Başlangıçta sadece O vardı. Şimdi de yalnızca O var...

Başlatan kayıp_ıehir, 19 Kasım 2006, 09:14:29

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

kayıp_ıehir

" Başlangıçta sadece O vardı. Şimdi de yalnızca O var..."


"Ey Rabbim, bana bahşedeceğin her hayra öylesine muhtacım ki!"

Kur'an 28/24




Nefes nefese otobüs durağına vardığımda, bineceğim otobüsün az önce kalkmış olduğunu farkediyorum. Bu o kadar sık oluyor ki artık hayıflanmıyorum bunun için. Bir otobüsü kaçırmak hiçbir şey ifade etmiyor nasıl olsa. O kadar çok şey kaçırdım ki hayatımda. Daha geçen bahar kaçıp gitti gözlerimin önünde. Bir kez olsun çimenlere boylu boyunca uzanıp gökyüzünü seyredemeden geçip gitti bahar. Hayatın en şenlikli zamanı, doğanın yeniden dirilmesini tamamlayıp neşeli yüzlerle şükür duasını ettiği zaman uçup gitti. Ben arkasından el sallamaya bile zaman bulamadım. Kafamı gökyüzüne kaldırdığımda bulutlar gökyüzünü karanlık yüzlü bir gardiyan gibi kaplamıştı. Güneşle bir fırsatını bulup aradan dahi olsa göz göze gelemedik.

Bir savaşta kaybettiklerimize henüz doyasıya ağlamadan, yeni bir savaş, kapımızı sabırsız ve öfkeli bir alacaklı gibi yumruklayıp duruyor. Artık alacakları neyimiz kaldı ki diye düşünüyorum. Korkuyla bir kenara büzüşmüş çocuklar hıçkırıklarını içine gömüyorlar ses çıkarmamak için. Bir çocuk gözyaşlarını içine akıtabilir mi? Çocukları çocuk yapan uluorta ağlayabilmeleri, diledikleri zaman, sebepsiz yere ya da küçücük bir sebep yüzünden zırıl zırıl ağlayabilmeleri değil midir? Bu çocuklar gözyaşlarını bile gizlemeleri gerektiğini düşünecek kadar korku dolular.

Durakta beklemeye devam ediyorum.

"Gitmem gerek" diyordu son karşılaştığımızda. Yüzüne bakıp duruyordum. Allah'ım bir insan bu kadar kısa bir zamanda nasıl değişebilir! Daha kısa bir zaman öncesinde bir panayır gibi şenlikli olan yüzü artık terk edilmiş bir kasabanın soğukluğunu taşıyordu. Sınanmış, korkutulmuş, terkedilmiş, aşağılanmış, talan edilmiş bir yüzü vardı artık. Kentin, insanın ruhunu aşındıran, hislerini körelten hastalıklı havasını solumuş ve ayakta kalmaya çalışmıştı. Çantasında gezdirdiği küçük Mushaf'ı zaman zaman çıkarıp aceleyle ama saygıyla sayfalarını çevirip bir şeyler aradığı zamanları hatırlıyorum. Bunu sıklıkla yapardı. Aklına düşen bir şey olduğunda nerede olursa olsun eline alıp okumaya başlardı. Mushaf yanıbaşında olmasa nefes alamayacak sanırdım. Sayfalarını çevirmezse kalbi atmayacak sanırdım. Hayat kaynağını, ruhunu çantasında gezdiriyor gibiydi. Sonra didişmeler, kovulmalar, direnmeler, umutlar, hayal kırıklıkları, yalnızlıklar, kaybedişler, teslim oluşlar, ağlayışlar, pişmanlıklar, yıpranmış sinirler... Mushaf'a utangaç bakışlar.

" Gitmem gerek buradan. Artık daha fazla kalamam. Beni anladığını söyle."

" Sadece bu mu?"

" Evet sadece bu. Anladığını söyle yeter."

" Seni anlıyorum."

Bu yeter çoğu zaman. İnsanın anlaşıldığını hissetmesi...

Birbirini zerre kadar umursamayan bunca insanın yaşadığı kentte bu kadarını bilmek bile güzel. Birilerinin seni anlaması, yaptıklarına anlam vermesi. Yargılamadan, hamaset üretmeden, kitabi cümlelerin soğukluğuna düşmeden, ağız kenarıyla bildik cümleleri tekrarlamadan seni anladığını söylemesi ve bunu hissettirmesi ne büyük bir mutluluk. Kent insanı böylesine bir acziyet taşıyor. Yardıma muhtaç.

Bir grup arkadaş bir yerde kalıyoruz ve yemek öğünlerinin çoğu ekmeğe salça sürüp yemekle geçiriliyor. Ama kurtarılacak bir dünyanın önemli unsurlarıyız ve buna katlanmak zor değil. Bir sabah uyandığımda, o güne kadar ertelediğim bir düşünce beynimi işgal ediyor. Kimsecikler yok etrafta. Koyu bir yalnızlık besliyoruz, bakımsız ve berbat durumdaki eşyalar olan bu evde. Dışarıda başka bir dünya var ve odamıza doluşturduğumuz kelimeler artık soluk alıp verecek durumda değiller. Dışarıya çıktığımızda bizim de soluğumuz kesiliyor. Yabancısı olduğumuz sokaklarda önce ürkek adımlarla yürüyoruz. Bir süre sonra bir çoğumuz, o uzlaşılardan pay kapma telaşıyla kalbine ihanet ediyoruz. Bir kanser hücresinin ideolojisi olan "sürekli büyümek" fikri toplumun yegane amacı ve duası haline geliyor. Büyümek için başkalarını yok ediyoruz, doğayı yok ediyoruz, ayetleri gizliyoruz, kendimizi yok ediyoruz.

Fatih Camii'nin avlusunda yürüyorum.

Bir grup yaşlı adam, bazıları önünde tuttuğu bastona yaslanmış oturuyorlar. Sanki ölüm sırası kendilerine gelmiş ve durmaları gereken yerde bekliyorlar. Gözlerinde bir hayattan arta kalan buğu var. Bu bakışların arkasında neler olduğunu görmek mümkün değil. Sıralarını bekliyorlar. Bazıları artık gelmiyor, eksiliyorlar. Sonra başkaları tamamlıyor boşluğu. Bazen de aceleci gençlerin bedenleri önlerine geliyor ve içtenlikli gözyaşlarıyla saf tutuyorlar.

Durakta beklemeye devam ediyorum.

" İnsan bir kez Allah derse, cennete girer" demişti bir ağabey. İnsanlara kendi ideolojisini dayatan bir kentte yaşayıp da, bir kez olsun Allah diyebilmenin zorluğunu ilk hissettiğim anda ne demek istediğini anladım. Hayat karmaşıklaştıkça zihinsel kirlilik artıyor. Ne dediğini bilmeyen, ne hissettiğini bilmeyen ve kendi varoluşunu konumlandırma becerisini yitirmiş insanlar çoğalıyor.

Bu otobüsün geleceği yok galiba.

...



" Başlangıçta sadece O vardı. Şimdi de yalnızca O var..."




Tarık Tufan

duha

söz Hayâtî'dir; İnanç taşıyoruz.....

[/center]


insirah

biizimle paylaştığın için teşekkür ederim :)
Hayat başladığı noktaya, bittiğinde geri döner! Hayatta her şey noktayla başlar, noktayla biter... Sümeyra Denizli