Umulmadık Zattan Beklenmedik Sözler

Başlatan Mücteba, 28 Ağustos 2013, 12:13:38

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Umulmadık Zattan Beklenmedik Sözler

Sakalı şerif gerçekten peygamberimize mi ait?  Ele alacağımız meseleyle ilgisi olması sebebiyle, bu makalede bazı siyasîlerin isimlerinin geçtiğini göreceksiniz. Fakat bu yazı siyâsî bir makale değildir ve ismi geçen zatların siyasî cihetleri konumuz dışıdır. Bizim konumuz, ele alacağımız meselenin sadece dinî cihetidir.

Ramazan Bayramının üçüncü gününde, bilgisayar başına oturduğum şu anda son derece gergin olduğumu ifade etmek isterim. Gerginliğimin sebebi; bu ülkede belediye başkanlığı, bakanlık ve meclis başkanlığı gibi mühim görevlerde bulunmuş olan ve el'an ülkenin yönetimini elinde tutan siyâsî teşkilatın Genel Başkan Yardımcısı olmak gibi mühim bir mevkide bulunan bir zatın, sakal-ı şerif hakkında sarfettiği son derece yanlış ve Müslümanları rencide edici sözleridir.

O zatın üzücü sözlerinin ilk cümlesini, 4 ağustos 2013 tarihli haberden okuyalım:

"AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Safranbolu ilçesine bağlı Aşağı Güney köyünde iftar yemeğine katıldı. İftar sonrası açıklamalarda bulunan Şahin, dün akşam Eskipazar ilçesi Hamzalar köyünde teravih namazı sonrası Sakal-ı Şerif'in gösterildiğini, kendisinin de katıldığını anlatarak, Sakal-ı Şerif'in Peygamber Efendimiz'e ait olup olmadığını Diyanet İşleri'nin araştırması gerektiğini söyledi."

BİLİNEN ŞEYİN NESİ ARAŞTIRILACAK?

Değerli okuyucu! Şakal-ı şeriflerin Peygamberimiz'e ait olup olmadığının; şimdiye kadar hiçbir müslüman devlet başkanının, hiçbir yöneticinin, hiçbir İslam âliminin aklına gelmediğini zannederek, durup dururken Diyanet'ten sakal-ı şerif araştırması istemek, en azından garipsenecek bir durumdur. Müslümanlar sakal-ı şerifleri 14 asırdır hiç araştırmadan, düşüncesizce ziyaret edip durmuşlar mıdır ki "Sakal-ı Şerif'in Peygamber Efendimize ait olup olmadığını Diyanet İşleri araştırsın" denilsin...

Böyle bir talepte bulunmak, asırlarca dünyaya nizâmât veren Müslüman yöneticileri ve İslam âlimlerini, İslâmî meseleler karşısında vurdum-duymazlar topluluğu saymak olmaz mı?

Böyle bir talep, aynı zamanda Müslüman önderlerin İslamî hassasiyetinden ve 1400 senelik İslam kültüründen bîhaber olmak mânâsına gelmez mi?

Şimdiye kadar Müslümanlar hiçbir araştırmaya ihtiyaç duymadan, sakal-ı şerifleri ezbere ve körü körüne ziyaret eden safderun insanlar mıydı ki 14 asır sonra Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan böyle bir araştırma istensin?

Velhasıl, siyâsî bir şahsiyetin 2013 senesinde durup dururken "Sakal-ı Şerif'in Peygamber Efendimize ait olup olmadığını Diyanet İşleri araştırsın" diye bir talepte bulunması, zihinlerde sakal-ı şerifler hakkında şüphe ve tereddütlere sebep olmaz mı?

Sayın Mehmet Ali Şahin'le ilgili haberin devamı şöyle:

"İlçe kaymakamı ve belediye başkanının kendisini teravih namazına davet ettiğini belirten Şahin, şunları söyledi: "İlçe kaymakamımız, belediye başkanımız 'Sakal-ı Şerif ziyaret edilecek' dediler ben de ilk kez bir Sakal-ı Şerif'in ziyaret edileceği böyle bir programa katıldım."

SAKAL-I ŞERİF ZİYARETİNE İLK DEFA KATILMIŞ...

Sayın Şahin sakal-ı şerif ziyaretine meğer ilk defa katılmış. Şimdiye kadar bu ziyaretin nasıl yapıldığını merak edip kimseye de sormamış. Anlaşılıyor ki, Türkiye'de doğup büyüyen Sayın Şahin'in, bu memlekette mübârek gün ve gecelerde yapılan bu ziyaret hakkında da sakal-ı şerifler hakkında da bilgisi yok. Bilgisi olmadığı için ilk defa görüverince kabullenememiş olmalı...

Sayın Şahin ilk defa gördüğü ziyareti anlatıyor:

"Teravihi orada kıldık, daha sonra indirdiler bir yerden. Çok da kalabalıktı. Özellikle hanımlar çok ilgi gösterdi. Orada bir değerlendirme yapmadım."

Anlaşılıyor ki sakal-ı şerif ziyaretini içine sindirememiş ama içindekini dışarı vurmak için ortamı da müsait görmediği için bir şey de de(ye)memiş. Demek ki değerlendirme yapsa tepki alacağının düşünmüş.

Anlatmaya devam ediyor:

"Daha sonra ilçemiz müftüsüyle çay içerken kısa bir değerlendirme yaptım. İçimdekileri ona söyleme gereği hissettim."

Artık ortamı müsait görüp içindekini dışarı vurmuş. İyi de, dinî bir meselede değerlendirme yapmak için o meseleyle ilgili dinî bilgiye sahip olmak icap etmez mi? İlmi olmadan nasıl değerlendirme yaptı ki!..

Neyse biz kendisini dinlemeye devam edelim:

"Çünkü Türkiye'nin muhtelif yerlerinde Peygamberimiz'e ait olduğu iddia edilen sakalın veya sakalından bazı parçaların, kılların muhafaza edildiği, Müslümanların da onu ziyaret ederek bir noktada bir kutsiyet atfedildiği şeklinde bir izlenim edindim."

Sayın Şahin'in izlenimi doğru. Müslümanlar olarak bizler, tıpkı hırka-ı şerif, hırka-ı saâdet ve Peygamberimiz'in taş üzerindeki ayak izleri gibi, sakal-ı şerifleri de Peygamberimiz'den kalan kutsî emanetler olarak görüyor ve onları hürmetle ziyaret ediyoruz. Evet, bunların bizim nazarımızda bir kutsîyeti vardır ve bunlara bir kutsiyet atfediyoruz.

Sayın Şahin kendisi böyle bir ziyarete ilk defa denk geliyor ya, herkesi de kendisi gibi zannettiği için sakal-ı şerif ziyaretini hiç bilinmeyen bir şeymiş gibi ayrıntısıyla anlatıyor:

"Biraz da büyüteç gibi bir camın içine konulmuş pek de fark edilmiyor."

VE ESAS SÖYLEMEK İSTEDİKLERİNE BAŞLIYOR...

"Ancak şunu biliyorum ki, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed; 'Ben iki şey bırakıyorum' demiştir. Biri Kur'an-ı Kerim diğeri de sünnet. Sünnet Kur'an-ı Kerim'in açıklaması anlamına gelir. Sevgili Peygamberimiz; 'Bunlara uyarsanız dünya ve âhiret saadetine sahip olursunuz' diyor. Başka bir şey bırakmamış."

ŞİMDİ SÖZ BİZDE

Sayın Şahin "Şunu biliyorum" biliyorum deyip devam ediyor ama daha bilmediği çok şey var. İnsan bilmediği bir konuda hüküm vermeye kalkışmamalı. Aksi takdirde, görüldüğü gibi yanlıştan kurtulamıyor. Nitekim, Müslümanları sakal-ı şerif ziyaretinden vaz geçirmek için, "Peygamberimiz Kur'an ve sünnetten başka bir şey bırakmamıştır" demek yanlıştır. Peygamberimiz pekâlâ ziyaret edilecek birçok şey bırakmıştır. Meselâ Veysel Karânî Hazretleri'ne bıraktığı hırka ki Fatih Hırka-ı Şerif Câmi'indeki hırka işte o hırkadır ve Müslümanlar tarafından göz yaşları içinde ziyaret edilmektedir.

Hayatında sakal-ı şerif ziyaretini ilk defa görüp ilk defa katılan ve bunun uygun olmadığına dair fetvayı yapıştıran Sayın Şahin, Hırka-ı şerif ziyaretine ne der acaba?

Topkapı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi'nde de Peygamberimiz'in Ka'b b. Züheyr radıyallâhü anhe verdiği Hırka-ı Saâdet var. Bu hırka da her gün binlerce ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir. Sayın Şahin'in buna ne diyeceği de merak konusu.

Bu hırkalar hakkında konuşacak mı acaba, yoksa sakal-ı şerif hakkındaki değerlendirmesini kalabalık içinde yapmaktan çekindiği gibi Hırka-ı Şerif ve Hırka-ı Saâdet hakkında da susacak ve müsait ortam mı kollayacak?

MUKADDES EMANETLER DAİRESİ?

Sayın Şahin! Sakal-ı şeriflere bir kutsiyet atfedilmesinden rahatsızsınız ama Topkapı Müzesi'ndeki Mukaddes Emanetler Dâiresi'ndeki kutsî emanetleri ne yapacaksınız? Adı üzerinde, "Mukaddes Emanetler Dairesi."

"Ben kutsiyet atfediliyor dedim, mukaddes demedim" diyerek kurtulamazsınız, çünkü "Mukaddes" ile "Kutsî" kelimesi aynı mânaya geliyor biliyor musunuz? Sizin anlayacağınız biz sadece sakal-ı şerife değil, "Mukaddes Emanetler Dairesi"nde ne varsa onların hepsine de kutsiyet atfetmişiz. Hem de devlet ve millet olarak. Çünkü "Mukaddes Emanetler Dairesi"nin resmî adı böyle.

Peygamberimiz'den ve diğer peygamberlerden kalan emanetleri, mukaddes kabul etmekle yani onlara kutsiyet atfetmekle şimdi biz milletçe ve devletçe size göre hata mı ediyoruz?

Öyleyse çıkın işin içinden bakalım. Öyle ya, devlet bile size göre hiç kutsiyet atfedilmemesi gereken emanetlere kutsiyet atfedip "mukaddes emanetler" demiş.

BUYURUN, GÖREV SİZDE...

Öyleyse, sakal-ı şerif ziyareti yapan Müslümanları, "sakal-ı şeriflere kutsiyet atfediyorlar" diye suçlamak yerine ve "Sakal-ı şeriflerin Peygamberimiz'e ait olup olmadığı araştırılsın" diye Diyanet'i göreve çağırmak yerine, gerekeni kendiniz yapsanız daha yerinde olmaz mı?

Meselâ bir kanun teklifi verip, meseleyi Meclise getirerek "Mukaddes Emanetler Dairesi"nin ismini pekâlâ değiştirtebilirsiniz. Millet de böylece peygamberlerden kalan emanetlerin "Mukaddes" ve "kutsî" emanetler olmadığını öğrenmiş ve bir yanlıştan(!) kurtulmuş olur.

Ama, peygamberlerden kalan bu emanetlerin bulunduğu mekânı ziyaret edenler yine de bu emanetlerin mukaddes ve kutsi emanetler olduğu yanlışına düşebilirler. Onun da çaresi bulunabilir. Oranın girişine şöyle bir ikaz levhası koydurun bari:

"Buradaki, peygamberlerden kalma emanetlerin hiçbir kutsiyeti yoktur ve hiç biri mukaddes değildir."

Sayın Şahin'i dinlemeye devam edelim:

"Dün akşam ilçemiz müftüsüne söyledim dedim ki, 'Hocam bu (sakal-ı şerif) gerçekten Peygamberimize ait midir?' Bunun bir araştırılması lâzım. Hatta bu konuda anayasal bir kuruluş olan ve halkımızı din konusunda aydınlatmakla sorumlu olan Diyanet İşleri Başkanlığı bir araştırma yapmalı. Milletimizi bu konuda aydınlatmalıdır."

BU MESELE KARANLIKTA MI Kİ AYDINLATACAK?

Merak etmeyin Sayın Şahin, sakal-ı şerif ziyareti hakkında eskiden beri bu milletin zihni aydınlık, başka bir aydınlatmaya ihtiyacı yok.

Çelişkili sözünüze gelince... Sakal-ı şerif ziyareti hakkında hem "Bir değerlendirme yaptım" diyorsunuz, hem de "Diyanet İşleri Başkanlığı bir araştırma yapmalı. Milletimizi bu konuda aydınlatmalıdır" diyorsunuz. İyi ama siz değerlendirmeyi zaten yapmışsınız. Diyanet'in daha ne yapmasını istiyorsunuz? Eğer Diyanet araştırma yapacaksa, siz daha önce hangi dinî bilgiyle değerlendirme yapmıştınız? Bu bir...

İki: Esasen bu hususta araştırmaya falan lüzum da yok. Çünkü bu husustaki doğru bilgiler zaten kitaplarda mevcut. Aşağıda da okuyacağınız gibi mesele araştırmaya ihtiyaç olmayacak kadar açık ve net. Amma siz ille de Diyanet'in bu hususta bir şeyler söylemesini istiyorsanız, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin 36. cildindeki Sakal-ı Şerif maddesini okuyabilirsiniz.

O maddeyi okursanız, bir daha sakal-ı şerif ziyareti hakkında konuşmamak üzere ağzınızı ömür boyu açmazsınız.

Neyse değerli okuyucular, Sayın Şahin'e bu zahmeti vermeyelim. İslam Ansiklopedisi'nin SAKAL-I ŞERİF hakkında verdiği bilgiyi biz aktaralım. Ama biraz aşağıda...

ÇİZMEYİ AŞMAK

Şimdi Sayın Şahin'i dinleyelim:

"Sevgili Peygamberimiz vefatından asırlar sonra, kendi sakalından olduğu iddia edilen o kıllara böyle bir saygı gösterileceğini bilseydi kesinlikle yasaklardı."

Önce bir soru: Peygamberimiz'in sakalına saygı gösterilmesi sizi niçin bu kadar rahatsız ediyor Sayın Şahin?

Bi kere insanın bilmediği meselelere dalıp üstüne üstlük "Kesinlikle" diyerek ahkâm kesmeye en hafif tabiriyle çizmeyi aşmak denir.

Peygamberimiz'in düşüncesi sizin düşüncenizle aynı mıdır? Siz kendinizi hangi mânevî makamlarda görüyorsunuz da Peygamberimiz namına konuşabiliyor ve "Peygamberimiz bilseydi kesinlikle yasaklardı" diyebiliyorsunuz?

Resûlüllah Efendimiz'in neye nasıl karar vereceğine dair size mânevî bir konuşma salâhıyeti mi verildi?

Siz kesinlikle yasaklardı diyorsunuz ama târihî ve ilmî gerçekler tersini söylüyor. Nitekim az aşağıda göreceksiniz.

Bir diğer nokta da şu:

Meseleyi Diyanet'e havale ediyorsunuz ama Diyanet "Sakal-ı şerifler Peygamberimiz'a aittir, ziyaret edilmesi de câizdir" derse ne yapacaksınız? "Peygamberimiz kesinlikle yasaklardı" sözünüz ne olacak?

İKİ AYRI MESELEYİ AYNI ZANNETMEK...

Sayın Şahin konuşmaya devam ediyor:

"Hz. Ömer (r.a.) döneminde bazı Müslümanlar bir ağaca kutsiyet atfetmeye başlamışlar, çaput bağlamaya bağlamışlar. Sebebi de şuymuş: Sevgili Peygamberimiz gazveye (askeri hareket) giderken o ağacın altında bir süre dinlenmiş. Kendi vefatından sonra bazı kişiler 'Peygamber bu ağacın altında oturmuş' diye orayı ziyaret etmeye, etrafında dönmeye başlayınca. Hz. Ömer emir vermiş; 'Gidin dibinden kesin, çünkü bu insanlar bir gün ona taparlar.' O nedenle İslam dininde böyle sembollere aşırı bir ilgi göstermek, kutsiyet atfetmek yoktur."

Sayın Şahin! Bu konuda söz söyleyebilmek için önce o ağacın kesilmesiyle sakal-ı şerif ziyaretinin aynı olmadığını bilecek kadar dinî ilme sahip olmak icap ediyor. Bu iki meselenin arasındaki farkı bilmeyenlerin, bu konuda susmaları icap eder.

Peygamberimiz'e ait şeylere aşırı ilgi ve kutsiyet gösterme meselesine gelince...

Kitaplarda okumayanlar bile küçüklüklerinde ana-babalarından dinlemişlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) hırkasının Veysel Karânî Hazretleri'ne verilmesini vasiyet etmiş. Hazreti Ömer ile Hazreti Ali Efendilerimiz de, Peygamberimiz'in vefatından sonra Veysel Karânî Hazretleri'ni bulup mübârek hırkayı ona teslim etmişlerdi. Hazreti Veysel mübârek hırkayı hürmetle aldı. Gözyaşları içinde öptü ve secdeye kapanıp uzun müddet secdede kaldı...

İşte bu, Peygamberimiz'ın hırkasına basbayağı aşırı bir ilgi göstermek ve kutsiyet atfetmektir. Öyleyse Veysel Karânî Hazretleri de mi yanlış yapmış oluyor?

HEM ACÛL HEM CÜRETKÂR...

Sayın Şahin! Hüküm vermekte hem aceleci hem cüretkârsınız. Aceleyle kalkan yanlışlıkla oturur bilmez misiniz?

"İslam dininde böyle sembollere aşırı bir ilgi göstermek, kutsiyet atfetmek yoktur" diyerek Diyanet'i unutup alelacele kendiniz hüküm vermeye kalkışıyorsunuz. Mukaddes ve kutsiyet kelimesinin mânâlarının aynı olduğunu bilmiyor ve "Mukaddes Emanetler Dairesi"ni hergün binlerce müslümanın ziyaret ettiğini de unutuyorsunuz.

Mukaddes olduğu için "Mukaddes emanetler" denilen o mukaddes yani kutsî emanetleri hürmetle ziyaret eden sayısız müslümanın toptan yanlış bir inanç ve icraat içinde olduğunu söylemeye asla hakkınız olmadığını unutmamanız icap etmez mi?

ÇAĞRI MI HÜKÜM VERMEK Mİ, HANGİSİ?

Sayın Şahin, şu cümlelerinizdeki çelişkinin/tenakuzun farkında mısınız:

"Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hocamıza da çağrıda bulunuyorum. 'Bu Sakal-ı Şerif konusu nedir?' Yani biz topraktan geldik toprağa gidiyoruz önemli olan İslam Peygamberinin getirmiş olduğu ilahi mesajdır, İslam'dır. Bunun dışında efendim şu parçası, bu parçası, sakalı bunun İslam ile pek bağdaşır yanı olmadığını ifade etmek istiyorum."

Çelişki şurada: Hem "Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hocamıza çağrıda bulunuyorum. Bu Sakal-ı Şerif konusu nedir?" diyor hem de "bunun İslam ile pek bağdaşır yanı olmadığını ifade etmek istiyorum" diyorsunuz.

Hem soruyor hem de cevabını beklemeden hükmü basıyorsunuz. O zaman Diyanet İşleri Başkanı'nın bir şey söylemesine lüzum kalıyor mu?

Yoksa bizim anlamadığımız başka bir şey mi var? "Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hocamıza çağrıda bulunuyorum" derken, yoksa "Sayın Başkan! Ben bunun İslam ile pek bağdaşır yanı olmadığını ifade etmek istiyorum, sen de benim istediğim şekilde konuş" demek mi istiyorsunuz? Yani, bu sözün altında Sayın Başkan'a bir talimat mı var?

Neyse... Sayın Şahin önce kendisi hüküm veriyorsa da sonunda madem meseleyi Diyanet'e havale ediyor, öyleyse kendisine Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin 36. cilt 2. ve 3. sahifesindeki bilgilerle cevap verelim. Görelim bakalım bizzat Peygamberimiz'in ve sahâbelerinin sakal-ı şerif ile alâkalı tavırları nasılmış.

(Not: Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, aynı zamanda Diyanet Vakfı'nın Mütevelli Heyeti Başkanı'dır. Yani aşağıdaki cevaplar, tam Sayın Şahin'in istediği yerden.)

İŞTE TÜRKİYE DİYANET VAKFI ANSİKLOPEDİSİ'NİN SÖYLEDİKLERİ

a- "Resûl-i Ekrem'in saç ve sakalından günümüze ulaşan teller, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi mukaddes Emanetler Dairesi ile dünyanın çeşitli yerlerindeki câmi ve evlerde "Lihye-i saâdet, lihye-i şerif, sakal-ı şerif" adı altında muhafaza edilmektedir. Her ne kadar bunlara genelde sakal (lihye) deniliyorsa da büyük bölümü saç telidir. Hz. Peygamber'in tıraşı sırasında kesilen saç ve sakal tellerini bazı sahabîler alarak saklamıştır."

b- "Hudeybiye Antlaşmaşı'nda müşriklerin temsilcileri arasında yer alan Ureve b. Mes'ud "... sahabîlerin, Resûl-i Ekrem'in saçından düşen bir tek teli dahi muhafaza ettiklerini söylemiştir." (Müsned, IV, 324)

c- "Resûlüllah tıraş olurken insanlar onun etrafını sarar, berberin kestiği saç tellerini daha yere düşmeden almaya çalışırlardı." (Müslim, Fezâil, 75)

d- "Veda Haccı sırasında Resûl-i Ekrem'i, Ma'mer b. Nadle el-Adevî tıraş etmiş ve kestiği saçların bir kısmını sahâbîlere, bir kısmını da kendi ailesine dağıtması için Ebû Talha el-Ensârî'ye vermiştir." (İbn Hacer, II, 269, Müsned, III, 256, Müslim, Hac 323,326)

"Ebû Talha'nın şahsına ayırdığı saçlar daha sonra Üvey oğlu Enes b. Mâlik'e, ondan da çocuklarına ve torunlarına intikal etmiştir."

İşte Sakal-ı şeriflere kutsiyet atfetmenin doğru olmadığına dair ashab ve tâbiînin tavrı:

e- "Ashabtan, tâbiînden ve mezheb imamlarından sakal-ı şerife sahip olanların, ondan bereket umdukları bilinmektedir. Enes b. Mâlik, vefatı sırasında talebesi Sabit el-Bünânî'den, öldüğünde bu saç tellerinden birinin dilinin altına konmasını istemiştir." (İbn Sa'd, VII, İbn Hacer, 1, 127)

f- "Savaşlarda da bu saç tellerinin zafer kazanmada etkili olduğuna inananlar vardı. Halid b. Velid (r.a.) Yermük Savaşı sırasında düşürdüğü serpuşunun (kalensüve) israrla bulunmasını istemiş, bulunduğunda çok sevinerek Resûl- Ekrem'le birlikte yaptığı bir umrede insanların onun saçından bir tele sahip olmak için birbirleriyle yarıştıklarını, kendisinin de o sırada alabildiği birkaç teli serpuşunun (sarığının) içinde taşıdığını söylemiştir." (Ebû Ya'lâ, XIII, 106, Taberânî, IV, 104-105, Hâkim, III, 338)

Sakal-ı şeriflere değer verenler sadece Türkiye müslümanları da değildir:

"Muhtemelen bu rivâyetten hareketle, Hindistan'da Bâbürlü ordusunun sefer sırasında en önünde giden ve hükümdarın sancağını taşıyan filin arkasından ikinci bir filin üzerinde küçük bir sandık içinde sakal-ı şerif taşınırdı." (ERE, X, 662)

Peygamberlerden sonra en üstün insanlar olan ashab-ı kiramın sakal-ı şerife verdiği değere başka bir misal:

g- "Bey'atürrıdvan'a katılanlardan Ebû Zem'a el-Belevî'nin, Hâlid b. Velid gibi serpuşunda üç tel sakal-ı şerif bulunduğu, vefatında bunlardan ikisinin gözleri, üçüncüsünün de dili üzerine konulduğu söylenmektedir." (Ahmet Teymur Paşa, s. 84, 85)

h- "Aynı şekilde Muaviye b .Ebû Süfyan, Ömer b. Abdülüaziz ve Ahmed b .Hanbel'in de vefatlarında, sahip oldukları sakal-ı şeriflerle beraber gömüldükleri bilinmektedir." (İbn Sa'd, V, 406, ibnül Cevzî, II, 357)

Ashab-ı kiramdan sonraki müslümanların sakal-ı şerife verdiği değer de aynıdır:

"Enes b .Mâlik'in azatlısının oğlu olan tâbiîn âlimi İbn Sîrîn, kendisinde Hz. Peygamber'e ait birkaç saç teli bulunduğunu söylediğinde, Resûlüllah'ın sağlığında Müslüman olan, fakat onu göremeyen Kûfeli fakîh Âbide es-Selmânî, "Onun bir tek saçına sahip olmayı, yeryüzünün bütün altın ve gümüşlerine tercih edeceğini" belirtmiştir." (Buhârî, Vudû, 33)

Memlüklüler de sakal-ı şeriflere aynı hürmet ve değeri gösteriyorlardı:

i- "Evliya Çelebi, Memlük Hükümdarı Kansu Gavri'nin, Osmanlıların karşısında yenilmeleri halinde gemilere yüklenerek kaçırılmasını istediği mukaddes emanetler arasında bir tutam lihye-i saadetin yer aldığını söyler." (Dia, XXXI, 109)

Bütün İslam dünyasının tavrı aynı:

j- "Ahmet Teymur Paşa da yaşadığı dönemde varlığı bilinen sakal-ı şeriflerin, İslam dünyasının hangi şehirlerinde ve bu şehirlerin nerelerinde bulunduğunu bir liste halinde kaydetmiştir." (el- Âsârün-nebeviyye. S. 83 vd.)

Tabii ki Osmanlılar da sakal-ı şeriflere gereken hürmet ve değeri gösteriyorlardı:

"Ahmet Teymur Paşa, Sultan Mehmet Reşat döneminde Topkapı Sarayı'ndaki mukaddes emanetler arasında kırk üç adet sakal-ı şerif olduğunu ve padişahın bunların yirmi dördünü bazı Osmanlı beldelerine gönderdiğini, birini de İstanbul'a yaptığı ziyaret sırasında Sultan Cihan Begüm'e hediye ettiğini bildirmektedir." (a.g.e., s. 91, 95)

k- "Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi'nde değerli sandıklar ve bohçalar içerisinde altın, gümüş, kristal ve porselen mahfazalarda korunan sakal-ı şeriflerden bazıları sergilenmektedir." (Envarter nr. 21/35, 48, 389, 402, 457, 462)

l- "Abdülaziz Bey, İstanbul'da büyük konaklarda muhafaza edilen çok sayıda sakal-ı şerif olduğunu, bu konaklarda en üst katta yer alan küçük bir odanın mescid gibi düzenlenerek bu odaya "lihye-i saadet odası" denildiğini yazar ve sakal-ı şeriflerin nasıl ziyarete açıldığını anlatır." (Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, s. 248-250)

Sayın Şahin! Diyanet'ten bilgi istiyordunuz ya. İşte Diyanet'in verdiği başka bir bilgi:

m- "Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan verilen bilgiye göre 422 tanesi İstanbul'da olmak üzere Türkiye'de 1818 adet sakal-ı şerif bulunmaktadır. Ramazan ayının on beşinden sonraki gecelerde ve diğer mübârek gecelerde sakal-ı şerif bohçaları ziyaretçilerin hep birlikte okuduğu tekbir ve salât-ı ümmiye eşliğinde açılır. Mahfazalar cemaatin yoğunluk derecesine göre ya önünden geçerken salevât getirilerek ya da öpülerek tâzim edilir. Sakal-ı şeriflerin ramazan gecelerinde camiler arasında dolaştırılması da âdettir. "

Bu 1818 adeti sadece Diyanet'in kaydında olanlardır. Bir de diğerlerini düşünelim...

n- "... Hazreti Peygamber'in hırkası, sakalı vb. şeyler asıl kurtuluş yolunu hatırlatıcı birer uyarıcı olup bunlar sayesinde mü'minin gönlünde tazelenen duygular onun davranışlarını olumlu yöne çevirdiği takdirde makbul olur. Aslında Kâbe'nin de icra ettiği fonksiyon buna benzemektedir. Bu tür varlıklara izafe edilen kudsiyet, kuddûs olan Allah'a yönlendirmesi mânasına alınmalıdır."

Değerli okuyucular! Ecdadımız, "el-ârifü yekfîhi'l işâre/ârif olana bir işaret yeter" buyurmuşlar. Ama biz işaret etmekle kalmayıp daha fazlasını yaptık. TDV İslam Ansiklopedisi'nden 14 madde halinde "a"dan "n"ye kadar işte birçok bilgi aktardık. Bu bilgiler, ilme ve doğru bilgiye itibar edenler için, sakal-ı şerif ziyaretleriyle ilgili şüphe ve tereddütleri gidermeye fazlasıyla yeter. ...

Yukarıdaki "n" maddesi, bilmediği halde "İslam dininde böyle sembollere aşırı bir ilgi göstermek, kutsiyet atfetmek yoktur" diyen Sayın Şahin'e ayrıca bir cevap teşkil etmektedir.

DÜNYA BİRİNCİSİ KİTAP NE DİYOR?

M. Asım Köksal'ın dünya birinciliği almış olan Hz. Muhammed (a.s.) ve İslamiyet isimli eserinin 11. cilt 131, 132 ve 133. sahifelerinde şunlar anlatılıyor:

a- "Peygamberimiz hicretin altıncı yılında Hudeybiye umresinde başının saçını kazıttı. Hıraş, Resûlüllah'ın saçlarını bir ağacın üzerine koydu. Ashab-ı kiram o saçları alıp bölüştü. Bunu anlatan Ümmü Umâre (radıyallâhü anhâ) da halkın aralarına sokulup onlardan bir demet de kendisi almış, vefatına kadar yanında bulundurmuştur. Hastalar şifa için o saçları batırdıkları su ile yıkanmışlardır." (Vâkıdî, Megazî. c. 2, s. 615)

b- "Ashabdan Ma'mer b. Abdullah, Veda Haccında Mina'da Resûlüllah'ı tıraş ettiğini anlatıyor. Müslümanlar Peygamberimiz'in kesilen saçlarını almak için hazırlanmışlardı. Peygamberimiz Ebû Talha'yı çağırıp kesilen saçlarını ona verdi ve "Bunları halka bölüştür" buyurdu."

c- "Sahabîler Peygamberimiz'in saçını yere düşürmemek için çevresini sarmışlar ve saçının bir tek telini bile yere düşürmemişlerdir." (İbn-i Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 181; Ahmed b. Hanbel'den naklen Ebülfidâ, sîre c. 4, s.378)

d- "Peygamberimiz'in alnının saçı tıraş edildiği zaman, Halid b. Velid "Ya ResûlAllah! Alnının saçını bana ver. Anam babam sana feda olsun, hiç kimseyi bu hususta bana tercih etme" diye yalvardı. Saçlar kesilip kendisine verildi. O da aldı, gözlerine sürdü ve kalensüvesinin/külahının ön kısmına yerleştirdi.

Halid b. Velid'in, bu mübârek saç sayesinde yenmediği düşman topluluğu yoktur. Nitekim kendisi, "Ben onunla hangi tarafa yöneldimse orası fetholundu" demiştir."

e- "Peygamberimiz'in kesilen saçından zevceleri de almışlardır."

NETİCE

Sakal-ı şeriflere hürmet edilip edilmeyeceğini ashab-ı kiram elbette bizden daha iyi bilir. Onların bu husustaki hallerini yukarıda belgeledik. Artık yanlışta israra lüzum kalmadı.

Sayın Şahin! Sizin sakal-ı şerif ziyareti hakkında söylediklerinizin aynısını Yaşar Nuri Öztürk söylüyordu. Biz sizden sakal-ı şeriflere hürmet umar ve beklerken, tersine Yaşar Nurilerin ağzıyla konuşmanız Müslümanları üzmüş, kırmış ve küstürmüştür. Çünkü meşhur sözdür, "İnsan umduğu yere küser."

Eğer İslam adına yapılan ve doğru zannedilen bazı yanlışları görüyor da bunları düzeltmeyi kendinize vazife addediyorsanız, sakal-ı şerif ziyaretine gelene kadar daha başka şeyler var, onları tenkit edin. Meselâ alevî vatandaşların yaptıkları semah...

Sakal-ı şerif ziyaretlerine itiraz konuşmanızda, Peygamberimiz'in iki şey bıraktığını, onların da Kur'an ve sünnet olduğunu söylüyorsunuz. Kur'an ve sünnette semah diye bir şey yok. Sakal-ı şerif ziyareti hakkında kullandığınız tavırla, semahın da Kur'an ve sünnette yerinin olmadığını söyleyebilir misiniz?

Söyle(ye)meyeceğiniz kesin. Ama hayır diyorsanız, buyurun semahı tenkit edip beni yanıltın. Konuş(a)mayacaksanız, ki konuşmazsınız, şu sorunun sorulacağını biliniz:

"GÜCÜNÜZ SADECE EHLİ SÜNNETE Mİ YETİYOR"

Ve meselâ, tasavvufta çalgı, saz-caz diye bir şey yok. Ama "tasavvuf mûsikisi" diye bir şey tutturulmuş gidiyor. Yani tasavvuf yok mûsikîsi var. Ama bu da Kur'an ve sünnette yok.

Şimdiye kadar, "Şu tasavvuf mûsikisi dediğinizin mûsikisini bırakın da bir de kendisini görelim. Kendisi olmayanın mûsikisi mi olur! Şimdiye kadar kim sazla-cazla, dambur-dumburla Allah'a ulaşmış! Bunun Kur'an ve sünnette yeri yoktur" demek ve bu tavrı tenkit etmek hiç aklınıza geldi mi? Gelmediyse bundan sonra semah, semâ ve tasavvuf mûsikîsini de tenkit etmeyi düşünüyor musunuz?

Peygamberimiz'in "Ben size iki şey bıraktım: Kur'an ve sünnet" sözünü biliyorsunuz ama sadece bunu bilmekle dinî meselelerde hüküm verilemeyeceğini bilmiyorsanız; biliniz

Kandil gecelerinden önceki gündüzlerde kandil simitleri satıldığını bilirsiniz. Peki Kur'an ve sünnette kandil simidi yapmak var mı?

Şimdi kandil simidinin de İslam dışı olduğunu mu söyleyeceksiniz?

Sayın Şahin! Kandil simidi, hiç olmazsa kandilleri hatırlatan güzel bir uygulamadır. Aynen bunun gibi, sakal-ı şerif ziyaretleri de, Peygamberimiz'in mübârek hırkaları ve diğer mukaddes/kutsî emanetler de Peygamberimiz'i ve diğer peygamberleri hatırlatan kutsî şeylerdir. Onları ziyaret de peygamber aşkının bir tezahürüdür.

Değerli okuyucular! Bizde sakal-ı şerif ziyaretlerinin aleyhinde konuşulurken bakın dışarıda neler oluyor. Bu ibretlik haberi Sayın Mehmet Ali Şahin'e ithaf ediyorum. O haber şöyle:

KİEV'DE SAKAL-O ŞERİF İZDİHAMI

Ukrayna'ya Ramazan Bayramı'na özel getirilen Sakal-ı Şerif büyük ilgi gördü

"Ukrayna Müslümanları Dini İdaresi (DUMU) tarafından Ukrayna'ya Ramazan Bayramı'na özel getirilen Sakal-ı şerif büyük ilgi gördü.

Bayram namazı akabinde gösterilen Sakal-ı şerif, dünyanın değişik ülkelerinden inananları başkent Kiev'deki Ar-Rahma Camii'nde buluşturdu.

Cami imamları, toplanan cemaate Sakal-ı şerifin günümüze kadar ulaşması ve Hz. Muhammed (sav)'in sünneti hakkında bilgi verdi. Ukrayna Müftüsü Şeyh Ahmed Tamim yaptığı konuşmada, "Sakal-ı şerifi, Ukrayna'ya getirme imkânımız oldu. İstedik ki Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sav) bereketi Müslümanların bulunduğu bu beldeye de yansısın." dedi.

Müslümanlar cami içinde Sakal-ı şerifi görebilmek için uzun kuyruklar oluşturdu. Saatlerce süren gösterimde cemaatin yığılması nedeniyle izdiham yaşandı. Ahmed Tamim, cemaati sık sık sıraya girme hususunda uyardı ve en son kişi görene kadar gitmeyeceğini söyledi.

Salevâtlar eşliğinde gerçekleşen Sakal-ı şerif ziyaretinde isteyenlerin cep telefonu ile fotoğrafının çekmesine ve özel bir muhafaza içerisindeki Sakal-ı şerife dokunulmasına izin verildi. Sakal-ı şerif ziyareti, camide bulunan büyük küçük herkes görene kadar devam etti.

Sakal-ı şerif ile birlikte, nesillerden nesillere aktarılışını ve isnadını gösteren belge de beraberinde hazır bulunduruldu.

Daha önce de dini günlerde ülkeye getirilen Sakal-ı şerif, Ukrayna'nın birçok bölgesinin yanı sıra Kırım Özek Cumhuriyeti'nin değişik şehirlerinde de halkın ziyaretine sunulmuştu."

Not: Az altı çizili kelimelere dikkat. Sakal-ı şeriflerin isnatları, envanterleri yani nüfus cüzdanı vardır. Dolayısıyla, hiçbir kimse her hangi bir kıl parçasını sakal-ı şerif diye yutturamaz.

Sayın Mehmet Ali Şahin bu bilgiye yabancı olduğu için öyle konuşmuş olmalı...

Makalemizi geçmişe ait bir hatırlatmayla bitirmek istiyorum.

Birkaç sene önce Sayın Başbakan, o günkü sağlık bakanı Recep Akdağ'ın da bulunduğu bir toplantıda, ele alınan bir konu hakkında, "Bu konuda sağlık bakanımla aynı görüşte değilim" demişti.

Sakal-ı şerif hakkında da Sayın Mehmet Ali Şahin'le aynı kanaatta olmadığını biliyoruz. Biliyoruz ama kamuoyunun rahatlaması bakımından, "Sakal-ı şerif hakkında genel başkan yardımcımla aynı kanaatta değilim" demesini de bekliyor ve arzu ediyoruz...

Ali EREN | 24.08.2013 14:41 | www.haberkita.com

mazhar

Bu güzel makaleyi, yazıyı bizimle paylaştığınız için teşekkürler. Ali Bey, Elinize sağlık her şeyi güzelce anlatmışsınız.

 Fakat, benim anlamadığım laik bir ülke de, devlet  adamları neden dini konularda 'fetva' verme ihtiyacı duyuyorlar..?

Gül_Sultan

Alıntı yapılan: mazhar - 28 Ağustos 2013, 15:18:13Fakat, benim anlamadığım laik bir ülke de, devlet adamları neden dini konularda 'fetva' verme ihtiyacı duyuyorlar..?
-))? :kart g2)) +=)

Bu yorumu okumadan, benzer düşünceleri bizde sarf ettik. Demek ki aklın yolu bir.

Burdan şu çıkarım yapılabilir. Ya laik görünerek solcuları kandırmaya çalışıyorlar ya da dindar görünerek sağcıları kandırmaya çalışıyorlar. :) 

Ki bundada muvaffak oluyorlar.
Dünya geçer, İnsan göçer ancak kurtuluş Müttakîlerindir.