Çan + Akkale = Çanakkale

Başlatan adıgüzel, 02 Ocak 2009, 21:18:32

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

adıgüzel

Çan + Akkale = Çanakkale


İslâm’ın evlatları, Çanakkale’de âdeta kilisenin çanına ot tıkadılar ve bu toplama kuvveti, arkalarına bakarak geri gönderdiler. Çanakkale harbi işte bu mânâda “Çan” ile “Akkale”nin çarpışmasının adıdır.

Birleşik bir isim olan Çanakkale, “Çanak” ve “Kale” kelimelerinden meydana gelen bir isim. Yoksa, yazımızın başlığındaki gibi “Çan” ve “Akkale” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş değil. Fakat, Çanakkale Harbi’ni bu iki isimle, “Çan” ve “Akkale” kelimeleriyle düşünmek çok uygun düşüyor.
Şöyle ki:
Çanakkale Harbi’nin yapıldığı saha, kanımızın son damlasına kadar vatanı müdafaa ettiğimiz kalemizdi. Adeta bütün hıristiyan âlemi bir olup vatanımıza bu kaleden yüklendi. Fakat, askerlerimiz kaleyi öyle müdafaa ettiler ki, onlara geçit vermediler. Kalenin yüzü ak oldu; “Akkale” oldu, “Akkale” olarak kaldı.
Hıristiyan âleminin çanı, bu sarsılmaz iman karşısında, bütün maddî üstünlüğüne rağmen âciz düştü…
İslâm’ın evlatları, Çanakkale’de adeta kilisenin çanına ot tıkadılar ve bu toplama kuvveti, arkalarına bakarak geri gönderdiler. Çanakkale harbi işte bu mânâda “Çan” ile “Akkale”nin çarpışmasının adıdır…
Çanakkale harbi, çan-minare alemi, hilâl-haç, İslâm-hıristiyan mücadelesi oldu…
Peki biz Çanakkale’de o toplama büyük kuvvete karşı nasıl direndik, nasıl yenilmedik?
Çanakkale rûhu, bir mânâda aşağıda okuyacağınız mektupta zaten tarif ediliyor. Bu günlere kıyaslayarak ibretle okunacak mektup, anneye son derece hürmeti tarif ediyor. Mektup ezandan bahsediyor, nebâtâtın da ezana iştirak ettiğinden bahsediyor. Çanakkale kahramanlarının ezanı nasıl anladıklarını bu ibretlik mektuptan öğreniyoruz. Mektup namazdan bahsediyor. Hususiyle cemaatle kılınan namazdan bahsediyor.
Mektupta duâ var, yaradana ilticâ var… Evet… Bir ordu, bir asker, düşmanla karşılaşmaktan korkmaz da, bu karşılaşmayı düğün bayram gibi görürse, düşmanları o askerden korkabildiği kadar korksun…
Aşağıdaki mektup işte bu gerçeği haykırıyorsa da, çan erbâbı bu anlayıştan uzaktı. Uzak olduğu ve karşılaşacağı askeri tanımadığı içindir ki Çanakkale’ye gelmişti. Oradan geçip, önüne geleni tepeleyeceğini sanıyordu. Bilmiyordu ki, önünde bu mektup sahibi ve arkadaşları gibi askerler bulunduğu müddetçe ilerleyemeyecek, Çanakkale’yi geçemeyecekti. Bilmiyordu ki, iman çiğnenemez, Çanakkale geçilmezdi…
Aşağıdaki mektubun sahibi Hasan Edhem, bir ihtiyat zâbit (yedek subay) adayıdır. Hem Bayezid Numûne Mektebi’nde öğretmenlik yapıyor, hem de İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfta okuyordu. Gönüllü olarak Çanakkale Savaşı’na katılmış, cephedeyken annesine bu mektubu yazmış, mektubu yazdıktan iki gün sonra da şehid düşmüştür. Tekrar tekrar okunmaya değer mektup şöyle: Vâlideciğim!..
Dört asker doğurmakla müftehir (övünen) şanlı Türk anası! Nasihat-azîm (nasihat dolu) mektubunu, Divrin ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin armut ağacının sâyesinde (gölgesinde) otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş rûhumu bir kat daha takviye etti.
Okudum, okudukça büyük ders aldım.
Tekrar okudum…
Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim.
Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukâvemet edemeyerek eğilmesi, bana annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim, güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir sedâ ile beni tebşir ediyorlardı (müjdeliyorlardı.)
Nazarlarımı (bakışlarımı) sola çevirdim. Çağıl çağıl akan dere, bana vâlidemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor köpürüyordu…
Başımı kaldırdım, istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül tatlı sedâsıyla beni tebşir ediyor (müjdeliyor) ve hissiyatıma iştirak ettiğini gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar ânında hizmet eri,
- Efendim, çayınız. Buyurunuz, içiniz, dedi.
- Pekâlâ, dedim. Aldım, baktım, sütlü çay…
- Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
- Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
- Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
- İşte onun çobanından 10 paraya aldım. Vâlideciğim! On paraya yüz dirhem süt.. Hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış. Aldım ve içtim. Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben vâlidemin sâyesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de vâlidem içmesin, olur mu! Şevket neden içmiyor, dedim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: “Vâliden kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin âheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi…
Şevket merak etmesin, o görür. Belki de daha güzellerini görür.
Fakat vâlideci-ğim, sen yine müteessir olma. Ben seni evet seni mutlaka buralara getireceğim ve şu tabiî manzarayı göstereceğim. Şevket Hilmi’de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler, gayet güzel sesli biri ezan okuyordu. ,
Ey Allahım! Bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi! Bülbül bile sustu... Ekinler bile hareketten kesildi… Dere bile sesini çıkarmıyordu…
Herkes, her şey, bütün mevcûdat onu, o mukaddes sesi dinliyordu…
Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namaz kıldık…
O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve şöyle dedim:
“Ey Türklerin ulu rabbi!
Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların , şu heybetli dağların Hâlikı! Sen bütün bunları Türklere verdin, yine Türklere bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni yüce tanıyan Türklere mahsustur.
Ey benim rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, ism-i celâlini İngilizlere, Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek böyle güzel ve sakin bir yerde sana duâ eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle” diyerek duâ ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Vâlideciğim! Oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir. Dünyanın en güzel yerleri buralarmış. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşAllah düşman asker çıkarır da bizi de götürürler, bir düğün yaparız olmaz mı? Kadir’e mektup yazdım. Vâlideciğim! Evdeki senet vesâireyi kimselere vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmıştım; bu dünya böyledir. Fakat sen merak etme, o parayı vermese adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Vâlideciğim, çamaşır falan istemem. Paralarım duruyor. Allah razı olsun…
Oğlun Hasan Ethem 4 Nisan 1331 (17 Nisan 1915)

Çanakkale’de kuvvetler birbirine çok yakındı. Askerlerimiz cemaatle namaz kılıyor, alay imamı da namazdan sonra Kur’an okuyordu. Kur’an okunurken Anzak tarafından ateş kesiliyor ve tam bir sessizlik hâkim oluyordu. Çünkü, Kur’an-ı bilmedikleri halde onun mânevî havası onlara da tesir ediyor, ateşi kesip Kur’anı dinliyorlardı.
Bir gün karşılıklı el bombaları atılması sırasında alay imamı şehit oluyor. O yüzden insanı mest eden o sesi birkaç gün duyamayan Anzaklar, bizim tarafa üzerine kâğıt sarılı bir taş atıyorlar. Taşın üzerindeki kâğıtta şu yazılıdır:
“Her gece aynı saatte o çok güzel duygulu şarkı söyleyen ses neden sustu?” Anzaklar Kur’an-ı bilmedikleri için, duydukları sesi şarkı zannediyorlarmış. Türk tarafından aynı usulle yani taşa sardıkları kâğıda yazı yazıp karşı tarafa atarak cevap veriliyor:
“Kalleş düşmanlarımız! Dün gece o sesi siz susturdunuz.” Bu cevaptan sonra, Anzak tarafından bir hafta boyunca Türk tarafına bir çakıl taşı bile atılmıyor.
Bir Anzakları düşünelim, bir de bu memlekette Kur’an’a yapılan hücumları… İbretlik değil mi?


Ali EREN
Arifan Dergisi
Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder hepsini hayra götürür.

Fatihan

#1
Alıntı yapılan: adıgüzel - 02 Ocak 2009, 21:18:32

Çanakkale’de kuvvetler birbirine çok yakındı. Askerlerimiz cemaatle namaz kılıyor, alay imamı da namazdan sonra Kur’an okuyordu. Kur’an okunurken Anzak tarafından ateş kesiliyor ve tam bir sessizlik hâkim oluyordu. Çünkü, Kur’an-ı bilmedikleri halde onun mânevî havası onlara da tesir ediyor, ateşi kesip Kur’anı dinliyorlardı.
Bir gün karşılıklı el bombaları atılması sırasında alay imamı şehit oluyor. O yüzden insanı mest eden o sesi birkaç gün duyamayan Anzaklar, bizim tarafa üzerine kâğıt sarılı bir taş atıyorlar. Taşın üzerindeki kâğıtta şu yazılıdır:
“Her gece aynı saatte o çok güzel duygulu şarkı söyleyen ses neden sustu?” Anzaklar Kur’an-ı bilmedikleri için, duydukları sesi şarkı zannediyorlarmış. Türk tarafından aynı usulle yani taşa sardıkları kâğıda yazı yazıp karşı tarafa atarak cevap veriliyor:
“Kalleş düşmanlarımız! Dün gece o sesi siz susturdunuz.” Bu cevaptan sonra, Anzak tarafından bir hafta boyunca Türk tarafına bir çakıl taşı bile atılmıyor.
Bir Anzakları düşünelim, bir de bu memlekette Kur’an’a yapılan hücumları… İbretlik değil mi?


Çok etkileyici.Allah, onlara gerçek manada hayırlı bir nesil olmayı nasip etsin bizlere.Nasıl ödenir ki hakları?

Günbatımı

Bu tür yazıları okudukça, bu topraklarda neler uğruna yaşadığımızı düşündükçe... Acaba o günlerin şehitlerinden biriyle konuşabilsek, bu günlerimiz için neler söylerdi bizlere?..

Bu dünyada olmasa da öbür dünyada bunun cevabını fazlasıyla alacağız, soracaklar bizlere "Ben canımı, kanımı, gençliğimi, her şeyimi bunun için mi feda ettim?" diye ve bizler ne cevap vereceğiz o zaman?...  :usgunn:
Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana 

telecafe


Can+akkalede de Balkanlarda da asil dir bu millet
Namusuna ve Dinine düskün nesil dir bu ´millet
Her ne kadar öz yurdunda ezilse büzülse de,
Vatani icin her seyini feda eden nesil dir bu millet.



Himmet

Alıntı YapBirleşik bir isim olan Çanakkale, “Çanak” ve “Kale” kelimelerinden meydana gelen bir isim.

Ali EREN hocamız çok güzel benzetme yapmış ama kendisininde açıkladığı gibi aslı Çan- Akkale değil Çanak-Kale'dir.Toprağı çanak-çömlek yapımına uygun olduğu ve bu üretim yapıldığı için ilk kelimesi buradan geliyor.Kale ismini ise hemen iskelenin yan tarafında bulunan meşhur Çimenlik Kale'sinden alıyor.Hatta yöre de kesinlikle Çanakkale denilmez.Daima "Kale" denilir.Kale'ye gittim, Kale'den geldim, Kaleden şunu aldım vs. gibi..   :)
Zâtının, Sıfâtının, Esmâının, Efâlinin Hudutsuzluğunca Şükürler Olsun Yâ RABBİİM..

adıgüzel

#5
Güncellenmesi gerek diyorum, tekrar okuyalım.
Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder hepsini hayra götürür.