Abdülhamid Han-II

Başlatan müteallim, 18 Kasım 2006, 00:01:46

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

müteallim

Babası Abdülmecid Han
Annesi Tir-i Müjgan Sultan
Doğumu 21 Eylül 1842
Vefatı 10 Şubat 1918
Saltanatı 1876-1908


ABDÜLHAMİD HAN-II
 Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve islam halifelerinin doksan dokuzuncusu. Çok iyi bir tahsil görerek din ilimlerini ve fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi.amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahetlerinde yanında götürdü. Abdülaziz Han'ın tahttan indirip şehid ettiren, böylece Osmanlı devleti'nde idareyi ele geçiren batı kuklası bazı paşalar, beşinci Murad'ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han'ı sultan ilan ettiler.

  Tahttan çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalım eşindeydi. Karadağ ve Sırbistan'da Savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Grid'de ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876'da Birinci meşrutiyet ilan edildi. Ancak gayri müslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Meb'usanın ilk işi Rusya'ya harp ilanı oldu. 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için, tan bir felaket getirdi. Ruslar İstanbul önlerine kadar geldi. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan'dan İstanbul'a hicret etti. Mütareke isteyen Sultan abdülhamid, ilk iş olarak devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren meclis-i Meb'usanı kapattı (13 Şubat 1878) ve devlet idaresini eline aldı. Ayastenfanos antlaşması ile Osmanlı Devleti, Mekodonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum'u kaybediyordu. Ancak ingiltere ile anlaşan Abdülhamid Han, Kıbrıs idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin konferansı'nda kaybedilen toprakların bir kısmına sahib oldu.

  Abdülhamid Han büyük mes'eleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti'ni bundan sonra dahiyane bir siyaset, adalet ve fevkalede bir kudretle yönetti. Düyun-ı umumiye idaresini kurarak iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi. Memlekette büyük bir imar faaliyeti ile eğitim ve öğretim seferberliği başlattı. Çoğu şahsi parasından olmak üzere camii, mescid,mektep, medrese, hastane,çeşme,köprü vs. gibi toplam 1552 eser yaptırdı Ülkenin dört bir yanını demiryolu ile döşedi. Yunanlıların Grid'de isyan çıkarıp, Türkler arasında toplu katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan'a harp ilan etti. Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı.Yunanistan'ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bundan muvaffak oldular.

  Yahudilerin Filistin'de bir Cumhuriyet kurma teşebbüslerinin karşısına çıktı Onların Osmanlı borçlarını bütünüyle silelim tekliflerini reddetti. Bu Toprakların kanla alındığı, asla terkedilemeyeceğini sert bir dilde bildirdi. Filistin topraklarının yahudilere satılmaması için gerekli tedbirler aldı Doğu Anadolu'da Ermeni haraketlerine karşılık Hamidiye alaylarını kurdu ve bölgede asayişi te'min ile Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi.

  Sultan Abdülhamid Hanı tahtan indirmeden Osmanlı Devleti'ni parçalamanın ve islamı yok etmenin mümkün olmadığını gören bütün iç ve dış düşmanlar bu Türk hakanına karşı cephe aldılar. Bir taraftan Sultanı gözdendüşürmek üzere her türlü iftira ve kötüleme kampanyaları yaparlarken, diğer taraftan suikastlar tertib ettiler. Ermeni asıllı Fransız Yazar Albert Vandal'ın"Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan" şeklinde ortaya attığı iftiraları aynen alan bazıgafiller, ansiklopedilere bunları yazarak genç nesilleri aldattılar.

  Bu arada Padişah'ın devlet idaresinde nufuzunu kırmak isteyen batıllar. ittihad ve terakki mensuplarını kışkırtarak 23 temmuz 1908'de ikinci Meşruyeti ilan ettirdiler. Böylece otuz yıl durmuş olan facialar tekrar başladı. 31 Mart Vak'ası sebebiyle ittihad ve terakki ileri gelenleri tarafından tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik'e gönderildi (27 Nisan 1909). 10 Şubat 1918'de beylerbeyliği Sarayı'nda vefat eden Abdülhamid Han'ın naşı Çemberlitaş'ta dedesi Sultan Mahmud'un türbesindendir.

  İkinci Abdülhamid han'ın güzel ahlakı, dine olan bağlılığı, edep ve hayasının derecesi, akl, ilim ve adaletinin çokluğu, milleti için gece-gündüz çalışması, düşmanlarına bile iyilik yapması, ciltler dolusu eserlerle anlatımaktadır. Onun tahtan indirilmesinin üzerinden 10 yıl geçmeden imparatorluğun dörtte üçünün elden çıkması, memleketi 33 yıl nasıl idare ettiğine en açık delildir. Yine Abdülhamid han'ın tahttan indirilmesiyle beraber kan gölü haline çevrilen orta doğu'da hala huzur te'sis edilememiş olup, Arap alemi siyonizmin oyuncağı haline gelmiştir.

  Vaktiyle İttihat ve terakki fırkasının içinde Abdülhamid Han'a düşmanlık eden Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazıf pişmanlılarını aşagıdaki şiirleri ile dile getirmişlerdir.

"Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasi Padişahına".
(RIZA TEVFİK)

"Padişahım gelmemişken yada biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz".
(SÜLEYMAN NAZIF)  


  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Baıak

Bu Paylaşım için çok teşekkürler. Allah cc razı ve memnun olsun.

Mübareğe karşı çok büyük bir sempatim var. İnşeAllah onlara karşı layık torunlar oluruz.

lafon

#2
 Tahttan çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalım eşindeydi. Karadağ ve Sırbistan'da Savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Grid'de ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876'da Birinci meşrutiyet ilan edildi. Ancak gayri müslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Meb'usanın ilk işi Rusya'ya harp ilanı oldu. 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için, tan bir felaket getirdi. Ruslar İstanbul önlerine kadar geldi. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan'dan İstanbul'a hicret etti. Mütareke isteyen Sultan abdülhamid, ilk iş olarak devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren meclis-i Meb'usanı kapattı (13 Şubat 1878) ve devlet idaresini eline aldı. Ayastenfanos antlaşması ile Osmanlı Devleti, Mekodonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum'u kaybediyordu. Ancak ingiltere ile anlaşan Abdülhamid Han, Kıbrıs idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin konferansı'nda kaybedilen toprakların bir kısmına sahib oldu.


müteallim


ABDULHAMİD HAN’IN RUHANİYETİNDEN İSTİMDÂD


Nerdesin şevketlim Sultan Hamid Han?
Feryadım varır mı bârgâhına
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına

Tahrike yeltenen tac ve tahtını
Denedi bu millet kara bahtını
Sınadı sillenim nerm-ü sahtını
Rahmet et Sultanım sûz-i âhına

Tarihler ismini andığı anda
Sana hak verecek ey koca Sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına

Padişah hem zalim, hem deli dedik,
İhtilale kıyam etmedi dedik,
Şeytan ne dediyse biz beli dedik
Çalıştık fitnenin intihabına!..

Divane sen değil, meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz
Sade deli değil edepsizmişiz
Tükürdük atalar kıblegâhına

Sonra cinsi bozuk ahlakı fena!
Bir sürü türedi girdi meydana
Nerden çıktı bunca veled-i zina
Yuf olsun ecdadın ham evladına

Bunlar halkı didik didik ettiler
Katliama kadar sürüp gittiler
Saçak öpmeyenler secde ettiler
Bir âsi zâbitin pis külahına!

Bugün varsa yoksa Mustafa Kemal
Şöhretine herkes fuzuli dellal!
Âlem-i manadan bak da ibret al
Uğursuz tâli’in şu gümrahına

Haddi yok açlıkla derde girenin
Sehbâ-yı kazaya boyun eğenin
Lanetle anılan cebâbirenin
Rahmet okundu bu en küstahına!
Çok kişiye şimdi vatan mezardır!
Herkesin beladan nasibi vardır
Selametle eren pek bahtiyardır
Şu şeb-i yeldanın şen siyahına

Millet davası fıska büründü!
Ridâ-yı diyanet yerde süründü
Türkün ruhu zorla asi göründü
Hem peygamberine hem Allah’ına

Sen hafiyelerle dem sürdün ancak
Bunlar her tarafa kurdu salıncak
Eli yüzü kanlı bir sürü alçak
Kement attı dehrin mihr-ü mâhına

Bu itler –nedense- bana salmadı,
Pahalıydı başım kimse almadı
Seyrandan başka iş de kalmadı
Gurbet ellerinin bu seyyahına

Hoş oldu cilve mey-i Cumhuriyetin!
Tadı kalmamıştı meşrutiyetin,
Deccala dil çalan böyle milletin
Bundan başka çare yok ıslahına

Lakin sen sultanım, gavs-ı ekbersin!
Ahiretten bile himmet eylersin
Çok çekti şu millet, murada ersin
Şefaat kıl şahım meded hânına.


Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI

  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

müteallim

Kâtib seçilen Es’ad beğ “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Hâtırât-i Abdülhamîd hân-ı sânî) kitâbında diyor ki, bir gece yarısı şifre yazdım. İmzâ için, sultânın yatak odası kapısını çaldım. Açılmadı. Bir dahâ vurdum. Yine açılmadı. Üçüncüyü vuracağım anda, kapı açıldı. Karşıma çıkan sultân, havlu ile yüzünü siliyordu. (Evlâd! Seni bekletdim. Kusûruma bakma! Dahâ birinci çalışda kalkdım. Gece yarısı, mühim bir imzâ için geldiğini anladım. Abdestsiz idim. Bu milletin hiçbir kâğıdına abdestsiz imzâ etmedim. Abdest almak için gecikdim. Oku dinliyeyim) dedi. Okudum. Besmele çekerek imzâladı ve hayrlı olsun inşâAllah, dedi. İşte Osmânlı sultânları islâmiyyete böyle bağlı, böyle saygılı idi.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

müteallim

KUVVETLİ BİR HAFIZA
Abdülhamid Han'ın hafıza ve zekası çok kuvvetliydi. Bir kere
gördüğünü, ya da sesini işittiği kimseyi unutmazdı. Kuvvetli hafızası
insanları hayrette bırakacak derecedeydi.
Selanik'teki muhafız askerlerden biri Sultan'ın dikkatini çekmişti.
Bunu bir yerden tanıyor ama nereden...Evet, hatırlamıştı.
Gördüğü Hakkı efendiden başkası değildi. Yıllar ne çabuk geçmişti.
Dünkü çocuk bugün yüzbaşı rütbesine yükselmiş bir asker olmuştu.
Hemen Cevher ağayı yanına çağırarak;
-Ben bu çocuğu tanıyorum. Ben bir kere gördüğümü asla unutmam.
Eminim ki bu çocuk odur. İmparator bana ilk defa misafir geldiği
vakit talimhane Köşkü'nde genç askerlere meç talimi yaptırmış,
misafirlerime göstermiştim. Bu çocuk o zaman pek gençti.
Fevkalade kılıç kullanıyordu. İmparatorun da, benim de pek hoşuma
gitmişti. Bundan dolayı elimle göğsüne altın madalya takmıştım. İşte Hakkı Efendi bu çocuktur. Bir yolunu bulursan kendisinden
sor bakalım, ne diyecek.
Cevher Ağa, uygun bir yolunu bularak Yüzbaşı Hakkı efendiye
durumu anlatır. Hakkı efendi de hayretle,
Evet, ben'im. Fakat nasıl oluyor da beni hatırlıyor? O zaman
çok gençtim. Bugün ise kırk yaşındayım. Saçlarım ağarmış, aradan
yıllar geçmiş. Doğrusu hafıza kuvvetine hayran oldum.. Fakat rica
ederim, bundan kimseye bahsetmeyiniz.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Lika

#6
ZAMANINDA çok eleştirilen bir padişahtı Abdülhamid Han. Ama Osmanlı’nın son ve zor zamanlarında tahta oturan bu bilge padişahın feraseti sonradan dost ve düşmanın nazarında belirgin biçimde ortaya çıktı. Sanki bugünkü İsrail belasının geleceğini görmüş gibi Filistin topraklarını Yahudilere satmayışının, onun nasıl büyük düşündüğünün en güzel delillerinden biri.

Abdülhamid Han’ı tarihte kendisine ait köşesine yerleştirdik derken, bu defa hiç beklemediğimiz bir meselede yine önümüze çıktı bu bilge padişah. Gümüşsuyu’nda, Beyoğlu ile fiişli ilçe sınırlarının değiştirilmesi dahil olmak üzere binbir türlü entrikayla yapılan Gökkafes’i hepimiz biliyoruz. Resmi ve sivil kurumların hukuk mücadelesine rağmen yapılan bu çirkin yapıyla ilgili devam eden davada ilginç bir gelişme yaşandı geçen ay. Meğer 1908 yılında Abdülhamid Han, bu yapının üzerine yapıldığı arsa tapusunun üzerine “üzerinde yapılaşmaya gidilemez” şerhi koydurmuş. Lakin, İstanbul İkinci İdare Mahkemesi, Abdülhamid Han’ın bu şerhini görmeyerek İstanbul Mimarlar Odası’nın açtığı ruhsatı iptal davasını reddetmişti. Hukukçular, yeni farkedilen bu gelişmenin yargı sürecinin seyrini değiştirecek önemli bir adım olduğu yönünde fikir beyan ediyorlar. Besbelli ki Abdülhamid’in yeni bir feraset örneğiyle karşı karşıyayız. İleri görüşlülük buna denmez de neye denir?


Zafer Dergisi
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim