Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Son İletiler

#1
İSLAM-GENEL / Ynt: Akıldan geçen kötü düşünc...
Son İleti Gönderen Kendinibulanadam - 20 Ocak 2025, 15:59:45
Şeytanın hakimiyetinden kurtulmak isteyenler, haramları tövbe edip terk eden insanlar olur. En azından üç ay haram işlemeyen ve şeytandan Allah'a sığınanlar şeytanın hakimiyeti altında bulunmaktan beri olurlar. Sabah akşam tövbe duaları okunup ve bunun yanı sıra şeytandan Allah'a sığınılmalıdır. Haramlar terk edilmelidir. Yemenden gelen akik taşı kolye şeytanın egomanyasından kurtulmaya yardımcı olabilir.Nefesten gelenin tersi düşünce olarak benimsenmelidir. Mesala birine robot demek içinizden gelirse,siz, "robot gibi ama insan" demeniz hatanızı düzeltmek olur bir örnek olarak. Buda vesvese ve kötülük telkinlerinden kurtulmaya çare olabilir. Iradeyi cuzziye kullanmakta bu örnekteki gibi önemlidir.

Kuran-ı Kerim 16:98Nahl
-----------
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Fe izâ kare'tel kur'âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm(racîmi).
Kur´an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah´a sığın!

Kuran-ı Kerim 16:99Nahl
-----------
إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَىٰ رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur.

Kuran-ı Kerim 16:100Nahl
-----------
إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُمْ بِهِ مُشْرِكُونَ
İnnemâ sultânuhu alellezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî muşrikûn(muşrikûne).
Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah´a ortak koşanlaradır.
#2
KISSADAN HİSSELER / Hayvanların dilini anlamak ist...
Son İleti Gönderen Kendinibulanadam - 17 Ocak 2025, 15:47:22
Hz. Musa ve hayvanların dilini anlamak isteyen adamın hikayesi.

Bu videoda verilmek istenen mesaj, herşeyi bilmek ve bundan kar sağlamanın doğru olmadığı ve başa gelen bir musibet ,zarar,sıkıntı,dert,hastalık gibi şeylerin, gelecekteki karşılaşacağımız, belirli daha büyük musibetlerin,sıkıntı,dert,hastalık gibi şeyleri önleneceğini anlamamız. Yani başa gelen bir sıkıntı mesala ondan daha büyük sıkıntıyı önleyebilir gelecekte. Şu misali verebiliriz bunun için, apartmanların üstünde demir direk koyarak, yıldırımların direğe çekilerek, ınsanların üstüne yıldırım düşmesinden korunulur. Bu misaldeki gibi bir dert,sıkıntı,bir hastalık kimi zaman daha büyük musibetlerin meydana gelmesini önleyebilir. Demir direkler nasilki yıldırımı üzerine çekerek, ınsanların başına yıldırım düşmesini önlüyor ise,bazı bize gelen sıkıntılarda daha büyük sıkıntıları,belaları, musibetleri önleyebilir.

Video link:
https://youtube.com/shorts/eifvz-3WPII?si=DvXUqcgRABtoyPPk
#3
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müz...
Son İleti Gönderen Togika - 16 Ocak 2025, 21:31:20
Bu dünyanın mağrurluğunu terk etmek gerektir. Baki olan lezzetlere heveslenmek lâzımdır. O narani makamlara erişmeye say'ü gayret gerektir. O baki olan padişahlığın zevali yoktur.
Ebu Derdâ (ra) buyurur ki:
- Cennet içinde salihlerin içeceği şaraba bir kişi parmağını batırsa o parmağını da dünyaya çıkarsa o parmağın kokusu dünyada ne kadar canlı varsa hepsine erişir. Bütün canlılar seğirdeşip bu kokuya nail olmak isterler. O kokuyu bulalım diye birbirlerini çiğner ezerler veya delirirler.
Azizim! Öyle Hak aşıkları vardır ki bu kokuyu dünyada iken koklamışlar ve dünyada iken onun kokusuyla sarhoş olmuşlardır. Gözlerinde o meleğin, ezeli ve ebedi olanın dostluğu ve muhabbeti vardır. O sebepten dolayı iki cihanı arkalarına almışlar, dünyaya arka çevirmişlerdir.
Mevlânâ Celâleddin (ks) buyurur ki:
<< Camı, yarın yüzü, kadehi içenin gözü bir şarabı iç. Baki yüzden << Sekahüm Rabbbühüm>> sakisi elinden şarab iç. Varlık pasından pak, sarhoşluk zamanında pâk eden şarabı iç. Güze! şarab, güzel, lezzet, güzel zevk, güzel devlet, güzel hayret güzei şevk.>>
- Ey mû'min! Bir dakika kulağını benden yana tut, beni dinle. Cennete vardığın zaman sana verilecek zevklerden birazını sana anlatayım. Oraya vardığın zaman göreceklerini sana vasfetmek suretiyle şimdiden seni oraya varmış gibi bir duruma getireyim.
#4
İSLAM-GENEL / Ynt: Akıldan geçen kötü düşünc...
Son İleti Gönderen Kendinibulanadam - 12 Ocak 2025, 15:01:10
KUR'AN'DA GEÇEN ŞİFA AYETLERİ

Her namaz vaktinden sonra namazı kılıp namazdan sonra, kur'andaki şifa ayetleri okunur yada dinlenirse, vesveseler,kötülük telkinleri, epileptik nöbetler(cinnet nöbetleri) iyi olabilir. Daha farklı hastalıklarda bu ayetleri dinleyerek iyi olması mümkün olabilir. Çesitli hastalıklar bu ayetlerle iyi olabilme  ihtimali olabilir.

Kur'ân-ı Kerim'de bulunan şifâ âyetleri; sağlık için duâ, şifâ için duâ, hasta duâsı, hastalara şifâ duâsı arayanlar için en etkili şifâ duâlarıdır.

Tevbe Sûresi, 14. Ayet


Okunuşu: "...Ve yeşfi sudûra kavmin mu'minîn. (mu'minîne)."
Anlamı: "Allah, mümin bir topluluğun kalplerine şifa versin/gönüllerini ferahlatsın!" (et-Tevbe, 14)

Yunus Sûresi, 57. Ayet


Okunuşu: "...Ve şifâun limâ fîs sudûri. (sudûrin)"
Anlamı: "...Gönüllerdeki dertlere şifâdır..." (Yûnus, 57)

Nahl Sûresi, 69. Ayet


Okunuşu: "...Yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn. (yetefekkerûne)..."
Anlamı: "...Onların (arıların) karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır..." (en-Nahl, 69)

İsrâ Sûresi, 82. Ayet


Okunuşu: "Ve nunezzilu minel kur'âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu'minîne (mu'minîn)...."
Anlamı: "Biz, Kur'ân'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü'minler için şifâ ve rahmettir..." (el-İsrâ, 82)

Şuarâ Sûresi, 80. Ayet


Okunuşu: "Ve izâ maridtu fe huve yeşfîni."
Anlamı: "Hastalandığım zaman bana şifâ veren O'dur." (eş-Şuarâ, 80)

Fussilet Sûresi, 44. Ayet


Okunuşu: "Kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun (şifâ')..."
Anlamı: "...De ki: O, (Kur'ân) inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifâdır..." (Fussılet, 44)

Şifa ayetleri link1:
https://youtu.be/DvlO8T6wGS4?si=cvawOFHbDNcD3HEd

Şifa ayetleri link 2:

https://youtu.be/0Zn5wqqkJgU?si=DV-OUR03RVGroLMy
#5
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müz...
Son İleti Gönderen Togika - 10 Ocak 2025, 04:55:11
Şimdi aziz kardeş, yukarıda söylenen ölüm korkularını, Münker ve Nekir sûal ve cevap ile kıyamet korkularına uğracağını düşün de nefsin insafa gelip dünyadan iğrenesin. Nefsin emmâreliğini nefsin terk etsin. Terk etmelisin ki sana Allahın (cc) nefs-i levvâme, nefs-i mulhime, nefs-i mutmainne sahiplerine edeceği lûtuf, kerem ve ihsanlarından bahsedeyim:
Hak Teâlâ (cc)'ya muti olup, Peygamberine (as) uyup evliyasını sevenler, âsileri düşman tutup nefsine uymayıp şeytana muhalefet edenler, onun kereminden cennetlere ve cennetler içinde huriler, gılmanlar ve rıdvanlara ve türlü türlü rahatlık ve hoşluklara, izzet ve hürmetlere, buraklara ve saraylara nail olurlar. Bunu düşünmek lâzım. Eğer kişi << Kahr >> sıfatından korkup düşünmezse sonu felâket olur. Allah'ın lûtfunu umarak doğru yola dönmelidir. Allah-u Teâlâ (cc)'nın kahrından lûtfuna uzanıp düşünmezsen nefsinde inkâr var demektir. Meşâyihin eşiğine düş, imanını taklitten tahkika çevir, yükselt. Aksi halde dünyadan imansız gidersin. Her kim Allah-u Teâlâ (cc)'dan korkmaz Resulünden utanmazsa, azabdan korkmaz, cenneti arzulamazsa o nefs gayet bedbahttır. Böyle kimselerin faidesi yoktur. Her yerde isyan eder ve her hâlû kârda isyan halindedir. Her konuştuğunda hataya düşer, şuna buna lanet eder. Böyleleri hayır ile âhirete gözçmez.
Maksadımız nefs-i emmâreyi, nefs-i levvâmeye, nefs-i levvâmeyi nefs-i mûlhimeye, nefs-i mûlhimeyi de nefs-i mutmainneye yükseltip tekamül ettirmektir.
#6
İSLAMİ SORULARINIZ VE CEVAPLARI / Mahkeme-i kübra nedir?
Son İleti Gönderen Kendinibulanadam - 06 Ocak 2025, 22:08:23
Mahkeme-i Kübrâ: Büyük mahkeme, ahirette herkesin Allah'ın (cc) huzurunda hesap vereceği zaman ve mekân.

Allahü teâlânın bilmediği hiçbir şey yoktur. Açık ve gizli O'nun yanında birdir. O; "Ol!" dedi, yokluktan varlık meydana geldi. O, henüz olmamış olanları, açığa vurulmamış sırları bilir. Yeri ve gökleri kudretiyle (gücüyle, kuvvetiyle) tutan, kıyâmet günü Mahşerde kurulacak mahkeme-i kübrânın hâkimi (hükmedeni) O'dur. (Sa'dî Şîrâzî)

"Gün gelecek, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek, aleyhlerinde şahitlik edecektir." (Nur, 24/24)
"O gün mühür vuracağız ağızlarına, elleri bize söyler, ayakları şahitlik eder, kendi yaptıklarına." (Yasin, 36/65)
#7
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müz...
Son İleti Gönderen Togika - 02 Ocak 2025, 03:50:57
Bir rivayete göre Allah-u Teâlâ (cc) ay'a, güneşe ve yıldızlara yetmiş bin sene ömür vermiştir. Yetmiş bin sene dolunca bunların da ecelleri gelir, ömürleri dolar ve yok olurlar, yere dökülürler. Gök dökülür, yerler pamuk gibi dağılır ve atılır. Yerin,, göğün ve yıldızların yaratılmasından itibaren altmış iki bin dokuz yüz altmış yıl sonra Âdem Peygamber yaratıldı. İnsanlar da yeryüzünde yedi bin yıl yaşasalar  gerektir. Baki kalan kırk yılda da sessiz sadâsız yatsalar gerektir. Bu suretle yetmiş bin yıl tamam olur. Sonra Allah-u Teâlâ (cc) beyaz, gümüşten bir yer daha yaratır. Nitekim Hak Celle ve Alâ (cc) Kuran-ı Kerim'inde buyurur ki: << O gün ki Arz başka Arza, gökler de başka göklere çevrilecek, insanlar kabirlerinden her şey'e hâkim bulunan Allah'ın huzuruna çıkacaklar.>> ( İbrahim sûresi, 48)
Meşâyih bu kavli tercih ettiler. Lâkin imam-ı Fahri Râzi (r.a) der ki:
- Efendimizin (sav) mi'rac yolculuğu esnasında meleklerden bir asker gurubuna yolda rastladı. Bundan sonra durmadan melekler saf saf gelir geçerler. Efendimiz (sav) Cebrail'e (as) sordu ki: << Yâ karındaşım Cebrail (as)! Bunlar nereden gelip nereye giderler?>> Cebrail (as) buyurdular ki: << Yâ Resûlullah (sav) Ben yaratılandan beri bunları böyle gördüm. Lâkin bir gördüğümü bir daha görmedim. Bunların ne evvelini, ne de sonunu bilirim.>>
Efendimiz (sav) onlardan birine dedi ki:
- Sen yaratılalı ne kadar zaman oldu?
O melek dedi ki:
- Ömrümün evvelini ve âhirini bilmem. Ancak şu kadarını bilirim ki Hak Teâlâ (cc) gökte bin yılda bir doğan bir yıldız yaratmıştır. Ben yaratılalıdan beri Hak Teâlâ (cc) onun gibi dört yüz bin yıldız yarattı.
Bu kavil imam-ı Fahri Râzi'nindir. Doğrusunu Allah-u Teâlâ (cc) bilir, amma zamanın sonunda insanlar yedi bin yıl dünyada yaşasalar gerektir. Ondan sonra da kıyamet kopar.
#8
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müz...
Son İleti Gönderen Togika - 31 Aralık 2024, 01:11:17
Derhal zebaniler müşrikleri toplarlar. Şirki ehliyle beraber cehenneme götürüp doldururlar. Kâfirler ve şeytanları zincirlerler. Kâfirlerin yüzleri kara ve gözleri kör bir vaziyettedir. O zaman yer ile göğün arası hınca hınç altın ve gümüşle dolu olsa kimse dönüp bakmaz. Bütün altınlar kâfire verilse o kâfir bir lâhza azabtan kurtulmak için onların hepsini vermeye çoktan razıdır.
Suâl sorulacak olursa:
- Cehennem bu sıcaklığı ve azameti ile şimdi nerededir? Onun sıcaklığı şimdi neden bize kadar gelmez?
Cevab olarak derim ki:
- Cehennem şimdi yedi kat yerin dibinde ve ondan sonra bir yer daha var. Cehennem ondan sonradır.
Azizim! Yer ve semâ yedişer kattır. Bunun isbatı ve delili şu âyettir:
<< Allah (cc) o Allah (cc)'dır ki, yedi kat gök yarattı, yerden de onun kadar yarattı.>>( et- Talâk sûresi, 12)
Bu yedi kat yerin her birinde bir mahlûk vardır. Bu yedi kat yerin dibinde bir demir tabakası vardır. O tabaka cehennem ateşinin hararetinin şiddetinden eriyip beyaz su olmuştur. O demirden denizin derinliğini Allah-u Teâlâ (cc) bilir. O denizin altı da, cehennemdir. Cehennemle bizim yaşadığımız arz üzerine öyle bir perde konulmuştur ki bu sayede cehennem ateşi bu dünyada Allah-u Teâlâ (cc)'nın emri ve hikmetiyle bizlere bir zarar vermez. Eğer burada bizleri te'siri altına alacak olsa hepimizi eritip telef eder. Böyle olan cehennemin içine bırakılan kimsenin hali ne olur? Orasını sen düşün ve takdir et. Hak Teâlâ (cc) ne yarattı ve takdir ettiyse, onun ecelini de yarattı ve takdir etti. Ayı ve güneşi ve yıldızları da yarattı. Bütün mahlukatı da yarattı. Ömürlerini ve ecellerini de takdir etti. Her birinin ömrünün müddeti sona erince eceli de gelir onu bulur, ölür. Ancak ölmez, yatmaz, uyumaz, şeriki, naziri olmayan ezeli ve ebedi olan Allah-u Teâlâ (cc)'dır. Ondan sonrasının hep zevali vardır. Nitekim Hak Teâlâ (cc) buyurur ki:
<< Her şey helak olur. Ancak Cenab-ı Hakkın (cc) zat-ı uluhiyyeti.>> (el Kasas sûresi, 88)
Hem de ölüm tadını tadarlar. Nitekim ayette buyurulmuştur.<< Her nefs ölümü tadacaktır.>>( Â'li İmran sûresi, 85)
#9
İSLAM-GENEL / Ynt: Nefslerin Temizliği ( Müz...
Son İleti Gönderen Kendinibulanadam - 27 Aralık 2024, 15:58:55
Nefse hakim olmaya bazen ara vermek gerekebilir mi? Nefse hakim olmak yani iradeyi cuzziyeyi kullanmak her zaman çok önemli bir yer tutmuştur hayatta. Bu büyük günahlardan sakınmak konusunda çok önemli bir yere şahiptir. Hepimiz büyük günahlardan sakınmalıyızdır. Fakat nefse hakim olmaya da bazen ara vermemiz, bazı hayırlar içerebilir. Mesala baklava,bülbül yuvası, irmik tatlısı gibi tatlılar vardır. Bunları nefse hakim olmayıp, sürekli yemek doğru değildir. Sürekli yenirse şeker gibi,çikolata gibi,tatlı gibi yiyecekler zarar görülebilir. Fakat bunların hiç tüketilmemesi de hakkımızda hayırlı olmayabilir. Yani nefse hakim olmaya bazen ara vermekte gerekebilir. Mesala bir örnek vermek gerekirse, oruç ibadetide faydalıdır fakat her gün oruç tutmak dersek buda doğru olmayabilir. Bazı şeyleri bazen yapıp, bazen yapmaya ara vermekte de bir hayır olduğu görülür. Bazı şeyleride hiç yapmamak doğru olmadığı görülür. Bazı şeyleri bazen yapıp, bazen ara vermek, bazı şeyleride bazen yapmayıp, bazen yapmamaya ara vermek gerekebilir. Bazı şeyler hakkımızda böyle hayırlı olur, hatırlatmak isteriz bu durumu. Sağlıkla kalmak ve hayırlara vesile olmak ve hayrı yaymak dileğiyle.
#10
İSLAM-GENEL / Ynt: Müslümanca Yasama Sanati ...
Son İleti Gönderen ihvan23 - 27 Aralık 2024, 11:15:31

Resûlullah (s.a.v.)'in ehl-i beytini tanimakta ve sevmekte ölçü
Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beyt'ine muhabbetin lüzum ve faydala-rini izaha baslamadan önce, bu serefe erismis bulunan bahtiyarlarin kimler oldugunu açiklamaya çalisalim. Bu hususta birbirinden farkli görüsler vardir. Söyle ki:

a) Ehl-i Beyt, Peygamber (s.a.v.)'in zevceleridir:

Bu görüsün sahipleri "... Ey ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister" (1) âyetinden önceki ve bir sonraki âyet-i kerimelerde Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerine hitap edil-mesini dikkate alarak, "Ehli Beyt'ten maksat, ancak zevcât-i tâhirât'tir" demislerdir. Ashabtan Abdullah bin Abbas (r.anhüma) ile, tabiînden Ikrime'nin görüsü budur (2).

b) Ehl-i Beyt'ten murad âl-i abâdir:

Âl-i Abâ; Peygamberimiz Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatima, Hz. Hasan ve Hz, Hüseyin'dir. Ashab-i kiramdan Ebû Said (r.a.) ile tabiînden Mücahid ve Katade gibi ilim erbabinin görüsleri, Ehl-i Beyt ile sadece Âl-i abâ'nin kast olundugudur.

c) Ehl-i Beyt'ten maksat Hâsim ogullaridir:
Ehl-i Beyt denilince bütün soy kast olunur. Bu görüsün sahiplerine göre, kendilerine sadaka almak haram olan Hz.Ali ve onun soyundan gelenler, kardesleri Akîl ve Cafer ile onlarin sulbünden gelenler, Hz. Abbas ve onun soyundan gelen kimselerdir. Ashabtan Zeyd bin Erkam ile Safiî âlimlerinden Ibni Hacer Heysemî'nin görüsleri bu istikamette-dir(3).

d) Ehl-i Beyt, diger görüsleri de içine alan daha genis bir topluluktur:
Âyet-i celilede zikredilen, tefsir ve tevile muhtaç bulunan "Ehl-i Beyt'e, asil olarak, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa, Hz. Ali, Hz. Fâtima ve ogullari Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin dahildirler. Fer'an zevcât-i tâhirât ile Peygamber (s.a.v.)'in diger kizlari ve onlardan mey-dana gelen torunlaridir. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebinin görüsü bu istikamettedir. Imam Süyûtî, Mukatil ve Makrizî'nin görüsleri de böyledir.

Önceki görüsleri birer birer ele alip, hakli olan yönlerini dile getir-dikten sonra, tavziha muhtaç noktalari açiklamak isteriz. (a) Paragra-finda zikredilen zâtlarin görüslerinin dogru oldugu asikârdir. Zira âyet-i kerimenin bir evvelinde ve bir sonrasinda gelen diger âyet-i celileler-den anlasilan mânâ da bunu teyid eder mahiyettedir. Meseleyi daha etraflica tetkik etmeye zemin hazirlamak için bahsi geçen üç âyeti itti-lainiza sunmak isteriz:

"Ey Peygamber kadinlari! Siz (diger) kadinlardan (herhangi) biri gibi degilsiniz. Eger (Allah'tan) korkuyorsaniz (size yabanci olan erkeklere) yumusak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tamâa düser(ler). Sözü maruf vech ile (ve agir basli) söyleyin. (Vakar ile) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri ka-dinlarinin kirila döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüsü gibi yürümeyin. Namazi dosdogru kilin. Zekâti verin. Allah ve Resûlü'ne itaat edin. Ehl-i Beyt! Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister. Allah'in, evlerinizde okunup duran, âyetlerini ve hikmeti hatirlayin. Süphesiz ki Allah, her seyin iç yü-zünü bilendir, (Herseyden) hakkiyla haberdardir" (4).

Âyet-i kerimede Peygamber (s.a.v.)'in kadinlarina hitap olundugu için, Ehl-i beyt tâbirinden akla ilk gelen onlar olacaktir. Fakat mesele üç bû'dlu olarak ele alindiginda, usûl ilmi ve mantikî ölçüler müvace-hesinde tetkik ve tahlil edildiginde, sadece zevcât-i tâhirâtin kast olun-madigi açiga çikmaktadir. Eger maksûd yalnizca Peygamber (s.a.v.)'in kadinlari olsaydi müennes zamiri olan "künne" ile hitap vaki olacak; onlardan bahs olunurken de "hünne" zamiri istimâl edilmesi gerekecek idi. Zira müennes zamiri sadece kadinlar için kullanilir.

Halbuki âyet-i celilede Ehl-i Beyt tâbirinde "küm" zamirinin kullanil-digi görülmektedir. Bu takdirde, taglip tarikiyle hem erkege hem de kadina samil olmaktadir. Binaenaleyh, Peygamberimizin zevceleri ile be-raber çocuklarina, erkek ve kadin diger torunlarina ve akrabasina sâmildir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhümâ), Resûl-i Ekrem'in to-runlarindan oldugu gibi, Hz. Ali de Peygamber (s.a.v.)'in evinde yetis-mis ve Hz. Fatima (r.anha) ile evliligi dolayisiyla münasebet-i hâssayi haiz olmustur.
Hz. Aise'den rivayet olunan bir hadis-i serif bu iddiamizi teyid et-mektedir. Peygamber (s.a.v.) bir sabah üzerinde siyah kildan dokun-mus nakisli bir aba oldugu halde çikmisti. Bu sirada Hasan (r.a.) geldi. Onu (bu abanin) içine aldi. sonra Hüseyin (r.a.) geldi. Onu da aldi. Da-ha sonra Hz. Fatima geldi onu da aba içine aldi. En sonunda Ali geldi onu da (yanlarina) aldi. Sonra "Ey ehl-i Beyt! Allah sizden ancak ki-ri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister" (5) mealindeki âyeti tila-vet etti.

Ümmü Seleme (r.a.) naklediyor: Resulullah (s.a.v.) benim odama gelmis ve (bana hitaben): "Hiçbir kimseye benim (yanima girmesi) için izin verme" buyurmustu. Derken Fatima geldi. Onu babasin(in yanina almak)tan engellemeye gücüm yetmedi. Sonra Hasan geldi. Onu da dedesinin ve annesinin huzuruna girmesini engellemeye (vic-danim razi olmadi ve) gücüm yetmedi. Daha sonra Hüseyin geldi. Onu da dedesinin ve annesinin yanina almamaya gücüm yetmedi. En so-nunda Ali geldi onu da engellemeye muktedir olamadim. Bu suretle hepsi bir arada toplanmis oldular. Resulullah (s.a.v.), üzerinde bulu-nan çul(dan aba) ile onlari sardi ve "Bunlar benim ehl-i beytimdir. Onlardan (manevî) kiri gideriver ve kendilerini tertemiz kiliver" de-di. Onlar bu minval üzere bulunurken bu âyet indi. Ümmü Seleme (r.anha), "Ben, Ey Allah'in Resûlü! Ya ben? Allah'a andolsun ki ben bu nimetten faydalanamiyorum" dedim. Resûl-i Ekrem (s.a.v.): "Sen hayra müteveccihsin" buyurdu (6).


Ehl-i abâ'nin Ehl-i Beyt'ten olmasi, diger kizlarinin ve onlardan olan to-runlarinin da Ehl-i Beyt'ten olmasina mani degildir. bilakis mantikî silsi-le ve ilmî kaziyye bunu gerektirmektedir (7).

Evet, bu hadis-i serif Âl-i abâ'nin Ehl-i Beyt'ten oldugunu sarahat-le ortaya koymaktadir. Fakat onlardan baskasinin Ehl-i Beyt'ten olma-digina delâlet etmemektedir. Sia'nin bu husustaki iddiasi bâtildir (8).

Zikri geçen Âl-i abâ'ya gelince, hiç süphesiz onlar asil olarak bu silke dahil bulunmaktadir ve Ehl-i Beyt'in birinci kademesini teskil et-mektedir. "Âl-i abâ" tâbiri ile "Ehl-i Beyt" ünvani arasinda mantik ilmine göre "umum husus mutlak" kaidesi caridir. Yani ehl-i abâ'dan olan her fert "Ehl-i Beyt'tir. Ehl-i Beyt'ten bulunan her sahis "Ehl-i abâ"dan de-gildir. Bu tâbirlerin ayn zaviyelerden ele alinip tetkik ve tesbiti gerek-mektedir. Aralarinda farklilik vardir ve fakat ziddiyet yoktur. Ehl-i Beyti âl-i abâ ile sinirlamak, âyet-i kerimenin alt ve üstündeki âyet-i celileleri dikkate almamak ve ilmî bir hakikati görmezlikten gelmek olur (9).

Binaenaleyh Âl-i abâ, zevcât-i tâhirat, Resûl-i Ekrem'in diger kizla-ri ve onlardan olan torunlari, Hz. Ali (r.a.)'in soyundan gelen sâdât-i kirâm, kendilerine sadaka almak haram kilinan Hz. Abbas ile onun evlâdi, Hz. Ali'nin kardesi Akîl ile Cafer ve onlarin evladi "Ehl-i Beyt" ünvanini haiz bulunmaktadirlar. Efdaliyet yönündeki farklilik, tâli dere-cede kalan bir husustur. Onlarin Ehl-i Beyt'ten oldugu kesin delillere dayali bir gerçektir.

Ehl-i Beyt'e candan bir sevgi beslemeye gelince, Sûra Sûresi'nin "Ben bu (tebligime) karsi akrabalikta sevgiden baska hiçbir mükâfat istemiyorum..." meâlindeki 23. âyetinin muhtemil bulundu-gu üç mânâdan biri, Ehl-i Beyt'e meveddet ve candan sevgi istenil-mektedir (10). "el-Kurba"dan kasd olunan zümre, Ehl-i Beyt'tir. Bu laf-zi, Âl-i abâ ile tefsir edenler, bir hususu dikkatten uzak tutarak isabetsizlik yapmislardir. Söyle ki: Bu sûre Mekke'de nazil olmustur. Hz. Fâtima'nin Aliyyü'l-mürtezâ ile evliligi, hicretin ikinci senesinde ve Be-dir harbinden sonra olmustur. Bu tarihî gerçek ortada dururken "el-Kurbâ", "Âl-i abâ"dir demek, yanlista israr etmek olur (11).

Nakle ve akla uygun düsen mânâya gelince, "Ben, sizden dünyevî bir menfaat talep etmiyorum. Ancak Ehl-i Beytime sevgi göstermenizi arzu ediyorum. Tâ ki onlardan faydalanma ve irsad olunma yolu devamli (açik) olsun. Çünkü onlar, tevhid-i zâtî fitrati üzerine yaratilmis bulunmaktadirlar" (12).

Ehl-i Beyt'e sevgi beslememizi telkin eden hadis-i seriflerde söyle buyurulmaktadir: "Yildizlar, semâ halki için; Ehl-i Beyt'im de üm-metim için emân (ve güvence)dir" (13). "Ehl-i Beytimin meseli, sefine-i Nuh'un benzeridir. Kim ona (gemiye) bindi ise necat bul-du. Kim de muhalefet edip geri durdu ise bogul(up)helak ol)du"(14).

Imam Safiî su iki beyti ile hem ehl-i beyte muhabbetin lüzumunu hem de namazlarda onlara salât-ü selâm okumanin farz oldugu ictiha-dini ifade etmektedir:

Ya ehle beyti Resûlillâh! hubbükümû,
Farzun minallâhi fi'l-Kur'âni enzelehû,
Kefâküm min azîmi'l-kadri innekümû
Men lem yusalli aleyküm lâ salâte lehû (15).
Aktâb-i kiramdan Abdülkadir Geylanî (k.s.) da su iki beyti ile onlara olan saygi ve sevgisini dile getirmektedir: Lî hamsetün utfî bihâ, Harre'l-vebâi'l-hâtima. el-Mustafâ vel-Mürtezâ, Ve'b-nâhümâ ve'l-Fâtima, (16).

Onlarin ayaklarinin tozu, gözümüzün sürmesi mesabesindedir. Islâmî ölçülerin çerçevesi içinde Ehl-i Beyt'e candan sevgimiz ve hür-metimiz vardir. Inci, akik ve zeberced gibi huliyyat nev'inin mücevherât ile mukayesesinde görülen farklari gibi, Ehl-i Beyt'in diger müminler-den üstünlükleri bulunmaktadir. Bu, Allah'in onlara bir lütfudur. Allah, istedigini istedigine verir ve istedigi zaman almak kudretinin sahibidir.

Bu husustaki kirik dökük ifadelerimizi kisa bir nazimla noktalamak isterim:

Ey yüce Peygamberim,
Her hususta rehberim!
Sen elimden tutmazsan,
Yürüyemez düserim.

Düsman mühlik, yol muzlim;
Insan gafil ve mücrim,
Seytan kurmus tuzagi,
Destgirim ol, tut elim.

Âlemlere rahmetsin,
Sen menbe-i sefkatsin
Derâgûs et sen bizi,
Sen sefîu'l-ümmetsin.

Fâtima Betül kizin,
Sen günes, o yildizin;
Zevcelerin haremin,
Kiz kardesi baldizin.

Hasan ile Hüseyin,
Gözün nûru sibteyn'in,
Onlara sevgi duymak
Emridir bize dinin.

Pederleri Mürtezâ,
Nefs için etmez nizâ,
Islâm için ugrasti,
Takdire etti riza.

Islâm'i i'lâ eden,
Insani irsad eden,
Sehr-i ilmin kapisi,
Hem cehil imhâ eden.

Abbas Akîl ve Cafer;
Oldular halka rehber;
Fahr-i âlem silkine,
Hep dahildir bu erler.

Ehl-i Beyt ünvanlari,
Zirvede imanlari,
Emre âciz medihten,
Övüyor Hak onlari

________
(1)Sûre-i Ahzâb, 33.
(2) Tefsir-i Ibni Kesîr, c. 3, sh. 483.
(3) Savaik-i Muhrika, sh. 88; Tefsir-i Ibni Kesir, c. 3, sh. 486.
(4) Sûre-i Ahzab, 32-34.
(5) Müslim, c. 7, sh. 130.
(6) Teîsir-i Ibni Kesir, c. 3, sh. 484.
(7) Bakiniz: Hak Dini Kur'ân Dili, c. 5, sh. 3892.
(8) Tefsir-i Ebu's-Suud, c. 4, sh. 211.
(9) Bakiniz: Kur'ân-i Hakim ve Meâl-i Kerim, c. 2, sh. 714 (54) rakamli hâsiye.
(10) Hak Dini Kur'ân Dili, c. 5, sh. 4241.
(11) Tefsir-i Ibni Kesir, c. 4, sh. 112-113.
(12) Tefsir-i Nahcuvanî, c. 2, sh. 289.
(13) Feyzü'l-Kadir, c. 6, sh. 297.
(14) Feyzü'l-Kadir, c. 5, sh. 517.
(15) Mânâsi: "Ey Allah Resûlü'nün Ehl-i Beyti, sizi sevmek, ona indirilen Kur'ân'da (bizlere) farz kilinmistir. Sizin kadr-ü kiymetinizin büyüklügü bakimindan (su) size yeter: Zira size salat okumayan kimsenin namazi(nin) hükmü yoktur."
(16) Bu beyitler Abdülkadir Geylanî Hazretlerinindir. Mânâsi: "Benim için bes zât vardir. Ben, onlarla yakici atesi söndürürüm: (Muhammed) Mustafa, (Aliyyül) Murtazâ, iki ogullari (Hasan ve Hüseyin) ve Hz. Fâtima."