Şu Demokrasi Dedikleri Nedir?

Başlatan Mücteba, 03 Temmuz 2011, 13:40:00

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Şu Demokrasi Dedikleri Nedir?

DEMOKRASİ ne demektir? Halk idaresi. Halkın yeteri kadar bilgili, kültürlü, sağduyulu, iyi ile kötüyü birbirinden ayırabilecek yeteneğe sahip, ahlaklı, faziletli, iyi niyetli, tek kelimeyle vasıflı vatandaş çoğunluğunun bulunmadığı bir ülkede demokrasi nasıl olur? O halkın seviyesine, vasfına göre olur.

İngiltere'de tam ve gerçek bir demokrasi vardır.

İsviçre'de de öyle.

Avrupa'da krallıkla idare edilen İsveç, Norveç, Danimarka, İngiltere gibi ülkelerdeki demokrasi, hiçbir cumhuriyet rejiminde yoktur.

Bizde bazıları demokrasiyi bir din gibi benimsiyor, sihirli bir değnek zannediyor.

Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu (10 üzerinden) nedir? 5'in altındadır. O halde Türkiye demokrasisinin notu da 10 üzerinden 5'in altında bir rakamdır.

Bir ülkenin temizlik ve şeffaflık notu düşük olacak, demokrasisi tam, gerçek, mükemmel olacak!.. Olur mu böyle şey?

"Toplumlar layık oldukları şekilde idare olunurlar."

Seçimlerde hezimete uğrayan Kemalistler, solcular, pseudo aydınlar, aydınımsılar, mürekkep cahiller hop oturup hop kalkıyor. Bu toplum adam olmazmış. Halkın yüzde ellisi cahilmiş... Bir sürü hezeyan.

Türkiye halkı bir asra yakın müddetten beri berbat bir ideoloji, berbadın berbatı bir eğitim sistemi, kepazenin kepazesi bir kısım medya tarafından kendi kimliğine ve kültürüne yabancılaştırılmıştır.

Halkın dili kesilmiştir. Bu ülkede üniversite bitirmiş milyonlarca vatandaş 1928'den önce basılmış kitapları, yazılmış metinleri ve belgeleri okuyamayacak ve mânasını anlamayacak kadar kara cahildir.

Halk yığınlarını cahilleştiren, yabancılaştıran, aldatan, şaşırtan, sersemleten kimselerin o halkı suçlamaya hiçbir hakkı yoktur.

Halkımızın büyük kısmı son seçimlerde tarihi devamlılık, tarihi ârızanın ve kazanın giderilmesi, milli kimlik ve kültür yönünde oy kullanmıştır. Bunca tahribata rağmen bu tercih tebrike şayandır.

Türkiye gibi tarihi boyunca çok az demokrasi tecrübesi geçirmiş bir ülkede İngiltere'deki ve İsviçre'deki demokrasi kesinlikle oluşmaz.

Bizde demokrasi, aşağıda açıkça ve seçik olarak sayacağım değerlerle birlikte gelişir, yaşar, faydalı olur. Bunlar olmazsa havada kalır:

1-Evrensel İnsan Hakları ve hürriyetleri

2-Adil hukukun üstünlüğü. Hukuk âdil olmazsa kıymeti olmaz.

3-Milli kimlik

4-Milli kültür

5-Tarihi ârıza ve kazanın izalesi, tarihi devamlılık

6-Bilgelik. Zaten bilgeliğin olmadığı bir ortamda ve yerde hiçbir şey yerine oturmuş değildir.

7-Milli kültür ve kimlik temelleri üzerine kurulu, gerçekten milli, güçlü, etkili bir eğitim sistemi. Bugünkü müflis ideolojik Tevhid-i Tedrisat eğitim sistemi ile Türkiye'nin geleceği yoktur.

Müslümanlar için demokrasi nedir? Siyasi ve idari bir sistemdir. Demokrasiyi bir din gibi algılamak İslam'a karşı kullanmaya yeltenmek açık ve büyük bir sapıklıktır.

Demokrasi ebedi ve evrensel midir? Bendeniz böyle olduğuna inanmam. Sultan Abdulhamid zamanında demokrasi yoktu ama adalet vardı, olabildiği kadar güvenlik vardı, siyasete karışmamak, muhalif olmamak şartıyla refah ve huzur içinde yaşamak vardı. Demokrasi geldi, ne adalet kaldı, ne güvenlik, ne huzur... Sonunda devlet de elden gitti.

Demokrasiyi, her sıkıntıyı giderecek maddi ve mânevî kalkınmayı sağlayacak sihirli bir değnek zannedenler ayakları yerden kopuk hayalperestlerdir.

Ülkemiz dünyanın mânevî ve sosyolojik fırtınalar ve zelzeleler bölgesidir. Türkiye'de hiçbir zaman (beklenen Mehdi devri müstesna) iç barış genel huzur ve sükûnet olmamıştır. Kanunî devrinde bile isyanlar, fitneler, fesatlar çıkmıştır. Mehdi'nin Altın Çağı dışında bu Kıyâmete kadar böyle sürecektir. Önemli olan elden geldiği kadar din ahlakını hâkim kılmak, ilâhî sınırları korumak, adalet, huzur ve güveni sağlamaktır.

Bugünkü Süfyânîlik, Kezzâbiyyûn ve Deccâliyet devrinde Türkiye'deki demokrasi iyilik değil, ehven-i şer olarak mütalaa edilebilir.

1970'li yıllarda birtakım heyecanlı, tecrübesiz, hafif, radikal gençler ülkemizde Asr-ı Saadeti yeniden getireceklerini iddia ediyorlardı. O mücahitlerin büyük kısmı şimdi bozuk düzenin haram, necis, kirli nimetleriyle semiren müteahhitler oldular...

Türkiye'nin istikbali ne gibi hadiselere gebedir?

Parlak ve nurlu, pembe ufuklara doğru mu koşuyoruz, yoksa dehşetli fırtınalar, zelzeleler, yanardağlar mı bekliyor bizi?

Türkiye'de demokrasi kökleştikçe kalabalıkların, yığınların etkisi artacaktır.

Demokrasi ilerledikçe keyfiyet ve vasıfta gerileme olacaktır.

Halk iradesi... EyvAllah... Bana bu halkın eğitim durumundan, kültüründen, ahlak ve karakterinden, estetik boyutundan söz eder misiniz?

Demokrasi halk iradesinin geçerli olması ise şu aşağıdaki sorularıma cevap verir misiniz?

1-Ayasofya'nın halk tekrar cami olmasını isterse bu isteği yerine getirilecek midir?

2-Halkın büyük çoğunluğu hafta tatilinin cuma günü yapılmasını isterse bu isteğe uyulacak mıdır?

3-Halka sorulsa, halk da başörtüsünün kamusal alanda, okullarda, adliye binalarında, resmî dairelerde, her yerde serbest bırakılmasını istese, bu istek yerine getirilecek midir?

Bazıları demokrasi diye ter ter tepiniyor ama o demokrasinin üzerinde resmî ideoloji, vesâyet sistemi olmasını istiyor. Böyle demokrasi olur mu?

Türkiye'de resmi ideoloji heyûlâsı bulunduğu müddetçe tam ve gerçek demokrasi olmayacaktır.

Bizim ne acayip bir demokrasimiz var: Cumhurbaşkanı ve Başbakan yanlarına hanımlarını ve çocuklarını alarak ordu evinde yemek yemeye gidemiyor...

İslam demokrasisi olur mu? Olmaz... Müslümanların demokrasisi olur. Nasıl olur? Bizdeki gibi olur. Olduğu kadar, olacağı kadar olur.

Mısırlılar demokrasi istiyormuş. Demokrasi gelince her şey iyi olacakmış... İyi olmaz... Mübarek diktatörlüğüne göre daha az kötü olabilir.

Mehmet Şevket EYGİ - 3 Temmuz 2011 Pazar

mazhar

Alıntı YapMısırlılar demokrasi istiyormuş. Demokrasi gelince her şey iyi olacakmış... İyi olmaz... Mübarek diktatörlüğüne göre daha az kötü olabilir.


Monarşizmin kamuflajı: Demokrasi


Mısır’ın başına çöreklenen “cunta yönetimi” kan dökmeye başladı. Hem de namaz kılanlara kurşun sıkarak, annelerinin kucağındaki bebekleri, yanında oynayan çocukları öldürerek!...


Bu hazin, vahim, vahşi, insanlık dışı ve çirkin manzara, “müslümanların tarihi”nde yabancısı olduğumuz bir manzara değil. Bugün hâlâ Ümmet-i Muhammed’in içinden çıkamadığı “büyük ayrışma”nın temelleri de böyle bir olayla atılmıştı. Namaz kılanların üzerine saldırarak onların öldürüldüğü bir olayı tarihte, “Kerbela”da da görmüştük. Zalim bir yönetime karşı “tarihi bir kıyam”la “müslümanın duruşu”nun ne olması gerektiğini gösteren Hz. Hüseyin Efendimiz’in ve yanındakilerin üzerine de, “Yezid’in askerleri” onlar namaz kılarken saldırmış ve pek çoğunu şehid etmişlerdi. Şimdi bu hazin olayın açtığı yarayı hâlâ kapatamıyoruz ve kapanacak gibi de durmuyor.
Yanlış anlaşılmasın, Mısır halkının “cuntaya karşı kıyam”ını Hz. Hüseyin’in Yezid’e karşı kıyamıyla kıyas ediyor değilim. Ancak, “zalime karşı kıyam” açısından bir benzerlik var, “zalimin namazdaki kıyam erlerine karşı saldırısı” açısından bir benzerlik daha var, sonrasında “kapanması çok zor yaraların açılması” açısından da başka bir benzerlik var. Bu açıdan, cuntanın namaz kılanlara saldırısı, Mısır’ın geleceğini karartacak “çok vahim bir hadise”dir maalesef. Belki de, artık gerekli olan “safların ayrışması” için milat olacaktır.
Mısır’da yaşanan “darbe”, bildiğimiz darbe türlerinden farklı. Zira “askeri darbe” denince akla gelen, “askerlerin iktidarı silah zoruyla ele geçirmesi”dir. Bu tür darbeler, genellikle “demokrasi adıyla dünyaya nizam vermeye çalışan” ve fakat, aslında “demokrasi”yi dünyayı kontrol altında tutmak ve talan etmek için bir “meşruiyet kılıfı” olarak kullanan “küresel egemen güçler” tarafından, arkaplânda kendileri bulunuyor olsa da, usûlen eleştirilir.
Ancak Mısır’da durum farklı. İlk fark, darbenin “asker-sivil koalisyonu”yla yapılmış olması. İronik de olsa, “sivil unsurlar” militarize edilerek, “sivil idare”yi sağlama adına kendilerini askerin kucağına teslim ettiler. Bu, sivil toplumun “idari irade” bakımından yetersiz oluşunun açık resmidir. İkinci fark ise, dünyaya nizam vermek için “demokrasi” havariliğine soyunan “küresel egemen güçler”in yapılan darbeye adeta sahip çıkmaları, hatta “darbe” olarak bile görmemeleri, hatta ve hatta bu darbeyi arkaplânda destekleyen, “plânlayan güç” olmaları. Zaten bunu yapabilmek için olsa gerek, Mısır’daki darbe “asker-sivil koalisyonu” şeklinde plânlanıp icra edilmiş gibi görünüyor.
Bu noktadan sonrası çok önemli. Zira bu darbenin bize gösterdiği bazı önemli gerçekler var ve artık müslümanlar olarak kendimize çekidüzen vermemez lazım.
1- Görüyoruz ki müslümanlar iktidara hazır değil. Zihnen ve kalben hazır olsalar da, “iktidar olmanın gerekleri”ni yerine getirme konusunda ciddi yetersizlikleri var. Bu hususu inşaAllah, yarınki yazıda geniş olarak ele almayı düşünüyorum.
2- Müslümanlar, hadiseleri değerlendirmede, gidişatı okumada “esas”ı kaçırmışlar görünüyor. Bakınız, Mısır’da asker darbe yaptı, ama hemen herkes, bunun “demokrasiye, sandığa vurulan bir darbe” olduğu üzerine yoğunlaştı. Hâlâ demokrasiye aykırı olan darbeye bir an önce son verilmesi gerektiği söyleniyor. Bu söylemde “bizim müslümanlar” başı çekiyor. Yahu, hâlâ anlamadınız mı, “demokrasi denilen şey” tam da budur: “Halka rağmen halk için”dir. Toplumun oylarını organize ederek, “idarenin dayandığı irade”yi “egemen, talancı ve tahakkümcü derin güçler”e veren bir “aldatmaca mekanizması”dır. Arkaplândaki “küresel egemen güçler”in, dikkatleri üzerlerinden uzak tutarak talanlarını sürdürmeleri için arkasına saklandıkları “tahakkümün kılıfı”dır. Toplumsal bilinci “kendi kendilerini yönettikleri zannı”na evrimleştirerek uyutan ve uyuşturan, böylece “egemen güçler”e “kendi rızalarıyla teslim olma”larını sağlayan bir “masal”dır. Arkaplandaki “ideoloji monarşizmi”nin, ya da “çıkar, sömürü ve tahakküm monopolü”nün pisliklerini ve gerçek yüzünü gizleyen bir “kamuflaj”dır.
Son zamanlarda “Demokrasi sandıktan ibaret değildir” cümlesinin vitrine çekilmesini tesadüf ya da “marjinal bir söylem” mi zannediyorsunuz? Bunun, “iktidara müslümanlar gelirse sandığın önemi yoktur”un başka bir ifadesi olduğu besbelli değil mi? Toplumun tamamı da istese, “egemen derin güçler”in “İslami yönetim”e izin verme niyetlerinin olmadığını hâlâ görmeyecek miyiz?3- Bir kez daha anladık ki, “toplumun iradesi”ne darbe yapan, namaz kılanların üzerine kurşun yağdıran güçlere karşı “pasif direniş”le netice alınamıyor. O yüzden müslümanlar, gerektiğinde “aktif direniş”e geçebilecek hazırlıklarını tamamlamış olmalı.
Türkiye-Mısır ekseninde yaşananlara ve söylenenlere bakıyorum da, “Demokrasi”nin, aslında gizli bir monarşizmin kamuflajı olduğundan başka bir kanaate ulaşamıyorum.
09 Temmuz 2013 Salı 00:09

farukkose@yeniakit.com.Habervaktim.com Faruk köse.

mazhar

Bir nüfuz casusu olarak "Demokrasi"

    Genelde Ortadoğu'da özelde de Mısır'da meydana gelen olaylardan hareketle Batı'nın insan hakları, fikir hürriyeti, halk iradesinin masumiyeti gibi konularda çifte standart sergilemesi geniş halk kitlelerini öfkelendirmektedir. Batı'nın bir 'demokrasi münafığı' olduğu bilinse de durum değişmiyor.  
Doğrusu Batı, demokratik sistemi kendi içinde başarıyla uygulamaktadır. Bununla iç siyasi istikrarını sağlamakta, askerleri ve bürokrasiyi seçilmiş sivillerin kontrolünde tutmakta, iktidar siyasi partiler arasında dönem dönem el değiştirmektedir. Çok kanlı bir siyasi tarihe sahip olan Batı'nın tarihî sorunlarına çözüm için bulabildiği en iyi siyasi sistem demokrasidir.
Bu, Batı demokrasinin ayıplarının olmadığı manasına gelmez elbette. Meselâ ABD'de seçmenlerin önüne sunulan adayların nasıl belirlendiği, güç merkezlerinin bundaki rolü ve halkın iki partiden başka bir seçeneğinin olmaması gibi konular sorgulandığında bu kolayca anlaşılır. Ancak bütün kusurlarına rağmen Batı demokrasisi 'Beyaz Batılı' için kendi içinde tutarlı işlemektedir denebilir.
Başta Müslüman dünyası olmak üzere diktatörlük, krallık ve askerî rejimlerle yönetilen dünya ise anlaşılır sebeplerle kendi kronik siyasi meselelerine Batı demokrasisini bir çözüm olarak görmektedir. Batı da bu algının kök salması için epey uğraş vermektedir.
Çünkü Batı için demokrasi sadece bir yöntem meselesi değildir. Demokrasi, üzerinden kültürel çıkartmalar ve askerî operasyonlar yapılan etkili bir araçtır. Batı'yı taklit eden toplumlar her nasıl oluyorsa sonuçta Batı'nın her sahada ürettiklerinin tüketicisi konumuna mahkum olmaktadırlar. Bunun da ayrıca tartışılması lâzım.
Demokrasiyi kendi değerlerini empoze etmekte bir casus kılan Batı, teorik olarak demokratik yöntemlerle halkın iradesini iktidara yansıtmak isteyen halkları desteklemesi gerekir. En azından mantıksal kurgu bunu gerektirir. Ancak vaka itibarıyla algı ve olgu çelişmekte ve Müslüman dünyanın hayâl kırıklığı da bu zeminde yaşanmaktadır.
Demokrasi şampiyonu Batı, demokrasinin kendi çıkarlarına hizmet etmediğini gördüğü ülkelerde kralları, diktatörleri ve askerî rejimleri desteklemekte bir beis görmez. Körfez krallarıyla müttefik olabilirken halkın hür iradesiyle seçtiği Mısır'da darbeyi destekleyebilmektedir.
Bir diktatör veya bir kral Batı'nın ulvî çıkarlarına ters hareket ettiğinde ise o zaman da demokrasiyi bu aykırı kişiyi terbiye etmek için bir araç olarak kullanmaktadır. Bu meyanda Saddam Hüseyin'i hatırlayabilirsiniz.  
Batılı siyasiler, "demokrasi sadece Beyaz Batı'ya has bir yönetim şeklidir" diyen kimi Batılı düşünürler kadar dürüst olmasa da ortaya koydukları siyaset olarak bundan başkasını da söylemezler.  
Sözün özü, Batı; Müslüman dünyada demokratik, katılımcı, özgür ve müreffeh bir toplum istemiyor. Çünkü ortaya çıkan siyasi ve iktisadi sonuçlar onların bencil çıkarlarıyla örtüşmüyor. Oryantalizm boşuna İslam ve demokrasi bağdaşmaz propagandası yapmıyor. Zira Batı'nın İslâm dünyasında neden askerî darbeler yapabileceğini kendi halkına anlatması gerekir.
Mısır'daki dört başı mamur askerî darbeye darbe diyemedi Batı demokrasisi. Mısır asker ve polisinin sivillere yönelik katliamına da katliam diyemedi. Bunu Batı'nın Gezi protestoları sırasında polisin kullandığı yönteme verdiği tepkiyle kıyaslandığınızda; insan hakları, halkın iradesi gibi sloganların operasyonal araçlar olarak bize karşı nasıl kullanıldığını görürsünüz. Algıda seçici davrandığı gibi olguda da seçici davranıyor Batı.  
Müslüman dünya iktidarın yolu olarak sandığı işaretlerken Batı ise demokrasiyi rafa kaldıran askerleri müttefik olarak işaretliyor. İslâm'ı referans alan siyasi yapılara demokratik yöntemlerle de olsa iktidara gelmeyi haram kılıyor.
Velhâsıl Müslümanları haklarını almak için şiddete zorluyor. Yani tuzağa. Müslümanlar ne bu tuzağa düşmeli ne de haklarından vazgeçmelidir.
01 Ağustos 2013 Perşembe 00:04
serdard22@hotmail.com
Serdar Demirel Haber vaktim.com

mazhar

Batı, İslam dünyası ve demokrasi
Amerika ve İngiltere'nin başını çektiği Batılı egemen güçlerin emrindeki Uluslararası Toplum; Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme adına ahlak dışı politikalarını sürdürüyor.
Bu politikalarının temelinde tarihin derinliklerinden gelen kin ve nefret var. Jakobenci bir tavırla uygulanan bu politikalarda, Hukukun üstünlüğü, İnsan hakları ile özgürlükçü demokrasi gibi ilkeler ve değerler yok sayılmıştır.
Çünkü bu güçlere göre; bu değerler Batıya aittir ve patent hakkı da Batılılarındır. Demokrasiyi sahiplenmek onların müsaadesine tabidir. Onların işbirlikçiliğini kabullenmeyen siyasi hareketler halk desteğiyle iktidar olsalar da onların onayı olmadığı için meşru kabul edilmezler.
İngiltere eski Başbakanı Tony Blair'in "demokratik yoldan iktidara gelmek yetmez, batının değerlerine entegre olmaktır esas olan" şeklindeki açıklamasında Batının beklentilerini açıkça dile getirmiştir.
Batılı Emperyalizmi, kendileriyle işbirliğinde olan hukuk dışı yapılanmaları destekleyerek İslam dünyasındaki demokrasi mücadelesini sürekli olarak engellemiştir.
Günümüzde Mısır'da gerçekleşen darbe ve sonrasında yaşanan olaylar, Türkiye'de hükümet karşıtı eylemler ve Tunus'ta karşı devrim arayışları, Suriye'de iç savaşın hala devam ediyor olması başta olmak üzere İslam coğrafyasındaki kaos ve kargaşa o yanlı ve yanlış algının eseridir.
Amerika ve Avrupa ülkeleri Mısır'daki askeri müdahaleden bahsederken darbe deyimini kullanmamakta ısrarcı oldular. Çünkü bu darbenin arkasında onlar vardır.
AB'nin günler sonra Mısır ordusuna bağlı güçlerin ve özel timlerin Mursi taraftarlarına saldırısı sonrası "darbe" ifadesini kullanarak saldırıyı kınayan açıklamalarının oyun olduğu sonradan anlaşıldı.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Mısır'da ordunun yönetime el koymasının ardından görevinden alınan ve gözaltında tutulan ülkenin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile bir araya geldi ve ona iddialarından vazgeçip darbeyi kabullenmesine karşılık hem özgür olacağını hem de güvenliğini garanti edeceklerini belirten demokrasi acısından utanç verici olduğu kadar iğrenç bir teklifte bulundu.
Darbeyi meşrulaştırma olan bu girişimin devamında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, "Mısır ordusunun ülkede demokrasiyi yeniden inşa etmektedir" şeklindeki yorumu ilkeler ve değerler konusunda Batının ne kadar tutarsız olduğunu göstermiştir.
İSLAM DÜNYASI YENİ BİR
DÖNEME ADIM ATIYOR

Batılı entelektüeller ve siyasileri yıllardır "İslam ve demokrasi bağdaşmaz" iddiasında bulundu. Yine aynı Batı yıllarca kendi sunduğu kriterleri kutsal ve ulvi değerlermiş gibi empoze edip bu kriterlere uymayanları totaliter, dinci, gerici olmakla suçladı, suçluyor. Batı, Doğu'yu kendine tabi olmaya zorlarken sürekli bu değerlerin öncüsü ve üstün kültürün sahibi olarak davranmıştır. Batı "medeniyetler ittifakı" yerine, "medeniyetler çatışması"nı kendileri acısından bir kazanım olarak görmektedir. İslam dünyasında demokratikleşme yolundaki ilerleyişi engelleme adına Batı dünyası kendi savunduğu değerleri inkar edercesine bir siyasi tavır sergilemektedir.
Batılı güçlerin son yıllarda İslam ülkelerine yönelik siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik müdahaleleri Müslümanları yeni arayış ve seçeneklere sevk etmiştir. Türkiye, Mısır ve Tunus başta olmak üzere hemen hemen her İslam ülkesinde yeni bir döneme adım atılıyor.
Siyasi krizler ve toplumsal patlamalar devam ederken "demokrasi mefhumunu" ve beraberinde "demokrasi-İslam" değerlerinin ilişkilerini de yeniden tartışılmaya başlamıştır.
Genç ve dinamik Müslüman kitleler Batının tavrı karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşarken siyasi geleceğini demokrasi çerçevesinde kendi inanç değerleri üzerinden şekillendirmeyi hedefliyor. 
Tunus'ta devrim sonrası seçimlerin galibi Raşid El Gannuşi'nin lideri olduğu NAHDA Hareketi bir yanda şer güçlere karşı mücadele ederken diğer yandan ülkeyi demokratik bir sisteme kavuşturma yolunda önemli adımlar atmayı başardı.
Mısır'da ise halk şu an tarih yazıyor. İhvan Hareketinin öncülüğünde Mısırlılar iradelerini gasp eden alçak darbecilere ve onları destekleyen iki yüzlü Batılılara karşı demokrasiye, adalete sahip çıkmak için ölümü göze alarak meydanlardaki direnişlerini sürdürüyorlar.
Ellerinde kefenlerle Mursi'ye sahip çıkıp modern firavunlara karşı "asla size teslim olmayacağız" diyerek haykırıyorlar...
Batı emperyalizminin ihanet ve kehanetleri, İslam dünyasında uyanışa vesile oldu. Osmanlı sonrasında sahipsiz kalan İslam dünyası enjekte edilen morfinin tesirinden geç te olsa kurtulmuş ve artık Batıyı tanımış ve yerli işbirlikçileriyle sürdürdükleri oyunların farkındadır.
Kısacası: Böyle geldi fakat bundan sonra asla böyle gitmeyecektir...

10 Ağustos 2013 Cumartesi 00:46
Habervaktim.com. Mehmet Koçak