Gönderen Konu: Resulüllah'ı aşırı alçatma pervasızlığı  (Okunma sayısı 3491 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Resulüllah'ı aşırı alçatma pervasızlığı
« : 30 Nisan 2013, 11:43:06 »

Resulüllah'ı aşırı alçatma pervasızlığı

Eğer kitabımızı baştan beri okuduysanız, yukarıdan beri kendisinden bahsettiğimiz Bay İslamoğlu’nu tanıyorsunuz demektir.

Bu zat, İslamı müdafaa eder gözükerek İslama aykırı öyle şeyler söylüyor ki tarif edilesi değil. Üstelik bunu yaparken kılı bile kıpırdamıyor. Yani bu kadar da fütursuz…

Öyle ki, kendisi fikren İslamın aziz peygamberinin üstünlüğünü kabul etmeyenlerle aynı hizada durduğu halde, Müslümanları yanlışlardan kurtarmaya çalışır gözükerek, din kardeşlerimizi kâfirlerle aynı kefeye koyuyor. Evet, İslam, Müslüman ve Peygamber kelimelerinin taşıdığı ortak, geniş ve kurtarıcı mânâyı bir kefeye koyup, bu değerlere sahip olan herkesi toptan suçlayarak mânevî idama götürüyor.

Gördüğünüz gibi, ortada bendeniz tarafından o zata karşı ağır, İslâmî bir suçlama var. Bu ağır suç havada kalacak değil. Bu durumda, bu suçun iki muhatabı var. Biri, Bay İslamoğlu’nun Salih Doğan ismindeki üniversite talebesine “O zaten Arapça falan bilmez. Ona bazı şeyler öğretmişler, o da işte onu yazıyor” dediği Ali Eren, diğeri de tabii ki Bay Mustafa İslamoğlu’nun kendisi.

Ama suç samur kürk de olsa kimse üzerine almazmış. Bakalım bu suç varıp kimin üzerine konacak?

Ben İslamoğlu’na iftira ediyorsam, ona attığım bu ağır suçlama gelip benim başımın üzerine konar, yok iftira etmiyor da doğru söylüyorsam, o takdirde de bu suçlar gidip tabii ki doooğru İslamoğlu’nun başının üzerine yerleşecektir…
Yukarıda da söylediğim gibi suçlama şu: Müslümanları kâfirlerle bir ve ortak göstermek…

Evet, muhatabımız aynen öyle yapıyor. Ona göre, “Ümmet-i Muhammed eski inkârcı kavimler gibi melek bir peygamber istiyor.” Ama Hazreti Resûlüllah hayatta olmadığı için bu isteğini dile getiremiyor. Onun için, bu ümmet bu isteğini “Peygamberi melekleştirerek” kapatmaya çalışıyor.
Bu cümleleri okuyunca, zihninizde şu sorunun meydana geleceğini biliyorum:
“Bu söyledikleriniz sizin yorumunuz. İslamoğlu acaba ne demiş? Onu bilsek…”
Öyleyse buyurun…

İŞTE BU ÜMMET HAKKINDAKİ KANAAT VE SUÇLAMASI…

İşte İslamoğlu’nun Müslümanları kâfirlerle ayın seviyede gösterdiği sözlerin kelime kelime aynısı:

“Bugün, ümmet-i Muhammed, kendinden önceki Nuh, Ad, Semud ve Firavun toplumları gibi bir melek peygamber isteme imkânından mahrumdur. Fakat bu mahrumiyetin açığını, kendilerine örnek insan olarak gönderilen bir peygamberi melekleştirerek kapatmaya çalışmakla, aslında Kur’an’da geçen vahye sırt dönmüş toplumların suçuna ortak olmaktadır.” (Üç Muhammed, s: 27)

Evet! Söyledikleri işte bu…

Neymiş, neymiş?..

Ümmeti Muhammed, “gâvurlukta çok ileri gittikleri için toptan helak olan eski kavimler gibi, bir melek peygamber isteme imkanından mahrum olduğu için,” bu eksiğini başka türlü yerine getiriyormuş. Onun için, “Kendilerine örnek insan olarak gönderilen bir peygamberi melekleştirerek bu açığını kapatmaya” çalışıyormuş.
Peki böyle yapınca ne oluyormuş?
Kur’an’da geçen vahye sırt dönmüş toplumların suçuna ortak oluyormuş.
Ortak olunca ne olur? Ne olacak, onlar gibi kâfir ve inançsız bir toplum onlar.
Hatırlayalım. Ümmet-i Muhammedin, suçlarına ortak olduğunu söylediği toplumlar nasıl toplumlardı?

Hepsi azgın, inançsız, kâfir toplumlar...

Gördüğünüz gibi, Bay İslamoğlu hiçbir istisna yapmadan, yani “Bazı Müslümanlar” bile demeden, “ümmet-i Muhammed” diyerek yani bu ümmetin hpesini birden, Allah’ın gadabına uğrayan kafirlerin suçuna yani kâfirliğe, ortak olmuş gösteriyor.

Sakın aklınıza, “Yoksa geç

mişte ümmet-i Muhammed’den bu inançta olan kimseler vardı da İslamoğlu acaba onları mı kastediyor?” diye bir düşünce gelmesin. Çünkü adamcağız, yukarıda okuduğunuz gibi sözüne “Bugün…” diye başlayarak, günümüzdeki Müslümanları, yani seni, beni kastediyor, hepimizin böyle olduğunu söylüyor.
Peki, Müslümanlar içinde, “Ben insan olan bir peygambere iman etmem. Benim inanacağım peygamber melek olmalı” diyen tek kimse var mı? Bugün yoksa geçmişte olmuş mu?

Hayır!.. Bugün de yok, geçmişte de olmamış… Yok ve olmamış ama, unutmayalım ki iftiranın tavanı da yok. Olmayan şey, iftira etmek isteyen kimsenin zihninde, aniden var oluveriyor. İşte İslamoğlu’nun, ümmet-i Muhammed’e iftira etmesi, fütursuzca toptan karalaması aynen böyle…
İkinci bir tesbiti daha var ki o da ayrı bir felâket:

Doğrudan doğruya peygamberlik makamına hücum…

İKİ ZATI TANIYALIM…


Bu ikinci meseleye girmeden önce, iki zat hakkında kısa bir hatırlatma yapmam icap ediyor: Bu iki zat, Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi ile Musa Cârullah Bigiyef’tir…

Birincisi Osmanlının son şeyhulislamlarından…

Büyük ve değerli bir ehli sünnet âlimi ve siyâsî bir şahsiyet. 1869’da Tokat’ta doğdu, 1954’te Mısır’da vefat etti.

İkincisi kişi Musa Cârullah. O da Rusya doğumlu. 1875-1949 yılları arasında yani Mustafa Sabri Efendi ile aynı zamanda yaşadı. O da âlim. Ama reformist. İslamda reform isteyenlerden, aynı zamanda deformist…

Cârullah, uzun seyahatlerinde çok kimselerle tanışıp dost oldu. Bu dostlarından en meşhurunun mason Muhammed Abdüh olduğunu söylersek, Cârullah’ın ne derece bozuk bir itikada sahip olduğunu özetlemiş oluruz. Böyle bir kimse olan Cârullah, büyük bir ehl-i sünnet âlimi olan Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi’ye tabii ki ters düşecektir, nitekim düşmüştür de. Zaten Cârullah’ın bozuk fikirli olduğuna en kuvvetli delillerden biri de Mustafa Sabri Efendi gibi bir ehli sünnet âlimine ters düşmüş olmasıdır.

Evet, Musa Cârullah Mustaf Sabri Efendi gibi bir ehl-i sünnet âlime, bir Osmanlı Şeyhulislamı’na ters düşmüştür, ama komünizm gibi bir dinsizlik cereyanını –sadece Rusya’ya değil- bütün dünyanın başına bela eden Lenin’e ters düşmemiştir.

Ters düşmemek şöyle dursun, Rusya Baş Müftüsü Talat Tacettin’in söylediğine göre, Lenin’e destek olmuştur.

Bu bilgiyi veren Talat Tacettin de, onun bu bilgiyi aktardığı zat da hayattadır. İsteyenler te’yit edebilirler.
Esasa gelelim…

Müslümanlar olarak bizim inanç ve imanımız yani İslam inancı şöyledir:
Hazreti Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz, asla ümmetin bir ferdi gibi değildir. Ümmet şöyle dursun, o Hazret’in makamı bütün peygamberlerden de üstündür. Çünkü onun makamı, en yüksek makam olan Makam-ı Mahmud’dur…

Bu makamı ona veren de, İslamoğlu’nun “Aşırı yüceltmeci Peygamber anlayışına” sahip olmakla suçladığı Müslümanlar değil, bizzat Hazreti Allah celle celâlühûdür.

Bu ümmeti, “İndirgemeci bir peygamber anlayışına” sahip olmakla suçlayan Bay İslamoğlu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü hakkında, “Ümmetin bir ferdi gibidir” diyen Musa Cârullah’ın bu fecî tesbitini acaba nasıl övüyor?
“Hazreti Resûlüllah’ı sıradan bir insan seviyesine” indirmenin vebalini hiç düşünmüyor mu acaba?
Nasıl oluyor da, Musa Cârullah’ın, “Ümmmetin her ferdi de Peygamber gibidir” sözünden övgüyle bahsedebiliyor?
Enteresandır, uyanık yazar(!) birkaç sahife sonra bu söylediklerini unutup şöyle deyiveriyor:
“Kur’an, peygamberleri insanlığın en iyileri olarak takdim eder.” (sahife: 40)
E şimdi, böyle söyleyen kimseye siz şöyle demez misiniz:

Kur’an, peygamberleri insanlığın en iyileri olarak takdim ettiğine göre, Cârullah’ın peygamber inancı nasıl bir inanç ki, peygamberlik makamını sıfıra indirerek “Ümmetin her ferdi de peygamber gibidir” diyebiliyor?

İslamoğlu olarak siz, onun bu fecî tesbitini nasıl övebiliyorsunuz?

Bu durumda, “İndirgemeci bir peygamber anlayışına” sahip olanları suçlayan birisi olarak hem kendinizle hem de “Kur’an, peygamberleri insanlığın en iyileri olarak takdim eder” dediğiniz Kur’an-ı Kerim’le niçin ve nasıl ters düşüyorsunuz?

AŞIRI ALÇALTMA İŞTE BUDUR…

Değerli okuyucu!
Musa Cârullah’ın yaptığı gibi, Hazreti Peygamber’in diğer insanlar gibi olduğunu söylemek, açıktan açığa peygamberlik makamını küçültmek, yok saymak yani inkar etmektir. Başka bir ifadeyle, “Aşırı alçaltma” gayretinin ürünüdür.
Öyleyse şimdi yazımızın başlığını yerine koymanın tam yeri ve zamanıdır. Koyalım:
“Hazreti Resûlüllah’ın, ümmetin bir ferdi gibi olduğunu” söylemek, Hazreti Resûlüllah’ı aşırı alçaltma pervasızlığı’dır.

İslamoğlu’nun, “Sarsıcı bir yorum” diyerek övdüğü Musa Cârullah, “Hz. Peygamber kendisini ümmetin bir ferdi gibi takdim ediyor” dedikten sonra durmuyor ve bu ümmeti kandırma gayretlerine devam ederek şöyle diyor:
“Öyleyse ümmetin her ferdi de Peygamber gibidir.” (Sa: 28)

Bu ne demek oluyor şimdi? Bu cümle, ümmetin her birini peygamber seviyesine çıkarmak değil mi?

Bu kişiler, bir de Müslümanları aşırı yüceltmeci peygamber inancı taşıyorlar diye suçluyorlardı!!!

Kendileri önce Hazreti Resûlüllah’ı sıradan bir insan seviyesine indiriyorlar, sıradan insanları da peygamber seviyesine çıkarıyorlar yani sıradan insanları aşırı yüceltiyorlar. Böylece, peygamberlik makamı buhar olup gidiyor.
Onların bu sözlerini ehl-i sünnet itikadına göre mihenge vuracak olursak ortaya çıkan sonuç şu olur:

İmânî felâket!!!...

Kendilerinin bu feci hallerine bakmadan bir de kalkmışlar ümmet-i Muhammed’i suçluyorlar. Halbuki, aşırı yüceltmeci diye suçladıkları müslümanlardan hiç kimse, Peygamberimiz’i yüceltip de –hâşâ- ilah seviyesine çıkartmıyor. Ama bu beyler, sıradan insanları aşırının aşırısı yüceltip, gördüğünüz gibi, peygamber seviyesine pekâlâ çıkarabiliyorlar…
İşin gerçeğini açıkça söyleyelim:

İslam inancına göre; bir peygamberi peygamberlik seviyesinden aşağıda görmek, (diğer insanlar gibi kabul etmek) onun peygamberliğini kabul etmemek olduğu gibi, peygamber olmayan birisini peygamber seviyesinde görmek de “peygamber olmayanı peygamber kabul etmek” demek olur ki, her iki inanç da küfürdür…

Herhangi bir peygamberin peygamberliğini kabul etmeyenler kâfir olduğu için, Peygamberimiz’e inanmayanlar da kâfirdir.

Nitekim peygamber olmayan birini o makamda görenler, meselâ yalancı peygamber Müseylimetül Kezzâb’ın peygamber olduğuna inananlar kâfir olmuşlardır.

PEYGAMBERİMİZ’İ NE KADAR ÖRNEK ALACAĞIZ?..

Bay İslamoğlu, kendisini Peygamberimiz’i Müslümanların gözünde küçük göstermeye adamış mı nedir, bakın ne yapıyor? Ahzab sûresinin 21. âyeti kerimesini ele alıyor.
Âyetin meâli şöyle: “Allah’ın Resûlünde sizin için pek güzel bir örnek vardır.”
İslamoğlu, burada da zihinleri bulandıracak bir açık kapı aramış ve –kendisine göre- bulmuş da.
İnsanın, her şeyi olduğu gibi kabul etmemesi gerektiğini, seçici olmak icap ettiğini yazdıktan sonra, Peygamberimiz’le ilgili bu âyeti misal vererek Kur’an’ın bile seçici davrandığını söylüyor.
Diyor ki:
“Kur’an, ‘Allah’ın elçisi sizin için örnektir’ demiyor; ‘Allah’ın elçisinde güzel örneklik var’ diyor.”

Yani, “Hazreti Resûlüllah’ın bütün hayatı baştan sona örnek değil. Onda sadece güzel bir örnek var. Seçici olun. Onun her halinin örnek olmadığını bilin” demek istiyor.

Demek istiyor da, biraz aşağıda yine unutkanlığı tutup, “Peygamberimiz’in ahlâkının Kur’an olduğunu” söylemek mecburiyetinde kalıyor.

Farkında olmadan bile olsa madem böyle söylüyor ya, biz de Bay İslamoğlu’na bir defa daha dönelim ve soracağımızı soralım:

Hazreti Resûlüllah’ın ahlâkının Kur’an olduğunu kendiniz söylüyorsunuz. Hayatı baştan sona Kur’an ahlâkı olan Peygamberimiz’in hayatını örnek almakta, Müslümanlar niçin seçici olsunlar? Onun, hayatında yaptıklarının hiç bir tarafını gözardı etmeden niçin olduğu gibi örnek almasınlar?

PEYGAMBERLERLE KÂFiRLER AYNI CÜMLEDE…

İslamoğlu’nun, hele bir de bazı peygamberlerle kâfirleri bir kefeye koyması, yani Hazreti Âdem, Hazreti Musa ve Hazreti Yunus Aleyhimüsselamı, Hazreti Nuh’un iman etmeyen oğluyla, Hazreti İbrahim’in putçu babasıyla ve Hazreti Lut’un imansız karısıyla aynı hükümde birleştirmesi yok mu, okuyunca insanın imanı titriyor… (Sa: 40)
***
Anlı-şanlı Kur’an tefsircisi bu büyük müfessir(!) âyetlerin ne söylediğinden habersiz mi yoksa bile bile lâtes mi?…

Misal olarak Âl-i İmran sûresinin 113. âyetine verdiği meâli görelim. Bu âyetin meâli şöyle:

“Kitap ehlinin hepsi bir değildir. Onların içinden Allah’ın emirlerini tutanlar vardır…. ” (Sa: 40)

İlim ehli olmayanlar bu meâli okuyunca, “Demek ki Hıristiyan ve Yahudilerden de iyi olanlar varmış” diye yanlış bir kanaata varabilirler. Onun için, bu âyetle kimlerin kastedildiği mutlaka ama mutlaka açıklanmalıydı. Çünkü bu âyet, Peygamberimiz zamanında Abdullah b. Selam radıyallâhü anh gibi ehl-i kitaptan olup da Müslüman olanlarla, Müslüman olmayan diğer ehl-i kitabın bir olmadığı bildiriliyor.
Müslüman olanla olmayan elbette bir değildir. Peygamberimiz’e inanmayan kitap ehlinin hepsi tamamı ise imansızlıkta birdir.
Bu âyet, ehl-i kitabtan olup da sonra Müslüman olanlardan bahsettiği halde, Mustafa İslamoğlu, bu âyeti aynen ilimden bî behre olanların anladığı gibi açıklamış ve bu yanlış üzerine satırlar döktürmüş. Ve şöyle yazmış:
“Kur’an… kitap ehlini top yekün değerlendirmeyerek der ki: “Kitap ehlinin hepsi bir değildir.” (3.113)”
Aradakı farkı bilmeyecek kadar cahil olduğuna ihtimal vermiyoruz ama, eğer bunu bilmeden yazdıysa cehâlet, bile bile yazdıysa o zaman da yüzde yüz felâkettir…

YAHUDİLEŞME TEMAYÜLÜ, HIRİSTİYANLAŞMA TEMAYÜLÜ…

Bay yazarın kendi uydurduğu iki tabir var:
Yahudileşme temayülü, Hıristiyanlaşma temayülü…
Yahudileşme temayülünü, Yahudileşme Temayülü isimli kitabında uzun uzun anlatıyor ve Müslümanları Yahudileşme temayülünde olmakla suçluyor. Ondan sonra da bastırıyor hükmü:
“Yahudileşme temayülü, Yahudi olmaktan daha tehlikelidir.”
Beterin beteri vardır derler ya… İslamoğlu da arka arkaya tehlikeliden tehlikelisini sıralıyor ve Hıristiyanlaşma temayülünün Yahudileşme temayülünden de vahim (tehlikeli) olduğunu söylüyor.
Onun mantığıyla sıralarsak şöyle:
İlk tehlike Yahudilik.
Ondan daha tehlikelisi, Yahudileşme temayülü.
Yahudileşme temayülünden daha tehlikelisi ise Hıristiyanlaşma temayülü.
Yalnız dikkatinizi çekerim. En büyük tehlike, Yahudi veya Hıristiyan olmak değil, Yahudileşme ve Hıristiyanlaşma temayülü içinde olmakmış.
Peki bu temayülde olanlar kimler? Hıristiyan ve Yahudiler mi?
Hayır efendim, hayır! Onların temayülü falan yok, onlar zaten doğrudan doğruya Hıristiyan veya Yahudi…

Peki öyleyse Hıristiyanlaşma veya Yahudileşme temayülünde olanlar kimler?
Şimdiye kadar anlamadınızsa çok safsınız demektir. Madem anlamadınız, söyleyeyim:

Tabii ki Müslümanlar…

Yahudilikten de, Hıristiyanlıktan da, Yahudileşme temayülünden de daha tehlikeli olan bu Hıristiyanlık tehlikesi nasıl bir şey? Bunu öğrenip bu tehlikeye düşmemek istersiniz değil mi?
Kim istemez? Tabii ki her Müslüman böyle bir tehlikeyi öğrenip ondan kaçmak ister.
Mustafa İslamoğlu, çok tehlikeli olan Hıristiyanlaşma temayülünün nasıl meydana geldiğini, nasıl tezahür ettiğini şöyle ifade ediyor:
“Peygamberi sevme ve yüceltme şeklinde tezahür etmektedir.” (Üç Muhammed, sahife: 43)

Öyleyse ey Müslümanlar!

Hıristiyanlaşma temayülüne yani kâfirlerden daha kötü duruma düşmemek için sakın ha peygamberinizi sevmeyin, onu yüceltmeyin!..

Bay İslamoğlu, bunu nasıl yapacağınızı da Musa Cârullah üzerinden size öğretiyor. “Peygamber ümmetin bir ferdi gibidir. Ümmetin her ferdi de Peygamber gibidir” demeliymişsiniz. Böyle söylerseniz çok büyük mertebeye erermişsiniz. Çünkü İslamoğlu, Musa Cârullah’tan naklen şöyle diyor:
“Bu varılabilecek en yüksek kemal mertebesidir.”

Demek ki, en büyük mertebeye kavuşmak için, -bu kafaya göre- peygamber sevgisinden uzak olmak şart…

Değerli okuyucu! Lütfen bu kitabı okumaya devam edin…


Ali EREN | 30.04.2013 10:18 | www.haberkita.com