Seks Köleliğine Ses Çıkartmayan Kemalist ve İslamcı Feministler | Maddi ve ...

Başlatan Mücteba, 02 Şubat 2013, 17:32:54

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Seks Köleliğine Ses Çıkartmayan Kemalist ve İslamcı Feministler

Radikal Gazetesi’nde İstanbul genelevleri hakkında bir röportaj yayınlandı. Bilindiği gibi ve maalesef ülkemizin birçok şehrinde TC’nin koruması altında yasal genelevler çalıştırılmaktadır. Bunların özellikleri şunlardır:

1. TC, Uluslararası Kadın Hakları Sözleşmesi’ne imza koymuş, kadınların fahişe olarak çalıştırılmasına, seks köleliğine rıza göstermeyeceğini ve izin vermeyeceğini beyan etmiştir. Bugünkü uygulama ile laik Cumhuriyet rejimi bu taahhüdünü çiğnemektedir.

2. Devlet bu evlerden KDV ve gelir vergisi alıp bütçesine koymaktadır.  Bu gelirin ahlak dışı, haram bir gelir olduğunda en ufak bir şüphe yoktur. Devleti bağlayan etik kurallar vardır, bunlar ayaklar altına alınmıştır. Devletin, bir tür kumar olan Milli Piyango, Lotarya gibi oyunları da bu haram işlerdendir.

Bugün ülkemizde kadın hakları, hürriyetleri ve haysiyeti uğrunda yeri göğü inleten iki ayrı kesim bulunmaktadır.

Bunların birincisi laik, Kemalist, çağdaş, bir kısmı ateist feministlerdir.

İkinci kısmı ise, bilhassa Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kadrolaşmış İslamcı feministlerdir.

Bu iki kesim de ülkemizdeki yasal, KDV’li, gelir vergili, polis korumalı seks köleliğine muhalefet etmemekte, karşı çıkmamaktadır. Bu ise dehşet verici bir suskunluk ve kabuldür.

Avrupa’da da yarı yasal, devletin göz yumduğu seks köleliği mevcuttur diyenler çıkacaktır. Onlara derim ki: Türkiye Devleti kötü örnekleri, kötü uygulamaları, ahlaksızlığı taklit edemez. Bazı Avrupa ülkelerinde eşcinseller Protestan kiliselerinde papaz tarafından evlendiriliyor… Onlar yapıyor diye bizde de mi yapılsın?

Ülkemizdeki halkın çoğunluğu Müslümandır. İslam dini evlilik dışı cinsel münasebetlere izin vermez. Zina yapanlara (evli iseler yahut başlarından evlilik geçmişse) idam cezası verilir; başlarından hiç evlilik geçmemişse yüzer sultanî sopa vurulur ki bazısının kalıbı bir daha doğrulmamak şartıyla yerde kalır.  

İslam hukukuna göre zina suçunun sabit olması (ispat edilmesi) için dört şahidin çiftleri tam cinsel münasebet halinde görmüş olması gerekir. Bu da çok zordur.

Bazı reformist, modernist,  fıkıh ve mezhep aleyhtarı, Sünnet muhalifi ilahiyatçıların “İslam’da recm haddi yoktur” demeleri cahillikten de öte bir hezeyandır.

Evet, TC Kemalist, laik bir rejime sahiptir. Son on küsur yılda o kadar ilerlemiştir ki, Atatürk’ün Ceza Kanunu’nda bile var olan zina suçunu ve cezasına, yeni Ceza Kanunu’nda yer vermemiştir.

Feminizm İslam dinine uymayan sapık ve bozuk bir ideolojidir. Türkiye’de çoğulculuk vardır. Dileyen feminist olabilir. Kemalist feminist olabilir, İslamcı feminist olabilir… Lakin ister Kemalist ister İslamcı olsun, şayet samimi ise yasal TC genelevlerine, devlet himayesinde seks köleliğine, fahişeliğe, malum “TC vesikalara” mutlaka muhalefet etmeleri, karşı olmaları gerekir. Aksi takdirde samimiyetsizdirler.

Hem feminist olacak, hem de yasal seks köleliğine ses çıkartmayacak… Evet onlar samimî değil, riyakardır.


“İkinci yazı”

Maddi ve Manevi Kalkınma



İKİ türlü kalkınma vardır. Maddi kalkınma ve zenginlik… Manevi, kültürel, ahlakî kalkınma… Türkiye’mizin maddi kalkınma ve zenginlik bakımından çağ atladığında hiç şüphe yoktur. Otoyollar, havaalanları, hızlı trenler, gökdelenler, limanlar, lüks meskenler, lüks otolar, lüks hayat… Yüzlerce yeni üniversite açıldı. Üretim ve ihracat çok arttı. Bereket yok ama bolluk var.

Buna paralel olarak, manevi kalkınma var mı? İşte burası çok tartışılır. Bence maddi kalkınmaya paralel, manevi kalkınma yok. Maneviyat, ahlak, fazilet, gerçek medeniyet konusunda bırakın kalkınma, dehşet verici bir gerileme var.

Diyorlar ki: Çok kitap satılıyor. Bazen bir tek kitap bir milyon adet basılıyor… Bu boş ve aldatıcı bir iddiadır. Halkının 1928’den önce basılmış, yazılmış kitap ve belgeleri, atalarının eski mezar taşlarını okuyamadığı bir ülkede günün modasına uygun bir kitabın bir milyon satması kültür kalkınmasına delil teşkil etmez.

Soruyorum: Bu ülkede Sokrates’in Müdafaası, Descartes’ın Metot Üzerine Nutuk, Rousseau’nun İçtimaî Mukavele kitapları gibi kalıcı, yüzyıllara meydan okuyucu klasikler yazılabiliyor mu?

Minâ Urgan’ın Bir Dinozorun Anıları yüz binlerce basıldı ve satıldı. Sonra ne oldu? Saman alevi gibi parladı ve söndü.

Çılgın Türkler kitabı bir milyon sattı da ne oldu?

Hakiki kültür bin yıl sönmeden yanan ateş gibidir. O ateşi saman aleviyle karıştırmamak lazım.

Eskiden bu coğrafyada fütüvvet ahlakı varmış. Şimdi yerinde yeller esiyor.

Bir memlekette sağlam kültür ve medenî kalkınma olup olmadığını anlamak için mimariye bakmak yeterlidir. “Milli Mimarî” terk edildikten sonra güzel binalar yapılabildi mi? Hitler’in ve Mussolini’nin mimarlığı vardı ama Kemalizm’in yoktu.

Kültür anıtları iki malzemeyle yapılır: Lisanla ve yapı malzemesiyle.

1950’lere kadar Yahya Kemal ve benzeri büyük edipler vardı ama onlar Cumhuriyet çocukları değil, bazısı aslını inkâr etseler bile Osmanlı çocuklarıydı.

İstisnalar kuralları bozmazmış. Tek tük güzel ve kalıcı kitapların yayınlanması, beş on güzel bina dikilmesi; genel çirkinliğin, kültür geriliğinin, okur yazar cahilliğinin ….

Sovyetler Birliği dünyanın ikinci büyük askeri gücüydü ama yıkıldı. Çünkü bozuk ve yanlış bir ideoloji, çarpık bir dünya görüşü üzerine kurulmuştu.

Hitler rejimi ordu, sanayi, üniversiteler, ilmî araştırmalar, teknik harikalar, nizam ve disiplin bakımından harikalar sergiliyordu; o da feci şekilde battı. Çünkü Nazizm bozuk ve yanlış bir ideolojiydi.

Çin ilerleyebildiyse Mao’nun resimlerini ve heykellerini bırakmasına ama Maoculuğu terk etmesine borçludur. Türkiye’deki dominant resmi ideoloji milli kimliğimize ve kültürümüze aykırıdır ve onunla hem maddi hem manevi kalkınma, sağlıklı ilerleme olmaz. Yollar, köprüler, gökdelenler, limanlar, havaalanları, otomobiller, hızlı trenler harika ama ülkede sosyal barış ve mutabakat berhava olmuş; otuz seneyi aşkın iç savaşa benzer bir terör hükümferma, ülke bütünlüğü tehlikede, kokuşma had safhada, okul ve üniversite sayısı arttıkça suçlu sayısı da artıyor, hapishaneler tıklım tıklım dolu. Bu ne biçim kalkınmadır.


Mehmet ŞEVKET EYGİ - 2 Şubat 2013 Cumartesi

mazhar

#1
Maddî ve Mânevî Kalkınma İyi ve Vasıflı Müslümanlarla Olur..

Dünyanın en iyi hastahanesini düşünün. Her konuda dört dörtlük.İdaresi mükemmel, doktorları birinci sınıf. Hastalara çok iyi bakılıyor. Sadece yurt içinden değil, dünyanın her yerinden hasta geliyor...
Bu hastahanenin üstünlüğü, mükemmelliği nereden kaynaklanıyor? Elbette ki, idareci ve doktorlarından. Bu vasıflı, iyi, güçlü, üstün idareci, doktor ve diğer personeli oradan atın, yerlerine vasıfsız, çapsız, kalitesiz kimseler getirin, hastahane birkaç ay içinde batacaktır. Fabrikalar, okullar, üniversiteler ve ülke idaresi de böyledir.
Din hizmetleri ve çalışmaları da böyledir. Bu hizmet ve faaliyetleri vasıflı, güçlü, üstün, ahlâk ve fazilet sahibi, bilge, doğru insanlar yürütürse ortaya harikalar çıkar. Bunları vasıfsız, ehliyetsiz, çapsız kişiler yaparsa bir sürü hezimet, felâket, hüsran olur.
Bazıları, kanunlar nizamlar iyi olursa ülke iyi idare edilir sanıyor. Yanlış ve eksik düşünce. Sadece kanun ve nizamların iyi olması yeterli olmaz; bunları uygulayacak elemanların, kadroların, idarecilerin de iyi olması gerekir. Bu ikinciler vasıflı ve iyi olmazsa, kanunların mükemmeliyeti işe yaramaz.
Norveç'te, Finlandiya'da, İzlanda'da, Singapur'da rüşvet yok, kokuşma yok, ihalelere fesat karıştırmak yok. Çünkü oradaki idareciler bunlara tenezzül etmiyor. Farz-ı muhal, etmek isteseler bile fırsat bulamıyorlar. Hem kanunlar önlüyor, hem vasfılı insanlar yapmıyor.
Türkiye, 10 üzerine 3 küsur not ile (Ak Parti'nin 11 yıllık iktidarı sonunda 5'e çıktı ama en az 7-8 olmalıdır) kokuşma yahut şeffaflık konusunda dünya ülkeleri listesinin diplerinde yer alıyor. Niçin? Bu niçinin sebeplerini öğrenmedikçe temiz bir Türkiye isteklerimiz hayalden öteye geçemez. İslâm dini, dar mânâda bir din değildir, onun dünya ile, aksiyon ile ilgili hükümleri de var. İslâm hem bir din, hem bir nizam, hem de bir medeniyet ve kültürdür (yaşam tarzı).
İslâm'ın prensiplerine bakalım: Ø  Yalansöylemek yok,
Ø  Söz verip de sözünü tutmamak yok,
Ø  Emanete hıyanet yok,
Ø  Haram yemek yok,
Ø  Rüşvet kesin olarak yasak,
Ø  Mülkün temeli ve bekası adalet ile kaim,
Ø  Komşusu aç iken tok yatmak yok,
Ø  Lüks, israf, aşırı tüketim, saçıp savurma yasak,
Ø  İyi Müslüman aynı zamanda iyi komşu, iyi insan, iyi vatandaş, iyi amir ve memur, iyi patron, iyi çalışan demek,
Ø  Gıybet yaparak başkalarını çekiştirmek, ölü kardeşinin etini yemek kadar çirkin bir iş,
Ø  Ortahalli, kanaatli, iktisatlı, mütevazı bir hayat sürmek tavsiye ediliyor,
Ø  Kendi babasının, kardeşinin aleyhinde de olsa doğru şahitlik yapmak farz,
Ø  Her türlü sömürücülük yasak,
Ø  Müslüman, din kardeşinin kurdu değil, meleği olmakla vazifeli...
Daha çok hükümler var ama bu kadarını yazıyorum.
Şimdi biz Müslümanlar, takkelerimizi önümüze koyalım ve şu sorunun cevabını verelim: Biz yukarıda saydığım hüküm ve ilkeleri hayatımıza ve hayata uyguluyor muyuz?
Elbette her Müslümanı suçlamıyorum ama bizde, dinimizin kesin olarak yasakladığı, kötü gördüğü nice kötülüğü pervasızca yapan fasık, facir, asi var.
İslâm gıybeti yasaklıyor, biz bol bol gıybet ediyoruz. İslâm haram yemeyi yasaklıyor, bizden bazıları domuz gibi haram yiyor.
Hazret-i Ebubekir'in, Hazret-i Ömer'in örnek hayatlarından, ahlâklarından, icraatından bahs edip duruyoruz; tatbikatta onların yaptığının tam tersini yapıyoruz.
Müslümanlığın temel prensiplerinden/farzlarından biri de emr-i maruf ve nehy-i münkerdir; yani iyiliği emr etmek, kötülüğü yasaklamaktır. Biz Müslüman toplum olarak bunu yapıyor muyuz?
Peygambere iman etmek, O'nun Sünnetini tutmak, O'nun hayat tarzını benimsemek her Müslümana farzdır. Biz bu farzı yerine getiriyor muyuz? Elimize fırsat geçince Nemrud ve Firavun'a benzer bir hayat sürüyoruz. En lüks meskenler, en lüks binitler ve giysiler, en lüks yemekler... Fakir Müslümanlar ne olacak? Lisan-ı halle canları çıksın der gibiyiz. Din bize böyle mi söylüyor?
Namuslu, şerefli, doğru, dürüst, ahlâklı, faziletli, takvalı, âdil İslâmcılara bir şey dediğim yoktur; selâmlarımı ve hürmetlerimi sunar, ellerinden öperim. Lâkin... İslâmcı geçinen birtakım canavar kurtlar var ki, yemedikleri halt, yapmadıkları habaset yok. Haram yemek onlarda. İhalelere fesat karıştırmak onlarda. İşlerden komisyon almak onlarda. Halkı aldatmak onlarda. Emanetlerin her türlüsüne hıyanet onlarda. Kara, kirli, necis, pis servetler onlarda. Bu alçaklar, Ümmet-i Muhammed'in yüz karasıdır.
Küfre rıza gösteren kâfir olur. Haram yiyen, yalan söyleyen, emanetlere hıyanet edenleri sevenler ve destekleyenler büyük vebal altındadır. "Bizden olsunlar da ne (...) yerlerse yesinler" felsefesi Müslümana yakışmaz.
Sevgili Peygamberimiz ne diyor: "Allah'a yemin ederim ki, kızım Fâtıma hırsızlık yapsa, onun da elini kestirmekte hiç tereddüt etmem..."
Adil halife Hazret-i Ömer'in oğullarından biri bir suç işlemiş, suçu sabit olmuş, seksen sopa vurulacak...Faruk hazretleri "Siz, benim oğlum diyerek sopaları hafif vurursunuz, adalete riayet etmezsiniz..." demiş ve cezayı bizzat kendisi infaz etmiş. Çocuk ölmüş...
Müslüman idareci diye Selahaddin Eyyübî gibi kimselere denir: Kaç ülkenin hükümdarıydı, öldüğünde şahsî serveti cenazesinin techiz ve tekfinine yetmemiştir.
Dinsizler faziletsizlik yapıyor, malı götürüyor... Dindar geçinen birtakım sahtekârlar da, kötü düzenlerde kötü işler yapmak caizdir şeytanî fetvasına uymuşlar, onlar da haram yiyor, malı götürüyor...
Böyle bir ortamda güneş doğar mı? Doğmaz, doğmaz, doğmaz... 21 Ekim 2007


Mehmet Şevket Eygi