diyor.

Dokümanların ortaya koyduğu gerçekler

"Sadrazam ve Harbiye nazırının inkâr etmesini rağmen İstanbul hükümeti, Anadolu direnişini destekliyor, silah ve cephane gönderiyor."

"Ankara'nın dış ilişkilerinde panislamist etki görülmektedir."

"İngiltere Türklerin mukavemetini, direncini görmek istiyor."

"Türkler, Yunanlıların arkasında İngiltere'nin olduğunu bilerek hareket ediyor."




Zaman