Gönderen Konu: Kayman Tadında Şanti  (Okunma sayısı 4179 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Kayman Tadında Şanti
« : 26 Temmuz 2011, 02:17:55 »



KAYMAK TADINDA ŞANTİ
 
Gerçek limon tadında limonata, portakal tadında sakız, süt tadında süttozu, sinema tadında DVD keyfi ve sonunda kaymak tadında ama kaymak olmayan bir şey...Bu reklamı görünce içimde bir yer sızladı. Artık bir şeyin gerçeğini bulmak imkânsız oldu. Kanlıca’ da yoğurdu marketten kutuyla almak zorundasınız. Kaymağı evde süttozundan yapmak...

Sadece yediğimiz içtiğimiz şeyler gerçeğinin kopyaları değiller. İnsanlarla kurduğumuz, kendimizle kurduğumuz ilişkiler de gerçek değiller. Görünüşü kurtarabiliyoruz. Ama kalbimizi inandırmaktan uzağız.Sahte bir dünya kurduk, kendimize sonrada sahte olduğunu unutup gerçek olduğuna inanmaya başladık…

Kalabalıklar içindeki yalnızlığımız bu tadında ama aynı olmayan tavırlarımızın bir sonucu değil mi? “Slm” diyoruz selam tadında. “Nbr” diyoruz halini sormak, halleşmek için. “By” diyoruz ayrılırken veda tadında oluyor ama tadı aynı olmuyor. Havadan öpücük gönderiyoruz. Ama sarılmak gibi olmuyor. Mesaj atıyoruz ama konuşmak gibi olmuyor. Sesimizi duyuramıyor, kendimizi avutamıyoruz.

Sahtelikler ve sunilikler dünyasında “sahici” olmaya çalışmak ve kendimizle karşılaşmak , tembelliğe alışmış bünyelerimize zor geliyor. Yoğurdu mayalamanın zor gelmesi, taze kaymağı muhafaza etmenin zahmetli olması, limon sıkarak limonata yapmanın uzun sürmesi gibi…

Daha kısa yoldan, daha kolay olanı tercih etmek, insana ve varlığa “özensiz” davranmayı doğuruyor. Sağlıklı ve gürbüz insanların dünyasında yaşarken, hasta ve yaşlı olanlara ayıracak vakit kalmıyor. Zaman ayırıp ziyaret etmek yüz yüze halleşmek varken, mesajla geçiştirerek her gün biraz daha uzaklaşıyoruz birbirimizden.İnsan özgü hallerden.

Sallama çaylarımızı bireysel kupalarımızda sallarken, kişisel netbooklarımızda profillerimize yapılan yorumlarla kendimizi kutsayarak vakit öldürüyoruz. Arkadaşlık tadında sanal arkadaşlarla yaşarken, arkadaşlığın “iyi günde, kötü günde” olan desteğini vermeye de, yeri geldiğinde beklemeye de eriniyoruz.

Annelerimiz yalancı emziklerle büyüttüğü için mi bilmiyorum ama yalancı emziklerle yaşamaya devam ediyoruz. Biraz hüzünlensek hemen bir yalancı emzik buluveriyoruz kendimize. Bu kimisi için dizi izlemek, kimisi için araba kullanmak, kimisi için dolaptan atıştırmak, kimisi için zaman öldürmek olabiliyor... Amaç hep aynı: yalancı emzikle avunmak...

Kaymak tadında şantiyi evde yapılmamış ekmek kadayıfının yanına koyup, poşetten çıkardığımız tek kişilik çayımızla beraber, tek kişilik yalnızlığımızda, tatsız-tuzsuz hayatımızı ekmek kadayıfıyla tatlandırmaya çalışarak kendimizi kandırıyoruz!

“Çözüm ne olmalı?” diye soruyorsanız eğer, “Çözüm çok açık aslında!” diyebilirim. Nasihat ederek yazmak âdetim değildir. Ben yanlışın altını elimden geldiğince çizerim. Doğruyu zaten biliyorsunuz. Herkes biliyor. Doğru olan bizim içimizde, bizimle birlikte bu dünyaya geldi. Sadece unuttuk doğrunun ne olduğunu. Şimdi uyanma ve hatırlama zamanı.

Sahte olan her şeye “karşı durma” ve düşünme zamanı... Belki biraz daha fazla yorulacağız.

Fakat tadı kaçmış yaşantımıza suni tatlandırıcılarla ve sentetik olanla değil, gerçek tatlarla dönmek için… Hayatı verildiği gibi kabul etmek, sanal dünyanın önümüze koyduğu gibi kabul etmemek. Bencil dünyalarımızdan başımızı kaldırıp “Diğeri için ne yapabilirim?” diye sormaya başlayarak, insan tadında insan olmak için...

Bencilliğimiz,tembelliğimiz,kolaya kaçışımız bizi sahte ilişkilere yönlendiriyor.İnsan görünümünde ama insan olamayan, sentetik duygusuz varlıklara dönüşüyoruz.

Kaymak tadında bir yaşam için, içtenlikle erinmeden üşenmeden gerçek ilişkilerle hayata bağlanarak yaşamak lazım. Sadece kendi isteklerimizi yaparak mutlu olacağımızı sanıyorsak yanılıyoruz.İnsan, insanla teselli olur. İnsana yaklaşmak, kendimize yaklaşmaktır; O’na yaklaşmaktır.

 Nazlı Özburun
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Klavye Farkı
« Yanıtla #1 : 09 Ağustos 2011, 23:29:16 »
KLAVYE FARKI
 
Bir kadın bir şey diyor, erkeğin anladığı bambaşka bir şey oluyor. Çoğunlukla kadın Q klavyede ‘a’ tuşuna basıyor ve erkekteki karşılığı ‘u’ oluyor, kendi halinde bakıyor. Kadın ‘b’ tuşuna basıyor; erkekte çıkan harf ‘ç’ oluyor. Kadın kızıyor, erkek neden kızıldığını bile anlayamadan…

Kadın daha hızlı yazarsa değişeceğini umut ediyor. Daha hızlı, daha hızlı basıyor tuşlara ama sonuç hep aynı. Bastığı harfe ulaşamıyor bir türlü. Mesela konuşuyor, dinlenilmek sadece amacı… Erkekteki karşılığı hazır bir cevap oluyor hemen. Çok yorulduğundan bahsetse, daha az çamaşır yıkamasını önerirken buluyor eşini…

“Sorunun ne senin” diyor erkek, “Ne istiyorsun? Her istediğini yapıyorum ama sen hala şikâyet etmedesin. Yediğin önünde, yemediğin arkanda ama hiç memnun değilsin!”

Oysa “Senin sorunun ne?” sorusunun asla bir cevabı yoktur. Bu bir soru da değildir. Çoğu zaman bir “itham”dır ve bu soruya hiç kimse kalkıp cevap olarak teşekkür ederim demez. Sadece kırılır, küser ve kendi içine doğru çekilir.

Yine “klavye farkı” ortaya çıkmış, erkek ve kadın arasındaki anlaşmazlığın zeminine oturmuştur. İşte, hor görmede bu noktada başlar: ithamlar, “anlayışsız” damgası vurmalar ve tarafların birbirlerini kıyasıya eleştirmeleri…

Sorunun çözümü için kimse sorumluluk almaz. Sadece kendisinin haklı olduğunu düşünen ve karşı tarafı “zalim”; kendisini “kurban” olarak kodlayan insanlar, kendilerine acımaya ve diğerlerini de kendi acılarının büyüklüğüne inandırmaya çalışırlar.

Hor görmeye başlamak, kendini kurbanlaştırmak, hep savunmada kalmak, karşı tarafı suçlayarak rahatlamaya çalışmak, bir ilişki için en yıkıcı davranış biçimleri olarak gösterilebilir.

Eşler beraber kavga edebiliyor ama beraber gülemiyorlarsa, o ilişkinin uzun sürmeyeceğini kestirmek mümkündür. Klavyelerindeki hiçbir tuş aynı anda aynı harfi basamıyorsa, zahmet edip aynı klavyeye bir süreliğine de olsa dönüşemiyorlarsa, o ilişkinin kısa süreli olacağını söylemek için ilişki terapisti olmaya gerek yok…

Evliliğinize bir bakın! Karşınızdakini varlığını “olduğu gibi” ne kadar kabul edebiliyorsunuz? “Ondaki anlam dünyası öyle şekillenmiş.” Diyerek ne kadar saygı duyabiliyorsunuz? Eşinizin anlam dünyasını en az sizinki kadar değerli ve kabul edilebilir görüyor musunuz? Onun ‘a’ olarak yazdığını, her zaman ‘u’ olarak görmek zorunda değilsiniz. Ya da hep yanlış yazdığını yüzüne haykırmak…

Mesela siz daha az duygusalken, eşiniz daha duygusal olabilir. Bırakın, onun yapısı böyle… Zaten başlangıçta aşık olduğunuz yön de bu değil miydi?... Başka türlü olabilseydi, bunca ısrarınızla ve kafasını yıllarca didikleyişinizle zaten değişirdi! Değişemiyorsa zorlamayın, demek ki programında yok. Veya bu yapı onun için daha fıtri ve daha güzel olan…

Bu demek değil ki ilişkilerde hiç değişme olmadan yaşayıp gideceğiz. Erkek kadına, kadın erkeğe ve mayınlı noktalara basmadan devam edecekler… Dünyadan geldikleri gibi gidecekler. Elbette, değişim kaçınılmaz. Ama buradaki sorun, kimin ne kadar ve ne yönde gelişip değişeceği sorunudur. Ve değişimin ne yönde ve ne sürede olacağı sorusudur. Sevdiğimiz insanın farklı bir algılama dünyası olduğunu kabul edebilme gerçeği...

İyi bir ilişki yolu bulabilenler, bu yolu inşa edebilenler ve bu yola gerekli bakımı yapabilenler ancak bu dünyada mutluluğu yakalayabiliyorlar. Diğerleri ise konuşuyorlar, konuşuyorlar, konuşuyorlar ama anlaşamıyorlar. Çünkü dilleri ve kelimelere yükledikleri anlamlar farklı. Zahmet edip de sevdikleri adamın/kadının nelerden hoşlandığını, nelerden hoşlanmadığını anlama gereği duymuyorlar.

Eleştiriyorlar; ama kendilerini değil, karşılarındakini. Hor görmekten, hoş görmeye vakitleri kalmıyor.

Ve sevgi sessizce uzaklaşırken, nefretin doldurduğu kalpler; adliye koridorlarında farklı klavyelerinden çıkan harflerle birbirlerine anlatamadıkları dertlerini, soğuk mahkemelerde yargıçlara anlatmaya çalışıyorlar, anlaşılmayı umarak…

Nazlı Özburun
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Sınır (Sinir) Savaşları
« Yanıtla #2 : 16 Ekim 2011, 02:27:57 »
İnsanlar arasında tarla sınırları yüzünden yüzlerce kavga yaşanmıştır. Bazen silahlar çekilmiş, insanlar canından olmuştur da sınır kavgaları bir türlü bitmemiştir. Yukarı mahalle sınırıyla aşağı mahalle sınırı arasında yaşanan tartışmalar nice köy akşamında kaç kez insanları birbirine düşürmüştür…
 
Ahmet Amca’nın tarlasıyla, Veli Dede’nin tarlası arasına dikilen dut ağaçlarının karşı tarafa geçen dalları acımadan nasıl da kesilmiştir?
 
Sınırı korumasan, diğer taraf her geçen gün toprağına biraz daha girecektir; sınırı korumaya çalışışsan sen karşı tarafın toprağına girmekte ve kendinden de kaybetmeden kalabilmek için yorulacaksındır. Dikenli tel çevirsen olmaz, senin de canını acıtır gelip geçerken; ağaç diksen, ağacın dalı, yaprağı, kökü derken, sınırlar yine karışacaktır…
 
Hayvanların dünyasında da sınırları belirleme ve bu sınırları koruma çabası oldukça yoğundur. Mesela kurtlar idrarlarıyle belirledikleri sınırdan bir başka kurdun geçmesine asla izin vermezler. Ayılar sürtünerek belirledikleri ağaçlarla sınırlarını çizerler…
 
Devletler arasında da durum aynıdır. Sınarları korumak her devletin en büyük birinci meselesi olmuştur her zaman. Akşam haberlerinde birinci sırayı sınır meseleleri yüzünden birbirlerine ültimatom veren devletler alır çoğu zaman…
 
Peki, her yerde sınırları korumak bu kadar önemliyken, insanlar arası ilişkilerde sınırlar ve sınır problemleri yok mudur? Elbette vardır, ama insanlar henüz bunun farkında değiller. Ortada acı çeken ve çektiren vardır, ama ne acı çeken ne de çektiren neye uğradığının çoğu zaman farkında değildir…
 
Bazılarının sınırları ihlal edilmiş ve bütün kişilikleri işgale uğramıştır. Onlar, kaybetmiş devletlerin insanları gibi, “kendileri olamadan” yaşamak zorundadırlar. Bir lokantaya gittiklerinde ne yiyeceklerine dahi kendileri karar veremez. Ne giyeceklerine, anne-babalarıyla görüşüp görüşmeyeceklerine hep işgal eden tarafın karar vermesini beklerler.
 
Bazıları da sınırları karşılıklı kaldırmışlardır. İki taraf da birbirinin adına davranabilir, karar verebilir. Bu ideal gibi görünen durum ideal değildir aslında. O zaman da bir yozlaşma ve “gibi”likler başlar. İnsanlar “hissetmeden yaşama”nın rutinine kaptırırlar kendilerini. Kendi yaşam sorumluluğunu alamayan insanın körelmesi gibi karşılıklı körelmeler başlar. Diğerinin karar vermesine bırakılan süreç, her gün biraz daha hantallaşır.
 
Bir de sınır savaşlarının çok yoğun geçtiği ilişkiler vardır. Taraflar kendi istediklerinden asla taviz vermeye yanaşmazlar. Ve karşı taraftan verebileceğinin üstünde almaya da karalıdırlar.
 
İşte bu ilişkilerde kavga-dövüş eksik olmaz. Bazen bir taraf, bazen diğer taraf geçici olarak kazanır savaşı. Bir sonraki seferde acısı çıkarılmak üzere, hakkı saklı tutulur diğer tarafın.
 
Ve en güzeli insanların sınırları olduğunu bilmek ve bu sınırları izinsiz geçmek istemeyip karşı tarafa seçme hakkı vermekle kurulan ilişkilerdir. Zorlanmadan ve zorlamadan yaşanılan... Kabul üzerine kurulu ilişkiler... Karşı taraftan yapmak istemediği veya yapamayacağı bir şeyi zorla istemeyerek kurulan ilişkiler…
 
En güzeli bu olsa da sınır savaşları devam ediyor. Ülkemizin sınırdaki savaşlarının bitmesinin bir yolu da bizim küçük görünen ama küçük olmayan dünyalarımızdaki savaşların bitmesinden geçiyor. Bizdeki sınır savaşları bitmeden, nefsimizdeki düzelmeden, sosyal alandaki de düzelmeyecek korkarım ki.
 
Bir de kendimiz ve sahibimizle yaşadığımız sınır savaşı var ki... Her gün defalarca hayat bize haddimizi bildirse de her sabah yeniden unutarak kendimizi bir yerlerde görme çabamız ayrıca konuşulacak bir konu…Sahibimize karşı benlik sınırlarımızı sürekli arttırmak istiyoruz.
 
Sonuç olarak diyebilirim ki mutluluğu arıyoruz ya güya, işte mutluluğun formülü: haddini aşmamak, sınırı aşmamak, ileri gitmemek insan olarak haddimizi bilmekten geçiyor.
 
İnsan olduğunu bilen, sınırlarını bilen, kendi sınırlarını koruyan ve diğerinin sınırlarını kabul eden insan, her daim mutludur, vesselam…

Nazlı Özburun
〰〰〰〰🐠

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Kayman Tadında Şanti
« Yanıtla #3 : 16 Ekim 2011, 09:34:16 »
Alıntı
En güzeli bu olsa da sınır savaşları devam ediyor. Ülkemizin sınırdaki savaşlarının bitmesinin bir yolu da bizim küçük görünen ama küçük olmayan dünyalarımızdaki savaşların bitmesinden geçiyor. Bizdeki sınır savaşları bitmeden, nefsimizdeki düzelmeden, sosyal alandaki de düzelmeyecek korkarım ki.
 



Alıntı
İnsan olduğunu bilen, sınırlarını bilen, kendi sınırlarını koruyan ve diğerinin sınırlarını kabul eden insan, her daim mutludur, vesselam
[/color]

Yazarımız,Çok güzel anlatmış.Teşekkürler.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Sağlıklı evlilikte sıkılma olmaz
« Yanıtla #4 : 03 Ocak 2012, 15:32:57 »

Sağlıklı evlilikte sıkılma olmaz

İlişkiler, hayatımızın her anında içinde olduğumuz, şekillendiğimiz ve şekillendirildiğimiz bir yapıdır. İlişkilerde değişiyoruz. İlişkilerle dönüşüyoruz. Bazen gelişiyor, bazen de haddimizi yeniden öğrenerek bir adım geriye çekiliyoruz.

 Ait olma ihtiyacımızdan dolayı insanlarla uyumlu olmaya çalışırken; özel ve biricik olma ihtiyacımızdan dolayı da kendi düşüncemizi savunuyor, bazı şeylere “Hayır!” diyor ve diretiyoruz.

 Bu dinamik yapılanma içinde birileri durup da ben “İlişkimde, evliliğimde sıkıldım.” demeye başlamışsa, evlilikle ilgili bireylerin başlangıçta evet dedikleri yazılı olmayan anlaşma ihlal edilmeye başlanmış demektir.

 Eşler evlilik öncesinde birbirlerine “Evet!” derken, satır arasında şu sözü de vermektedirler: “Ben senden şöyle davranmanı istiyorum ve ben de sana şöyle davranma sözü veriyorum.”

 Evlilik sonrasında eşlerden birisi kendisine ait olanı yaptığı halde, eşinin kendisine düşen kısmı yapmadığı fark etmeye başlamışsa, evde soğuk rüzgârlar esmeye de başlamıştır.

 Yazılı olmadığı veya söze dökülmediği halde yapılan bu gizli anlaşmada her iki tarafta kendisini “haklı”, karşı tarafı da “haksız” (anlaşmayı bozan taraf) olarak görmeye başladıklarında konuşmaz olurlar.

 Konuşsalar da konuşma kavgayla biter çoğunlukla. Çünkü amaç karşı tarafı anlamaya çalışmak değil, kendi haklılığına karşı tarafı inandırmaktır.

 Suçlu olan diğer taraftır ve bunun anlatılması için her şey denenir. Küsmeler, kızmalar, karşı tarfa söz geçireceğine inanılan büyükleri araya sokmalar…

 Gerçekte olan, birinin bireyselleşmekte aşırıya gitmesi ve diğerini gözden çıkarmasıdır öncelikle. Kendisine zaman ayırmayı abartan taraf, diğerini ihmal etmeye ve onu onaylamamaya başlar.

 Onaylanmak ve fark edilmek en temel ihtiyaçlarımızdan birisidir. Ve bu ihtiyaç giderilmediğinde ilişkide sıkılmalar başlar.

 Bazıları eşlerine yakın olmak isterler, ama bunu beceremezler. Yakınlaştıklarında kaygıları ve korkuları artar. Bağımsızlıklarını kaybedeceklerinden korktuklarından yakınlaşamazlar ve bu durum sıkılmaya, sonrasında da sanal dünyada başka yakınlaşmalara zemin hazırlar. Sanal yakınlıklar kişinin kontrolündeymiş gibi yapay bir durum oluştursa da kontrolden çıktığında evlilik çoktan çökmüştür…

 Defalarca karşısındaki eşini değiştirmeye çalışmış ve sonuç alamamış olmasına rağmen, bir kez olsun “Acaba nerede yanlış yapıyorum? Belki de karşımdakine söylenmeden önce, işe kendimden başlamalıyım!” diye düşünemeyen insanlar sıkılır. Umutsuzca sıkılırlar.

“Yaşasın farklılık!” diyememiş, diyemediği içinde farklı olmayı bir tehdit olarak algılamış, eşini kendi düşündüğü gibi düşünmeye, davrandığı gibi davranmaya zorlarsa başarılı olacağına inanmış insan canlıları, kendi etraflarında dönmekten sıkılırlar.

 Sonuçta ortaya dışarıda barışçıl, evde eşiyle çatışmalı ve mutsuz bu insanlar patlamaya hazır mayın misali ortalıkta dolanıyorlar . “Bezgin bitkin ve bedbaht” olarak pazarlıyorlar kendilerini, sanal ortamdaki başka bedbaht alıcılara... Ortada bir geyik dönüyor… Eşler bir türlü anlayamıyor, şefkatsiz, uykucu, bencil insanlar... Diğerleri ise anlayışlı melekler…

 Oysa ilişkide değişime kendisiyle başlayan, kendi fikirleriyle başlayan insan, hiçbir zaman sıkılmaz. Balayından sonra güzel sözler, yakınlaşmalar bitmese, kimsenin de sıkılacağı ilişkiler yaşanmaz ve bizde bugün sıkılmaları, aldatmaları ve boşanmaları bu kadar çok konuşuyor olmayız...
 
Kendisinden sıkılan, faturayı evliliğine kesen ve çözümü de kendisinin dışında bir başka ilişkide arayan insan canlılarına duyurulur; aradığınızı bulamayacaksınız! Zira yanlış yerde arıyorsunuz…
 

Nazlı Özburun / Aile Ve Evlilik Terapisti
 
〰〰〰〰🐠