Ailede babanın önemi nedir?

Başlatan Lika, 29 Temmuz 2009, 20:54:38

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Lika

Avrupa ülkelerinde ve ABD’de aileye karşı gelişen cereyan büyük problem haline dönüşmüş durumda. Bir yandan çocuk denecek yaştaki kızlar evlilik dışı çocuk sahibi oluyor, diğer yanda evlilik yapanların sayısı oldukça azalmış durumda.

Son birkaç yılda dünyaya gelen Danimarka ve İsveç’li bebeklerin neredeyse yarısından çoğu evlilik cüzdanı olmayan çiftlerin eseri. Fransa ve İngiltere’de her üç çocuktan biri gayrimeşru. İnsanların çocuklarını evlatlık olarak vermek istememeleri de yalnız anne babaların sayısında artışa sebep olmakta.

Bu ülkelerde ailenin yapılanması değişmiş gibi. Çocuğuyla yaşayan anne veya baba, özellikle de babasız çocuklar çok artmış. Sadece anne ve çocuktan oluşan ikili, bu yüzden aile kabul edilmeye başlandı.

Ancak babasız yetişen bu yeni kuşağı pek çok problem de bekliyor: Uyuşturucu, alkol, işsizlik ve eğitim düşüklüğü bunların başında geliyor. Sadece çocuk mu? Yalnız anneler de çok dertliler, işsizlikten ve daha önemlisi stresten çekiyorlar.

Ortak söyledikleri: “Çocuklarımıza karşı kendimizi korkunç derecede suçlu ve sorumlu hissediyoruz. Ayrıca bizim tek ihtiyacımız para değil. Arkadaşa, aileye gerek duyuyoruz.”

Amerika’da çocukların yüzde 60’ı babası veya genellikle de annesiyle yalnız yaşıyor. Amerikalı anne-babalar, 20-30 yıl öncesine kıyasla çocuklarına yüzde 40 daha az zaman ayırdıkları tespit edilmiş; “hafta boyunca sadece 17 saat.” Ayrıca, çocukların dışarıda “gözetim altında olmaksızın” oynayabilme şansları yok artık. Suç oranlarının artması ve çalışmak zorunda olan annelerinin ilgisizliği yüzünden güvenli bir ortamda özgürce koşturamayan çocuklar, bunun bedelini büyüyünce topluma ödetiyorlar.

Babasız ailelerde büyüyen çocuklarla kurulacak bir toplumun sağlıklı olamayacağında ve bu durumun çocukları olumsuz etkilediğinde bütün uzmanlar görüş birliği içerisindeler.

Böyle büyüyen çocuk okulda başarısız, problemlere çabuk bulaşan, hissî olduğu kadar sağlık sorunları olan biri haline geliyor ve büyüdüğünde kendisi de evlenmemeyi veya çabuk boşanmayı tercih ediyor.

Babanın rolü

Çocuk için baba vazgeçilmez önemdedir. Baba, anneden açıkça farklı bir insandır ve bu farklılığın algılanması erkek ve kız çocuğun cinsel kimliklerini kazanmalarına katkıda bulunur.

Erkek çocuk babasını örnek alır ve taklit ederek kendi cinsiyetini öğrenir. Kız evlat ise babasının nelere sevindiğini gözleyerek kadın olmanın anlamı konusunda belli bir anlayış edinir.

Bütün çocuklar etkili bir babaya muhtaçtırlar. Babanın gücünü, varlığını ve desteğini hissetmek isterler. Çünkü çocuğun uyumlu psikolojik gelişmesinde güçlü ve sevgi dolu bir baba vazgeçilmezdir. Gerek babanın sahip çıkmadığı gerekse ayrılık veya boşanma ile babanın olmadığı ailelerde büyüyen çocukları birçok tehlike beklemektedir:

• Islah evlerindeki çocukların % 70’i babasızdır.

• Ailede baba olmadığında çocuk genellikle yoksulluk içinde büyümektedir. Ayrıca çocuk şehrin çeşitli tehlikelerine açıktır.

• Babalarıyla sevgi dolu ve güçlü ilişkiler yaşamayan çocuklar, eşleriyle sağlıklı ve tatmin edici bir iletişim kurmakta zorlanmaktadırlar.

• Çocuk ihmali oranı fazladır.

• Babası dışında hiçkimse bir çocuğa baba olmayı öğretmez. Bu, örnek alınarak öğrenilen bir yetenektir.

• Bir anne oğluna kibarlığı ve temizliği öğretebilir, fakat sadece bir adam erkekliği öğretebilir. Babalar çocuk büyütmek için gereklidirler: Eğlendirirler, gürültü yaparlar ve anneler dikkatli olmaları konusunda titizlendiklerinde babalar risk almaları için onları cesaretlendirirler.

Parkta anneler “Tırmanırken dikkatli ol!” diye uyarırken babalar, “Tepeye kadar çık!” diye bağırırlar. Babalar, çocukları sınırlarını zorlamaya iterler. Bir çocuğun, anne ve babasının birlikte sağladığı dengeye ihtiyacı vardır.

Baba ilgili olduğunda

Ailede etkili ve iyi bir baba olduğunda da çok şey değişir:

•Çocuğun özgüveni gelişir ve şahsi başarısı için potansiyeli yükselir.

•Sağlıklı baba-çocuk ilişkisi, bir nesilden bir sonraki nesile mutluluk ve süreklilikten dolayı da şeref verecektir. Çocuklara yapılan yatırım, nesillere yapılmış sayılır.

•Bir gün büyümesine ve en sonunda kendi yoluna gitmesine rağmen baba için de en değerli hediye çocuğudur. Çocuk, yıllar geçtikçe kendini sürekli dolduran bir hazinedir.

Evet, anne-baba ve çocuklardan oluşan aile çağımızın tehlikelerine ve problemlerine karşı zırh olmaya devam etmektedir. Sadece çocukların değil anne ile babanın da birbirine ihtiyacı vardır. Unutmayalım ki çocuk en sağlıklı ve mutlu bir şekilde ancak böyle ailelerde yetişir.

Sefa Saygılı
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

fasulye

#1
Bir baba:
Yuvasına kol kanat germiş bir kartal gibi olmalı.
Yuvasını her ne pahasına olursa olsun korumalı.
Yuvadan uçan  yuvadan yuvarlanıp düşen yavrularından da kanadının gölgesini hiç eksik etmemelidir.

tefhim

Geçenlerde bir arabanın arkasında okudum çok hoşuma gitti.
"Babamın gölgesi yeter."
Bedeel islemü gariben feseyeudü gariben fetuba lilgurabai.

Tuğra

Teşekkürler Lika,

----------------------------------------

Bir kadın filozofun, Simone de Beuvoir'in annelik içgüdüsünü ilk kez tartışmaya açmasının üstünden kırk yıla yakın zaman geçti. Bu kırk yıl içinde annelik içgüdüsü sözcüğü moda olmaktan çıktı. Ama ona şaşırtıcı biçimde benzeyen "anneliksevgisi" fikri hükmünü hâlâ sürdürüyor.

Anneliğin içgüdüsel bir şey olmadığı kabul ediliyor edilmesine ama, annenin çocuğu için duyduğu sevginin olağanüstü güçlülüğü; benzersizliği, ancak doğanın sırlarıyla açıklanabileceği inancı ve fikri yaygınlığını koruyor.

İçgüdü yerine sevgi konuyor ve içgüdünün tüm özellikleri sevgi kavramına yakıştırılıyor.

İster bir içgüdü olarak, isterse doğanın lütfettiği pek özel bir sevgi türü olarak annelik miti, bize her zaman tarihi tanık gösteriyor. İnsanlığın başından beri süregelen birdurumun sorgulanamazlığını iddia ediyor.

Oysa tarih, en azından Avrupa'nın iki yüzyıl süreyle "annelik sevgisi" diye birşey tanımadığını gösteriyor. 17. ve 18. yüzyıllarda bebeklerin çok büyük bir çoğunluğunun doğumdan hemen sonra ücretli sütannelere terkedildiğini; çoğu insanın gerçek annesini hiç tanımadan ölüp gittiğini gösteriyor.

Elisabeth Badinter'in "Annelik Sevgisi" adlı araştırmasından, bu iki yüzyıl boyunca Avrupa'da çocuk hayatının ne kadar değersiz, çocuk ölümlerinin ne kadar sıradan ve annelik sevgisi denen şeyin ne kadar bilinmez birşey olduğunu çarpıcı örnekleriyle öğreniyoruz.

18. yüzyılın sonlarında durum ansızın tersine dönüyor ve 17. yüzyılın duygusuz kadını anaç bir tavuğa dönüşüyor. Rousseau'nun toplumsal görüş ve projesinde temelini bulan yeni rol bölüşümünde annelik kutsal bir görev, kaçınılmaz olarak ızdırabı da içeren mutlu bir deneyimdir.

Bir kadının yapabileceği en iyi, en soylu ve aslında tek- şeydir... Çocuğu koruma ve kollama görevini artık resmen annenindir.

Ancak, 20. yüzyılın son çeyreğinde, neredeyse iki yüzyıl boyunca hükmünü sürdüren analık miti'nde ve bu mit üzerine inşa edilen kutsal annelik sevgisinde derin yaralar açıldığını görüyoruz. 1970'lerin öncü kadınları, önce annelik içgüdüsünü reddediyor, toplumdaki asli görevlerinin eş ve analık olarak tanımlanmasına karşı çıkıyor;

bununla da yetinmeyip, sadece anneye özgü özel bir sevgi türüne de itiraz ediyor ve şöyle diyorlar: Anneliksevgisi diye özelbir sevgi türü olduğu da, annelik içgüdüsü de bir efsaneden başka birşey değildir.

Annelik, çağlara ve törelere göre değişen özellikler gösterse de aslında toplumsal bir tavrın, öğrenilmiş bir mesleğin adıdır.

Çağdaş kadınlardan yüksele ve analık mitini sorgulayan bu ses, çağımızda, bilim dünyasında da yankılarını buluyor. Giderek artan sayıda bilim adamı, anneliğin içgüdüsel bir duygu olduğu tezinden, öğrenilen bir rol,bir davranış kalıbı olduğu tezine doğru kayış gösteriyorlar.

Çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Hacettepe Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı Kliniği Başkanı Prof.Dr.Atalay Yörükoğlu, anneliğin içgüdüsel bir yetenek değil öğrenilen bir davranış olduğunu savunan bilim adamlarımızdan biri. Şöyle diyor Yörükoğlu:

"Annelik yeteneği, sanıldığının tersine, tümüyle içgüdüsel bir yetenek değildir. Yapılan bilimsel gözlemler, ister memeli hayvanlarda olsun ister insanlarda olsun annelik duygusunun ve davranışının büyük ölçüde sonradan kazanıldığını kanıtlamaktadır.

Kuşlar ve memeli hayvanların dişileri yavrularını özenle besler, bakar ve savunurlar. Bu gözlemlere dayanarak, annelik yeteneğinin içgüdüsel olduğunu söyleyebilir miyiz? Anneliğin içgüdüsel ya da doğuştan gelen bir temeli olsa da, öğrenmeyle çok ilgili olduğunu gösteren kanıtlar vardır."

Psikolog Acar Baltaş ise, anneliği içgüdüyle öğrenmenin birleşiminde oluşan bir deneyim olarak tanımlamaktan yana. Baltaş, çocuğu karnında taşımanın getirdiği hormonal, kimyasal değişikliklerle annede içgüdüsel bir duygu gelişebileceğini belirtiyor ama asıl üzerinde durduğu nokta başka. Baltaş, önemli olanın "çocuğun yakınlık duyduğu ve model aldığı yetişkinin kim olduğu" meselesi olduğunu ifade ediyor ve şöyle diyor:

"Anne içgüdüleriyle daha sonra öğrendiklerini biraraya getirir. Baba da çocuğun ihtiyaçlarına ve duygu dünyasına hitap edebiliyorsa çocuk için önemlidir. Eskiden süt veren bir annenin çocuk için çok önemli olduğu söyleniyordu. Bugün hem anne hem de baba için kriterler değişmiştir. Çocuğun yakınlık duyduğu, model aldığı birey, ona şefkatle yaklaşan, duygusal ihtiyaçlarına cevap veren, verici bir yetişkindir."

ailem.com
〰〰〰〰🐠

ihvan

 hayırlı baba lardan oluruz inşaalah....öyle babalar varki ki ki... olmasa daha iyi diyesin geliyo.