Gönderen Konu: İsteyen "Usul-ü Kafi"ye baksın  (Okunma sayısı 4102 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
İsteyen "Usul-ü Kafi"ye baksın
« : 06 Haziran 2013, 03:32:33 »

İsteyen "Usul-ü Kafi"ye baksın

ÜÇ MUHAMMED kitabının yazarı Mustafa İslamoğlu, kendine ait bir ölçüye göre, insanları peygamberlere inanmak bakımından üçe ayırıyor.

Ona göre, bu üç çeşit inançtan ikisi yanlış biri doğru imiş. İki yanlıştan birisi Peygamber’i aşırı yüceltme imiş.

İslamoğlu’nun, aşırı yüceltmeci olarak suçladığı kimseler, Hıristiyanlar falan değil Müslümanlar. Bu ağır suçlamaları önceki sahifelerde zaten okudunuz…
Meselenin doğrusuna gelelim.

İslam ehl-i sünnet inancına göre, yaratılanlar içinde en üstün olanlar peygamberlerdir. Peygamberlerin en üstünü de son peygamber Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri’dir.

Peygamberlerin, yaratılanların en üstünü olduklarına inanmak onları aşırı yüceltmek olmadığı gibi, Allah’ın son peygamberinin yaratılanların en üstünü olduğuna inanmak da onu aşırı yüceltmek olmaz.

Hıristiyanların yaptığı gibi, herhangi bir peygamber eğer ilah seviyesine çıkartılırsa, işte o zaman aşırı bir yüceltme olur ve bu inançta olanlar kâfir ve müşrik olurlar. Ehl-i sünnet inancına sahip Müslümanlar ise, tarih boyunca hiçbir zaman böyle bir yanlışa ve böyle bir sapıklığa düşmemişler ve kâfir ve müşrik olmamışlardır.

Gerçek böyle olduğu halde, Sayın İslamoğlu Müslümanlarda da aşırı yüceltme yanlışlığı olduğunu iddia etmekte ve maalesef Müslümanları böyle bir suçla suçlamaktadır. Onun bu suçlamaları önceki sahifelerde anlatıldı.

MADEM ÖYLE İŞTE BÖYLE…

Biz de kendisine, “Madem öyle, işte böyle!” deyip, aşırı yüceltme meselesini bir de biz ele alalım da, esas aşırı yüceltmecilerin kim ve kimler olduğunu okuyucular delilleriyle görmüş olsunlar…

İslamoğlu; Sünnî, âlim bir babanın evladıdır. Böyle olunca, kendisinin de Sünnî olduğu düşünülür. Nitekim kendisi de Sünnî ve Hanefî olduğunu söylemektedir. Fakat her ne kadar böyle söylese de yazılarına, kitap ve konuşmalarına bakıldığı zaman, İslamoğlu’nun bütün gayretinin Şiîliği sevdirmek ve ehl-i sünneti göz ardı etmek yönünde olduğu görülüyor. Ancak, onun bu halini fark edebilmek için Şiîliği de Sünnîliği de iyi bilmek icap eder.
Çünkü İslamoğlu Şiîliği sevdirmek işini gayet usturuplu yapmaktadır. Meselâ şîa ve Şiîlik kelimelerini kullanmaz. Şiîlik demez de meselâ ehl-i beyt mezhebi der, ehl-i beyt ekolu der, ehl-i beyt okulu der, ehl-i beyt imamları der. Yani böyle terkipler kullanır. Ezcümle “Ehl-i beyt imamlarına göre şöyledir” der…
Oysa İslamda ehl-i beyt mezhebi adıyla bir mezheb yoktur.

Tarih boyunca hiçbir Sünnî âlimden onun kullandığı bu ifadeler ne duyulmuş ne de görülmüştür. Bunlar ilk defa, kendisinin Sünnî/hanefî olduğunu söyleyen bu zattan duyuluyor…

Kendisine sorarsanız tabii ki bu yazdıklarımızı reddedecektir. Varsın etsin. Ama bizim ona söyleyeceğimiz şeyler var.
Şimdi, ona dönelim ve söyleyeceklerimizi söyleyelim.

SÖYLEYECEKLERİMİZ ŞUNLAR:

Sayın İslamoğlu!

Şunu yazmışlar, bunu yazmışlar, şöyle demişler, böyle demişler diyerek, Üç Muhammed kitabınızın başından sonuna kadar Kadı Iyaz, İmam Süyûtî ve diğer dev gibi İslam âlimlerini “Peygamberi aşırı yüceltmeci olmak” suçu ile suçlayıp duruyorsunuz. Bu suçlamanız sadece o âlimlerle de sınırlı kalmıyor, bu âlimlerin yazdıklarına itibar eden Sünnî Müslümanlar da suçlamanızdan nasiplerini alıyorlar.

Size göre, âlimiyle-avamıyla sünnî Müslümanlar, nasıl bir peygamber inancına sahip olacakları konusunda 1400 senedir hâlâ doğruyu bulamamışlar mıdır?
Peygamberi aşırı yüceltme konusunda hata ve yanlış içinde olanlar sadece sünnîler mi? Şiîler, pîr ü pâk, sütten çıkmış ak kaşık mıdır?

Bu konuda onları tenkit etmediğinize göre Şiîlerin peygamber inanış ve anlayışlarında hiç pürüz olmaması lâzım.

Meselâ “Muhammed ile İmam Ali, birbirlerine iki karganın birbirine benzediği gibi benziyorlardı. Onun için Cebrâil vahyi yanlışlıkla Muhammed’e getirdi” diyenler Şiî değil mi? Şiîlerin “Ğurâbiye” kısmı değil mi?

Bu inançta olan Şiîlerle ilgili niçin tek satır yazmıyor ve bir defa olsun şöyle demiyorsunuz:

“Siz aklınızı peynir ekmekle mi yediniz? Allah’ın meleği yanılır mı hiç? Sizin melek inancınız böyle mi?

Allah (c.c.) vahyini doğru olarak göndermekten âciz mi?

Vahiy 23 sene devam ettiğine göre, bu 23 sene boyunca Cebrâil Aleyhisselam’ın hep yanıldığını mı söylüyorsunuz?”

Şiîler hakkında bu ve buna benzer sorular neden hiç aklınıza gelmez hayret?
Eğer gelmediyse biz hatırlatıyoruz. Buyurun bu soruları bundan sonra sorun Şiîlere…

Şîlerin, İslamın şiârı/alâmeti olan ezanda bile değişiklik yaptığını bilmiyor musunuz?

Şiî ezanındaki “Eşhedü enne aliyyen veliyyullah” avazını hiç duymadınız mı?
Bunu bari sorgulamak da mı hiç gelmiyor hatırınıza? Şimdiye kadar gelmediyse hatırlatmış olalım, buyurun onlara gereken ikazınızı yapınız..

Erkek ve kadının, mut’a adıyla, şahitsiz-şuhutsuz, belirli bir bedel karşılığında, belirli bir süre karı koca hayatı yaşamalarına dinî bir kılıf uydurmalarına ne diyorsunuz?

Bu hususta bir şeyler söylemek istemez misiniz?

Allah bilir ya bu da hiç hatırınıza gelmemiştir. Öyleyse bunu da hatırlatmış olalım. Buyurun bu meseleyi de sorgulayıverin artık…

ŞİÎLERİN BUHÂRÎSİ: USÛL-Ü KÂFÎ…

Gelin isterseniz biraz da makalenin başlığında ismi geçen Usûl-ü Kâfî isimli kitaptan konuşalım.

Biliyorsunuz, esas ismi El-Usûl Mine’l-Kâfî olan bu kitab, ilim çevrelerinin dilinde Şiîlerin Sahih-i Buhârîsi olarak anılır ve tanınır. Sünnîler, Sahîh-î Buhârî’yi Kur’an-ı Kerim’den sonra nasıl en üstün kitap kabul ediyorlarsa, Şiîler de Usûl-ü Kâfî’yi aynı değerde görüyorlar.
Sözü şuraya getirmek istiyorum:

Hani ÜÇ MUHAMMED kitabınızın 96. sahifesinde habire tenkit ettiğiniz eski iki âlimin iki kitabından iktibas yapıyordunuz. Yaptığınız iktibas Peygamberimiz’in şu hadis-i şerifi idi:

“Allah varlığı yarattığında yaratıklar arasında Âdemoğlunu seçti. Âdemoğulları arasından Arab’ı seçti, Arab’dan Mudar’ı seçti, Mudar’dan Kureyş’i seçti, Kureyş’den Haşimoğullarını seçti, beni de Haşimoğulları arasından seçti; o halde ben hayırlı başlangıçtan çıkan hayırlı sonucum.” (Eş-Şifâ, 1/83; Hasâis-ı Kübrâ 1/38)
Asırlar boyunca gelen hadis otoritelerinin kabul ettiği bu hadis-i şerifi bir türlü içiniz almıyor ve bir çırpıda reddediyordunuz. Sahih mi değil mi diye hadis usûlüne göre bir ölçüye vurmaya bile lüzum görmeden şöyle diyorsunuz:

“Hazreti Peygamber’in…. engin tevazuuyla taban tabana zıt olan bu haber, onun ırkçılığı ve kabileciliği çağrıştıran her kokudan nefret eden anlayışına da aykırı değil mi?” (Sa: 96)

Tenkidinizi nihayet getire getire Hazreti Resûlüllah’a kadar getirip dayandırıyorsunuz.

Size göre, bu hadis-i şerifte anlatılan gerçeği kabul etmek bile aşırı peygamber anlayışı içinde yer alıyor. Alıyor ama peygamber olmayanları peygamberlerden bile daha üstün görmek, nedense size bir aşırılık olarak gelmiyor.

Bu da nereden çıktı diyeceğinizi biliyorum. Ben de sözü işte oraya getirmek istiyorum.

Kuleynî’nin kaleme aldığı, Şiîlerin Sahih-i Buhârîsi olan Usûl-ü Kâfi’ye hiç göz atmamış ve orada kimlerin aşırı derecede yüceltildiğini görmemiş olamazsınız. Hiç görmemiş gibi, ehl-i Müslümanları kitabınızın başından sonuna kadar aşırı peygamber imajına sahip olmakla suçlayıp duruyorsunuz. Öyleyse gelin beraberce bir de Usûl-u Kâfî’ye bakalım da, insanlar esas aşırılığın kimlerde olduğunu, Sünnîlerde ki yoksa Şiîlerde mi olduğunu görsünler.

Sayın İslamoğlu!

Kedinin, yetişemediği ciğere murdar dediği gibi, biz de Kadı Iyaz’ın, boyumuzun yetmeyeceği kadar yüksekte olan Eş-Şifâ’sını ve İmam Süyûtî’nin aynı yükseklikteki Hasâis-ı Kübrâ’sını tenkit etmeyi bırakalım da önce hayranı olduğumuz ve Ehl-i Beyt mektebi/mezhebi dediğimiz şîanın insanı dehşete düşüren aşırılıklarına bir göz atalım olmaz mı?

Lafı fazla uzatamayacağım. Usûl-ü Kâfi tercümesinden sadece bazı konu başlıklarını alacağım. Alacağım ki, okuyucular esas aşırı yüceltmecilerin kimler olduğunu görsün ve bu kadar açık gerçekler ortadayken, Mustafa İslamoğlu’nun Müslümanların zihinlerini nerelere çekmek istediğini ve nasıl yanıltma oyunlarına tevessül ettiğini görsünler, anlasınlar.

USÛL-Ü KÂFÎ TERCÜMESİ…

Önce, iktibas yapacağımız eseri, Usûl-ü Kâfi‘yi tanıyalım. Elimizdeki Usûl-ü Kâfi tercümesi, Dâru’l-Hikem yayınevi tarafından Vahdettin İnce’ye yaptırılmış. Bu Türkçe metni Prof. Dr. Hüseyin Hâtemî gözden geçirmiş. Kitabın 2008-İstanbul baskılı 2 ciltlik Türkçe tercümesinin üzerinde adres yok. Yalnız site adresi ve cep telefonu numarası var. İsteyenler bu tercümeye şu bilgilerle ulaşabilirler:

Dar’ül Hikem Tel: 0536 835 71 38 Darul-Hikem@hotmail.com
Bu tercümenin 1. cildinin 69. 70. ve 71. sahifelerinde, Mustafa İslamoğlu’nun mensup olduğunu söylediği Hanefî mezhebinin imamı, İmam-ı Âzam Ebû Hanife Hazretleri’ne lânet ediliyor. Ama Türkiye Müslümanları ehl-i sünnet olduğu için Ebû Hanife ismi çıkarılıp orası nokta nokta olarak geçiştirilmiş. Ne var ki, kitabın orjinalinde Ebû Hanife ismi de lânet ifadesi de durmaktadır ve bu kitap İran’da harıl harıl basılıp satılmaktadır.

***

Şimdi Usûl-ü Kâfi tercümesindeki bazı konu başlıklarına ve bu başlıklar altında yazılanlara bir göz atalım. Meseleyi madde madde ele alıyoruz:
Madde bir:

Usûl-ü Kâfî’de, “İmamlara itaatin farz oluşu” başlığı altında şu ifadeler yer alıyor:

“…Ebû Seleme şöyle rivâyet ediyor:

Ebû Abdullah (Cafer Sadık Aleyhisselam)’ın şöyle söylediğini duydum:
“Biz, Allah’ın itaatimizi farz kıldığı kimseleriz. İnsanların bizi tanımasından başka çareleri yoktur. İnsanlar bizi tanımamış olmakla mazur kabul edilmezler. Bizi tanıyan mü’mindir, bizi inkâr eden kâfirdir. Bizi bilmeyen ve inkâr etmeyen kimse, Allah’ın vacip kıldığı itaatimize dönünceye kadar sapıktır…” (Usûl-ü Kâfî Tercümesi, c: 1, Sahife: 319)

Burada ne diyor bu meşhur şiî kitabı?
Şunu diyor:

“Şiîlerin masum kabul ettiği 12 imamı, bütün müslümanların tanımaları vâcibtir. İnkâr edenler ise kâfirdir.” Bu kadarı yeter, fazla söze lüzum yok.

Sayın İslamoğlu!

Siz de kitabınızda şöyle diyorsunuz:

“En aşırı söylemlerle çıkan guruplar da dahil hiçbir müslümanın, Hz. Peygamber’in peygamberlik misyonunu yok sayması ya da inkar etmesi söz konusu olmamıştır. Bu düşünülemeyecek bir şeydir. Böyle bir şeyin olması durumunda, o kişi ya da kişilerin müslümanlıkla ilgileri tartışmalı hale gelecektir.” ( Üç Muhammed, sa: 152)

Peygamberimiz’in peygamberliğini inkâr edenlerin kâfir olacağında hiç şüphe olmadığı halde, siz “ o kişilerin müslümanlıkla ilgileri tartışmalı hale gelecektir.” diyebiliyorsunuz.

Ne tartışmalısı Sayın İslamoğlu? Basbayağı kâfir olurlar, kâfir…
Peygamberimiz’in peygamberliğini inkâr edenin kâfir olduğunda şüphe mi var ki böyle tartışmalı olsun!

Böyle inkârcıların kâfir olduğunu bilmeye/söylemeye ilminiz mi yetersiz, yoksa böylelerinin kâfir olduğunu söylemek içinizden mi gelmiyor?

İslama uygun bir peygamber inancına sahip olan Müslümanları aşırı yüceltmeci olmakla suçlayan siz, nasıl oluyor da bu kadar AŞIRI UMURSAMAZ ve vurdumduymaz olabiliyorsunuz?

Şimdi bir sizin bu sözünüze bakalım bir de Usûl-ü Kâfî’de geçen yukarıdaki sözlere bakalım ve soralım:

a- Kâfir olduklarında şüphe olmayan kimseler hakkında “…o kişilerin müslümanlıkla ilgileri tartışmalı hale gelecektir” demekle, peygamberlik makamını aşırı alçaltmış olmuyor musunuz?

b- Usûl-ü Kâfî, –Peygamberimiz’i değil- şiî imamları kabul etmeyenlerin kâfir olduğunu söylemekle, 12 imam aşırı yüceltilmiş olmuyor mı?
c- Size göre, Peygamberimiz’i inkâr edenlerin bile Müslümanlıkları tartışmalı oluyor. Usûl-ü Kâfî’ye göre ise, şîa imamlarını inkâr edenler bile tartışmasız olarak kâfir oluyorlar.

Kadı Iyaz ve Süyûtî’yi tenkit ettiğiniz sertlikte, Usûl-ü Kâfî ve onu kaleme alan Kuleynî’yi de tenkit ediyor musunuz?

Size göre, Peygamberimiz’i inkâr edenlerin Müslümanlıkları tartışmalı, bunu anladık. Usûl-ü Kâfî’ye göre ise Şiîlerin imamlarını inkâr edenlerin kâfirlikleri ise tartışmasız.

Sorular:
Bu iki hüküm karşısında sizin cevabınız nedir?
Şiî imamlar aşırı yüceltilmiş olmuyorlar mı?

Usûl-ü Kâfî’deki bu hükme inanan Şiiler hakkında sizin hükmünüz nedir?

***
Madde iki:

Usûl-ü Kâfî’de, “İmamlar, Allah Azze ve Cellenin arzındaki halifeleri ve onun giriş kapılarıdır” deniliyor.

Bu başlık altında şiî imamlar hakkında da şu ifadeler yer alıyor:
“…Eğer imamlar olmasaydı, Allah Azze ve Celle bilinmeyecekti.” (a.g.e. sa: 333)

Sayın İslamoğlu!

Biz, imamlar hakkındaki bu cümleyi aşırı yüceltmeci buluyor, imamların peygamberlerden üstün tutulduğunu görüyor ve ve şöyle düzeltiyoruz:
“…Eğer peygamberler olmasaydı, (Allah onları göndermesiydi) Allah Azze ve Celle bilinmeyecekti.”

a- Şiîlerin, imamları hakkındaki bu aşırı yüceltmeci inançlarına siz ne diyorsunuz?

b- Bizim yaptığımız düzeltmeye ne diyorsunuz? Onlarınki mi doğru bizim yaptığımız düzeltme mi?

c- Şiîlerin bu aşırı yüceltmeci tavrını tenkit etmeyi düşünüyor musunuz? Ne zaman?

***

Madde üç:
Usûl-ü Kâfî’de, “İmamlar Allah Azze ve Celle’nin nurudur” başlığı altında şu ifadeler yer alıyor:

“Ebû Halid el-Kabûlî şöyle anlatmış:

Ebû Cafer (Muhammed Bâkır Aleyhisselam)a “Allah’a ve resûlüne ve indirdiğimiz nura iman edin…” (Teğâbün, 8) âyetini sordum.
Buyurdu ki: “Ey Ebû Halid! Allah’ın nuru, kıyamete kadar Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in soyundan gelen imamlardır. Allah’a yemin ederim ki , onlar Allah’ın indirdiği nurlardır. Allah’a yemin ederim ki, onlar Allah’ın göklerdeki ve yerdeki nurudurlar.” (a.g.e. sa: 336)

Sayın İslamoğlu!

Siz tasavvufçuları, “Peygamberimiz’i “bir “enerji bedene” dönüştüren, “Nur-u Muhammedî” felsefesine dayalı irfânî peygamber anlayışı”na sahip olmakla suçluyordunuz. Gördüğünüz gibi Şiîler daha baskın çıktı. Peygamberimiz şöyle dursun, şiî imamların, “Allah’ın indirdiği nurlar, Allah’ın göklerdeki ve yerdeki nuru” olduğuna inanıyorlar.

İşte aşırılık ortada. Sünnî Müslümanların, Allah’ın son Peygamberi’ni bir nur olarak kabul etmeleri mi aşırılıktır yoksa Şiîlerin şiî imamları nur kabul etmeleri mi?

Sizin, şimdiye kadar bu inançta oldukları için, Şiîler aleyhinde tek cümle yazdığınızı görmedik, tek söz söylediğinizi de duymadık. Niçin?

***

Madde dört:

Usûl-ü Kâfî’de, “İmamlar arzın rükünleridir” başlığı altında şu ifadeler yer alıyor:

“Emirül müminîn (Ali b. Ebû talib aleyhisselam) sık sık şöyle derdi:
“Ben ölümleri, musibetleri… bilirim.” (a.g.e. sa: 340)
“Benim yanımda olmayanlar da benim için gayb sayılmazlar.”
“Emirü’l-Mü’minîn (aleyhisselam) Allah’a açılan tek kapı idi? O Allah’a giden tek yoldu.”

(a.g.e. sa: 341)

Sayın İslamoğlu bu cümlelere ne diyorsunuz?
Hazreti Ali Efendimiz eğer Allah’a açılan tek kapı ise Peygamberimiz’in makamı nerede?

Bu sözler İslam inanç ve itikadı ile bağdaşıyor mu?

Bağdaşmıyorsa bunları de tenkit etmeyi düşünüyor musunuz?

***

Madde beş:
Usûl-ü Kâfî’de, “Allah Azze ve Celle’nin kitabında zikrettiği âyetler imamlardır” başlığı altında şu ifadeler yer alıyor:
“Emîrün mü’minîn (Ali) şöyle derdi: “Allah Azze ve Celle’nin benden daha büyük bir âyeti yoktur. Allah‘ın benden daha büyük haberi yoktur.” (a.g.e. sa: 358)

Sayın İslamoğlu!

Ne dersiniz, Hazreti Ali (r.a.) Allah’ın en büyük âyetinin kendisi olduğunu söylemiş midir, yoksa bu söz ona yapılan bir iftira mıdır?
Yine aynı soruyu soralım:

Hazreti Ali Efendimiz eğer böyle söylemişse, yani Hazreti Ali Efendimiz en büyük âyet ise Peygamberimiz’in durumu nedir?
Bu inancı taşıyan kimseler hakkında ne diyorsunuz? Böyle bir inanç İslama uyuyor mu?
Eğer yanlışsa bir ikaz düşünüyor musunuz?

***
Madde altı:

Bu maddede, Şiîlerin, şîa imamlarıyla alâkalı bir yazı başlığına yer vermeyi yeterli görüyoruz. O başlık şöyle:

“Allah Azze ve Celle’nin katından inen bütün kitaplar imamların yanındadır ve dillerinin farklı olmasına rağmen bu kitapları bilirler.” (a.g.e. sa: 399)
Evet, imamlar hakkında Şiîlerin inancı böyle. Fakat siz Bay Mustafa İslamoğlu’nun ise bu inanca karşı bir itirazınız bulunmuyor, “Dillerini bilmedikleri kitapları nasıl okuyup da bilecekler?” demiyorsunuz
Şiîlere böyle bir itirazda bulunmayan siz İslamoğlu, Peygamberimiz’in (s.a.v.) şu hadis-i şerifini tenkit etmekten ise hiç çekinmiyorsunuz:

“İsrâ (mirac) gecesinde semaya yükseltildiğimde, orada ilk gördüğüm şey, yazılı olan ismimdi: Muhammed Allah’ın resûlüdür, Ebûbekir Sıddık da halefim (halifem)dir.”

İslamoğlu, bu hadis-i şerifi tenkit etmekle kalmıyor, bu hadisi El-Hasâisu’l-Küsrâ isimli eserine alan İmam Süyûtî’yi de, “Bu hadise hiç itiraz etmemiş” diyerek tenkit ediyor.

Süyûtî hakkındaki bu tenkidini şöyle devam ettiriyor:
“Süyûtî, Hz. Peygamber’in okuma yazma bilmediğini üstelik âyetle delillendirerek israrla isbat eder. Fakat, semadaki yazıyı nasıl okuyabildiğini sorgulamaz.“ (a.g.e. sa: 81)

İslamoğlu’nun, Peygamberimiz hakkındaki kanaatını ve değerlendirmesini gördünüz değerli okuyucular.

Şiîlere, “İmamlar, dillerini bilmedikleri kitapları nasıl anlayacak?” demeyen aynı İslamoğlu, Peygamberimiz hakkında “Zaten okuma yazma bilmiyordu. Mirac gecesinde semadaki yazıyı nasıl okuyacak?” diyebiliyor.
Sorusuna cevap verelim:

Şiî imamlar, dillerini bilmedikleri kitapları nasıl anlıyor idilerse, Peygamberimiz de semadaki yazıları işte öyle okudu Sayın İslamoğlu!..

Değerli okuyucu!

Peygamberimiz’in semadaki yazıyı nasıl okuduğu meselesine, onun düşüncesiyle bakacak olursak, Peygamberlik vazifesini ifa ettiği 23 sene boyunca verdiği bilgilere de itiraz edilmesi icap eder.

Çünkü, Peygamberimiz hiçbir hocadan ders almadığına göre, “Onun verdiği bilgilere nasıl güveneceğiz? Çünkü hiçbir kimsenin önüne oturup ilim öğrenmedi. Tahsili falan da yok. Hatta okuma yazma bile bilmiyordu” denilebilir. İnkârın tavanı yok, tabii ki diyenler der. Ama elhamdülillah bizim dilimizden de böyle bir soru çıkmaz, kalbimizden de böyle bir soru geçmez.
Biz şöyle der ve şöyle inanırız:

O, Allah’ın resûlü idi. Ona Allah Celle Celâlühû, geçmiş ve gelecekle, dünya ve âhiretle ilgili bütün bilgileri vermişti. Onun verdiği kâinatla ilgili bilgiler yanında, okuma yazma bilip bilmemek çok küçük kalır…
Kaldı ki, Allah (c.c.) gökteki bir yazının ne olduğunu ona bildirmekten âciz de değildir…


Ali EREN | 05.06.2013 10:21 | www.haberkita.com