Yeni Şiileştirme Faaliyetleri

Başlatan Mücteba, 01 Nisan 2013, 10:53:06

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Yeni Şiileştirme Faaliyetleri

Acem yalanı meşhur ya, bazı şiî propagandistlerine göre Hazreti Peygamber'i Hayber'de yahudi kadın değil Hazreti Ömer ve Hazreti Ebû Bekir zehirlemiş.

Şiîler, Kudüs'ün iki fâtihi olan Hazreti Ömer ve Selahaddin Eyyûbî'yi "Kâtilü'l müslimîn/Müslümanların katili" olarak anarlar.
Kudüs onlar açısından hiç önemli değildir. Hatta bir kısım müşteşrik/oryantalist ve yahudi yazarlar,  Mescid-i Aksâ'nın Kudüs'te olup olmadığı ile alâkalı ortaya attıkları şüpheleri, Şiî müellif ve müfessirlere borçludurlar.
Şiî müellif ve müfessirlere göre, Hazreti Ömer Kudüs'ü fethettiğinde burada Mescid yoktu. Dolayısıyla Mescid-i Aksâ, Kudüs'te değil semâdadır.
(Eş-Şîa ve'l Mescidü'l Aksâ, s. 5, Tarık Ahmed Hicazî)
Şiî ulemâsından Cafer Murtezâ el Âmilî, "El Mescidu'l Aksa eyne?/Mescid-i Aksâ nerede" adlı eserinde açıkça, "Mescid-i Aksa'nın Filistin'de olmadığını aksine semada oluğunu" ileri sürmektedir. Feyz  Kaşânî'nin Tefsiru's Sâfî'si de aynı iddiaya yer verir. Ayâşî ve Bahrânî gibi tanınmış Şiî müfessirlerin görüşleri de aynı doğrultudadır. Çünkü, İran'ın Kudüs üzerindeki hesabı, nüfuz ve şiî yayılma planları üzerinedir. Bu hesap, Şiîlik nüfuz ve nüfusunun artması ve yerleşmesi gayesi taşımaktadır. Muhammed Bakır Harrâzî'nin sözü bunun ispatıdır. İşte o söz:
"Filistin halkı Ehl-i Beyt (şiîlik) mezhebini benimsemedikçe onunla İsrail (Yahudiler) arasında bir fark yoktur..."

İMAM-I ÂZAM'A LÂNET EDİYORLAR...

İmâm-ı Âzam Ebû Hanife rahmetullâhi aleyh Hazretleri, hem İran asıllı hem Cafer-i Sadık Hazretleri'nin talebesi olmasına rağmen, tarih boyunca Şiîlerin sözlü saldırılarından kurtulamamıştır. Hatta İran'ın Irak istilâcıları Bağdat'a girdiklerinde, ilk işleri Ebû Hanife Cami'ıni yıkmak olmuştur.

Şiîlerin İmâm-ı Âzam Hazretleri'ne kızgınları o derecededir ki, meşhur şiî âlim Kuleynî'nin eseri olan ve ilim çevrelerinde "Şiîlerin Sahih-i Buhârîsi" diye anılan, Kuleynî'nin eseri olan Usûlü'l-Kâfî'nin iki yerinde İmâm-ı Âzam Hazretleri'ne lânet edilmektedir. Bu eserin orijinal adı, "El-Usûl mine'l-Kâfî"dir.

Eser, Dâru'l-Hikem yayınevi tarafından Vahdettin İnce'ye tercüme ettirilmiş, bu Türkçe metni Prof. Dr. Hüseyin Hâtemî de gözden geçirmiştir. İmam-ı Âzam Hazretleri'ne ait lânet, bu tercümenin 69. 70. ve 71. sahifelerinde de vardır. Ama Türkiye Müslümanları ehl-i sünnet olduğu için Ebû Hanife ismi çıkarılmış, onun yerine orası nokta nokta olarak geçiştirilmiştir. Ne var ki, kitabın orjinalinde Ebû Hanife ismi de aynı lânet ifadesi de durmaktadır ve bu kitap İran'da harıl harıl basılmaktadır.

Kitabın 2008-İstanbul baskılı 2 ciltlik Türkçe tercümesinin üzerinde adres yok. Yalnız site adresi ve cep telefonu numarası var. İsteyenler bu tercümeye şu bilgilerle ulaşabilirler:

Dar'ül Hikem Tel: 0536 835 71 38 Darul-Hikem@hotmail.com
Zamanımıza ait başka bilgiler verelim...

İran güçleri, 27 Ağustos 2008 tarihinde İran'ın Belucistan/Sistan bölgesinde Zabil şehrindeki Ebû Hanife Cami'ıni ve Kur'an kursundan müteşekkil külliyesini yerle bir etmişler, içindeki mushafları tartaklamışlar ve mukaddesata hürmetsizlik göstermişlerdir. Beşşar Esed'ın cellatlarının Saydnaya'da yaptığını onlar Ebû Hanife külliyesinde icra etmişlerdir.
İran'da iş câmi yıkmakla da kalmadı. Belucistan'da Sünnî ulemâ arasında büyük bir tutuklama kampanyasına girişildi. Sınır kenti Zahedan'da da İran Muhaberâtı (İttelaat) Şeyh Muhammed Yusuf'un evini basarak kendisini tutukladı.

16/9/2008 tarihli Müfekkiretü'l İslam'ın yazdığına göre, sünni vekiller Ahmedi Nejad'a bir mektup göndererek sorumlularının cezalandırılmasını istediler. Ama bir netice alamadılar ve istedikleriyle kaldılar.

ŞİÎLEŞTİRME FAALİYETLERİ...

Körfez ülkeleri, günümüzde hem İran'ın teşeyyu'/şiîleştirme faaliyetleriyle hem de başka tehlikelerle karşı karşıyadır. Nâsır Duveyle adlı Kuveytli bir vekil, Kuveyt'te işçi kılığı altında, İran'a bağlı 25 bin civarında Kudüs Tugayı mensubunun bulunduğunu ve vakti gelince ülkeyi istikrarsızlaştırmak için ortaya çıkmalarının sürpriz olmayacağını söylüyor.

(Es Siyase gazetesi, 13/09/2008)

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Menuçehr Muhammedî de Körfez'deki kraliyetlerin yıkılmasının an meselesi olduğunu söylemişti. Öyleyse, Arap Baharı'ndan sonra körfez ülkelerinde ortaya çıkan şiî faaliyetlerini hatırlayalım.
25 yıl İran'da eğitim gördükten sonra Irak'a intikal eden Faylak-ı Bedir/Bedir Tugayları'nın, Irak'ın devlet olarak Şiîleşmesi ve İran'ın eline düşmesi için neler yaptıkları biliniyor.

***

İttihâd-ı Ulemâ-i Müslimîn / Müslüman Âlimler Birliği başkanı Yusuf  El-Karadâvî, geçmişte Hasan NasrAllah'ın, "Mutaassıp bir Şiî" olduğunu söylemişti. O zaman onun bu sözü kulak ardı edildi. Bu sefer, 2008 Eylül ayı ortalarında El Mısrî El Yevm gazetesine yaptığı açıklamada, "Şiîlerin, sünnî çevrelerde takiyye yoluyla sünnîleri şiîleştirme faaliyetlerine girişerek bu kesime girme gayretlerinden bahsetti ve bunun bir fitne olduğunu" söyledi.
1980'lerde Said Havva da sünnî kesimi bu konuda uyarmış fakat İran etkisindeki bazı kimseler onu "Mezhebçilik fitnesi" yapmakla suçlamışlar ve bu haklı uyarılar küllenip gitmişti. Yusuf Karadâvî'nin bu ikazı da Said Havva'nınki gibi boşa gitmemeli. Ama bu da gidecek gibi.

Şiîleştirme gayretleri gerçi akâmete uğramaya mahkum da önemli olan zararı en az seviyede savmak. Bu da ancak şiîlik dâiliğine/propagandalarına karşı uyanık olmakla mümkün.

ŞİÎ TAKTİĞİ...

İran'ın teşeyyu'/şiîleştirme faaliyetleri tuzağının farkında olmayan heyecanlı ve tecrübesiz birçok sünnî genç, Amerika'ya sözle kafa tutan şiîlere kolay av olmaya müsait görünüyor. Çünkü İran, kurnazlık yaparak Filistin'i tutar gözüküyor. Devamlı Filistin kozunu ileri sürerek bunu şiîleştirme faaliyetinde kullanıyor. Çünkü, Filistin meselesi olmasa sünniler ile şiîler arasında neredeyse ortak başka mesele kalmayacak. İran'ın sürekli olarak Filistin meselesini canlı tutmasının sebebi budur.

Karadâvî'nin, El-Mısrî el Yevm gazetesine yaptığı yukarıda dikkat çektiğimiz açıklaması, bazı mutaassıp Şiilerin aklını başından aldı ve koro halinde saldırıya geçtiler. Karadâvî'yi beynelmilel masonluğun ve Siyonizmin uşağı olarak damgaladılar.

Âdetleri hep budur zaten. Takiyye veya mal mülkle ayartamadıklarını iftira kampanyalarıyla yıpratır ve  pişman ederler.

İran'ın şiî Mehr Ajansı, Karadâvî'yi hahamların ağzıyla konuşmakla suçlamıştı. Yazarlarından Hasanzâde ise, İsrail'e karşı Hizbullah zaferinin bir Ehl-i Beyt mûcizesi olduğunu ileri sürdü ve Karadâvî hakkında ağıza alınmayacak iftira dolu bir makale kaleme aldı.

Keza Sünnî dünyada Şiîliğe ilginin sebebinin, İran rejiminin zâlimlerle başa çıkması ve Hizbullah'ın İsrail karşısındaki zaferi olduğunu, buna mukabil İsrail karşısında Sünnîlerin nal topladığını ileri sürdü. Fakat bu, Müslüman Âlimler Birliği'nde Karadâvî'nin yardımcılarından ve şiî olan Teshîrî'yi bir mânâda tekzibtir. Çünkü, Teshîrî şiîleştirme iddialarını reddederken Hasanzâde kabul etmektedir.

Şiîlerin, İran merkezli koro halinde saldırılarına mukabil, Tunus devriminden sonra iktidara gelen Nahda hareketinin lideri Râşid Gannûşî de Yusuf Karadâvî'ye sahip çıktı ve Mehr ajansından Hasanzâde'nin saldırılarına karşı şunları söylemekten çekinmedi:

"Lübnan'da Hizbullah'ın zaferini Ehl-i Beyt mûcizesi olarak değerlendiren çevreler, bu zaferden sonra Şii yayılmacılığının önüne çıkanları Siyonizmin uşağı olarak suçlamaktadırlar. Onlar böyle suçlanınca, Şiî yayılmacılığına temas edenler ve buna karşı çıkanlar, fitne çıkarmaktan öte israil'e arka çıkmış oluyorlar. Daha yalın ifade edecek olursak, mezheplerine sahip çıkan Sünnîler, toptan Siyonist ve Mason uşağı olmuş oluyorlar".

(Hepimiz Yusuf Karadâvî'yiz, Râşid Gannûşî, 18/09/2008, El-Cezîre)
Gannûşi'ye göre, Şia'nın en büyük çıkmazı sevgi ve nefretteki ölçüsüzlüğü ve aşırılığıdır. Bu aşırılık gelecek sahifelerde görülecektir. Önceleri İran devrimine sahip çıkan Gannûşî, ne var ki ancak 30 yıl sonra gerçekleri görebilmiş oluyordu.

GEÇ KALMAYALIM...

İran'ıe bazı Şiî yöneticilerinin sarfettiği birkaç sözün tesiri altında kalan bazı Sünnî Müslümanlara şunu hatırlatmakta fayda var:
Yol yakınken biz de aklımızı başımıza devşirelim; Gannûşî gibi gerçekleri görebilmek için 30 yıl beklemeyelim.  
Gannûşî, İran'ın adamı olmak ve rejimi değiştirmeye çalışmak suçlarından Burgiba idaresi altında 1987 yılında yargılanmış ve eziyet çekmişti. Bundan dolayı pişman da değildir. Ancak 30 yıl sonra İran'ı gerçek vechesiyle görebildi ya bu da yeter. Gannûşî, İran'a arabulucuk için giden Müslüman Alimler Birliği heyetinde yer almasına rağmen, Tunus'un isteği üzerine İran kendisine vize bile vermemiştir.

İran Mehr Ajansı, Karadâvî'nin nifak diliyle konuştuğunu ve emirlerin ve kralların sofrasından ayrılmadığını ileri sürüyordu. Bu suçlamaya karşı Karadâvî de, şu balyoz gibi cümleyle cevap vermişti:

"Münafık olsaydım ve parayla zimmetimi satsaydım, İran'ın saçtığı paralara tenezzül ederdim. Şiîliği yaymak için milyarlarca dolar harcıyorlar. Bana da ödül vermek istediler, reddettim."

Şiî FadlAllah ise, Karadâvî'nin şiîleştirme faaliyetleri karşısında gösterdiği hassasiyeti hıristiyan misyonerliği karşısında göstermediğini ileri sürdü. Ancak, aynı soru ters çevrilerek FadAllah'a şöyle sorulabilir:
Sünnî dünyayı Şiîleştirmek için gösterdiğiniz gayreti niçin gayri Müslimleri şiîleştirmek için göstermiyorsunuz ?

Karadâvî, sözlerine açıklık getirdi ve Şia'nın Ehl-i bidat olduğunu söyledi ve bunun kendi görüşü değil Ehl-i sünnetin icmâ'ı olduğuna dikkat çekti ki tamamen gerçektir. Ama ileri de gitmeyip Şiîleri tekfir edenlere katılmadığını da beyan etti. Bu arada İran'daki Sünnîlerin maruz kaldıkları zulümleri hatırlattı.

ÇOK MÜHİM İKİ MADDE...

Karadâvî, 1990'ların sonunda İran'a gittiğinde ve Hamaney'le görüştüğünde şiîlerin iki meseleye dikkat etmelerini istemişti:

1- Sahabîlere sebbetmeyecekler (sövmeyecekler)
2- Sünnî dünyada Şiîlik mezhebini yaymaya çalışmayacaklar.
Bu iki maddenin bilhassa birincisi, Şiîleri ve Şiîliği bilmeyenleri hayrete düşürebilir.
Nasıl yani, Şiîler ashaba mı sövüyorlardı?
Bu sorunun cevabını bilmek için şu sorunun cevabını düşünmek yeter:
Karadâvî şiî yöneticilerden, "Şiîlerin sahabelere sövmemelerini" istediğine göre, Şiîlere iftira mı etmektedir?
Elbette ki hayır?

Karadâvî, Şiîlerden bu iki maddeye dikkat etmelerini isteyince İran'da ve şiî âlemde yer yerinden oynamalı ve "Ne münasebet! Biz sahabelere mi sövüyoruz!" demeliydiler. Ama asla böyle bir şey olmadı. Hatta bu maddelerin üzerinde bile durmadılar... Peki sükut ikrardan mı geliyordu?

***

Teshîrî'nin başında bulunduğu şiî ağırlıklı Takrip Kurumu, Hartum'da bir şube açmıştı. Bu şube, 'Sümmehtedeytü/Şiî oldum doğru yolu buldum' adlı Şiî yayılmacılığıyla ilgili misyonerlik kitabını Müslümanlar arasında dağıtmaya başladı. Böylece Karadâvî'nin üzerinde durduğu 2. maddeyi ihlal etmiş oluyorlardı. Bunun üzerine Hartum yönetimi bu büroyu kapatmak zorunda kaldı.

Gerçi Karadâvî bulunduğu noktada ikazını yapmıştı. Hatta öyle bir mevkîden yaptı ki, bu ikazı kulak ardı etmek adeta imkânsızdı. Çünkü, Müslüman Alimler Birliği'nde, İran'da Takrip Kurumu'nun Genel Sekreteri Âyetullah Teshîrî ve FadlAllah gibi isimler Karadâvî ile sürekli beraberdirler. Bu diyalog ortamına ve yakın temasta olmasına rağmen Karadâvî bu uyarıyı yapmışsa, bunu ciddiye almak ve dinleyip icabet etmek icap ederdi.

Yukarıdaki 1. maddeye cevap olmak üzere şunu da zikredelim:
Dâi'l-İslam Şehhal da El-Cezire Kanalı'na yaptığı değerlendirmede, Hizbullah taraftarlarının sahâbilere sistematik olarak sebbettiklerini (sövdüklerini) ve aleyhlerinde bulunduklarını ifade etmiştir. Bunlar birinci elden şahitlerin söyledikleridir. Demek ki Karadâvî yukarıdaki 2 maddede de haklı imiş.
Yusuf Karadâvî, 10/09/2008 tarihli Kuveyt Er-Re'y gazetesi'nin haberine göre, El Mısrî el Yevm'e yaptığı değerlendirmede, Şiî yayılmacılığının tehlikesine dikkat çekmiş, Şiîleştirme dalgalarının Sünnî dünyayı işgale yeltendiğini ve bunun behemehal durdurulması gerektiğini ifade etmiş ve artan bu tehlike karşısında Müslüman alimleri dayanışmaya çağırmıştır. Sünnî toplumda Şiî yayılmacılığın önünün açık olduğuna ve kitlelerin bu propaganda mekanizması ve kampanyalara karşı yeteri kadar bilgili ve şuurlu olmadıklarına da işaret etmiştir ki çok yerinde bir ikazdır.

TÂRİHÎ BİR KONUŞMA...

Karadâvî, bu târihî konuşmasında bilinen ama pek fazla dile getirilmeyen bir gerçeği de ifade etmişti. O gerçek şudur:
"Şiiler Müslüman ve ehli kıble dahi olsalar ehl-i bid'ad bir fırkadırlar. Hiçbir sûrette Sünnî mezheplerle eşit addedilemezler."

Karadâvî ezcümle şunları söylemekteydi:
" Bizler Şiî işgaline karşı halkı uyandıramadık. Bazı kayıtlar elimizi kolumuzu bağladı. Hep şunu söyledik: Fitneden uzak kalın. Müslümanların birlik ve beraberliğini öne alın diyerek  Sünnî alimlerin elini kolunu bağladık..."
Tehlikenin büyüklüğünü bayağı geç fark eden Karadâvî buna şu sözleriyle vurguda bulunuyordu :

"Selahaddin Eyyûbî'den 20 yıl öncesine kadar bir tek Mısırlı bile şiîleştirilememiştir. Ama şimdi durum tersine dönmüştür. Şiîler sahip olduğu kanallar ve gazeteler vasıtasıyla kitlelere ulaşıyorlar ve gece gündüz mezheplerinin dâiliğini/misyonerliğini/propagandasını yapıyorlar. Takiyye yaparak da zemini yumuşatıyorlar, Sünnîlerin içine sızıyorlar. Sünnî toplumlar mutlaka Şiî propaganda ve işgalinden korunmalıdır.."
İran ve Tunus rejimleri, "Şiî oldum doğru yolu buldum" diyen Muhammet Tîcânî Semâvî Tunûsî'nin Tunus'ta, Cem'iyyetü Ehli'l-Beyt adı altında şiîleştirme faaliyetleri yürütmesi noktasında anlaşmışlardır.

DİKKAT, ÇOK MÜHİM!..

Şunun altını çizmemiz gerekiyor:
Türkiye'de, Selefîlik/Vehhâbîlik, daha çok mantıkî gözüken aldatıcı sözlerin câzibesine kapılanlar tarafından benimsenirken, Şiîlik ya Filistin meselesi veya ABD düşmanlığı üzerinden yayılıyor.

Türkiye'de Şiîlikten daha çok, Selefîlik adıyla faaliyet gösteren Vehhâbîlik tehlikesine dikkat çekilmektedir. Oysa Şiîlik meselesi vehhâbilikten daha mühimdir. İkisi arasında fark şudur:
İran, işgal ettiği Sünnî bölgelerde cami düşmanlığı yapmakla ve sünnî camileri yıkmakla, Vehhabilik ise kabir ve tekke yıkıcılığıyla meşhurdur. Fakat Selefîliğe/Vehhâbîliğe göre, daha organize olan Şiîlik, günümüzde tehlike bakımından daha ağır basmaktadır. Şöyle ki:
Selefîler, Müslümanları tekfirde çok cüretkâr davrandıklarından, onların etkileme imkanları daha az oluyor. Şiîler ise takiyye yapıp gerçek inançlarını maskelemekte, gizlemekte ve Sünnî kitleleri bu üslupla kandırabilmektedirler.
Şiîler, ehl-i beyt ve tasavvuf konularında Sünnîlere daha kolay yaklaştıkları gibi ve Kerbelâ ve Âşûre konularını kullanarak da Sünnîlere Vehhâbîlerden daha kolay yanaşabilmektedirler.

MEHMET ŞEVKET EYGİ YAZIYOR...

Söz Şiîlikten açılmışken, Mehmet Şevket Eygi'nin bu konuyla alâkalı bir yazısını iktibas etmek istedik. O yazı şöyle:
"İran'da Safevî Şiîliğine dayalı bir devlet kurulduğu zaman, Türkiye'de  http://www.sapitanlar.com/tag/sunni/ \o "See the tag: sunni (6 posts)" Sünnî kökenli bir kısım İslamcılar, radikal ve aktivist Müslümanlar bayram etmişlerdi.

Humeynî'nin Türkiye temsilcisi Mehdi Pur adlı  http://www.sapitanlar.com/tag/sii/ \o "See the tag: ?ii (20 posts)" şiî hocasına, büyük sinema salonları kiralayarak konferanslar verdirtmişler, çılgınca alkışlayıp tezahürat yapmışlardı.

Sonra, Mehdi Pur İran'daki iktidara ters düşmüş, ülkeye geri çağırılmış ve duyduğuma göre ev hapsine alınmıştı.

Son yirmi yıl içinde ülkemizde yüzlerce yeni Şiî camii yapıldı, ibadete açıldı.
Türkiye Alevîlerini Safevî Şiî-Caferî mezhebine sokmak için yoğun propagandalar yapıldı, büyük paralar harcandı.

Türkiye'de Şiîleştirme faaliyetleri hız kazanırken, İran'da yirmi milyonu aşkın Sünnî Müslüman ağır baskılar altında yaşıyordu.
Tahran'da en az 500 bin İranlı Sünnî yaşamasına rağmen, Cuma ve bayram namazlarını kılacak bir tek camileri yoktur ve yapılmasına da izin verilmemektedir.

Allah gerçek bir Janus'tur (Hoda Janus-i hakikî est) diyerek Yüce Allahı iki çehreli bir Roma putuna benzeten İranlı yazar (Ali Şerâitî), Türkiye İslamcıları tarafından baş tacı edilmiştir.

***

Bazı Sünnî gençler, Ehl-i Sünnet'in haram kabul ettiği mut'a nikahıyla birleşip yaşamıştır.

Bugün Türkiye'nin nice Sünnî kodamanı, siyasetçisi ve bürokratı, günlük beş vakit namazı, Caferî mezhebine uyarak üç vakitte cem' ederek kılmaktadır. Bu geçersiz fetvayı da, akıl hocaları bir ilahiyatçı profesörün verdiği söylenmektedir.

Maalesef Sünnîlik ve Şiîlik arasında usûlde, temellerde, esasta büyük ve vahim ihtilaflar, anlaşmazlıklar mevcuttur.

Bendeniz Türkiye ile İran'ın alabildiğine ticaret, turizm, (dinî olmamak şartıyla) kültür ve sanat faaliyetleri yapmasını, barış içinde yaşamalarını, hatta iki ülke vatandaşlarının pasaportsuz ve vizesiz seyahat etmelerini, Türkriye ile İran arasında bir saldırmazlık paktı imzalanmasını isterim (bu konuda birkaç yazım yayınlanmıştır) ama ülkemin ve halkımın Şiîleştirilmesini istemem.
Türkiye'de yeni Şiî camileri yapılacaksa, bunun karşılığında İran'da ve bilhassa Tahran'da da Sünnî camiler yapılmalı, Sünnî medreseler açılmalı, İran Sünnîlerine din, ibadet ve eğitim hürriyeti verilmelidir..

Son http://www.sapitanlar.com/tag/suriye/ \o "See the tag: suriye (15 posts)" Suriye hadiselerinde (2012) İran kayıtsız şartsız zalim Beşar Esad rejimini desteklemiştir.

Şu anda (2012) Suriye meselesi yüzünden Türkiye ile İran münasebetleri son derece gergindir. Bu gerginliğin kökenleri yeni değildir, beş yüz seneliktir.
Sünnîlikle Şiîlik arasındaki ihtilafları bilmeyen, yeterli din kültürüne sahip olmayan siyasetçilerin hatâları Türkiye'ye çok pahalıya mal olabilir. Caferî mezhebinde taqiyye ve kitman nedir bilmeyen kişilerin İran siyasetinin, başarılı olması mümkün değildir.

İran'ın büyük liderlerinden birinin Türkçeye de çevrilmiş bir kitabında "Şah'ın zulmü Ömer'in (Hazreti Ömer) zulmünü geçmişti..." cümlesinin yer aldığını biliyor musunuz?

Sünnilikle Şiilik arasındaki ihtilafları öğrenmek istiyorsanız, İbn Hacer el-Heytemî'nin Es-Savaiku'l-muhrika=Yakıcı Yıldırımlar adlı büyük kitabının Türkçe tercümesini okumanızı tavsiye ederim. (Bedir Yayınevi. Tel: 0216/ 519 36 18)

Olup bitenlerin iç yüzü hakkında bilgi edinmek istiyorsanız, /İran Analiz/ internet sitesini takip ediniz.
Tekrar ediyorum:
İki komşu ülke barış içinde yaşasın, hattâ pasaport ve vize kaldırılsın ama mezhep propagandası ve savaşı yapılmasın.

Allah iki ülkeyi ve halkı savaş felaketinden korusun.
İran vaktiyle ABD'nin, İsrail'in oyununa gelmiş, tuzaklarına düşmüş ve Irakla sekiz sene boyunca nafile bir savaş yapmış, korkunç kayıplara uğramıştı. İnşaAllah aynı hatâyı tekrar etmezler, hem kendilerini, hem de bizi yakmazlar."
M. Şevket Eygi / Milli Gazete - 19/9/2012


Değerli okuyucular!

Şiî yayılmacılık İslam dünyasında devam ediyor.

Malezya'da üniversitede öğretim görevlisi olan Serdar Demirel'in, "Maley dünyasında Şiî yayılmacılık" başlıklı yazısından bazı cümleleri buna bir misal olmak üzere arzediyorum. Yazıda şöyle deniliyor:
"Maley takımadaları...
...Kum medreselerini ziyaretimde dînî eğitim almak üzere orada bulunan birçok Maley öğrenciyi bizzat kendim görmüş ve çok şaşırmıştım. Şiîleşmiş Maley gençler, buralarda molla olup geçiş yaptıkları yeni fırkanın (Şiîliğin) doktrinlerini yaymak üzere geri dönmekteler.

Şiî câmilerden âzade Maley dünyasında, Şiî câmiler Sünnî asıllı Maley mollaların dönüşüyle açılmaya başladı. Devlet bu gidişattan rahatsız olduğu için bir defasında eğitimini İran'da tamamlayıp dönen 11 kişiyi havaalanında yakalayıp sorguladığını bazı dostlar anlatmıştı. Bunun üzerine eğitimini tamamlayan gençler artık dikkat çekecek şekilde topluca geri dönmüyorlar.
Bir diğer husus da Avrupa ve Amerika'ya eğitim amacıyla gidemeyen ama yurtdışında üniversite okumak isteyen İranlı gençler, Malezya'yı tercih ediyorlar. Hem daha ucuz hem de eğitim İngilizce yapılıyor diye. Bugün 150 binin üzerinde İranlı, Malezya'da yaşıyor. İranlıların önemli bölümünü, üniversitelerde okumak amacıyla gelmiş gençler oluşturmakta. Bu gençlerin bir bölümünün ise Şiîliğin bu coğrafyada kök salması için çaba sarf ettiği, bilinen bir olgudur. Bir kıyaslama yapılması için zikretmekte fayda var; burada yaşayan Türkiyeli sayısı binin altında. Yeni dönemde, Şiîlik, Sünnî Maley toplumunda ağırlığını hissettirebilecektir."
yeni akit 9/12/2012

Serdar Demirel, ilaveten şunları yazıyor:

"Şiîlik, sahip olduğu mesajı kendi dışındaki kitlelere ulaştırmanın zarûretine inanan bir fırkadır. Bu yüzden de tek hakikat olarak belledikleri kurumlaşmış ve sistemleşmiş Caferîliği, Müslümanlığın kâhir ekseriyetini teşkil eden Sünnîlere aktarırken, dînî bir vâcibeyi yerine getirdiklerine inanırlar.
...Şia için inanç ve amel hürriyetini savunan İran, ülkenin aslî sahiplerinden olan Sünnî vatandaşlarına aynı hakları vermiyor meselâ..

Kaldı ki, Maley dünyasındaki Şiî yapılanma, İran'daki Sünnîlikle eşdeğer tutulamaz, zira Şiîler o coğrafyada İran Devrimi sonrası yayılmaya çalışırken, İran'daki Sünnîler Hz. Ömer döneminden beri burada mukîmdirler. 500 yıl öncesine kadar İran, Safeviler eliyle zorla Şiîleştirilene kadar, Sünnîliğin merkez bölgelerindendi. Bugün 1 milyon Sünnînin yaşadığı Tahran'da resmi olarak bir Sünnî câminin açılmasına bile izin vermeyenlerin inanç ve amel hürriyetine vurgu yapmaları ne kadar inandırıcıdır?

Hâlbuki Maley dünyasına yayılan Şiî'liğin bu coğrafyada 30 yıllık bir geçmişi vardır. Yani Şiîlik, Sünnîliğin İran'da olduğu gibi, bu bölgenin tarihî bir realitesi değildir ve ne yazık ki Malezya'da bir bölen işlevi görmektedir.
...Son olarak Şiî etkisinin Maley Müslümanları nasıl böldüğüne dair bir örnek verelim.

Bölge Müslümanları, Suriye Baas rejiminin katliamlarına uzun süre tepkisiz kaldı. Hâlâ önemli bir kesim sessizliğini sürdürmekte. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, İran'ın ve bölgedeki Şiî nüfuzunun etkisidir."
yeni akit 13/12/2012


Ali EREN | 01.04.2013 09:31 | www.haberkita.com

mazhar

İran garnizonları ve lejyonerleri


Humeyni devrimi İslam alemindeki tarihi kavgaları güncelledi. Zira devrim ihracı adı altında bildiğini okuyor, tarihi malzemesi olan mezhep ihraç etmeye çalışıyordu. Zaten İran devrimine sempati duyanlar zamanla mezhebine de yakınlaşmışlardır.

Bunun tersi vaki değildir. İran İslam dünyasında zayıf noktalarında, merkezi devletin gevşediği yerlerde silahlı gruplar ve kendisine bağlı lejyonerler ve milisler üretmiştir. Silahlı grupların temerküz ettikleri yerler de ceplere veya garnizonlarına dönüşüyor. Bunu ilk kez Lübnan ve Afganistan'da denediler.

İran, Afganistan'da hem Rus işgalcilerle hem de Amerikan işgalcileriyle iyi geçindi. Buna mukabil, 'hasattan pay kapmak' ve durumdan vazife çıkarmaktan da geri durmadı. Ruslarla mücadele eden Mücahitlerin karşısına paralel yapılar çıkardı. Sünni Mücahitler 7 örgüte bölünürken karşılarında sekizli bir yapı vücuda geldi.

Bunları ortak bir şemsiye altında topladı. Hazaralar üzerine oyun kurdu ve Bamyan ve Herat bölgelerinde kendisine bağlı garnizonlar veya yapılar vücuda getirmek istedi. Afganistan'da Ruslar sırasını savdığında 2000'li yıllarda Amerikalılar devreye girdi ve İran Taliban'a karşı onlarla işbirliğine girdi ve İran istihbaratı Amerikan istihbaratı ve işgalci güçlerinin en büyük tedarikçilerinden birisi oldu ve Abdullah Fehd Nefisi gibilerine göre Bagram ve benzeri yerlerdeki görüşmelerde İran, Taliban hakkında ABD ile en can alıcı bilgileri paylaştı ve temin etti.

Bundan dolayı Muhammed Ali Ebtahi, Ahmedinejad ve diğer İranlı yetkililer böbürlenme babında 'biz olmasaydık ABD Irak ve Afganistan'a nal toplardı' demişlerdir. Thomas Friedman, ABD'nin Afganistan'dan güçlerini çekmesi halinde İran'ın mazide olduğu gibi gelecekte de gizli ' tacit ally' müttefiklerinin olmasının kaçınılmaz olduğunu söylemektedir.

Bu ittifakın gizli kalması her iki tarafın çıkarınadır. Bu vasıta ile Sünnilerin gözlerini boyamayı beceriyorlar. İran bunun üzerinden meşruiyet üretmekte ve Sünnileri iğfal etmektedir. ABD de ittifakı gizli tutarak Sünnilerin kendisine yönelik öfke ve tepkilerini kontrol etmektedir. Hatta hamisi görünebilmektedir. Muhakkak başka gerekçeleri de vardır.
¥
İran verimli ortamlarda kendisine bağlı Şii garnizonları üretiyor ve bu garnizonlarda tabiatı haliyle lejyonerler barındırıyor. Bu yolla İslam dünyasını yumuşatmaya ve kartlarını ve nüfuzunu pekiştirmeye çalışmaktadır. Bu garnizonlar İslam dünyasının her yanına yayılmıştır.

Irak'ta Bedir tugaylarının ardından, milis yapı, devletleşmiştir. Sünniler Baas ve Kaide töhmeti altında dışlanırken Irak ordusu bir mezhep ordusu haline getirilmiştir. Bugün Irak bütün kurumlarıyla İran adına vekaleten yönetilmektedir. Veliyyi fakih projesine bağlı Şii garnizonları devlet halini almıştır. Bugün Irak'tan sonra Suriye'de ve Suriye'den sonra yeniden Irak'ta oluk oluk Sünni kanı akmaktadır.

Sünniler çoğunluk olduklarından ve potansiyel olarak birlik nüvesini taşımalarından dolayı herkesin hedefindedirler. İran ise mezhep devleti ve organize olmanın bütün avantajını kullanmaktadır. 1981 ve 1982 yıllarından itibaren Lübnan'da İran gündemine bağlı Hizbullah teşekkül ederek suret-i haktan İsrail aleyhtarı gösterilmiş lakin bu mezhep milisleri hakiki yüzlerini 2007'de Beyrut'u işgal ederek göstermişlerdir.

Şimdi de Suriye'de alenen ve açıktan Baas rejiminin payandası olarak çarpışmaktadırlar. Hizbullah yaptığı açıklamada Suriye'deki varlıklarını Hıristiyanları ve azınlıkları korumaya bağlamıştır. Bu yafta altında çoğunluk mensuplarını öldürmek ve Suriyelileri katletmek mübah olmaktadır. Sitti Zeyneb gibi kutsal eşikleri korumak adına bahane üretiyorlar. Lakin Mustakbel kitlesinden Nihad Maşnuk'un belirttiği gibi, Suriye'de çarpışan birliklerin Sitti Zeynep için değil Sitti Esma ( Esma Esat) için çarpışmaktadırlar.

Doğrusu budur. Hizbullah kutsal bir ordu değil laik rejimin payandasıdır. Öldürmek için meşruiyet üretiyorlar. Halbuki Suriye'deki Şiileri korumak istiyorlarsa 2006 yılında Suriye halkının yaptığını yapıp muvakkaten Şiileri Lübnan'da ağırlayabilirlerdi. Tufan dindikten sonra da bu zevat diğer Suriyeliler gibi köylerine dönerdi. Diğer göçerler Suriyeli değil mi? İran onları bugünler için beslemiştir.

İsrail sadece bir kandırmacadır. Nitekim, İsrail'in ortaya çıkardığı son insansız uçak konusunda Hizbullah önceki gibi bunun kendilerine ait olduğunu itiraf etmemiştir. Müslüman halkı kırarken İsrail'i öfkelendirmekten kaçınmıştır. Suriye rejiminin önemli simalarından İmran Zubi de Moskova'da kimyasal silahlarının hedefinin İsrail olmadığını söylemiştir. İran'ın siyasi projesinin hedefi Sünni dünyadır.

Maliki, Huveyce'de katliam yaptığı gibi Hizbullah Kasir'de Şam rejiminin hizmetindedir. İran, Suriye'de seferberlik haline geçmiştir. İran'ın lejyonerlerinden birisi de Husiler olup garnizonları da Sade'dedir. Şii lejyonerler Irak ve Suriye'de camileri kundaklarken ve bombalarken Yemen'de Husiler Yemenli avukat Abdurrahman Berman gibilerinin tanıklıklarına göre Sade'de camileri ahır yapmışlardır. Bu Moğollardan Napolyon'a ve Sırplara kadar dış düşmanların bir karakteridir. Suriye'den Yemen'e; iç düşmanların da aynı karakteri paylaştıkları görülmektedir.
¥
Şia mezhep olmaktan ziyade anti mezheptir. Yani Sünni karşıtlığıdır. Bu kritik zamanlarda ortaya çıkmaktadır. İran'ın İslam dünyasıyla ortaklık diye bir derdi ve hedefi yoktur. Kışkırtma ve mazideki gömülü kavgaları güncellemekten başka verebileceği bir şey de yoktur. Gazi Tevbe'den Abdulkerim Suruş'a kadar; Şii-Sünni herkesin İran rejimiyle ilgili ortak tespiti budur. İran bu yapısını değiştirmiş olsaydı Şiiler için de hayırlı olur ve ne Irak'ta ne de başka bölgelerde mezhep kavgaları tekrarlanmazdı. Gümülü baltalar gün yüzüne çıkmazdı.

İslam dünyasının iç ve dış kuşatmayı yarmak için bir çıkış planına ihtiyacı var. Bunun ilk yolu dost düşman tanımı konusunda güncelleme ihtiyacıdır. Kendini tanıyan dostunu da düşmanını da tanır. Bunun yolu da sahih İslam'ı öğrenmek ve öğretmekten geçmektedir. Bıçak kemiğe dayanmıştır ve safraları temizleme vakti gelmiştir. Humeyni devrimine karşı sevgi ve sempati kör bir nokta oluşturmuş ve kitleleri teshir etmiş ve vakıadan koparmıştır.

Bazıları her şey aleni hale gelmesine rağmen hâlâ bu bataklıkta debeleniyor. İsrail'den sonra İslam dünyasının yaşadığı ikinci ve en büyük felaket İran'da Şii temelli bir siyasi rejimin doğması ve düşmanlık üzerine yayılmacı siyaset gütmesidir. Sabiteleri koruma ve saldırıları püskürtme vaktidir. Bu süreçte yeni Selahaddin'ler ve yeni Yavuz'lar yarımız olsun.

28 Nisan 2013 Pazar 00:06.Mustafa Özcan Yeni Akit.Haber Vaktim.com

Şecaatli

İran, kendi tarihi boyunca  bir kere olsun küffara karşı cihad etmemiştir.Hep müslümanlara karşı mücadele edip onları bölmek ve mezhebini yaymak için mücadele etmiştir.Bunlar sinsi din kisbesi altında İslam düşmanlığı yapmaktadır.Mezhepleri için yapmayacağı melanet yoktur.Mezhep için cihad etmek asla caiz değildir.Bu, müslümanlar arasında büyük bölünmelere ve fitnelere sebebiyet verir.
Neden mi mutluyum?.Çünkü Allah var, sıkıntı yok!
Gerisi imtihanımdır.

Bir ayet:"Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız;
oysa o, hakkınızda hayırlıdır.Olur ki, siz bir şeyi seversiniz;ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır.
Allah bilir, siz bilmezsiniz. " (BAKARA SURESİ-216)