Sadakat islami Forum

EĞİTİM, AİLE, KÜLTÜR-SANAT, SAĞLIK => SAĞLIKLI YAŞAM => YİYECEK VE İÇECEKLER => Konuyu başlatan: Tuğra - 17 Mayıs 2009, 01:38:28

Başlık: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: Tuğra - 17 Mayıs 2009, 01:38:28

Uzmanlar uyarıyor, "Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz, hastalıklar kapımızda..."

Mısır, soya, kanola ve pamuk gibi genetiği değiştirilen gıdalar, birçok hastalığa davetiye çıkarıyor. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Klinik Şefi Doç. Dr. Mesut Başak, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) olarak tanımlanan bu ürünlerin başta bağışıklık sistemi olmak üzere insan vücudunda alerjilere sebep olduğunu, romatizmal hastalıklar ile kansere yol açabildiğini ifade etti

(http://www.timeturk.com/images/news/34552.jpg)

Günümüz dünyasında genetiği değiştirilmiş yaklaşık 1600 gıda maddesi var. Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerden uzak durmanın mümkün olmadığını belirtirken, mısır ve soyaya dikkat çekti.

Çünkü bu ürünlerin katkı maddesi olarak kullanıldığını ve bu sebeple birçok ürünün içinde yer aldığını ifade etti. "Özellikle mısır nişastası, bebek mamaları ve tatlılarda yoğun olarak bulunuyor." diyen Başak, araştırmaların gıdaların ömrünün uzatılması sürecinde oynanan genlerin zehirli proteinler ürettiğini ve bu proteinleri yiyen böcek ve kuşların da öldüğünü gösterdiğini belirtti.

GDO'LU MISIR VE SOYA İTHAL EDİYORUZ

Türkiye'ye genetiği değiştirilmiş gıdalar içinde soya ve mısır ithal olarak çok fazla giriyor. Bu ürünlerin çoğu da hemen her yıl GDO'lu tohum üretiminde birinci olan ABD ve 2. olan Arjantin'den ithal ediliyor.

Genleriyle oynanmış tohumların Türkiye'ye girmesinin yasaklandığını ancak hayvan yemi olarak ülkemize ithal edildiğini anlatan Mesut Başak, ODTÜ'de yapılan araştırmada çarpıcı sonuçların çıktığını ifade etti.

Araştırmada Türkiye'nin 9 şehrinde üretilen 28 domates numunesinden 22'sinde "kanamisin" adlı antibiyotiğe dirençli bir bakteri geni saptanmıştı. Aynı araştırmada mısır numunelerinde hem antibiyotiğe karşı direnç geni, hem de mısıra ait olmayan birtakım DNA'lar bulundu. Buna ek olarak 2005 yılında Arjantin'den Türkiye'ye soya getiren bir gemi Greenpeace tarafından Brezilya açıklarında durdurulmuş ve soyaların GDO'lu olduğu ortaya çıkmıştı.

BÖCEK VE KUŞLAR ÖLÜYOR

Ürünlerde belli bir seviyede genetiğin değiştirilme oranının bulunduğunu aktaran Doç. Dr. Mesut Başak, "Oranında değiştirildiği takdirde belki bir rahatsızlığa yol açmaz. Oranın üzerinde kullanılırsa hayatı tehdit eden bir noktaya gelir." uyarısında bulundu.

Her canlının kendine özgü bir gen dizilimi olduğunu söyleyen Başak, "Canlı yaşamına ait tüm bilgiler bu genlerde gizlenir. Gıdaların genetiğinin değiştirilmesinde de gıdalara yabancı bir gen yerleştirilir. Burada amaç ekonomik yönden getiri sağlamak için gıdaların dayanıklılığını ve ömrünü uzatmaktır. Bu gıdaların ömrünün uzatılması sürecinde bu genler zehirli proteinler üretmektedir. Araştırmalar bu proteinleri yiyen böcek ve kuşların öldüğünü göstermektedir." diye konuştu.

DOÇ. DR. M. EMİN ERKAN

Denetim eksikliği var

Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. M. Emin Erkan, genetiği değiştirilmiş ürünlerin denetiminin eksik olduğunu vurguluyor.

Tüketicinin genetiği değiştirilmiş mısır ve soyadan üretilen ürünleri (yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, mamalar, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar) ya da mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdaları tüketebildiğini ifade ediyor.


PROF. DR. CANDAN TAMERLER

Belli seviyede olursa bir zararı yok

İstanbul Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Candan Tamerler, GDO'ların tespiti için devletin aldığı önlemlerin arttığını söylüyor. GDO'lara önyargıyla yaklaşılmasından ziyade değişikliğin hangi oranlarda yapıldığına dikkat edilmesinin önemine değinen Tamerler, belli bir seviyede genetiğin değiştirilmesinin zararlı olmadığını anlatıyor. Özellikle son dönemde gümrüklerde kontrollerin başladığını da ifade ediyor.

DOÇ. DR. RIDVAN KETE

Alzheimer ve deli dana hastalığının sebebi

Dokuz Eylül Üniversitesi Biyoloji bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Rıdvan Kete, özellikle soya, mısır, patates gibi ürünlerin zararlılara karşı, öldürücü genler nakledilerek korunduğunu belirtiyor. Ve ekliyor: "Üründeki değişiklik geni genellikle antibiyotiğe dayanıklılık genine bağlanarak taşınmaktadır. Buna bağlı olarak alzheimer ve deli dana hastalığı artışının bu tip değişikliğe bağlı olduğu belirtilmektedir."

Genetiği değiştirilmiş mısır ciddi bir endüstri ürünü

GDO'lu ürünlerin her şeyden önce toprağın dengesini bozduğunu söyleyen Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerin 100-200 yılda toprağın kendine gelememesine neden olduğunu kaydetti. Mısır ve türevlerinin çok ciddi bir endüstri oluşturduğunu aktaran Başak, "Mısırdan nişasta yapıyorsunuz, nişasta baklavadan sütlü tatlılara, bebek mamalarına kadar her yerde kullanılıyor. Gündelik yaşantımıza süt olarak da girebiliyor.

Köylüler 'mısır silacı' denen bir yem yapıyorlar hayvanlar için. Yemi yiyen inek, koyun aracılığı ile GDO süt olarak bize dönüyor." diyerek, tehlikenin uzak olmadığı sinyallerini verdi. Başak, bu noktada tüketicilere düşeni ise mevsiminde olmayan gıdaları tüketmemek olarak açıkladı. Ayrıca dondurulmuş gıdaların kullanılmaması, organik ürünlere yönelmek ve alınan ürünün sorgulanması da diğer yöntemler arasında. Buna ek olarak da "bu ürünlerin ülkeye girişleri engellenmeli" uyarısında da bulundu.

Zaman
Başlık: THD, GDO'lara karşı dava açıyor!
Gönderen: Tuğra - 29 Ekim 2009, 19:07:40

Tüketici Hakları Derneği, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) izin veren yönetmeliğin iptali için dava açıyor.

Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar, yaptığı açıklamada, Tarım ve Köy işleri Bakanlığı tarafından dün çıkarılan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair” yönetmeliğinin kendi içinde baştan sona kadar çelişkilerle dolu ve her maddesinin cevaplanamayacak sorulara açık olduğunu belirtti.
 
Yönetmeliğin tüm maddelerinde GDO'ların risk taşıdığı konusunda bir tedirginlik ve korku ifadesi yer aldığına dikkat çeken Çakar, “GDO'ların zararını kabul etmekte olan bu yönetmelik bir baskı sonucunda hazırlandığı izlenimini vermektedir.

Örneğin Madde 4-i'de yer alan izleme ile ilgili tanımda; ‘GDO ve ürününün biyolojik çeşitlilik, bitki, hayvan ve insan sağlığı üzerindeki etkilerini belirlemek’ gibi bir ifadenin yönetmelikte yer alması GDO'lu ürünlerin kullanımında oluşturacağı sorunların varlığını kabul ettiklerini ortaya koymaktadır.

Söz konusu maddede etkileri belirlemek üzere; program dahilinde yürütülen gözlem, analiz ve kontrollerden söz etmektedir. Bunun anlamı insan ve hayvanların kobay gibi kullanılarak sonuçların elde edilmesidir” dedi.

GDO'lu ürünlerin çevreye, insan ve hayvana vereceği zararın önlenmesi ve geri dönüşümünün mümkün olmadığını, yönetmelikte çeşitli maddelerde yer alan acil önlem planlarının ise hiçbirinin zararları yok edemeyeceğini savunan Çakar şunları kaydetti:

“Yönetmeliğin beşinci maddesinde ‘GDO'lu ürünlerin bebek mamaları, bebek formulleri, devam mamaları, devam formulleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır. İnsan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genlerini içeren GDO ve ürünlerinin ithalatı ve piyasaya sunulması yasaktır’ denilerek,

GDO'ların riskini peşinen kabullenen bir düşünce bu ürünleri hamilelerin ve diğer bir çok hassas kişinin yemesine izin vermektedir. Böylesi bir çelişkiyi yansıtan bu yönetmeliği hazırlayan uzmanlar nasıl oluyor da GDO'lu ürünlerin ithaline izin verebiliyorlar.

Bu yönetmelik ile gıdalarımız ve hayvan yemlerinde kullanılmak üzere, kısaca GDO denilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların ve ürünlerin ithalatı, işlenmesi ve tüketimi yasal ve serbest hale getirilmiştir. Çok uluslu tarım tekelleri tarafından içlerine farklı bitki ve hayvan türleriyle zehirli virus ve bakteri genleri eklenerek genetik yapısı değiştirilmiş mısır, soya, pirinç, kanola gibi ürünler artık bundan sonra serbestce ülkemize ithal edilecektir.

Genetik yapısı değiştirilmiş organizma ve ürünlerin ithalatının ve tüketiminin serbest olması, tüketiciler ve halk olarak sağlıklı gıda hakkımızı ve gıda egemenliğimizi ortadan kaldıracaktır. Bu izin ve serbesti ülkemiz tarımına ve çiftcisine telafisi imkansız zararlar verecek ve yıkım getirecektir.”

-“GIDAYLA OYNAMAK İNSANLIK SUÇUDUR”-

Çakar, hükümete seslenerek, tüketiciler ve çiftçiler için yıkım ve ölüm getirecek olan yönetmeliğin hemen geri çekilmesini istedi. “Gıdayla oynamak bir insanlık suçudur” diyen Çakar, “Bu suçun altından kalkamazsınız. Bu nedenle, GDO'lu organizma ve ürünlerin ithalatı, üretimi ve tüketimini yasaklayan bir yasal düzenleme yapılmasını istiyoruz. Tüketici Hakları Derneği olarak, bu yönetmeliğin iptal edilmesi için dava açacağımızı ve GDO'lu ürünlerin yasaklanması konusunda sonuna kadar mücadele edeceğimizi kamuoyuna duyururuz” dedi.

iyilik güzellik
Başlık: Bu yiyeceklere dikkat !
Gönderen: Tuğra - 03 Kasım 2009, 00:17:24

Tazmanya'nın bile yasakladığı "genetiği değiştirilmiş gıdalara" Türkiye'de vize çıktı..

(http://www.haber3.com/images/news/bu-yiyeceklere-dikkat-69238.jpg)

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Gökhan Günaydın, oda binasında düzenlediği basın toplantısında, biyogüvenlik yasası çıkarılmadan GDO yönetmeliği çıkarılmasını eleştirdi.

Bakanlar Kurulu'na sunulan Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Taslağı'nın yeni yasama döneminde Meclis'e geleceğinin Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek tarafından daha önce açıkladığını anlatan Günaydın, "Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı geri çekildi. Yasa Meclis'e gelseydi, konu kamuoyu önünde tartışılacaktı ve halkın tepkisini çekecekti" dedi.

"10 GÜNDE 300 BİN İMZA TOPLADIK"

Halkın yüzde 90'nın bu ürünlerin ülkeye girişine karşı olduğu, demokratik bir ülkede yasa ve düzenlemelerin halkın istekleri dikkate alınarak çıkarılması gerektiğini ifade eden Günaydın, GDO?lar konusunda 10 yıla ulaşan bir zaman dilimi boyunca kamuoyunu aydınlatma çabası içinde olduklarını anlattı. Günaydın, ZMO olarak 10 gün gibi kısa sürede GDO'lu ürünlerin yasaklanmasına ilişkin olarak 300 bin imza topladıklarına işaret etti.

Yönetmelikle GDO'ların ülkeye girişine meşruluk kazandırıldığını vurgulayan Günaydın, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın söz konusu düzenlemeyle sanki bu ürünlerin ticareti yasaklanmış gibi bir algı oluşturup kamuoyunu yanılttığını iddia etti.

"TÜRKİYE'NİN BU ÜRÜNLERE İHTİYACI YOK, HALK SAĞLIĞIYLA OYNANIYOR"

Günaydın, "GDO'ların ticaretinin birkaç küçük istisnayla serbest bırakılması, bu alandaki kararların devlet memuru ağırlıklı bir Komite'ye bırakılması, yine Bakanlık tarafından seçilecek uzmanlar listesinden görüş alınması gibi hükümler, halk sağlığı alanındaki tehlikenin açık görünümleridir.

Siyasilerin ve şirketlerin baskısına direnebilecek bağımsız bilim otoriteleri yerine güdümlü organizasyonlar yeğleyen Yönetmelik, bundan da öte, bir Bakan talimatı ile her an değiştirilebilecek konumdadır" dedi.

Gen bankası niteliğindeki ülkemizin biyolojik çeşitliliği, tarım potansiyeli, halkın satın alma gücü ve tüketim alışkanlıkları değerlendirildiğinde, GDO'lu ürünlere Türkiye'nin ihtiyacının olmadığını ifade eden Günaydın, bu ürünlerin kullanımının halk sağlığı yanında halkımızın dinsel, kültürel inanç ve alışkanlıklarına da aykırı olduğunu savundu.

BEBEĞE ZARARLI DA ANNESİNE DEĞİL Mİ?

GDO'ya Hayır Platformu, "Bu ürünlerin yalnızca bebeklere yasak olması yeterli değil, toplum sağlığı tehlikeye atılıyor" diyor.

GDO'ya Hayır Platformu üyesi kuruluşlar yaptıkları yazılı açıklamada yönetmeliğin, GDO'nun olumsuzluklarını gideremeyeceğini söyledi ve "Türkiye'nin hiçbir GDO'ya ve ürününe gereksinimi yoktur. Bu ürünler açlığa çare değil" dedi.

Yönetmeliğe göre GDO'lu ürünlerin bebek mamalarında kullanılması yasak. Platform "GDO'lar bebeklere zararlıysa, neden bebeği emziren ya da karnında taşıyan anne için yasak değil?", diye soruyor. GDO'ların insan sağlığına etkileri konusunda yeterli araştırma yapılmadığı, hayvanlar üzerindeki olumsuz etkileri, ve biyoçeşitliliği yok edici yönü vurgulanıyor.

Getirilen düzenlemeyle "GDO'suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO'suz olduğuna dair ifadelerin bulunmayacağının" belirtilmesi de platforma göre taraflı ve yönetmeliğin kapsamı dışında olan bir uygulama. Platform, bunun biyoteknoloji şirketlerinin çıkarlarının kollandığı anlamına geldiğini belirtiyor. Platform, GDO'lu yemlerle beslenen hayvanların ve ürünlerinin de GDO'lu sayılması ve dolayısıyla etiketlenmesi gerektiğini savunuyor.

GDO NEDİR?

Genetiği değiştirilmiş gıdalara "hayır" diyenler, bunun nedenlerini şöyle anlatıyor:

Önce tanımını ortaya koyalım. Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara "Genetiği değiştirilmiş organizma" (GDO) deniyor.

Ticari kaygılar yüzünden tarım ürünlerinde ilk olarak domates genleriyle oynandı. Bioteknoloji şirketleri tarım ilacı azalacak, üretim maliyeti düşecek yüksek verim küçük çiftçiyi zengin edecek söylemleriyle, genleriyle oynadıkları tohumları 1990'lı yılların ortasında ülkelere soktular.

1996'da 6 ülkede 1.7 milyon hektarlık bir alanda başlayan GDO'lu ekim, günümüzde 25 ülkede 125 milyon hektarlık alanda yapılıyor. En son Mısır bu ülkelere katılırken, Tazmanya GDO'lu üretim projesini erteledi, Yunanistan ise GDO'lu mısır ithalatı yasağını 2 yıl uzattı.

GDO'LAR NEDEN ZARARLI?

1. İnsan sağlığı
Alerjik reaksiyona neden oluyor. Antibiyotik direncini zayıflatıyor. Toksik etki yaratıyor.

2. Ekosistem
Normal ve organik tarımı tehdit ediyor. Ne kadar uzak alanda olursa olsun rüzgar ve arılar yoluyla organik ürünlere de bulaşıyor. GDO'lu tarım yapılan alanlardaki haşereleri yiyen kuşların türü tükeniyor. Canlı türleri açısından tehdit. Bioçeşitliliği yok ediyor. GDO'lu ekinler, tozlaşma yoluyla aynı türden akrabalarının da genlerini değiştirebiliyor.

EN BÜYÜK AVANTAJI ÜRETİMİN ARTMASI

Tarıma uygun olmayan alanlarda tarım yapılabilmesini sağlaması. Tarımsal verimi artırması. Tarım ilacı kullanılmasına ihtiyaç duymaması. Gıdanın besleyiciliğini artırması. Üretim verimliliğini 10 kata kadar artırması.

haber3
Başlık: Gıda savaşları kapımızda mı?
Gönderen: Tuğra - 05 Kasım 2009, 01:07:03
‘Amerika’nın bir avuç yönetici eliti, tüm dünya insanlarının kaderiyle oynuyor’. Büyük bir iddia!..

Gıda savaşları kapımızda mı?

(http://www.iyilikguzellik.com/images/haber/37.jpg)

Petrolü kontrol ederseniz, ulusları kontrol edersiniz.
Yiyeceği kontrol ederseniz, insanları kontrol edersiniz.’

Bu sözler herhangi bir komplo teorisyeninin ağzından çıksa, aldırmaz geçersiniz.
En fazla, tarım politikaları üzerine geyik çevirirken, ucuz bir argüman olarak kullanırsınız.

Bir de, Deniz Baykal’ın dört elle sarılacağı siyasi bir slogan işlevi görebilir.
Ama dün Baykal mevzuya girdiği halde, böyle bir slogan atılmadı grup toplantısında.
Belli ki, bu parlak sözlerden CHP’liler henüz haberdar edilmemiş.

O zaman benden duysunlar.
Dış politikanın efsane oyun kurucusu Henry Kissinger’a atfediliyor bu sözler.
Daha şimdiden, üzerine koca bir kitap bile yazıldı.

William Engdahl, üşenmeyip 330 sayfa karalamış.
Kitabının adı, ‘Ölüm Tohumları’.
Geçtiğimiz haziran ayında Türkçe’ye çevrilip, kitapçı raflarındaki yerini aldı.
Engdahl, ‘Genetiği değiştirilmiş tohumların arkasındaki karanlık oyunlar’ı ifşa ettiği iddiasında.

***

Petrol savaşlarıyla geçen koca bir yüzyılın yorgunluğunu henüz üzerimizden atamamışken, işte yeni bir savaş yüzyılının eşiğine geldik.
Dünya barışı, yepyeni bir tehditle karşı karşıya.
Küresel güçlerin yeni yüzyıldaki  savaş alanı, yiyecek...

Petrolün yerini, gıda alıyor.
Nükleer silahların yerini de, ölüm tohumları.
Ölüm tohumlarından kasıt, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO).

Biyo-teknoloji laboratuvarlarında üretilen genetiğiyle oynanmış tohumlara, ‘Terminatör’ deniyor.
Kimilerine göre ise, Frankeştayn adı daha uygun.
Çünkü, tek kullanımlık tohumlar bunlar.

Genetik mühendisleri, tohumların gen yapısını değiştirerek doğada bulunmayan yeni türler üretiyor.
Onun için ‘Frankeştayn’...
Mısır, soya, pamuk ve pirinç gibi doğal türlerin de  her ortamda ekilip, daha fazla verim alınmasını sağlıyor.

Terminatörler, doğal tohumlara nazaran 10 kat daha üretken, besin değerleri de daha yüksek.
Ama insan sağlığına etkileri spekülasyona açık, hala ‘zararsız’lığı kanıtlanmaya muhtaç.
Hem ‘terminatör’le elde edilen ürün çekirdeğinden yeni tohumluklar da çıkmıyor.

Çekirdeği kısırlaştırıyor yani, bu yüzden ‘terminatör’.
Dolayısıyla tarımı, biyo-teknolojiye bağımlı hale getiriyor.
Çiftçi, her defasında yeni tohum almak zorunda.

Biyo-teknolojiye sahip ülkeler ve şirketler ise, zaten sayılı.
Tedarikçiler tekel durumunda ve dünya tarımını kontrol etme imtiyazına sahip olacaklar.
Komplonun çıkış noktası, tam olarak bu!...

***

Yiyeceğimizi hangi güçler kontrol edecek?
Engdahl, bu sorunun cevabını bulmuş.
Diyor ki; birkaç Amerikan gıda devi...

Kissinger’ın takipçisi o Amerikalılar, 50 yıldır bu projeye hazırlık yapıyormuş.
İkinci Dünya Savaş’nın hemen ardından başlamışlar çalışmaya.
Rockefeller ile Monsanto, başı çekiyormuş.

Tezgâhlarını kurabilmek için, 50 yıldan beridir çevirmedikleri karanlık dolap kalmamış.
Siyaseti manipüle etmişler, kamuoyunu yönlendirmişler, kanunlar çıkarttırmışlar, düzenlemeler yaptırmışlar.
Hatta GDO’nun insana ve tarıma faydalarını anlatan düzmece deney raporları bile hazırlatmışlar.

Ticari karlılığına herkesi inandırmak için gizli kampanyalar yürütmüşler.
Aksini söyleyen bilim adamlarını susturup, araştırma sonuçlarını bütün dünyadan saklamışlar.
Dan Brown’un romanlarını aratmayan maceralarla dolu bir kurgu içinde anlatıyor, Engdahl.

Paranoyaysa paranoya, komploysa komplo...
Tek bir küçük harf yok içinde.
Tamamı kapital, tamamı büyük ses...

Ufak atmamış.
Klasik dünya hakimiyeti teorilerine yenilerini eklemiş.
Kara hâkimiyeti, deniz hâkimiyeti, merkez bölge türü konvansiyonel yaklaşımları, bugünden tezi yok, derhal çöpe atın.

İşte size, son moda strateji oyunu kavramları;
Altın pirinç hâkimiyeti,

buğday tohumu bölgesi, ışıldayan pamuk kontrolü...
Kitabı okurken Kissinger’ın dahiyane teorisini hep aklınızda tutun.
Unutmayın; ‘Yiyeceği kontrol eden, insanları da kontrol eder’.

***

Malum, GDO’nun Türk tarımında da kullanılabilmesi için bir yönetmelik yayımlandı.
Ufak ufak tartışmaya başladık konuyu.
Baykal, gıda hareketleri, ziraat odaları seslerini yükseltmeye başladı.

Olayın ticari rekabet boyutu da var.
Fakat kimse, daha Engdahl’ın bize haber verdiği asıl tehlikeye uyanmadı.
Oysa, oldum olası komploya bayılan bir toplum olarak, bu ‘gıda savaşları’ teorisine çok fena sardıracağımızdan eminim.

GDO’lar üzerinden yeni bir dünya savaşına girişir miyiz, orasını bilemem.
Ama, iç siyasette kızılca kıyamete hazır olun!...

Islak imza belgesi ve dağdan iniş tartışmalarından sıkılırsak diye, endişeye kapılmayın artık.
Bize, yeni ve sıcak bir kavga mevzusu daha geliyor.

Akif Beki / Radikal
Başlık: 'GDO Atom bombası gibi'
Gönderen: Tuğra - 05 Kasım 2009, 15:42:34

(http://www.haber3.com/images/news/gdo-atom-bombasi-gibi-310999.jpg)

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, hükümetin GDO'lu bitkilerin üretimine izin verilmesine yeşil ışık yaktığını, bu ürünlerin ticaretinin bir yönetmelikle düzenlenmesinin hukuk, egemenlik ve halk sağlığı açısından sakıncalı olduğunu belirtti.

Genetiği değiştirilmiş bitkilerin izinsiz kullanımı, biyolojik çeşitlilik merkezleri ve organik tarım yapılan alanlara yakın üretimlerle, bebek mamaları ve küçük çocuk besinlerinde özel amaçla geliştirilenler hariç kullanımının yasaklandığını hatırlatan Özkaya, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Anlaşılıyor ki GDO'lu bitkiler, bebeklere, küçük çocuklara zararlıdır. Ayrıca organik tarım alanlarına ve biyolojik çeşitlilik merkezlerine, örneğin buğdayın yabani atalarının zengin olarak bulunduğu yerlere de zarar vereceği kabul edilmektedir. Bebeklere ve küçük çocuklara zarar veren GDO'lar nasıl oluyor da yetişkinlere zarar vermiyor? Yetişkinleri gözden mi çıkardık?

GDO'lu mısır ürünleri yiyen bir anne, bebeğine süt verirse bu bebeğe zarar vermeyecek midir? Unutmayalım ki nişasta bazlı (mısırdan yapılan) şeker yüzlerce üründe kullanılmaktadır. Ülkemiz ayrıca dünyada tarımın ilk başladığı 'verimli hilal' denilen bölge içindedir. Buğday, arpa, bezelye, mercimek, nohut gibi bitkiler bu bölgede kültüre alınmıştır. Ülkemiz biyolojik çeşitlilik merkezlerince çok zengindir.''

Verimi arttıracak ve tarımsal mücadele ilaçlarının kullanımını azaltacak, hatta sıfırlayacak başka teknolojiler bulunduğunu söyleyen Tayfun Özkaya, ''Bunlardan biri de 'Entegre Zararlı Yönetimidir'. Pamuk dünyada da en fazla tarım ilacı kullanılan bir üründür. Bu yöntemde birçok yollar denenmektedir. Böceğin böceğe yedirilmesi bunlardan biridir'' diye konuştu.

Dev tohum şirketlerinde sadece bir avuç hisse sahibinin çok kar elde etmesi için yeni bitkiler yarattığını düşünen teknokratların doğaya ve bütün bir insanlığa zulüm yaptığını belirten Özkaya, ''Bu yapılan işi 'bilim' diye kutsamaya çalışmak, atom bombasının bol bol üretilip kullanılmasını savunmaktan pek farklı değildir'' dedi.

haber3
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: müteallim - 11 Kasım 2009, 01:40:15
Prof. Dr. Yorulmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, genetik yapının, bir canlının tüm özelliklerini etkilediğini, bunun için, ortaya çıkan değişikliklerin, GDO'lu maddeleri tüketen kişilerde istenmeyen bazı sorunlara yol açabileceğini bildirdi.

Doğal olmayan GDO'lu besinlerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin henüz tümüyle bilinmediğini ifade eden Prof. Dr. Yorulmaz, ''Ancak GDO'ların pek çok ciddi olumsuz etkilerinin olduğu deney hayvanlarında ortaya çıkmış

durumda. Bilim çevrelerindeki kaygının ve toplumdaki korkunun nedeni budur. Ülkemizde yeni yönetmelik ile GDO'lu ürünlerin girişinin de belli koşullarla serbest bırakılmış olması, kuşku ve korkuları artırmakta'' diye konuştu.

GDO'lu besinlerle, kendilerine zarar veren böcek ve mikropları öldürecek zehirler üretecek genlerin de aktarıldığını dile getiren Prof. Dr. Yorulmaz, bu zehirlerin insanların vücudunda birikebileceğini ve zaman içinde zararlı etkilere yol açabileceğini, GDO'lu patateslerle beslenen farelerin sindirim sistemlerinde önemli zararlar olduğunun belirlendiğini vurguladı.
Böcek ilaçlarına dayanıklı GDO'lu besinlerde kullanılan bazı kimyasal maddelerin kanserojen olduğunun bilim adamlarınca bildirildiğine işaret eden Yorulmaz, bu tür besinleri yiyenlerde ve bu yolla toplumda antibiyotiklere dirençli mikropların gelişebileceğini söyledi.
Gebe farelere verilen bir GDO'nun doğmamış yavrusunun vücuduna ve yeni doğmuş yavrularına da geçtiğinin belirlendiğini kaydeden Yorulmaz, yapılan hayvan deneylerinde genetiği değiştirilmiş organizmalarla, bitkilerle beslenen farelerde böbrek yetmezliği, karaciğer yetersizliği, ölü doğum sayısında artma, düşük tartılı doğumlar ve en geç üçüncü nesilden itibaren kısırlığın ortaya çıktığının görüldüğünü belirtti.

KORUNMA YÖNTEMLERİ
GDO'lu ürünlerin olumsuz etkilerinden korunma yöntemlerini de anlatan Prof. Dr. Yorulmaz, ''İçinde ne olduğunu bilmediğimiz besinlerden kaçınmalıyız. GDO'lu olduğunu bildiğimiz besinlerin yukarıda sıralanan sağlıkla ilgili olabilecek sakıncalarını akıldan çıkarmamalı ve mümkün olduğunca tüketmemeye çaba göstermeliyiz'' diye konuştu.
Evde ve doğal olan besinler kullanılarak hazırlanan yemeklerin en sağlıklı yiyecekler olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yorulmaz, şöyle devam etti:

''Meyve ve sebzeler mutlaka mevsiminde tüketilmelidir. Dışarıdan hazır besin almaktan mümkün olduğunca kaçınmak, almak zorunda kalındığında kaliteli olduğu bilinen ürünleri satın almaya özen göstermek en doğru hareket olacak. Özellikle abur cubur olarak tanımlanan her tür üründen kaçınılmalı, çocuklar bu tür ürünlerden uzak tutulmalıdır. İçeriğinde mısır ve soya gibi maddeler bulunan ürünlerin GDO'lu olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Yağ olarak zeytinyağı kullanmak GDO'lu ürünlerden korunmak anlamında da çok daha sağlıklı.''

GDO'lu ürünlerin, bütün dünyada yaygınlık gösteren ve ölümlere neden olan domuz gribinden bile daha tehlikeli olduğunu belirten Yorulmaz, ''Domuz gribi geçici, ancak GDO'ların etkisi kalıcı olacak. Sağlıksız besinlerle vücuda alınan zararlı maddeler, ömür boyu sağlığımızı bozabilecektir'' dedi.
Başlık: Handi yiyecekler GDO'lu
Gönderen: Tuğra - 11 Kasım 2009, 10:31:51
Özelikle GDO’lu soya ve mısır, geniş bir ürün yelpazesindeki gıda larda yer alıyor;
 
(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo.jpg)

Sucuk, salam, sosis gibi kırmızı etin kullanıldığı ürünleri

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo2.jpg)

Fındık fıstık ezmesi

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo3.jpg)

Çikolatalı Ürünler

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo4.jpg)

Hazır çorbalar

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo5.jpg)

GDO'lu mısırlardan elde edilen katkı maddeleri de pek çok gıda ürününde kullanılıyor.

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo6.jpg)

Kola ve meyve suları

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo7.jpg)

Mısır yağı

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo8.jpg)

Unlu mamüller

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo9.jpg)

Süt tozu

(http://img5.mynet.com/ha5/analiz/gdo10.jpg)

Bebek mamaları

(http://images.gittigidiyor.com/1824/BEBELAC-LF-DIYET-BEBEK-MAMASI-400GR-FATURALI__18243013_0.jpg)

mynet
Başlık: 20 üründen 13'ünde GDO bulundu
Gönderen: Tuğra - 11 Kasım 2009, 21:20:12

Tarım Bakanlığı’nın yaptığı GDO içeren ürün denetimlerinde ilk sonuçlar alındı. Analizlerde belirlenen limitin üstünde GDO içeren ürünlere de rastlandı. Bu ürünlerin Türkiye'ye girişine izin verilmedi.

(http://www.haberaktuel.com/images/news/62085.jpg)

Genetiği Değiştirilmiş Ürünlerin (GDO) ithalat, kontrol ve denetimiyle ilgili yönetmeliğin 26 Ekim'de yürürlüğe girmesinin hemen ardından gümrüklerde denetimlere de başlandı.

Limanlar ve karayolu gümrüklerinde beyan edilen ürünlerden ilk etapta alınan 100'ün üstündeki numune, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın Adana, Ankara ve Bursa'daki laboratuarlarında incelemeye alındı.

Mevzuat gereği iki ile 5 gün arasında süren analizler devam ederken, gemi ve TIR'lar gümrüklerde bekletiliyor.

İlk numunelerden 20'ye yakınının sonuçları da alındı. 13 ürünün numunesinden negatif sonuç çıktı.

Bu ürünlerin, yönetmelikle izin verilen binde dokuz oranından daha az genetiği değiştirilmiş organizma içerdiği belirlendi. Bu ürünlerin Türkiye'ye girişine izin verildi.

Diğer numuneler ise pozitif sonuçlandı ve giriş izni alamadı. GDO denetimi, ilan edilen listedeki 27 ürünün tamamına uygulanıyor.

PİRİNÇ, MERCİMEK VE MUZ TESTTEN TEMİZ ÇIKTI

Analiz sonuçları, ürün bazında açıklanmıyor. Ancak GDO miktarı, limitin altında çıkan numunelerin pirinç ve kırmızı mercimek ağırlıklı olduğu belirtiliyor. Tüm Gıda Dış Ticaret Derneği'nden edinilen bilgiye göre, muz da testten temiz çıktı.

Denetime alınacak 27 ürünlük liste üstünde değerlendirmenin de sürdüğü vurgulanıyor. Listeyi daraltmak, bazı ürünleri denetimden çıkarmak gibi bir karar henüz yok.

NTVMSNBC
Başlık: Türkiye'deki domateste ne işi var?
Gönderen: Tuğra - 14 Kasım 2009, 08:31:03

ODTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü`nde yüksek lisans eğitimi gören iki öğrenci, Bölüm Başkanı Doç. Dr. Candar Gürakan`ın gözetiminde GDO'lar üzerine tez çalışması yaptı. İki yıl süren çalışmanın sonucunda ortaya çıkan tablo, akademisyenleri şoke etti.

(http://www.iyilikguzellik.com/images/haber/1295.jpg)

Akşam Gazetesinden Hülya Ünlü'nün haberine göre, ODTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü`nde yüksek lisans eğitimi gören iki öğrenci, Bölüm Başkanı Doç. Dr. Candar Gürakan`ın gözetiminde `Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (transgenik ürünler) üzerine tez çalışması yaptı.

İki yıl süren çalışmanın sonucunda ortaya çıkan tablo, akademisyenleri şoke etti. Ankara, Çanakkale, Ayaş, Eskişehir, Isparta, Antalya, Kalkan, Afyon ve Mersin`de üretilen, Belçika, İspanya, Çin ve Amerikaa'dan ithal edilen 28 domates numunesinden 22`sinde antibiyotiğe direnç gösteren bir bakteri geni belirlendi.

DOMATESTE NE İŞİ VAR

Doç. Dr. Candan Gürakan, araştırmaya parasal destek istemek için devlet kurumlarına başvurduklarını ancak, `Türkiye`de GDO yok, boşuna para harcamayın` yanıtı aldıklarını söyledi. Gürakan, `Biz de araştırmayı ODTÜ kaynakları sayesinde yaptık. Ancak böyle sonuçlar alacağımızı biz bile tahmin etmedik. Şoke olduk` dedi.

Ankara`dan 9, Eskişehir, Isparta, Antalya, Ayaş, Çanakkale, Afyon`dan 1`er, Antalya`dan 4, Mersin, İspanya, Belçika, ABD`den 2`şer, Çin`den 1 olmak üzere 28 domates numunesini incelediklerini belirten Candan Gürakan, şunları söyledi:

`28 domates numunesinden 22`sinde bir bakteri geni olan Kanamisin adlı antibiyotiğe direnç gösteren bir gen tespit ettik. Bu durum domateslere gen aktarımının yapıldığının kanıtıdır. Bakteri geninin domateste ne işi var? Bunlar marketlerden toplanan numuneler. Yerli üretim mi bilmiyoruz. Eğer yerli üretimse, GDO'lu tohum sözkonusu demektir.`

MISIRDA DA VAR

Candan Gürakan, Ankara, Isparta, Antalya ve Çanakkale'den alınan beş kurutulmuş mısır numunesinin tümünde de antibiyotiğe direnç geninin yanı sıra mısıra ait olmayan DNA'lara rastlandığını bildirdi. Gürakan, `Bu mısırların Arjantin ve Güney Afrika'dan getirildiğini tespit ettik. Ayrıca Eskişehir, İstanbul ve Ankaraa'dan alınan mısır hayvan yemi üzerinde de araştırma yaptık.

Hem gıda olarak tüketilen kuru mısırda hem de hayvan yemi olan mısırda, antibiyotiğe direnç geninin dışında mısır bitkisine ait olmayan DNA bölgeleri bulundu. Mısırda domatesten daha güçlü bir şekilde GDO tespit edildi` dedi. Gürakan, patateste de genetik değişime rastladıklarını bildirdi.

Bakteri geni nedir?

Bitkiye gen transferi yapanlar, antibiyotik genini koymadan gen transferinin tutup tutmadığını kontrol edemiyor. Gen transferinin gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak için antibiyotik geni entegre ediliyor.

ODTÜ tarafından yapılan araştırmada da domateste bir antibiyotik olan Kanamisin`e direnç geni tespit edildi. Böcekler mısıra zarar vermesin diye bakteriyel toksin mısırın DNA`sına entegre ediliyor.

Prof. Dr. Şeminur Topal, bitkilerdeki herhangi bir genetik yapı değişikliğinin insan organizmasına da aynen taşındığını söyledi. Topal, `GDO`lu yiyeceklerin tüketilmesi sonucunda ileride antibiyotik tedavisine yanıt alınamayabilir` dedi.

`Ne yersen ye hepsinde zehir var`

Tüketici Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Turhan Çakar, yaptıkları bir araştırmada soya etli kıymada, soya tavuk yeminde yüksek miktarda bakteri geni bulduklarını söyledi. Türketicileri uyaran Turhan Çakar, `Mısır yağı, soya yağı, glikoz şurubu içeren gıdaları almayın. Halkın yiyeceği birşey kalmadı. Halka zehir yediriyorlar` diye konuştu.

Soya bitkisinden 900 çeşit ürün elde edildiğini dile getiren Turhan Çakar, şunları söyledi: `Soya; sucuk, salam, sosis, köfte, pizza, hamburger gibi kırmızı ette, et suyu tabletlerinde, soya eti kıymasında, soya ununda, şiş kebapta, fındık ve fıstık ezmesinde, çikolatalı ürünlerde, pastalarda, süt tozunda, ekmek çeşitlerinde, kozmetik sanayiinde, hazır çorbada, soya yağında ve hayvan yeminde kullanılıyor. Mısır ise glikoz şurubunda kullanılıyor.

Glikoz şurubu ise kola, meyve suyu, gazoz, pasta ve baklavada tatlandırıcı olarak, bebek mamalarında, hazır çorbalarda, mısır özü yağında, büyükbaş ve küçükbaş hayvan yeminde kullanılıyor.

Akşam
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: tarihman - 14 Kasım 2009, 10:34:04
"Klavuzu karga olanı burnu b....tan kurtulmaz" diye bir darb-ı mesel var. Şükür ki, klavuzumuz sağlam. Bu söylenenleri bir kaç sene önce  duymuşum. Sadece bunlar değil... Daha onlarca kullandığımız marka ve ürün... Yakında onların da kokusu çıkar. Deterjan konusunda bundan 20-30 yıl kadar önce kullanılmasının sakıncaları anlatılmıştı. Klavuz öyle bir klavuz olmalı ki, kişiyi hem ahirette hem de dünya da korumalı... Bulduruna şükür.
Başlık: Domatesler GDO'lu mu?
Gönderen: İsra - 15 Kasım 2009, 03:35:28
GDO'lu ürünler açlığa çare mi yoksa insanlık için bir tehdit mi? Uzmanlar hâlâ bu konuya bir açıklık getiremiyor. Her ne kadar ülkemizde GDO'lu ürün yok dense de yurtdışından alınan tohumlar ve katkı maddeli ürünler kafaları karıştırmaya devam ediyor.

Bu konudaki en yaygın görsel malzeme domates, çünkü genetiği ile oynanan ilk ürün o, ama GDO'lu domates üretilmiyor.

Domuz gribi paniği varken nereden çıktı, genetiği değiştirilmiş yani GDO'lu ürünler de şimdi? Kafalar karışık, neyin ne olduğunu kimse tam olarak bilmiyor, anlatılanları da anlamıyor. GDO'lu ürünlerin ithalatı, işlenmesi, ihracatı, kontrol ve denetimine dair yönetmeliğin 26 Ekim'de Resmî Gazete'de yayımlanmasından bu yana domatesten salatalığa, pirinçten mısıra hemen her gün tükettiğimiz gıdalara şüpheli gözüyle bakmaya başladık!

Kimileri, ihtiyatlı olmak iyidir ilkesinden hareketle insan sağlığına etkileri uzun zamanda ortaya çıkabilecek bu uygulamaya mesafeli duruyor. Öncelikle sağlık açısından taşıdıkları muhtemel riskten habersiz olmak ve tarımsal üretimin kaderini çokuluslu şirketlerin ellerine teslim etmek GDO karşıtlarının itiraz noktaları.

Kimileriyse aksine gönül rahatlığı ile GDO'ların sağlığımızı tehdit eden hiçbir tarafının bulunmadığını söylüyor. Savundukları şey ise 'oynanmış gen' dediğimiz şeyin en nihayetinde bir protein olduğu ve bunun sindiriminin ağızda tükürük yoluyla başladığı daha sonra mide ve bağırsakta tümüyle sindirilerek vücuttan atıldığı.

GDO konusunda en yaygın görsel malzeme domates. Aslında domateste GDO uygulaması şu an yok diyorlar ama 1994 yılında üretilen ilk GDO'lu ürün domatesti, başarılı olunamayınca, yani farelerin midesi delinince GDO'lu domatesler bir daha üretilmedi. Avrupa Birliği GDO'lu ürünlere etiket koymak istiyor, ABD ise haksız rekabet doğuracağı için buna karşı çıkıyor. Avrupalılar ne yediğini bilme hakkı olduğunda ısrar ediyor. Sonunda ABD kısmi bir zafer kazandı ve yüzde 9'a kadar GDO ihtiva edenlere etiket konulmaması konusunda AB'yi razı etti. Bu önemli konuyu NTV Bilim dergisi kasım ayı sayısında enine boyuna araştırmış. Araştırmanın detaylarında bakın çarpıcı hangi başlıklar ortaya çıkıyor.

Bitkilerin genleri neden değiştiriliyor?

Bir üründen bir yılda birkaç mahsul almak istiyorlar. Bitkilerin tarımsal ilaçlara ve böceklere karşı daha dirençli olmasını amaçlıyorlar. Kurak ya da her türlü koşuldan ürün olmak istiyorlar. Bu amaçla domates, patates, bal kabağı, pirinç, mısır, soya, pamuk, papaya, muz, kanola ve tütün gibi bitkilere gen aktarımı yapılabiliyor.

Hangi ürünler GDO'lu?

Otuza yakın GDO'lu ürün var ama bunun yüzde 99'unu mısır, soya, pamuk ve kanola oluşturuyor. GDO'lu ürünlerde mısır endüstriyel kullanımın yanı sıra hayvan rasyonlarında ve kanola da tümüyle biyoenerji için kullanılıyor. Yem rasyonlarının en önemli ürünlerinden biri de soya.

Hangi ülkeler Gdo'lu tarım yapıyor?

GDO'lu tarım dünyadaki toplam tarım alanının yüzde 4'ü kadar. Toplam 125 milyon hektar. ABD, Arjantin, Hindistan, Brezilya, Kana, Çin, Paraguay ve Güney Afrika başta olmak üzere 8 ülke tarafından kullanılıyor. Son bir yıl içinde Fransa, Avusturya ve Yunanistan GDO'lu ürün ekimine yasak getirdi. Türkiye'de tarım arazisi 78 milyon hektar herhangi bir denetim olmadığı için bunun ne kadarının GDO'lu tarım olduğu bilinmiyor.

GDO'lar işlenmiş hangi besinlerde var?

GDO'lu soya: Soya yağı sucuk, salam, sosis, köfte gibi kırmızı etin kullanıldığı ürünler ve et suyu tabletleri, fındık fıstık ezmesi, şiş kebaplar, çikolatalı ürünler, pasta malzemelerinde, süt tozu, hazır çorbalar ile büyük ve küçükbaş hayvanların yemlerinde kullanılıyor. GDO'lu mısır: Nişasta bazlı tatlandırıcılar, gazoz, kola, meyve, mısır yağı, pasta ve baklava gibi ürünler, bebek mamaları, hazır çorbalar ve hayvan yemlerinde kullanılıyor.

İkisi birbirinden tamamen farklı. Hormonlu gıdalarda dışarıdan yapılan hormon uygulamaları sonrası bitkide ya da üründe oluşan hormon kalıntısı söz konusu. GDO'larda ise bitkiye yeni bir özellik kazandırılarak böcek direnci, ilaç direnci, aşırı iklim koşullarına karşı stres direnci gibi özellikler aktarılıyor. Bu tip GDO'larda uygulamanın tipine göre verimi önemli ölçüde artırmak mümkün.

GDO analizini nerede yaptırabilirim?

Bugüne değin ülkemizde hiçbir ürünün üzerinde GDO'lu ürün olduğuna ilişkin bir ibare bulunmuyor. Diyelim ki ne yediğinizi bilmek istiyorsunuz, bunun için kapısını çalabileceğiniz biri Ankara diğeri Bursa'da olmak üzere Tarım Bakanlığının bünyesinde iki laboratuvar var. Bunlar da ciddi bir ücret karşılığında ürünleri analiz ediyorlar. Üstelik bir deklarasyon imzalatıyorlar. Buna göre analizi yaptırmak isteyen sonuçları hiçbir yerde yayımlamayacağını kabul ediyor. Laboratuvar sadece GDO 'var' ya da 'yok' şeklinde sonuç bildiriyor.


GDO'lar alerjik reaksiyonlar gösterebilir

Uzm. Dr. Yavuz Dizdar (İÜ Çapa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü)

Bebek mamalarında kullanılmayacağına dair savlar dayanıksız. Zira bu mamaların bir kısmı zaten soyadan hazırlanıyor. Nitekim yapılan çalışmalar bebek mamalarının bir kısmında GDO'lu ürünler olduğunu gösterdi. Ortaya çıkabilecek sorunlardan biri de alerjik reaksiyonlar. Farklı genlerin normalde olmayacak yerlere yerleştirilmesi alerjik reaksiyonu tetikliyor. Bu özellikle gıda alerjisi olarak ortaya çıkıyor. Ama başka hastalıklara yol açabileceğine dair kuşkular da var.


GDO'lar güvenli tarım teknolojisi ürünleri

Prof. Dr. Selim Çetiner (Sabancı Üniversitesi Doğa ve Mühendislik Fakültesi)

GDO'lar sağlığa ve çevreye zararı olmayan, verimde artış sağlayan daha az kimyasal gübre ve tarım ilacı gerektiren üstelik kurak-tuzlu arazilerde tarım imkânı sağlayan modern tarım teknolojisi ürünleridir. Konuya bilimsel bakan akademi, enstitü, dernek ve kurullar GDO'ların güvenli olduğunu söylüyor. Zaten pazarlama öncesinde yapılan titiz ve dikkatli denetimler sonucunda riskli ürünlerin insanlara sunulması diye bir durum söz konusu olamaz.

zaman
Başlık: GDO'da bizi kim dövüyor?
Gönderen: Tuğra - 15 Kasım 2009, 13:18:45

"Boksörler ringde dövüşüyor. Daha birinci raunda birisi çok sert yumruklar alıyor. Raunt sonunda antrenörü “çok iyiydin, rakibin sana dokunamadı bile” diyor." Prof. Dr. Tayfun Özkaya

GDO’DA BİZİ KİM DÖVÜYOR

Boksörler ringde dövüşüyor. Daha birinci raunda birisi çok sert yumruklar alıyor. Raunt sonunda antrenörü “çok iyiydin, rakibin sana dokunamadı bile” diyor. İkinci raunda da bizimki epey dayak yiyor. Antrenör gene “çok iyiydin” gibi laflar ediyor. Üçüncü raunda da aynı şeyler olunca, boksörümüz  “dikkat et, bu hakem beni fena halde dövüyor” diyor.

GDO konusu da bu fıkraya benzemeye başladı.

Tarım Bakanımız Sayın Eker, kendisinin de bir ürünün doğal yapısının bozulmasına karşı olduğunu belirterek "Ben de bilerek GDO'lu ürün yemem. Tabiata bu manadaki müdahaleye karşıyım." diye konuşuyor.

20 Ekim’de AKP Kadın Kolları için Ankara’da bir toplantı organize ediliyor. Toplantıda Sayın Emine Erdoğan “GDO’ların büyük bir tehdit olduğunu” söylüyor,   insan sağlığına verdiği zararları anlatıyor.

AKP Grup Toplantısında 3 Kasımda Sayın Tayyip Erdoğan:  “Bu son dönemde yine genleriyle oynanan gıda ürünleri noktasında Gıda Tarım Bakanlığımızın yayınladığı bir yönetmelik var. Şimdi medya bu konuyla ilgili maalesef Bakanımızın veya Bakanlığımızın yayınladığının tam aksine, bunu teşvik ettiği manasına köşe yazıları, haberler yapıyor. Tam aksine bu yönetmelik bunu teşvik eden değil, engelleyen, durduran bir yönetmeliktir” diyor.

Gene Radikal Gazetesindeki bir habere göre Sayın Tayyip Erdoğan partisinin Merkez Yürütme Kurulu Toplantısı’nda “Bu ürünler zararlı olsa Amerika’da serbest olur mu” diye soran bir partiliye “ABD’de görmedin mi herkes obez, şöyle delikanlı biri var mı...” demiş.

Bu haberlerden anladığımıza göre GDO’ya bütün yöneticilerimiz karşıdır.  Ancak  İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası başkanımız Ahmet Atalık’ın da dediği gibi 26 Ekimde yayınlanan yönetmelik GDO’ların ve ürünlerinin ithalatını, işlenmesini ve ihracatını düzenleyen kuralları içermektedir.

Tarım Bakanlığı yetkilileri bu yönetmeliğin GDO’ların ülkemize girişini kesinlikle önleyeceği konusunda ithalat başlıklı 11 maddesini örnek vermekte ve 2. bendinin (c) fıkrasını kamuoyuyla paylaşmakta, kamuoyunu yanlış bilgilendirmektedirler.

Bu fıkraya göre sınırlarımıza gelen gıda veya tarım ürünü “GDO’suz” diye beyan edilir ancak “GDO’lu” çıkarsa bunların girişine izin verilmeyecek. Yani yalan beyanda bulunanın ürünü ülkeye sokulmayacak. Oysa aynı maddenin 1. bendinde belirtildiği üzere doğru beyanda bulunur ve ürününüzü kahramanlar gibi “GDO’lu” olduğunu söylerseniz ve ithalatta istenilen belgelerinizi sunarsanız ülkeye sokarsınız.

Yönetmelik hükümlerine göre oluşturulacak “komite” ülkemize girmesine izin verilen GDO’ları tespit edecek. İlginçtir, komite onayı olmayan GDO’lu gıda ve yemler dahi bu genetik materyalleri binde 5’in altında içermeleri halinde ülkemize girebilecekler. Yani, GDO’ları kesinlikle yasakladığı söylenen bu yönetmelik, ülkemize girişine izin verilmeyecek GDO’lara bile açık kapı bırakmaktadır.

Bizi kim dövüyor?

iyilikgüzellik-Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Başlık: GDO’nun üretimine de izin çıkıyor
Gönderen: Tuğra - 16 Kasım 2009, 19:54:29

Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan ve birkaç bakanın henüz imzalamadığı taslak aynen kabul edilirse Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar(GDO) Türkiye’de de üretilecek.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in çok kısa bir sürede Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geleceğini söylediği Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı’nın ayrıntılarını ilk kez DÜNYA açıklıyor. Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan ve birkaç bakanın henüz imzalamadığı taslak aynen kabul edilirse Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar(GDO) Türkiye’de de üretilecek.

Hükümetin 5 yıldan beri üzerinde çalıştığı ve bir türlü çıkaramadığı Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı, Türkiye’de GDO üretimine izin veriyor.

Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan ve birkaç bakanın imzasından sonra sürede Türkiye Büyük Millet Meclisi(TBMM)’nde görüşülecek olan taslak aynen kabul edilirse, Türkiye’de yasak olan GDO ve ürünlerinin üretimi belli koşulları yerine getirmek şartıyla serbest olacak.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in çok kısa zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşüleceğini söylediği taslak 19 maddeden oluşuyor. 2005 yılında tartışmaya açılan taslak 83 maddeden oluştuğu için çok daha ayrıntılıydı. Geçen 4 yıllık sürede taslak bir çok kez değiştirildi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın hazırlayıp Başbakanlığa sunduğu  19 maddelik taslağa ilk kez DÜNYA ulaştı. 

Bu taslak Haziran ayında bakanlar kurulunda imzaya açıldı. Taslağın meclise getirilmesi beklenirken Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 26 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi,İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik yayınlandı. Çok sert tartışmalara neden olan yönetmelikle ilgili eksikliklerin dikkate alınarak Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı’nda değişiklik yapılıp yapılmadığı bilinmiyor.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in de sık sık söylediği gibi yönetmelikle paralel bir çerçevede hazırlanan Biyogüvenlik Kanun Tasarısı Taslağı’nın yönetmelikten farklı olarak GDO üretimini de öngörüyor.

GDO üretimine izin veriliyor

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının son şeklini vererek Başbakanlığa sunduğu Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısısı Taslağı’nın ilk maddesi olan amaç ve kapsam şu şekilde ifade ediliyor: “ Bu kanunun amacı; ülkemizde çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürebilirliğin sağlanması ile bitki, hayvan ve insan sağlığının korunması için bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve ülke ihtiyaçları çerçevesinde, modern biyoteknoloji kullanılarak elde edilen, beşeri tıbbi ürünler ile kozmetik ürünleri hariç, genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar(GDO) ve ürünleri ile ilgili faaliyetleri denetlemek,düzenlemek, izlemek, biyogüvenlik sistemini kurmak, geliştirmek ve uygulanması ile ilgili usul ve esasları belirlemektir.

Bu Kanun, GDO ve ürünleri ile araştırma, geliştirme, üretim ve her türlü çevreye serbest bırakma, piyasaya sürme, izleme, kullanma, ithalat, ihracat, nakil, taşıma, saklama, paketleme,etiketleme ve depolama dahil olmak üzere GDO ve ürünlerini içeren faaliyetler ve ilgili gerçek kişiler ile kamu ve özel hukuk tüzel kişilerine dair hükümleri kapsar.”

İzin, başvuru, değerlendirme ve karar verme

Taslağın  “Temel Esaslar” başlığı altındaki ikinci bölümünde GDO ile ilgili izin, başvuru, değerlendirme ve karar vermeye ilişkin maddeler yer alıyor. Bu bölümde; “ Ülkemizde bitki, hayvan ve insan sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı göz önünde bulundurularak, GDO ve/veya ürünlerinin, üretimi, ihracatı, ithalatı,deneysel çevreye serbest bırakılması, piyasaya sürülmesi, kapalı alanda kullanımı ve transit geçişleri izne tabidir.

Transit geçişler hariç, izinler en fazla 10 yıl için, transit geçişlerde ise her bir geçiş için ayrı izin almak zorunludur. Başvuru, izin, değerlendirme ve karar verme ile ilgili kurallar Bakanlık tarafından bu maddedeki hususlar esas alınarak belirlenir.” deniliyor.

Üretim amacıyla çevreye serbest bırakılacak GDO ve ürünlerinden ithal edilecekler için ithalattan önce, yurt içinde geliştirilenler için ise piyasaya sürmeden önce her biri için ayrı ayrı Bakanlığa başvurulması gerekiyor. Gıda ve yem amaçlı GDO ürünlerinin ilk kez ithalatından piyasaya sürülmesinden önce Bakanlığa yapılan başvuruların incelenmesinden ve kurulun kararından sonra Bakanlar Kurulu kararı ile izin verilmesi öngörülüyor.

İthalatta binde 3 kesinti olacak

Taslağın Mali Hükümler bölümünde bu Kanunun uygulanması kapsamında sağlanacak gelirler arasında, ithalatına izin verilen GDO ve ürünlerinden alınan fonlardan binde 3 kesinti yapılması ayrıca sigorta yapan kuruluş tarafından özel hesaba bir ay içinde yatırılacak GDO’lar ve ürünlerinin  sigortalanmasından binde 1 pay kesilecek.

Bu kesintilerin yanı sıra, GDO’lar ve ürünleri ve bunlarla ilgili iş, işlem ve faaliyetlerden dolayı uygulanacak cezalarda  genel bütçeye gelir olarak kaydedilecek.

Ulusal Biyogüvenlik Kurulu oluşturulacak

Taslağın 10.Maddesinde, GDO ve ürünleri ile ilgili yapılan başvuruları değerlendirecek Ulusal Biyogüvenlik Kurulu’nun oluşturulması öngörülüyor. Kurul, tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan 4 Çevre ve Orman Bakanlığından (biri çevre diğeri orman konusunda olmak üzere) 2, Sağlık Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığından birer üye olmak üzere toplam 9 üyeden oluşacak. Üyeler, adı geçen kurumların teklifi ve Bakanlar Kurulunun onayı ile  üç yıllık süre ile görev yapacak.

Kurulun başkan ve başkan yardımcısı Tarım Bakanının teklifi ve Bakanlar Kurulunun onayı ile atanacak. Tasarıda ayrıca Bakanlık tarafından başvuruları incelemek üzere Bilimsel Danışma Kurulu’nun oluşturulması da öngörülüyor. Bakanlığa karşı sorumlu olan Bilimsel Danışma Kurulu’nun kaş kişiden oluşacağı konusunda bilgi yer almadı. GDO ile ilgili yapılan başvuruların her birini incelemek üzere bu danışma kurulundan 11 kişilik bir heyet oluşturulacak.

GDO’ları izinsiz ve amaç dışı kullananlara hapis cezası

Taslakta, GDO ve ürünlerini Bakanlık tarafından izin verilen amaç dışında kullananlara 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası ve  500 günden 1000 güne kadar adli para cezası verilmesi öngörülüyor. İzin amacı dışında kullanılması ve bir zarar gelmesi durumunda hapis cezası 3 yıldan, adli para cezası ise 750günden az olamayacak.

GDO ve ürünlerini bebek formülleri, devam formülleri ve bebek ve küçük çocuk ek gıdalarında kullananlara, bu tür ürünlerin ithalatını ve/veya ülke içinde dağıtımını gerçekleştirenlere 4 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası ve bin günden 2 bin güne kadar adli para cezası öngörülüyor.

Bakanlık tarafından belirlenen alanlar dışında GDO üretimi yapanlara 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Bu fiilden zarar meydana gelmesi halinde hapis cezası 3 yıldan az olamayacak.

Bakanlığa gerçeğe aykırı beyanda bulunanlara da 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası öngörülürken, bu beyana dayalı olarak izin alanlar 4 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırma getiriliyor.

Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan ve Tarım bakanı Mehdi Eker’in deyimi ile en kısa zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelecek olan taslağın sert tartışmalara neden olması bekleniyor.

Ali Ekber Yıldırım
Başlık: Türkiye GDO’ya mecbur değil!
Gönderen: Tuğra - 16 Kasım 2009, 19:59:04
Satın aldığımız GDO’lu ürünlerin ekimi primle teşvik edilse üretim açığı 1 yılda kapatılabilir. Oysa Türkiye geçen yıl sadece mısır ve soya ithalatına 1 milyar dolardan fazla para ödedi!

Aslında Türkiye, GDO’lu gıda veya yem ithal etmek zorunda değil. Bugün GDO’lu satın aldığımız mısır ve soya gibi ürünlerin ekimi primle teşvik edilip, bu tohumlarda üretim açığı birkaç yılda kapatılabilir.

Nitekim hükümet 2004’te mısıra prim verince bir yılda mısır üretimi 1.1 milyon ton arttı, ithalat ihtiyacı birkaç yüz bin tona indi. “Bir yıl sonra ‘amacına ulaşmıştır’ diyerek primi kaldırdılar” diyor Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin: “Amacına ulaşmış olur mu? İşte ithalata harcanan milyarlar.”

Başka kaynaklar primin GDO tohumcuları ile ithalat lobisinin baskısıyla Tarım Bakanlığı tarafından kaldırıldığı görüşünde. Türkiye geçen yıl sadece mısır ve soya ithalatına bir milyar dolardan fazla para ödedi.

Bu para Türk çiftçisine prim olabilirdi. “Biz de ne yiyip ne içtiğimizi bilirdik” diyor Yetkin: “Ama Türkiye nedense yağlı tohumlarda (mısır, ayçiçeği, kanola, soya) hep açık veriyor.  Hükümet tarımsal üretimi artırabilir. İklim, toprak, çiftçinin bilgisi buna müsait. Ama hükümetler tarımsal üretimi artıracağına ithalatı artırıyor. Karşımıza GDO diye bir sorun çıkarıyor.”

Hiçbir devlet GDO’lu yem veya gıda ithal etmek zorunda değil. İsviçre GDO konusunda halk oylaması yaptı ve kapılarını GDO’ya tamamen kapadı. Dünya GDO’suz mısır, ay çiçeği, soya kanola dolu. İsviçre ihtiyacını bu kaynaklardan karşılıyor. Türkiye de aynı şeyi yapabilirdi.

Faydalı mı zararlı mı?

Bu sorunun cevabını kimse bilmiyor. Biliyorum diyenlere de inanmamanızı öneririm. Çünkü GDO’lu ürün tüketmenin sağlık açısından sonuçlarının ne olduğu meçhul. Bu konuda bilim adamları arasında derin görüş ayrılıkları var. Nedeni bu güne kadar yapılan bilimsel araştırmaların az sayıda ve sığ olması. Sonuçların hiçbiri zarar veya fayda konusunu ne kanıtlıyor ne de yalanlıyor. Aynı ürün üzerinde yapılan ve ters sonuçlar veren araştırmalar bile var.

Santa Clara Üniversitesi Çevresel Bilimler Enstitüsü öğretim üyelerinden Michelle Marvier’in görüşü şu: “Hiçbir araştırmanın bulguları ciddiye alınmamalı... Taa ki başka araştırmalar o bulguları doğrulayıncaya kadar”. Bazı bilim adamları ve Greenpeace gibi örgütler verilerin, genetiği değiştirilmiş ürünlerin sağlık tehlikesi yaratmadığını kanıtlamadığını ileri sürüyor. GDO’lu ürünlerin tüketiciye sunulmadan daha sıkı deneylerden geçmesini öneriyor.

Genetiğinin değiştiğini nasıl anlayabilirsiniz?

(http://i.milliyet.com.tr/GazeteHaberIciResim/2009/11/16/fft16_mf426898.Jpeg)

GDO’LU herhangi bir ürünü, örneğin mısırı, görünüşünden veya tadından anlayamazsınız. Satın aldığınız herhangi bir hazır gıdada GDO olup olmadığını da anlamanız mümkün değil. Çünkü Türkiye’de satılan hiçbir hazır gıdanın etiketinde GDO olup olmadığı da yazmaz. Bu durum yakında değişecek... Tarım Bakanlığı konuyla ilgili bir yönetmenlik çıkardı. Herhangi bir üründe yüzde 0.9’da fazla GDO olursa etikette belirtilecek.

GDO’lu gıda yer miyim ve sevdiklerime yedirir miyim ?

(http://i.milliyet.com.tr/GazeteHaberIciResim/2009/11/16/fft16_mf426899.Jpeg)

Hayır... Ne yerim ne evime sokarım ne de sevdiklerime yediririm. Çünkü doğal gıdanın insan vücudu için en yararlı gıda olduğuna inanıyorum. GDO’lu ürünlere güvenmiyorum. Onları icat edip üretenlere, ekenlere ve satanlara hiç güvenmiyorum...

Niye Frankenştayn gıda?

(http://i.milliyet.com.tr/GazeteHaberIciResim/2009/11/16/fft16_mf426900.Jpeg)

Genetik mühendislik cinsler arası gen transferine olanak veriyor. Hayvan geninden alınan özellikler bitki genine, bitki geninden alınan özellikler hayvan genine monte edilebiliyor. GDO’lu mısır, normal mısır gibi sadece bitki değil. Biraz bitki biraz hayvan.

Çünkü bitki olmayan canlıların özelliklerine sahip. Doğa, havyan geninden bitkiye, bitkiden hayvan genine transfer yapmaktan kaçıyor! Doğa yapabileceğini yapmıyorsa çok dikkatli olmak gerekir, çünkü sonuçlar hem insan hem de bitki varlığı için çok ciddi olabilir. Bu konuda çalışan bilim adamlarının çoğunluğu genetik mühendisliğin potansiyel olarak tehlikeli sonuçlar verebileceği konusunda hemfikir.

Bulaşma riski!

Genetiği değiştirilmiş gıda bitkilerine kazandırılan özelliklerin genetiğiyle oynanmamış gıda bitkilerine bulaşma olasılığı var. Bazı cinsler yok olabilir. Bazı cinsler kısırlaşıp ot haline gelebilir. Bu özellikle Türkiye gibi bitki zengini bir ülke için büyük bir tehlike.
GDO’lu gıdalar yeni alerjilere ve zehirlenmelere neden olabilir. Bunlar bu güne kadar olmadı diye olmayacak demek değil. Ayrıca, olmuş olsa bile bu başıboşluk ve laçkalıkta farkına varabilecek miydik, o da ayrı hikâye.

Metin Münir / Milliyet
Başlık: Bu düzen nasıl yıkılır?
Gönderen: Lika - 16 Kasım 2009, 20:43:00
Bu düzeni yıkmanın zor olmadığını ve yıkabilecek gücün bizde olduğunu elbette sizde biliyorsunuz. Fakat bazılarımız bu düzeni yıkmak için çabalarken bazılarımızın da düzenin hamiliğini yapması işleri zorlaştırıyor.

 

Bu düzeni yıkmak için değişime razı olmak şart. Girdiğimiz gibi çıkamadığımız düzenin okullarında enjekte edilen tek tiplilik, sessizlik, siniklik, siliklik, bananecilik gibi sayısız virüsünden kurtulmak gerekiyor. Bunun içinse gerekli olan şey, ‘aşı’!

 

Aşı dediysek hemen gidip uluslararası ünlü aşı propagandisti Recep Akdağ’ın aşılarından söz ediyor değiliz. Sözünü ettiğimiz aşı, o aşının da panzeri.

 

Bu aşı da bedel, aşı olmakta değil olmamakta. Üstelik bunu için ne bir doktor lazım ne de bir enjektör. Ne bir ilaç gerekli ne de zararlı bir etkisi var. Bekle gör gibi bir süreçte gerekmiyor.

 

Bu çarpık düzeni yıkmak hem şart, hem de elimizde. Bu düzeni yıkmak için acele etmez isek hızla yükselen tehlikesi bizleri acınası bir hayatın içine doğru sürükleyecek paletleri arasında doğrayacak.

 

Bu tehlikeli düzeni yıkmak için ne tanka, ne topa, ne misket bombalarına, ne de başka kirli silah gerekiyor.

 

Tarifi kolay, kullanımı basit bir reçetesi,

 

hazmı kolay bir menüsü,

 

faturası hafif bir bedeli var.

 

Neticesinden rahatsız olacaklar, az uz güçler değildir elbette. Ama bunlar arasında Genelkurmay olmayacak!

 

Neticesinde sizi ne sevgili Hasan Karakaya ‘İsrail aşığı’ ilan eder, ne de bir takım ‘yandaş medya’ tarafından kirletilmek istenirsiniz.

 

Bu işte kızsa kızsa, bazı aklıselim olmayan akademisyen ve bürokrat ile birkaç patent sahibi ve bazı işbirlikçileri kızar. Onlarında işin tuzu biberidir tadını çıkarmak için katlanmak gerek.

 

Bu düzeni yıkmak için gerekli olan en önemli kilometre taşı, size bu düzenin dayattığı model ve isteklerden kurtulmayı istemek…

 

Evet, sadece inanmak ve istemek…

 

Diğer gerekli malzemeyi biz sağlarız.

 

Alsında buna bile gerek yok. Biz size sadece bir yol haritası verelim, inanıyoruz ki siz bu düzeni mum ışığında bile yıkarsınız!

 

Sizi temin ederiz ki genelkurmayımsı güçler sitesine bildiri koymaya bile vakit bulamadan iktidarı ele geçirirsiniz. Sefasını sürmekse becerinize kalmış bir şey…

 

Aslında bu düzeni yıkacak reçetenin ne olduğunu herkes çok iyi biliyor. ‘Bize bir şey olmaz’, ‘atın ölümü arpadan olsun’ şeklindeki bayağı düşüncelerden kurtulmak gerekiyor.

 

Bu bedbaht düzenin dayattığı modelden kurtulmak hem bizim hem de insanlığın hayrına yapılabilecek en iyi eylem olduğuna inancınız tamsa bunu yapabileceğinizden şüpheniz olmasın.

 

Bu düzeni ki, tüm canlılara dünya dar eden yıkılası bir sistemdir.

 

Ondan hayır beklemek şeytandan hayır beklemekten daha kötü…

 

O, hayır değil şer, o yararlı değil zararlı bir düzendir ki; yıkmak mı yıkmamak diye iki yol yok önümüzde.

 

Bu yıkımda rol almayan gençler, gelecek hayallerinden evliler çocuk beklentilerinden, orta yaşlılar torun sevgisinden ve sağlıklı bir yaşlılık hayalinden vazgeçmeye mecburlar.

 

Tek yol ‘devrim’! Yani bu düzeni yıkmak!

 

Bunları yetişebilen belki de son nesil bizlerdik ama bu devrim hayali için, cop yemeyi göze alma, parmaklılar ardında beklemeye, korsan duvar yazıları yazmaya, gecenin bir yarısında bildiri dağıtmaya da gerek yok.

 

Global Devlerin Oyunu olan ve geleceğimizi kontrol etmek, bağımsızlığımızı sona erdirmek kısaca, yaşamımız verecekleri bir karara bağlı olan bu silah, şimdi yediden yetmişe hepimizin midesinde.

 

Yeni doğan bir bebek, bu çirkef düzenin paryası olarak doğuyor.

 

Bunun için ilk adım olarak hem bu ülkede ki düzenin hem de küresel düzenin zihnimize ilmek ilmek dokuduğu zararlı hasletlerden kurtulmayı hedef olarak koymalı herkes.

 

Sonra gıda ürünlerinin etiketini okumaya başlamalı. Bilmediğimiz bir içerik görünce onun ne olduğunu öğreninceye kadar o ürünü tüketmekten vazgeçmeli. Onun zararsızlığından emin olamadan bir daha tüketmemeli.

 

En önemlisi pazara arz edilip ardından reklâm edilerek tükettirilen ne kadar ürün varsa bir bir uzak durmalı.

 

Arz edilen ürünleri tüketme alışkanlığından vazgeçmediğimiz müddetçe bu ‘lağım düzeni’ aynen devam eder. Kendi talebini oluşturmak ve üreticilerin talebimize yönelik üretim yani arzlar yapmalarını sağlamak demektir ki; işte çözüm budur. Bu serbest piyasa ekonomisi denilen emperyalist düzende insanlar mideleri üzerinden yönetilmekteler.

 

Bu düzenden rahatsız olmayan birileri varsa bilin ki onlar fıtratları bozulmuş yaratıklardır. Bu tüketmeme gücümüzü devreye sokarsak üretici bunu asla göz ardı edemez.

 

Çünkü sizi şekillendiren mideniz. Midemize gireni bilmiyorsak geleceğimizden emin olmamız söz konusu olamaz.

 

Peki, ne yapmalı? diyorsanız yağ alışkanlıklarını değiştirerek başlayabilirsiniz. Sızma Zeytinyağı dışındaki tüm yağların GDO içerdiğini bilerek bu yağlardan uzaklaşabiliriz. ‘Soya lesitini’ içeren tüm gıdaları satın almayarak devam edebiliriz.

 

Mevsimsiz sebze meyve yemeyerek sağlıklı yaşanabileceğini hazır içeceklerin şerrinden korunmak gerektiğini, şekersiz denilen ürünlerin GDO’lu tatlandırıcılar içerdiğini, mısır şuruplu ürünlerden sakınmamız gerektiğini bilerek ve buna uygun tüketerek başlayabiliriz.

 

Bu düzen böyle yıkılır. Başka yolu yok!

 
Kemal Özer
timeturk
Başlık: GDO'lu gıdaları yıllardır yiyoruz!
Gönderen: Tuğra - 17 Kasım 2009, 21:08:25
GDO�yu böyle ateşli tartışmaya yeni başladık. Oysa yıllardır GDO�lu ürünleri tüketiyoruz...

Çünkü Türkiye�de GDO�lu ürün ithali geçen aya kadar kontrolsüzdü. Hükümetler ithalatı başıboş bıraktı. Yasal boşluklardan dolayı en geri Afrika ülkesinde bile ender görülen bir laçkalıkla halka yıllarca GDO�lu gıdalar yedirildi!

ABD�de ilk ekildiği 1996�dan bu yana milyonlarca ton GDO�lu gıda ve hayvan yemi kontrolsüz olarak Türkiye�ye ithal edildi. Bunların çevreye, insan ve hayvan sağlığına etkisi konusunda hiçbir bilgi yok. İthal edilen ürünler arasında bu konuda dünyanın en liberal ülkesi olan ABD�de bile yetkili makamlardan izin almadan ekilen GDO�lar olabilir. Bunlar bebek mamalarına bile girmiş olabilir.

Genetiği ile oynanmış pamuktan üretilmiş giysiler giyiyor olabilirsiniz. Genetiği değiştirilmiş tohum bile ithal edilmiş ve ekilmiş olabilir. Ve bunun çevrede, yabani bitkilerde kimsenin farkına varmadığı etkileri bile olabilir.

Soframıza gelen beyaz ve kırmızı etlerin büyük bir bölümü GDO�lu yem ile beslenen hayvanlardan elde ediliyor. Yağ, hazır gıda ve meşrubatlar da GDO�lu ürün içeriyor. Hangi markalarda ne kadar kullanılıyor, meçhul!

Bunlar neden oldu?

Çünkü Türkiye�de GDO�lu ürün ithali geçen aya kadar tamamen serbest ve kontrolsüzdü. Hükümetler GDO konusunda duyarlı davranmadı, ithalatı başıboş bıraktı. Yasal boşluklardan dolayı en geri Afrika ülkelerinde bile ender görülen bir laçkalıkla yıllarca halka GDO�lu gıdalar yedirildi.

Türkiye Yem Sanayicileri Birliği�ne göre her yıl dışarıdan ithal edilen 4 milyon civarında hayvan yeminin yüzde 80�den fazlası GDO�lu. Hayvan Besleme Bilim Derneği geçen sene �ağırlıklı olarak� genetiği değiştirilmiş 1.7 milyon ton mısır ve yan ürünü, 1.6 milyon ton soya ithal edildiğini açıkladı. Bu rakamlar ülkemizde kullanılan hayvan yeminin yaklaşık yüzde 40�nın GDO�lu yemlerden meydana geldiğini gösteriyor.

Hükümet �devam� dedi

Hükümetten bu ürkütücü durumu düzeltmesi beklenirken, Tarım Bakanlığı geçen ay sürpriz bir yönetmenlik yayımlayarak GDO�lu ürünlerin ülkeye girişini meşrulaştırdı. GDO lobicisi Amerikan kuruluşu ISAA�ya göre Türkiye resmen GDO�lu gıda ve yem ithal eden 31�inci ülke oldu. Dünyadaki toplam ülke sayısı yaklaşık 200. Artık bebek mamaları dışında her hazır gıda, meşrubat ve yağda GDO�lu ürün bulunması serbest ve yasal. Yemde de durum aynı...

GDO NEDİR?

Kısmen hayvan, kısmen bitki

GDO �genetiği değiştirilmiş organizma�nın kısaltılmışı. Bitkilerin on binlerce yıldan beri nesilden nesle aktardıkları özellikleri var. Bu özellikleri tayin eden ve bir nesilden diğer nesle doğal yollardan nakleden, DNA denilen kimyevi bileşim. DNA�yı bir formül gibi düşünebilirsiniz. Yeni teknolojiler bu formüllerin doğal olmayan yollardan, insan eliyle değiştirilmesine izin veriyor. Bioteknoloji veya GEN teknolojisi kullanılarak bir canlının bazı genleri alınıp bir bitkiye monte ediliyor.

İlk genetiği değiştirilmiş organizmalar, çiftçinin ürününü hastalıklara karşı korumak amacıyla geliştirildi. Gıda veya yem olarak kullanılan bazı bitkiler, genetik yapıları değiştirilerek, haşerelere ve virüslere karşı daha dayanıklı hale getirildi.

Raf ömrü uzadı

İkinci aşamada raf ömrü daha uzun olan çilek, domates, kabak ve biber gibi ürünler geliştirildi. Halen sayısı 30 olan genetiğiyle oynanmış ürün sayısının 2015�e kadar 120�ye çıkması bekleniyor. Yüzyılın yarısına gelinmeden, genetik mühendislik dünyanın en önemli teknolojisi olacak ve ticari önemi olan bütün ürünlerin genetiği değiştirtilecek. Doğanın yarattığı gıda bitkileri âleminden insanın yarattığı kısmen hayvan kısmen bitki gıda bitkileri âlemine geçeceğiz!..

Türkiye resmen GDO�lu gıda ve yem ithal eden 31�inci ülke oldu

ANAVATANI ABD

Sert domates size ne hatırlatıyor?

Gıda bitkilerinin genleriyle oynanması işi ABD�de başladı. Piyasaya çıkan ilk genetiği değiştirilmiş ürün yumuşamayan ve çürümeyen sert domatestir. (Size bir şey hatırlatıyor mu?)

Domateste onun yumuşamasını sağlayan �polygalacturonase� adlı bir enzim var. Transgenetik domates bu enzimin çalışamaz duruma getirilmesiyle sağlandı. Avrupa�da da satılan domatesler, 1994�te piyasaya çıktı ve GDO�lu ürünlerin sembolü haline geldi. Ama beş yıldan kısa bir süre içinde sağlık nedenleriyle piyasadan çekildi.

Pirinç ve buğday sırada

Ekilen ve hâlâ ekilmeye devam edilen ilk genetik mühendislik ürünü tohumlar 1996�dan bu yana ürün veren soya fasulyesi, pamuk ve mısırdır. Ardından pamuk, kabak, papaya, kanola, karanfil çiçeği geldi.

Geçen yıl ise ABD�de ilk defa genetiği değiştirilmiş şeker pancarı ekimi başladı (Bizde hükümetlerin dış baskıyla şeker pancarı ekimini öldürdüğünü hatırlayacaksınız). Sırada pirinç ve buğday var.

Susuzluğa, sıcağa, tuza dayanıklı tohumlar da geliştiriliyor. ABD�de 2012�ye kadar susuzluğa dayanıklı darı yetiştirilmesi bekleniyor. Genetik mühendisliği diğer gıdalara ve pazarı geniş olan ürünlere (mesela çiçek) de el atacak ve yüzyılın yarısına gelmeden her gıda ürününün genetiği değiştirilmiş çeşitleri bulunacak.

Silah olabilir mi?

Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan bir rapora göre bugün 30 civarında olan GDO cinsi ürünler, altı yıl içinde 120�ye yükselecek. Bioteknoloji yandaşı bir kuruluş olan Amerikan ISAAA�ya göre, 2008 yılında dünya GDO ekiminin yüzde 63 kadarı ABD�de yapıldı (Diğer iki büyük GDO ülkesi ABD�nin nüfuz sahasındaki Brezilya ve Arjantin). Gıda ve Bioteknoloji Pew Girişimi�ne göre, ABD�de ekilen soya fasulyesinin yüzde 85�i, pamuğun yüzde 76�sı ve mısırın yüzde 45�i GDO�lu. Amerikalı çiftçiler ihracat gelirlerinin dörtte birden fazlasını GDOlu ürünlerden elde ediyor.

GDO işinin bir tehlikesi daha var. Dünya gıda ve yem piyasası Amerikalıların eline geçecek ve Washington (Rusya�nın doğalgazı kullandığı gibi)  bunları bir silah olarak kullanabilecek.

Metin Münir - Milliyet
Başlık: GDO araştırmalarının perde arkası!
Gönderen: Tuğra - 20 Kasım 2009, 01:17:01

GDO araştırmalarını şirketler mi kontrol ediyor?

Scientific American dergisinin 2009 Ağustos sayısının 28.sayfasında Editörler tarafından yayınlanan makale hakkında bir özet paylaşmak istedim:

Bu makaleye göre dev tohum şirketleri GDO tohumlarını satmadan önce alıcıya bir anlaşma imzalatarak alınan tohumlarla bilimsel araştırma YAPILMAMASINI garanti altına alıyorlar….Ve eğer alınan GDO tohumla izinsiz bir bilimsel araştırma yaparsanız bunun kanuni yaptırımı oluyor….

Ancak bir istisna var…Eğer araştırmanız GDO hakkında olumlu bir bulgu içeriyorsa şirket sizi dava etmiyor ve araştırmanızın yayınlanmasına izin veriyor..

Makaleye göre işte bu  nedenledir ki şu anda GDO'ların insan ve çevre üzerinde olumsuz etkilerini gösteren bir araştırmaya pek rastlayamıyoruz….

Makale daha önceden Tohum şirketlerinden araştırma için izin alan ancak daha sonra sonuçlar olumsuz yönde olunca engellenen araştırmalar olduğunu vurguluyor…GDO teknolojisine karşı “olumlu” ya da “olumsuz” tavrınız şirketlerin size izin verip vermemesi konusunda belirleyici oluyor….

Eğer şirketten izin almadan bir araştırma yapar da olumsuz bir bulguya rastlar, bunu yayınlarsanız bu sefer kanuni yaptırımı göze almanız gerekiyor.. Bilim adamları bu yaptırımı göze almak istemiyorlar...

Scientific American makalesine göre  Dev GDO Tohum şirketleri bağımsız bilimsel araştırmalarda seçici davranmakta ve yalnızca olumlu bilimsel araştırmaların yayınlanmasına izin vermekte…..

Tohum Şiketleri tohum verdiği kişilere bağımsız  bilimsel araştırma yapılması konusunda getirdiği yasağı kaldırmadığı sürece GDO'lar hakkında sadece olumlu bulgulara rastlamak kaçınılımazdır...

Bağımsız araştırmaların önü açılmadığı sürece GDO'lar hakkında doğru ve tarafsız verilere ulaşmak mümkün değildir…Şirketler tohumlar üzerindeki bilimsel araştırma yasağını kaldırmalıdır….ve satışına izin verilen GDO'lar için bilim adamlarına sınırsız erişim hakkı tanınmalıdır.

Sadece şirketlerin izin verdiği araştırmalardan yola çıkarak GDO'lar hakkında tarafsız bir görüş elde etmek mümkün olamaz….

Levent Kartal
Başlık: GDO’nun etkisi hemen belli olmaz
Gönderen: Lika - 20 Kasım 2009, 02:02:05
GDO ile ilgili olarak bugüne değin insan sağlığına ilişkin birçok spekülasyon yapıldığına dikkati çeken Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Gök, ‘’Ancak GDO’lu bir ürünün ekilmesi durumunda değişen genin kendisini bulunduğu ortamda istemediği şart ve zararlılara karşı nasıl savunacağına, o ortamın mikrobiyel ekolojisini tehdit edebilecek ne gibi salgılar üretebileceğine dair henüz elimizde bilimsel veriler bulunmamaktadır’’ dedi.

Prof. Dr. Gök, GDO’lu ürünlerle ilgili en önemli konunun insan sağlığına etkileri olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti: ‘’Bu konuda Çernobil olayını hatırlamakta yarar vardır. Çernobil olayını müteakip dönemin bakanı televizyonlarda, kamu önünde ‘radyasyonlu çay zarar vermez’ diyerek çay içmiştir. Bilim insanları o zamanlar söz konusu etkinin ortaya çıkmasının 15-20 yıl gibi bir zaman alabileceğini belirtmişlerdi. Nitekim günümüzde radyasyondan etkilenen Karadeniz Bölgesi’nde ilgili hastalığın ne denli yaygın olduğu görülmektedir.’’

Prof. Dr. Gök, GDO’lu ürünlerin muhtemel etkisinin de 5-10 yıl gibi kısa sürede görülmesini beklemenin iyimserlik olacağını, bazı etkilerin nesiller sonra ortaya çıkabileceğini vurgulayarak, şöyle devam etti: ‘’Alınan ürünün insan organlarına muhtemel etkilerinin ortaya çıkması bile Çernobil olayında olduğu gibi 20-30 yılı alabilir. O bakımdan, yönetmelikle izin verilen binde dokuzluk bir karışım değerini ‘eseri’ (çok az miktar) kabul etmek çok yanıltıcı olabilir. Bir maddenin karışımda eseri sayılıp sayılmayacağı, o maddenin muhtemel zarar derecesi ile ölçülür. Dolayısıyla binde 9’luk bir oranı Fransa binde 1’e çekmeye çalışıyor. Biz ise binde 9’u normal karşılıyor ve altındaki seviyenin zarar vermeyeceği gibi bir duyguya kapılıyoruz. Bu çok yanıltıcı olabilir.’’

Türkiye gibi bir tarım ülkesinin GDO’lu ürün ekimi, işlenmesi veya pazarlanmasında herhangi bir şekilde yer almaya ihtiyacı olmadığını savunan Prof. Dr. Gök, ‘’Bunun yerine yerli gen kaynaklarımızın korunmasına, geliştirilmesine, ıslâh çalışmalarına, yerli tohumculuk sektörünün oluşturulmasına çalışılmalıdır. Bu bakımdan GDO’lu ürünlerle ilgili çıkan yönetmelik bunların Türkiye’ye girişini düzenlemeye değil, engellemeye yönelik olmalıydı’’ diye konuştu.


Çernobilde olduğu gibi 20-30 yılı alabilir

Prof. Dr. Gök, “Alınan ürünün insan organlarına muhtemel etkilerinin ortaya çıkması bile Çernobil olayında olduğu gibi 20-30 yılı alabilir. O bakımdan, yönetmelikle izin verilen binde dokuzluk bir karışım değerini ‘eseri’ (çok az miktar) kabul etmek çok yanıltıcı olabilir. Bir maddenin karışımda eseri sayılıp sayılmayacağı, o maddenin muhtemel zarar derecesi ile ölçülür. Dolayısıyla binde 9’luk bir oranı Fransa binde 1’e çekmeye çalışıyor. Biz ise binde 9’u normal karşılıyor ve altındaki seviyenin zarar vermeyeceği gibi bir duyguya kapılıyoruz. Bu çok yanıltıcı olabilir” dedi.

timeturk
Başlık: Yönetmelik değişti! Ama ne değişti?
Gönderen: Tuğra - 21 Kasım 2009, 00:38:06

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve tartışmalara neden Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ürünlere ilişkin yönetmelikte değişiklik yaptı. Ama ne değişiklik!

Yapılan değişiklik sonrasında GDO'lu ürünlerin transit geçişindeki yasak kaldırılırken, transit geçişlerin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın düzenlemesi ile belirlenecek. Ayrıca, "Gıda veya yem GDO'lardan biri ya da birkaçını toplamda en az yüzde 0.9 oranında içeriyor ise, GDO'lu olarak kabul edilecek" ve "Gıda veya yemin yüzde 0.5 ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmeyecek" fıkraları yürürlükten kaldırıldı.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol Ve Denetimine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik 26 Ekim'den geçerli olmak üzere Resmi Gazete'de yayımlandı.

Buna göre, Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak, GDO'lu gıda ve yemlerin işleme ve tüketim amacıyla ithali, piyasaya sürülmesi, tescili ve ihracatı yasak olacak. GDO'lu gıda ve yemlerin transit geçişine ilişkin usul ve esaslar Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek. Gümrük idarelerince, bu Yönetmelik kapsamındaki ürünler için GDO'ya ilişkin ek bir belge aranmayacak.

YÜZDE 0.9 ORAN ŞARTI YÜRÜRLÜLÜKTEN KALDIRILDI

Ayrıca, "Gıda veya yem, GDO'lardan biri ya da birkaçını toplamda en az yüzde 0.9 oranında içeriyor ise, GDO'lu olarak kabul edilecek", "Gıda veya yemin yüzde 0.5'ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmeyecek" ve "GDO'suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO'suz olduğuna dair ifadeler bulunamayacak" fıkraları yürürlülükten kalktı.

KOMİTEDE ÜNİVERSİTE GÖREVLİLERİ VE UZMANLAR YER ALACAK

Bakanlık tarafından GDO ile ilgili bilimsel ve teknik verileri araştıracak, yorumlayacak ve görüş oluşturacak, görev süreleri iki yıl olan uzmanlar listesi teşkil ettirilecek. Uzmanlar listesi üniversiteler, TÜBİTAK ve araştırma kuruluşlarında görevli konu ile ilgili uzman veya öğretim üyelerinden oluşturulacak. Her bir başvuru için, uzmanlar listesinde bulunanlar arasından, Bakanlıkça seçilecek on bir üyeden oluşan yeni bir komite teşkil ettirilecek.

İthalatçı firmadan, GDO ve ürünlerinin üretildiği veya yüklendiği ülke yetkilileri tarafından düzenlenmiş ürünün miktarı ve aktarılan geni belirten belge veya uluslararası akredite bir laboratuardan alınmış analiz raporu istenecek.

Ürünün üretildiği ülke dışında başka bir ülkeden yüklenmesi durumunda üretici ülkenin vermiş olduğu belgeyle beraber yüklendiği ülkenin yetkili otoritesince düzenlenmiş, parti numarası, miktarı ve GDO çeşidini belirten belge aranacak şartı da yürürlülükten kaldırıldı.

26 Ekim'den önce kontrol belgesi alınmış ürünlerin ithalatında, bu ürünlerin Avrupa Birliği'nin kabul ettiği kriterlere uygun olması koşulu ile izin, başvuru ve ithalat hükümleri 1 Mart 2010 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayacak.

Sabah
Başlık: '10 yıldır bilmeden yediniz, 4 ay daha yiyin'
Gönderen: Tuğra - 23 Kasım 2009, 00:54:15
(http://www.veteknoloji.com/resimler/haberler/20091121074539_domates.jpg)
 
İthal edilen mallar gümrüklerde analiz kuyruğunda takılıp şirketler isyan edince Tarım Bakanlığı, öyle bir değişiklik yaptı ki, bununla halka "10 yıldır bilmeden GDO yediniz 4 ay daha yiyiverin gari" demiş oldu.

Genetiği değiştirilmiş organizmalı ürünlerle ilgili yönetmelik, ithal edilen mısırlar, soyalar, pirinçler limanlarda analiz için bekletilip şirketler isyan edince 25 gün sonra yine değişti. Yeni yönetmeliğe göre, GDO analizleri 1 Mart’ta başlayacak. O tarihe kadar ithal edilen gıda ürünleri, geçtiğimiz 10 yılda olduğu gibi denetlenmeyecek.

Tarım Bakanı Mehdi Eker’in, “Bundan sonra sınırlardan 1 gram GDO’lu ürün sokturmam” demesine rağmen gelen bu “esneklik” kararının, malları limanlarda bekleyen bazı büyük ithalatçıların “yukarıdan” baskısı ile alındığı iddia ediliyor.

Tarım Bakanlığı, 26 Ekim’de yayımlanan genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) içeren ürünlerin ithalatıyla ilgili yönetmeliği kamuoyundaki tartışmalar sonrasında değiştirdiğini açıkladı. Etikete ’GDO yoktur’ yazma yasağını kaldırmak, bilim kurulunu konuyla ilgili uzmanlardan kurmak gibi olumlu kararlar da içeren yönetmelik, ithal edilen gıda ürünlerinin GDO denetimini ise 1 Mart 2010’a erteledi.

“Son 10 yıldır GDO’lu mısır, soya, pamuk ve kanola yiyoruz, hiçbir denetim yapılmıyor” denilerek açıklanan ilk yönetmeliğin ithalatı düzenleyen maddelerinin 4 ay ertelenmesi, “İthal edilip limanlarda bekletilen GDO’lu ürünler iç piyasada eritilecek” tedirginliği oluşturdu.

BEKLEYENLER GİRECEK

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 26 Ekim 2009 tarihinden önce kontrol belgesi alınmış ürünlerin ithalatında, bu ürünlerin AB kriterlerine uygun olması koşuluyla, izin, başvuru ve ithalat konusundaki hükümlerin uygulama tarihini 1 Mart 2010 tarihine uzattı. Böylece, yönetmeliğin çıkarılmasından önce kontrol belgesi almış ithalatçılara 1 Mart 2010 tarihine kadar süre tanınmış oldu. Bakanlığın, değişikliklere ilişkin yönetmeliği, Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlanarak 26 Ekim 2009’dan geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi.

'GDO YOKTUR'UN ZAFERİ

Değişikliğe göre, ilk yönetmelikteki “Gıda veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaçını toplamda en az yüzde 0.9 oranında içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul edilir. Gıda veya yemin yüzde 0.5’ten fazla izin verilmeyen GDO içermesi halinde ithalatına, işlenmesine, nakline, dağıtımına ve satışına izin verilmez. GDO’suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO’suz olduğuna dair ifadeler bulunamaz” hükümleri yönetmelikten çıkarıldı.

Buna göre, gıda veya yem, GDO’lardan biri ya da birkaçını içerirse orana bakılmadan GDO’lu olarak kabul edilecek. GDO’suz ürünlerin etiketinde istenirse ve ürünün GDO’suz olduğu ispatlanırsa GDO’suz olduğu yazılabilecek.

Bakanlık tarafından GDO ile ilgili bilimsel ve teknik verileri araştıracak, yorumlayacak ve görüş oluşturacak, görev süreleri iki yıl olan uzmanlar listesinin oluşturulmasına ilişkin düzenlemede de değişikliğe gidildi.

BÜROKRAT YERİNE UZMAN

Uzmanlar listesinin üniversiteler, TÜBİTAK ve araştırma kuruluşlarında görevli konu ile ilgili uzman veya öğretim üyelerinden oluşturulacağı hükme bağlandı. Daha önce, bu listede TAGEM, TÜGEM ve KKGM birimlerinden temsilciler de yer alıyordu.

Değişiklikle, GDO’lu gıda ve yemlerin “transit geçişlerini” yasaklayan madde yönetmelikten çıkarıldı. Bu da çok eleştirilen bir yasaktı ve karar sonrası Türkiye’nin transit hattan çıkarılmasına yol açtığı iddia ediliyordu.

GDO’DA 25 GÜNÜN ANALİZİ...

1 26 Ekim’de laboratuvar kapasitesinin yeterli olup olmadığına bakılmaksızın 27 gıda maddesinin ithalatına denetim geldi. Limanlara kilometrelerce uzaktakı 3 laboratuvarda yaşanan karmaşa nedeniyle pek çok üründe ithalatın durması sonrası Tarım Bakanlığı 2 Kasım’da harekete geçerek 4 ilde daha laboratuvar kurulması için talepte bulundu.

2 2 Kasım tarihinde GDO Analizi Yapılacak Ürün Listesi 27 ürün olarak belirlendi. Bu ürünlerin içinde domates, muz, marul da vardı. Tarım Bakanı basını eleştirerek, “Cahiller kafa karıştırıyor, domateste GDO olur mu? Televizyonlarda GDO haberlerinde domates görüntüsü kullanıyorlar” dedi. 9 Kasım’da liste 9 ürüne daraltıldı.

3 Son olarak gıda ithalatında denetim 1 Mart 2010 tarihine kadar ertelendi. Bundan sonraki 3 ay gıda ürünü ithalatında önceki dönemdeki gibi beyana bakılacak, analiz çalışması yapılmayacak.

İTHALATÇI HARIL HARIL BELGE ARIYOR

Yönetmelikteki değişiklik ithalatçıları da tam olarak rahatlatmadı. Çünkü yeni yönetmelikle ancak “AB kriterlerine uygunsa” 26 Ekim’den önce yapılmış ithalatlar 1 Mart’a kadar ülkeye sokulacak. Bu AB kriterinin net bir tanım olmadığını belirten ithalatçılar, GDO analizine takılmamak için ürün aldıkları yerlerden “AB standardına uygun” belgesi almak için çalışıyor.

‘İTHALATÇILAR BİZE DAVA AÇARLAR DİYE ERTELEDİK’

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Arslan, şimdiye kadar yapılan denetimlerde, bazı mısır, mısırözü, kanola, soya, yem katkı maddesi ve pirinç örneklerinde GDO tespit ettiklerini ve bu ürünlerin ithalatına izin verilmediğini açıkladı. Arslan, yönetmeliğin ithalatla ilgili maddelerinin 3 ay ertelenmesini ise ilginç bir iddia ile yanıtladı:

“Kazanılmış haklar çerçevesinde, bakanlık aleyhine hukuki süreçlere muhatap olmamak açısından, 26 Ekim’den önce kontrol belgesi alınan ürünlere, AB kriterlerini sağlamaları, AB mevzuatında belirtilen belgeleri sunmaları, yönetmelikteki etiketleme, kontrol ve denetimle ilgili hükümlere uymaları şartıyla 1 Mart 2010’a kadar ithalat imkanı getirildi. GDO’lu ise AB mevzuatında yer alan belgeyi sunmazsa, ithalatına izin verilmeyecek.”

‘LOBİ FAALİYETLERİNE TESLİM OLUNDU, TALİMAT YUKARIDAN’

Zİraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, “Lobi faaliyetlerine teslim olundu, GDO’lu ürünlerin ülkeye kontrolsüz girişine izin verildi” dedi. Günaydın, “Yönetmeliğe uyan babayiğit varsa GDO’lu ürünü getirsin diyen Tarım ve Köyişleri Bakanı’nın bu değişiklikten sonra tutumu ne olacaktır? GDO’lu ürünler zararlı, ülkeye girişini engellemek için düzenleme yaptık diyen Tarım Bakanlığı yetkilileri ne yapacaklardır? İstifa etmeyi düşünüyorlar mı?” diye sordu.

“Ortaya çıkan gelişmeler yapılan düzenlemenin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın inisiyatifinin çok üzerinde bir yerden geldiğini göstermektedir” diyen Günaydın, ilk yönetmeliğin yayımından bugüne kadar yaşananların kriz yönetimi konusunda ortaya çıkan inanılmaz bir kargaşa ve kaosa işaret ettiğini de savundu.

‘YİNE HAZIRLIKSIZ BİR REFLEKSLE HAZIRLANILDI’

SabancI Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Selim Çetiner, dün Resmi Gazete’de yayımlanan değişikliğin pek de sağlıklı olmadığı görüşünde. “Yine hazırlıksız bir refleks sonucu çıkarılmış izlenimi uyandırıyor” diyen Çetiner, “Sonuçta, 26 Ekim 2009 tarihli yönetmelikten önce ithal başvurusu olan ürünlerin girişini serbest bırakıyor gibi, ama buna da ”AB’nin kabul ettiği kriterlere uygun olması koşulu“ getirerek yoruma açık bırakıyor. Bu kriterler nelerdir ve buna kim karar verecektir?

Bu belirsiz. Yönetmeliğin, AB ile uyumlu hükümlerinden birisi etiketleme ile ilgili olanıydı. Onu da konuya vakıf olmayanların baskısıyla değiştirmiş bulunuyorlar” diye konuştu.

GDO TOLERANSI 0’A DÜŞTÜ, ZAMLAR YÜZDE 30'U BULUR

TÜm Gıda İthalatçıları Derneği Genel Sekreteri Melahat Özkan yeni yönetmelikle GDO tolerans oranının binde 9’dan 0’a çekildiğinin altını çizerek, “Bu, Türkiye’ye binde 1 bile olsa GDO’lu ürün sokulamayacağı anlamına geliyor. Bu karar özellikle yemde büyük fiyat artışlarını ve zamları beraberinde getirecek. Örneğin beyaz ette yüzde 30’luk zamlar yaşanacak” dedi.

Vatan
Başlık: GDO hakkında 7 hayati soru
Gönderen: Tuğra - 26 Kasım 2009, 13:59:27

GDO’nun zararlı olduğu bilimsel olarak ispatlanırsa ne olacak ?

"Yapılan araştırmalarda GDO’nun 0,1 oranı dahi insan ve hayvan sağlığı üzerinde zararlı olduğu bilimsel olarak ispatlanırsa ve bu zararın geri dönüşü de olmazsa o zaman ne olacak?"

Son 21 yıldır AB ülkelerinde yürürlükte olan tarım yasasına göre; tarım üreticilerinin pazarda satabileceği meyve ve sebzelerin biçiminin nasıl olacağı Brüksel tarafından belirleniyordu.

Örneğin dümdüz olmayan gerçek salatalıkların pazarda satılması yasaktı. 1988 yılında AB ülkelerinde yürürlüğe giren bu yürürlüğün ardından,  Türk Standartları Enstitüsü de “TS 1253 Hıyar Standardı” adıyla bilinen tüzükle bu kriterlerin aynen uygulanmasını öngörmüştü.

AB yetkilileri, uzun yıllar süren bu fiziki düzgünlük saplantısının, doğal ürünlerin girişini engellediğini ve GDO'cuların işine yaradığını fark etmişler. Avrupa Birliği Tarım ve Çevre Geliştirme Komisyonu, geçtiğimiz Haziran ayında, Avrupa Birliği’nin bazı sebze ve meyveler üzerindeki şekil denetimine son verdiğini duyurdu. Kabul edilen yeni düzenlemeye göre 26 sebze ve meyveye “şekil özgürlüğü” iade edildi.

Ancak unutulan bir şey var, AB ülkelerinde 1988 yılından sonra doğan ve bugün 21 yaşında olan çocuklar gerçek salatalığın ve diğer 26 sebze ve meyvenin "doğal halini" tanımıyorlar! Şimdi doğal meyve ve sebzelerle karşılaştıklarında yıllardır "yapay" beslendiklerinin "şokunu" nasıl atlatacaklar?

Evet, "trajik" bir olay değil mi?

Son yüzyılda insanların; haramdan çok- helalden, yapaydan çok- doğaldan, yalandan çok- doğrudan "korktuğunun" farkında mısınız?  Ve dünyaya vesvese yayıp, bu korkuları insanlara aşılayanların, dünyanın sağlığı ile oynadığının?

Kimin "yarattığı" yiyeceklerin şekline ve içeriğine "hüküm" veriyorlar?

Yaradan, her yarattığını ayrı bir hikmetle yaratırken, insanoğlu; şükür etmek, o nimetlerin faydası ile uğraşmak, kendisi için yaratılmış güzellikleri korumak ve doğal olarak üretip- tüketerek insanca yaşamak yerine neler ile uğraşıyor?

Ancak ince bir nokta var ki, AB yetkilileri 21  yıl sonra da olsa yaptıklarının hata olduğunu anlayıp, doğru olanı kabul edip geri adım atabiliyorlar!

AB’nin bu kararının ardından GDO’cular korkmuş olacak ki hemen Türkiye’ye demir attılar! Saygıdeğer Hükümet Yetkililerimiz de, dünyanın hiçbir yerinde faydası görülmemiş, ancak birçok ülkede zararı görüldükten sonra kapı dışarı edilmiş GDO’lara ve GDO’culara hoş geldin partisi yaparcasına” GDO Yönetmeliğini” apar topar yürürlüğe soktu. Hem de bir ay içinde, 26 Ekim ve 20 Kasım 2009 tarihlerinde olmak üzere iki yönetmelikle!

GDO’lar, yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar artık devlet onayı ile Türk halkına yedirilecek. (Allah, GDO’lu ürün yemek ve yetiştirmek istemeyenleri korusun İnşaAllah...)

GDO’ları tüketen ülkeler ve yetkilileri o “canavardan” kurtulmaya çalışıyorlar. Bizim yetkililerimiz ise adeta GDO'yu yeniden keşfetmekle uğraşıyorlar! Farklı alanlarda birçok bilim adamımız, araştırmacı ve yazarımız, Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların insan ve çevre sağlığı açısından büyük risk olacağını ifade ederken, Tarım Bakanlığı Yetkililerimiz, yayınladıkları yönetmelikle GDO’lar gelecek diyor!

Temenni ediyoruz ki AB ülkelerinde olduğu gibi uzun sürmeden, ülkemizdeki "Saygıdeğer Yöneticilerimiz" de gıdalarımız konusunda insan ve çevre sağlığı açısından hak olanı kabul edip yanlış kararlarından kısa zamanda dönerler!

Sayın Tarım Bakanımıza soruyoruz:

26 Ekim 2009’da yönetmelikte “GDO’suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO’suz olduğuna dair ifadeler bulunamaz” yasağı getirmişti. 20 Kasım 2009’da bu kalktı. Buna olumlu bir gelişme diyebiliriz.

Ancak eski yönetmeliğe göre ithal edilen gıda veya yem yüzde 0,9 oranında GDO içeriyor ise, GDO’lu olarak kabul ediliyordu. Yeni yönetmelikte bu kısıt kalktı. Artık yüzde 0,9 GDO içeren gıda veya yem GDO’lu sayılmayacak.  Yüzde 0,9 oranı AB standardı olarak sunuluyor.

Yeni yönetmeliğin, "İzin koşulları" başlıklı 6 ıncı maddesi, "Başvuru koşulları" başlıklı 9 uncu maddesi,  "İhalat" başlıklı 11 inci maddesi 1 Mart 2010 tarihine kadar uygulanmayacaktır deniyor.

*Peki, neden yönetmelik apar topar yürürlüğe girerken bu maddeler için uygulama dört ay sonra başlıyor? Uzun zaman boşluğu içinde ithalatı yapılan (GDO'lu olması yüksek ihtimal) mısır, soya, pamuk, patates, kanola gibi gıda ve yem ürünlerini ve içeriğini kim denetleyecek?

* Yüzde 0,9 eğer gerçekten AB standardı ise, neden Fransa GDO'lu ürünlerde yüzde 0,1 oranında ısrar ediyor?

* GDO’lu gıdaların kısa veya uzun zamanda sağlığımız üzerinde nasıl bir etki yapacağı bilinmezken, yapılan araştırmalarda GDO’nun 0,1 oranı dahi insan ve hayvan sağlığı üzerinde zararlı olduğu bilimsel olarak ispatlanırsa ve bu zararın geri dönüşü de olmazsa o zaman ne olacak? 

* Çevre, insan ve hayvan kısaca canlı hayata verilen tahribatın bedelini kim ödeyecek?   

* Siz, eşiniz ve çocuklarınız ile birlikte yapay, hormonlu, soyu kesik (hibrit), GDO’lu gıdalarla donatılmış bir sofraya oturup ailece o yemekleri yiyebilir misiniz?

* Çevreye zararlı olan ve cennet ülkemizin zengin biyoçeşitliliğini tehdit eden GDO’lara bu verimli topraklarda “gerçekten” ihtiyacımız var mı?

*Sağlıklı olduğu kanıtlanmamış, ancak tabiata zararı bilimsel araştırmalarla ispatlanmış, “şüpheli” sınıfındaki GDO’lar (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ağırlığı Müslüman Türk halkına helal midir?

Umarız Sayın Bakanımız buradan sesimizi duyar ve sorularımızı cevaplarlar

Nihal Doğan-iyibilgi
Başlık: Bir çiftiçinin GDO'lu itirafları
Gönderen: Tuğra - 30 Kasım 2009, 22:15:05

Edirne Ziraat odası Başkanı'ndan sonra şimdi de isminin açıklanmasını istemeyn bir çiftçi GDO'lu ekim yaptığını itiraf etti. Peki şimdi, "GDO'lu ekim yapıldığı ispatlansın istifa ederim" diyen Tarım Bakanımız ne yapacak?

"Geçen sene tarlama ekilen mısırlar GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) idi" diyor. Çanakkaleli çiftçi. İsminin açıklanmasını istemiyor, çünkü tohum aldığı firmayla önümüzdeki senelerde de çalışmak zorunda: "Başka alternatif yok. Tohumu veriyorlar. Sözleşmeye göre her şeyi onların belirlediği kurallara göre yapmak zorundasın.

Ekimin nasıl yapılacağını, hangi firmaya ilaçlama yaptıracağını hep onlar belirtiyor. Sonra kendi adamlarını getirip, dişi tohumların tüm püsküllerini kopartıyorlar, ardından erkek tohumlar toplanıyor. En sonunda dişiler olgunlaşınca, yine gelip kendileri mahsulü kaldırıyor. Ürünü de onlar satın alıyor. Biz kendi mahsulümüzü eksek, satamıyoruz."

Tarlasına ekilen mısırlar alıştığından daha az ilaçlandığı için ve bir sonraki seneye tohum vermediğinden, Çanakkaleli çiftçi tohumlarının GDO'lu olduğunu iddia ediyor: "Önceden mısırın, ayçiçeğinin tohumunu bir sonraki sene de ekerdin. Artık tohumlar kısır, tarlaya dökülen ayçiçeği tohumlarından yeniden filizlenenler oluyor. Bir bakıyoruz, tek gövde olması gereken filizden üç beş kafa çıkıyor. Hepsi cılız, büyüyemeden kuruyor."

(Newsweek Türkiye)
Başlık: Açlık mı, açlık borazanlığı mı?
Gönderen: Lika - 08 Aralık 2009, 02:00:39
Dünyanın içinde bulunduğu hâle yönelik bir şeyler söylemek için konuşanların ‘dünyada 1 milyar kişi aç’ dediğini sık sık duyarız.

 

6,8 milyarlık dünyada neredeyse her yedi kişiden birinin açlık sınırının altında yaşıyor olması, kuşkusuz hepimizin içini acıtmakta.

 

Bu veriler doğru mu? Dünyada neden bu kadar çok aç var? 1 milyar insanın açlık sınırının altında olduğu verileri kime ait? Elbette Birleşmiş Milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü, FAO’ya.

 

“Gıda güçtür! Onu davranışları değiştirmek için kullanırız. Bazıları bunu rüşvet olarak adlandırabilir. Özür dilemiyoruz” cümleleri ile meydan okuyan Catherine Bertini gibi kimselerin yönetici olduğu BM ve bağlı örgütlerin verilerine güvenebilir mi insan?

 

Sizleri bilmiyorum ama kuruluş niyetinden son icraatına kadar her açıdan sabıkalı bir örgüt(ler)ün hiçbir verisi benim için güvenilir olamaz.

 

Biz bir veri ve bilgi kadar, o bilgi ve veriyi verenin kimlik ve niyetine de bakarız. O halde bu cüretkâr sözlerin sahibi olan Catherine Bertini kimdir?

 

Sıkı durun o da bir Rockefeller ürünü…

 

ABD Tarım Bakanlığı Eski Müsteşarı,

 

BM Dünya Gıda Programı Başkanı,

 

Rockefeller Grubu Danışma Kurulu üyesi,

 

Bill & Melinda Gates Vakfı yönetim kurulu üyeliği gibi uzayıp giden birçok görev…

 

Özetle bu kişi dünya derin devletinin merkezi Rockefeller’deki görevinin yanı sıra; çok büyük kişisel varlığı ve özellikle hayırseverlik maskesi altında Afrikalıları kısırlaştırma görevi verilen ve bu iş için 35 milyar dolarlık kaynak ayıran Microsoft’un ortaklarından Bill Gates tarafından kurulan ‘Bill & Melinda Gates Vakfı’nın yöneticilerinden…

 

Bu konumdaki bir kişinin, yöneticilerinden biri olduğu örgütlerin verdiği rakamlara güvenmek şeytana güvenmekten daha farklı olabilir mi?

 

Peki, 1 milyar 20 milyon insanın açlık sınırı altında olduğunu bu örgütler neden iddia ediyor olabilirler? Bundan ne gibi çıkarları olabilir? Ya da gerçekte bu kadar aç varda biz mi gerçeği saptırıyoruz?

 

Bir batılının açlıktan ne anladığı ile Nijerli bir fakirin açlıktan anladığı aynı şey olabilir mi? Kuşkusuz olamaz. Bir batılının sofrasının artığı ile kim bilir Nijerli kaç aile doyabilir?

 

Dünyayı idare eden bu aç gözlü vampirler, yüzyıllardır sömürdükleri bu insanları açlık sınırının üstüne çıkaracak bir çözümü götürmek için çözüm üretmek yerine, neden ikide bir bu rakamları yayınlayıp insanların canını sıkıyorlardır? Hiç düşündük mü acaba?

 

Afrika’nın bir köyündeki ya da Bangladeş’in bir kabasındaki adını sanını bilmediğimiz şu ya da bu dine mensup bir insanın açlıktan inlemesi ya da ölmesi bu şeytanlaşmış yaratıklar açısından ne tür bir sorun ya da nasıl bir çıkara konu olabilir ki?

 

Ahlakın ve erdemin gücünün azalıp, araçların gücünün arttığı bir dünyada bu açlık, batılılar açısından acaba bir araç olabilir mi?

 

Ahlakî ve hukukî anlamda denetleyemediğimiz bu örgütler ya da kişilerin verdiği veriler, insanlık için tehlikeli sonuçları doğuracak bir amacın ürünü olduğundan hiçbir zaman kuşku duyuyor değilim.

 

Dünyanın en zengin kişilerinden olan ve her birimizi Windows başta olmak üzere birçok yazılımla sömürü çarkına üye yapan Bill Gates, eşi ve kendi adına kurduğu Bill & Melinda Gates Vakfı ile tohum ve insan avına çıkmış durumda.

 

O, artık bir toprak ağası ve tohum devi. Artık sahne, adları iyice kirlenen Monsanto gibi şirketlerin rol ve görevlerinin bir kısmı yüklenen Bill’in. O, artık kara maskeli, yeni avcı…

 

Meselenin, ülkemiz boyutunu ele alırsak… Örneğin en zengin listesine giren 100 ailenin fertlerinin günlük beslenme harcaması ile bu ülkede asgari ücretli binlerce belki de on binlerce aile doymaz mı? Belki daha da fazlası…

 

Dünyanın kaymağını yiyen emperyalist güçler, açlıklarına acıdıklar(!) bu insanların ellerine on binlerce dolarlık silahları verip birbirini öldürtmek yerine, onlara günde birkaç sent vererek doymasını ya da buna bile gerek kalmadan, onların kendilerini besleyecek zorla ellerinden aldıkları tarım alanlarında ekim yapmalarına izin verseler, iddia ettikleri açlık söz konusu olabilir mi?

 

Onların açlığı üzerinde kurgulanan sömürü ve devletlerin soyulmasına en can alıcı örneği sunarsak, sanırım konuyu daha iyi izah edebilme imkânına kavuşacağız.

 

Yıl 2002. Zambiya’da açlık sorunu baş gösterir. İmdada dünyanın efendisi(!) ABD yetişir ve Zambiya’ya, 23.500 ton mısır ve 51 milyon dolar nakdi yardım gönderme kararı alır. Bu yardım paketindeki nakit kısım, ABD’li şirketlerden GDO’lu gıda alma koşuluna bağlanırken, gönderilen 23.500 ton mısırın kısırlaştırıcı GDO’lu ürün olması nedeniyle Zambiya’nın onurlu yetkililerince reddedilir.

 

Zambiya’daki açlıktan çok rahatsızlık duyan(!) ABD’li yönetimi, Zambiya devlet yöneticilerine ‘siz bilirsiniz’ demiyor. Peki, ne diyor? “Dilencilerin seçme hakkı olamaz!”

 

Acaba, hem GDO’nun temel amacı hem de açlık rakamlarının neden abartıldığı daha iyi anlaşılmış mıdır? Elbette dünyada açlık sınırı altında yaşayan insanlar yok değil. Sayısı çok olmasa bile ülkemizde de var olabilir. Lakin başta da ifade ettiğimiz gibi açlıktan ne anladığınız burada büyük önem kazanıyor. Kaldı ki dünyanın en önemli sorunu belki de açlık değil barınmadır. Gelirlerinin çok büyük kısmını barınmaya ayırmak zorunda kalan insanların, en çok kıstığı şeylerden biri de yiyecekleri olamaz mı?

 

Aslında neden çok basit! Ancak nedeni anlayabilmek için sorunlara bir açıdan değil çok farklı açılardan bakmayı öğrenmek gerek… Dünyadaki açların sayısı çok gösterilmeli ki; dünyanın ve özellikle de fakir ülkelerin tarım alanları tümüyle GDO’lu hale getirilsin.

 

GDO’lu ürünleri tüketen bu insanlar, hızla kısırlaştırılsın ya da GDO ve HİBRİT ürünlerin neden olduğu alerji, kanser, fizyolojik bozukluklar, bağımlılık, gen ve DNA yapısı bozuklukları, immün sistemi sorunları, mikro-organizmaların mutasyonuyla yeni hastalıkların ortaya çıkması gibi hastalıklara yakalanarak bu dünyayı acele terk etsinler.

 

Açlığın bile bir kazanç kapısı haline getirildiği, buna karşın günümüzde her yere sirayet etmiş olan akıl kirlenmesi nedeniyle, birçok kimse fincancı katırlarını ürkütmek istemiyor olabilir. Çoğu kimse gerçeği konuşmak yerine, gerçeğin yakınından dolaşmayı çıkarları için daha uygun bulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu durumda da neyin gerçek, neyin gerçek olmadığı elbette çok karışık bir hal alıyor.

 

Ülkemizde İHH ile başlayan yardım örgütlerinin sayısı bir hayli arttı. Önemli bir kısmı, dünya çapında örnek oluşturacak başarılı projeler yürütüyor. Bu yardım kuruluşlarının sitelerini gezdim. Kimisinin sitesinde veri ve haritalar mevcut. Ancak hepsinin dayandığı veriler de yukarıda haklarında bilgi sunduğumuz mâlum örgütlere ait veriler.

 

Belki de burada şunu da belirtmemiz gerek... Dünyanın nüfusu 6,8 milyar. BM/FAO’ya göre açların sayısı 1,020 milyon, yani dünya nüfusunun yüzde 15’i aç…

 

Öte yandan dünya nüfusunun yüzde 4,40’nı ABD oluşturuyor. ABD’de sayıları 30 milyonu aşan açların sayısı, nüfusun yüzde 10’nunu oluşturuyor ve açlığın en çok arttığı ülkelerin başında ABD geliyor.

 

Sanırım burada şu soruları da açık yüreklilikle sormamız gerek. Açlığın gerçek nedeni ne? Açlığın sadece İslam ülkelerinde yaşandığı gibi bir izlenim, neden çokça gündeme getiriliyor?

 

Açlığın ana nedenleri arasında, elbette gelir paylaşım sorununun olduğu en yalın gerçek. Fakat bu gerçeğin ardındaki en büyük iki gerçekse; despotizm ve fakirliğin, mevcut düzenlerin devamı için en önemli araç olması.

 

Hekimoğlu İsmail’in yazısındaki Alvarlı Hacı Mehmet Efendi'ye ait tarihi bir anekdot, sanırım konuyu daha iyi anlamamıza yardım edecek: "Samanlıkta saman dolu. İki öküz kapıdan içeriye başını uzatmış, saman yiyorlar. Üçüncü öküz de dışarıda bekliyor. O saman yiyen öküzler, biz epeyce karnımızı doyurduk, biraz geri çekilelim de şu dışarıdaki öküz de azıcık yesin, demezler. Çünkü onlar hayvan..."

 

Birkaç soru da bizim yardım örgütlerine sormalıyız. Yardım olarak verdiğiniz gıdaların GDO’lu olup olmadığına yani açları doyurmak isterken onları kısırlaştırıp, yeni yeni hastalıklara müptela edip etmemeye dikkat ediyor musunuz? Ya da Müslümanlardan aldığınız paraları küresel vampirlerin gıdalarını satın alarak, çift yönlü sömürülmemize katkı sunuyor musunuz? Satın aldığınız gıdaların katkı maddelerinin durumu ve helâlliğine özen gösteriyor musunuz? Yoksa bu güne kadar bu endişeniz hiç olmadı mı?

 

Dünyanın içinde bulunduğu sorunların suçlusu olarak elbette tek başına şeytanın kara pelerinli işbirlikçilerini görüyor değilim. Bugün dünyanın tüm sorunlarının faili, hiç kuşkusuz varlık şuuruna varamamış biz Müslümanlarız. Yani ben ve sizler…

 

Onlar görevlerini yapıyorlar, bizlerse onların hikâyecik ve sözlerini yorumlamakla meşgul zavallılarız. İslam’ın yaşanmadığı dünyada, bir yanda safahat öbür yanda sefaletin olmasından daha doğal ne olabilir ki?

 

Biz aramızdan Muhacir ve Ensar’lar çıkarmadıkça ve biz içimizden Ömer Bin Abdulaziz’ler yetiştirmedikçe, bu aşağılık yaratıkların idare ettiği dünya da maskara olmaya devam ederiz.

 

Allah c.c. encamımızı hayreyleye.

 

Son sözü hep olduğu üzere Kur’an-ı Kerim söylesin. “Ey iman edenler! Şâyet bir fâsık (yalancı/günahkâr) size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın. Yoksa..” (Hucurat 6)

Kemal Özer
timeturk
Başlık: Monsanto, Hindistan halkına mağlup
Gönderen: Tuğra - 11 Şubat 2010, 19:43:17

Hindistan halkı direndi, hükümet GDO'lu patlıcan ekimini askıya aldı. Dileriz bu gelişme Türkiye'de hükümet yetkililerimize örnek olur...

Hindistan, güvenlik kaygıları nedeniyle genetik yapısı değiştirilmiş ilk ürünü olacak, kendi topraklarına özgü bir patlıcan türü olan 'brinjal' ekimini askıya aldı.

Hindistan Çevre Bakanı Jairam Ramesh, genetik yapısı değiştirilmiş brinjalin, tüketiciler ve çevre için güvenli olduğunu kesinleştirmek açısından daha ileri çalışma yapmak gerektiğini bildirdi.

Hindistan'da genetik yapısı değiştirilmiş brinjalin deneme ekimleri, 2008 yılından bu yana sürüyordu; 2009 yılında da hükümete bağlı bilim adamlarından onay almıştı.

Ancak genetik yapısı değiştirilmiş brinjal ekimi konusunda kamuoyunda ateşli tartışmalar çıkmıştı.

Delhi'deki basın toplantısına katılan BBC muhabiri Geeta Pandey, Çevre Bakanı Ramesh'in kararıyla, ülkede genetik yapısı değiştirilmiş sebze yetiştirilmesinin süresiz olarak askıya alınmış olduğunu bildiriyor.

Ramesh, "Halkın bu konudaki duyguları olumsuz. Temkinli, ihtiyatlı ve ilkeli davranmak, benim görevim." dedi.

Hindistan Çevre Bakanı, bunun alınması zor bir karar olduğunu, zira bilimsel verilerle toplumun istekleri arasında denge kurmak gerektiğini kaydetti ve "Kararımız, bilime karşı sorumlu davranmak ve topluma karşı da duyarlı olmak yönündedir." dedi.

Hindistan, dünyanın en büyük patlıcan üreticisi ve ülkede 4000 çeşit patlıcan üretiliyor.

Brinjali geliştirmiş olan ve Amerikan çok uluslu Monsanto şirketinin ortağı Hint tohum şirketi Mahyco, genetik yapısı değiştirilmiş bu ürünün, bitki zararlılarına karşı daha dayanıklı olduğunu savunuyor.

Hindistan'da 2002 yılında da, genetik yapısı değiştirilmiş pamuk tohumu kullanımına izin verilmişti.

ntvmsnbc
Başlık: Biyolojik silahlar midemizde!
Gönderen: Lika - 18 Mart 2010, 18:09:25
(http://www.timeturk.com/images/news/180320101206266240334_2.jpg)

Çok kritik bir dönemdeyiz. Genetik yapısı değiştirilmiş gıdaların ülkemize girişi, satışı hatta tarımı serbest bırakılmak isteniyor. Meclis’te GDO yasası oylamaya sunulmak üzere. Bu yasa, herhangi bir yasa gibi değil.

Genetik yapısı değiştirilmiş yiyeceklerle ilgili “derin gerçekleri” Kemal Özer’e sorduk. Kemal Özer Gıda Güvenliği Hareketi Derneği Başkanı ve Hayy Kitap’tan yayınlanan Deccal Tabakta: Siyasi, Dini ve Vicdani Açıdan GDO kitabının yazarı.

***

İsterseniz önce şunu açalım. Birçok insanın kafasında bilim kavramı ilerleme, medeniyet, refah, iyilik, güzellik kavramları ile bir arada düşünülüyor. Günümüzde bilimin insanlığın ortak faydası için yapıldığını söyleyebilir miyiz?

İbn-i Sina diyor ki; ‘Tıbb insanlara meslek olduktan sonra ilim olmaktan çıkmıştır.’ Ah keşke bu sorunuza ‘evet’ demek mümkün olsaydı. Ne yazık ki bilim ticari bir meta halini almıştır.

Şu anda bilim kimin için yapılıyor? Daha doğrusu şöyle soralım; ticari bir meta haline gelmiş olan bilimin patronu kim?


Bilim büyük oranda insanlığın ortak faydasını artık kale almıyor. Günümüzde bilim, küresel güçlerin hedeflerine ulaşmalarını sağlamayı amaçlıyor. Bilimin patronu dediniz, bu çok doğru çünkü günümüzde bilimin patronu Bilderberg’in kurucusu Rothschild ve Rockefeller aileleridir. Bilim onların belirlediği hedefe koşan bir ‘Truva atı’ konumuna getirilmiş durumda.


Şu sıralar çok tartışılan ve sizin de "Deccal Tabakta" kitabınızda konu edindiğiniz bilimin nispeten yeni bir dalına geçelim. Biyoteknoloji, canlılar üzerinde uygulanan teknoloji anlamına geliyor olsa gerek. Canlı ve teknoloji kelimelerini zihnimizde yan yana koymak çok güç. Canlılar üzerinde nasıl bir teknoloji uygulanıyor?

Evet, aynen öyle. Canlı organizmaların yapısını geliştirme adı altında tahrif ve tahrip etme teknolojisi. Kimi çevreler hemen bundan bilim karşıtı bir çıkarımda bulunabilirler. Bu onların kötü niyetinden değil gerçeği görememelerinden kaynaklanıyor. Çoğunlukla önümüze konulan bir oyuncakla oynamaktan gerçeği göremiyoruz. Bu da malum çevrelerin bir planı.

Klonlama, hibrit tohum, GDO, kalıtım mühendisliği, genetik mühendisliği, bu terimler ne anlama geliyor, okuyucularımız için biraz açabilir misiniz?

Bu terimler aslında birbirini tamamlayan kavramlar veya teknolojiler. Canlıların yaşamı için en vazgeçilmezlerin başında yer alan tohumun insanlığın ortak mülkiyetinden küresel birkaç gücün nihayetinde de biraz önce zikrettiğimiz iki ailenin mülkü haline getirilmesinin ilk adımı hibrit tohum teknolojisidir. Aşı yöntemi ile karıştırılan bu yöntem bir aşılama ve geliştirme değildir. Mülkiyet değişimi için uydurulan kocaman bir yalan ve palavradır. Genetik müdahale tür içi gibi sunulsa da tohumun kısırlaştırılması, tarım kimyasallarına bağımlı hale getirilmesi ve tohum mülkiyetinin el değiştirmesi nedeniyle GDO’dan daha çok üzerinde durulmayı hak eden bir konudur ve GDO’nun birinci safhasıdır. GDO’lu tohum ise hibrit tohumun ikinci adımı; tümüyle türler arası transferlerle felaketin kendisi.

Hibrit tohum felaketin birinci, GDO ikinci, nano gıda ise üçüncü adımı.

Bu safhalarda artık gıda sandığımız hiçbir şey gerçek değil. Bir otomobil gibi petrol tüketen insan ve hayvanlar haline getirilme süreci. Yani yok oluşa son hızla ilerleme.

Klonlama ise bir canlının fotokopisini çekme hadisesidir. Fotokopi ne kadar gerçekse klonlanmış canlı da aslına oranla o kadar gerçek. Klonlama bugünkü bilgiler ışında hiçbir zaman sürdürülebilir bir teknoloji olarak durmuyor. Ayrıca, sanıldığının aksine klonlananın tıpkısı değil sadece fizyolojik benzerliği olan farklı bir ruh taşıyan bir canlı.

Kalıtım mühendisliği ise canlı organizmalar üzerinde bilim ve teknoloji adına uygulanan bu yeni sürece verilen yeni maske isim. Özetle kalımın mühendisliği insan, hayvan ve bitkilere zulmeden ve her gün onların bedduasının alınmasına neden olan zulüm sistemidir. Genetik mühendisliği isminin yeni versiyonudur aynı zamanda. Bu çevreler bir yandan da yeni terimler üretirler ki, zaten kafası karışmış olan insanları biraz daha oyalasınlar…

Hibrit tohum nasıl elde ediliyor? GDO tohumun hibrit tohumdan farkı nedir?

Hibrit tohuma kısır tohum veya ebter tohum da deniyor. Hibrit tohumlar normal tohumların genlerinin değiştirilmesi ile elde ediliyorlar. Tabiî tohumlar ilaç, gübre veya hormon gibi herhangi bir tarım kimyasalına ihtiyaç duymadan yeşeriyor, verim veriyor ve elde edilen üründen tohumluk ayrılabiliyor. Anadolu’nun bazı köylerinde tabiî tohumlar halen bulunabiliyor.

Hibritte ise tohum kısır olmasa bile yeşermesi, verim vermesi, belirli ölçülerde olması hatta çiftçinin istediği takvimde hasat edilebilmesi için her biri birbirinden tehlikeli tarım kimyasallarına ihtiyaç duyuluyor. Hibrit tohumlar tür içinden (domatesten domatese gibi) laboratuar ortamında gen aktarımı ile yapılan, çalışmayı yapan şirketin mülkü haline getirilen, vitamin ve besin fakiri olmakla beraber zehir deposu ürünlerdir.

GDO ise bunun tür dışı (bakteriden mısıra gibi) gen transferi içeren bir adım ilerisidir. Birbirlerinden farkları versiyonlarıdır.

Hibrit ve GDO’nun ülkemizdeki durumu nedir? Yasal mı, ekilip biçiliyor mu, yeniyor mu, ticareti yapılıyor mu? Bütün bunlar olurken vatandaşın haberi oluyor mu?

Dünyanın ilk hibrit tohum ekimini yapan üç ülkesinden biri Türkiye’dir. Diğerleri ise Pakistan ve Hindistan. 1940’lardan bu yana hibrit tohumlar bu ülkede ekildiği gibi devletin desteklediği bir illet durumundadır. Tohumların ezici bir kısmı hibrit tohum halini almıştır. Tohumculuk yasası ile hibritleştirme resmi devlet politikası haline gelmiştir.

GDO ise hibrite göre daha yeni bir durumdur. Ancak devletin resmi belgeleri ve ağızları son günlerde aksini iddia etseler de Türkiye halen GDO’lu ürün ekimi yapmakta ve GDO’lu ürün ithal etmektedir. Tarım Bakanı’nın da ifade ettiği gibi, mademki dünyadaki mısır, soya, kanola ve pamuğun yüzde 100’e yakın kısmı GDO’lu; o halde bu ülkedeki hemen her üründe kullanılan soya lesitini, soya unu, soya yağı, kanola yağı, pamuk yağı, pamuk ürünleri, mısır yağı, mısır şurubu/glikozu, mısır yağı nasıl olurda GDO’suz olabilir? Kimse kimseyi kandırmasın, bu ülke GDO konusunda yol geçen hanı idi. Yeni durumda hiçbir şey değişmeyecek; bu kez sözde Kurul’un onayıyla GDO’nun cenneti olacak. Kamu erki ve siyasetçiler için bunun itirafı zor ama en yalın haliyle gerçek bu.

Tüketicilerin ezici bir kısmı bütün bunlardan habersiz. Haberdar olanlar ise tıpkı tiryakilerin alışkanlıklarını bırakma konusundaki iradesizliği ve duyarsızlıkları gibi alışkanlık ve bağımlılıklarını terk etmekte zorlanıyorlar. Ya atın ölümü arpadan olsun, ya da herkes yiyor bir şey olmuyor gibi bir düşünce var. Elbette herkes böyle düşünmüyor. Bazı çevreler sağlığı önceleyerek, bazı çevreler siyasi sonuçlarını düşünerek, az sayıdaki dindar çevre ise sağlık ve siyasi sorunlara ilaveten ‘haram’dır fetvaları nedeniyle GDO’lu ürünlerden sakınmaya çalışıyor.

Amerikalıların yüzde 60’ı hiç GDO’lu besin tüketmediğini sanıyor. Oysa ABD’de hemen herkes, her gün GDO’lu besin tüketiyor. Özellikle market yiyeceklerinin içindeki GDO mısır, soya, kanola, pirinç türevleri ile. Bunu bilmiyorlar çünkü market yiyeceklerinin etiketinde GDO’lu olduğu yazmıyor. Biz de Amerikalılar gibi, farkında olmadan GDO yiyor olabilir miyiz?


ABD, ‘Tüketici istiyor diye ürün etiketine GDO’ludur diye yazacak lüksümüz yok’ diyen adamlarca yönetilen bir ülke. ABD’de GDO’lu ürün tüketmemiş olanlar sadece dünyanın kaymağını yiyen Bilderberg taifesi ve efradıdır. Onun dışında herkes tıpkı Türkiye’deki herkes gibi mutlaka GDO’lu bir ürün tüketmiştir ve tüketmeye de devam ediyor.

Biyoteknoloji sadece tohumlarla alakalı olmasa gerek. Bitkilerin, hayvanların bedduasını alıyoruz demiştiniz. Başka hangi canlılar bu zulme uğratılıyor?

Uğramayan canlı türü var mı? Tarım kimyasalları nedeniyle her yıl binlerce canlı türü yok oluyor. Bitkiler de yok oluyor, hayvanlar da... İnsanlarda ise bu teknolojinin getirdiği kısırlaştırma ile ‘istenmeyen ırklar’ olarak tanımlanan bazı ırkların ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Özellikle de kısırlaştırıldığı için çocuk sahibi olamayan milyonlarca ailenin geleceği karartılıyor.

“Ne yersen, osun” diye bir söz vardır. Kısır tohum yiyince kısır, yamyam tavuk ve yamyam sığır yiyince yamyam oluyor muyuz dersiniz? Deli dana hastalığı sığırları yamyamlığa zorlama yüzünden, yemlerine türdeşlerinin kanları, kemikleri katıldığı için patlak vermişti. Ya da, bağışıklık sistemi zayıflatılmış buğdaydan yapılan bir ekmeği yediğimizde bizim de bağışıklık sistemimiz çöküyor mu? Çocuklarımız bundan mı hep soluk benizli, hep hasta?

Zaten en önemli hedeflerden biri savunma sistemi çökertilmiş, hastalıklı insanlar oluşturmak. Sağlığı ile uğraşmaktan bilimle, düşünceyle, iktisatla, siyasetle ve gelecekle ilgilenmeyen toplumlar oluşturmak. Bunun en kolay yolu sürekli hasta bir toplum meydana getirmekten geçiyor. Her gün hasta, her gün hastane koridorları ve odalarında çürütülen bir ömür ve ilaç maymununa dönüştürülmüş bir insanlık.

GDO yasası ile sadece Tarım Bakanlığı’mız ilgileniyor. Konunun çok farklı boyutları olduğundan birçok bakanlığın bu kritik dönemde söz sahibi olması gerektiğini söylemiştiniz. Bu bakanlıklar hangileri? Neden sadece Tarım Bakanlığı konusuymuş gibi davranılıyor?

Dünyada GDO meselesi genellikle Tarım Bakanlarının meselesi değil. Bu sadece bizde böyle. GDO ve tarım kimyasalları sorunu çevre, sağlık, ticaret, tüketici, bilim, eğitim, tarım ve gıda bakanlıklarının sorunu. Hatta hatta Milli Güvenlik Kurulları ile dini otoritelerin sorunu. Bizde ise sanki bu sorun sadece gıdayı ilgilendiren bir meseleymiş gibi sadece tarım kısmı konuşuluyor. Dini çevreler suskun. Sıkıştıklarında açlık palavrası ve ‘zaruret hali’ gibi bir kılıfla işin içinden sıyrılıyorlar. Milli Güvenlik Kurulu ‘iç düşman’ saplantısı yüzünden ömründe tarımı hiç dert edinip gündemine almamış ki GDO ile ilgilensin. Sağlık Bakanlığı aşı ve ilaç pazarlamacısı gibi çalışmaktan bu meselelerle ilgilenmiyor. İlaç ve kozmetik ürünlerindeki GDO ve kimyasal madde sorunu bu ülkenin en önemli sağlık sorunu olduğu halde Sağlık Bakanlarının ağzından bu konularla ilgili tek cümle sadır olmamıştır. Çevre ve diğer bakanlıkların da konu hakkında zerre bilgisi yokmuş gibi duruyor. Acı ama gerçek bu.

Avrupa gündemine GDO bizdekinden önce girdi. Avrupalı tüketiciler, çiftçiler senelerdir istemediklerini söylüyor; ABD ve Dünya Ticaret Örgütü’nün dayatmalarına karşı mücadele veriyorlar. 2008 yılında Vatikan bu konuda önemli bir adım atarak “genetik mühendisliğinin” ve “insanlar üzerinde deney yapmanın” günah olduğunu açıkladı . Bu çok önemli bir haber. Bizim din adamlarımızın neden bu konuda sesi çıkmıyor? Laiklik, en hayati konuda bile dinimizce doğru olanları söyleyememek haline mi geldi? “Dilsiz şeytan” durumuna düşülmüyor mu biraz?

Bizim dini çevreler konu hakkında ilgisiz dolayısıyla da bilgisiz. Kitap çalışması yaparken bu konuda küçük çaplı birkaç kitap ve makale dışında hiçbir veriye ulaşmak mümkün olamadı. Bizimkiler hâlâ ibadet şekillerini tartışıyor. Hâlâ Cuma Hutbeleri’nde Ortam Haftası, Cumhuriyet’in Fazileti, Yerli Malı Haftası, içini bir türlü dolduramadıkları ‘güzel ahlak’ gibi çağın sorunları dışında gündemlerle meşguller. Müslüman çevreler hâlâ sakal şekli, örtünme biçimi, kendi cemaatinin üstünlüğü gibi şekilci ve abes işlerle ilgileniyorlar. Ve mütefekkirliği hak edemeyen entelleri ise hâlâ gündelik sohbetlerinde Marks bunu dedi Weber bunu dedi ile meşgul olmaktan paradigma geliştiremiyorlar. Mesela onlar Henry Kissinger’i sadece Diplomasi kitabının yazarı sanıyorlar. Mesela Ahmet Davutoğlu’na Türkiye’nin Kissinger’i diyerek hakaret ettiklerinin, hatta aşağıladıklarının farkında bile değiller. Kendileri gündem yaratmak yerine önlerine konulmuş sanal gündemlere yönelik okumalar yapıyorlar ve onu tartışıyorlar. Bu çevreler kendi sorularını sormak yerine Batılıların sorduğu sorulara cevap üretmekle meşguller. Ürettikleri cevaplar da bir türlü sorunun cevabı olamıyor.


Kur’an’ın hükümleri ve mânâsı konusunda uzman fıkıh ve tefsir alimlerinin GDO tartışmalarında sesi çıkmayınca meydan ehil olmayan kişilere kaldı. Örneğin İstanbul Ticaret Odası’nın 3 Şubat 2010’da düzenlediği GDO seminerinde biyoteknoloji uzmanı Prof. Selim Çetiner ve Başbakan Başmüşaviri Dr. Yıldırım M. Ramazanoğlu Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetleri kendilerine göre yorumlayarak GDO’nun dini açıdan sakıncasız olduğunu iddia ettiler. Bunun ardından, dinimiz konusunda cahil olmayı seçen ve bir ayetten mana çıkartacak kıvama gelebilmek için 15 farklı bilim dalında uzman olmak gerektiğini bilmeyen entelektüellerimiz bu iddiayı doğru kabul ederek “Her İşe Dini Karıştırmasak Çok İyi Olacak ” ve “Fetva Verildi, GDO’lu Ürünleri Yiyebilirsiniz ” başlıklı yazılar yazdılar. Dini açıdan GDO’yu nasıl değerlendirebiliriz?


Nisa Suresi 118. ayette şöyle buyruluyor: Allah o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım” dedi. “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse şüphesiz o, apaçık bir hüsrana düşmüştür.

İTO’nun zikrettiğiniz GDO yanlısı panelini baştan sona takip etme ve kaydetme imkânım oldu. Konuşulanları biliyorum. Bu konuda çıkan haber ve yorumların önemli bir kısmını da takip etme imkânım oldu. Bahse konu ‘Deccal Tabakta’ isimli kitabımızda da konuya bir miktar değindim. Selim Çetiner’in GDO konusunda söyleyeceği bilgilerin bizim açımızdan hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Kendisi GDO yandaşı ve karşıtları küçümsüyor. Başbakanlık adına konuşan Başbakan Başdanışmanının konuşmaları ise adeta şok ediciydi. GDO’nun fıtratı bozması nedeniyle Müslüman çevrelerin GDO’ya karşı çıkmak için Kur’an-ı Kerim ayetlerinden örnekler vermeleri sıkça yaşadığımız bir durumken Kur’an-ı Kerim ayetlerinin GDO taraftarlığına alet edilmesine ilk kez rastladık. Bu tahrip ve tahribe, yani fıtratın bozulmasına siyasi çevrelerin Ayetle karşılık üretmeleri yakışıksız olmakla birlikte Milliyet Gazetesi’nde çıkan eleştirileri hak edecek türdendi de. Kur’an’ın GDO’yu desteklediğini söylemek şayet saflık değilse iyi niyetle bağdaşmaz. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı ve İslam Konferansı Teşkilatı’nın GDO konusunda ‘haram’ yahut olumsuz düşünceleri ortadayken başbakanı temsil eden birinin böyle bir konuşma yapması ciddi soru işaretleri doğurur.

Ekini, nesli mahvediyor ama gene de din adamlarımızın sesi çıkmıyor; çok ilginç. GİMDES, GDO’lu ürünlere helal sertifikası vermeyeceğini, bu gıdaların haram olduğunu açıkladı, değil mi?

Zikre konu dernek bu konuda ne dedi bilmiyorum. Fakat bildiğim GDO’lu olduğunu bildiğimiz endüstriyel tavuğa ‘helal sertifika’ vermeleridir. Şahsen ben helâl sertifikası taşısalar da bu tavukları yemiyorum ve yemem. Kitapta nedenlerini de izah etmeye gayret ettik. Ekinin tahribi konusundaki sorun birçok çevrenin Kur’an-ı Kerim’i sözlük yardımı ile çözülen bir mesai metnine indirgemiş olmasıdır. Orada geçen kelimenin terkibi, gramer yapısı, ıstılah manası, etimolojik, linguistik durumu gibi birçok neden ile Kur’an-ı Kerim’in kıyamete dek sürecek olan kalıcılığı ve evrenselliğine göre anlamlandırılması gerekirken Elmalılı merhumun mealinin başına gelenlerin bile durum hakkında yeterli bilgi verdiğini düşünüyorum.

Kitabınızda şunu söylüyorsunuz: Hastalık yapan tohumu üreten şirketle, hastalanınca içilen ilacı üreten şirket aynı. Dahası, GDO ve hibrit tohumun her türlü kimyasal tarım ilacını üreten şirket de aynı. Bu bir komplo mu?

Kimileri bu tür bilgilendirmeleri ‘komplo teorisi’ olarak yaftalarlar. Bu gerçeği görememenin, görmek istememenin göstergesidir. Olup biten komplo teorisi değil insanlığa yapılan komplodur. Belirttiğiniz gibi petrolü kontrol eden de, tohumun genetiğini değiştirip mülkiyetine geçiren de, tarım kimyasallarını üreten de, hastalık üretip hastalık satan da, ürettiği yapay hastalıklara aşı ve ilaç üreten de, finansı kontrol eden de, tarım makinelerini üreten de aynı şirket/ler. Şirket tarımı ya da endüstriyel tarım tümüyle bir planın ürünüdür. Bu plan insanlığın çıkarına değil küresel şirketlerin çıkarına bir durum.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın isminden “köyişlerini”ni çıkartmak istiyorlar. Hibrit tohum ve GDO çiftçimiz için ne anlama geliyor? Yerli tohum türlerimiz ve yerli hayvan ırklarımızdan sonra köylülerimiz de kıyıma mı uğratılmak isteniyor?


Çok haklısınız. Adeta bakanlık köyden utanıyor ve köyişlerini kullanmıyor. Zaten köy ve köylü kimsenin umurunda değil. Terk edilmişlik ve çaresizlik bir kader gibi sunuluyor. Hâlbuki gerçek hayat köyde. Son 50 yılda tüm köyleri boşaltıp şehrin varoşlarına taşıdılar. Köyde bağda bahçede çalışan insan şehirde ne olsa yaparım diye işe çıktı. Yapacak bir şey bulamayınca ne olsa yerim demeye başladı. Ne köye dönecek yüzü ve gücü var ne de şehirde kahvehaneye gitmekten başka yapacak bir işi. Mesela Doğu ve Güneydoğu hayvancılıkla geçinirdi. Politikasızlık ya da dayatılan çıkarcı politikalar veya başkaca sorunlar nedeniyle köylüyü şehre taşıdıkları için süt ve besi hayvancılığı ciddi kriz yaşıyor. Son et fiyatı sorunu da büyük oranda bu nedenledir.

Bizi Anadolu’nun binlerce yıllık hazinesi, yerli tohumlarımız, yerli hayvan ırklarımız kurtaracak diyorsunuz. Bu konuda neler yapabiliriz?

Yapacak çok şeyimiz var. Ekemiyorsak bile özellikle dağ köylerinde hâlâ bulabileceğimiz tabiî tohum türleri var. Bunları alıp keten bezlerde ve uygun ortamlarda saklayabiliriz. Ama doğru olan saklamak değil. Bağınız bahçeniz yoksa bile balkonunuzda çatınızda terasınızda bunları çoğaltabilirsiniz. Süs bitkisi ekeceğinize birkaç domates, biber, fasulye yetiştirebilirsiniz. Bu kadarcık bile tavırdır. Bu kadarcıkla bile mesaj verebiliriz.

(http://www.timeturk.com/images_1/news/180320101206266240334_3.jpg)

Kuş gribi, domuz gribi, öldürücü kene biyoteknoloji ürünü biyolojik silahlar diyorsunuz. Eskiden keneler böyle değildi; başka bir canlı türü haline geldiler. Aslında, görünüşte keneye benzeyen ama dünyada daha önce görülmemiş yeni bir canlı ile karşı karşıyayız ve bu yeni şeye kene demek de doğru olmasa gerek?


Bir yanılsama var. Kene sandığınız kene değil. Karpuz sandığınız karpuz değil. Hastalıklar hastalık değil. Yani gıda niyetine tükettiğiniz şeyler karnınızı doyuruyor ama gerçekte gıda değiller. Geçtiğimiz yıl Gazze’nin üstüne yağdırılan misket bombaları ve biyolojik silah her gün yediğimiz gıdalarla midemize dolduruluyor. Damarlarımızda dolaşıyor.

İsrail bizimle arıcılık konusunda ortaklık yapmak istiyor. Daha önce de Güneydoğu’daki mayınlı arazilerimizi ekip biçmek istemişlerdi. MOSSAD ajanlarının Karadeniz yaylalarında sırt çantalı turist kılığında bitki ve hayvan korsanlığı yaptıklarına dair haberler okuduk. Nedir bu İsraillilerin Anadolu toprağına, bitkisine, arısına sevdası?

Bir İsrailli bir yere gidiyorsa mutlaka ajanlık yapıyordur. Bu hem inançlarının gereğidir hem de bunu bir vatandaşlık ödevi olarak görür. Karadeniz’in köylerinde ve dağında dolaşan bir İsrailli ya başka bir amaçla oradadır ya da genetik ava çıkmıştır. Geçtiğimiz yıllarda Akdeniz Üniversite ile yaptıkları işbirliğinde hibrit ve GDO’lu olmayan tabiî tohum getiren öğrencilere notebook verme kampanyası başlatmaları da bunun en büyük delili sayılabilir. Amaçları hâlâ bozulmamış bir tohum varsa onu ele geçirmek, değiştirmek ve mülkiyetlerine geçirmek. Ya da adına “işbirliği” veya “destek” gibi kılıflar koyarak onun o bölgede yetişmesini engelleyecek projeler geliştirmek. Buradaki sorun İsraillilerde değil buna izin veren Türkiye’dedir. Bir Türkiyeli, İsrail’de elini kolunu sallayarak dere tepe dolaşabilir mi? Bu kişi Türkiye vatandaşı bir Yahudi olsa bile mümkün değil. Ama bir İsrailli bu ülkede her delikte elini kolunu sallayarak dolaşır, istediğini yapar.

Bazı insanların istediklerini yapmaları dediniz… Arılar da keneler gibi genetik müdahaleye maruz kalırsa diye düşününce insanın tüyleri ürperiyor. Nahl Suresi 68. ayette şöyle buyruluyor: Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.” En-Nahl Arapça’da bal arısı demek, yani bal arısı, adına sure inecek kadar değerli bir canlı… Arılar mucizevi bir biçimde bütün yabani bitkilerimizin polenleyicisi olma görevini sürdürüyor ve en şifalı gıdamızı da mucizevi bir biçimde üretiyorlar. Arılarımızla ilgili nasıl bir planları olabilir? Görünüşte arıya benzeyen ama polenleme görevini yerine getiremeyen, şifalı bal yapamayan yeni yaratıklar oluşturmayı mı planlıyorlar? Bunun etkisi ne olur?

Yaşamımızdan arıları çektiğimiz zaman, bitkisel dölleme sona erer. Dölleme sona ererse yaşam sona erer. Zaten arzulanan da bu. Balın şifalı olması onları rahatsız eden bir durum. Şifalı ne varsa yok edilmeli ki şifayı her biri zehir olan ilaçlarda arayalım. Bal gibi bir nimet onlar açısından böcek kadar değer ifade etmeyen insanların hak ettiği şeylerden değil. Bu planların sahipleri kendi korunaklı alanlarında kendilerine yetecek kadar bal ve tabiî gıdaları üretip tüketiyorlar. Bu güçler iyiyle, tabiîyle, fıtratla savaşmak ve bunları yok etmek istiyorlar. Bu açık bir Rab’lik iddiasıdır. Bu güçlerin açık ve gizli inançlarına göre kendileri dışındaki tüm insanlar onlar için hizmete memur edilmiş kölelerdir. İyi sadece onların hakkıdır. Diğerleri ise köleleştirilmesi ve onlara hizmet etmesi gereken insanlardır. Bunlara komplo diyenler bu gerçekleri aslında bilen insanlar. Ancak ya fotoğrafı bir araya getiremiyorlar ya da getirdikleri zaman kurulu düzenleri gerçeği görmelerine engel oluyor.

Ankara’da bir tohum gen bankası kuruldu. Prof. Dr. Tayfun Özkaya genetik kaynaklarımızın yağmaya açılması şeklinde yorumlamıştı. Bu banka aslında ne anlama geliyor?

Bu bir trajedidir. Tohumun yeri tohum bankası değil topraktır. Bir taraftan hibrit tohumu destekleyeceksiniz, diğer taraftan GDO’yu yasal zemine taşıyacaksınız. İyi GDO kötü GDO diye bir yanılsamayla meşruiyet kazandıracaksınız, sonra da tohumu bankalarda saklayacaksınız. Hasta can çekişirken ilacı hastaya vermek yerine ecza dolabından saklamakla tohumu bankalarda saklamak arasında hiçbir fark yok. Bu banka üzüntü verici. D8 ülkelerine ait olan bu deponun finansmanının Batılı örgütlerce karşılanması ve GDO’cuların memnuniyetle desteklemiş olmaları bile manidar değil mi?

Bu şeytani tohumlardan, şeytani planlardan kaçmanın yolu nedir? Kitabınızda “Organik tarım gerçekten organik mi?” diye soruyorsunuz. Gözü kapalı, gönül rahatlığıyla yiyebileceğimiz ürünler olduklarını zannediyorduk biz.

Öncelikle kurtulmayı istemek gerekiyor. Sonra tüketime arz edilen ürünleri tüketmekten vazgeçerek tabiî ürünleri talep etmeliyiz. Özellikle organik ve doğal ürünler demiyorum. Tabiî ürünlerle organik ürünler aynı şeyler değildir. Organik denilen ürünlerin tohumları hibrit olabildiği gibi kimyasalları da barındırabilir. Tabiî tohumlar ise ekim ve sulamanın ötesinde hiçbir insani müdahale içermeyen ürünlerdir. Bunları elde edebilmek için toplumsal talep geliştirmek; bunun için de örgütlenmek ve bireysel mücadele başlatmak gerekiyor. Bu mücadeleyi başlatanların söylem ve eylemlerinin de örtüşmesi şart.

Son 10 yıldır “makineden çıkmışçasına aynı” kayısı, elma, kiraz görüyoruz her yerde. Meyve ağaçlarımıza ne oldu da böyle tornadan çıkmış gibi birbirlerine benzemeye başladılar, kokuları gitti, tatları gitti?

İşte bu masum gösterilen hibrit tohumların ve tarım kimyasallarının sonucudur. Böyle olması arzulanıyordu ve oldu. Endüstriyel üretimde ürün tabiatın ve fıtratın öngördüğü zamanda olgunlaşmamalı. O üreticinin belirlediği günde olgunlaşmalı, onun öngördüğü büyüklükte olmalı ki zahmetsizce ambalajlayabilsinler. Amaç nitelik değil nicelik. Bir üretici için bir tarım ürününün bir plastik eşya üretmekten öte bir anlamı yok.

Hem kendimizi, hem toprağımızı GDO’dan koruyalım. Bir de işin gen kaynaklarımızı koruma kısmı var. Ülkemiz birçok canlının gen kaynağı durumunda. Biyolojik korsanların bu hazineyi elimizden gasp etmelerini ve patentleyerek mülk edinmelerini önlemek için neler yapmalıyız?


Türkiye’nin meseleyi bir milli güvenlik ve gelecek sorunu olarak görmesi gerekiyor. Tohum kanunları ortadan kaldırılmalıdır. Şirketlerin tohumları tescil etmesine engel olunmalı. Tohumda bir mülkiyet söz konusu olacak ise bu devletin kendisi olmalıdır. Bunu yapabilmek için Türkiye Dünya Ticaret Örgütü ile imzaladığı tüm sözleşme ve protokolleri gözden geçirmek zorundadır. Biyolojik kaynak haritası çıkarılmalıdır. Bazı ürünler ticari olmadığı gerekçesi ile ekilmiyorsa daha fazla destek sunulmalı ya da devletin kendisi ekmelidir. Çiftçilerin ve köylülerin tohuma kolay erişmesi için devletin kendisi tabiî tohum üretim çiftlikleri kurmalı ve bunları ya maliyetine ya da destek amaçlı olarak ekim karşılığında çiftçiye hibe etmelidir. Gen kaynakları bankalarda tohum saklayarak değil, tohumu toprakla buluşturup yeşerterek geliştirilir. Hibritin yanında hangi oranda ve hangi şekilde GDO içerirse içersin GDO içeren tohum, mamul ve katkı maddesinin ülkeye girişine, ekilmesine, tüketilmesine ve ihracatına izin verilmemelidir. Bunun için ağır cezai müeyyideler koyulmalıdır. Bunu devlet yapmazsa Müslümanlar bence zekâtlarını bu alanda kullanarak fıtratın korunmasını sağlayabilirler. Bunun için örgütler kurabilirler. Tohumları geliştirip ekmeleri kaydıyla ücretsiz ya da sembolik bedellerle köylüye, çiftçiye verebilirler. İnsanlığa yapılabilecek daha büyük bir iyilik bilmiyorum. Evren bize çocuklarımıza ve torunlarımıza sapasağlam teslim edilmek üzere emanet edildi. Bir Müslüman ve bir insan emin olmak zorunda. Hz.Peygamber'in (SallAllahu Aleyhi Vesellem) herkesçe kabul edilen en önemli özelliği ‘emin’ olma sıfatıdır. Hz.Peygamber'e tâbi olmak onun gibi olmakla mümkün olur. O halde emanete sahip çıkmak her Müslüman için kanaatimce farzdır. Farzın gereğini yapmayan hesabını nasıl vereceğini düşünmek zorundadır. Gelecek nesillerin haklarını tüketmeye kimsenin hakkı olmadığı gibi buna izin vermeye de bizim hakkımız yok.

Meclis GDO’yu oylayacak ama bu konuda ne kadar bilgi sahibi oldukları şüpheli. Ne yapabiliriz GDO’dan korunmak isteyen insanlar olarak?

Çok şey yapabiliriz. İktidar ve muhalefet milletvekillerine bu yasaya oy vermemeleri için hergün e-posta gönderebilir, cep telefonlarına mesaj gönderebilir, ziyaret ederek veya telefonla arayarak oy vermemelerini sağlayabiliriz. Siyasi partilere ve siyasi iktidara çağrı yaparak, mektup yazarak tepki gösterebiliriz. Bu alanda çalışan derneklere üye olabilir, onlara katkı sunabiliriz. Kısaca yapacak çok şeyimiz var. Hâlâ fırsat kaçmış değil.

Çok teşekkür ediyoruz…
Ben de ilginize çok teşekkür ederim.

Kaynak: www.iyilikguzellik.com
Başlık: Şimdi sırada ne var?
Gönderen: Tuğra - 30 Mart 2010, 12:28:04

Ama Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde sonunda meclisten bir kanun geçti. Kimileri için bir zafer kimileri için üzüntü kaynağı.
   
Biyogüvenlik Kanunu Yayımlandı, Şimdi Sırada Ne Var?   

Meclis gündemine gelinceye kadar, yedi yıl boyunca hazırlıkları devam etti. Üç farklı biyogüvenlik kanun taslağı çıktı kamuoyuna, sonra da sessizce  kayboldu bu taslaklar. Ama Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde sonunda meclisten bir kanun geçti. Kimileri için bir zafer kimileri için üzüntü kaynağı.

Resmi Gazete’de 26.3. 2010'da (bugün) yayımlanan 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu’na göre, Türkiye’de gdolu bitki ve hayvan üretimine izin verilmeyecek. Bu düzenleme, son yıllarda Türkiye’de yürütülen gdo karşıtı mücadelenin bir başarısı olarak yorumlanabilir. Ancak kanun, gdolu gıdaların ithalatını, izne tabi olacak biçimde, serbest bırakıyor.

Özellikle yem ve gıda olarak ülkeye giren gdolu ürünlerden hem üreticinin hem de tüketicinin nasıl korunacağı belirsizliğini korumaya devam ediyor. Yem olarak giren gdolu ürünlerin, tohum olarak kullanımı nasıl engellenecek, belli değil.

Bu ürünlerin ülkeye girişi, nakli, transferi için yapılacak başvuruları  ise Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bağlı Biyogüvenlik Kurulu değerlendirecek. Kurul, uygun gördüğü taktirde, bu ürünlerin ülkeye gıda ve yem amaçlı olarak girişine olanak tanıyacak.

Kurulda üretici ve tüketici örgütlerinin temsilcileri yer almayacak. Biyogüvenlik kurulu altında ürünlerin sosyo ekonomik ve ekolojik etkilerini değerlendirecek komiteler oluşturulacak. Komitelerin kararları gizli bilgi kapsamında değerlendirilecek. Bu bağlamda, kurulun karalarının dayanağını öğrenmenin yolu kapatılacak.

Bu kararları öğrenmenin tek yolu ise yargısal denetim ile alınan kararlara katılım. Kısacası kararlara idari dava açmak gerekecek. Oysa pek ala bu kararlar, demokratik bir biçimde kamuoyu ile paylaşılabilirdi.

Bu bilgilerin gizli bilgi olması, toplum sağlına ve doğanın geleceğine yönelik bu kadar önemli karaların sır niteliğinde olması, yaşama hakkının doğrudan ihlali niteliğinde görülebilir. Bu ve ithalata ilişkin düzenlemeler de bu bağlamda Anayasa’ya aykırılık konusu olabilecektir.

Diğer yandan, Ekoloji Kolektifi’nin üzerinde durduğu diğer bir husus ise, bu ürünlerden zarara uğranıldığının ispatının tüketici ve üreticiler üzerinde bırakılmasının yaratacağı sorunlardı.

Bu ürünlerden doğan zararları ispat etmekle yasa yine zarar göreni sorumlu tutuyor. Oysa ki bu ürünlerin zarar vermediğini, bu ürünleri ihal eden, dağıtan, satan şirketler ispatlamalıdır.

Bu ürünleri ithal edenler kusursuz sorumluluk hükümlerine tabi olmalıdırlar. Ama yasa, bu ürünlerden kaynaklı, alerjik bir reaksiyon ya da daha farklı bir sağlık sorunu yaşayan kişilerin,  iddialarını ispat etmekle sorumlu tutuyor. 

Neyse ki GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaklanıyor. Şükretmeyi öğrenmek lazım; değil mi!!

Ama, bir belge var ki onu da yakında açıklayacak  ekoloji kolektifi, tam bir dehşet tablosu sunuyor.

Geçtiğimiz yıl kamuoyunda gdo yönetmeliği olara bilinen, Gıda Ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar Ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol Ve Denetimine Dair Yönetmelik’in iki kez değiştirilerek uygulanmaz hale getirildiği zaman zarfında ülkeye gdolu olarak ne kadar gıda ve yem girdiğini gösterir bir belge bu. Öğrenince gözlerime inanmadım.

Bu yönetmeliğin uygulanamaz hale gelmesine yol açan değişiklikleri ekoloji kolektifi üyeleri iptal ettirmişti. Şimdi peki bu ürünler, piyasadan toplatılacak mı? Bakanlık bu konuda ne yapacak, yasamız var yaşasın, uyum sürecini tamamladık mı diyecek yoksa mücadele devam mı edecek?

Ya da şöyle soralım, şeker özelleştirmelerinin hızlı bir biçimde gündeme girmesi ile gdoların(özellikle mısırın) ithalatı arasında nasıl bir bağ kuracak, gdo karşıtları. Şeker fabrikalarının kapatılmasının, gdolu mısıra dayalı tatlandırıcıların kapısını sonuna kadar açtığını, gdo karşıtları görüp, yeni dönemde bu özelleştirmelere karşı da direnmeye devam edecek mi?

Mücadele ederken göreceğiz. Ama eğer şeker özelleştirmelerine karşı gdo karşıtı mücadele etkinlik gösteremezse, kazanımlar teker teker kaybedilecektir. Sadece şeker çiftçisi, işçisi değil aynı zamanda tüketici de bunun bilincinde olmalıdır.

Fevzi Özlüer
Ekoloji Kolektifi
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: Günbatımı - 31 Mart 2010, 14:08:59
 s1))    Ne yiyeceğiz biz artık? Bir şekilde kendimiz ekelim desek bile, tohumlar da GDO'luymuş!  :usgunn:
Başlık: Bukalemun kılıklı meyve ve sebzeleri yiyen insana ne olur?
Gönderen: Tuğra - 02 Nisan 2010, 02:17:37

Uzman sorusu: Bukalemun kılıklı meyve ve sebzeleri yiyen insana ne olur?

Kişiliğini ve kimliğini kaybetmiş yani insanlığını kaybetmiş “geni bozuk” bilim adamlarının yeni marifeti!

Bugün ulusal gazetelerin hemen hepsinde yer alan “Ananas kokulu beyaz çilek” haberi tüylerimizi diken diken etti! Hormonlu çilekten kaçarken şimdi kokusunu kaybetmiş çilek!

(http://www.iyibilgi.com/images/haber/40940.jpg)

Önce Hürriyet gazetesinde yayınlanan ilgili haberi size sunuyoruz.

 “İngiltere'de, çilek görünümlü ancak ananas tadındaki 'beyaz çilek' piyasaya çıktı.
Bilinen çilekle aynı genetik yapıya sahip, tadı ve kokusuysa ananas gibi olan beyaz çileğin üzerindeki çekirdekçikler de kıpkırmızı.
Güney Amerika'da bir yabani çilek türü olarak yetişen, ancak soyu tükenme tehlikesi içinde bulunan beyaz çilek, 7 yıl önce Hollandalı çiftçilerce ticari amaçlı yetiştirilmeye başlanmış.

Serada yetiştirilen beyaz çilek olgunlaştıkça yeşilden beyaza dönüyor.”

Biz nereden gelip nereye gidiyoruz? Tabiatın bize hediyesi doğal meyve ve sebzelerimizin tadı, kokusu, lezzeti, içerdiği vitamin ve mineraller kimleri rahatsız ediyor?

Köpekbalığı ve akrepli domatesi nasıl bir insan hayal edebilir? Kabak genini karpuza aşılamak hangi akla hizmet eder? Ya limonun şeklini değiştime fantesizi? 

Domates yumuşak ve lezzetli, insanlar bunu yiyince çok mutlu oluyor...

Köpekbalığı ve akreple bizi korkutup mutluluğumuza engel olmak isteyenler bakın ne yapmış?

(http://www.iyibilgi.com/images/haber/40937.jpg)

Soğuğa dayanıklı bir domates elde etmek için domatese köpekbalığı geni transfer edilirken, ürünü zararlılardan korumak için akrep geni naklediliyor.

Daha bitmedi!

Akıllı insanlar domatesin şifalı suyundan yazın salça yapıp kışın domates tüketmiyorlar diye üzülen uyanık bilim adamları domatesin suyunu kurutmak için çok uğraşmışlar!

(http://www.iyibilgi.com/images/haber/40936.jpg)

Geçtiğimiz günlerde gidahareketi.org sitesinde yayınlanan habere göre, Metra Market, Türkiye’de ilk kez suyunu bırakmayan GDO'lu domatesleri satışa sundu. Hem de 2010 Mart ayı içinde "Biyogüvenlik Yasası"nın onaylanıp, yürürlüğe girdiği hafta. (GDO yasaklandı diyenlere duyurulur!) Bu GDO'lu domatesler sayesinde sandviç ekmeği ıslanmıyor, şişteki domates şeklini kaybedip düşmüyor. Söz konusu domatesler Metro raflarında 12 ay boyunca satışta olacak.

Limonun şeklinden rahatsız olup sivri bibere benzetmeye çalışanların aklından acaba ne geçiyordu? Bunu icad etmek için uğraşanlara soruyoruz: Bu limonun suyunu sıkmak daha mı kolay

(http://www.iyibilgi.com/images/haber/40939.jpg)

Mersin'in Silifke ilçesinde tarım işçisi olarak çalışan Ayşe Say'ın limon ağacından topladığı bu limon çok tartışılacak!

Geçen yıl, Çukurova'da, çiftçilerin büyük bir bölümünün rekolteyi artırmak için 'kabak aşılı' karpuzları tercih etmesi, karpuzun tadını kaçırmıştı. Sonuçta onlar verim alamadı ama karpuzu yiyenlere ne oldu bilinmez?

(http://www.iyibilgi.com/images/haber/40938.jpg)

İnsanların farklı görünme ve karşısındaki aldatma hastalığını, meyve ve sebzelere de taşıma savaşı aslında çok ama çok ürkütücü!

İnsan, “Bu GDO işiyle, yani Organizmaların Genetiğini Değiştirme işiyle uğraşan bilim adamlarının geninde neler var?” diye sormadan edemiyor!

Ya da bunun bir, “01 Nisan” şakası olduğunu düşünmek istiyor…

GDO’cu bilim adamları ve GDO savunucularına bir çift lafımız var: “Tabiatın doğallığı ve insanların sağlıklı yaşaması size batıyorsa, biz size biraz iyilik güzellik ve biraz da insanlık geni verelim…” ne dersiniz?

iyilikguzellik.com
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: Günbatımı - 02 Nisan 2010, 09:25:42

....
Köpekbalığı ve akrepli domatesi nasıl bir insan hayal edebilir? Kabak genini karpuza aşılamak hangi akla hizmet eder? Ya limonun şeklini değiştime fantesizi
...

Sanırım bu tip bilim adamlarının yaptıkları şeyi açıklayan en güzel ifade bu: Fantazi!  s1))
Başlık: GDO’nun sattığı hastalıklar!
Gönderen: Tuğra - 21 Nisan 2010, 01:33:41
(http://www.iyilikguzellik.com/images/haber/37.jpg)
 
Uluslararası Biyolojik Bilimler Dergisi’nin Şubat 2010 sayısında yayınlanan sonuçlara göre, Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş mısırlarından elde edilen yiyeceklerin nelere sebep olduğunu öğrenmek ister misiniz?
   
19 Nisan 2010'da www.iyibilgi.com sitesinde yayınlanan bir haber GDO'nun ürkütücü sonuçlarını ortaya koydu. Haberde, Rus biliminsanlarının gerçekleştirdiği 'bağımsız' çalışmalara göre, genetiği değiştirilmiş organizmaları tüketen memelilerin, üreme özelliklerini yitirdiklerinin kanıtlandığı bildirildi.

Evet, sonunda GDO'nun kısırlığa sebep olduğu bilimsel olarak kanıtlandı ama sonucu bu kadarla kalmıyor! GDO'lu gıdaları tüketen insanlarda ortaya çıkan hastalıklar saymakla bitmiyor. Bu konuda Kemal Özer'in yazdığı Deccal Tabakta kitabı, aslında GDO hakkındaki tüm gerçekleri ortaya çıkardı.

Özer, siyasi, dini ve vicdani açıdan GDO'nun ne olduğunu anlattığı kitabın 5.bölümünde GDO'nun sattığı hastalıkları çok anlaşılır bir dille özetlemiş. 

İşte GDO’nun sattığı hastalıklar!

Neredeyse dünyanın tamamına yakınının üyesi olduğu bir örgütün, özellikle de sağlık alanında faaliyet gösteriyorsa tarafsız olması ve insan sağlığını öncelemesi beklenir. Ancak bu örgüt, özellikle de BM’ye bağlı ise kuruluş amacına uygun olmayacağı için; böyle bir objektiflik varlık sebebine aykırıdır.
Bunu beklemek galiba örgüte yapabileceğimiz en büyük haksızlık olacaktır.

Dünya Sağlık Örgütü’nden, GDO konusunda olumsuz yargı beklemesek de ne düşündüğünü merak da etmiyor değiliz.

Örgüt bu konudaki görüşlerini resmi web sitesindeki GDO ile ilgili 20 soru ve 20 cevap başlıklı bölümünde şu şekilde vermiş: “GDO’lu gıdalar tüketici ve üreticiye belirli avantajlar sunmaktadır. GDO, ürünü daha az maliyetle daha fazla besin değeri ve dayanıklılıkla elde etmek demektir. GDO’lu tohum üreticileri, ‘tüketiciler tarafından onaylanan’ ve üreticilere yarar sağlayacak ürünlere yoğunlaşmışlardır. GDO’lu ürünün temel hedefi, ürünün dayanıklılığını sağlamaktır. Bitki hastalıklarına
direnç ve herbisitlere olan toleransın artması hedeftir. Genellikle tüketiciler doğal gıdaların daha güvenilir olduğunu düşünmekteler.

Yeni (endüstriyel) gıdalar, doğal metotlarla oluşturulduklarında, mevcut karakteristikler negatif veya pozitif yöne kayabilirler. Ulusal gıda otoriteleri, geleneksel gıdaların denetimini her durumda yapmamaktadır (sanki diğerlerini yapıyormuş gibi!). Çok büyük ‘kapsamlı etkileri olmamasına
karşın’ üç ana sorun söz konusudur. Bunlar: (a) alerjilere sebep olma, (b) bitki ve hayvanlardan insana gen transferi, (c) doğal bitkilere ve oradan insanlara gen kaçışı ve geçişleri.”

Görüleceği üzere Dünya Sağlık Örgütü, açık bir şekilde kurumsal anlamda GDO taraftarıdır. Bu son derece doğal bir durumdur. İnsanların ezici çoğunluğunun güvenilir bulmadığı BM’ye bağlı bir örgütün güvenilir olması mümkün olabilir mi? Üstelik hiçbir fikirleri alınmaması bir yana tüketicilerin
GDO’ya karşı yükselen isyanını yok sayarak “tüketiciler tarafından onaylanan” şeklinde alaycı ifadelere yer veren bir örgüte kim neden güvensin ki?

Bu örgütlerin yöneticileri, çoğu kez dünya politikalarında son derece etkin olan, HİBRİT ve GDO’lu tohum üreticilerinin etkileri ile belirlenmektedir. Bu örgütlerin politikalarının bu küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda oluşturulduğu özellikle de domuz gribi senaryosunda bir kez daha görülmüştür.
GDO’cuların her biri, birer kimya devi olup insanî (beşeri) ilaçların yanı sıra, hayvanî ve bitkisel ilaç üreticisidirler.

GDO’lu ürünleri tüketen insanlar hızla kısırlaştırılsın ya da GDO ve HİBRİT ürünlerin neden olduğu (a) alerji, (b) kanser, (c) fizyolojik bozukluklar, (ç) bağımlılık, (d) gen ve DNAyapısı bozuklukları, (e) immün sistemi sorunları, (f) mikro organizmaların mutasyonuyla yeni hastalıkların ortaya çıkması
gibi hastalıklara yakalanarak bu dünyayı acele terk etsinler!

WWF (World Wildlife Fund) adlı kuruluşun Ekim 2004’te yaptığı araştırmada AB’li 13 Çevre Bakanı’nın kan örneklerinde 55 çeşit kimyasal madde tespit edilir. Bunlar içerisinde böcek öldürücü ilaç kalıntıları da vardır.

Rusya Bilim Akademisi görevlilerinden Dr. Irina Ermakova’nın 2005 yılında yaptığı fare deneyi GDO konusunda oldukça önemli bir sonucu ortaya çıkarır. Denek farelerden 1. grup doğal gıdalarla, 2. grup GDO’suz soyayla, 3.grup GDO’lu soyayla beslenir.

3 kez tekrarlanan fare deneyinin sonucunda denek farelerden 3 hafta içerisinde:

(a) Doğal gıdalarla belenenler farelerin yüzde 6,8’i ölür.

(b) Normal soya ile beslenen farelerin yüzde 9’u ölür.

(c) GDO’lu soya ile beslenen farelerin yüzde 55’i ölür!

Ayrıca GDO’lu soya ile beslenen fakat ölmeyen farelerin yüzde 36’ı olması gereken ağırlığın altındadır. 2008 yılında Viyana Üniversitesi’nin, Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlığı’nın katkılarıyla yaptığı bilimsel çalışmada ise GDO’lu gıdalarla beslenen farelerin, ilk neslinden başlayan fakat 3. ve 4. nesillerde büyük ölçüde artan şekilde üreme yeteneklerini kaybettikleri tespit edilir.

2009’a gelindiğinde bu etkilerin doğruluğu bir kez daha test edilir. Uluslararası Biyolojik Bilimler Dergisi’nin Şubat 2010 sayısında yayınlanan sonuçlara göre, Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş mısırlarından elde edilen yiyeceklerin, memelilerde organ yetmezliğine neden olduğu bir kez daha tespit edilir.

Dergide yer alan makalede; “Etkiler kendilerini genel olarak yiyeceklerin toksinsizleştirmesinin yapıldığı iki ana organ olan böbrek ve karaciğerin işlevlerinde gösteriyor. Buna ek olarak GDO’ların kalp, böbrek üstü bezleri, dalak ve kan hücrelerinin çalışmaları üzerinde de etkileri olduğu gözlendi.

Genleriyle oynanmış ürünler hiçbir zaman insan ve hayvan beslenme düzeninin bir parçası olmamalı. Bu ürünlerin tüketiciler üzerinde uzun vadede ne gibi etkilerinin olacağını henüz net olarak bilemiyoruz”deniyor. Araştırmaya tepki gösteren dünyanın en büyük GDO’cusu Monsanto ise çalışmanın hatalı olduğunu iddia ederek güvenilir bulmadığını belirtiyor.

Sorunun bir başka boyutu ise sayısız bilinmezler arasında yer alan ve nasıl bir netice vereceği kestirilemeyen insan hayvan karması çalışmasıdır. Bazı batılı ülkelerde, hayvan hücrelerinin insana ilkah edilmesi suretiyle insan hayvan arası bir varlık yaratma çalışmaları yapılmaktadır. Bu çalışmalar, 1940’ta Rockefeller’in New York’taki laboratuvarlarında fareler üzerinde yapılan deneylerle başlamıştır. Mesela şu anda Çinliler domateslere ve yeşil biberlere çabuk büyüsün diye insan geni yerleştirmekteler. İnsan spermi üretebilmeleri için farelere genetik mühendislik uygulanmaya başlanmıştır.

İnsanların, zaman içinde kendi babalarının genetik hırdavatçılardan beş dolara alınan bir laboratuvar faresi olduğunu düşünmesi hissi bile ürkütücüdür. Charles Eric Maine’nin 1958’de kaleme aldığı Erkeksiz Dünya adlı romanı hatırlatan bu çalışmalar başta insan olmak üzere, canlı türlerini nasıl
bir felaketin beklediği sorusunun cevabını bulmaya itiyor. İnsanın, bu fesat girişimi yani haddi aşması fıtrata ihanettir. İnsan bu ihanetin ve ihanete sessizliğin bedelini elbette ödemek zorunda kalacaktır.

Hiçbir hastalık söz konusu olmasa bile, farelerin çocukları olmak insan onurunu zedeler. Bunun düşüncesi bile gayri insanî, gayri dinî ve gayri ahlakîdir. Olup biteni bir kez daha düşünmek ‘insan’ın en büyük bir vecibesidir.

Kaynak: Deccal Tabakta/ Kemal Özer

iyilikguzellik.com özel Nihal Doğan

Başlık: Et fiyatlarını ben artırdım. Neden mi?
Gönderen: helps - 30 Nisan 2010, 00:06:36
Birkaç aydır et fiyatları hızla artıyor. 1 Kğ et 30 lira sınırına dayandı. Hatta geçti bile. Peki yüzde yüze yaklaşan fiyat artışının nedeni ne? Artıştan kim yada kimler sorumlu?

 

Hayvan yetiştiricileri mi?

Et kesim haneleri mi?

Toptancılar mı?

Kasaplar mı?

Tarım Bakanı mı?

Bunlardan hiç biri sorumluluğu üstlenmediğine göre, geriye tek bir adres kalıyor…

İtiraf ediyorum. Et fiyatları benim yüzümden arttı. Yani ben artırdım. Bunu da sizinle birlikte başardık. Yani suç ortağımda sizlerisiniz.

 

Gelirleri aşırı derece artan biz tüketicilerin, öğle ve akşam yemeklerindeki düzenli et tüketmesi yetmezmiş gibi kahvaltıda da et tüketmeye karar vermesi, et fiyatlarında artışa neden olmuş.

 

Yani tüketicinin artan et talebi, doğal olarak serbest piyasa kurallarını devreye sokmuş ve et fiyatları tırmanmış. Bunda Tarım Bakan’ı Mehdi Eker’in ne kusuru olabilir ki?

 

İki yıl önceki pirinç krizinde de aynısı olmamış mıydı? Tüketiciler üç öğün pirinç yemeye hatta pirinçten hoşaf yapmaya kalmasından dolayı karşılanamayan talep, pirinç fiyatlarının tavan yapmasına neden olmamış mıydı?

 

Bu beklenmedik tüketici talebi yüzünden, bizleri düşünmekten iş yapamaz duruma düşmüş olan Tarım Bakanı, ithalata izin vererek, bu dayanılmaz ihtiyacımıza ivedi çözümler üretmemiş miydi?

 

Allah, Tarım Bakanı Mehdi Eker’i başımızdan eksik etmesin. O olmasaydı başımıza taş yağar ya da açlıktan kırılırdık.

 

Bu kara mizah üzerine, ne dersiniz artık mizahi yazılar mı yazsam?

 

* * *

 

- Kuş gribinde tavukları katliama tabi tutarak,

 

- Hz Âdem a.s.’den bu yana ektiğimiz tabiî tohumlarımızın ekim ve ticaretini yasaklayarak,

 

- Ekim, dikim, ithalat ve ihracatı yasak olan GDO’lu ürünleri denetlemeyip fiili durum oluşturan, bununla da yetinmeyerek geleceğimizi, her biri siyonist küresel çıkar gruplarına peşkeş çekici hukukî düzenlemelerle yasal statüye kavuşturan bir Bakan’ın;

Pirinç fiyatları artmış,

Et fiyatları tavan yapmış,
Tabiî tohumların nesli kesilmiş,

Ekmeğimiz yenilemez hâle gelmiş,

Ürüne katılan katkılar, etiketine tam ve eksiksiz yazılmamış,

Gıdalara alkol, domuz, kanserojen ve alerjen maddeler katılmış,

Hayvancılık yok olmuş,
Arıcılığımıza İsrailliler el atmış,

Dere tepe dağ taş demeden yabancılar, flora örneklerimizi toplamış umurunda  mı?

 

Bakan olduğunda, Türkiye’nin
21.500.000 ton (2005) olan buğday üretimi 17.782.000 tona (2009) düşmüş,

  9.500.000 ton (2005) olan arpa üretimi 5.923.000 tona (2009) düşmüş,

  2.240.000 ton (2005) olan pamuk üretimi 1.938.000 tona (2009) düşmüş,

  2.070.000 ton (2005) olan kuru soğan üretimi 2.035.411 tona (2009) düşmüş,

     520.000 ton (2005) olan kırmızı mercimek üretimi 111.502 tona (2009) düşmüş,

       26.000 ton (2005) olan susam üretimi 19.956 tona (2009) düşmüş, umurunda mı?

 

Umurunda olsaydı bir önlem alması gerekmez miydi?

Umurunda olsaydı, tohumun mülkiyetinin küresel vampirlere aktarılarak, bağımlılığa neden olan hibrit tohumları yaygınlaştırmak için, tabiî tohumların satış ve ekimini yasaklar mıydı?

Elbette yapmazdı. Ama bütün bunlar son beş yılda oldu. Üstelik gözlerimizin önünde olup bitti.

 

Kimimiz, ‘aman bizim iktidar yıpranmasın’ diye göz yumduk.

Kimimiz, ‘bu adam ‘Müslüman’ vardır bir bildiği’ diye sineye çektik.

Kimimiz, umurumuza bile almadık. Çünkü, yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızdaydı.

Kimimiz, tarımda neymiş; ‘onu çarığı çamurlu, şalvarı yamalı adamların yaptığı iş’ diye küçümsedik.

Kimimiz, tarımda neymiş,  çünkü ‘bir kamyon buğday verip, bir bilgisayar alıyoruz’ PR numarasını maske yaptık.

 

Sonuç: Ürettiğimiz kendimize yetmez oldu.

 

Kimimiz, destekleme pirimi almak için gerçek dışı beyanda bulunduk.

Kimimiz, daha çok ürün masalına inanıp, daha çok kimyasal tarım ilacı ve gübre kullandık.

Kimimiz, tamahkârlık yapıp, kendi tohumumuzu ayırmak yerine ‘sertifikalı tohumluk’ masalıyla küresel tohumcuların ağına yem olduk.

Kimimiz, gerçek yiyecekleri bırakıp, torna tezgâhından çıkmışçasına sözde gıdaların cazibesine kapılarak, elmanın içindeki kurtçuklar kadar aklımızın olmadığını ispat ettik yedi düvele.

 

Sonunda Mehdi Eker’e emanet ettik ülkemiz tarımını. Ve layık olduğumuzu sundular bize.

 

Amerika Birleşik Devletleri ‘bizim şirket, sizin bürokratlara rüşvet vermiş, bu yüzden ona ceza verdim’ diye ilan ediyor.

Bizim savcı ise elindeki belgeyi yok sayıyor.

Tarım Bakanı, elindeki rüşvetin belgesini 3 yıldır görmemeye duymamaya devam ediyor.

Anayasa değiştirme bahanesiyle, 10 gündür birbirlerine aklı zorlayıcı hakaretleri, küfürleri gözlerinin içine bakarak söyleyen siyasetçilerin, el birliği ile yönettiği bu ülkede, etin fiyatı iki katına çıkmış kimin umurunda…

 

Biz buna layığız... Kimse zulmetmiyor bize…

 

Etin fiyatı bu yüzden yüksek…

Yani etin fiyatını biz yükselttik…

Bekleyip bekleyip “ne yapıp edip etin fiyatını düşürün” diyen Başbakanımız, bu yüzden ikna edici değil.

 

Gelen bilgiler doğru ise; bazı çevreler canlı cansız et dolu gemileri limanlara yaklaştırmış bile.

Etin fiyatı bu kadar yükselmişken; menşei şaibeli, hastalıklı, yaşlı, niteliksiz, antibiyotik deposuna çevrilmiş hayvan etlerini “sözde helâl” etiketleri ile bize sunarlarsa şaşıracak değiliz.

 

Bu durumun müsebbibinin biz tüketiciler olduğunun farkında olan bazı medya kuruluşlarının “ithal ederiz sözü bile yetti” manşetleri atarak, ne kadar basiretli olduklarını bir kez daha gösterdiler.

 

Yağ, et, süt vs işleri yapmakla ünlü, iktidar milletvekilinin biri ise fırsatı yine kaçırmayarak patlatmış indirimi(!)

 

Sahi, daha ne kadar yiyeceğiz bu bayat numaraları?

 

* * *

 

Köyüne okul, elektrik, su götürmeyip çaresiz bırakmışsınız…

Köyde kalanına, sağa dönünce ordun, sola dönünce teröristin bağırmış…

Sonra yaklaşık 30 yıldır çoğu köyü kente taşıyıp, şehirlerin varoşlarına hapsederek meraları bomboş bırakmış…

Kalanların ise dağına taşına, ordu ve teröristiyle elbirliği etmişçesine mayın döşemiş…

Geri dönmek isteyene 3-5 inek, 40-50 koyun vermek şöyle dursun, zararını bile karşılamamışsın…

Bunun için acil eylem planın da, geleceğe dönük projen de olmamış…

 

Sütünün hak ettiği fiyatı almasını sağlayıcı tedbir almak bir yana, sokaklara dökmelerine ve sonunda ineklerini kesime göndermelerine göz yummuşsun…

 

Süt fiyatları, hani biri yabancı diğer ikisi de ‘dindar’ üç büyük dev gıda ve sütçülerinin, süt müstahsiline ‘bu fiyattan daha fazla vermem’ diye, ikide bir dayattıkları düşük süt fiyatları vardı ya; oda mutlaka hem tüketici hem de müstahsilin iyiliği içindir de mutlaka biz bilememişizdir.

 

* * *

 

Sayın Başbakan!

Kırmadık yumurta bırakmayanları daha ne kadar koltukta tutacaksınız?

 

Gerçeği haykıranları daha ne kadar muhalif olarak görmeye devam edilmesine göz yumacaksınız?

 

Her gün yakındığınız yıkılası bürokratik düzenin, önünüze koyduğu verilere güvenmeye daha ne kadar devam edeceksiniz?

 

Bu ülkenin tarım politikasını, tarım bürokrasisini, gıda sorununu, gıda güvenliğini, tohum sorununu, hibrit ve GDO afetini, nano gıda belâsını, tarım kimyasalları musibetini, yok edilen florayı, katledilen bal arılarını ne zaman öncelikli gündem yapacaksınız?

 

Ne zaman dinleyeceksiniz ülkenin bu sorunları için kafa patlatanları?

 

Sahi Tarım ve Sağlık Bakanlarının kara deliklerini daha ne kadar kapatacaksınız?

 

Sahi Sayın Başbakanım ne kadar?

 

 

* * *

 

Zamanın birinde bir şehirde bir halktan biri öldüğünde çan bir kez çalınırmış. Devlet görevlilerinden biri öldüğünde iki, zenginlerden biri öldüğünde üç kez kral öçlüğünde ise üç kez çalınırmış.

 

Bir gün bir kişi haksız yere cezalandırılmış. Bu kişinin masum olduğunu ve verilen cezanın haksız olduğunu herkes biliyor ama hiç ses çıkarmıyormuş.

 

Cezanın infaz edilmesinden bir gün sonra bir çan çalmış. Herkes ‘garibanın biri öldü’ demiş. Fakat can ikinci kez çalınca ‘devlet erkânından biri öldü’ demişler. Ama çan üçüncü kez çalmış. Bu kez de ‘zenginin biri ölmüş’ demişler. Çan dördüncü kez çalınca ‘işte kralımız öldü demiler’ ama çan bu beşinci kez çalmış.

 

Herkes ‘hayırdır çan hiç beş kez çalmazdı’ diye sokağa fırlamış. Bakmışlar ki çanı beş kez çalan kişi dün ceza verilen adam. ‘Kralda ölmediğine göre ne oldu da beş kez çaldın?’ demişler.

 

Adam “-Çünkü bu kez adalet öldü” demiş. Evet, adaletin öldüğü yerde etin fiyatı artsa ne olur?

 

GDO’yu yasakladık diyerek reklâm edilmemiş miydi? Tarım Bakanlığı bugünkü Resmi Gazete yayınlanan yönetmelik değişikliğiyle tümüyle gerçeğin ve adaletin öldüğünü bir kez daha ispat etti hükümetimiz.

 

İşte yeni cinayet: “İnsan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin ithalatı ve piyasaya sunulması yasaktır" hükmü, yürürlükten kaldırılmıştır.


Kemal Özer
timeturk
Başlık: Tohum bankası fikri şeytani bir plan
Gönderen: Tuğra - 18 Mayıs 2010, 11:53:51
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar yani GDI ile ilgili yaptığı açıklamalar ile gündeme gelen Willİam Engdahl dün verdiği bir konferansta önemli açıklamalar yaptı.

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’nin davetlisi olarak Türkiye ye gelen Willam Engdahl, "nasıl insan kalırız" adlı programda konuştu.

Programın açılış konuşmasını yapan Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer in “ekolojik dünya ekonomik dünya arasında bir savaş yaşanıyor. Bu savaşta kazananların sayısı bir elin parmağını geçmezken kaybedenlerin sayısı milyarlarca insan ve tabii düzendir” dedi.

Yıllarca kullanılan kimyasal tarım ilaçları nedeniyle toprakların zarar gördüğünü belirten Eıllıam Engdal, toprağın kendini toplamasının uzun zaman alacağını belirtti.

Engdal ayrıca tohum bankası fikrinin şeytanı bir plan olduğunu, kutuplardaki tohum bankasının kırlı bir tezgâhın parçası olduğunu söyledi. Engdal, "bu yerler neden bir askeri üs gibi korunuyor?”, "Bankalarının atom bombasına bile dayanıklı hale getirilmesinin sebebi nedir?" diye sordu. Engdal, bu bölgelerin Bill Gates vakfı ve Monsanto tarafından korunduğunu söyledi.

Engdal, dünyaya GDO’lu gıda ve ilaç ihraç eden Monsanto’nun, kendi çalışanlarına GDO’lu ürün yedirmediğini söyledi. Türkiye’deki et ithaline de değinen Engdal, "Türkiye ben Amerika’dan et ithal etmek istemiyorum derse Amerika Türkiye’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet eder ki Dünya Ticaret Örgütü artık tümüyle Amerika’nın çıkarlarını koruyan bir örgüttür" dedi.

Engdal, GDOlu ürünlerin güvenli olduğuna dair yapılan araştırmalarında gerçeği yansıtmadığını ifade etti. Bu testlerin Monsanto, Rockfeller, Dupont gibi şirketler tarafından yapıldığını kaydeden Engdal "bu karteller testlerin sonuçlarını istedikleri gibi değiştiriyorlar" dedi.

iylikgüzellik
Başlık: İthal mısır hayırlı olsun!!!
Gönderen: Tuğra - 22 Haziran 2010, 23:10:55

Tarım bakanlığı gerçek yüzünü gösterdi ve GDO Yönetmeliği kapsamında kurulan Bilimsel Komite’nin ilk icraatı, Avrupa Birliği (AB) listesinde yer alan GDO’lu (genetiği değiştirilmiş) soya ve mısırların ithaline izin vermek oldu.
   
Komite GDO’lu mısırların ithali için yapılan 17 başvurunun 16’sını kabul etti. Buna göre mısırlar, “taze, konserve, un, irmik” dışında gıda amaçlı tüketilebilecek ve hayvan yemi olarak kullanılabilecek.

T25’e izin çıkmadı

GDO Yönetmeliği kapsamında kurulan ve ağırlıklı olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı kurumlardan, üniversiteler, TÜBİTAK ve araştırma enstitülerinde görevli konuyla ilgili uzman veya öğretim üyelerinden oluşturulan Bilimsel Komite ilk başvuruları değerlendirdi.

İthalatçı firmaların soya ve mısır için yaptığı başvurulara olumlu yanıt veren komite, GDO’lu mısır ithalatı için yapılan 17 başvurunun sadece biri olan, T25 kodlu mısır çeşidini, “sağlık ve çevre açısından risk oluşturabileceği” gerekçesiyle reddetti.

İzinli 16 çeşit mısır
Bitki ve böcek öldürücülere karşı direnç gösteren ve Türkiye’de de kullanımına için izin verilen GDO’lu mısır çeşitleri şöyle:

DAS59122, DAS1507 x NK603 kodlu melez mısır çeşidi, MON89034, MON88017, 59122 x NK603 kodlu melez mısır çeşidi, MIR604, Bt11, DAS1507, MON810, MON863, NK603, NK603 x MON810 isimli mısır tohumlarının taze, konserve, un, irmik ve mamulleri gibi doğrudan tüketim dışında yem ve gıda olarak kullanıldığında bir risk oluşturmayacağı kanısına varıldı.

MON863 x MON810 (melez mısır çeşidi), MON863 x NK603 (melez mısır çeşidi), MON863 x MON 810 x NK603 (melez mısır çeşidi) mısır tohumları sadece yem olarak kullanılabilecekler.

Hürriyet
Başlık: GDO cenneti Türkiye!
Gönderen: Tuğra - 02 Temmuz 2010, 00:24:45

 
Tarım Bakanlığı, çok tartışılan GDO yönetmeliğinde birkez daha değişiklik yaptı. GDO’lu mısır ve soya resmi izinle Türkiye'de...!

Türkiye 2009 Ekim’inde yayınlanan yönetmelikten sonra “Var mı yok mu” diye tartışılan GDO’lu ürünlere resmi olarak kapılarını açtı. Genetiği değiştirilmiş 16 çeşit mısır ve üç çeşit soyanın gıda ve yem amaçlı kullanılabileceğine karar verildi.

Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) için uygunluk denetimi yapan bilimsel komite, iki önemli karar aldı. İlk kararla, bir ürünün GDO’lu sayılabilmesi için öngörülen eşik değer belirlendi. Eşik değer, Avrupa Birliği’nin kabul ettiği binde 9 oldu.

Eşik değeri aşan oranda GDO içeren ürünlerde bu durum etikette belirtilecek. Binde 9′un altında GDO içeren ürünlerde ise etiketleme zorunluluğu yok. Komite, aynı kararda, genetiği değiştirilmiş üç çeşit soyanın gıda ve yem amaçlı kullanımında risk olmadığına hükmetti.

Bilimsel komitenin diğer kararı ise 17 çeşit genetiği değiştirilmiş mısırla ilgili sonuçları içeriyor. Komite, genetik olarak değiştirilmiş T25 kodlu mısır için uygunluk vermedi.

Ancak diğer 16 mısır çeşidinin 12’si yem ve gıda, dördü ise sadece yem amaçlı kullanılabilecek. Kararı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı da onayladı.

Karar, bazı tartışmalara da yol açacak gibi görünüyor. Uzmanlar, komitenin yeterli ve gerekli incelemeyi yapmadığını öne sürüyor ve Avrupa Birliği’nin onay verdiği genetiği değiştirilmiş türlere otomatik bir onay verildiğini savunuyor.

Karardaki bir ayrıntıya da dikkat çekiliyor. Bilimsel komite, onay verdiği genetiği değiştirilmiş mısır türlerinin konserve, un, irmik ve mamulleri gibi doğrudan tüketim dışında kullanılmasını risksiz buldu. Uzmanlar, bu ürünlerde kullanımın ne tür riskler içerdiğinin açıklanması gerektiğini vurguluyor. (EurActiv)

iyilikgüzellik
Başlık: Trakya’da üretilen kavunlar GDO’lu
Gönderen: Tuğra - 18 Eylül 2010, 01:26:50

“Trakya’da üretilen bütün kavunlar böyle artık; genetiğiyle oynanmamışı yok. Hadi bir şey daha diyeyim: Bu Kırkağaç kavunlarının neredeyse tamamı genetiğiyle oynanmış.”
 
(http://www.iyilikguzellik.com/images/haber/315.jpg)

Neleri yiyebiliriz sorusunu geçeli çok oldu. Neleri yemiyoruz ki? Son 15 yılda gıda teknolojisindeki gelişmeler bu soruyu tekrar gündeme getirdi. Genetiği değiştirilmiş gıdaları yiyebilir miyiz? Atalarımız, doğada karşılaştıkları ürünlerin hangilerini yiyebileceklerini hayvanlara bakarak öğrenmişti; onlar zehirlenmiyorsa, yenebilirdi. GDO’lu ürünleri yiyen kimi hayvanlarda hiç de hoş olmayan alametler görülebiliyor.

Peki, biz ne yapmalıyız? Net bir cevap veremiyoruz şu anda, ama ne olduğunu bilmediğimiz birçok gıda da hayatımıza ve midemize girmiş durumda. Tabii, cüzdanlara giren paranın büyüklüğü de tartışmayı kızıştıran ve çetrefilleştiren önemli bir unsur.

İki sene önce NTV haber merkezinden muhabir arkadaşlar, bir dizi haber için gittikleri Trakya’dan dönmüşlerdi ve kavun partisi veriyorlardı. Trakya çiftçilerinden aldıkları kavunları dilimleyip bütün haber merkezine ikram ettiler. Bana da bir dilim düştü; şeker gibiydi. Bir dilim daha almak için kuyruğa girdim. Yediğim ikinci ve üçüncü dilimler de tatlı mı tatlıydı. Şehirde, nasıl yetiştirildiğini bilmediğimiz, lezzet istikrarı olmayan kavunlardan sonra, doğrudan çiftçiden alınmış bu doğal lezzet güllelerini takdir ettim: “Vay be, hepsi de çok iyi çıktı kavunların!” Trakya’dan gelen arkadaşlardan biri durumu açıkladı: “Çünkü genetiğiyle oynanmış kavun bunlar.”

Genetiğiyle oynanmış gıdaların, bütün dünyada yıllardır –kimi zaman hırçın–tartışmalara konu olduğunu, Türkiye’de ise hiç de öyle büyük ve ciddi tartışmalar olmadan atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini de biliyordum, ama yine de bu kadarını tahmin etmiyordum. Arkadaşım beni daha da hayrete düşürecek bilgiler vermeyi sürdürdü: “Trakya’da üretilen bütün kavunlar böyle artık; genetiğiyle oynanmamışı yok. Hadi bir şey daha diyeyim: Bu Kırkağaç kavunlarının neredeyse tamamı genetiğiyle oynanmış.”

Birkaç gün sonra bindiğim bir taksinin şoförü de Çanakkale-Biga’lıydı ve o da başka bir bilgi verdi: “Yok, kalmadı o eski ‘Çanakkale’nin domatesi’; hepsi genetiğiyle oynanmış.” Domates, ilgilendiğimiz konu bakımından önemli; hatta bir başlangıç noktası.

FlavrSavr, 1994’te Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) izniyle üretilen ilk genetiği değiştirilmiş domatesin ticari adı. FlavrSavr, domatesin raf ömrünü uzatmak ve taşınmasını kolaylaştırmak için üretilmişti. Tam olgunlaşmadan, daha yeşil haldeyken toplanan domates, nakil sırasında sandıklarda, karanlık odalarda olgunlaşıyordu. Bu yarım yamalak olgunlaşma nedeniyle de içi ham bir ürün ortaya çıkıyordu.

Bu duruma çözüm olarak da etilen gazıyla domatesin kabuğu kızartılıyordu; ama kabuk kızarsa da domatesin içi ham kalıyor, yani doğal yapısındaki besin içeriğine sahip olamıyordu. Üretici şirket Calgene, FlavrSavr’ı işte bu duruma çözüm bulmak amacıyla üretti.

Ama sonuç arzu ettikleri gibi olmadı. Nakil sırasında bu sefer de ezilmeler oldu. Fakat domateslerin ezilmesinden daha vahim şeylere de neden oldu genetiği değiştirilmiş bu domatesler; deneyler gösterdi ki bunları yiyen farelerin mideleri delinmişti. Firma bu sonuçlardan sonra ürünü piyasadan çekti.

Gülbün Akbaba/ ntvmsnbc
Başlık: Aaah ah, nerede o eski mısırlar
Gönderen: Tuğra - 20 Eylül 2010, 00:38:50
 
Yarın öbürgün mısır ve diğer GDO'lu ürünlerin zararları ortaya çıktığında bunun hesabını kim verebilecek? Yitirilen değerler, doğanın dengesi, sağlığımız geri gelebilecek mi?

Bundan birkaç yıl önce yiyebildiğimiz yerli, şekilsiz ama lezzetli mısırlar, yerlerini 'kısır' tohumlardan elde edilmiş, taneleri inci gibi dizili ama lezzetsiz mısırlara bıraktı. Yerli mısırların lezzetini özlemek bir yana, GDO'lu mısırların istilası altında nasıl sağlıklı bir yaşam süreceğimiz de merak konusu

Geçende fotoğraf editörü arkadaşım Tijen, "Alıştığım mısır tadını o kadar özledim ki! Yediğim mısırların hiçbirinde o tadı bulamıyorum," diye yakınıyordu. Ben de aynı dertten muztaribim. Bu nedenle de bir süredir mısır yemekten vazgeçtim. Çünkü hiç değilse böylelikle yakın zamanlara dek alışageldiğim o lezzetli mısırların tadını damak hafızamda koruyabiliyorum. Eğer birkaç kez daha piyasada satılan mısırlardan yiyecek olsam, modern kısır tohumlardan üretilmiş daha pek çok sebze ve meyvede olduğu gibi, eskisi, damak belleğimden tümüyle silinip gidecek.

Ama hayır! Eski mısırların izini sürmeyi bırakmadım. Nerede bir mısırcıyla karşılaşsam, kazanı açtırıp bakıyorum. Eğer mısırlar son derece muntazam sıralar halinde, boncuk gibi, albenili tanelerden oluşuyorsa, boynumu büküp, yoluma devam ediyorum. Çünkü bunlar kısır tohumlardan üretilen yabancı kökenli mısırlar. Yerli, lezzetli mısırlarımızın taneleri böyle muntazam olmazdı. Koçanın uç kısmındaki taneler henüz tam gelişmemişken, sapa doğru olanlar olgunluktan patlamaya başlarlardı. Sıralar da düzenli değildi; koçanların albenisi yoktu.

Ne var ki onlar lezzetliydi. İşte o mısırların hasretini çekiyorum. Belki haşlanmış ya da közlenmiş mısır yemiyorum ama hepimizin olduğu gibi, mısır, benim de hayatımın ayrılmaz bir parçası. Gündelik yaşamımızda artık mısır değmemiş hemen hiçbir ürün yok. Hatta yediğimiz tavuk ve kırmızı etlerde bile mısır var; çünkü mısır en iyi hayvan yemi sayılıyor. Dolayısıyla içtiğimiz süt de mısır yiyen besi hayvanlarından sağılıyor.

Meşrubat ve hazır pudinglere altın sarısı ya da açık kahverengi tonları veren gıda boyası mısırdan elde ediliyor. Konservelerin içindeki koruyucu sıvıda mısır var. Mısırdan üretilen mısırözü yağı sadece doğrudan mutfakta kullanılmakla kalmıyor, margarinlerin de önemli öğesi. Mısır yağı sabunlarda, mayonez ve salata sosları gibi hazır ürünlerde değerlendiriliyor. Tat artırıcı glütomat da mısır proteininden yapılıyor, böcek ilaçlarında da mısır var.

BEBEK MAMALARI BİLE MISIRLI

Gelelim mısır şurubuna; şeker şurubuna göre çok daha ucuz, daha az tatlı bu şurup bonbon şekerlerinin, ketçap ve hazır dondurmaların ana malzemesi. Meşrubatta, birçok bira çeşidinde, cin ve votkada mısır var. Bebek mamaları bile mısırsız olamıyor. Reçellere, sirke ve mayalara, kabartma tozlarına, akışkanlık sağlaması için sofra tuzuna, pudra şekerine, suda çözülen kahvelere, süttozu ve toz patatese de mısır damgasını vuruyor.

Mısır nişastası baş ağrısı haplarından diş macununa, kozmetik ürünlerinden çamaşır tozuna, köpek mamasından kibrite kadar giriyor. Kurutulduktan sonra doğru biçimde saklandığında, mısır, en dayanıklı gıda ürünlerinin başında geliyor. Bir arkeolojik kazıda bin yıllık mısır taneleri bulunmuş. Tesadüfen oradan geçen bir eşek bu tarihi mısırları afiyetle yemiş.

Dolayısıyla bin yıllık bir sürecin bile mısırların tadını bozmadığı kanıtlanmış. Mısır, Orta ve Güney Amerika'da en az 10 bin yıldır yetişen bir bitki olduğu halde, Avrupa'ya çok sonraları gelmiş. Kristof Kolomb 4 Kasım 1492'de bugünkü Küba kıyılarına ayak bastığında, onu karşılayan yerli halk kendilerince kutsal sayılan tütün ve yerli dilinde 'mais' denen bir bitkiyi ona armağan etmişlerdi. Bu iki bitki bu sayede Avrupa'ya ulaştı, oradan da dünyanın dört bir yanına dağıldı. Kolomb, 5 Kasım 1492'de geminin seyir defterine şu notu düşmüştü: "Burada geniş tarım alanları var. 'Mahiz' dedikleri bir tür tahıl ekiyorlar.

Bunu kızartıp ya da kurutarak yiyorlar. Hoş bir tadı var. Ayrıca öğütüp ununu da kullanıyorlar." Amerika yerlileri türlerin çeşitliliği ilkesine büyük önem veriyor, melezleşmenin önüne geçmek gerektiğini biliyorlardı. Derken 1893 yılında Şikago'daki Dünya Fuarı'nda üstün özellikleri olan bir mısır cinsi büyük ödül kazandı. 'Reid's Yellow Dent' adlı bu mısır kısa sürede bütün Amerika kıtasını fethetti. O günlerde pek farkına varılmadı ama çağımızın büyük bir sorununu başlatan ilk tarım ürünü bu mısır oldu.

GELENEKSEL ÇİFTLİKLER YOK OLUYOR

Reid's Yellow Dent o denli iyi bir mısır cinsiydi ki, öteki mısırların pabucunu dama attırdı ve bunlar ekilmemeye başlandı. Dolayısıyla o türler dünyamızdan yok olup gittiler. Kızılderililerin tek tek türlerin yozlaşmamalarına büyük özen gösterdikleri, Amerikalı çiftçilerin de ıslah ederek korudukları binlerce mısır cinsi tarih sahnesinden silindi. 1922 yılında ilk ticari olarak değerlendirilebilecek hibrid, yani kısırlaştırılmış mısır piyasaya çıktı. 1950'den itibaren de o zamana dek hayal bile edilemeyecek miktarlarda ürün veren kısır tohumlar pazara egemen olmaya başladı. Bugün bütün dünyada 500 milyon ton mısır üretiliyor.

Bunun yarısına yakını Amerika'da yetiştiriliyor. 1930'larda önce ABD'de, hemen ardından Kanada'da modern tarım makineleri ortaya çıktığında, bunların çiftçilerin işini kolaylaştıracağı düşünülüyordu. Bugün mısır tarımı sadece makinelerle yapılıyor. Makineli tarımı yapılan birçok üründe olduğu gibi, bu yolla ürün miktarı artırılırken iş yerleri hızla kayboluyor. Geçen yüzyılın başlarında Kuzey Amerika'da toplumun yüzde 90'ından fazlası kırsal kesimde yaşarken bugün halkın yüzde 97'si kentlerde yaşıyor.

ABD halkının sadece yüzde 3'ü tüm toplumu besliyor. Büyük miktarlarda gübre ve ilaçlama gerektiren kısır tohumlarla yapılan makineli tarım ancak çok güçlü sermayeye sahip şirketlerin altından kalkabilecekleri bir iş. Dolayısıyla geleneksel çiftlikler hızla yok oluyor. Kısır tohumlar ancak bir kez kullanılabildiği, ertesi yıl bunlardan alınacak tohumlar ürün vermeyeceği için, her yıl dev tohum fabrikalarına büyük paralar ödenmesi gerekiyor.

Ne yazık ki geleneksel toplumların çok çabuk modern tarım yöntemlerine geçmelerinin sadece zenginlerin işine yaradığı, küçük çiftçileri ortadan kaldırdığı bir kez daha iş işten geçtikten sonra anlaşıldı. İşsiz kalan köylüler için büyük şehirlere göçmekten başka çare kalmadı. Kızılderililer mısır tohumlarının çeşitliliğini korumayı her şeyin üstünde tutuyorlardı. Günümüzün modern mısır üreticileri ise daha kolay ekildiği, toplandığı ve satıldığı gerekçesiyle tek tip mısırı savunuyorlar.

Ancak doğa için tek tip ürün daima felaketler getiriyor. Doğanın gücü çeşitliliğinde ve farklılıklarda. Oysa 1970'lerde 10 bin yıllık kültür bitkileriyle tarımına teknolojik bir yenilik getirildi. Bitkilerin genlerine bakteri, farklı bitki ya da hayvan genleri katılarak onların böceklere, kuraklığa, taşınmaya daha dayanıklı hale gelmeleri sağlandı.

Ancak genleri değiştirilmiş organizmalar, kısaca GDO'ların insanlara ve çevreye ne gibi felaketler getireceği henüz yeterince ortaya çıkmadan, 2008 yılında dünyada 125 milyon hektar alanda genleri değiştirilmiş bitkiler yetiştirilmeye başlanmıştı bile. Bizde de GDO Yönetmeliği kapsamında 2010 yılında kurulan Bilimsel Komite'nin ilk icraatı 17 GDO'lu mısır cinsinin 16'sına ithalat izni vermek oldu. Bizde ithal izni çıkan MON 810 adlı mısır çeşidinin Almanya'ya sokulması yasak. Meksika'da da GDO'lu tüm mısır çeşitlerinin kullanımı 1998'den bu yana yasaklanmış durumda. AB ülkeleri içinde Yunanistan ve Polonya da MON 810 cinsi mısır ithalatını engellemeye devam ediyor.

Doğrusu bundan birkaç yıl öncesinin mısırlarındaki o olağanüstü lezzeti özlemek bir yana, GDO'lu mısırların istilası altında nasıl sağlıklı bir yaşam süreceğimi, çocuklarımın ve torunumun geleceğini nasıl güvence altında tutabileceğimi bilmiyorum. Yarın öbürgün mısır ve diğer GDO'lu ürünlerin zararları ortaya çıktığında bunun hesabını kim verebilecek? Yitirilen değerler, doğanın dengesi, sağlığımız geri gelebilecek mi? Ben hiç umutlu değilim!.

Kaynak: Pazar Sabah Ahmet Örs
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: racül - 20 Eylül 2010, 03:55:03
Iktidar partisi GDO'lu ürünlere izin verdi. Hatta ürünlerimiz GDO'suzdur diye ürünün üzerinde bir aciklama yaziliysa, bunu da haksiz rekabet saydi.
Iktidara yakin ilim filim ve bilim adamlari vs.'lerden de bu uygulamayi savunanlar oldu.
Onun icin, su firma dindardir, bu adam GDO'lu ürünlere bulasmamistir gibi bir hüsni niyetle, kendimizi kandirmayalim.
Fabrikasyon gida maddelerinden olabildigince kacinmaya calisiyorum.
Almanyada bildigim kadariyla GDO'lu ürün kullanimi oldukca sinirli. Ama Türkiye'de iktidara yakin bazi firmalar, uygun fiyata "okyanus ötesi"nden mal bulup burada satma hirsiyla, bu konuda hic bir düzenleme yapilmamasini sagladilar gibi.
Türkiye'deki kardeslerimizin Mevla yardimcilari olsun..
Başlık: GDO’lu somon alır mısınız?
Gönderen: Tuğra - 28 Eylül 2010, 01:43:33

Alıntı
Türkiye'deki kardeslerimizin Mevla yardimcilari olsun..


Amin

------------------------------------------------------------------------------

GDO’lu somon alır mısınız?

Balıkların daha hızlı büyümesi için genlerine insan geni aktarıldığı biliniyordu. Şimdi ise bu balıkların Türkiye pazarına girdiği iddia ediliyor. Prof. Dr. Adem Tekinay, GDO'lu somon balığının ithalatı konusunda dikkatli olunması gerektiğini belirtti.

ABD'de, genetiği değiştirilerek normalden iki kat hızlı büyümesi sağlanan somon balığının tüketime sunulması girişimine ilişkin, ''Bana bir şahıs olarak, 'siz çocuğunuza bu GDO'lu somonu yedirir misiniz?' diye soracak olursanız, ben bunu yedirmem'' dedi. Tekinay, GDO'lu ürünlere karşı dünyada tartışmaların devam ettiğini ve şu an Türkiye'nin gündeminde olmayan GDO'lu somon balığının ithalatı konusunda dikkatli olunması gerektiğini belirtti.

Dünyada kullanılan soya fasulyelerinin büyük çoğunluğunun ABD ve Güney Amerikada üretilerek dünyaya ihraç edildiğini vurgulayan Prof. Dr. Tekinay, ''Şu an bizim de yediğimiz soya fasulyelerinin büyük bir bölümü ithal soya fasulyesidir. Bunların da büyük çoğunluğu genetiği değiştirilmiş soya fasulyesidir. Biz bunu yıllardır yiyoruz. AquaBounty firması tarafından üretilen somon balığı ise bu hayvanlara yönelik ilk uygulamadır'' dedi.

TÜRKİYE'DE ÜRETİLEN KÜLTÜR BALIĞI SAĞLIKLI

GDO'lu somon balığının tüketimi konusunun ABD'de çok ciddi bir şekilde tartışıldığını hatırlatan Tenikay, ''Yani Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) bu konuda şu an tam olarak ne yapacağını bilmiyor. Bir kısım diyor ki, bu doğadaki stoklar kadar sağlıklı, bir kısmı da bu insanları olumsuz etkiler diyor. Fakat bunu biraz da zaman gösterecek'' dedi.

Gidişatın ABD'nin GDO'lu somon balığı üretilmesine izin vereceği yönünde olduğunu ifade eden Tekinay, ABD'de mısır ve soya gibi bitkisel ürünlerin bir çoğunun genetiği değiştirilmiş ürünler olduğunu ve bu nedenle somon balığına da üzerine etiket yapıştırarak satılmasına müsaade edeceklerini düşündüğünü kaydetti.

Tekinay, "Kamuoyunda kültür balıklarının tamamının GDO'lu olduğu yönünde bir spekülasyona fırsat verilmemesini ümit ediyorum. Kültür balıkları son derece sağlıklıdır ve Türkiye'de üretilen kültür balıklıklarını yiyebiliriz. Ama ithal edilen ürünlere karşı da, bundan sonra daha dikkatli olmamız gerekiyor" diye konuştu.

Gazetegıda

Başlık: ' Türkiye bu domatesle biter !'
Gönderen: Tuğra - 01 Ekim 2010, 23:34:12

YÖK Başkanı Özcan, ABD ve İsrail'in domatese yerleştirilecek bir genle Türk milletini 20 yıl içinde yok edebileceğini söyledi.
   
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Nevşehir Üniversitesinin akademik yılı açılışı dolayısıyla Nevşehir Kültür ve Sanat Merkezi'nde düzenlenen törende yaptığı konuşmada, üniversitelerden çok daha fazla yayın, patent, yenilik, çevreyle, ülkenin ekonomik sorunlarıyla ilgili yenilikler beklediklerini söyledi.

Bir üniversitenin, içinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarından soyutlanamayacağını vurgulayan Prof. Dr. Özcan, YÖK olarak üniversiteleri değerlendirirken etrafına ne kadar faydalı oluşuna da bakacaklarını kaydetti.

Türkiye'de zaman zaman çeşitli adlarla grip salgını görüldüğünü, her seferinde büyük paralar sarf edilerek aşı ithal edildiğini anlatan Özcan, şöyle konuştu:

''Son olayda da gördünüz, aşıların büyük bölümü kullanılmadı, geri gitti ama biz büyük paraları yurt dışına transfer ettik. Bu arada hiçbir üniversiteden şöyle bir talep gelmiyor: Madem bu kadar acil bir sorun var, insanlarımız ölüyor, her 6 ayda bir değişik şekilde karşımıza çıkıyor, acaba kendimiz bu aşıyı elde edemez miyiz? Bir-iki üniversite çıksın, Başbakanımıza gitsin, 'Biz bu işi çalıştık, bu aşıyı ürettik, desteğe ihtiyacımız var' desin. 25 milyon lirayla böyle bir projeye başlamak mümkün oluyor.

Bunu talep etsinler isterdim ama hiçbir üniversiteden ses çıkmadı. Ses çıkmıyor, dışarıdan büyük miktarda ilaç alıyoruz, büyük miktarda serum alıyoruz, orada da ses çıkmıyor. Tıbbi cihazların hemen hepsi dışarıdan alınıyor. 'Bunlar burada üretilemez mi?' diyen bir üniversite yok. Sağlık sektöründe çok büyük ilerlemeler oldu ama bağımlılıkta bir azalma yok. Bence sağlıkta ve diğer sektörlerde bağımlılığı azaltacak olan üniversitelerdir.''

Türkiye'ye ABD ve İsrail'den domates ve buğday tohumu ithal edildiğini anımsatan Özcan, şunları söyledi:

''Ülkemizde yetiştirilen domates ve buğdayın tohumlarının büyük bir kısmı, yerli tohumumuz olmadığı için Amerika ve İsrail'den geliyor. Bir Türk aydını olarak bazen gerçekten kendimi çok küçük hissediyorum. Yani biz ihtiyacımız olan domates tohumunu bu ülkede üretemez miyiz? Evvelden atalarımız bu tohumları kendileri üretip, yıllarca bu üretimin devamını sağlamışlar.

Biz niye yapmıyoruz? Tohumculukla ilgili bir araştırma enstitümüz olsa, buna birkaç üniversitemiz öncülük etse fena mı olur? Sonunun ne olacağı da belli değil. Bu domates tohumunu alıyorsunuz, artık genetik programlama diye bir şey var, içine bir genetik mekanizma yerleştirirler.

Hiç bilmediğimiz hastalıklara kapılabiliriz. Böyle şeylerle, zamanla bir milleti yok edebilirsiniz. Öyle bir şeyler yerleştirirler ki 20 yıl içerisinde o tohumdan yiyen insanlar ölür. Öyle tehlikeler de var. Sadece 'aman paramız dışarı gidiyor' endişesiyle söylemiyorum. Üniversitelerimizin bu konularda bize yardım etmesini istiyoruz.''

Türkiye'de iki üniversitenin dünyadaki ilk 500 üniversite arasında yer aldığını belirten Özcan, şöyle devam etti:

''Üniversiteleri ölçmek için dünyada kullanılan sıralamalar var. Times'ın, yükseköğretim dünya üniversiteleri sıralaması var. Geçen hafta çıkan bir yayında iki üniversitemizin çok büyük başarı elde ettiği ortaya çıktı. Bir üniversitemiz 112'nci, bir başka üniversitemiz de 183. oldu. Türk üniversitelerinin ilk 500'de yer almadığı eleştiriliyordu.

İlk 200'de yer almaya başladı. Böyle büyük başarılar istiyorsanız, büyük finansal kaynakları yükseköğretime ve eğitime vereceksiniz. Dünyada ekonomide 17. sıradayız, yabancı dergilerde yayımladığımız makaleler sıralamasında da 17. sıradayız. Ekonomiyle bir paralellik var. Ne kadar koyarsanız o kadar alıyorsunuz.''

Avrupa'daki üniversitelerin belirli standarda ulaşmak için birbirleriyle yarıştıklarını anlatan Özcan, ''Okul dışında alınan kredilerin bir şekilde okul kredisi haline çevrilmesiyle ilgili bir sistem uyguluyorlar. Örneğin siz çalışıyorsunuz ama üniversiteye gidip, birkaç ders alabiliyorsunuz. O dersleri artırıp, lisans diploması almaya yetecek kadar kredi toplayabilirseniz, o üniversite size lisans diploması veriyor.

Biz de dışarıdaki iş tecrübelerini akademik kredilere çeviremiyoruz. Bu yönde bir eksiğimiz var. Onun dışında diğer Avrupa ülkelerindeki üniversiteler gibi elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. İyi bir yerdeyiz ve bu yerimizi koruyoruz'' diye konuştu.

iyilikgüzellik
Başlık: Bu bedeli ödemeye hazır mıyız?
Gönderen: Tuğra - 12 Ekim 2010, 01:22:45

(http://www.iyilikguzellik.com/images/haber/1674.jpg)
   
Bir süre önce NTV'de de gösterildi, Oscar'a aday olan 'Food Inc' belgeselini görmediyseniz çok şey kaçırdınız demektir. Karşı karşıya olduğumuz kimi tehditlere karşı hepimizin ortak bir duyarlılığının olması belki beklenemez ama gıda konusu herkesi ilgilendiriyor. Çünkü herkes yemek yiyor, besleniyor.

İşte 'Food Inc' yiyecek üzerinde oynanan oyunları, GDO'lu gıdaları, yanlış beslenen hayvanları, bunun sonucunda doğan hastalıkları, kapitalizmin soframızdaki yemeği bile nasıl sömürdüğünü ve özünde hepimizin tehlikede olduğumuzu gösteriyor.

Belgeselin sonunda birkaç tane de öneri var.

Biri, süpermarketlerde alışveriş yaparken aldığımız ürünlerin ne içerdiğine dikkatlice bakmak. Ne olduğunu bilmediğimiz bir madde görüyorsak o ürünü almamak.

Bir diğer öneri de mümkün olduğu kadar yerel üreticilerden gıda temin etmek. Mümkünse çiftliği, mezbahayı, kasaba kadar kendimiz tespit etmek. Hatta kıyma alacaksak bunun tek bir hayvanın kıyması olduğuna özen göstermeliyiz; farklı farklı hayvanlardan kesilen etlerin işlenmiş halindense...

Aslında bu belgesel bir anlamda en başa dönmeyi, en basit yaşam tarzını, süpermarketsiz, dev şirketlerin olmadığı eski yılları öneriyor. Kapitalizm canavarına karşı mücadelenin bu tür bir 'komün' yaşantısından geçtiğini gösteriyor. Amerikalı tüketici için belgeselin sonunda pek çok iletişim adresi var; gıdalar nereden temin edilir, nereden daha fazla bilinçlenilir.

'Food Inc' eminim izleyen pek çok kişiyi etkilemiştir. Son yıllarda yiyecek üzerine yapılan belgesellerin hepsinin böyle bir özelliği var. Ben bile 'Supersize Me'den beri McDonald's'a ve genel olarak bütün fast-food'lara acayip mesafeliyim. Kilo vermek ya da fit kalmak için değil; genel olarak sağlıksız oldukları kanıtlandığından.

'Food Inc' de düpedüz ürkütücü bir belgesel. İzlediğimden beri kesin olarak tavuk tüketmeyi -serbest dolaşım ya da organik değilse- neredeyse tümden kestim. Paketlenmiş içecekleri, meyve sularını, hazır limonataları vs. almamaya başladım.

Dahası, canımın istediği, canımın çektiği her şeyin -dondurma dahil- evde yapılabilir olduğunu görmeye, daha fazla mutfakta vakit geçirmeye, daha fazla 'ev işi' yemek tüketmeye başladım. En azından böylece kullandığım ürünler üzerinde belli bir oranda kontrol sahibi olmaya başladım.

Doğal olarak, dışarıda yemek yediğim yerlerin de sayısında epey bir kısıtlama oldu.

Ancak bu geçişin epey masraflı olduğunu da belirtmem gerek. Hele gıdaya çok ama çok ucuza ulaşılabilen Amerika Birleşik Devletleri'nde. Eğer sağlığınıza ve ne yediğinize çok dikkat etmiyorsanız bu ülkede günde birkaç dolara karnınızı doyurabilirsiniz.

Süpermarketlerde Türkiye'de altın fiyatına satılan etler indirime gidiyor, Amerikalı tüketici bunları toptan satın alıyor ve buzluklara dolduruyor.
Ama bu ucuzluğun bir bedeli olduğunu da 'Food Inc' benzeri 'uyandırma şoklarıyla' öğreniyoruz; doğal dengesi bozularak mısırla beslenen inekler, normal zamanından daha kısa sürede gelişen ve talep doğrultusunda göğüs kısmı geniş tavuklar...

Ve bunlarla beraber yıllar içinde çıkan salgın hastalıklar, vak'alar, hatta ölümler... Birkaç dolara biftek yendiği için...

Amerika'da dikkatimi çeken bir gelişme oldu bu sefer. Zincir olmayan bazı hamburgercilerde, restoranlarda mönülerin altına bir not düşülüyor: 'Etiniz organik olsun mu? Çimle beslenmiş dana kıyması kullanılmasını ister misiniz?' gibi. Mezbahaların, çiftliklerin adlarını yazanlar bile var.
Bu tercihler birkaç dolar fazladan hesaba ekleniyor. Lezzeti de değişiyor, riski de doğal olarak azalıyor.

Ancak et, genel olarak da bütün gıda piyasası dev şirketlerin kontrolünde olduğundan böylesi küçük üreticilerin yaşama şansı da ancak tüketicinin desteğine bağlı. Küçük üreticinin sayısı az olduğu için sattığı ürünün de bedeli pahalı.

Ama hiç değilse bu bilincin gelişmesi, giderek yayılması önemli. Bir tür sivil hareket sonuçta bu; dev şirketlere karşı ufak ama önemli adımlar.
Türkiye'deki et fiyatlarına da bu açıdan bakmak gerek.

Yerel üreticiler giderek yok edildiği için Türkiye'de dünyanın en pahalı kırmızı etlerini yiyoruz. İthal et hem hükümet tarafından bir nimet gibi sunulurken hem de tüketici tarafından bir kurtarıcı olarak karşılanıyor. Ama illa ki bir bedeli olacak. Peki bu bedelin ne olduğunu tartışmaya hazır mıyız? İşte bunu hiç sanmıyorum.

Oray Eğin / Akşam
Başlık: GDO'yu zararsızmış gibi gösteriyorlar
Gönderen: Tuğra - 21 Ekim 2010, 00:40:18

Ülkenin sıradışı Profesörü Oktay Sinanoğlu, Ülke TV’nin ‘Sıra Dışı’ programına konuk oldu ve ilginç açıklamalarda bulundu.

Dünyada kültürel ve biyolojik soykırım olduğunu iddia eden Prof Oktay Sinanoğlu, "Kültürel soykırımın ilk imzasını eğitimi 1946’da ABD’ye bırakarak İsmet Önünü atmıştır. Yabancı dille eğitim bilim yaptırmak kültürel soykırımdır. Hala aklınız oradaysa bilin ki ABD batmıştır. Üstelik hem toplum hem de ekonomi olarak batmıştır. California’da yaşayan insan kalmamıştır. Herkes ABD’yi terk ediyor” dedi.
 
BİRKAÇ VAKIF ABD’Yİ SOYDU
 
Birkaç Vakfın ABD’yi soyup soğana çevirdiğini belirten Sinanoğlu; “ABD nüfusunun çoğu kobaydır. Çünkü halkının çoğunluğu kara cahildir. 1946’dan bu yana Türkiye halkına da ABD halkına uygulanan muamele uygulanıyor. Bir halkı cahil bırakırsanız gidin şuraya saldırın dediğinizde gider saldırır. ABD’yi bütün kaynakları ele geçirmiş olan üç şirket idare ediyor. Bunlar enerjiye sahip oldukları gibi gıdayı ele geçirdiler. "
 
DÜNYANIN YÜZDE 80’NİNİ YOK ETMEK İSTİYORLAR
 
Bu bir avuç adam, dünya nüfusunun yüzde 80’nini yok edip yüzde 20’sini de kendilerine hizmet olarak bırakacaklar. Köle olarak kullanacaklar. Bu şirketler bakanları ayarlıyor. Hatta bakanlıklar akimin geleceğini belirliyor. Bazı adamları araştırmacı diye adayıp sözde raporlar hazırlatıyorlar.
 
GDO’YU YALAN RAPORLARLA ZARARSIZMIŞ GİBİ GÖSTERİYORLAR
 
Tohumun sahibi olan bu şirketler aslında kimyasal şirketleridir. Bunların tohumlarını kullandığınızda onların zehirli ilaçlarını kullanmak zorundasınız. Basın yayın organları da bunların elinde. Ellerinde sahte raporları yayınlatıyorlar. GDO’lular böylece zararsızmış gibi gösteriyorlar” dedi.
 
"Moleküler biyoloji birimleri kurmak için İstanbul’daki iki üniversiteye müracaat ettim. Hiçbir şey istemedim. Üstelik ücretsiz ders vermeyi taahhüt ettim. Ama rektörler önce kabul ettikleri halde vazgeçtiler. Birileri engel oldu" diyen Sinanoğlu; “Genetik değişiklik ilk olarak ineklerde yapıldı. İneğin DNA’sını değiştirdiler. Bu inekler önce çok sit verdiler. Sonra patır patır öldüler. Doğan yavrularda 5-6 altı bacaklı olarak doğmaya başlayınca sessiz sedasız bu projeden vazgeçtiler. Sonra bitkilere yöneldiler. Bunlar geni tanımıyorlar. ‘Her gen bir iş yapar’ mantığını doğru zanneden matematik bilmeyen bazı saf bilim adamlarını kullandılar” dedi.
 
Ayrıca Sinanoğlu "Bilmiyorlar ki her gen tek bir iş yapmadığını söyleyen Prof Dr Oktay Sinanoğlu; “Bunların bu işi çözmesi imkânsız. Bunun çözümünü ben ta 19732de bulmuştum ve yayınlamıştım” dedi.
 
ARTIK GÜVENLİ GIDA BULMAK ÇOK ZOR
 
Bugün ne ete, ne süte ne ekmeğe ne de herhangi bir gıdaya güvenilemeyeceğini belirten Sinanoğlu, "bu gıdaların birçok soruna hatta ölümlere neden olduğunu biliyoruz. Rocekfeller’in ve Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in vakfının desteklediği üç şirket tüm tohumların patentli sahibidir. Klasik tohumları bile toplayıp kendi adlarına tescil ettirdiler. Tekelleştiler.
 
KÜÇÜK ÇİFTÇİLERİ YOK ETMEK İSTİYORLAR
 
Bunların girişimleriyle tohum kanunları çıkartılıyor. Geleneksel tohum üretimini bile yasaklatıyorlar. Küçük çiftçileri ortadan kaldırmak için patent ihlali yaptığı gerekçesiyle dava açıp tarlalarını ellerinden alıyorlar. Aynı işlem için son birkaç yılda Türkiye’de benzer tohum yasaları çıkarttılar" görüşlerini dile getirdi.
 
FİZİKÇİLER YOK EDİLDİ
 
Fizik sahasında da ince oyunlar oynandığını iddia eden Oktay Sinanoğlu; “Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de fizikçiler ortadan kaldırılarak, fizik sahasında geriletildi” dedi.
 
Bu tür meselelerin konulmasını engellemek için konuşanlara komplo teorisi yaftası katarlar diyen Sinanoğlu; “ormanda gidiyorsunuz, karşınıza aslan kalan çıkmış, ‘bak aslan kaplan var’ diyorsunuz. Adam komplo teorisi diyor. Bunun neresi komplo teorisidir. Komplonun teorisi mi olur?” diye sordu.
 
Hiçbir şey yok diyenleri batının sesi ve batı uşağı olmakla suçlayan Prof Sinanoğlu; “Ortada çok büyük bir şeytanlık var şeytanlık” dedi.
 
ORGANİKTE GDO’LU
 
"Organik morganik diye ileri sürülenler palavradır" diyen Oktay Hoca, "Organik denilenlerde GDO’ludur. Sokaklarda köpek gezdiren ve organikçilik yapan sahte çağdaşların olduğunu iddia eden Sinanoğlu; “Bu tipler kendi halk ve kültürlerinden kopuk batıcı ve sömürge kültürünün kalıntılarıdır. Bunlar kültürel soykırımı ürünleri” şeklinde konuştu.

timetürk
Başlık: GDO zararsız diyenlere cevap!
Gönderen: Tuğra - 21 Ekim 2010, 00:41:38
'GDO zararsız' diyen GDO yandaşlarına ABD'den cevap

Üçüncüsü gerçekleştirilen Clinton Küresel Girişimi (CGI-Clinton Global Initiative)'ne toplantısına katılan ABD Tarım Bakanı Tom Vilsack'dan ilginç açıklama...
ABD Tarım Bakanı Tom Vilsac’dan GDO itirafı:

Tom Vilsac: “ABD genelinde yaygın olarak ekilen ve tüketilen GDO'lu ürünlerin insan ve hayvan sağlığı açısından etkileri üzerinde çalışmaların ve bilimsel araştırmaların halen devam ediyor. Bu çalışmalar tamamlanıp kesin bir kanıya varılmadan net bir cevap vermek  zor”

GDO zararsızdır diyenlere ithaf olunur.

gıda hareketi

GDO'lu kakaolar piyasada mı?
 
Şimdi de gen haritası tamamlanan kakao ağacının genetik yapısı değiştirildi.

Tartım Bakanlığı ve IBM'in desteklediği proje için 10 milyon dolar harcandı.Genetikçiler çikolata üretiminde kullanılan kakao ağacının DNA haritasını çıkardı.

Şekerleme üreticisi Mars şirketi tarafından finanse edilen proje, 5 yıl olarak planlanmasına rağmen 2 yılda bitirildiği açıklandı.

Mars Şekerleme ABD Tarım Bakanlığı, IBM ve üniversitelerin desteğiyle yürttüğü proje için 10 milyon dolar haracadığını ve genetik yapısı değiştirilen kkaoların daha sağlam, daha yüksek mahsul veren, kuraklığa ve hastalığa dirençli ağaçların yetişmesine öncülük ettiklerini belirtti.

Dünyada her yıl, çoğu küçük çiftliklerde olmak üzere 3 milyon ton kakao elde ediliyor. GDO'lu kakaoların kısa sürede piyaya sürülmesi bekleniyor.

gıda hareketi

Başlık: Pat pat patlayan GDO'lu mısırlar ?
Gönderen: Tuğra - 03 Kasım 2010, 22:26:17

Yeşiller Partisi Tarım Çalışma Grubu’ndan Hakan Ozan Erzincanlı, cin mısır denen ve patlamış mısır yapmak amaçlı satılan mısırların genetiği değiştirilmiş olduğu konusunda halkı uyardı.

GDO’lu gıdaların biz fark etmeden hayatımıza girmeye başladığı gerçeğine dikkat geçen Hakan Ozan Erzincanlı şunları söyledi:

“Süpermarketlerde bulunan patlatmalık tüm mısır paketlerinin üzerinde menşei Arjantin yazıyor. Biliyoruz ki Arjantin’in bitkisel üretiminin %75′i genetiği değiştirilmiş tohumlarla gerçekleşmekte ve mısır ekim alanlarının % 84’ünde genetiği değiştirilmiş tohumla üretim yapılmaktadır.

Arjantin’ in GDO’suz olarak ürettiği % 16’ lık kısmı Türkiye’ ye gönderdiğini ummak saflık olur.

Tübitak’ta mısırların GDO’lu olduğuna dair analizlerin de yapılmış olduğuna dair iddialar var. Bu analizlere göre mısırların aynı büyüklük ve kalitede olabilmesi için genetiği ile oynanıyormuş.

Ağustos ayında yayınlanan Resmi Gazete’ye göre 26 Eylül’den itibaren GDO’lu ürünleri etiketinden görmek ve istemiyorsak tüketmemek hakkımız var. Ancak şu anda marketlerde bulunan mısırlar bu geçiş sürecinde GDO’ lu olabiliyor.”

Özellikle çocukların severek yediği patlamış mısırların yatay gen transferi, GDO kökenli yiyecek alerjileri, GDO geliştirmede kullanılan işaret genleri ve antibiyotiklere direncin artması, GDO’ lardan elde edilen gıdalardaki toksin birikimi, GDO’ larda ve tüketicilerdeki metabolizma değişikleri gibi insan sağlığına olumsuz etkileri olmasının muhtemel olduğu bildiriliyor.

iyilikgüzellik
Başlık: GDO yasada var 'etiket'te yok
Gönderen: Tuğra - 28 Kasım 2010, 00:55:43
GDO yasada var 'etiket'te yok
 
"Yasaya rağmen GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar)’lu ürünler etiketlenmiyor." Ali Ekber Yıldırım yazıyor...

Yasaya rağmen GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar)’lu ürünler etiketlenmiyor.
Biyogüvenlik Yasası ve Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar(GDO) ve Ürünlerine Dair Yönetmelik 26 Eylül 2010’da yürürlüğe girdi. Yasa ve yönetmeliğe göre, GDO’lu ürünler ve eşik değerin( genellikle binde 9 olarak belirleniyor) üzerinde GDO olan ürünlerin etiketinde “Genetik yapısı değiştirilmiştir”, “genetik yapısı değiştirilmiş … üründen üretilmiştir” ibaresinin yazılması gerekiyor. Ancak, yasanın yürürlüğe girmesinden bu yana 2 ay geçmesine rağmen etiket zorunluluğu uygulanmıyor. Market raflarında satılan hiçbir gıda maddesinin etiketinde GDO’ lu olduğuna ilişkin ibare yok.

32 çeşit GDO’ lu ürün nereye gitti?
GDO ile ilgili ilk yasal düzenleme 29 Ekim 2009’da çıkarılan Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı,İşlenmesi, İhracatı,Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik’ten bu yana 32 çeşit GDO’lu ürünün ithalatına izin verildi. Ülkeye girişine izin verilen GDO’lu ürünlerin gıda ve yem amaçlı kullanılması kabul ediliyor. Bu ürünlerin büyük bölümünü mısır, soya, pamuk ve kanola oluşturuyor. Ayrıca, GDO’lu şekerpancarı, maya, patates ve bakteri biyokütlesi ithalatına da izin verildi. Özellikle mısır,soya ve kanolanın yaklaşık 700- 800 gıda maddesinde kullanıldığı biliniyor. Ancak, market raflarına bakıldığında hiçbir gıda maddesinin etiketinde GDO olduğuna ilişkin ibare olmaması dikkat çekiyor. İthalatına izin verilen GDO’ lu ürünler normal diğer ürünler gibi tüketiciye sunuluyor.

GDO yazan batar
DÜNYA’ya bilgi veren ancak adlarının açıklanmasını istemeyen firma yöneticileri, bugünkü şartlarda hiçbir gıda firmasının ürününde GDO olduğunu açıklayamayacağını dile getirdi. Firma yöneticileri: “Türkiye’de GDO adeta zehirle eş değer görülüyor. GDO’lu ürün yiyen hemen kanser olur gibi bir düşünce var. Bu nedenle hiçbir firma benim ürünüm GDO’lu demez, diyemez. Bunu açıklayan firma batar. Bu nedenle GDO’lu ürün kullananlar bunu etikete yazmıyor. Tarım Bakanlığı da gerekli denetimleri yapmadığı için GDO’lu ürünler de diğer doğal ürünler gibi piyasada satılıyor” görüşünü dile getiriyor.

Denetim sorunu yaşanıyor

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, etiket zorunluluğu ile ilgili yaptığı bir açıklamada 26 Eylül itibariyle ürünlerin etiketleneceğini ve bakanlık olarak gerekli denetimleri yapacaklarını, GDO’ lu ürün kullandığı halde etikete yazmayanların cezalandırılacağını söylemişti.  Ancak, 26 Eylül’den bu yana yaklaşık 2 ay geçmesine rağmen GDO’lu ürünlerle ilgili nasıl bir denetim yapıldığı bilinmiyor. İmalatçılara göre, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yılbaşına kadar  olan süreyi bir geçiş süreci olarak görüyor. Yılbaşından sonra denetimlerin başlaması bekleniyor.

“GDO yok” diyene ceza

GDO’lu ürünlerde yasaya rağmen etiket zorunluluğu uygulanmazken, ürününde GDO olmadığını belirten Konya Şeker Fabrikası’na ceza verildi. Reklam Kurulu 21 Eylül 2010 tarihli toplantısında Konya Şeker Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye ait “Şeker Küpü Küp Şeker” adlı ürünün ambalajı üzerinde yer alan ;“ % 100 doğal pancar şekeri” ve “Hiçbir şekilde GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) içermez” şeklindeki ifadeler nedeniyle firmaya reklamları durdurma cezası verdi. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Reklam Kurulu’nun 21 Eylül 2010 tarihli toplantısında  alınan karar şöyle: “Konya Şeker Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye ait “Şeker Küpü Küp Şeker” adlı ürünün ambalajı üzerinde yer alan ;” % 100 doğal pancar şekeri” ve “hiçbir şekilde GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) içermez” şeklindeki ifadelerin, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nca firmaya verilen “Üretim İzin Belgesi”nde yer almadığı, bu nedenle kullanılamayacağı; ayrıca bu ifadelerin “özellikleri açısından benzer olan gıdalara üstün olduğunu beyan edecek biçimde” ve ” tüm benzer gıda maddeleri ile aynı karakteristiklere sahip olduğu halde, gıda maddesinin özel karaktere sahip olduğunu ileri sürecek şekilde” olduğu tespit edilmiş olup, söz konusu tanıtımların Gıdaların Üretimi Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Yönetmeliğe uygun olmadığına, bu durumun, 4077 sayılı Kanunun 16 ncı maddesi hükmüne aykırı olduğuna, reklam veren Konya Şeker Sanayi ve Ticaret A.Ş. hakkında anılan reklamları durdurma cezası verilmesine karar verildi.”

Konya Şeker mahkemeye gitti

Konya Şeker’i de bünyesinde bulunduran Anadolu Birlik Holding CEO’su Baydu Veznedaroğlu, konuyla İlgili DÜNYA’ya şu bilgileri verdi: Konya Şeker olarak  ” % 100 doğal pancar şekeri” ve “hiçbir şekilde GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) içermez” şeklindeki ifadeleri kullandık. Tarım İl Müdürlüğü bize bu ibareyi kaldırın dedi. Daha sonra da Tüketici Haklarının Korunması Genel Müdürlüğü’nden 30 Eylül 2010 tarihli bir yazı elimize ulaştı. Bu yazıda da haksız rekabete neden olduğu gerekçesiyle GDO içermez ibaresini kaldırmamız isteniyor. Bu arada 26 Eylül’de GDO Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Yönetmeliğe göre bu ibareyi yazmamız bizim yasal hakkımız. Biz de konuyu mahkemeye götürdük. Mahkeme sürüyor. Fakat 26 Eylül’de yönetmelik yürürlüğe girince biz tekrardan bu ibareleri yazmaya başladık. Şu anda ürün paketlerimizde bu ibare var. Bu bizim yasal hakkımız.”

Yönetmeliğe göre “GDO’suz” yazılabilir

GDO Yönetmeliğine göre, ürünlerinde GDO kullanmayanlara  bunu etiketlerinde belirtme hakkı veriliyor. Yönetmeliğin 18. maddesinin g bendinde  “GDO’suz eşdeğer gıdaların etiketlerinde GDO içermediğini, GDO’ dan oluşmadığını, GDO’dan elde edilmediğini ifade eden beyanlar yer alabilir” deniliyor. Yönetmelikteki bu düzenlemeye rağmen GDO’lu ürün kullananlar etiketine GDO’yu yazmazken, Konya Şeker A.Ş.’nin, ürününün GDO içermediğini etikete yazdığı için cezalandırılması dikkat çekiyor Yasaya uymayanlar değil, uyanlar cezalandırılıyor.

Yemde de etiket zorunluluğu var

Türkiye’ye girişine izin verilen GDO’lu ürünlerin büyük bölümü yem sektöründe kullanılıyor. GDO Yönetmeliği’nin 19. maddesine göre yemlerde de etiket zorunluluğu var. Yönetmeliğin “Yemlerin etiketlenmesi” başlıklı 19. maddesi özetle şöyle: “GDO içeren veya GDO’lardan oluşan yemin özel adının yanında parantez içinde “genetik yapısı değiştirilmiş ………” ibaresi bulunur. Bu ibare yem bileşen listesi altında dip not olarak da yer alabilir. Bu durumda yazı karakter büyüklüğü listede belirtilen ürünlerin karakter büyüklüğünden az olamaz. GDO’dan elde edilen yemin adının yanında parantez içinde “genetik yapısı değiştirilmiş ……… den elde edilmiştir” ibaresi yer alır. Bu ibare yem bileşen listesi altında dip not olarak da yer alabilir. Bu durumda yazı karakter büyüklüğü listede belirtilen ürünlerin karakter büyüklüğünden az olamaz. Dökme yemlerin beraberinde, etiket bilgilerini içeren belge bulundurulur. GDO’suz eşdeğer yemlerin etiketlerinde GDO içermediğini, GDO’dan oluşmadığını, GDO’dan elde edilmediğini ifade eden beyanlar yer alabilir.”

Yemcilerin yüzde 20-25′i uyguluyor

Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Başkanı Ülkü Karakuş, yemde etiketlemenin kısmen uygulandığını özellikle büyük üreticilerin buna riayet ettiğini ancak küçük firmaların  henüz uygulamaya geçmediğini söyledi. DÜNYA’ya bilgi veren Karakuş: “ Satın alınan yani ithal edilen GDO’lu ürünlerin tamamında  transgenik olduğu ibaresi var. Fakat bu ürünü üretimde kullanıp iç piyasaya sunarken  etiket uygulaması yüzde 20-25 oranında  uygulanıyor. Özellikle büyük köklü firmalar bu uygulamaya geçti. Etiketler değiştiriliyor. Fakat, takdir edersiniz ki Anadolu’daki küçük işletmelerin uygulamaya geçmesi zaman alabilir. Yılbaşından itibaren bunun daha sıkı ve yaygın uygulanabileceğini söyleyebiliriz. Kısa zamanda bu yasayı dört dörtlük uygulamak kolay değil.” dedi.

Biyogüvenlik Kurulu çalışıyor

Biyogüvenlik Yasası ile GDO konusunda olağanüstü yetkilerle donatılan ve 9 üyeden oluşan Biyogüvenlik Kurulu çalışmaya başladı. Kurul’un başkanlığına Prof. Dr. Hakan Yardımcı atandı. Yasa gereği, Kurul Başkanı Tarım ve Köyişleri Bakanı tarafından atanıyor. Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Öğretim Üyesi olan Hakan Yardımcı, Biyogüvenlik Yasası’nın hazırlık taslağı komisyon başkanlığı yapmıştı. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker ile meslektaş olan Prof. Dr. Hakan Yardımcı, Biyogüvenlik Kurulu’nda GDO konusunda çalışmaları olan iki üyeden biri.

Biyo Güvenlik Kurulu’nun Başkan Yardımcılığına Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürü Doç. Dr. Masum Burak seçildi. Sert çekirdekli meyveler, özellikle elma, vişne ve şeftali konusunda uzman olan Masum Burak’ın GDO ile ilgili herhangi bir çalışması yok.
Biyogüvenlik Kurulu’nda iki raportör görev yapıyor. İki raportörden biri Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü Müdürü. Prof. Dr. Mustafa Akçelik. Meslek örgütlerinin aday göstermesi ile  kurula seçilen Akçelik, GDO konusundaki çalışmaları ile tanınıyor.

Diğer raportör ise, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Arslan. Aynı zamanda Toprak Mahsulleri Ofisi Yönetim Kurulu Üyesi olan Ahmet Arslan’ın’da GDO konusunda çalışması bulunmuyor.

Biyogüvenlik Kurulu’nun diğer üyeleri ise şöyle: Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Mahir Küçük, aynı bakanlığın Çevre Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı Recep Şahin, Dış Ticaret Müsteşarlığı İthalat Genel Müdürü Mustafa Sever, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Sanayi Araştırma ve Geliştirme Genel Müdür Yardımcısı (otomotiv konusunda uzman) Yusuf Demiröz  ile Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Uz.Dr. Hasan Irmak.

Biyogüvenlik Yasası’nda ve GDO Yönetmeliği’nde Biyogüvenlik Kurulu’nde görev yapacakların bu alanda en az 5 yıllık deneyime sahip olmaları şartı var. Ancak, Biyogüvenlik Kurulu’nun resmi web sayfasındaki kurul üyelerinin özgeçmişine bakıldığında, GDO’ lu ürünlerle ilgili tek yetkili konumundaki 9 kişilik Biyogüvenlik Kurulu’nun sadece iki üyesinin GDO konusunda çalıştıkları görülüyor.

Biyogüvenlik Kurulu 3 toplantı yaptı

Biyogüvenlik Kurulu bugüne kadar 3 kez toplandı. 27 Eylül’deki ilk toplantıda üyelerin tanışması ve başkan yardımcısı ile iki raportörün seçimi yapıldı. İkinci toplantı  26 Ekim’de yapıldı. Türkiye Yem Sanayicileri Birliği’nin yemde kullanılmak üzere genetiği değiştirilmiş soya ve soya fasulyesi ithalat başvurusu incelendi. Bir sonraki toplantıda değerlendirilmesine karar verildi. Soyada eşik değerin binde 9 olması için Tarım Bakanlığı’na öneride bulunulması kararlaştırıldı. Ayrıca Biyogüvenlik Kurulu’nun oluşumundan önce 32 çeşit GDO’ lu ürüne izin veren bilimsel komitenin kararları da ele alındı.

1 Kasım’da yapılan son toplantıda ise, Türkiye Yem Sanayicileri Birliği’nin ithal etmek istediği soya ve soya küspesi ile ilgili risk değerlendirme ve sosyo-ekonomik değerlendirme komitesinin oluşturulması ve komitelerin bir ay içinde rapor vermesi yönünde karar alındı.

Biyogüvenlik Kurulu

Başkan: Prof. Dr. Hakan Yardımcı (Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Öğretim Üyesi)
Başkan Yardımcısı: Doç. Dr. Masum Burak (Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürü )
Raportörler:
Prof. Dr. Mustafa Akçelik (Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü Müdürü)
Ahmet Arslan (Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdür Yardımcısı)
Üyeler:
Dr. Mahir Küçük (Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı)
Recep Şahin (Çevre Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı)
Mustafa Sever (Dış Ticaret Müsteşarlığı İthalat Genel Müdürü)
Yusuf Demiröz ( Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Sanayi Araştırma ve Geliştirme Genel Müdür Yardımcısı)
Uz.Dr. Hasan Irmak (Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı

GDO yönetmeliğine göre gıdaların etiketlenmesi

Yönetmelik kapsamında yer alan gıdaların Bakanlık tarafından belirlenen eşik değerin üzerinde; onaylanmış GDO’dan elde edilmiş olması veya onaylanmış GDO’dan elde edilmiş bileşen içermesi veya GDO içermesi veya GDO’dan oluşması durumunda Türk Gıda Kodeksinde yer alan gerekliliklere ilave olarak;
1- Etiketinde bileşen listesinin bulunması zorunlu olmayan gıdalar için “genetik yapısı değiştirilmiştir” veya “genetik yapısı değiştirilmiş ……… dan üretilmiştir” ibaresi etiket üzerinde açıkça görülecek şekilde belirtilir.
2- Gıdanın birden fazla bileşen içermesi durumunda; “genetik yapısı değiştirilmiş …..” veya “genetik yapısı değiştirilmiş ……… dan üretilmiştir” ibareleri bileşen listesinde parantez içinde ve söz konusu bileşenden hemen sonra gelecek şekilde aynı punto büyüklüğünde yer alır.
3- Bileşen listesinde grup adı ile belirtilen bileşen bulunan gıdalarda “genetik yapısı değiştirilmiş ……… içerir” veya “ genetik yapısı değiştirilmiş ……. dan üretilmiş ……. içerir.” ibareleri grup adından hemen sonra gelecek şekilde parantez içinde aynı punto büyüklüğünde yer alır.
4- Bu Yönetmelik kapsamındaki dökme gıdaların etiketleri, tüketicinin görebileceği yerlerde bulundurulur veya gıda maddesi ile birlikte tüketiciye sunulur.
5- Bu Yönetmelik kapsamındaki gıdaların GDO’suz eşdeğer gıdalardan; bileşimi, beslenme etkileri veya beslenme değeri, kullanım amacı açısından farklılık gösterdiği durumlarda, bu hususların etiket üzerinde belirtilmesi, besin bileşeninde farklılık gösteren söz konusu gıdalarda, beslenme açısından etiketleme yapılması zorunludur.
6- Bu Yönetmelik kapsamındaki gıdaların GDO’suz eşdeğer gıdalardan farklı olması durumunda, tüketilmesi sonucunda sağlık riski oluşturabilecek tüketici gruplarına ait uyarılar etiket üzerinde belirtilir.
7- Bu Yönetmelik kapsamındaki gıdaların GDO’suz eşdeğerinin olmaması durumunda, söz konusu gıdanın doğası ve özelliklerine ait bilgiler Türk Gıda Kodeksinde belirtilen hükümlere uygun olarak etiket üzerinde belirtilir.
8- GDO’suz eşdeğer gıdaların etiketlerinde GDO içermediğini, GDO’dan oluşmadığını, GDO’dan elde edilmediğini ifade eden beyanlar yer alabilir.

Yemlerin etiketlenmesi

Bu Yönetmelik kapsamında yer alan yemlerin, Bakanlık tarafından belirlenen eşik değerin üzerinde; GDO içermesi veya GDO’lardan oluşması veya onaylanmış GDO’lardan elde edilmiş olması hâlinde, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununda yer alan etiket gerekliliklerine ilave olarak; her bir yem aşağıdaki şekilde etiketlenir.

1- GDO içeren veya GDO’lardan oluşan yemin özel adının yanında parantez içinde “genetik yapısı değiştirilmiş ………” ibaresi bulunur. Bu ibare yem bileşen listesi altında dip not olarak da yer alabilir. Bu durumda yazı karakter büyüklüğü listede belirtilen ürünlerin karakter büyüklüğünden az olamaz.
2- GDO’dan elde edilen yemin adının yanında parantez içinde “genetik yapısı değiştirilmiş ……… den elde edilmiştir” ibaresi yer alır. Bu ibare yem bileşen listesi altında dip not olarak da yer alabilir. Bu durumda yazı karakter büyüklüğü listede belirtilen ürünlerin karakter büyüklüğünden az olamaz.
 3- Bu Yönetmelik kapsamındaki dökme yemlerin beraberinde, etiket bilgilerini içeren belge bulundurulur.
4- Bu Yönetmelik kapsamındaki yemlerin GDO’suz eşdeğerinden farklı olması hâlinde bileşimi, besleme özellikleri, kullanım amacı, belirli hayvan türü ya da kategorisi için yapılan sağlık ile ilgili uyarılar etiket üzerinde bulundurulur.
5- Bu Yönetmelik kapsamındaki yemlerin GDO’suz eşdeğeri yoksa, o yemin yapısı ve karakteristikleri ile ilgili bilgiler etiket üzerinde bulundurulur.
 6- GDO’suz eşdeğer yemlerin etiketlerinde GDO içermediğini, GDO’dan oluşmadığını, GDO’dan elde edilmediğini ifade eden beyanlar yer alabilir.

Kaynak:tarimdunyasi.net

Ali Ekber Yıldırım'ın yazısı:

Başlık: 1940 model domates istiyorum
Gönderen: Tuğra - 30 Aralık 2010, 02:03:10
(http://www.iyilikguzellik.com/images/haber/1882.jpg)

1940 model domates istiyorum
 
"Modern tarım yöntemleri doğayı mahvetmekle kalmıyor insanları da telef ediyor."

Modern tarım yöntemleri doğayı mahvetmekle kalmıyor insanları da telef ediyor. İngiltere’de piyasaya çıkan: Gerçek Gıda Neden Yediklerimizin Besin ve Mineral Değerleri Düşük -Bunu Bertaraf Etmek İçin Ne Yapabiliriz adlı kitabın özeti bu.

Bol taze sebze ve meyve yiyor olsanız bile durumunuz sandığınız kadar parlak olmayabilir. Toprağın hor kullanılması, suni gübreler, genetik yapısı değiştirilmiş tohumlar aldığımız gıdaların besin değerini talan etti. Meyve ve sebzeye sinen tarım ilaçlarının zehirleyici etkileri caba.

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre 1940 ila 1991 arasında sebzeler içerdikleri magnezyumun %24’ünü, kalsiyumun %46’sını, demirin %27’sini ve bakırın %76’sını kaybetti. Bir tek domatesin 1940’ta ihtiva ettiği bakırı almak için 1991 ürünü 10 domates yemek gerekiyor. Bugün, Allah bilir, bir kasa.

Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan bir rapora göre dünyada iki milyar insan “gizli açlık” çekiyor. Yani demir, zinc, çinko, iyot, A vitamini ve folik dahil birçok vitamin ve mineralleri yeterli miktarlarda alamıyor. Bunların eksikliğinin yol açtığı sayısız hastalık var.

Gerçek Gıda İstiyoruz yazarı Graham Harvey’e göre disleksiyadan kalp rahatsızlıklarına birçok hastalığın aldığımız gıdanın yoskulluğuyla ilişkisi var.

İnekler doğada değil ahırlarda yapma yemlerle karınlarını doyurdukları için sağlıksız oluyorlar (deli dana hastalığını hatırlayın) ve sütleri de insanlara pek yaramıyor. Doğada beslenen hayvanların sütünde bol miktarda bulunan bazı yağ asitleri, özellikle Omega 3, ahır hayvanlarının sütünde çok az var.

Gıdasında yeterli miktarda Omega 3 türü yağ asidi bulunmayan insanların depresyon, şizofreni, hiperaktivite, Alzheimer gibi hastalıklara tutulma olasılığı daha büyüktür. Kansere eğilim daha yüksektir. Meyve ve sebzenin besin değerlerinin düşük olmasının nedeni tarımda kullanılan suni gübrenin besin zengini ürün alınmasını sağlayan doğal dengeyi bozmasıdır.

Organik ürünlerin gittikçe revaç kazanmasının nedeni modern yöntemlerle elde edilen meyve ve sebzenin tatsız olması dışında sağlıksız olmasıdır. Organik ürün en az üç yıl tarım ilacı kullanılmamış, otoyollardan uzak topraklardan, genleriyle oynanmamış tohum kullanılarak ve tarım ilaçlarından kaçınılarak elde edilen ürüne denir.

Gerçek gıda almak istiyorsanız kırlarda karnını doyuran inekler, günışığı gören tavuklar ve iyi toprakta yetişen meyve ve sebzede ısrarlı olun, diyor Harvey.

Ya da mümkün olduğu kadar kendi sebze ve meyvenizi yetiştirin.

Metin Münir/ Milliyet
Başlık: GDO'lu çikolata skandalı büyüyor
Gönderen: Tuğra - 13 Mart 2011, 01:27:15

(http://www.iyilikguzellik.com/images/haber/1585.jpg)

GDO'lu çikolata skandalı büyüyor
 
Çikolatada GDO yönetmeliğine rağmen, eskisi gibi GDO'lu üretimin devam ettiği ortaya çıktı

Çikolata ve şekerleme gibi ürünlerde yönetmeliğe rağmen GDO'lu üretimin devam ettiğinin ortaya çıkmasıyla yaşanan skandalda ikinci perde açıldı. Tarım Bakanlığı'ndan çelişkili ifadeler geliyor

Çikolata ve şekerleme gibi yüzlerce ürünü kapsayan GDO yönetmeliğine rağmen, eskisi gibi GDO'lu üretimin devam ettiğinin ortaya çıkmasıyla yaşanan skandal devam ediyor. SABAH'ın 'GDO'lu çikolatalar kimin?' haberiyle önceki gün gündeme getirdiği konu ile alakalı olarak Tarım Bakanlığı'ndan çelişkili açıklamalar geldi.

Bakanlık 26 Eylül 2010'dan bu yana gıda amaçlı GDO'lu hiçbir ürünün ithalatının yapılmadığını belirtilerek, "Türkiye'deki gıda ürünlerin tamamı GDO'suzdur" dedi. Ancak yapılan bu açıklama Tarım Bakanı Mehdi Eker'in geçtiğimiz ay cevapladığı bir soru önergesi ile net bir şekilde çelişti. Eker'in cevabına göre Türkiye'ye bugüne kadar yem sanayinde 1 milyon 386 bin 811 ton gıda sanayinde de 93 bin 415 ton GDO'lu kanola, soya ve mısırın ithalatına izin verildi.

İNTERNETTE BİLE SATILIYOR

Bakanlıktan yapılan tüm bu açıklamalara rağmen Türkiye'de GDO'lu hammaddeler internetten rahat bir şekilde alınabiliyor. Bir çok firma denetim boşluğundan faydalanarak GDO'lu soya alımı yapıyor. Yasal GDO'lu ürün girişinin dışında denetimsiz şekilde Türkiye'ye giren GDO'lu soya ürünleri de madalyonun diğer yüzü.

Buna göre Türkiye'nin yıllık soya ihtiyacı 1.6 milyon tonu buluyor. Bu rakamın sadece 50 bin ton civarı yerli üretim olarak gerçekleşiyor. SABAH'ın araştırması Türkiye'ye gelen yılda 1.5 milyon ton soyanın durumunu da ortaya koyuyor. Buna göre GDO yönetmeliğine rağmen hız kesmeyen ithalat şekil değiştirerek devam ediyor. İnternetten dahi onlarca ton GDO'lu soya satın almanın mümkün olduğu Türkiye'de, denetim ise neredeyse yok gibi.

GDO ÇİKOLATADA

"Türkiye'ye GDO'lu soya ve mısır girmeye devam ediyor " diyen Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, "GDO yönetmeliği çıkmadan önce yasadışı olarak ithalat yapılıyordu. Şimdi ise yasal olarak üretim yapılıyor. GDO'da değişen hiçbir şey olmadı.

Başta soya ve mısır olmak üzere 32 çeşit GDO içeren ürüne izin verildi. Firmalara paketlerinde yasa gereği 'GDO'lu ürünler içerir' ibaresini kullanması lazım. Ancak bu da yapılmıyor" dedi.

ANALİZ REZALETİ YAŞANIYOR

GDO analizleri konusunda da tam bir skandal yaşanıyor. Bir analiz laboratuvarının dediği, diğerini tutmuyor. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın'ın iddiasına göre 10 bin ton civarında buğday gluteni ithal eden ünlü bir gıda firması, ürünü GDO analizine sokuyor. Analiz sonucunda

'GDO'ludur. Gıdada kullanılamaz' sonucu çıkınca ürün ikinci kez analize sokuluyor. Yine aynı sonuç alınıyor. Bunun üzerine ürünü alıp başka bir laboratuvara götüren şirket sonunda istediği sonucu alıyor. Ve GDO'lu buğdayı ürettiği gıdada kullanıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, "Bu denetimlerin nasıl yapıldığının en büyük kanıtıdır" diyor.

ÇİMENTO SÜSÜNDE GDO'LU SOYA

Tüketiciler Birliği Başkanı Nazım Kaya ise Türkiye'de özellikle de büyük markaların GDO konusunda hiçbir çalışma yapmadığını iddia etti. Şirketlerin de bu açıkları değerlendirdiğini anlatan Kaya, "Tarım Bakanlığı sadece kâğıt üstündeki beyana göre denetim yapıyor. Bazı firmalar bunu fırsat bilip çimento ithali gibi gösterip GDO'lu soya ithal ediyor" dedi.

GDO'lu çikolata skandalından sonra ortaya çıkan yeni belgeler skandalın bebek bisküvilerine kadar uzandığını gösterdi
Çikolata-bisküvi sektörünün en büyük iki firmasına da mal veren ithalatçı şirket, Çin'den 110 ton buğday gluteni getirdi. Ürün, Ankara ve Bursa'daki laboratuvarlarda test edildi "GDO'ludur" dendi. Şirket itiraz etti, İstanbul'daki üçüncü laboratuvar "GDO'suzdur" dedi ve o ürün bisküvilerin içine girdi

'GDO'lu çikolata kimin' sorusu karşısında üretici şirketlerden bir açıklama yapılmazken, konuyla ilgili ortaya çıkan yeni belgeler skandalın bebek bisküvilerine kadar uzandığını gösterdi. Ulaşılan belgeler Çin'den gelen 110 ton GDO'lu buğday gluteninin çikolata, bisküvi üreticilerinin fabrikalarına nasıl girdiğini açıkça gözler önüne seriyor.

Türkiye'nin en büyük iki bisküviçikolata firmasına da mal veren bir toptancı şirket, ürünle ilgili iki kez GDO'ludur raporu almasına rağmen, söz konusu ürünü üçüncü denemesinde 'bir şekilde' GDO'suzdur" raporuyla ülkeye sokuyor. İşte dudak uçuklatan usulsüzlüklerin adım adım hikâyesi:

3 FARKLI İLDE FARKLI SONUÇ

Türkiye'nin önde gelen un üreticilerinden biri Kasım 2009'da Çin'den 110 ton buğday gluteni ithal ediyor. Firma, Ambarlı Gümrük Müdürlüğü'ne getirdiği malın, gerekli kontrolleri için İstanbul İl Tarım Müdürlüğü'ne başvuruda bulunuyor. Bu çerçevede alınan numuneler Ankara İl Kontrol Laboratuvarı'nda analize sokuluyor. Bu analizde, üründe 35 S Protomotor ve NOS Terminator (GDO içeren madde) tespit ediliyor. Bu analize itiraz eden firma numuneleri bu kez Bursa'daki laboratuara gönderiyor. Bursa'daki analizde de aynı GDO tespit ediliyor.

AYNI BÜROKRAT İMZASI

Skandal ise bundan sonra başlıyor. Malları gümrükte bekleyen firma yılmıyor, ürünlerin bu kez İstanbul'daki yetkili laboratuvara gönderilmesi sağlanıyor. İki analizde de 'GDO'ludur denilen ürün bu sefer her nasılsa tertemiz çıkıyor. Tarım Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü Ambarlı Gümrüğü'ne "Ürünler ülkeye girebilir" yazısı yolluyor.

GDO'lu olduğu gerekçesiyle 6 ay gümrükte bekletilen ürün ülkeye sokuluyor ve bebek bisküvilerinden çikolataya, bisküviden her türlü unlu mamule kadar birçok üründe kullanılmak üzere piyasaya dağıtılıyor. İşin daha da dramatik yanı, "Ürünler GDO'ludur" diyen ilk iki raporu da, "Ürünler GDO'suz" diyen son raporu da İstanbul İl Tarım Müdürlüğü'ndeki aynı bürokrat imzalıyor.

BEBEK BİSKÜVİSİNDE BİLE VAR

Buğday ununun, suyla tam olarak karışımı ile oluşan protein kompleksine gluten deniliyor. Gluten, un sanayisi, kahvaltılık gevrekler, bisküvi çeşitleri (bebek bisküvisi de dahil), peynir, makarna, çerezler, vejetaryan mönüleri, hamur ürünleri ve hayvan yemlerinde kullanılıyor.

AYNI ÜRÜNE FARKLI RAPOR

KASIM 2009'da Ankara'dan alınan ilk raporda GDO'lu maddeler tespit ediliyor.

ARALIK 2009'da Bursa'dan alınan ikinci raporda da GDO'lu madde tespit ediliyor.

OCAK 2010 tarihli İstanbul'dan alınan raporda "GDO yoktur" deniyor, ürün ülkeye giriyor.

(Sabah)


Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: mazlum - 13 Mart 2011, 01:44:21
Tugra bu güzel ve önemli paylaşımın ların  için .Tşk ler  inanmamak mümkün degil bu tesbitlere,
iki gün önce bir Alman Kardiyolog .Dr arkadaşla konuşurken aynen şunu söylüyor bana , öyle hastalıklar türediki biz tehşis koyamıyoruz , fakat insanları pisikolojik olarak sorun yaşamamaları için , ilaçını veriyor alerji falan deyip geçiş tiriyoruz ,

oysaki bu gün bütün Tıp Dünyası biliyorki , pc cep teli ve gdo lu yiyeceklerin ,
vesile oldugu bilimsel olarak tanımlanamayan fakat sebebleri bilinen hastalıkların önüne geçilemiyor diyor , yanı senin bizlere aktardıkların kesinlikle dogru , adeta katliam yapılıyor . Hz.Allah sonumuzu hayır eylesin .
Başlık: Otla beslenen hayvan sağlık saçıyor
Gönderen: Tuğra - 12 Nisan 2011, 00:54:29

Otla beslenen hayvan sağlık saçıyor, ya diğeri?
   
Gelişmeler durmuyor. Yeni şeyler bulundukça da yaşamımıza çeşitli şekillerde yansıyor. Bu kapsamda 20. yüzyılın başlarında vitaminlerin bulunması, bunların hayvan yemleri içine de girmesine, beslenme açısından katkı sağlamasına neden oldu. O yüzyılın ortalarına doğru da antibiyotiğin keşfi çok sayıda hayvanın ahırlarda birlikte yetiştirilmesine olanak sağladı.

Hatırlanacaktır, yemlerin protein içeriğinin artırılması kapsamında ot yiyen hayvanlara kendi hemcinsleri yedirilmeye çalışıldı, 1980’lerin ortalarında deli dana hastalığı patlak verdi (hala önüne geçilebilmiş değil, hastalık bu etleri tüketen insanlara da geçmektedir).
 
Bir bakıma endüstriyel hayvancılığa adım atılmasıyla meralardan koparılan hayvanlar da tahılla beslenmeye başladı. Bu nedenledir ki dünyanın en kalabalık ülkeleri Çin ve Hindistan’da hayvansal ürün tüketiminin artmasının sonucu olarak hep buğday kıtlığı yaşanmasından korkulur.
 
Sadece endüstriyel hayvancılık değil tabi ki hayvanların meraya ulaşmalarını engelleyen. Daha 25 Şubat 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan bir yasa değişikliği ile petrol iletim faaliyetleri ile elektrik ve doğal gaz faaliyetleri için gerekli bulunan meralar amaçları dışına çıkarılacak. Meraların amaç dışı kullanımları elbette sadece bu faaliyetlerle de sınırlı değil.

Ancak, daraltılan her mera insan sağlığı açısından tehdit oluşturuyor. Otla irtibatı kesilen hayvan insan sağlığına zarar vermeye başlıyor. Bunu insan kendi kendine yapıyor.
 
ABD Tarım Bakanlığı ile Clemson Üniversitesi araştırmacıları 2009 yılında otla beslenmiş hayvan eti tüketiminin tahılla beslenmişe oranla insan sağlığına etkileri konusunda önemli saptamalarda bulundular. Bu ortak çalışmanın saptamalarına göre otla beslenmiş hayvan etinin;
 
-          Total yağ içeriği daha düşük,
-          Beta-karoten (vücudumuzda A vitaminine dönüşür) içeriği daha yüksek,
-          E vitamini içeriği daha yüksek,
-          B vitaminleri thiamin ve riboflavin içeriği daha yüksek,
-          Kalsiyum, magnesyum ve potasyum içeriği daha yüksek,
-          Toplam omega-3 içeriği daha yüksek,
-          Omega 6’nın omega 3 yağ asitlerine oranı (omega 3 üç kat fazla) daha sağlıklı,
-          Konjuge linoleik asit (CLA-potansiyel kanser savaşçısı) içeriği daha yüksek,
-          CLA’ya dönüşebilen asitlerce daha zengin,
-          Kalp hastalıklarıyla doğrudan bağlantılı doymuş yağ içeriğinin daha düşük olduğu görülmüştür.
 
Sağlığımız açısından son derece önemli bir yeri olan CLA’yı vücudumuz üretememektedir. Bu nedenle bu asiti besinlerimizle dışarıdan almamız gerekmektedir. CLA’yı en fazla içeren besinler ise otla beslenmiş hayvanın eti ve süt ürünleridir. CLA’nın sağlığımız açısından önemine örnekler üzerinden bakalım.
 
Aldığımız besinin binde 5 oranında CLA içermesi tümör oluşumunu yarı yarıya azaltıyor. Aynı etkiyi göğüs, kalın bağırsak, akciğer, cilt ve mide kanserleri için de gösteriyor. CLA ayrıca kan dolaşım sistemi hastalıkları, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve trigliseritler, kemik erimesi, insülin direnci, iltihap, bağışıklık sistemi, gıda kaynaklı alerjik reaksiyonlar gibi olumsuzluklarla savaşmaktadır.
 
 Otla beslenen hayvanın etinin daha az yağ içermesi daha az kalori içerdiği anlamına gelmektedir. Bu da günümüz insanının gittikçe şişmanlamasında meralarla ilişkisi kesilen hayvanların rolünü birazcık olsun açıklayabilmektedir.
 
Kısacası, meraları yok ettiğimiz ve hayvanlarımızı ahırlara tıkıp onları tahıl ağırlıklı beslediğimiz sürece sağlığımızı kaybediyoruz.
 
Ahmet ATALIK / Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
Başlık: Ye-Me-Yin
Gönderen: Tuğra - 20 Mayıs 2011, 01:54:21

Paket paket GDO'lu ürün raflarımızda!

'Bal gibi' hem yıllardır GDO'lu ürün ithali yapıp hem de GDO'lu içeriğin gıda sanayiinde kullanılmasına izin veren devlet ketumiyeti, tüketiciye net cevap vermekten kaçınıyor.
 
Küresel tekellerle ortaklığını perçinleyen gıda sektörümüz Tarım Bakanlığı'nın desteğiyle GDO'lu gıdaları raflara doldururken tüketicinin GDO'lu ürünlere karşı dikkati kırılmaya çalışılıyor.
 
GDO'nun insan sağlığına zararlarını içeren makale ve araştırmalar, ustaca kamuoyunun nazarından kaçırılarak, GDO'lu içerik nasıl etiketlere yazılmıyorsa, kamu hafızasından da silinmek isteniyor.
 
Böylece bir ayaklarını Türkiye'ye atmış GDO kartelleri, adım adım yeni GDO'lu tohum ve ürünleriyle ülke piyasasını ve tarımını ele geçirme stratejilerinde ilerliyorlar.
 
Daha iki yıl önce Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Günaydın bisküvi, kraker, çikolata ve gofret gibi ürünlerin arasında bulunduğu 800 üründe GDO olduğu ve bu ürünlerde GDO kullanıldığından tüketicilerin haberi olmadığını söylemişti...
 
'Gıda Hareketi' de

'GDO' suz çikolata bulamazsınız!' diyor. Soya lesitini içeren bütün çikolata, gofret, kek, bisküvi vb. ürünlerin ve kakaoların tamamına yakınının GDO'lu olduğunu söylüyor.
 
Kısacası GDO'lu mısırdan elde edilen, zararlı 'nişasta bazlı şekere' ilaveten GDO'lu soyadan elde edilen 'soya lesitini', bisküvi, kek, gofret, çubuk kraker, margarin, bebe bisküvileri, çikolataların üretiminde kullanılmakta.
 
Ayrıca bu ürünlerde yer alan 'modifiye mısır nişastası' adıyla GDO'lu mısır nişastası ve GDO'lu buğday gluteni de ekleyelim...
Yani bütün bu bileşenlerin bir gıda formülünde yer aldığı düşünülürse demek ki bisküvi ya da gofret bir GDO kombinasyonundan başka bir şey değil.
 
Ama bugüne dek üzerinde GDO'ludur ibaresini taşıyan tek bir ürüne rastlanmadı yani GDO'lu ürün tüketmek istemediğinizde bunu bilmenizin imkanı yok.
 
Ama ambalajında GDO'suzdur diye yazan ürünlerin reklamları 'haksız rekabet' gerekçesiyle durduruldu.
 
Geçen yıl kurulan Biyogüvenlik Kurulu Ocak 2011 de üç çeşit soya fasulyesinin yem sanayiinde kullanmak üzere ithalatına izin verince sanki ülkeye ilk defa GDO'lu ürün girmiş gibi yansıtıldı.
 
Nitekim Tarım Bakanı CHP'li Milletvekili Turgut Dibek'in soru önergesini cevaplarken şimdiye dek yem sanayiinde kullanılmak üzere 1 milyon 386 bin 811 ton GDO'lu ürün ve gıda sanayii içinde 93 bin 415 bin ton GDO'lu kanola, mısır ve soya ithalatına izin verildiğini açıkladı.

Uzmanlar da 10 yıldır binlerce ton GDO'lu ürünün ülkeye girdiğini ve tüketiciden habersiz gıda sanayiinde kullanıldığını üstüne basa basa belirtiyorlar. Bu hafta Sabah gazetesinde çıkan haberde, Çin'den gelen 110 ton GDO'lu buğday gluteninin çikolata - bisküvi fabrikalarına nasıl girdiğinin belgeleri yer alıyordu.
 
2009 yılında Türkiye'nin en büyük iki çikolata-bisküvi firmasına mal veren toptancı şirket Çin'den 110 ton buğday gluteni ithal etti.
 
Ve toptancı şirketin getirdiği maldan alınan numuneler İstanbul İl Tarım Müdürlüğü'nce Bursa ve Ankara'da iki laboratuvarda yaptırılan analizde 'GDO'lu' çıktı.
 
Sonra firma altı ay gümrükte bekleyen mallarının bir kez daha analiz için İstanbul'da yetkili bir laboratuvara gönderilmesini sağladı ve bu analiz sonucu nasılsa 'GDO' yoktur raporu verildi...
 
Ve 110 ton mal bebek bisküvisinden çikolataya kullanılmak üzere piyasaya girmiş olmuştu...

Toz duman Türkiye gündeminin oluşturduğu baş dönmesiyle GDO'lu ürün meselesi saplantılı tüketici davranışına indirgenerek hafife alınıyor.
 
Ama küresel GDO lobisinin baskıları WikiLeaks belgelerinde bile yer almıştı, ABD'li diplomatların AB ülkelerine GDO'lu ürünlerle ilgili yaptıkları baskılarının sonucunda neredeyse ABD ile AB arasında ticari savaşı bile göze aldıkları ortaya çıkmıştı.

Nişasta bazlı şeker üreticilerine ve GDO'lu ürün kartellerine vazgeçirilemeyecek heveste pazar olmaya hevesli ülkemizde 'tüketicinin saplantısı' oldukça sağlıklı olsa gerek.

Nihal Kemaloğlu / Akşam
Başlık: Torunlarimiz kuyruklu yada yüzgecli olursa
Gönderen: fuba30 - 02 Haziran 2011, 23:27:21
Biraz uzun bir yazı , ama okumanızı tavsiye ederim.
TORUNLARIMIZ KUYRUKLU YA DA YÜZGEÇLİ OLURSA !
Genetiği değiştirilmiş ürünlerin, zamanla insanlarda ne tür etkiler oluşturacağını gösteren sağlıklı hiçbir test yapılmamıştır. Tükettiğimiz akrep, balık, domuz veya insan geni taşıyan domates ya da patates acaba bizim genlerimize ne gibi etki yapabilir? Mesela torunlarımız kuyruklu veya yüzgeçli doğar mı?
Haber Ajanda, Aralık 2006
KONTROL EDİLEBİLİR BİR NESİL Mİ YETİŞİYOR?
Esra DURU
Haber Ajanda Dergisi. YIL 1 SAYI 9, ARALIK 2006
Genetiği değiştirilmiş ürünlerin, zamanla insanlarda ne tür etkiler oluşturacağını gösteren sağlıklı hiçbir test yapılmamıştır. Tükettiğimiz akrep, balık, domuz veya insan geni taşıyan domates ya da patates acaba bizim genlerimize ne gibi etki yapabilir? Mesela torunlarımız kuyruklu veya yüzgeçli doğar mı?
***
Bir kere değiştirilmiş bir geni, eski haline döndürmek artık imkânsızdır. Doğadaki akrabalarından çok daha güçlü hale gelen GMO’lar, akrabalarını doğal ekolojik sistemin dışına itebileceği gibi onları tamamen yok da edebilir ya da gıda zincirine dâhil olarak tamamen beklenmedik ve öngörülemeyen yeni formlara neden olabilir. Böyle bir felaket, atom faciasından bile daha korkunç sonuçlar doğurabilir.
***
Belirli tip hücreleri yok eden genler belirli bir grubu veya belirtiyi de hedef alabilir’ Örneğin göz veya ten rengi, saç yapısı, ırk, din veya diğer bir özelliğe yönlendirilmiş olabilir. GMO, korkunç bir kitle imha silahına dönüşebileceği gibi, insan, hayvan, bitki ve mikroorganizmaların kitlesel yönetimini sağlayan bir makine halini de alabilir.
***
Gen teknolojisi veya nanoteknoloji yöntemleriyle elde edilen ilaçlar, genetiği değiştirilmiş vitaminler ve şifalı otlar, gen teknolojisinin veya nanoteknolojinin kullanıldığı tedavi yöntemleri, farkında olmasak da DNA moleküllerimiz içinde kalıcı bir değişimi başlatıyor. Bizi insan türünden çıkartarak tamamen başka tür varlıklara dönüştürmüş oluyor.
KÖPEKBALIĞI GENLİ DOMATES, AKREP GENLİ PATATES TÜKETİYORUZ’ GENETİK BOMBALAR MI YİYORUZ? DEĞİŞTİRDİĞİMİZ GENLERİ KONTROL EDEMEZSEK! TORUNLARIMIZ KUYRUKLUYA DA YÜZGEÇLİ OLURSA’

KONTROL EDİLEBİLİR BİR NESİL Mİ YETİŞİYOR?

Geçtiğimiz ay Meclis’ten geçen ‘Tohumculuk Yasası’ birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bu tartışmalar sırasında konunun uzman isimleri, kamuoyunun dikkatini GDO’lu ürünlerle ilgili soru işaretlerine çekti. Günlük hayatta, diktiğimiz salatalıktan ya da domatesten neden tohum alamadığımıza kafa yorarken, bunun aslında daha ciddi birtakım sonuçlar doğurabileceğini pek de düşünmemiştik. Yeni yasanın, Türkiye’ye girişine ve ekimine izin verdiği ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ın (GDO, İngilizcesi GMO); kısırlığa, alerjik reaksiyonlara ve antibiyotik dayanıklılığa neden olduğu söyleniyor. Ayrıca farklı genlerle birtakım özellikler kazandırılan ürünlerin, bunlarla insan vücudunda başka ne gibi etkilere yol açabileceği de bilinmiyor.
Özbekistan’ın sürgündeki muhalif lideri Muhammed Salih’in biyolog eşi Dr. Aydın Salih, GMO’ların hayatımızı ne kadar kuşattığını ve olası etkileriyle ilgili iddiaları HABER AJANDA için değerlendirdi. Salih, transfer edilen genlerin daha sonra insan vücudunda yol açabilecekleri zararların yanı sıra örneğin belirli bir ırka has özelliklerle savaşmaya yönelik kullanılabileceğini de ifade etti.
Tarım Bakanlığı ise, GDO’ların insan ve hayvan sağlığına zararlı olduğuna dair herhangi bir bulguya henüz rastlanamadığına, ancak bu ürünlerin üretime girmesinden bu yana geçen sürenin, bir sorunun varlığının tespiti için kısa olduğuna vurgu yaptı.
Doğalın yerini çoktan GMO’lar aldı
- Sayın Salih, GMO nedir?
- Ülkeye çoktan girmiş olan GMO’nun ne olduğunu halk bilmiyor ve tehlikelerinin de farkında değil. İngilizcesi, ‘Genetically Modified Organisms’ olan tabir ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ (GMO) olarak çevrilebilir. Bu teknoloji, tek bir gen veya gen gruplarının eklenmesi, çıkarılması, yapısının değiştirilmesi veya türler arasında karşılıklı değiştirilmesini kapsar. Genetik mühendisliği (GM) ürünü olan bu tip ürünlerin oluşumu, doğal ortamda birbirleri ile ilişkileri olmayan organizmaların genlerinin değiştirilmesi veya transferi ile gerçekleşir. Transfer edilen genler mikrop geni, virüs geni, bitki geni, hayvan geni hatta insan geni olabilmektedir. Bir organizmanın belirli genlerini, diğer bir organizmaya nakletme manipülasyonları sonucunda ‘genetik taşıyıcı’ tamamen yeni bir şekil alır. Gereken genlerin kombinasyonu yapılarak, istenilen renk, tat, koku, şekil, sertlik veya yumuşaklıkta bir ürün elde edilebilir.
- GMO’lar hangi yiyeceklerde kullanılıyor?
- Günümüzde neredeyse her hazır yiyecek ve içecekte GM katkılarının en az birkaçı katkı maddesi olarak kullanılıyor. Modifiye soya lesitini, aromalar, glikoz, fruktoz, nişasta, maltodekstrin, karamel, riboflavin ve diğer E endeksi adı altındaki transgen katkı maddeleri, aspartam, àspasvit, aspamiks vs. örnek olarak verilebilir.
- GMO’ların girdiği başka ürünler var mı?
- Tüketicinin tarımda kullanılan GMO tohumlarının miktarından da hiç haberi yok. Halbuki doğalın yerini çoktan GMO almış durumda. Pamuk, buğday, pirinç, soya, mısır, ayçiçeği, şeker pancarı, patates, ıspanak, soğan, sarımsak, karpuz, elma ve kavun gibi birçok gıdanın üretiminde GMO tohumları yaygın olarak kullanılıyor. Tabii listeye bir de bu meyve ve sebzeden elde edilen ürünleri katmanız gerekecek. Yani şeker, un, yağ, parfüm, temizlik malzemeleri, boya, kumaş, gübre vs’



Gerisi icin:http://islamiyetim.net/torunlarimiz-kuyruklu-ya-da-yuzgecli-olursa.html
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: mazhar - 03 Haziran 2011, 21:51:30
Bu bir avuç adam, dünya nüfusunun yüzde 80’nini yok edip yüzde 20’sini de kendilerine hizmet olarak bırakacaklar. Köle olarak kullanacaklar. Bu şirketler bakanları ayarlıyor. Hatta bakanlıklar akimin geleceğini belirliyor. Bazı adamları araştırmacı diye adayıp sözde raporlar hazırlatıyorlar.
  
GDO’YU YALAN RAPORLARLA ZARARSIZMIŞ GİBİ GÖSTERİYORLAR
  
Tohumun sahibi olan bu şirketler aslında kimyasal şirketleridir. Bunların tohumlarını kullandığınızda onların zehirli ilaçlarını kullanmak zorundasınız. Basın yayın organları da bunların elinde. Ellerinde sahte raporları yayınlatıyorlar. GDO’lular böylece zararsızmış gibi gösteriyorlar” dedi.


Virüslü sebzede 10. ölümAlmanya’da salatalık, domates ve maruldan bulaşan EHEC virüsü yüzünden ölenlerin sayısı 10’ya yükseldi.


Almanya’da salatalık, domates ve maruldan bulaşan EHEC virüsü yüzünden ölenlerin sayısı 10’ya yükseldi. Mide ve bağırsak enfeksiyonuna yol açan virüs şu ana kadar bin kişide tespit edildi, bunlardan 274’ü ağır hasta. İspanya’dan getirilen sebzelerden bulaştığı tahmin edilen ve daha çok 60 yaşın üstündekileri etkileyen virüs Danimarka, İsveç, Hollanda ve İngiltere’de de görüldü.

Uzmanlara göre EHEC virüsü kılcal damar kanamasına neden oluyor; hemolitik üremik sendromu yani anemi ve akut böbrek yetmezliği şeklinde ortaya çıkıyor. Hastalar ise kanlı ishal ve böbrek yetmezliği sonucunda ölüyor. Son bir haftada Almanya’da EHE virüsü yüzünden ölenlerin sayısı dün Schleswig-Holstein eyaletinde 68 ve 87 yaşında iki kişinin hayatını kaybetmesiyle 10’a ulaştı.

Virüsün özellikle ülkenin kuzeyinde etkili olması uzmanları endişelendiriyor. Son ölümlerle Schleswig-Holstein’da ölenlerin sayısı 4’e yükseldi, 250 kişide virüs tespit edildi, bunlardan 70 ağır. Aynı şekilde Aşağı Saksonya’da; 3 ölü, 140 kişi virüslü, 40’ı ağır, Hamburg’da; 2 ölü, 400 kişi virüslü, Bremen’de 1 ölü, 50 kişi virüslü ve 28 hasta olduğu açıklandı.

YAŞLILAR VE KADINLARI VURUYOR!

Ölen kişilerin son günlerde daha çok salatalık, domates ve salata yediklerinin tespit edilmesi ise paniğe neden oldu. Şu ana kadar rahatsızlanan toplam 1 bin kişiden yüzde 70’nin ise 60 yaşın üzerinde ve çoğu kadın. Virüsün en çok ülkenin kuzeyinde görülmesinin ardından yetkililer “Kuzey Almanya’da yetişen sebzelere dikkat edin” çağrısı yaparken, virüsün nedeni kirli su veya gübre olabileceği belirtildi.

Virüsün Almanya’da yetişen sebzelerin yanı sıra İspanya’dan getirilen salatalıklarda da görülmesi üzerine panik tüm Avrupa’ya yayıldı. Alman Sağlık Bakanı Daniel Bahr uluslararası bir kriz masasın oluşturulabileceğini açıklarken, bakteri ayrıca Danimarka’da 4, İsveç’te 10, İngiltere’de 3, Hollanda’da 1 kişide tespit edildi.

Virüse karşı yeni bir tedavi yöntemi geliştiren Alman doktorlar ise önemli sonuçlar elde etmeyi bekliyorlar. Hamburg’taki Eppendorf Üniversite Hastanesi virüs yüzünden rahatsızlanan 6 hastaya özel bir Eculizumab isimli bir antikorun veren doktorlar “Böbrek yetmezliğini önleyebiliriz” dediler.

Tüketicileri Koruma Bakanı Ilse Aigner virüsün tamamen ortadan kaldırılana kadar “sebzelere dikkat edin” çağrısının süreceğini açıklarken, sebze ve gıda üreticileri uyarıları sert şekilde eleştirdi. Panik yüzünden son 1 haftadır sebze satışlarının neredeyse yarı yarıya düştüğüne dikkat çeken çiftçi derneklerine göre zarar 40 milyon Euro civarında. ANF

GIDA HAREKETİ'NDEN UYARI

Gelişmelerin Türkiye'de de yaşanabileceği uyarısında bulunan Gıda Hareketi uzmanları, mevsimsiz meyve sebzelerin kesinlikle tüketilmemesi gerektiğini belirtti. Mevsimsiz çıkan gıdalarda çok sayıda ve daha yoğun kimyasal kullanıldığını bunların zehir olduğunu belirten Gıda Hareketi uzmanları, domastes salatalık, fasülye ve patlıcan gibi sebzelerin Türkiye'de Temmuz-Kasım aralığında tüketilmesi diğer mevsimlerde kesinlikle yenilmemesi gerektiğini belirtti.

Geçtiğimiz aylarda Türk domateslerinde 'hepatit virüsü' tespit edildiğini hatırlayan uzmanlar, ne yazık ki Türkiye'de bu tür gelişmeler halktan saklanır. Herhangi bir rahatsızlığınız ve ölümünüz yediğiniz gıdadan meydana gelmiştir ama bunu bu ülkede asla öğrenemezsiniz. Bu nedenle hiçbir meyve sebzeyi mevsimi dışında tüketmeyiniz. Mevyesimi içince ise mutlaka sirkeli suda yıkamalı uyarısında bulundu.




Sağlıkla ilgilenen,ilgilenmeyen herkes bu konu da dikkatli olmalıdır.Rant,kar,hırs,fazla kazanç uğruna insanların sağlığını bilerek tehlikeye atanlara fırsat vermeyin...!/color]
Çok üretip çok satmak hırsıyla bizlerin sağlığınla uğraşanlara yetkililerin bir an evvel sağlıklı müdahalelerini bekliyoruz!
İslam'ın tasarruf prensiplerine uymamız dileğiyle...

Başlık: Hak yerini buldu! GDO'culara ceza
Gönderen: Tuğra - 04 Temmuz 2011, 03:03:45
Hak yerini buldu! GDO'culara ceza

Bayer, ABD’li çiftçilere 750 milyon dolar GDO cezası ödeyecek... Bu ceza tüm dünyada emsal kabul edilebilir!
 
Alman devi Bayer AG’ye bağlı biyoteknoloji şirketi Bayer CropScience, şirkete ait onaylanmamış genetiği değiştirilmiş bir pirinç türünün gıda zincirine karıştığı ve pirinç fiyatlarını düşürdüğü gerekçesiyle dava açan ABD’li çiftçilere 750 milyon dolar ödemeyi kabul etti.
 
11 bin çiftçi

Bayer şirketi ve davacı çiftçilerin avukatları, taraflar arasındaki davanın çözüme kavuştuğunu, şirketin Arkansas, Louisiana, Mississippi, Missouri ve Texas eyaletlerinde dava açan 11 bin çiftçiye 750 milyon dolar ödemeyi kabul ettiğini açıkladı. ABD’li çiftçilerin şirkete açtığı davanın tarihi, ABD ticari pirinç silolarında Bayer CropScience’ın “Liberty Link” adlı genetiği değiştirilmiş uzun taneli pirince rastlandığı 2006 yılına uzanıyor.

ABD Tarım Bakanlığı Ağustos 2006’da yaptığı açıklamada, ABD’nin uzun taneli pirinç mahsulüne Bayer CropScience’ın “Liberty Link” adlı genetiği değiştirilmiş uzun taneli pirincin karıştığının belirlendiğini bildirmiş, açıklamayı takiben bazı ithalatçı ülkeler ABD’den pirinç ithalatını  yasaklamıştı.
 
Fiyatları düşürdü

Tarım Bakanlığının açıklamasını takiben dört gün içinde pirinç fiyatlarındaki düşüşün maliyetinin 150 milyon doları bulduğunu ve genetiği değiştirilmiş uzun taneli pirincin gıda zincirine karışmasının vadeli fiyatları yüzde 14 düşürdüğünü, önemli ihracat pazarlarını kaybettiklerini gerekçe gösteren çiftçiler, Bayer CropScience şirketine karşı dava açmışlardı. Bayer CropScience şirketi ve çiftçiler arasında varılan anlaşma, 2006 ve 2010 yılları arasında pirinç ekimi yapan çiftçileri kapsıyor.
 
Hürriyet
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: mazhar - 16 Şubat 2012, 01:12:10
Genetiğiyle onanmış gıdalar sağlığı tehdit ediyor

Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalar olarak adlandırılan 'Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) insan sağlığını olumsuz etkiliyor.
(http://www.habervaktim.com/resim/resim225926_2.jpg)
GDO'lu ürünlerin bakılarak anlaşılamayacağını; ancak tüketilen gıdaların etiketlerinin mutlaka okunmasını tavsiye eden uzmanlar bu yolla domuza ait gen domatese, bakteri veya virüse ait genin de bir bitkiye aktarılabildiğini iddia etti.
   
Genetiğiyle oynanmış gıdalar arasında mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza gibi gıdaların olduğunu belirten Diyetisyen Şule Çınar; muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun, karpuz ve kanola üzerindeki genetik değiştirme çalışmalarının devam ettiğini açıkladı. Mısır ve soyanın genleriyle oynanmış bitkiler arasında ilk sıralarda yer aldığını anlatan Çınar, bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin kullanıldığı bütün ürünlerin GDO'lu olma riski taşıdığını söyledi. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakaroz, früktoz içeren gıdaların günlük tüketim maddeleri arasında bulunduğunu kaydeden Çınar, bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuğun da GDO'lu olma riski taşıyan gıdaların başında geldiğini dile getirdi.
   
GDO'lu ürünlerin insan ve hayvan sağlığını olumsuz etkilediğine işaret eden Diyetisyen Şule Çınar sözlerini şöyle sürdürdü: "Genleri değiştirilmiş bitkileri tüketen insanlarda ciltte kızarıklıklar, nezle, baş ağrısı gibi alerjik tepkiler başta olmak üzere antibiyotiklere direnç gelişme olasılığı söz konusu. Bu genlerin ürünü olan proteinlerin bağışıklık sistemimizi çökertme riskleri, kanser başta olmak üzere ne tür başka hastalıkları tetikleyecekleri günümüz teknolojisiyle tahmin edilemiyor. Bu gıdaların genleriyle oynandığı için insan gen yapısında uzun dönemde değişiklik yapıp yapmayacağı bilinmiyor. Hamileler, büyüme çağındaki çocuklar, beslenme bozukluğu olanlar ve kronik hastalığı olanlar özellikle dikkat etmeli. GDO'lu besinlerin laboratuvarda hayvanlar üzerinde kansere neden olup olmadığı, tetikleyip tetiklemediği, hücrelere olan etkisi üzerine yapılan araştırmalar da karaciğer, böbrek, pankreasın çalışmasını değiştirdiği ve doğurganlığı azalttığı yolunda kanıtlar var. Ayrıca GDO'lar büyüme hızını yavaşlatabiliyor."

GIDA SEÇİMİNDE NELERE DİKKAT EDİLMELİ
   
GDO'lu ürünlerin bakılarak anlaşılacak bir durum olmadığının altını çizen Diyetisyen Şule Çınar, soya ve mısır katkı maddesi olarak keklere, bisküvilere, şekerlere ve bir çok gıda maddesine yayıldığı için yenilen gıdaların etiketinin okunması gerektiğini vurguladı. Çınar, "Mısır, soya, pamuk yağı, kanola varsa o zaman risk var demektir. Organik ürünler yemeye dikkat edin, güvendiğiniz yerlerden gıdayı temin edin.Gıdaları mevsiminde tüketin. Mevsimi dışında özellikle seralarda yetiştirilen sebze ve meyveler için doğal yöntemlerin kullanılmadığı çok fazla tarım ilacı kullanıldığını da unutmayın. Gıdalarınızı yerel olanlardan seçin. ABD veya Arjantin gibi dünyada en çok GDO üreten ülkelerden gelen ürünlerin GDO'lu olma riski yüksek. Ülkemizde üretilen ve kaynağını bildiğimiz ürünler tüketerek yerel çeşitlerin korunmasına da katkıda bulunun." dedi.
Cihan.Haber.vaktim.com
Başlık: Yediğimiz Besinler Genetiğimizi Değiştiriyor!
Gönderen: Tuğra - 12 Mart 2012, 18:06:26

İnsan kanında bitkiye ait genetik materyaller bulundu. İnsan vücudunda bulunan 30.000 genin tüketilen besinlerin içindeki maddelere göre şekillendiğini ve yanlış beslenme ile bir hastalığı taşıyan geni aktif hale getirebileceğini biliyor musunuz?

Gıda maddelerinin içerisinde bitkilere ait mikro RNA’lar bağırsaklar tarafından emilerek kan dolaşımına geçiyor. Dokulara ulaşan bu mikro RNA’lar kişinin genlerine müdahale ediyor. 
 
Nature Dergisi’ne ait Cell Research’de yayınlanan bir makaleye göre, pirinçten alınan bir mikro RNA (MIR168a) protein üretilmesini durduruyor ve bunun sonucunda LDL kolestrol kanda yükseliyor. Bu da kalp hastalıklarına yakalanma riskini arttırıyor. Bu mikro RNA’yı içeren pirinçle beslenen fareler üzerinde yapılan araştırmalar, 3 ila 7 gün sonra LDL kolesterolün net bir şekilde arttığı, mikro RNA’ların bloke edildiğinde ise LDL kolesterollerinin yeniden normale döndüğünü gösteriyor.
 
İnsan kanında, bitkilere ait 40 farklı tipte mikro RNA’nın dolaştığını ve bunların birçoğunun insan vücudunun ürettiği mikro RNA ile aynı miktarlarda olduğunu gösteren bilimsel çalışmalar bulunuyor.
 
Araştırmalar bu mikro RNA’lardan bazılarının yapılarının memelilere ait 50 farklı gen ile benzerlik gösterdiğini ve birbirine uyduklarını gösteriyor. Yapılan çalışmalar gıda olarak yenilen bitkilere ait mikro RNA’ların, bağırsaklarda epitel hücreler tarafından alındığını ve bunların ekzozom adı verilen minik keselerin içerisine konularak kana verildiğini ortaya koyuyor. Ekzozomlar dokulara ait hücrelerle kaynaşarak onların içerisine girebiliyor. Bu nedenle bitkilerde bulunan bazı mikro RNA’lar gen yapımızı etkileyebiliyor.
 
Araştırmalardan çıkarılan sonuçlar:
 
·        Bir gıdanın içerisinde kolesterolün bulunmaması, o gıdanın kolesterolü arttırmayacağı anlamına gelmiyor.
 
·        Gıdaları sadece kalorisi, içerdiği yağ, şeker, tuz ve protein yönünden değil; taşıdıkları genetik enformasyon yönünden değerlendirmek gerekiyor.
 
·        Bu mikro RNA’ların klinik kimya laboratuarlarında kanda tespiti ile kişiye özgü gıdaların seçimi ve pişirme usullerinin gelişmesi ile kalp ve damar hastalıklarından korunmak mümkün olabilir.
 
·        Mikro RNA’ları bloke eden ilaçların geliştirilmesi ile tıpta, yeni tedavi biçimleri gündeme gelebilir.
 
·        Bu zararlı mikro RNA’lardan kanın temizlenmesi için gıda mühendisleri özellikle bebek mamalarında ve günlük besinlerde yeni gıda işleme, pişirme ve paketleme yöntemlerini geliştirebilir.

Doç. Dr. Nezih Hekim
 
Biyokimya Uzmanı
Başlık: Zamanımız azalıyor...
Gönderen: Tuğra - 21 Mart 2012, 00:57:23
Zamanımız azalıyor...

Biyogüvenlik Kurulu, 9 yeni GDO'lu mısır türünün ithalatı için karar vermek üzere. Eğer onay verirlerse sırada doğrudan soframıza gelecek gıdalar var.

 Kampanyayla bugüne kadar 200.000'in üzerinde insana ulaşmayı başardık. Bu sayede kimsenin görmezden gelemeyeceği bir kamuoyu baskısı oluşturduk. Senin gibi düşünen yüzbinlerce insanla birlikte soframızdaki GDO tehlikesini durdurabiliriz, durduracağız.
 
Kurul kararını vermeden önce daha da fazla insana ulaşmak için ne yapsak az... İşte bu yüzden şimdi her yerde, hiç durmadan "Yemezler" demeliyiz. Ne kadar çok insanı kampanyamıza katabilirsek, sesimiz o kadar gür çıkar. Bu kadar güçlü bir sese, kimse kulaklarını tıkayamaz.
 
"Yemezler" sayfanı paylaşmanın yanı sıra, senin için hazırladığımız aşağıdaki metni kopyalarak listendeki herkese mail olarak yollayabilirsin:
 
"Seninle çok önemli bir haberi paylaşmak istiyorum. Sağlığın üzerinde çok büyük zararları olabilecek GDO'lu gıdalar sofrana gelmek üzere. Bunu engellemek için imza kampanyasına katıldım. Sen de sağlığına sahip çıkmak için bu linke tıklayarak tepkini göster: http://www.yemezler.org/?ref=180347 "
 
Tehlike çok büyük ve çok yakın... Sağlığımızla oynamak isteyenlere ne kadar ciddi olduğumuzu göstermenin tam zamanı. Şimdi daha fazlası için harekete geç, geç kalma!
 
Hadi şimdi bir daha, tüm gücümüzle her yerde haykıralım: Yemezler!

Sevgiler,

Tarık Nejat Dinç
Tarım ve GDO Kampanyası Sorumlusu 
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: mazhar - 10 Mayıs 2012, 08:07:43
Almanya'da Tahlil Ettirilmeli
 
Medyada birkaç günde bir, bozuk gıdalarla ilgili perakende bir haber yayınlanıyor... Bunlardan biri zehirleyen, kanser yapan bozuk kaşarlar. Tüketim tarihi geçmiş, küflenmiş eski kaşarları yeniden eritiyorlar, içine mis gibi kokan kimyevî kaşar aroması katıyorlar ve piyasaya arz ediyorlarmış. Zehir küpü!..
 
Peki sayın Bakanlık, sayın belediyeler ne yapıyor? Vazifelerini yaparak halkı koruyorlar mı, yoksa vazifelerini yapmıyorlar mı?
 
Cevabı siz veriniz lütfen...
 
Bu işler haftada bir patlatılan haberlerle düzelmez.

 
Bozuk, boyalı, aromalı, yüzlerce çeşit kimyalı besin maddelerine ve içeceklere karşı topyekûn savaş başlatılmalıdır.
 
Amansız ve zamansız bir savaş.
 
İddia ediyorum:
 
Halka yedirilen gıda maddelerinin içirilen yüzlerce çeşit boyalı maddenin büyük bir kısmı kanunlara aykırı olarak üretilmektedir, sağlığa zararlıdır, halkı zehirlemektedir, bu mesele sinsi bir soykırım halini almıştır.
 
Maddî imkanım olsa şunu yaparım:
 
Noterler vasıtasıyla piyasadan yüz çeşit gıda maddesi ve içecek, meyve, sebze örneği alırım, bunları yine noter eliyle Almanya'ya veya başka medenî bir ülkeye gönderip tahlil ettiririm.
 
Analiz raporları gelince seyr eyleyin siz gümbürtüyü...
 
İçinde bir damla gerçek bal bulunmayan mısır şuruplu, aromalı, bal boyalı halis ballar. (Şimdilerde isim değiştirdiler...)
 
Üzerinde dana yazan o biçim sucuklar mucuklar...
 
Soyu bozuk soyadan yapılmış etler...
 
Hormonla, kimyasal gübreyle yetiştirilmiş domatesler...
 
Ya sütler ya sütler... İçenlere zindelik ve enerji veren, yataklara seren o sütler.
 
Boyalı, kimyalı ekmekler...
 
Memba sularının bir kısmı...
 
Hatırlıyor musunuz, birkaç hafta önce, bol bol boyalı gazoz içen bir kadın ölmüştü...
 
Ancak sabun yapımında kullanılabilecek, soğukta sıkma halis muhlis, ekolojik zeytinyağları...
 
Yüz çeşit gıda maddesinin, meşrubatın, meyve ve sebzenin noter kanalıyla piyasadan alınıp bir Avrupa ülkesinde tahlil ettirilmesi çok para istemez. Nihayet at değil, deve değil...
 
Bu iş niçin yapılmıyor?
 
Ah bir yapılsa, bütün Türkiye ayağa kalkar... Üst üste küp dizmişler, en alttakini bir çektiniz mi seyr eyleyin siz gümbürtüyü. Ah sucuklar... Ah ekmekler... Ah aromalı, boyalı, korumalı meşrubat... Ah mısır şurubundan ballar... Ah kilosu 9 liraya et sucukları... Ah zehirlenen, çürüyen milyonlarca halk... Ah sevinçlerinden ellerini ovuşturan ilaç fabrikaları... Boyalı gazozları içen kuvvetle geğiriyormuş... Geğirmek zindeliktir... İç iç iç... Ye ye ye...
 
10.05.2012
Mehmet Şevket Eygi.Milli Gazete
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: mazhar - 21 Eylül 2012, 08:11:00
Genetiği oynanmış mısır yiyen farelerde kanser tümörleri oluştu.
(http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQynANRuvL4yk6ZfRQL6ujJW9ctXUDBMxSsMsBShjFVbxFHv4b4XQ)
Fransız bilimadamları, iki yıl boyunca genetiği değiştirilmiş mısırla beslenen farelerde tümör oluşumu ve bazı organlarda hasar gibi sağlık sorunları gözledi. GDO'lu mısır yiyen farelerde kanserli hücrelerin de daha hızlı yayıldığı saptandı.

Genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili tartışmalar sürerken Fransa'da yapılan bir araştırmanın sonuçları, riskin boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi.

13 ayın sonunda farelerde büyük sağlık sorunları çıktı

Caen Üniversitesi'nde iki yıl boyunca genetiği değiştirilmiş mısırla beslenen fareler gözlendi. 13 ayın sonunda deney farelerinde sağlık sorunları baş göstermeye başladı. Dişilerde oldukça büyük meme urları oluştu.

Erkeklerde de, urların yanı sıra karaciğer ve böbreklerde anormallikler belirlendi.

Dişileri yüzde 70'i erkeklerin yarısı erken öldü

Mısırla beslenme sürdürülünce dişi farelerin yüzde 70'i erkeklerin de yarısı erken öldü.
Daha önce genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili çeşitli araştırmalar yapıldığı ve bu tür sonuçlar görülmediği yönünde açıklamalar bulunuyordu. Bu araştırma, bu açıklamaları yalanlar nitelikte..

Araştırma büyük şirketlerden gizlendi

Zaten Fransız ekip, şirketlerin baskısına maruz kalmamak için, araştırmayı büyük bir gizlilik içinde yürütmüş.
Genetik yapılarındaki değişiklik sayesinde parazit ve hastalıklardan etkilenmeyip yüksek verim ve dayanıklılığa sahip olduğu belirtilen GDO esaslı tohumlar, mısırdan soya ve pamuğa, giderek daha fazla üründe kullanılıyor.

Kaynak: AA.Haber yedi.com
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: mazhar - 30 Eylül 2012, 00:07:38
İstanbul'un ünlü marketlerinden toplanan 30 farklı numune analiz ettirildi. Sonuçlar herkesi dehşete düşürdü.

Deşifre ekibi, İstanbul genelinde ünlü marketlerden toplanan 30 farklı numuneyi Türklab üyesi yetkili laboratuarlarda analiz ettirdi. Analiz sonuçlarında çikolatadan dondurmalara, cipslerden et ürünlerine varıncaya kadar 30 farklı numunenin birçoğunda GDO'ya rastlandı.

A Haber'de yayınlanan Mehmet Ali Önel yönetimindeki Deşifre Programı bu kez de Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) dosyasını açtı. Analiz sonuçlarının tartışıldığı programın ayrıntıları Ahaber sitesinde yer aldı.

6 UN NUMUNESİNDEN 3'ÜNDE GDO VAR

Analizler sonunda; 3 adet bilindik marka dondurma, 1 adet salam, 3 adet sosis, 5 adet ünlü marka çikolata, 4 adet markalı köfte, özellikte pratik kek, pasta ve ekmek yapımında kullanılan 6 un markasından 3'ünde, 1 adet ünlü bir marka mısır gevreği ve cipsi, 1 paket domates çorbası ve 1 adet salça GDO'lu çıktı.

TARIM BAKANLIĞI DEŞİFRE'NİN YAYININI İHBAR KABUL ETTİ


Bu sonuçlarının ardından Deşifre Programı "GDO'lu Gıda Skandalı"nı canlı yayında masaya yatırdı. Türklab Genel Başkanı Dr.Can Demir, Biyogüvenlik Kurulu Başkanı Prof.Dr Hakan Yardımcı, Biyogüvenlik Kurulu üyesi Prof. Dr Fikrettin Şahin, Prof. Dr. Kenan Demirkol, Doç Dr Özge Arun ve Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer'in katıldığı program, hararetli tartışmalara sahne oldu.

Biyogüvenlik Kurulu Başkanı Prof. Dr Hakan Yardımcı, Hayvan Yemi Dışında GDO'lu ürün ithalatının kesinlikle yasak olduğunun altını çizerken, yasağa uyulmaması durumunda 12 yıl hapis cezasına varan, ağır yaptırımlar olduğuna dikkat çekti.

Programa telefonla bağlanan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Gıda Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Kavak ise "Şu ana kadar yapılan denetimlerde 22 firmanın GDO'lu gıda ürettiğini tespit ettik, haklarında yasal işlem başlattık, Deşifre'nin yayınını ihbar kabul ediyoruz, gereken yapılacaktır" şeklinde konuştu.

HAYVAN YEMİ AMAÇLI ÜRÜN DIŞINDA YASAK


Bilindiği gibi Fransız bilim adamları, geçtiğimiz günlerde GDO'lu mısırla beslenen farelerin yüzde 80'inin kansere yakalandığını ileri süren bir araştırma yayınladı. Bu gelişme üzerine gözler bir kez daha GDO'lu gıdalara çevrildi. Birçok Avrupa ülkesi GDO'lu ürünlere yasaklama getirdi.

Türkiye'de hayvan yemi amaçlı ürünlerin dışında GDO'lu ürünlerin, tarım ve ithalatı yasak.
İnternethaber.
*******

(http://i.sabah.com.tr/sbh/2011/03/07/IcerikResim/67419481871.jpg)
GDO ünlü firmalara bulaşmış


Çikolata-bisküvi sektörünün en büyük iki firmasına da mal veren ithalatçı şirket, Çin'den 110 ton buğday gluteni getirdi. Ürün, Ankara ve Bursa'daki laboratuvarlarda test edildi "GDO'ludur" dendi. Şirket itiraz etti, İstanbul'daki üçüncü laboratuvar "GDO'suzdur" dedi ve o ürün bisküvilerin içine girdi


GDO ünlü firmalara bulaşmış

    09.03.2011

Çikolata-bisküvi sektörünün en büyük iki firmasına da mal veren ithalatçı şirket, Çin'den 110 ton buğday gluteni getirdi. Ürün, Ankara ve Bursa'daki laboratuvarlarda test edildi "GDO'ludur" dendi. Şirket itiraz etti, İstanbul'daki üçüncü laboratuvar "GDO'suzdur" dedi ve o ürün bisküvilerin içine girdi
SABAH'ın gündeme getirdiği 'GDO'lu çikolata kimin' sorusu karşısında üretici şirketlerden bir açıklama yapılmazken, konuyla ilgili ortaya çıkan yeni belgeler skandalın bebek bisküvilerine kadar uzandığını gösterdi. SABAH'ın ulaştığı belgeler Çin'den gelen 110 ton GDO'lu buğday gluteninin çikolata, bisküvi üreticilerinin fabrikalarına nasıl girdiğini açıkça gözler önüne seriyor. Türkiye'nin en büyük iki bisküviçikolata firmasına da mal veren bir toptancı şirket, ürünle ilgili iki kez GDO'ludur raporu almasına rağmen, söz konusu ürünü üçüncü denemesinde 'bir şekilde' GDO'suzdur" raporuyla ülkeye sokuyor. İşte dudak uçuklatan usulsüzlüklerin adım adım hikâyesi:

3 FARKLI İLDE FARKLI SONUÇ

Türkiye'nin önde gelen un üreticilerinden biri Kasım 2009'da Çin'den 110 ton buğday gluteni ithal ediyor. Firma, Ambarlı Gümrük Müdürlüğü'ne getirdiği malın, gerekli kontrolleri için İstanbul İl Tarım Müdürlüğü'ne başvuruda bulunuyor. Bu çerçevede alınan numuneler Ankara İl Kontrol Laboratuvarı'nda analize sokuluyor. Bu analizde, üründe 35 S Protomotor ve NOS Terminator (GDO içeren madde) tespit ediliyor. Bu analize itiraz eden firma numuneleri bu kez Bursa'daki laboratuara gönderiyor. Bursa'daki analizde de aynı GDO tespit ediliyor.

AYNI BÜROKRAT İMZASI
Skandal ise bundan sonra başlıyor. Malları gümrükte bekleyen firma yılmıyor, ürünlerin bu kez İstanbul'daki yetkili laboratuvara gönderilmesi sağlanıyor. İki analizde de 'GDO'ludur denilen ürün bu sefer her nasılsa tertemiz çıkıyor. Tarım Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü Ambarlı Gümrüğü'ne "Ürünler ülkeye girebilir" yazısı yolluyor. GDO'lu olduğu gerekçesiyle 6 ay gümrükte bekletilen ürün ülkeye sokuluyor ve bebek bisküvilerinden çikolataya, bisküviden her türlü unlu mamule kadar birçok üründe kullanılmak üzere piyasaya dağıtılıyor. İşin daha da dramatik yanı, "Ürünler GDO'ludur" diyen ilk iki raporu da, "Ürünler GDO'suz" diyen son raporu da İstanbul İl Tarım Müdürlüğü'ndeki aynı bürokrat imzalıyor.

Bebek bisküvisinde bile var
BUĞDAY ununun, suyla tam olarak karışımı ile oluşan protein kompleksine gluten deniliyor. Gluten, un sanayisi, kahvaltılık gevrekler, bisküvi çeşitleri (bebek bisküvisi de dahil), peynir, makarna, çerezler, vejetaryan mönüleri, hamur ürünleri ve hayvan yemlerinde kullanılıyor.

Aynı ürüne farklı rapor
KASIM 2009'da Ankara'dan alınan ilk raporda GDO'lu maddeler tespit ediliyor.
ARALIK 2009'da Bursa'dan alınan ikinci raporda da GDO'lu madde tespit ediliyor.
OCAK 2010 tarihli İstanbul'dan alınan raporda "GDO yoktur" deniyor, ürün ülkeye giriyor.

Sabah
Başlık: Net sonuç: GDO zehirli
Gönderen: mazhar - 16 Ekim 2012, 21:29:16

Net sonuç: GDO zehirli

Bir grup Fransız araştırmacı tarafından gizli bir şekilde gerçekleştirilen deneyin sonucu net: GDO'lar zehirli!
(http://www.haberhit.net/images_up/200920120930252989051.jpg)

ABD'li Food and Chemical Toxicology dergisi bir süre önce Caen Üniversitesi moleküler biyoloji profesörü Fransız Gilles-Eric Seralini yönetimindeki ekip tarafından gerçekleştirilen deneyin sonuçlarını yayımladı. Araştırma sonuçları, bilim, sağlık, siyaset ve sanayi dünyası için bir bomba niteliğini taşıyor ve "genetiği değiştirilmiş mısır zararsızdır" inancını yerle bir ediyor.
(http://www.gidahareketi.org/AttachedFiles/images/mesaj/gdo.jpg)
GDO'lu Monsanto mısırı ve en fazla kullanılan tarım ilacı Roundup'ın zehir düzeyini ölçmek üzere yapılan en uzun ve detaylı araştırmayı gerçekleştiren ekibe göre, insanlar üzerinde yapılan çok sayıda test de benzer sonuçları veriyor.

Deneyde kullanılan GDO'lar, çok düşük dozda olsa bile, fareler için zehirli ve çoğu zaman öldürücü olabiliyor. Oysa et, süt ve yumurta yoluyla tabaklarımıza gelen GDO da, bu GDO'nun aynısı.

Fransız Le Nouvel Observateur dergisi, Français Gilles ve Eric Seralini tarafından gerçekleştirilen deneye geniş bir yer ayırıyor.

200 FARE 2 YIL İZLENİYOR

Araştırma 2006 yılında başlıyor ve 2011 yılına kadar büyük bir gizlilik içinde sürdürülüyor. "In Vivo" adı verilen operasyonda "Sprague Downey" adı verilen 2 yüz adet laboratuar faresi kullanılıyor. Prof. Seralini, GDO'lu mısırın kullanıdığı diyetin ilk yılında, fareler arasında büyük bir kıyım yaşandığını ve verilen GDO düzeyi ne olursa olsun, 13. ay itibariyle, farelerde ağır belirtilerin ortaya çıktığını söylüyor. Dişi farelerde, neredeyse kilolarının yüzde 25'ine ulaşan göğüs tümörleri patlarken; erkeklerde karaciğer ve böbreklerde ağır hasarlar izleniyor. Bu hasarlara, GDO'suz mısırla beslenen farelerden 2 ila 5 kat daha sıklıkta rastlanıyor.

Deneyin sonucuna göre;

* Cinsiyetleri ne olursa olsun, GDO'ya maruz kalan farelerde, GDO'ya maruz kalmayan farelere oranla 2 ile 3 kat daha fazla tümör görülüyor.

* 24. ayın, yani hayatlarının sonunda; GDO'ya maruz kalan dişi farelerin yüzde 50 ila 80'i rahatsızlanırken; GDO'ya maruz kalmayan dişilerde bu oran yüzde 30.

* GDO'ya maruz kalmış farelerde tümörün çok daha hızlı bir şekilde geliştiği kesinlik kazanmış durumda: Tümör, erkek farelerde 20 ay; dişi farelerde üç ay daha erken gelişiyor. Yaşam beklentisi iki yıl olan bir hayvan için, bu çok önemli bir süre. Kıyaslama yapmak gerekirse, kemirgenlerde 1 yıl, insan hayatında 40 yıla denk geliyor.

Le Nouvel Observateur'e açıklamalarda bulunan Prof. Gilles-Eric Seralini, sağlık kurumlarının sanayicilerden uzun vadeli zehirlilik araştırması talep etmemesinin büyük skandal olduğunu söylerken, "Bunu nasıl adlandırabiliriz? Bilinçsizlik mi? Umursamazlık mı? Sanayi dünyası ile cinayet ortaklığı mı? Yoksa hepsi mi?" sorularını yöneltiyor.

"HEPİMİZ KOBAY MIYIZ?"

Bu arada Prof. Seralini, "Hepimiz Kobay Mıyız?" isimli kitabında, araştırmanın tüm detaylarını anlatıyor. Kitap aynı zamanda Jean-Paul Jaud tarafından belgesel olarak çekildi.

Bu araştırmanın sonuçlarının açıklanmasının ardından, Avrupa Milletvekili Corinne Lepage, geçtiğimiz günlerde yayımlanan kitabında, politikacılardan, Avrupalı uzmanlardan, sağlık kurumlarından ve Avrupa Komisyonu'nundan hesap sorulması gerektiğini gündeme getirdi. Bunun nedeni bu kişilerin ve kurumların GDO'ların uzun vadeli etkilerini ölçecek bir araştırmaya karşı çıkmaları.

Le Nouvel Observateur'e göre bir diğer ilginç gelişme ise, Carrefour ve Auchan gibi büyük perakende zincirlerinin patronlarının da bu konuya duyarlı yaklaşmaya başlamaları. Deli dana olayından bu yana, büyük perakende patronları herhangi bir sağlık skandalına karşı hazırlıklı olmayı tercih ediyorlar.

Görünen o ki, bu deneyin sonuçları GDO savunucuları ve karşıtları arasında yeni bir savaş başlatacak.

RAKAMLARLA GDO

* Bugün 160 milyon hektar GDO üretimi için kullanılıyor. 2011 yılından bu yana üretim miktarı yüzde 8 artış kaydetti. Soya üretimi için 75.4 milyon hektar; mısır üretimi için 51 milyon hektar; pamuk üretimi için 24.7 milyon hektar; kolza üretimi için 8.2 milyon hektar toprak kullanılıyor.

* GDO üreticileri arasında, yüzde 43 ile ABD ilk sırada yer alıyor. ABD'yi yüzde 18.9 ile Brezilya; yüzde 14.8 ile Arjantin; yüzde 6.6 ile Hindistan izliyor.

* Avrupa'da üretim yapılan toprakların sadece yüzde 0.1'i GDO için kullanılıyor. Bunun yüzde 80'i İspanya'da. Öte yandan Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya ve Romanya'da da GDO üretimi yapılıyor. Avrupa genelinde iki GDO'ya izin veriliyor. Bunlar Monsanto mısırı Mon 810 ve Amflora patates. Mon 810, Avusturya, Macaristan, Fransa, Yunanistan, Almanya ve Lüksemburg'ta yasak. (Dünya)
TIMETURK / Haber Merkezi
************************************************************



Sebze-Meyvede Zehir Alarmı!

(http://www.nethabercilik.com/images/news/426415.jpg)



Dünyaca ünlü çevre örgütü 76 sebze-meyveyi test etti, Türkiye'de üretilen biber, armut, üzüm en tehlikeli ürünler çıktı.
(http://www.retailnews.com.tr//files/cache/files_news_hasa%5B7cb1bd9147589156cfa4a65e47e39dd1%5D.jpg)
Greenpeace'in, toplam 22 bin 481 ürünün test edildiği "Kimyasal maddesiz yemek" başlıklı el kitabında, en fazla kimyasal maddenin kullanıldığı ürünler listesinin başında Türkiye'den, 24 kimyasal maddenin tespit edildiği sofralık üzüm yer aldı.

Türk domatesi başta olmak üzere tarım ürünleri ihracı çeşitli kez "İnsan sağlığına zararlı kalıntı" tespitiyle sekteye uğramıştı. Türkiye buna rağmen 2011 yılında 2 milyar 339 milyon dolarlık sebze meyve ihracatı gerçekleştirmişti. Vatan'ın haberine göre çevre örgütü Greenpeace, yaptığı araştırmada en tehlikeli ürünler listesinde ilk 3 sıraya yine Türkiye'de yetişen tarım ürünlerini koydu.

Türk tarım ürünleri bir kez daha ağır darbe yedi. Bugüne kadar başta Rusya olmak üzere Ukrayna, Almanya, Hollanda gibi ülkelerden "Yolladığınız tarım ürünlerinde insan sağlığına zararlı kalıntı madde var" uyarısı alan, hatta belirli aralıklarla ihracat imkanları kesilen Türkiye, bu kez de Greenpeace'in raporu ile şoka girdi. Çevre örgütü Greenpeace'in marketlerde satılan sebze ve meyveleri inceleyen araştırmasından korkutucu sonuçlar çıktı. Örgütün en tehlikeli ürünler listesinde ilk üç sırayı Türkiye'de yetişen biber, armut ve üzüm aldı. Greenpeace bu ürünlerin kesinlikle tüketilmemesini istedi.

Dünyaca ünlü örgütün Almanya'da yayınladığı "Kimyasal maddesiz yemek" başlıklı 26 sayfalık raporda, Türkiye'de üretilen sebze meyvelerin tüketilmemesi için uyarılar yer alıyor.

Greenpeace üyeleri 2009-2010 yıllarında farklı ülkelerdeki farklı bölgelerdeki süpermarket, manav, perakende ve toptan satış yerlerinden 76 çeşit sebze ve meyve satın alarak bunları uzmanlara inceletti. Test edilen ürünlerin bir kısmında, sınırın üzerinde kimyasal madde tespit edildi. Araştırma sonucuna göre, incelenen ürünlerin yüzde 50'sinde zararlı organizmaları engellemek amacıyla tarımda kullanılan "pestisit" türü kimyasal maddelere rastlandı.

Organik ürün alın

En fazla kimyasal maddenin kullanıldığı ürünler listesinin başında ise ortalama 24 kimyasal maddenin tespit edildiği Türkiye'de üretilmiş biber yer alıyor. İkinci sırada 10 kimyasal madde ile yine Türkiye'de yetiştirilen armut var. Üçüncü ise ortalama 9 kimyasal maddeyle Türk üzümü.

Türkiye'de yetiştirilen kabak ve greyfurt da 'sakıncalı' listesine alınanlar arasında. İnceleme sonucuna göre, bu ürünlerdeki pestisit miktarı sıklıkla AB tarafından belirlenen kimyasal madde sınırının üzerinde. Buna ek olarak, Hindistan ve Tayland'da üretilen egzotik ürünlerden biber ve bamyanın da sorun teşkil eden oranlarda kimyasal içerdiği belirtiliyor. AB ülkelerindeki sebze ve meyvelerin, Türkiye ve denizaşırı ülkelere göre daha az kimyasal madde içerdiği ifade ediliyor.

Greenpeace uzmanı kimyager Manfred Santen, "Yemeğinde kimyasal madde olmasını istemeyen, organik ürün almalı ya da hangi ülkeden olduğuna bakmalı" dedi. Örgüt, çocuk, hamile ve hastaların bu maddelerden korunması gerektiğini belirtti.

2023 hedefi 10 milyar $

Türkiye tarım ürünleri ihracatından 2011'de 2 milyar 339 milyon dolar gelir elde etti. Rusya dahil pek çok ülkede Tarkan'lı tanıtım kampanyaları düzenlendi ve Türk tarım ürünleri hakkındaki olumsuz algı değiştirilmeye çalışıldı. Türkiye'nin 2023 hedefi 10 milyar dolarlık tarım ürünü ihraç etmek.

Bakanlık: Raporu önce inceleyelim
(http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRw2l6HxQkHzvDudCHyMJGfyi3DEDlWjJRKjbUTXFfVyXIxCPDBpg)
Çevre örgütü Greenpeace'in dün Almanya'da yayımlanan "Kimyasal maddesiz yemek" başlıklı el kitabında, Türkiye'de üretilen sebze meyveler konusunda uyarması üzerine Tarım Bakanlığı konuyu incelemeye aldı. Greenpeace'in bu incelemeyi nasıl yaptığı, meyve ve sebze örneklerinin nasıl ve nerelerden alındığı ve teknik incelemenin hangi şartlarda yapıldığı gibi detayların incelenmesinin ardından Bakanlığın resmi bir açıklama yapacağı öğrenildi. Ziraat Odaları Birliği ve Ziraatçiler Derneği de önce yayını inceleyecek.
Haberler.com


Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: -meczub- - 16 Ekim 2012, 23:39:54
kemal özer: deccal tabakda ..adlı kitabı okunmalı..bu kitabda gdo nun arkasındaki şirketlerin isimleri de var monsanto gibi..
Başlık: Ynt: Genetiği değiştirilmiş gıdalar tüketiyoruz
Gönderen: mazhar - 17 Ekim 2012, 01:09:25
Bu Kitap sizde varsa, bahsettiğiniz isimleri sitemizde paylaşabilir misiniz..?
Başlık: Antibiyotikli et yiyoruz
Gönderen: mazhar - 09 Aralık 2013, 23:27:03
Doç. Dr. Oğuz Özyaral, "Hayvanların daha dirençli ve güçlü görünmeleri için verilen antibiyotikler sağlığımızı tehdit ediyor" dedi.

Doç. Dr. Oğuz Özyaral, “Hayvanların daha dirençli ve güçlü görünmeleri için verilen antibiyotikler sağlığımızı tehdit ediyor” dedi.
 
 Bilinçli olarak verilen veya doğadan besinlerine karışan antibiyotiklerle beslenen hayvanların etlerinin ne kadar sağlıklı olduğu ve bu etlerin nasıl ayırt edileceği hakkında bilgi veren Yeni Yüzyıl Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Müdürü Doç. Dr. Oğuz Özyaral, “Antibiyotik atıkları, artıkları insanın doğaya attığı kimyasallar çimenlere, otlara geçiyor. Yediğimiz besinlere, ağaçlara gidiyor, hayvanlar da bunları tüketiyor ” diyerek uyarılarda bulundu.
 
 Doğal beslenmenin günümüzde artık mümkün olmadığını tüketilen etlere dikkat edilmesi gerektiğini belirten Doç. Dr. Oğuz Özyaral ,” Daha sağlıklı ve güçlü olsun, etleri yumuşak olsun diye tavuğa, koyuna, ineğe antibiyotik veriyoruz. Bu korkunç bir şey bu antibiyotikle bir tedavi amacı güdülmüyor. Hayvanın daha dirençli daha güçlü olması hedefleniyor. Bunun sonucu olarak doğal beslenmenin kalmadığını söyleyebiliriz” dedi.
 
 YEMLERE ANTİBİYOTİK KARIŞTIRILIYOR
 
 Besi hayvanlarına iki şekilde antibiyotik bulaştığını ve bu durum engellenmeye çalışılsa dahi antibiyotikli et tüketildiği gerçeğini hatırlatan Doç. Dr. Özyaral, “Besi hayvanlarına iki tip antibiyotik bulaşıyor. Bunların bir tanesi bilerek isteyerek veriyorlar yani yemine antibiyotik karıştırıyorlar. Daha güçlü olsunlar, gelişsinler ve kasları son derece güçlü olsun diye, tavuğa da veriliyor. Maalesef böyle bir yaklaşım oldu ve bunun engellenmesi için dünyada çok ciddi çalışmalar yapılıyor. Biz bilmeden tavuk, et alıyoruz. Bunları çocuklarımıza yediriyoruz. Ve antibiyotikli bir eti yemiş oluyoruz” diye konuştu.
 
 Antibiyotikli et tüketmenin bir sonucu olarak vücudun ilaçlara karşı bağışıklık kazandığını ve hastalık durumunda tedavilerin daha güç olduğu üzerinde duran Doç. Dr. Özyaral, “Antibiyotikli eti yediğimiz için vücudumuzdaki mikroorganizmalar akıllanıyor çünkü antibiyotik görüyor. Ve organizmada antibiyotiklere karşı bir hassasiyet beliriyor. Sonuçta reel olarak hastalandığımız da o antibiyotik vücuda etki etmeyecek. Etlerin antibiyotikli olmasına sebep olan iki faktörden biri bilerek isteyerek, hayvanın yemine antibiyotik kullanılması ikincisi ise hayvanın bilmeden doğadaki suyu içmesi, doğaya karışan kanalizasyondan geçen kimyasallar ve antibiyotikleri yiyor olmasıdır.
 
 Maalesef bütün doğallık küçülen dünyadaki çevre dengesi bozulduğu için bozuluyor” dedi.
 
 Hayvanların iri ve kilolu olması ve besin değeri arttırmasına yönelik yapılan bu yanlışın önlenmesi için Dünya Sağlık Örgütü ve FDA (Food And Administration) çalışmalar yürüttüğü bilgisini veren Doç. Dr. Özyaral, son olarak yediğimiz etlerde antibiyotik olup olmadığını nasıl anlayacağımız konusunda şunları söyledi: “Etlerde antibiyotik olup olmadığını tabi ki anlayabiliriz. Ülkemizde bu işi yapan hem devlet eliyle hem de özel sertifa almış olan bütün enstitüler laboratuarlar ve üniversiteler bu deneyleri çok rahatlıkla yapıp bilgi verebilir. Bir hayvan etinde antibiyotik olması kabul edilemez. Sucukta ve salamda yani entegre ürünlerde göremeyiz
http://www.timeturk.com/tr/2013/12/03/antibiyotikli-et-yiyoruz.html (http://www.timeturk.com/tr/2013/12/03/antibiyotikli-et-yiyoruz.html)