Gönderen Konu: Tüm Ayrıntıları İle Evlad Terbiyesi  (Okunma sayısı 21850 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Tüm Ayrıntıları İle Evlad Terbiyesi
« : 05 Haziran 2015, 13:05:05 »

Evlad Terbiyesinde Aşamalar

Evlatlarımızın İslam ahlakı ile yoğrulması, dünya ve ahiret saadetimiz için en ehem meselelerdendir. Bu hususta ebeveyn, bilgili olup ne zaman nasıl davranması gerektiğini çok iyi idrak etmelidir. Özet olarak 4 dönemde irdelediğimiz çocuk ahlaki gelişimini şöyle sıralamak mümkün.

1- Telkin Dönemi        :  0 - 6 Yaş
2- Teşvik Dönemi        :  7 - 10 Yaş
3- İkaz Dönemi           : 10 - 14 Yaş
4- Müsamaha Dönemi          : 14 - …

1- Telkin Dönemi:
En önemli temel telkindir. Çocuğun kulağına ezan ve kamet okunması,
Konuşmaya başladığında "La İlahe İllellah" kelime-i tevhidini söyletmek,
Abdest alırken onu yanına alıp göstermek.

2- Teşvik Dönemi:
Bu dönemde çocuk namaz kılmaya özendirilir. Doğru davranışlar ile yanlış davranışlar ifade edilir. Az yemek yemeye ve arkadaşlarıyla paylaşmaya ikna edilmesi, oturarak su içilmesi, “hadi gel 1 Fatiha, 3 İhlası Şerife okuyalım” “abdest alalım” gibi teşvikler ile alışkanlıklar kazandırılabilir. Erkek çocuklar babalarıyla, kız çocuklar anneleriyle abdest almalıdır. Yemeğe besmele ile başlamak, yemekten sonra dua etmek, yemek tabağını sünnetlemekte bu dönemde kazandırılması gereken davranışlardandır.

3- İkaz Dönemi:
Ergenlikten önceki son virajdır. Burada çocuk yavaş yavaş aile otoritesinden kurtulmaya başlar. Kendi başına hareket etmeye özenir. Bu dönemde biraz disiplin gösterip, Namazını kıldın mı? Ben görmedim gibi sorular sorulabilir.

4- Müsamaha Dönemi:
Artık yetişkin bir genç vardır. Peygamberimiz (s.a.v.)'in bu yaştaki gençleri askere aldığı düşünülürse; “Yavrum sanki namazını kılmadın gibi geldi, acaba neden kılmadın, haydi beraber kılalım” vb. gibi dostane ve müsamaha yolu ile yaklaşılmalıdır.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Tüm Ayrıntıları İle Evlad Terbiyesi
« Yanıtla #1 : 05 Haziran 2015, 13:09:55 »
Tüm Ayrıntıları İle Evlad Terbiyesi

Evlatları terbiye etmede en güzel ahlak Yüce Dinimizin prensiplerine riayet etmekle mümkündür. İşte çocuk yetiştirmede terbiye prensipleri…

EVLAD TERBİYESİ

Aile içerisinde ebeveynlerin birbirlerine, ebeveynlerin çocuklarına ve çocukların da ebeveynlerine karşı vazifeleri vardır. Sohbetimizde ise ebeveynin çocukları üzerindeki vazifelerinden evlat terbiyesi üzerinde durulacaktır.

Cenab-ı Hakk ayet-i kerimesinde:
“Ey iman edenler, kendinizi ve aile halkınızı yakıtı ataş ve insanlardan olan ateşten koruyun.”
(Tahrim ,6)
 
Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadiste:
“Çocuğun babası üzerindeki haklardan biri ismini ve edebini güzel yapmasıdır.” (Feyzul Kadir)

Bu ayet ve hadisten anlıyoruz ki Hazreti Allah ve Rasülü çocukların terbiyesinden ebeveynleri sorumlu tutmuş, baba olmadığı takdirde dede, anne, amca, gibi her kim velayeti üzerine almışsa onu sorumlu tutmuştur.

Yine bir hadiste:
“Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz.”

Burada emredilen korumanın te'dip, güzel ahlaki talim , kötü arkadaşlardan korumak , hevaya düşkün olmalarına mani olmak gibi şeylerle terbiyenin yapılmasıdır.

Diğer bir ayeti kerimede:
“Mallarınız ve canlarınız sizin için bir fitnedir (imtihandır).” (Teğabün,15)

Buradaki fitneden maksadın imtihan vesilesi olduğu belirtilmiştir. Imtihanı kazanmanın yolu onlara karşı olan vazifelerimizi yapmak, ahlaklarını güzel kılmak, onları hayata en iyi şekilde hazırlamaktır. Yoksa hem dünyada huzurlu olamayız, hem ahirette mesuliyetten kurtulamayız.

Hadisi Şerifte:
“ Kişinin çocuğunu bir kerecik terbiye etmesi, onun için bir sa’ miktarında  yiyecek tasadduk etmesinden daha hayırlıdır.” ( Tirmizi, Birr 33 )

Hadisi Şerifte
“Çocuğun kendisine iyi davranmasında ona yardımcı olan babaya Allah rahmetini bol kılsın.” (Feyzul Kadir)

Peygamber Efendimiz (S.A.V) güçlü kuvvetli bir adama uğrar.
Ashab-ı Kiram 'Ya RasülAllah (S.A.V), keşke şu adam Allah yolunda çalışır olsaydı' der. Peygamber Efendimiz de Eğer bu adam küçük çocuğu için çalışıyorsa Allah yolundadır.” (Taberani,2,60)

İbni Ömer: “Evladını terbiye et, zira bundan mesulsün; edep olarak ne yaptın, neler öğrettin diye hesaba çekileceksin.”

Hadisi Şerif:
“Çocuklarınıza ikram edin ve terbiyelerini güzel yapın.” (İbni Mace,Edeb, 3)
 
 
“Kişi öldükten sonra geride bıraktığı şeylerin en hayırlısı kendisine dua eden salih bir evlat (kendisinden sonra halkın amel ettiği bir ilim)” (Ebu Davud,Vesaya 14)

Buraya kadar mevzuları umumi manada ayet ve hadislerle anlatmaya çalıştık. Bizler Rasülullah (S.A.V.) Efendimizin evlat terbiyesini esas alarak sizlere safhalar halinde anlatmaya çalışacağız.


ÇOCUĞUN TERBİYESİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN SAFHALAR:


SÜT SAFHASI

Çocuğun bedeni bir gelişmeye ihtiyacı olduğu hayat dair olumlu şeyleri (melekeleri) elde ettiği safhadır. Ayet-i Kerime’de mealen: Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler (Bakara 233) .  Bir kısım hadisi şeriflerde süt devresinin sona erdiğinin ayrıca belirtilmesi bu safhanın ehemmiyetini izah eder.

Bu safhada çocuğa bilhassa ilk günlerde ilk yapılacak muamelelere ayrı bir önem verilmiştir.


İLK LİBAS

İlk günlerde iktibas Peygamber Efendimiz doğumu yaklaşan kızı Hazreti Fatıma’ya daha doğum yapmadan hususi bir alaka göstermektedir. Hazreti Fatıma’nın Sevde binti Misrah(r.anha) anlatıyor. Doğum sancısı başlar başlamaz Peygamber Efendimiz gelir ve Hazreti Fatıma’nın halini hatırını sorduktan sonra “Doğum olunca bana haber vermeden hiçbir şey yapmayın” der. Doğum olunca Hazreti Sevde göbeğini keser sarı renkli bir beze sarar biraz sonra gelen Rasülullah (S.A.V.) Efendimiz doğum olup olmadığını ve Hazreti Fatıma’nın hatırını sorar. Hazreti Sevde Ya Rasülullah Çocuk doğdu göbeğini kestim sarı bir beze sardım der. Rasülullah (S.A.V.) Efendimiz öfkelenir ve “Bana asi oldun” der. Hazreti Sevde “Allah ve resulüne asi olmaktan Allah’a sığınırım” cevabı üzerine Rasülullah (S.A.V.) Efendimiz: “Çocuğu benim yanıma getir” der. Hazreti Sevde çocuğu getirir. Rasülullah (S.A.V.) Efendimiz sarı bezi atar beyaz bir bez içerisine sarar. İlk elbisenin beyaz renkli olmamasına dikkat edilmelidir. Doğumunda hazır bulunanlardan


İLK GIDA (TAHNİK)

Rasülullah (S.A.V.) Efendimiz çocuğu beyaz bir beze sardıktan sonra tükrüğünden çocuğun ağzına koyarak onu yutmasını sağlar. Keza Hazreti Ali (k.v.) Rasülüllah (S.A.V.) Efendimizin “Doğan çocuğa süt vermeden önce bana haber et, benden önce süt verme” diye Hazreti Fatıma validemize emir verdiğini belirtir. Hazreti Ali (k.v.) Efendimiz Hazreti Hasanın doğumunda bu emri yerine getirdiğini Hazreti Hüseyin’in doğumunda yerine getirmediğini babası gelmeden süt emzirdiğini zikreder ve Hazreti Hasan’ın ağzına Rasülüllah (S.A.V.) Efendimiz kendisini bilmediğim bir şey koyduğunu ifade eder.(Kenzül ummal,16.284)

Bu hadisden anlaşıldığına göre Rasülüllah (S.A.V.) Efendimiz doğan çocuğun midesine ilk inen gıdaya dikkat etmektedir. Nitekim muhtelif rivayetler bu ihtimamı sadece torunları için değil, umumi bir prensip halinde bütün Müslüman çocuklara teşmil ettiğini ifade etmektedir.

(Bu ilk gıda tahnik deniliyor). Efendimizin kimlere tahnik yaptığını kitaplar isimleri ile sayıyor.

Enes(r.a) ile doğum yapacak olan annesi Ümmü Süleym’e Rasulullah Efendimiz haber salarak “Çocuğun göbeği kesilince bana haber verin ve benden evvel ağzına bir şey koymayın” der. Bebek doğunca göbeği kesilir ve Hazreti Enes bebeği bir bahçede bulunan

Peygamberimize götürür. Peygamber Efendimiz Acve denen en iyi cins hurmadan 3 tanesi ile tahnik eder(gıdalandırır).

Bu hadisler tahnik meselesinin terbiyede ihmal edilmemesi gerektiği anlatmaktadır. Daha sonraki müslümanlar bu sünneti , doğan çocuğu bir alime tahnik ettirmektedirler. Harbuti Ömer Naimi , Terbiyeti Etfal adlı eserinde bunu şu mısralarla ifade eder :

Tevellüd ettiğinde veledin,

Bu fiil sünnet oldu eyle icra,

Verip bir alimin eline temri,

Onu kılsın buzakı ile helva,

O bani parmağınla alıp sen,

Çocuğun ağzına sür kıl mufa.


DUÂ

Çocuk dünyaya gelince ilk yapılan muamelelerden biri de duadır. Doğan çocukları Peygamber Efendimize getirildiğini, hayır dua edip, telkinde bulunduğunu belirtilmektedir.(Müslim). Gelen çocuklara Peygamber Efendimiz aynı zamanda dua ediyordu. Buhari de bu mevzu için ‘Çocuklara bereketle dua ve başlarını okşama’ diye bir bab ayırması da sünnetteki ehemmiyeti tescil eder.

Muaviye İbnu Kurre (ra) oğlu İlyas dünyaya gelince Ashab-ı Nebi den bir grubu davet ediyor, onlara ziyafet veriyor ve arkasından Ashab çocuk için dua ediyor. Siz dua ettiniz Allah duasını mübarek kılsın, şimdi ben dua edeyim siz amin deyin der, çocuğun dini ve aklı hususunda dualarda bulunur.

Peygamber Efendimiz Ensar’ın eşlerine yaklaşınca Ensar çocukları etrafını sarar, Peygamber Efendimiz onlara selam verir ve dua ederdi. İbni Abbas Resulluah(SAV):beni kucakladı ve ‘Allah’ım bunu dinde fakih kıl,hikmet öğret’ diye dua etti buyurur. Peygamber Efendimize göre dua, müminin silahı, dinin direği, semavat ve arzın nurudur.


İLK TELKİN

İlk telkinden murat çocuğun kulağına ezan ve kamet okumaktır. Peygamber Efendimiz Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin doğdukları zaman ezan ve kamet okumuştur ve kimin bir çocuğu olur da sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okursa ona Ümmü sıbyan (çocuktan ayrılmayan cin) zarar vermez. Her türlü idrakten uzak olan çocuğa ilk günden ihmal edilmeyip telkin yapılmalıdır.


SÜRUR

Peygamber Efendimiz çocuğu, kalplerin meyvesi ve gözün nuru olarak vasıflandırmıştır, doğum büyük bir sevinç vesilesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz oğlu İbrahim’in doğum müjdesini veren azadlı kölesine Ebu Rafi’ ye bir köle hediye etmiştir.
Ashab doğum vesilesiyle ziyafet vermektedir. İbni Kurne ashabı ziyafete çağırıp dua ettiklerini haber veriyor.


7.GÜN

İbni Abbas(RA) çocuğun doğumunun yedinci gününde şunları yapmanın sünnet olduğunu belirtir.

1.   İsim verilir, (Hadis-i Şerif “Siz kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız.Öyle ise, isimlerinizi güzel kılın.”)

2.   Sünnet edilir,

3.   Kızsa kulağı delinir,

4.   Akika kurban kesilir, (Erkek için iki, kız için bir kurban kesilir.)

5.   Başı traş edilir,

6.   Traş edilen saçın ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilir,

7.   Ondan eza bertaraf edilir.


SÜT EVRESİNDE GIDA

Süt devresi içinde çocuğa verilen gıdanın çocuğun karakterine tesiri çok büyüktür. En önemli gıda süttür. Çocuğun özellikle et ve kemik yapısını güçlendirir. Verilen süt tabiat ve karakteri değiştirir. Sütanne aranıyorsa en başta sütannesi olacak olan kadının akıllı, dindar, ahmak olmaması gibi titizlik gösterilmesi istenir. Helalden beslenmek, haramda hasıl olacak sütte bereket ve hayrın olmayacağı ve bu çeşit sütle beslenen çocuğun karakterinin, tabiatının iyi olmayacağı ittifaktır. Çocuğun annesi çocuğu emzirirken abdestli olması eftaldir.

Ebu Muhammed El-Cuveyni merhum, bir gün eve girince çocuğunu annesinden başka bir kadını emzirir bulur, hemen çocuğu alır, baş aşağı ederek karnını sıkar ve emdiği sütü tamamen kusturur. Sebeb-i hikmeti ise çocuğu emziren kişinin huyu çocuğa tesir eder. Nitekim Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz ‘Evlat süte göredir.’ diye buyurur. İmamı Gazali de, haramla beslenen kadından hâsıl olan sütle beslenen çocuğun ileride habis(kötü) şeylere meyledeceğini söyler.


MÜDEHALE DEVRESİ

Çocuğa fiili terbiye, müdahale ne zaman başlar?

İyi alışkanlıklar kazandırmak, istenmeyen davranışlardan vazgeçirmek hususunda her çocuğun gelişimi farklı farklıdır. Bazıları etrafı daha erken anlar idrak eder, bazıları geç idrak eder.

Konuşma, terbiye açısından konuşmaya başladığı devre en önemli devredir. Artık çocuk söyleneni anlar düşüncelerini anlatır.

Her çocuğun İslam fıtratı üzere doğması anne ve babasının tesiri ile Yahudi, Mecusi ve Hıristiyan olacağı beyan edilmesi (“Çocuk İslam fıtratı üzeredir. Konuşmaya başlayıncaya kadar bu hal üzere devam eder. Bundan sonra ebeveyni onu Yahudi veya Hırıstiyan yapar.”) konuşmanın önemini vurguluyor terbiyede. Rasulüllah (S.A.V.) Efendimiz bu safhaya gelen çocuklarla hususi ilgilenirdi. İlk önce imanın öğretilmesini istiyordu. Rasulüllah (S.A.V.) Efendimiz “Çocuğunuza ilk öğreteceğiniz kelime “La ilahe illAllah ” olsun, ölüm sırasında da bu kelimeyi telkin edin” buyuruyor. Çocuk Allah, ana baba sevgisi gibi bazı şeyleri anlayacağı anda çok soru soracak, merak edecek. Çocuk diye hafife almamalı doğru ve olgun biri gibi meseleleri izah etmelidir. Sebepleri ve niçinleri ile beraber iyi şeyler öğretilmeli, kötü şeylerden men edilmelidir.
 
Hayâ, ahlak sahibi olması için gayret edilmeli. Yerinde zamanında müdahale edilmeli sadece kötülük yaptığı zaman cezalandırılmamalı, iyilik yaptığı zamanda ödüllendirilmeli, takdir edilmeli ki, o hal pekişsin.


Çocukluk Devresindeki Terbiyenin Ehemmiyeti

Küçüklükte öğrenilen ve aşılanan şeylerin meleke durumuna geçerek hayat boyu tesir edeceği için Rasulüllah (S.A.V.) Efendimiz çocuklar farz olmadığı halde namaz, oruç gibi ibadetlere alıştırılmasını hatta namazda olduğu gibi mecburi tarzda alıştırılmasını istemiştir. Farz olmayan şeyin çocuğa zorlanması terbiye ve alışması içindir.

Terbiyeciler, çocukların meşguliyete boğulup akıllarının dağılmasından önce terbiye edilmesi zaruretinde müttefiktirler ve çocuğunu küçükten terbiye eden büyüyünce memnun kalır demişlerdir.

Alışkanlık, ibadetlerin, güzelliklerin aline gelmesi şarttır. Hayra alışın zira alışkanlık ile kaimdir. Hayırla dinen emredilen farz, vacip, nafile, mendup v.s. gibi her çeşit ibadet, edep, güzel ahlak  bütün bunlara tecrübe ve meşakkatle alışmak gerekmektedir. Huy, terbiyecinin küçüklüğünde çocuğa inat, acelecilik, hevaya uyma ve hırs gibi alıştırdığı şeylerden meydana gelir.

Çocuğun gelişmesi şu dört boyut ele alınarak takip edilmelidir:
1.   Ruhsal (dua, ibadet..),
2.   Zihinsel (okuma…),
3.   Sosyal (insanlarla ilişkiler…),
4.   Bedensel (spor…)



DİNİ TERBİYE NASIL OLMALI?

1- İMAN ESASLARI


Peygamber Efendimiz ile Ashab-ı İkram çocuklara, önce kelime-i tevhidi, imanı öğretmiştir. Cündeb İbni Abdullah anlatıyorlar ki “Bir grup genç peygamber Efendimiz(sav) yanında idik. Kuran-ı öğrenmeden önce imanı öğrendik bilahare Kuran-ı öğrendik. Böylece ona olan imanımız iyice arttı.”

Terbiye de her şeyden önce bütün dini hayatın temeli olan kalbi bir tasdikten ibaret olan iman esaslarının öğretilmesi telkini 1. plandadır.


2- KUR’AN

Hadisi Şerif: “Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin; Peygamber sevgisi , Ehli beyt sevgisi, Kur’anın kıraatı (çünkü kuranın hafızları hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde peygamberler ve asfiyalarla birlikte Allah’ın gölgesindedir.) (Feynul Kadir 1-225)

Çocuğa küçük yaşta öğretilebilir. Bu öğretme yaşı çocuğun duruma göre değişebilir. Küçük yaşta öğretilmesi konusunda sadece zorlanarak bırakılmaması konusunda hassas olunmalı. Ancak namazı kılacak şekilde kıratı bilmesi buluğ çağına gelinceye kadar şarttır.

Kur’an öğrenmiş olan çocuk buluğa erişince namazda okuyacağı şeyleri bilir. Onun için buluğa erişmeden Kur’an’ın ve ezberlerin öğretilmesi gerekir.



3- DUÂ

Namaz harfinde okunacak duaların ezberletilmesi Hazreti Peygamberimize hizmet için verilen Kays İbnu Sad İbni Ubade: Peygamber Efendimiz (SAV) “Kendisine sana cennet kapılarından birini öğreteyim mi ?” dedikten sonra LA HAVLE VELA GUVVETE İLLA BİLLAH cümlesini öğretir.


4- NAMAZ

İmandan sonra farzlar arasında en mühim yeri işgal eden namazdır. Namaz normal olarak buluğdan sonra farz olmakla beraber çocuğun buna alışması için daha erken yaşlarda başlatılması gerekir. Namaza alıştırmak için yedi yaşında çocuktan kılması istenir. Bunun sebebi namaza mükellef olacak (buluğa gelmeden ) yaşa gelmeden namaza alışması öğretilmesi sebebiyledir. Yedi yaşında yumuşak bir şekilde davranarak namazı kılması istenir. On yaşında ise zorlamaya başlanır. Oniki, onüç yaşında da kılmazsa dövülebileceği ifade edilmiştir. Küçük yaşta emretmek zorlamak vacib olduğu için değil alışkanlık olması içindir mükelleftir


5-MESCİD’E V.S. ALIŞTIRMA

Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin kendi başlarına mescide girip Peygamber Efendimiz (SAV) secdede iken sırtına binmiş ve bu yüzden secde uzamıştır. Hazreti Hasan’ı zaman zaman minberde yanı başına oturtur mescide oynamalarına kızmazdı. Erkeklerin namaz safı ile kadınlar arasına çocuklar dururdu. (Ebu Davud) .


6-ORUÇ

Peygamber Efendimiz (SAV) ve Ashab, oruca tahammül edebilecekleri küçük yaşlarda buna teşvik edip tutturdukları rivayet ediliyor. Alıştırmak terbiye etmek maksadıyla takat getirebilecek çocuklara orucu tutturmak gerekir.7-10 yaşlarında mükellef olmadan önce (üzerine vacib olmadan önce) farzı yerine getirebilecek duruma geliyor.


7-KIYAFET

Muhammed İbni Iyaz ez-Zühri anlatıyor:

“Küçüklüğümde Rasullullah’ın yanına götürüldüm. Üzerimde avretimi örtmeyen bir bez parçası vardı. Avretim açılmıştı ki Rasullullah “Bunun avretinin hürmeti(haramlığı)ne riayet edip örtün. Zira küçüğün avretinin haramlığı, büyüğün avreti gibidir. Allah avretini açanı koruyup gözetmez.” (Müstedrek 3 , 257 )

Bir çeşit farzlarla çocuk mükellef olmasa bile velisi onu uygulamak çocuğu alıştırmakla mükelleftir.

HAZRETİ ENES’İN HATIRASI

Çocukluk devresinde bizzat Peygamber Efendimiz (SAV) bu terbiye ve nezaretinin altında geçirmiş olan kimselere bakalım. Sekiz yaşında Peygamber Efendimiz (SAV) ın hizmetine girerek on yıl boyunca hizmet ettiğini söyleyen Enes(r.a.) kendisine Peygamber Efendimiz (SAV) şunları öğrettiğini söyler:

1.   Sır saklaması,

2.   Abdest alma,

3.   Namaz ve teferruatı,

4.   Gusül,

5.   Kalp temizliği,

6.   Selam vermek,

7.   Büyüklere hürmet küçüklere merhamet,

8.   Sünnete tabi olmak.

Peygamber Efendimiz (SAV) Medine’ye geldiği vakit ben sekiz yaşındaydım annem elimden tutarak Peygamber Efendimiz (SAV) e götürdü ve “Ya Rasulüllah, Ensar’dan herkes sana bir hediyede bulundu, ben ise şu oğlumdan başka hediye edecek bir şeye sahip değilim bunu ala istediğin hususta sana hizmet etsin” dedi. Bundan sonra ben on yıl hizmette bulundum bu hizmet zarfında beni ne dövdü, ne azarladı, ne tahkir etti, ne de bir defacık surat astı.

Bana ilk tavsiyesi, “Sırrımı kimseye ifşa etme; sırrını asla kimseye söyleme.” Bir seferinde şunu söyledi: “Oğulcuğum, abdestini tam al ta ki hafaza melekleri seni sevsin ve ömrün uzatılsın.”

“Ey Enes, cenabetten gusül ederken mübalağa et ey oğulcuğum elinden geldiği nispette namazını bırakma zira bu taktirde melekler daima sana rahmet okurlar”

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Çocuklar Hakkındaki Bazı Ayet-i Kerimeler
« Yanıtla #2 : 05 Haziran 2015, 13:11:59 »
Çocuklar Hakkındaki Bazı Ayet-i Kerimeler

Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
“Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür...” [Kehf suresi, 46]

“Ey Rabbimiz, bizi yalnız senin için boyun eğen Müslüman kıl! Soyumuzdan da yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet vücuda getir.”[Bakara suresi, 128]

“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! duamı kabul et!” [İbrahim suresi, 40]

“Ey iman edenler. Kendinizi ve ailenizi / çoluk çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşinden koruyun.” [Tahrim suresi, 6]

“(Ey Rasûlüm!) Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel akibet takva sahiplerinindir.” [TaaHaa suresi, 132]

“Ey iman edenler, haberiniz olsun ki, eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olan vardır, o halde onlardan sakının! Ne var ki, affeder, kusurlarına bakmaz, örterseniz, şüphe yok ki, Allah, çok bağışlayandır, merhamet edendir.” [Teğabün suresi, 14]

“Hani bir vakit Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: ‘Yavrucuğum! Allah'a şirk koşma, çünkü Allah'a şirk / ortak koşmak, elbette büyük bir zulümdür.” [Lokman suresi, 20]

“Bir de geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onlara da, size de rızkı biz veririz. Şüphesiz ki onları öldürmek, çok büyük bir suçtur.” [İsrâ suresi, 31]

“O inkâr edenler (var ya), onların ne malları, ne de evlatları, onlara Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar, ateş halkıdır; orada ebedi kalacaklardır.” [Âlu İmrân suresi, 116]

“Göklerin ve yerin mülkü / hükümranlığı yalnız Allah'a aittir. O dilediğini yaratır, dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk bahşeder. Yahut Allah onları erkek ve kız olmak üzere çift verir, dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz ki O her şeyi bilir. O'nun her şeye gücü yeter.” [Şûrâ suresi, 49-50]

“Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlalarınızdır. O halde tarlalarınıza dilediğiniz gibi gelip, kendiniz için önden (ahirete iyi ameller) gönderin (Hayırlı evlatlar yetiştirin).” [Bakara suresi, 223]

“ Rahimlerde sizi dilediği keyfiyette tasvir eden (şekillendiren) O’dur. Kendisinden başka ilah yok. O azîz’dir, hakîm’dir (mutlak güç ve hikmet sahibidir). “ [Âlu İmrân suresi, 6]

“O inkâr edenlere, muhakkak ki ne malları, ne çocukları Allah'a (O’nun azabına) karşı zerre kadar fayda vermeyecektir. Onlar, o ateşin çırası (yakıtı)dırlar. “ [Âlu İmrân suresi, 10]
“Orada Zekeriyya Rabbına dua etti: Yâ Rab! dedi: Bana ledünnünden bir temiz zürriyyet ihsan eyle(katından hayırlı bir nesil ver) şüphesiz ki sen duayı hakkıyla işitensin.” [Âlu İmrân suresi, 38]

Bu mevzuda gelen hadis-i şeriflerle meseleyi bir bütün olarak ele alalım…


***


A- Sünnet-i Seniyyede Çocuk Terbiyesi

Allahü Teâla insanı tertemiz, berrak, işlenmeye hazır kıymetli bir mücevher mahiyetinde yaratmıştır. Bu, onun hayra da şerre de istidadının bulunduğunu, yaratılıştan kazanılmış olan kalb, akıl, ruh ve vicdan gibi latîf cevherlerinin, hangi inanç ve kültür havzasında yoğrulursa o yöne doğru meyledeceğini göstermektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen “Allah sizi hiçbir şey bilmediğiniz hâlde annelerinizin karnından çıkardı ve size işitme(niz için kulaklar), (görmeniz için) gözler ve (anlayıp idrak etmeniz için de) gönüller verdi ki (bundan dolayı O’na) şükredesiniz” [Nahl suresi, 78] ayeti de, insana doğuştan İlâhî bir lütuf olarak kazandırılan cevherlerin varlığına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla insan, hayatını idame ettirmek için herhangi bir terbiyeye ihtiyaç hissetmeden tabiî insiyakıyla yaşayışını sürdüren hayvandan farklı olarak, potansiyel hâldeki donanımını bir eğitim sürecinden geçirerek geliştirmek ve belli bir düzeye getirmek mecburiyetindedir.
Allah (c.c.), Kur’ân-ı Kerim’de, “Ey iman edenler, kendinizi ve aile halkınızı yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun!” [Tahrîm suresi, 6] buyururken, çocukları dünyevî ve uhrevî hayata hazırlamanın önemli bir mes’uliyet olduğuna işaret etmiştir. Keza Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de, “Bir baba evlâdına güzel edep ve ahlâktan daha üstün bir miras bırakmış olmaz.” [Tirmizi, Sünen, Birr, 33] ve “Çocuklarınıza ikram edin ve onları güzelce terbiye edin.” [İbn Mâce, Sünen, Edeb, 3] buyurarak bu vazifenin asla ihmal edilmemesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Ancak, günümüzde çocuk terbiyesi gibi fevkalâde hassas olan bu meselede inisiyatif, ya bütünüyle âdet ve geleneklere bırakılmış veya gelenekten kaynaklanan kimi yanlışlıkları düzeltmek adına Batı kültürünün sözde şefkatli kollarına terk edilmiştir. Dünden bugüne bazı yörelerde bir anne-babanın kendi anne-babasının veya kayınvalide ve kayınpederinin yanında çocuklarını kucağına almasının yadırgandığına dâir uygulamalar, her ne kadar gelenekten kaynaklanan katı âdetler ise de; bugün artık geleneğin bu gibi yanlışlıklarını düzeltmek adına maalesef Batı kültürüne dayalı kimi esasların hâkim kılınmaya çalışıldığını görmek gibi bir talihsizliği de yaşıyoruz. Ne acıdır ki, gereksiz bir saygı ve faydasız bir terbiye anlayışının yerini, bu defa mânevî değerlerimizden kopma ve yırtılma hâli istilâ etmiş, bu hususta ifrat ve tefritler yaşanır hâle gelmiştir. Öyle ki, anne-baba belli bir yaştan sonra çocuğunun sigarasına, uyuşturucu kullanmasına, akşamları eve geç gelmesine, hattâ geceleri sokakta geçirmesine, dinî vecibeleri yerine getirmesine dahi karışamamakta; oğluna veya kızına bir şey söylese on katıyla karşılığını almaktadır. Nesillerin gönlünden iffet ve hayâ perdesi sıyrılmış, saygısızlık ve yüzsüzlük âdeta zamane nesillerinin şiarı olmaya yüz tutmuştur.




B- Çocuk Terbiyesine Dâir Usûl ve Esaslar

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), gerek çocuklarla olan ilişkilerinde ve gerekse çocuk terbiyesiyle alâkalı sözlerinde bu hususta hayatî öneme sahip esaslara işaret etmiş ve bu taze fidanların yetiştirilmesinde hataya düşülmemesi ve fıtratlarını koruyacak esaslara / prensiplere mutlaka önem verilmesi ikazında bulunmuştur. Bir bütünlük içerisinde bakıldığında, Efendimizin (s.a.v.), fazilet timsâli nesiller yetiştirilmesi hususunda bazı önemli esaslara dikkat çektiğini görmekteyiz. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde, “Her doğan, İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahûdi veya Mecûsi yapar.” [Buhârî, Sahih, Cenâiz, 92; Ebû Dâvud, Sünen, Sünneh, 17; Tirmizî, Sünen, Kader, 5] buyurmuşlardır.
Bu hadisteki temel mesaj, İslâm fıtratı üzere doğan yavruları bâtıl inançların, menfî ideolojilerin yahut sefahet odaklarının eline düşmekten koruma noktasında anne-babaya düşen büyük vazife ve sorumluluğu ihtar etmektir.
Her insan yaratılış itibariyle fıtrat üzeredir; lekesiz, tertemiz, iman ve İslâm'a en müsait bir hüviyettedir. Yani lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir kağıt veya üzerine hiçbir şey kaydedilmemiş boş bir kaset, cd, dvd, şekil verilmeye müsait bir macun, kalıplara dökülmeyi bekleyen maden cevheri veya eğilmeye müsait bir fidan gibi...
Nasıl dupduru, saf ve berrak bir pınar suyu, esas kaynağı ve mahiyeti itibariyle tertemiz olup, en faydalı ve şifalı bir hâl almaya müsaittir. Ya da üzerine toz toprak saçmak suretiyle bulandırılıp başka bir mahiyete sokulabilir, aynı şekilde yeni doğan bir çocuk da fıtrat ve kâinat kanunlarına göre hakikatleri kabule, bulanıklık ve dalâleti ise reddetmeye uygun ve müsait bir haldedir. Bu sebeple, 5-15 yaş grubu çocuklara ne anlatırsanız, onlar hemen onu hafızalarına kaydedip, kalp dünyalarına iman ve İslâm adına yerleştirirler. Söz gelimi, “Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız olmaz; öyleyse, şu koca kâinat da sahipsiz olmaz; onun sahibi Allah Teâla’dır” dediğinizde, karşınızdaki alıcı o kadar lekesiz ve bu tür mesajların öylesine frekansındadır ki, hiç parazitsiz söylediklerinizi kaydediverir.
Ancak bu böyle olduğu gibi, temiz ve selim bir fıtrat, küfür ve günahlarla kirletilip, köreltilebilir de...
İnsan, küfür ve inkârla, kâinat çapındaki delillere gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış, vicdanını müharlemiş ve fıtratını köreltmiş; kendini bütün ışık, nur ve feyz kaynaklarından mahrum bırakıp, karanlıklar içine gömmüş ve haddizatında baştan temiz olan fıtratının üzerine Allah'ın (c.c.) sevmediği kara lekeler sürmüş olabilir... Buna karşılık, insan iman ve amelle, aslında temiz olan fıtratını muhafaza eder ve saffetini korur. O halde; İman asli, küfür ise ârızî bir husustur. Yaratılışta temiz olan fıtrat, sonradan kirletilir. Fıtratın ilk baştaki hali korunmaz, imdadına koşulmaz ve bu yolda gerekli tedbirler alınmazsa, insanın ya Hristiyan, ya Yahudi, ya da Mecûsi ya da ateist olması veya aklınıza gelebilecek küfür cereyanlarından birisine yem olup gitmesi mümkün ve muhtemeldir.
Temiz fıtrat kirletilip bozulunca, insan ikinci bir fıtrat kazanmış demektir. Yumurtadan çıkan yavru kuş, uçamasa da yine “kuştur”. O, yaratılıştan uçmaya elverişlidir. Palazlanma döneminde koşup sıçradığını, düşe kalka uçmaya çalıştığını görür, “Bu kuş, uçacak.” deriz. Ancak harici bir sebep devreye girer de, kuşun uçma kabiliyetini götürürse, o takdirde ne kadar kuş da olsa, uçamaz.
İşte küfür de böyledir; uçmaya müsait bir kuşun kanatlarını kırma, güdük bırakma ve kümeslerde bu kabiliyetlerini öldürme, önceki ilk fıtratı köreltip, ikinci bir fıtrat ile uçamayacak hâle getirmedir. İrâdenin suistimaline ve dış sebeplere binaen fıtratı köreltilen bir insan, ikinci bir fıtrat kazanmış, temiz ve selim yaratılışını kirletmiş olur. Nasıl kuşun ilk haline bakıp da, kuştur bu, uçar diyorsak, aynı şekilde yeni doğan bir çocuğa da “Müslüman bu” veya “Müslüman olur bu” deriz.
Ne var ki, zamanla o yavrunun üzerinde ters yönden sam yelleri eser ve o da iradesini sûistimalle bunların üzerine tuz biber ekerse, işte o zaman kolu kanadı kırılır ve fıtrat çekirdeği küfür toprağının karanlıklarında gömülü ve örtülü kalıp, çimlenip filiz çıkarmak ve neticede her mevsim meyve veren bir ağaç olmak için gerekli ısı, ışık ve yağmuru alamaz duruma düşer. O artık karanlıklar içinde, kapkara bir yeni fıtrat kazanmıştır.
Evet, her doğan, İslâm fıtratı üzere doğar; fakat anne-baba, arkadaş, muhit-çevre, toplum ve okul gibi dış tesirlerle, bunları lehinde veya aleyhinde değerlendirecek olan irade, fıtrata müsbet veya menfî yönde müdahalede bulunur. Bütün bunlara ilk engel olacak / olabilecek olan da ebeveyndir, ailedir.


C- Çocuk Terbiyesinin Başlangıç ve Safhaları


(1) Çocuk terbiyesine doğumla birlikte başlamak:


Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), gerek kendi çocukları ve gerekse yakın çevresindeki çocuklarla doğmadan önce ilgilenmeye başlar ve çocuk terbiyesinin doğumla birlikte ve hattâ daha öncesinde başlaması gerektiğine işaret ederdi. Kızı Hz. Fâtıma (r.anha) torunu Hz. Hasan’a (r.a.) hamile iken yanına uğrayıp hâlini hatırını sorar ve ‘çocuk doğunca kendisine haber verilmesini, haber vermeden de çocuğa hiçbir şey yapılmamasını’ tembih ederdi.’ [Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 16, 261-262] Aynı alâkayı torunu Hz. Hüseyin (r.a.) için de göstermiştir.

Rasûlullah Efendimiz, yeni doğan çocuğa verilen ilk gıdanın faziletli ve âlim bir şahsın elinden olmasında hassasiyet gösterirdi. Bu ihtimamı sadece kendi torunları için değil, bütün çocuklar için de gösterirdi. Nitekim Hz. Âişe (r.anha), ‘doğduğu zaman çocukların Rasûlullah’a (s.a.v.) getirildiğini, O’nun da bunlara hayır duada bulunup tahnîk yaptığını’ belirtmektedir. [Müslim, Sahih, Âdâb, 27; Tahnîk, hurma vb. gıdaları ağızda çiğnedikten sonra çocuğun damağını onunla ovmaktır. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, 1, 451)]Müslüman eğitimciler, Rasûlullah’ın (s.a.v.) çeşitli hikmetlere mebnî bu sünnetinin, yeni doğan çocuğun âlim ve fâzıl bir zâta götürülerek tahnîk ettirmek sûretiyle yaşatılmasını tavsiye etmişlerdir. [İbrahim Cânan, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, s. 81]
Hz. Âişe’nin (r.anha) ifadesine göre, yeni doğan çocuk için dua edip, Allah’tan ömrünün bereketli kılmasını talep etmek de, Rasûl-i zî-şânın  (s.a.v.) bir başka tavsiyesidir. [Buharî, Sahih, Deavât, 31]
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), çocukların kulağına ilk telkin edilecek şeyin ‘ezân ve ikâmet’ olmasını isterdi. Torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin doğduklarında, sağ kulaklarına ezan, sol kulaklarına da ikâmet okumuştu. [Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, 107] Bu telkin, çocuğun daha ilk günden ihmal edilmeyip, dinin şeâiriyle-mukaddesleriyle tanıştırılması gerektiğine önemli bir işarettir. Aynı zamanda bu uygulama, ‘Eğitim ve terbiyenin mevsimi beşikten mezara kadardır.’ kanaatini seslendiren Müslüman eğitimciler için de bir mihenk taşı olsa gerektir.
Fahr-i âlem (s.a.v.) Efendimizin, çocuğun doğumu sonrasında önemle üzerinde durduğu bir başka husus da, onlara ‘güzel bir isim’ verilmesidir. O’nun “Sizler kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. O hâlde isimlerinizi güzelleştirin.” [Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, 61] ihtarı, Asr-ı Saadet’te yankısını bulmuş ve güzel isimlerin seçilmesine ihtimam gösterilmiştir. Nitekim Hz. Fâtıma (r.anha) ilk çocuğunu dünyaya getirdiğinde, Hz. Ali (r.a.) ona ‘Harb’ adını koymak istemiş, ancak Rasûlullahn (s.a.v.) bu ismi beğenmeyerek torununa ‘Hasan’ adını vermiştir. [İbn İshâk, Sîret, s.231] Keza oğlu İbrahim’in doğumu müjdelendiğinde, “Bu gece bir oğlum oldu; ona atam İbrahim’in adını verdim.” [Müslim, Sahih, Fedâil, 62] diyerek sevincini açıkça izhar etmişti.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), çocuklar doğduktan sonra ilk yedi gün içerisinde, başlarındaki tüyü tıraş ettirip ağırlığınca ‘sadaka’ vermek [Mâlik, Muvatta’, Akîka 2], Allah’a şükrün bir ifadesi olarak ‘kurban(akîka)’ kesmek [Buharî, Sahih, Akîka, 2], yakınlara ve eşe dosta ‘ziyafet’ tertip etmek [Buharî, el-Edebü’l-Müfred, s. 335] ve çocuğun doğumunu müjdeleyenlere ‘hediye’ takdiminde bulunmak [İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, VIII/212] gibi sünnetler koymak suretiyle, Allah’ın bir kimseye verdiği en önemli lütuflardan birinin çocuk olduğuna ve çocuk terbiyesi mevzuundaki yükümlülüklerin de doğumla birlikte başlaması gerektiğine dikkat çekmiştir.


(2) Terbiyede şefkat-ciddiyet dengesini korumak:

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), tabiat itibariyle şefkat ve muhabbet dolu bir yücelik timsali, raûf ve rahîmsıfatlarının sahibiydi. Her zaman güler yüzlü, tatlı sözlü ve şefkatliydi. Torunlarını öpüp koklarkenRasûlullah’ı (s.a.v.) gören Akra’ b. Hâbis adlı sahabi bunu yadırgayarak, “Benim on çocuğum var ve şimdiye kadar hiç birini öpmüş değilim.” dediğinde; Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) de onun bu tavrının hoş olmadığını, “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” veya bir başka vesileyle, “Allah kalblerinizden şefkat duygusunu çıkardı ise, ben ne yapabilirim ki!” demiştir. [Buhârî, Sahih, Edeb, 18]
Hicretin 10. yılında oğlu İbrahim, 16 veya 18 aylıkken hastalanmış ve kucağında vefat etmişti. Bunun üzerine mübarek gözlerinden yaşlar boşalmış; bunu gören Abdurrahman b. Avf (r.a.), hayretini gizleyememiş ve neden ağladığını sormuştu. Âlemlere rahmet Efendimiz (s.a.v.), ağlamanın şefkat ve merhamet emaresi / belirtisi olduğunu ifadeyle, oğlu İbrahim’e yönelerek duygularını şöyle ifade etmiştir: “Eğer tekrar buluşma vaadi olmasaydı… senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok mahzunuz ey İbrahim! Gözler yaş akıtır, kalb hüzünlenir, lâkin biz Allah’ın hoşlanmayacağı şeyi söylemeyiz.” [Buharî, Sahih, Cenâiz, 43]
Rasûlullah (s.a.v.), “Bunlar benim dünyadaki iki reyhanım (kokuların en güzeli)” [Buharî, Sahih, Fedâilü’s-sahâbe, 22] dediği torunlarını kucaklar, koklar ve bağrına basardı. O’nun (s.a.v.) sevgisi sadece kendi çocukları ve torunlarına münhasır değildi; diğer çocukları da sever okşardı. Üsâme b. Zeyd’in anlattığına göre, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) onu bir dizine, torunu Hasan’ı da bir dizine oturtur, sonra ikisini de bağrına basarak: “Allah’ım, ben bunları seviyorum; bunları Sen de sev!” [Buharî, Fedâilü’s-sahâbe 18]diye dua ederdi. Bir namaz esnasında sırtına binen torunu kendiliğinden ininceye kadar secdeyi uzatmış, çocuğa müdahale etmemiştir. Hattâ namaz bitince cemaatten birinin, “Ey Allah’ın Resûlü, namaz sırasında secdeyi öyle uzun tuttunuz ki, bir hâdise meydana geldiğini veya Sana vahiy indiğini zannettik.” demesi üzerine: “Hayır! Bunların hiçbirisi olmadı; torunum sırtıma bindi. Acele etmeyi ve hevesi geçmeden de sırtımdan indirmeyi uygun bulmadım.” diye karşılık vermiştir. [Nesaî, Sünen, Tatbîk, 82]
Burada önemli bir hususa işaret etmek gerekir ki, Sevgili Peygamberimizde (s.a.v.) sevgi ve şefkat her zaman asıl olmakla birlikte; O (s.a.v.), şefkat ve ciddiyet arasında belli bir denge de gözetmiştir. Zîrâ O (s.a.v.), vazifesi / misyonu ve tecehhüzü / donanımı itibariyle bir ciddiyet ve vakar insanıydı. Ashab-ı Kirâm (r.anhum), derlenip toparlanmadan, huzuruna yakışır bir hâl almadan, hürmetsizlik edecekleri endişesiyle O’nun karşısına çıkmaya, yüzüne bakmaya cesaret edemezlerdi. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma(r.anhuma) da böyleydi. Onlardaki hürmet ifadelerine sürekli şahit olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin(r.anhuma) de zamanla aynı ruh hâletine bürünmüşlerdi. Yaşları ilerledikçe onları tatlı bir mehâbet hissi sarıvermişti. Rasûlullah (s.a.v.), ne kadar yumuşak ve müşfik davranırsa davransın, muhatapları asla lâubaliliğe girmezlerdi.


(3) Sevgi ve Ciddiyet Dengesi:

Sevgiyle ciddiyeti dengeleme meselesi, pedagojik açıdan da önemli bir husustur. Öğrencilerin hissiyatını gözetme, onların dertlerini dinleme, başlarını okşama, ellerinden tutma ve ihtiyaçlarını gidermemutlaka ehemmiyetlidir; fakat onlar karşısında ciddiyeti ve vakarı koruma da oldukça önemli bir husustur. Gerek anne-babalar, gerekse öğretmenler, çocuklarına veya öğrencilerine mutlaka sinelerini açmalı, her zaman onlarla ilgilenmeli, dertlerine ortak olmalı, gerekirse harçlık vermeli, hattâ onlar için canlarını bile feda etmeyi göze alabileceklerini göstermeli ve sevgilerini ortaya koymak için her vesileyi değerlendirmeli; ancak onlar karşısındaki konumlarını ve ciddiyetlerini mutlaka korumalıdırlar. Aksi hâlde, kontrolsüz sevgi ve alâkanın çocuğu şımartıp küstahlaştırması ve ukalalaştırması kaçınılmaz olacaktır.
Rasûlullah (s.a.v), çocukların ve torunlarının henüz çok küçük oldukları bir dönemde, onları birer ikişer omuzlarına almış, öpmüş, sevmiş ve onlara dualar etmiştir. Bu vesileyle, hem şefkat ve merhametinin gereğini ortaya koymuş, hem hâdiseye şahit olan sahâbilere bazı terbiye usûl ve kaidelerini öğretmiş, fakat daha bilemediğimiz onlarca hikmeti gözeterek, torunlarını kucağına aldığı zamanlarda bile O (s.a.v.), daimî duruşunu, her zamanki tavrını ve ciddiyetini korumuştur.


(4) Çocuklara değer vermek, onlarla ilgilenmek:

Rasûlullah (s.a.v.), çocukları en güzel dünya nimetlerinden biri olarak görür; onlara karşı ilgiyi-alâkayı asla eksik etmez ve değerli olduklarını onlara hissettirirdi. O bir gün evinden çıkmış, torunlarından birini bağrına basarak: “Siz çocuklar insanı(n çok yaman imtihan vesilesisiniz; bu sebeple) bazen cimriliğe, bazen korkaklığa, bazen de cehalete müptelâ kılarsınız. Buna rağmen sizler Allah’ın en güzel kokulu nimetisiniz” [Tirmizî, Sünen, Birr, 11] sözleriyle, onların nâdide bir çiçek gibi olduklarına işaret etmiştir. Bu sebeple onların ağlamasına dayanamaz, ağlamalarına sebep olanları ikaz eder; namaz esnasında ağlayan bir çocuk sesi duysa, namazını kısaltır ve annesinin onunla ilgilenmesine fırsat verirdi [Buhârî, Sahih, Ezân, 65] Ashaptan Hz. Büreyde’nin (r.a.) naklettiğine göre, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Mescid’de hutbe okurken, henüz çok küçük yaştaki torunlarının düşe kalka ilerlediklerini görünce hutbeyi yarıda keserek yanlarına gitmiş, onları kucağına alarak tekrar hutbeye çıkmış ve “Allah Teâlâ, ‘Mallarınız ve evlâtlarınız(sizin için) bir imtihan (vesilesi)dir’[Teğâbün suresi, 15] derken ne kadar doğru söylemiş. Bunları öyle görünce sabredemedim.” buyurmuş ve hutbesine devam etmiştir. [Tirmizî, Sünen, Menâkıb 30]
Nebî (s.a.v.), çocuklarla şakalaşır, onların anlayacağı dille konuşur, seviyelerine uygun espriler yapardı.Enes b. Mâlik’in üvey kardeşi Ebû Umeyr’in (r.anhuma) çok sevdiği kuşu ölünce, onu teselli etmek istemiş ve, “Ebû Umeyr! Serçeciğe ne oldu, serçecik ne yapıyor şimdi!” [Buhârî, Sahih, Edeb, 81]sözleriyle de acısına ortak olmuştu. Çocuklara “yavrum, evlâdım, oğlum” diye hitap edilmesini ister, kendisi de bu sözlerle gönüllerini alırdı. Yolda karşılaştığı çocukları bineğine alır, gidecekleri yere kadar götürürdü. [Buhârî, Sahih, Libâs, 98] Hasta olduklarını öğrendiğinde ziyaret eder, şifâ dileğinde bulunur, ashabın da böyle davranmasına örneklik ederdi. Nitekim Medine’de yaşayan bir Yahudî çocuğunu hasta yatağında ziyaret etmiş, ölmeden önce onun Müslüman olmasına vesile olmuştu.[Buhârî, Sahih, Cenâiz, 79]
Fahr-i Kâinat (s.a.v.), çocukların bir ihtiyacı olduğunda karşılar, isteklerini yerine getirirdi. Torunlarından birinin bir gün susadığını görmüş, hemen bir koyunun sütünü sağarak getirmiş ve ona içirmiştir. [İbn Hanbel, Müsned, I/101] Çocukların tertemiz fıtratlarına işaretle, mevsimin ilk ürünü hasat edildiğinde, mahsulün bol ve bereketli olması için Allah Teâla’ya dua etmiş ve oradaki topluluktan en küçük çocuğu çağırarak ilk meyveyi ona yedirmiştir .[İmam Malik, Muvatta’, Câmi’, 1] Çocuklarla selâmlaşmış, hâllerini hatırlarını sormuştur.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), çocukların şahsiyet sahibi olmaları için onlarla her ortamda ilgilenmiş, onlara değer vermiş, onları anlamak için söz hakkı verip dinlemiş, dünyalarına girmeye çalışmıştır. Çocuk yaşlardaki sahabilerden Râfi’ b. Amr’ın (r.a.) başından geçen bir hâdise bunun en güzel örneğidir. Hz. Râfi’, bir gün Medine’de Ensar’dan birinin bahçesindeki hurmaları taşlamış ve sahibi tarafından yakalanarak Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna getirilmişti. Efendimiz (s.av.) ona önce; “Yavrum! Hurmaları neden taşladın?” diye sordu. Çocuk da, “Karnım açtı, yemek için taşladım.” diye karşılık verdi. Bunun üzerineRasûl-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.), “Peki, o hâlde bir daha hurmaları taşlama, dibine dökülenlerden ye, olur mu?” diye tatlı bir şekilde uyarmış ve, “Allah’ım! Ona doyumluluk ver!” diye dua etmişti. [Ebû Dâvud, Sünen, Cihad, 85] Nebî (s.a.v.), çocuğun suç işlediğini öğrendiği hâlde önce onu konuşturmuş, niyetini ve düşüncelerini öğrenmek istemiştir. Çocuklar çoğu kez yanlış yaparlar, yaptıkları yanlışın farkında da olmayabilirler. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, karar vermeden önce kendilerini dinlemek ve dünyalarına girip onları anlamaya çalışmak gerekir. Bu yaklaşım tarzı, çocuk terbiyesinde, çocuğa değer verip ilgi - alâka duyulduğunu gösteren ve tesirli neticelerin alınmasını sağlayacak bir davranış tarzıdır.


(5) Dinî Değerleri Yaşayarak Örnek Olmalı:

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), çocuklara ‘dinî değerleri’ ve mânevî hakikatleri kavratma mevzuunda kolaydan zora, esastan furûâta doğru bir yol takip edilmesi gereğine işaret etmiştir. Bu sebeple dinî hayatın esası olan ve temeli kalbî tasdikten ibaret bulunan iman esaslarının telkini, öncelikli olarak ele alınmıştır.Peygamber Efendimiz (s.a.v.), huzuruna getirilen çocuklara ve gençlere, yaşlarına ve seviyelerine göre öncelikle iman hakikatlerini öğretir, kavratırdı. Nitekim konuşmaya yeni başlayan akraba çocuklarına imanın esası olan tevhid hakikatinden bahseden âyetleri ve kelime-i tevhîdi yedi kez tekrar ettirerek kavratmaya çalışmış ve dolayısıyla ashaba da bu hususta yol göstermişti. [Abdurrezzâk, Musannef, 4, 334] Ashâptan Cündeb b. Abdullah’ın (r.a.) naklettiğine göre, bir grup genç Medine’ye gelmişler ve kısa bir süre Rasûlullah Efendimizle (s.a.v.) birlikte kalmışlardı. Hz. Cündeb, bu zaman zarfında Kur’ân’dan önce, iman hakikatlerini öğrendiklerini, bilahare Kur’ân’ı öğrendiklerini ve böylelikle imanlarının arttığını ifade etmektedir. [İbn Mâce, Sünen, Sünnet, 9] Bunlar, iman hakikatinin çocuklara çok daha erken yaşlarda ve onların anlayabilecekleri ve kavrayabilecekleri bir dille ve bizzat yaşayarak öğretilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. İmanla alakılı hususlar her ne kadar mücerret bir vak’a (olgu) olsa da, bu nevi hakikatleri öğretmenin de bir usûlü vardır ve bu hususta takip edilecek en müessir yol da, imana dair yaşanan tecrübelerin hâl ve kaal diliyle çocuğa anlatılıp kavratılmasıdır. İman hakikatlerini bütün hücrelerinde duyup hisseden bir mü’minin bu hakikatleri çocuklara kavratmakta zorlanmayacakları gün gibi aşikârdır.


(6) Kur’an-ı Kerim’i Okutup Öğretmeli:

Rasûlullah (s.a.v.), çocuklara Allah’ın kelâmı olan ‘Kur’ân-ı Kerîm’i öğretir ve ashabına da çocuklarına Kur’ân’ı öğretmeleri tavsiyesinde bulunurdu. Annesinin isteği üzerine sekiz yaşından itibaren çocukluğuEfendimizin (s.a.v.) yanında geçmiş olan Enes b. Mâlik’e (r.a.) şunları tavsiye etmişti: “Evlâdım! Kur’ân okumayı ihmal etme ve (unutma ki) Kur’ân ölü kalblere hayat verir; kötü ve çirkin şeylere, haddi aşmak gibi kusurlara karşı da insanı korur…” [Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 2, 377] Keza sahabeyi bu hususta teşvik etmek için de şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınızı şu üç hususta yetiştirin! Bunlar: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati. (Ömrünü Kur’ân’ı okuyarak, hatmederek ve anlayarak geçiren) Kur’ân hizmetkârlarına, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde (kıyamet gününde) peygamberler ve salih kullarla birlikte Allah’ın gölgelikleri takdim edilecektir.” [el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 1, 225] Fahr-i Kâinat’ın (s.a.v.) amcasının oğlu İbn Abbas (r.anhuma) da küçük yaşlarda başından geçen bir hatırasını şöyle nakleder: “Rasûlullah’ın (s.a.v.) vefatı esnasında on yaşındaydım. Ve ben (Kur’ân’dan) el-Muhkem’i okumuştum.” Kendisine ‘el-Muhkem’in ne olduğu sorulduğunda, onun ‘el-Mufassal (Hucûrât Sûresi’nden sonra gelen 68 sûre) olduğunu ifade etmiştir. [Buhârî, Sahih, Fedâilü’l-Kur’ân, 25] Dolayısıyla Rasûlullahın (s.a.v.)  terbiyesi altında yetişen çocuklar, Kur’ân terbiyesiyle yetişmişler ve küçük yaşlardan itibaren de seviyelerine göre kulluk vazifelerine hazırlanmışlardır.

(7) Dinin direği ve en önemli vecibelerden biri olan ‘namaz’ın çocuklara öğretilip kavratılması ve namaz şuuruyla yetiştirilmesinin de çocuk terbiyesinde çok önemli bir yeri vardır. Kulluk vazifelerinin farziyeti her ne kadar büluğ çağı itibariyle başlasa da, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), çocuklara yedi yaşına geldiklerinde alıştırmak maksadıyla namazın öğretilmesini, on yaşına geldiklerinde hâlâ namazın ifasında kusurlu davranıyorlarsa, ceza verilerek tedip edilebileceklerini [Tirmizî, Sünen, Mevâkîtü’s-Salât, 183] ifade buyurmaktadır. Günümüz eğitimcileri tarafından da zorunlu öğrenme devresinin yedi yaş civarı olduğu kabul edilmektedir. Çocuk yedi yaşına girince, o devreye kadar, kendi gözlemleriyle yapılan şeyleri zaten kavramıştır. Artık bu merhalede sadece, onun elinden tutup o güne kadar müşahedeleriyle idrâk ettiği / gözlemleriyle algıladığı şeyleri açıklama, yerine göre teşvik (terğîb) ederek, yerine göre dekorkutarak (terhîble) uyarılmalıdır. Öyleyse belli bir yaşa kadar hâl ile yani yaşayarak gösterme geçerli iken, belli bir dönemden sonra artık fikrî seviyesine göre ve mantığına hitap edecek şekilde her mevzuyu açıklamak gerekecektir. Dolayısıyla çocuk, bazılarına göre Allah Teâla karşısında altı yaşında, bazılarına göre sekiz yaşında, bazıları için de en geç on yaşında bir yetişkin kabul edilerek onore edilmeli, izzetine ihtimam gösterilmeli ve her şey, ona nebevî bir azim ve iştiyakla anlatılmalıdır. 
Netice:

Günümüzde çocuk eğitimine dâir yapılan ilmî araştırmalar gösteriyor ki, çocuk terbiyesi / eğitimi çocuğun doğumuyla başlaması gereken bir yoldur. Hadîs-i şerîflerde bu vazife yapılması gereken yükümlülükler arasında, yeni doğan çocuğa mânevî şahsiyetinin kazandırılmasına matuf olarak âlim ve fâzıl bir zâta tahnik yaptırılarak dua ettirilmesi, kulağına ilk telkin edilecek sözlerin ezan ve ikamet olması, güzel bir isim verilmesi, doğumundan dolayı Hâlık Teâla’ya bir şükrün ifadesi olarak akîka kurbanının kesilmesi gibi tavsiyelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Küçük yaşlarda sevgi ve şefkate büyük ihtiyaç duyan yavruların sevgi ve şefkat timsâli ebeveynler tarafından muhabbetle kucaklanması, sevgiden yoksun bırakılmaması da çocuk terbiyesinin önemli esaslarındandır. Bununla birlikte ölçüsüz ve dengesiz bir sevginin zamanla çocuğun şımarmasına ve lâubalileşmesine sebep olacağından, şefkat-ciddiyet dengesinin korunması ve bu hususta ölçülü olunması gerekmektedir. Çocukları hayata hazırlamak ve şahsiyetlerinin gelişmesine yardımcı olmak maksadıyla, onlara değer verip ilgilenmek, onların seviyelerine uygun espriler yapmak, ‘yavrum, evlâdım, çocuğum’ diye hitap ederek gönüllerini almak, herhangi bir suç işlediklerinde cezalandırmadan önce konuşmalarına fırsat verip dinlemek, yaşlarına uygun vazifeler vererek sorumluluk sahibi olmalarına, kendilerine güvenme hasletini kazanmalarına yardımcı olmak gibi hususlar da hadîs-i şerîflerde anlatılan tavır ve davranışlardır. Çocuk terbiyesinde en önemli hususlardan biri de, onların kendi irfanımızı (öz kültürümüzü) ve mânevî değerlerimizi, en güzel yöntemlerle öğrenmelerini ve iyice kavramalarını sağlamaktır. Onlara, dinî ve millî değerlerimizi en tesirli biçimde kavratmanın yolu, bunları bizzat yaşamamızdır.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Çocuk Terbiyesi
« Yanıtla #3 : 06 Haziran 2015, 19:26:20 »
Çocuk Terbiyesi

Çocuk, ana ve baba için büyük bir nimettir, dedik. Evet, böy¬ledir. Çünkü çocuk gözlerin nurudur. Bugünün küçüğü olan çocuk, yarının büyüğü olacağından dolayı büyük önem taşımaktadır. Onun içindir ki, çocuğun küçük yaştan itibaren terbiye edilmesine, ahlaklı ve bilgili olarak yetiştirilmesine, hele imanlı olarak büyütülmesine çok önem verilmelidir. Çocuğun maddi gıdasına önem verilmesi gerektiği gibi, manevi gıdasına da önem verilmesi lazımdır. Maddi gıdasız yetiştirilen çocuk, fi¬ziki bakımdan cılız olduğu gibi, manevi gıdadan yoksun çocuk da ruhen cılız yetişir ki, her ikisinin de akıbeti tehlikelerle dolu olur. Çocuk terbiyesi ve yetiştirilmesi hususunda Resulüllah (sallAllahü aleyhi ve sellem) in şu hadis-i şerifine çok dikkat etmek gerekir:
"Her çocuk (İslam) fıtratı üzerine doğar. Ancak ana ve babası onu ya yahudileştirir, ya hıristiyanlaştırır, veya mecusileştirir." (Camiu's-Sağir; c. 2, s. 79)
Evet, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sallAllahü aleyhi ve sellem) böyle buyuruyor. Böyle buyurduğu gibi, kendileri de çocuklarla çok meşgul olurlardı. Çocuklara daima sevgi, şefkat ve merhamet göstermişlerdir. Çocuklara şefkat ve merhamet göstermeyenlerin merhametsiz, şefkatsiz kimseler olduklarını haber vermiştir.
Küçük çocuk, gördüğünü hemen kavrar; çünkü onun hafızası kullanılmamış bir teyp bandı gibidir. Teyp bandı işittiği şeyi hemen aldığı gibi, küçük çocuğun. Hafızası da gördüğü ve işittiği her şeyi hemen alır. Bunun içindir ki, ana-baba çocuğa iyi örnek olmalı, çocuğa daima iyi olan şeyleri göstermeli ve işittirmelidir. Bugünün çocuklarında eğer ahlaksızlık görülü¬yorsa, çocuklardan kötü işler sadır oluyorsa, bunun yegâne sorumlusu onların terbiyesini ihmal eden ana-babalardır. Bugün çocuklarını iyi terbiye etmeyen, ana-babalar, yarın çocuklarının işleyecek oldukları fenalıklardan da sorumludurlar.
Bir çocuğun dünyaya gelmesine vesile olan ebeveynin, ço¬cuklarına karşı çok önemli görevleri vardır. Çocuğun dünya ve ahirette mes'ud olabilmesi için onun ana ve babası tarafından iyi, çok iyi terbiye edilmesi lazımdır. Çocuk dünyaya geldiği za¬man ana ve babanın biricik vazifesi çocuğun altı-yedi yaşına basıncaya kadar onun gıdasına ve sıhhatine önem vermeleri olduğu gibi, onu altı-yedi yaşından itibaren ahlaklı, imanlı, dini ve milli duygularla dolu olarak yetiştirmeleri de en mühim gö¬revleridir.

Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLAR HAKKINDA NELERE DİKKAT ETMELİDİR
Çocuğu dünyaya gelen kimsenin şu hususlara riayet etmesi lazımdır:
Oğlan olunca sevinip, kız olunca üzülmemeli
Çocuğu dünyaya gelen kimse müjdelenince, doğan çocuğu bir nimet bilip hemen Allah'a şükretmesi gerekir. Peygamber aleyhisselam, "Evlat kokusu, Cennet kokusudur" buyurmuştur. Çocuğun ağlamasından ana-baba müteessir olmamalıdır. Çünkü O'nun ağlaması ana ve baba için duadır.
Doğan çocuk erkek olduğu vakit sevinip kız olduğunda üzülmek, dinen doğru değildir. Zira bunların hangisinin daha hayırlı ve ana-baba için daha yararlı olacağını Allah'dan başka hiçbir kimse bilemez. Bu hususu zemmetmek üzere Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki:
"Onlardan birine kız (doğum) müjdesi verilince, kendisi pek öfkeli olarak, yüzü simsiyah kesilir. Verilen müjdenin tesiriyle toplumdan gizlenir. O (doğa) nı (sağ bırakıp) hakaretle mi tutacak, yoksa onu toprağa mı gömecek (kendi kendine düşünür). Bak, hükmede geldikleri şey ne kötüdür!"
Yine Allah Teâla buyuruyor ki:
"Göklerin ve yerin mülk (ve tasarruf) u Allah'ındır.
Ne dilerse yaratır. O, kimi dilerse ona kız (evlat) lar bağışlar, kimi dilerse ona erkek(evlat) lar lütfeder. Yahut (çocuklar) erkekler, dişiler olmak üzere çift verir. Kimi de dilerse onu kısır bırakır. Şüphesiz O, hakkıyle bilendir, (her şeye) kaadirdir."
(Şura suresi, ayet: 49-50)
İkinci ayet-i celile de kız evladı önce zikredildiğine göre onun daha hayırlı olduğuna işaret buyurulmaktadır. Öyle ise çocuk dünyaya geldiği vakit, eğer kız ise o zaman daha çok memnun olmak lazımdır.
Erkek çocuk doğduğu zaman fazla sevinip kız çocuğun doğumuyla üzülmemelidir. Zira hayrın hangisinde olduğu bi¬linmez. Nice erkek çocuk sahibi vardır ki, oğlunu kız olmasını temenni etmektedir. Belki kızların anne-babaya sağladığı ra¬hatlık, erkek çocuklarının sağladığı rahatlıktan daha fazladır. Kızları yetiştirmek hususunda elde edilen sevab daha boldur.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

PEYGAMBERLER EVLATLARINA HAYIR ÖĞÜT VERMİŞLERDİR

Anne babalar evlatlarına öğüt vermelidirler. Bu hususta peygamberler bize örnektirler.
Cenab-ı Allah, İbrahim ve Ya'kub (aleyhümüsselam) gibi peygamberlerin evlatlarına nasıl öğüt verdiklerini bize Kur'an-ı Kerim'de açıklıyor ve buyuruyor.
"İbrahim, bunu (aynı şeyi) oğullarına da tavsiye etti. (Torunu) Ya'kub da (öyle yaptı):"Ey oğullarım, Allah si¬zin için (İslam) dini (ni) beğenip seçti. O halde siz de (başka değil) ancak müslümanlar olarak can verin (dedi)." (Bakara Süresi, ayet:132)
Lokman aleyhisselamın oğluna yaptığı vasiyeti de Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle beyan buyurmuştur:
"Hani Lokman oğluna -öğüt verirken- (şöyle) demişti: "Oğulcağızım, Allah'a (c.c.) ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür." (Lokman süresi ayet: 13)
Bunun üzerine oğlu küfürden dönüp İslam’ı kabul etti. "Oğulcağızım, hakıykat (yaptığın iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa da, bir kaya içinde, ya gök¬lerde, yahut yerin içinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu getirir (meydana çıkarır ve hesabını görür). Çünkü Allah latıyfdır. (İlmi en gizli şeylere kadar nafiz ve şamildir) hakkıyle haberdardır."
"Oğulcağızım, namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret.
Kötülükten vazgeçirmeye çalış. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden şeylere katlan. Çünkü bunlar kat'i surette farzedilen işlerdendir."
"İnsanlardan (kibirlenip) yüzünü çevirme. Yer (yüzün) de şımarık yürüme. Zira Allah her kibir tasla-yanı, kendini beğenip öğüneni sevmez."
"Yürüşüyünde mu'tedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini, hakikat eşeklerin anırışıdır.” (Lokman süresi, ayet: 16, 17, 18, 19)
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

KIZLARIN TERBİYESİ

Kızlara iyi terbiye vermeleri, İslamiyeti öğretmeleri için kadınlara tenbih edilmelidir. Çünkü kızlar çoğunlukla vakitle¬rini annelerinin yanında geçirirler. Baba, iş icabı kızı ile çok fazla bir arada bulunamadığı içindir ki, ona dini terbiyeyi ver¬meye fırsat bulamaz. Binaen'aleyh, bu görevi ihmal etmemesi için karısına sıkı sıkı tenbih eder. Erkek çocuğun iyi bir terbiye alması, ahlaklı olarak yetişmesinde baba daha fazla imkâna sahip olduğu gibi, kızın terbiyeli, ahlaklı, tam bir müslüman hanımı olarak yetişmesi için de annenin çok büyük rolü olur.
Onlarla Gelen Sevap
"Herhangi bir müslümanın bir kızı varsa, o kızına İslam terbiyesi vermiş ve terbiyesini de gereği gibi yapmışsa, onu helalinden yedirmiş ve Allah'ın kendisine ihsan buyurduğu nimetlerden o kızcağızına ihsanda bulunmuşsa, o kız, babasını ateşten korumak hususunda teminat verici, cennete varmasını kolaylaştırıcı olur."
İbni Abbas (r.a.) Allah'ın Resulünden şu hadis-i rivayet etti:
"Hiç bir şahıs yoktur ki, iki kız evladı olsun, onlar onun yanında bulunduğu müddetçe onlara iyilik yapsın da, o kızlar da onu cennete sokmaya sebep ol¬masın.”
Enes (r.a.) Allah Resulünün (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etti:
“Kimin iki kızı veya iki kız kardeşi olursa, o da bunlara yanında oldukları müddetçe iyilikte bulunursa, benimle o kimse cennette (parmaklarını işaret ederek) bunların ikisi gibi oluruz."
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri
 
KIZLARA ÖNCELİK VERMELİDİR

Yine Enes'den Allah Resulünün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
"Kim, çarşıdan güzel ve yeni bir şey alıp çoluk çocuğuna götürürse, sanki onlara bir sadaka sırtlamış götürmektedir. Ta ki, onu onların arasına bırakıncaya kadar (bu durum devam eder). Getirdiğinde erkek çocuk¬larından evvel kız çocuklarına vermelidir. Zira kız çocuğunu sevindiren bir kimse, sanki Allah'ın korku¬sundan ağlayan kimse gibidir. Alah'ın korkusundan ağlayan bir kimsenin ise Allah bedenini ateşe haram kılar."
Ebu Hüreyre (r.a.) da Allah Resülünün şöyle bu¬yurduğunu rivayet ediyor:
"Kimin üç kızı veya kızkardeşi olup, onların şiddet ve zahmetlerine karşı tahümmül gösterirse, Cenab-ı Hak, o kulunu, onlara gösterdiği rahmetin faziletin¬den ötürü cennetine dahil eder."
Resülüllah'ın bu sözünden sonra ashab-ı kiramdan birisi:
- Ey Allah'ın Resülü! İki tane olursa durum nasıldır? Resülüllah: .
- İki tane olursa da durum böyledir, buyurdu. Başka bir kişi:
- Ya bir tane ise nasıldır? Allah'ın Resülü:
- Bir tanede de aynı fazileti elde eder, cevabını verdi. Resül-i Ekrem (sallAllahü aleyhi ve sellem) kız çocuğu hakkında şöyle buyuruyor:
"Bir kimsenin' bir kız evladı olsa da onu İslam adabı ile terbiye etse ve Allah'ın kendisine verdiği ni-metlerle büyütse, Allah Teala, o kişiyi cehennem ateşinden korur."
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

SAĞ KULAĞINA EZAN, SOL KULAĞINA KAMET OKUMALI

Doğumun ikinci edebi, doğan çocuğun kulağına ezan oku¬maktır. Rafi, (r.a.) babasından rivayet eder: "Allah'ın Resulünü gördüm ki, Hazret-i Fatıma (r.a.) oğlu Hasan'ıdoğurduğu zaman, Hasan'ın kulağına ezan okudu."
Allah'ın Resulünden rivayet ediliyor ki:
"Hangi müslümanın bir çocuğu doğunca, çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okursa, o ço¬cuktan ümm-i sibyan (havale) hastalığı kalkar," bu¬yurmuştur.
(İhya)
Çocuk ilk konuşacağı zaman, her şeyden evvel ona "La ilahe illAllah" demeyi öğretmek müstehabdır. Ta ki, ilk konuşması, bu olsun.
Rivayet edilir ki, Resul-i Ekrem (sallAllahü aleyhi ve sellem) bir çocukla karşılaştığı zaman şu duayı okurdu:
"Ey Allah'ım! Bunu hayırlı ve Allah'dan (c.c.) kor¬kanlardan eyle ve onu güzel bir surette yetiştir."
Anne ve baba çocuklarının yüzlerine baktıkları zaman İbrahim aleyhisselamın yapmış olduğu şu duayı okur ki Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de onu beyan buyurmuştur:
"İhtiyarlık halimde bana İsmail'i ve İshak'ı ihsan eden Allah'a hamd olsun. Gerçekten Rabbim duayı ka¬bul edendir."
(İbrahim suresi, ayet: 39)
Hz. Esma (r.a.) Anlatıyor:
Hz. Eblibekir (r.a.) efendimizin kızı Hz. Esma validemiz an¬latıyor:
Ben Kuba'da oğlum Abdullah bin Zübeyr'i doğurdum.
Sonra Allah'ın Resulüne getirip mübarek kucağına bıraktım. Allah'ın Resulü bir hurma istedi. Onu ağzında çiğnedi, sonra Abdullah'ın ağzına çaldı. Binaealeyh Abdullah'ın karnına ilk giren gıda Allah Resulünün mübarek tükürüğü oldu. Bundan sonra hurmayı yedirdi ve daha sonra onun için bereket istedi."
Abdullah bin Zübeyr müslümanlardan Medinede ilk doğan çocuktur. Müslümanlar Abdullah'ın doğumu ile şenlik yaptılar. Çünkü müslümünlara: "Yahudiler size sihir yapmıştır. Artık sizin çocuğunuz olmaz" denilmişti.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

GÜZEL BİR İSİM VERMELİDİR
Çocuğuna güzel bir isim vermelidir. Zira çocuğa güzel bir isim vermek çocuğun babası üzerinde bir hakkıdır. Nitekim Allah'ın Resulü (s.a.v.) buyurmuştur:
"Çocuklarınızı benim ismimle isimlendiriniz. Fakat benim künyemi kimseye vermeyiniz." b u-yurmuştur.
Binaenaleyh Ebu İsa ile herhangi bir kimseyi künyelen¬dirmek mekruhtur.
Düşük çocuğa, isim vermek gerektir. Abdurrahman bin Yezid bin Muaviye dedi ki:
- Düşük çocuğun kıyamet gününde babasının arkasında koşup: "Beni dünyada iken zayi ettin. Beni isimsiz bıraktın." diye bağıracağını bildiren bir hadis-i şerifi işitmiştim.
Bunun üzerine Ömer bin Abdülaziz, Abdurrahman'a dedi ki:
- Kişi düşen çocuğa nasıl isim verecek? Halbuki onun erkek veya kız olduğunu bilmemektedir?
Ömer bin Abdülaziz'in bu sualine karşılık olarak
Abdurrahman:                              .
- Bir takım isimler vardır ki, iki sınıfa da gider. (Yani hem kıza hem erkeğe verilen bir isim vermelidir.)
Allah'ın Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
"Sizler kıyamet gününde özel isimleriniz ve ec¬dadınızın isimleriyle çağrılacaksınız. O halde isimle-rinizi güzelleştirin. Yani çocuklarınıza güzel isimler verin."
Herhangi bir müslümanın manası uygun olmayan ismi varsa, o ismi değiştirmek onun için müstehaptır. Nitekim Allah'ın Resulü (s.a.v.), El-As'ın ismini "Abdullah" ile değiştirdi.(Ümmü Seleme validemizin kızı) Zeynep'in ismi (temizleyici manasına gelen) "Berre"idi. Bunun üzerine Allah'ın Resulü (s.a.v.) "O kendi nefsini temizler" dedi. Ve ismini"Zeynep" olarak değiştirdi. Böylece Eflah, Yesar, Nafi ve Bereket isimleriyle isimlenmek hususunda da yasak¬lama gelmiştir. Çünkü "Bereket orada mı?" diye sorulunca "Hayır" cevabı verilebilir.
Kötü ve çirkin mana taşıyan, hele İslamda yasak edilen isimlerin çocuklara takılması doğru değildir. Böyle İslamda çirkin görülen isimlerin değiştirilmesi hakkında hadis-i şerifler varid olmuştur. Zamanımızın modası haline gelen anlamsız ve uydurma isimleri, çocuklara vermekten müslüman-ların kaçınması gerekir.
Çocuğa, İslam ölçülerine göre hoş görülmeyecek, çirkin bir isim konulmamalı, konulmuş ise değiştirilmelidir. Resulüllah Efendimiz, hoşlanmadığı bir adı duyduğu zaman, değiştirirlerdi.
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz; isyan manası taşıdığı için "asi" ismini, izzet ve ululuk sadece Allah'a mahsus olduğu için, "aziz" ismini, "şeytan" ismini; verdiği hükmü geri al¬mak manasını taşıdığı için "hakim" adını, yılanlardan bir cinsin adı olduğu için "hubab"adını, ateş adı olduğu için "şihab" ismini, çorak ve verimsiz araziye denildiği için "afira"adını değiştirmişlerdir.
(Et-terğib, vet-Terhib)
Peygamber Efendimiz, zevcelerinden ikisinin ve üvey kızının ilk isimlerini değiştirmiştir. Bunlardan biri Zeynep binti Cahş, diğeri Cüveyriye validemizdir. Bunların ilk isimleri Berre idi. Üvey kızının adı da Berre idi. Hz. Ömer'in kızına koyduğu Asiye ismini de Cemile olarak değiştirmiştir.
Said b. Müseyyeb'in büyük babası Resulüllah'ın (s.a.v.) hu¬zuruna varmış. Efendimiz kendisine adını sormuş. O da "Hazen" olduğunu söyleyince, Efendimiz kendisine "Sehil"adını almasını tavsiye etmiş. O zat da, "Ey Allah'ın Resulü, babamın verdiği adı nasıl değiştireyim" diye özür di¬lemiş, değiştirmemiş, fakat ondan sonra evlerinde hüzün ve ke¬der eksik olmamış.
..
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

NİÇİN EZAN VE KAMET OKUNUR
İsim konulurken çocuğun kulağına ezan ve kamet oku¬manın hikmeti: Musallada kıldığımız cenaze namazı için ezan ve kamet okunmamasının sebebi nedir? Bu namazın ezan ve kameti, doğduğu zaman çocuğun kulağına okunmuştur. İslamiyet o yavruya ilk dersi doğduğu zaman vermekte ve: "Ey yavrucak, sakın dünyanın göz alıcı renklerine aldanıp da Allah'a karşı kulluğunu unutma. Dünyada ebedi kalacağını zannetme. Senin ömrün, bir ezanla kamet arasındaki zaman kadar azdır ve çabuk geçecektir. Bu kısa dünya hayatında faniyi, baki olan bir hayata teb¬dil etmeye bak" demek istemektedir.
Bazı kimseler, ırkçılık taassubu ile, geçmiş zamanlarda yaşamış ve fakat Müslüman olmayan şahısların adlarını ço¬cuklarına isim olarak takmaktadırlar. Allah bizi İslam dini ile şereflendirmiştir. Bu şeref biz Müslümanlara yeter. Irk taas¬subu ile bu gibi isimler almak asla doğru görülmez.
 
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUK İÇİN KURBAN KESMELİ
Akika Kurban:
Doğumunun yedinci günü, çocuğun adını koymak ve kurban kesmek, Resu1lüllah Efendimizin edeblerindendir.
Akika, ana babaya isyan manası taşıdığı için Peygamber Efendimiz buna NESİKE adı vermişlerdir.
Erkek çocuklar için iki, kız çocukları için bir kurban kesilir.
Erkekler için de bir kurban kesileceğine dair rivayetler vardır. Eti, kurban eti gibi, hem yenilir hem de fakirlere tasadduk edi¬lir.
Allame İmam Abdü'l-Vehhab Şa'rani, Resu1lüllah Efendimize Peygamberlik vazifesi geldikten sonra kendisi için akika kurbanı kestiğini ve boğazlarken, "Bismillah, vAllahü ekber" dedikten sonra "Bu benim akika kurbanımdır" buyurduğunu rivayet etmektedir."
Resulüllah Efendimizin oğlu İbrahim, dünyaya geldiği za¬man, Ebu Raf'i (r.a.)'in zevcesi Selma ebeliğini yapmıştı. Bu se¬beple Ebu Raf'i, Peygamber Efendimize oğlunun doğumunu müjdelediğinde çok sevindiler. Müjdesine karşı bir köle vererek taltif ettiler.
Doğumunun yedinci günü, çocuğun saçını tıraş ettirerek gümüş ile tarttırıp gümüşü tasadduk etti ve saçlarını göm¬dürdü.
Fahr-i Kainat Efendimiz torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in doğumlarında ikişer -diğer bir rivayete göre bi¬rer- kurban kesmişlerdir.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
"Çocuk, akika karşılığında rehin alınmıştır. Onun için (kurban keserek) kan akıtınız ve ondan eza (verecek saçları) gideriniz.
Peygamber Efendimiz, torunu Hz. Hüseyin doğduğu zaman kızı Hz. Fatıma'ya hitaben şöyle buyurmuşlardır: "Hüseyin'in saçını (gümüş ile) tart ve onun ağırlığında gümüş tasadduk et (kesilecek) akika kurbanının bir ayağını (budunu) ebeye ver.(20)
Doğumdan sonra yapılacak vazifelerden birisi erkek çocuğu için iki koyunu akika kesmektir. Kız çocuğunun akikası ise bir koyundur. Fakat erkek için de, kız için olduğu gibi, bir koyun akika verilirse, herhangi bir beis yoktur. Aişe validemiz (r.a.) Allah Resulünün erkek çocuk hakkında iki koyunu, kız çocuğu hakkında da bir koyunu "akika" olarak kesmeyi, emir bu¬yurduğunu rivayet etmektedir. Ve yine rivayet ediliyor ki. Allah'ın Resulü (s.a.v.) Hazret-i Hasan'ın akikası olarak bir koyun kesmiştir. Resulüllah'ın böyle yapması bir koyun ile iktifa etmenin de ruhsatlı olduğuna delalet eder.
Hadis-i şerifte Duyuruluyor ki:
"Akikayı doğan çocuğun ismi üzerine (niyet ederek) kesin.
Bismillah. Allahım falan çocuğun akikası senin içindir ve se¬nin rızana yöneliktir, deyin."
Akika, hayat belirtisi görülen çocuğu Allah’a yaklaştırmaya vesile olan bir kurbandır. Çocuğu bela ve afetlerden korur; İsmail (a.s.) için gönderilen koç gibi. İslam dininin bir vecibe¬sini yerine getirmenin bir sevincidir. Mü’min bir kimsenin ha¬yata başladığının sevincinin ifadesidir.
Çocuğun kesilen saçının karşılığı altın veya gümüş tartıp sadaka olarak vermek sünnet-i seniyyedendir. Bu hususta bir haber varid olmuştur ki, Allah'ın Resülü (s.a.v.) Hazret-i Hüseyin'in doğumunun yedinci gününde Hazret-i Fatıma'ya emretti: "Onun saçını kes ve karşılığında gümüş tart, sadaka ver."
Aişe validemiz (r.a.) buyuruyor:
"Akika olarak kesilen hayvanın kemikleri kırılmamalıdır."
 
 
20) İslamda Kadın ve Aile, Mehmed Emre
 
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ANA YÜREĞİ
Davut Aleyhisselam zamanıydı. İki kadın çocuklarını da alarak kıra çıkmışlardı. Evlerinden de biraz uzakta idiler.
Yanlarında birbirlerinden ayırt edilemeyecek kadar birbi¬rine benzeyen küçük çocukları bulunduğu halde beraber otururlarken bir kurt gelip çocuklardan birini kapıp götürdü. Kadınlardan biri diğerine: Kurdun götürdüğü çocuk seninki idi, dedi. Diğeri ise, hayır senin çocuğun idi diyordu. Her biri kalan çocuğa sahip çıkıyordu. Anlaşamadılar. Bu ihtilaf üzerine davalaşmak için Davut aleyhisselamın huzuruna geldiler. Davud aleyhisselam kurdun saldırısından kurtulan çocuğun, yaşlı olan kadına ait olduğuna karar verdi. Yine mesele bitmedi. Kadınlar daha sonra Davud aleyhisselamın oğlu Süleyman aleyhisselamın huzuruna çıktılar ve meseleyi ona anlattılar. Süleyman aleyhisselam ben bu meseleyi hallederim, dedi. Daha sonra:
- Bana bir bıçak getirin, çocuğu kesip aranızda taksim ede¬yim, madem anlaşamıyorsunuz, yarısı birinizin, yarısı da biri¬nizin olsun dedi. Genç olan kadın:
- Aman, hayır hayır. Allah sana rahmet ihsan etsin, çocuk benim değil, yaşlı kadınındır ben istemiyorum dedi. Bu sözler üzerine Süleyman aleyhisselam kalan çocuğun yaşlı kadına değil, genç kadına ait olduğuna hüküm verdi.
Zira genç kadın, çocuğun gerçek anası olduğundan kesilme¬sinden endişe ettiği için, onun ihtiyar kadında kalması pa¬hasına da olsa hakkından vazgeçmişti.
İhtiyar kadın ise kesileceğini duyduğu halde endişelenme¬mişti.
Böylece genç olan kadın kendi çocuğuna kavuşmuş oldu.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ANA HATLARIYLA TERBİYE
Toplumların temeli ailedir. Aile ise çocuk, karı ve kocalar¬dan oluşmuştur. Baba ve anneler gelecek nesillerin sağlam bir yapı arzetmesini istiyorlarsa, çocuklarına gereken ilgiyi eğitim ve öğretim ve bilhassa terbiye alanında göstererek vermelidirler. Sağlam bir temel üzerine bina kurmayanların yaptıkları inşaatlar, birer birer çökmeye mahkumdur.
Kur'an-ı Kerim'de zikrolunan ayeti kerimelerde çocuğun değeri belirtilmiştir. "Mal ve oğullar, dünya hayatının sü¬südür."
"Muhakkak ki mallarınız ve oğullarınız birer fitne¬dir (imtihan vesilesidir) büyük sevap O'nun katındadır." Çocukların yetiştirilmesi ve terbiyesinin nasıl olacağı hakkında Kur'an-ı Kerim'i incelediğimizde, değişik ayetlerde zaman za¬man baba-evlat münasebetlerinin çoğunda nezaket, hoşgörü, sevgi ve şefkat, müsamaha yüklü telkinlerin bulunduğu görüle¬cektir. Bu da İslam nizamının aileyi teşkil edenlere verdiği önemi belirtir. Lokman suresinin hemen hemen birçok ayetleri bununla yakından ilgilidir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz çocuklarla ilgilenmenin önemini belirterek bizi uyarmıştır. "Kişinin öldükten sonra amel defterinin kapan¬mayıp devamlı sevap yazılmasına sebep olan şeyler, kendisine dua eden salih bir evlat, sevabı kendisine ulaşan sadaka-i cariye, kendisinden sonra halkın amel ettiği ilimdir."
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

CİHATTAN ÜSTÜN AMEL
Taberani'de şöyle bir rivayet vardır:
"İbn-i Mübarek kardeşleriyle beraber bulunduğu bir gazvede onlara sorar: İçinde, bulunduğumuz cihaddan daha ef¬dal bir amel biliyor musunuz? Hayır. bilmiyoruz cevabını alınca, "Ben biliyorum. İffetli bir adam düşünün, ailesi, çoluk ve çocuğu var. Geceleri kalkarak; uyumakta olan çocuklarını yoklar, üstü açılanları örter. İşte bunun ameli bizden efdaldir" der.
İtikadı sağlam, amelleri ihlaslı, davranışları İslami ölçü¬lere uygun olan bir çocuğun yetişmesini arzulayan mükellefle¬rin, önce kendileri bu şartlar dahilinde şahsiyetlerini oluşturmalı, daha sonra ailede bunu uygulayacak pratiğe geçirmelidir.
Çocuğun yetiştirilmesinde birinci.derecede anneler sorum¬ludur. Annelere gereken ilgiyi ve uygun nasihatları telkin et¬mek ise, babaların görevidir. İslam nizamı mükemmel bir top¬lumu kurmak için ilk önce mükemmel bir aile kurmayı şart koşmuştur. Aileyi kuracak fertler, İslami kimliklerine gereğince dikkat etmeli, İslami ve imani şuuru bir arada bu¬lunduran eşler seçilmelidir.
15. Hicri yüzyılın içinde bulunan Müslümanlar, yeniden İslami bir toplum oluşturmak ve İslam şeriatını o toplum üze¬rinde ikame etmek mecburiyetindedirler. İşte bu hedefe yö¬nelmiş olanlar da; yarınların büyükleri olacak çocukları iman, ibadet ve diğer konularda iyi yetiştirmelidirler.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUK TERBİYESİNE DİKKAT
Evlenme sonucu kurulan yuvanın ahengini temin eden, karı-kocanın mutluluğunu sağlayan çocuktur. Ancak bu ahenk ve mutluluğun hayat boyunca devam etmesi için, dünyaya gelen çocuğun çok iyi terbiye edilmesi lazımdır. Dini bilgilerden ve İslami terbiyeden mahrum olarak yetişen çocuk, ailenin huzu¬runu ve mutluluğunu, huzursuzluk ve mutsuzluğa çevirir. Çünkü bu çocuk ana bilmez, baba tanımaz, kendi başına buyruk biri olur. Böyle hareket eden çocuk ise ana ve babasına huzursuzluktan başka bir şey vermez.
Ne yazık ki, zamanımızda birçok ana-baba çocuklarının dini terbiyesine dikkat etmiyorlar. Dini bilgilerden ve İslami terbiye¬den mahrum olarak yetiştiriyorlar. Bu husus müslümanların en acıklı hallerinden biridir. Çocuklarını İslam dışı çevreler el¬lerinden alıyorlar da haberleri bile olmuyor.
Çocuk ana ve babaya tertemiz olarak verilen bir emanettir.
Ana-baba çocuklarının terbiyesinde dikkatli olmaz, dini terbi¬yeyi vermezlerse, onların maddi ve manevi yüksek mertebelere ulaşmamalarına sebep olmuş olurlar. Çocuklarını İslami ter¬biye ile yetiştirmeyen ana ve baba onları helake sürükleyecekleri gibi, Kıyamet Günü onların felaketlerinden de sorumlu tutulacaklardır.
Dünyada kendilerine İslamiyeti öğretmeyen, onları iyi ter¬biye etmeyen ana ve babalar Kıyamet Günü ciğerpare çocuk¬larından kaçacaklardır. Niçin? Çünkü kendilerine İslamiyeti öğretmeyen ana ye babanın yakasına yapışacaklar da ondan. Çocuğu dünyada İslami bir terbiye ile terbiye etmemek çok gü¬nahtır. İnsanın çocuğuna verecek olduğu en büyük hediye güzel terbiyedir. İnsanların yedikleri yemeklere göre değişik haller aldığı bir gerçektir. Yani haram lokma ile yetişenler haramdan kaçınmazlar, sevap işlemekten ziyade günah işlemeye meyilli olurlar. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde:
"Haramdan çekinin! Zira haramın binası er geç yıkılır", buyurmuştur.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Abdestsiz Emzirilen Bir Damla Sütün Tesiri
« Yanıtla #4 : 06 Haziran 2015, 19:27:04 »
Abdestsiz Emzirilen Bir Damla Sütün Tesiri

"Hacı Bayram Veli Hazretlerinin müridlerinden, Yazıcıoğlu Mehmet Efendi namıyla meşhur Muhammediye kitabının ya¬zarı (Muhammed Efendi) Edirne ve Gelibolu civarında yaşamıştır. Bu muhterem zatın bir de Ahmet isminde (Ahmed-i Bican olarak ma'rut) kardeşi vardır. Ahmedi Bican Hazretleri aynı zamanda Envarul Aşıkin kitabını Farsçadan tercüme eden zattır."
"İki kardeşten biri olan Ahmedi Bican hazretleri birgün bir camide vaaz etmekte iken ağabeyi Muhammed Yazıcıoğlu ca¬miden içeriye girer ve küçük kardeşinin sohbetini dinlemeye başlar. Kardeşi ağabeyinin camiye geldiğinin farkındadır. Fakat bir de bakar ki, ağabeyi biraz sonra camiyi terkeder, kapıdan çıkarken de tebessüm edip ondan sonra ayrılır. Kürsüde nasihat etmekte olan Ahmedi Bican Hazretleri, ağabeyinin bu halinden bir şey anlayamaz ve akşam eve geldiği zaman durumu annesine anlatıp durumu öğrenmesini ister. Her iki dervişin de anası, büyük oğlu Muhammed eve geldiği zaman: "Oğlum, kardeşin camiden niçin gülerek çıktığını soruyor, bir hata mı işledim" diyor. Kardeşinin dersinde niçin gülerek çıktın? diye sorduğunda ağabey şöyle cevap verir:
"Anneciğim, ben kardeşimin vaazına gülmedim. Ben bir insanoğlunun sohbetini dinlemeye ne kadar melaike gelmiş, oturacak yer bulamıyorlar da birbirlerinin üzerine oturuyorlar, diye onların hali çok hoşuma gitti de ona tehessüm ettim. Ben de melaikeden camide oturacak yer kalmadığı için çıkıp gittim" diye cevap verir."
"Annesi ağabeyinin bu sözlerini naklettiğinde Ahmedi Bican çok müteessir olup: "Anneciğim! Ağabeyim melekleri görme derecesine erişti de ben neye erişemedim. Bunu ondan bir sorar mısınız" dedi. Bu sefer O Muhtereme anne büyük oğluna bunu sorduğunda aldığı cevap şöyle oldu: "Anam bu noksanlığı sen kendinde araman lazım, sen benden daha iyi bilirsin."
"O vakit düşünme sırası anaya geldi. Anaları uzun müddet tefekküre daldıktan sonra bunun sebebini şöyle açıkladı:
"Oğlum sana hiç abdestsiz süt emzirmedim. Ahmedim ise henüz kundakta iken, ben namaza durmuştum. Ahmed de şiddetle ağlamaya başlamıştı. Bu sırada evimizde bir komşu kadın vardı. O, çocuk ağlamasın diye Ahmedi aldı emzirmeye başladı. Ben hemen namazı bitirip elinden aldım ama, birkaç damla emmişti. Sonra o kadına abdestli olup olmadığını sordum, bana abdestinin olmadığını söylemişti. Onun melekleri görmemesine sebep olsa-olsa bu olmalı"
 
Yani Ahmedi Bican Hazretleri hataen emdiği bir damla sütün zararını böylece çekti ve onun yüzünden derece almakta engellerle karşılaştı. Ya bu zamanın kadınlarının çocukları nasıl olur? (21)
 
Çocuğu ilk defa annesi emzirmelidir. Sonra eğer icab edi¬yorsa sütanneye verilir. Çocuk konuşmaya başladığı zaman ilk olarak ona kelime-i tevhidi (yani "LA İLAHE İLLAllah MUHAMMEDÜN RESULÜLLAH"ı öğretmeli. Eğer çocuğa ilk önce tevhid kelimesi ve akabinde İslami esaslar öğretilirse, o çocuk imanlı olarak yetişir. Çocuğa küçük iken, yemeğe besmele ile başlamak, yemeği sağ eliyle yemek, kendi önünden yemek, lokmasını küçük yapmak, yemeği iyi çiğnemek, elini elbisesine sürmemek ile, çok yemek yemenin zararlı olduğu, az yemenin ise sünnet ve faideli olduğu da öğretilir.
 
21) Büyük Dini Hikayeler, Osmanlı Yayınevi
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

TERBİYEDE USÜL
Ana ve babanın çocuğuna terbiye verirken seçecekleri yol Peygamber aleyhisselamın yolu olmalı, O'nun sözlerini, alimle¬rin  ve iyi kimselerin hallerini hikaye ederek çocuğun kalbine yerleştirmelidir. Çünkü bunlar çocuğun kalbine tesir eder. Kendisinde alim olmak ve yahut iyi insanlardan olmak hevesi uyanır. Ve onlara karşı sevgi beslemeye başlar.
Çocuk yaramazlık yaptığı zaman onu azarlamak doğru değildir. Hatta bazı zamanlarda yaptığı, yaramazlığı görmemez¬likten gelmek lazımdır. Çünkü çocuk her zaman azarlanırsa, buna alışır, tehdit ve azarlamaların çocuk üzerindeki etkisi azalır. Çocuk herhangi bir kabahat işlediğinde, anası onu: "Seni babana söyleyeceğim" diyerek korkutmamalıdır.
Ana ve baba çocuğu, emsalleri arasında elbiseleri ve yediği yemekleriyle böbürlenmekten kesinlikle men'etmelidirler. Başkasından herhangi bir şey aldığı vakit, çocuğa kızıp bir daha almaması için onu uyarmalıdırlar. Çocuğa kötü huyların, para ve maddenin zararlarını öğretmeleri gerekir. Hele kahvehane¬lerde oturmanın, kötü meclislerde, (mesela tiyatro, sinema, moda defileleri, kokteyller, balolar, plajlar gibi) bulunmanın za¬rarlarını öğretmeli ve böyle yerlere gitmesini kesinlikle yasak-lamalıdırlar.
Hulasa; anne ve babanın çocuğa adab-ı muaşereti iyice öğretmesi lazımdır. Çocuğa Peygamber aleyhisselamı sevme¬sini, ehl-i beytine hürmet edip onlara karşı sevgi beslemesini ve Kur'an-ı Kerim'i okumasını öğretmelidirler. Peygamber aleyhisselam, çocukların, peygamberlerini sevmeleri, Kur'an-ı Kerim'i okumaları ile terbiye edilmesini emrediyor.
Ana ve baba çocuğu Kur'an-ı Kerim'i dinlemeye teşvik etme¬lidir. Lüzumsuz şeylerle oyalanmanın, faydası olmayan işlerle vakit geçirmenin doğru olmadığını kendisine öğretmelidirler. Çocuğa kötü kimselerden, kötü işlerden uzak kalmasını tenbih etmelidirler. Çünkü kötü kimselerle bulunan kimse onların kötü ahlakından etkilenir. Çocuğa her türlü atıcılık, yüzücülük, binicilik gibi İslami olan sporların faydalarını öğretmelidirler.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

SU KIRBASINI DELEN ÇOCUK
"İstanbul'un Vefa semtinin ismi kendisinden kalan za¬manın manevi erlerinden Şeyh Vefa Hazretlerinin bir oğlu vardı. Bu çocuk, o zaman henüz İstanbul'a çeşmeler yapılmadığı için evlere hayvan sırtında su taşıyan sakaların kırbalarını delerdi. (Kırba, eti yenen hayvanın derisinden tabak-lanarak elde edilen tulum) Hazreti Fatih Devri meşayihlerinden olan Şeyh Vefa Hazretlerinin çocuğu bu kötü hareketini uzun zaman devam ettirdiği halde, sucular Şeyhin hatırına çocuğa bir şey demedikleri gibi, gelip durumu Hazreti Şeyhe bile anlatmaya cesaret edemezlerdi."
"Sakalardan (Sucu) bir tanesi artık dayanamayıp durumu çocuğun babasına açmaya karar verdi. Şeyhin huzuruna gele¬rek: "Ya Şeyh! Ne zamandan beri sizin çocuk bizim kırbalarımızı elindeki iğne ile delmekte ve akan suları ağzını dayayıp içmektedir. Biz bu zamana kadar bir şey söylemedik ama, artık dayanılmaz oldu, siz bir tenbihte bulunsanız da çocuk bu halinden vazgeçse" dedi." "Oğlunun böyle çirkin bir iş yaptığını öğrenen Şeyh Vefa Hazretleri, çok üzüldü. Ne kadar kırbası delinen sucu varsa hepsini çağırıp zararlarını ödedi ve gönüllerini alarak "bir daha olmaz inşAllah, suç çocukta değil, mutlaka bizdedir. Ya anası bir hata işledi yahut bende bir kabahat var" diyerek sucu-ları gönderdikten sonra, hanımını çağırıp meseleyi anlattı:
Hanım kabahat ya sende ya bende… iyi düşün çocuğa hamile iken veya emzikli iken haram bir şey yedin mi?" diye sordu. Şeyhin hanımı gayr-i meşru hiçbir şeyi yemediğini yalnız, çocuğa hamile iken komşunun bahçesindeki nardan canı çektiğini ve iğne ile delerek bir damla emdiğini söyleyince Şeyh sevindi: "Elhamdülillah hastalık teşhis edildi" diyerek gidip komşudan helallık dilemesini ve ne isterse vermesini söyledi. Kadın gitti, evin kadınını buldu, durumu anlatıp hakkını helal etmesini rica etti. N arın sahibi: "Helalolsun komşu, bir damla nar suyunun ne kıymeti olur, keşke koparıp yeseydin" diyerek hakkını helal etti. Ve bu mesele hallolduktan sonra Hazreti Şeyh oğlunu çağırıp tenbih etmek lüzumunu bile hissetmedi. Hakikaten ondan sonra çocuk, değil elindeki iğne ile sucuların kırbasını delmek, dönüp onlara bakmıyordu bile. Sucular keşke daha evvel durumu Şeyhe· anlatsaydık. Şeyh Oğlunu terbiye etmiş" diyorlardı. 22"
 
22) Büyük Dini Hikayeler, Osmanlı Yayınevi
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARI SEVGİDE ÖLÇÜ
Anne-baba için evladını sevmek,. Onların arasında geçirdiği dakikalar kendisi için en zevkli bir iştir. Peygamber Efendimiz de çocuklarını çok sever, onları okşar ve öperdi.
Bir gün huzurunda Akra b. Habis bulunurken. Resul-i Ekrem torunu İmam Hasan'ı sevmiş ve öpmüştü. Akra
- Benim on oğlum var, (şimdiye kadar) onlardan hiçbirini öpmedim dedi.
Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz onun yüzüne baktı ve şöyle bu¬yurdu:
- "Acımayana merhamet olunmaz!"
Peygamber Efendimiz bir defasında dizinin birine torunu Hz. Hasan'ı, diğer dizine de Üsame b. Zeyd'i oturtmuş, sonra onları kucaklayarak bağrına basmış ve şöyle buyurmuştu:
"Ya Rabbi bunlara rahmet eyle. Ben bunlara acıyorum"
Ancak çocukları severken ölçüyü kaçırmamalı ve birini se¬verken, diğerini asla ihmal etmemelidir.
Kardeşler arasında kıskançlık fazla olur. Öyle ki bu kıskançlık, aile geçimsizliklerine ve facialara sebep olabilir. O bakımdan sevgide kıskançlığa sebep olmamalıdır.
İstanbul Bayrampaşa semtinde, kendisinden daha çok beşikteki kardeşinin sevildiği düşüncesine kapılan küçük bir çocuk, bebeği ekmek bıçağıyla öldürmüştü. Yakup (a.s.)ın oğulları Hz. Yusufu kıskanmışlar ve bu kıskançlık onları kardeşlerini köle olarak satmaya kadar götürmüştü.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARLA ŞAKALAŞMAK VE ÖPMEK
Peygamberimiz çocuklarla şakalaşırdı. Hz. Enes anlatıyor:
Benim küçük bir kardeşim vardı. Biz onu Ebu Umeyr diye çağırırdık. Onun Nuğay kuşu (Kaya kuşu) vardı. Onunla oy¬nardı. Kuş öldü. Kardeşim ona üzülüyordu. Bir gün Resulüllah (s.a.v.) bize geldi; kardeşimi üzgün gördü: "Nesi var?" diye sordu. Nuğayr'ı öldü ona üzülüyor dedik. O da kardeşime: "Ya Eba Umeyr, ma fealen Nuğayr = Ey Ebu Umeyr, Nuğarcık ne yaptı?" diye onu neşelendirmeğe, üzüntüsünü gidermeye çalışıyordu.
Bir gün ashabı kiramla giderken, orada oynayan Hz. Hüseyine rastladılar. Ashabın önüne adeta koşarak çıkan Resulülllah Hz. Hüseyini tutmak istedi. O da oraya-buraya koşuyordu. Peygamberimiz onu tuttu, kucağına aldı ve öptü.
Hz. Ebu Bekir sıtma hastalığına yakalanan Hz. Aişe'nin yanına gelerek:
- Nasılsın kızım? diye hatırını sormuş ve öpmüştür. Resulüllah Efendimiz, Hz. Fatıma (r.a.) geldiği zaman kal¬kar, ona hoşgeldin eder, öper ve onu yerine oturturdu.
Yine bir gün, küçük olan torunu Hz. Hasan'ı "O yaramaz orada mı? o yaramaz orada mı?" diye sordu. Biraz sonra Hz. Fatıma, Hz. Hasan'ı gönderdi, Hasan koşarak geldi. Peygamberimiz de torunu Hz. Hasan'ı bağrına bastı, öptü ve "Allahım ben onu seviyorum, sen de onu ve onu seven¬leri sev" dedi.
           
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

EVLADA BAĞIŞTA BULUNMAK
Anne veya baba, evlatlarına bir şey hediye edeceği veya kü¬çük çocuklara oyuncak gibi şeyler vereceği zaman adaletli ol¬malıdır. Peygamberimiz: "Allahtan korkunuz ve çocuk¬larınız arasında adalet gösteriniz" buyurmaktadır.
Bu hususta muhterem Mehmed Emre, İslamda Kadın ve Aile, isimli eserinde şöyle demektedir:
"Zamanımız da bazı kimseler, oğlan çocuğuna hibede bulu¬nup bağ, tarla ve ev bağışlar, fakat kızına ya hiç vermez, veya sus payı olarak küçük bir şey vermekle iktifa ederler."
"Acaba kızın suçu nedir? Kız olarak dünyaya gelmesi ise, bu Allahlın takdiridir. Cenab-ı Hakk, dilediğine kız, dilediğine er¬kek evlat ihsan eder. Bu hususta cinsiyet bir tercih sebebi ol¬mamalıdır."
"Babanın acımadığı ve mağdur bıraktığı kıza, erkek kardeşi hiç acır mı? Kocasının ölümü veya ondan ayrılma gibi, hayatta karşılaşılabilen bir hal başına geldiğinde hali nice olur? Birkaç yetimi ile dul kalırsa, kendi gıdasını ve çocuklarının ihtiyacını temin etmek için, hangi yola baş vuracak?"
"Çamaşır ve bulaşık gibi bir iş görerek hayatını devam ettir¬meye razı olsa bile, işe giderken çocuklarını kimin himayesine bırakacak? Ehl-i namus bir kimse ile evleneyim dese, dört beş çocuklu bir kadına kim talip çıkacak? Adaletsiz, merhametsiz ve ileriyi görmeyen gaddar bir babanın cehenneme çevirdiği bu hayat karşısında kadın, hayatına kıyacak veya namusunu pa¬zara çıkaracak olursa, babasının mezarındaki kemikleri sızlamayacak mı?"
"Ebeveynin bu adaletsiz davranışları, kardeşlerin birbirin¬den soğumasına ve küsmelerine sebep olmaktadır. İşin içine nefis ve şeytan da karışıp, kardeş kapıları birbirinin yüzlerine ebediyyen kapanmaktadır. Mü'minler arasında üç günden fazla dargınlığı haram olan İslamiyet, kardeşin kardeşe müebbeden küsmesine müsaade eder mi? Anne ve baba, çocukları arasında, muvazene unsuru olacak iken, münazaa unsuru olmaktadır. Meşhur meseldir:
"Akreb etmez, akrabanın akrabaya ettiğini"
           
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARA DİNİ TERBİYE
Herşeyin başı çocuklara dini bir terbiye verebilmektir. Bu olunca, herşey de buna bağlı olarak düzgün olur.
Bu hususta Peygamberler biz müslümanlara örnektir.
Önceki sahifelerde, peygamberlerin evlatlarına öğütler verdiğini kaydetmiştik. Bu cümleden olarak Hz. Yakub'un, oğullarına şu nasihatta bulunduğu Bakara Suresi 132. ayette haber verilmektedir:
"Ey oğullarım! Allah sizin için (İslam) dinini beğenip seçti. O halde siz de (başka değil) ancak müslü-manlar olarak can verin."
Anne ve baba için en mühim vazife, çocuklarını müslüman olarak yetiştirmektir. Koca koca adam oldukları halde, besmele okuyamayan, kelime-i şehadet getiremeyen, gusül abdestini bi¬lemeyen insanların, kendilerinden çok anne ve babaları so¬rumlu olacaklardır.
Çocuğun yaşı 7 olunca ona namaz kılmayı söylemeli, öğretmeli ve namaz kılmamaya devam eder 10 yaşına gelir de hala namaz kılmazsa, işin ehemmiyetini anlaması için hafiften onu dövmelidir.
Namaz zaruri bir vazife olduğu gibi, namaz kılmayı çocuk¬lara telkin etmek de onun gibi zaruri bir vazifedir. Bu vazifeden peygamberler bile müstesna değildir. Hz. Lokman oğluna "Oğulcağızım, namazını dosdoğru kıl" diye nasihat etmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de Taha Süresi 132. ayette:
"Ehline (ve ümmetine) namazı emret"
buyurulmaktadır.
Anne babanın evladına ibadetle emretmesi, sadece küçük yaştayken olmamalıdır. Çocuklar büyüdükten ve hatta evlendik¬ten sonra bile, bu vazife devam edecektir. Peygamber Efendimiz namaz vakitlerinde Hz. Fatıma'nın evine uğrar ve ikaz ederdi. Sabah namazlarında "Namaz (a kalkın), namaz vakti (oldu)" buyururlardı.
Çocukların küçüklüğünü bahane edip uyusunlar, büyü¬yünce kılarlar diye onları namaza kaldırmamazlık yapma¬malıdır. Çünkü alışırlar ve büyüdükten sonra da kalkmazlar. Sabah namazı vakti ile güneş doğması arasında uyuyanların rızkı dar olur. Hz. Fatıma validemiz naklediyor: Bir gün babam bana uğramıştı. Ben sabah yan gelmiş yatıyordum. Ayağı ile beni hareket ettirerek şöyle buyurdu:
"Kızcağızım! Kalk, Rabbinin rızkın (ın taksimatın) a hazır ol. Sakın gafillerden olma. Zira Yüce Allah, rızıkları tanyerinin ağarması ile güneşin doğması arasında taksim eder." 
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARA HAYIR DUA ETMELİDİR
Anne-baba, çocuklarının hem dünyada hem de ahirette hayırlı başarılar elde etmesi için dualarını eksik etmemelidir¬ler. Peygamberlerin hem kendi evlatları, hem de ümmetleri hakkındaki duası neyse, bir anne ve babanın çocukları hakkındaki duası da odur, yani red olunmaz. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
"Üç dua reddolunmaz, kabul olunur: Misafirin duası, mazlumun (zulme uğrayanın) duası ve evladı için babanın duası."
Kavmi sapıklık içersinde olan Hz. Lüt şöyle dua etmiştir:
"Ey Rabbim! Beni, ailemi, bunların yapmakta ol¬dukları kötülüğün azabından kurtar."
(Şuanı süresi, ayet: 169)
Anne ve babanın bedduası da çabuk yerini bulur. Onun için çocuklarına kızan anne babalar hemen beddua etmemelidir ve "ya Rabbi doğru yola getir" diye dua etmelidir.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ANNE DUASI (I)
Allah dostlarının büyüklerinden olan Bayezid-i Bestami hazretleri bu mertebeye nasıl ulaştığını şöyle anlatıyor:
Annem hasta ve yaşlı bir kadındı. Bir gece benden su istedi.
O anda su yoktu. Dışardan su getirmek için bir kapla gittim. Geldiğimde annem uyumuştu. Hava şiddetli derecede soğuktu. Ben o soğuk havada gidip su getirmiştim. Annem uyandı ve su kabını anneme uzattım. Fakat o soğukta su kabı donup elime yapışmış. Su kabıyla beraber elimin derisi soyuldu. Elim kan içinde kaldı. Bu halimi gören annem çok üzülmüştü. Elini kaldırdı ve; "Ya Rabbi! Oğlumun halini görüyorsun, Ya Rabbi! Ne söyleyeyim, ne söyleyeyim, ne söyleyeyim" diye üç kere seslendikten sonra"Allah'ım onu aziz eyle" deyip elini yüzüne sürdü. O geceden sonra bende bazı değişiklikler olmaya başladı. Cenab-ı Hak annemin duası hür¬metine bu mertebeye beni layık gördü."
Anneler! Çocuklarınıza devamlı hayır dua ediniz. Hiç bir zaman beddua etmeyiniz.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ANNE DUASI (II)
Hz. Musa (a.s.) bir gün,
- Ya Rabbi bana Cennetteki komşumu bildir, diye ilticada bulunmuştu. Hak Teala Musa Aleyhisselama:
- Ya Musa falan yere git! Senin komşun falan yerdeki ka¬saptır, diye haber verdi.
Hazreti Musa tarif edilen yere gitti, kasabı buldu ve evine misafir oldu.
Kasap akşam eve gelirken yanında bir miktar et getirmişti.
Eve geldikleri zaman Hz. Musa'dan izin istedi, ve onları pişirdi, bir zembil içinde tavana asılı olan annesini indirdi, altını kuru¬ladı ve eti parçalara bölerek onun ağzına vermeye başladı.
Musa Aleyhisselam meseleyi sordu:
- Bu zenbildeki nedir? Kasap:
- Benim annemdir. Ona iyi bakamaz diye evlenmedim. Ben bakıyorum. Fareler zarar vermesin diye de böyle bu zenbil içinde yukarı kaldırıyorum dedi.
O sırada kadının hafiften sesi duyulmaya başladı. Hz. Musa;
- Ne diyor? diye sordu. Kasap annesini yerine kaldırdıktan sonra;
- Ben bunu senelerden beri bu şekilde yedirir, içirir ve bü¬tün ihtiyaçlarını temin ederim. O da bana her zaman:
- Oğlum Allah seni Cennette Musa'ya komşu eylesin, diye dua eder, dedi.
O zamana kadar kendisinin kim olduğunu gizle¬yen Musa Peygamber, kendisinin Musa olduğunu söyledi ve Cennette kendisine komşu olacağını müjdeledi.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARA İYİ ÖRNEK OLMALIDIR
Çocuklar boş bir kap gibidir, ne konulursa onu alırlar.
Fotoğraf makinesinin karşında hangi görüntü varsa, makine¬nin onu çektiği gibi, çocuklar da büyüklerinin bilhassa anne YE babasının iyi veya kötü hareket ve sözlerini olduğu gibi kaparlar. Onun için onlara çok iyi örnek olmalıdır.
Eğer çocuklarımızın iyi insanlar olmasını istiyorsak, biz iyi olmalıyız. İçki, kumar, sigara ve daha başka kötü alışkanlıklara yakalanmalarını istemeyen anne-babalar, bunları kendileri yapmamalıdır. Elinde sigara tutan bir baba çocuğuna "sigara içme" dese, veya kumar masasındaki bir insan çocuklarına "kumar oynamayınız" dese, bunların çocuklar üzerinde ne te¬siri olabilir?
Bununla ilgili ibretli bir hikayeyi Mehmed Emre'nin İslam'da Kadın ve Aile isimli eserinden nakletmek istiyoruz:
Oğlu fazla bal yiyen bir aile varmış. Yüzüne baktıkları ve üzerine titredikleri yavrunun bala düşkünlüğü, hastalık dere¬cesinde imiş. Biricik oğullarının bu yüzden bir zarara uğramasından endişelenen ebeveyni, zamanın tabiblerinden bir fayda bulamayınca o devrin alim ve mutasavvıfı Abdülkadir Geylani hazretlerine götürmeye karar verirler. Devesine binen baba, çocuğunu yanına alarak Bağdat'ın yolunu tutar. Beş on saat yorucu bir yolculuktan sonra Bağdat'a varır. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna çıkarak meseleyi anlatır.
O büyük hazret:
- Çocuğu bana kırk gün sonra getir, dedi.
Adam bundaki hikmeti anlamayı, kırk gün sonraya bırakarak çocuğunu aldı ve aynı yoldan, gelişte katlandığı çile¬lerle, köyüne döndü. Kırk gün sonra Bağdat'a Gavs-i Azamın beldesine ulaştı. Abdü'l-Kadir Geylani Hazretleri çocuğu karşısına alarak;
- "Evladım, sakın bir daha fazla miktarda bal yeme! dedi Sonra çocuğun babasına dönerek:
- "Al çocuğunu, götür köyüne" dedi. Şaşkın şaşkın bakan çocuğun babası;
- İş bu kadar kolay idiyse, neden ilk geldiğimiz zaman yapıvermediniz?
Abdülkadir Hazretlerinin cevabına dikkat ediniz:
- O gün ben, kendim de bal yemiştim. Çocuğa "Bal yeme!" desem, 'sözümün tesiri olmazdı. Vücudumda onun tesiri ol¬dukça yapacağım nasihatin bir faydası olmayacağından, senin kırk gün sonra gelmeni söylemiştim, dedi.
Büyük adam olabilmek için büyük çilelere göğüs germek ve nefıs feragatine sahip olmak gerekmektedir. Verdiği öğüdün te¬sir edebilmesi için kırk gün bal yemeyecek kadar nefse hakimiyet temin eden bir zatın, elbette ki sözü tesir edecekti ve etti. Artık ondan sonra o çocuk fazla bal yiyemez oldu. En basit gö¬rünen meselelerde bile hüküm böyle olursa, en zaruri dini me¬selelerde ne kadar dikkatli olmak gerekmektedir. Kendisi na¬maz kılmayan bir kimse, çocuğuna "Namaz kıl" dese sözün" bir tesiri olur mu?
Yalandan çocuklarını uzak tutmak isteyen anne-babalar kendileri yalan söylememelidirler.
Küçükken yaramazlık yapan çocuğunu babasının ayarla¬masından kurtarmak isteyen anne "babası o yapmadı" der. O hatayı kendisi yaptığını bilen çocuk, o anda annesinden yalan söyleme tohumunu kapmıştır. Evde olan baba, gelen herhangi birisiyle görüşmek istememekte ve çocuğuna "babam evde yok de" diye ona yalan söyleme talimi yaptırmaktadır. Böyle anne¬ babalar çocuklarının şeker, çikolata isteklerini de "alayım" diye söz verdikleri halde icabında almayınca, "unuttum" demekte-dirler. Çocuk bunun bir yalan olduğunu anlar ama izah ede¬mez. Ertesi gün, daha ertesi gün yine unutulur. Çocuk bir güze yalana alıştırılır. Ve ebeveyninin sözlerinde durmayan insanlar olduğunu anlamış, o da yalana inanmıştır.
Gün gelip bu anne ve baba ihtiyarlayıp küçükken yalana alıştırdıkları ve büyük adam olan evlatlarından bir şey istedik¬lerinde, onlara "alayım" diyen evlat, içinden almamaya niyetle¬nip akşam da "unuttum" demektedir. Bunun da kendilerinin yaptığı gibi bir yalan olduğunu bilen ana ve babanın yapacağı hiçbir şey yoktur.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARA TERBİYEDE SERT OLMAMALI
Çocuklar, lafın mecazını-kinayelisini anlamazlar. Onu için ağızdan çıkan sözlere dikkat etmelidir. Yaramazlık yapan çocuğa "Senin kulaklarını koparırım" deseniz hakikaten kopa¬racağınızı zanneder. "Bak yaramazlık yapma seni öldürürüm” derseniz, öldürecek sanar. Kulağın koparılacağını veya öldürü¬leceğini bekleyip duran insan ne halde olur?
Onlara daima yumuşak konuşmalıdır.
"Söz var kestire başı, söz var kese savaşı" demişler. "Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır."
Ancak, onun anlayacağı seviyede konuşmalıdır. Hz. Enes diyor ki:
"Ben Hz. Resülüllah'a 10 sene hizmet etim. Bana bir defa bile öf demedi. Ne için yaptın veya şöyle yapmalı değil miydin? demedi.
Ölçü budur ....
Çocuklara yapacağımız konuşmalar, vatanperverlik, mer¬hamet, dine bağlılık gibi üstün meziyetleri geliştirici şekilde ol¬malıdır.
Oruçlu zamanda, aç olan, yiyeceği bulunmayan insanları hatırlatmalı ve şükrü öğretmelidir. Katı kalpli değil, merha¬metli ve iyiliksever olmaları için gayret etmelidir.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

MERHAMETİN FAYDASI
Hayatında iyi ameli pek çok olmayan birisi vefat ettikten sonra, ermiş birisi onu rüyada cennetin gül bahçeleri içersinde gördü. Sebebini sorduğunda şu cevabı aldı:
- Ey veli, ben bir gün yolda gidiyordum. Bir yetim çocuğu ağlar gördüm. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Sebebini sor¬dumsa da, çocuk meramını ifade edebilecek yaşta değildi. Onun gözyaşlarını dindirmeden ayrılmamaya kararlı idim. Bir ara çocuğun, ayağının birini yere basamadığını görmüş, acısının ayağından geldiğini sezmiştim. Baktığım zaman ne göreyim! Büyükçe bir diken, ayağına saplanmış duruyordu. Dikeni çıkardığım zaman yetimin ağlaması durmuş ve gözünün yaşı dinmişti. Bunu takiben oradan ayrıldım. İşte ey veli, gördüğün bu gülleri ve çiçekleri, hep o diken açtı.!!!
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Çocuk ve Dayak
« Yanıtla #5 : 06 Haziran 2015, 19:27:38 »
Çocuk ve Dayak

"Dayağın, çocukları başta hırsızlık olmak üzere çeşitli suç¬lara ittiği bildiriliyor. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim görevlisi Güner Arıkan, yaptığı açıklamada, dayakla cezalandırılan çocukların ileri yaşlarda hırçın ve acıma duygu¬sundan yoksun bir kişiliğe büründüklerini belirterek, "Çocukların en büyük düşmanı dayaktır. Çocuğa dayakla eğitim vermek, onu kör kuyuya atmakla eş değerdir" diyor.
Özellikle baba dayağı ve baskısıyla büyüyen çocuklarda bazı ruhsal dengesizliklerin baş gösterdiğine, böyle bir ortamın, çocuğu sık sık yalan söylemeye yönlendirdiğine işaret eden Arıkan, çocuklara karşı anne babanın uyguladığı cezalar ve işlenen suç oranları konusunda şunları söylüyor: "Çocukların suç işlemeye yönelmesinde en büyük suçlu ebeveynlerdir. Dayak çocuğa hiçbir şey kazandırmadığı gibi, kişiliğinden bir çok şey alıp götürmektedir. Anne-babanın çocuğu dayakla ceza-landırması, çocuğu şahsa ilişkin suçlarda yüzde 10 suç işlemeye itmektedir. Mala ilişkin suçlarda 7.9, cinsel suçlarda11.5, tüm suçlarda ise 10.9 oranında suça itmektedir. Yalnız ba¬banın dayakla cezalandırması şahsa ilişkin suçlarda yüzde 70, mala ilişkin suçlarda 73.7, cinsel suçlarda62.5 oranında, yalnız annenin dayakla cezalandırması şahsa ilişkin suçlarda 11.3, mala ilişkin suçlarda 11.3, cinsel.suçlarda 6.3 oranında, anne ¬babanın her ikisinin dayak dışı cezalandırması şahsa ilişkin suçlarda 2.6, mala ilişkin suçlarda 2.6, cinsel suçlarda 10.4oranında suç işlemeye itmektedir."23
 
23) Beklenen Vakit Gazetesi 1-7 1994
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARI SÜNNET ETTİRMEK
Sünnet olmak Hz. İbrahim'in (a.s.) sünnetidir. Hz. İbrahim kendisini 80 veya 120 yaşında sünnet etmiştir. Çocuk 7 günlük olduktan sonra sünnet ettirilebilir. Büluğ çağına kadar sünnet¬siz bırakmamalıdır.
Peygamberimiz sünnetli olarak doğmuştur. Memleketimizde olmamakla beraber, kız çocukları da sün¬net ettirilmektedir. Bızırları uçlarından çok hafif olarak kesilir; onların sünnetleri budur. Kızların sünnet olması, evlilikte er¬kek ve kadının daha fazla zevklenmesine sebep olmaktadır. Zamanımız da Afrika'nın bir çok yerlerinde kız çocukları sün¬net edilmektedir.
Çocuk sünnet edilirken yapılan sünnet düğününde; çalgı, içki veya başka günahların olmaması gerekir. Tekbir ve Kur'anla yapılmalıdır. Zaten ismi üzerinde "sünnet." Sünnete haram karıştırmak hiç uygun olur mu?
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

TERBİYELERİNE DİKKAT ETMELİDİR
Çocuklar anne babaya bir hediye ve bir emanettir. Allah'tan gelen bu güzel hediyenin ve emanetin hakkını vermelidir.
Peygamber Efendimizin diğer bir ifadesiyle bu hediye ¬Allah'ın emanetidir. Emanet ise güzelce korunmalıdır.
Nitekim buyuruyorlar ki:
"Hepiniz çobansız ve hepiniz elinizin altındakiler¬den mes'ulsünüz. Halkın başındaki idareci çobandır, halktan sorumludur. Erkek, ev halkının çobanıdır; on¬lardan sorumludur."
Yine Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her çocuk fıtrat üzere (İslam dinini kabul etmeye mü¬sait olarak) doğar. Sonra ana babası onu Yahudi veya Hıristiyan yaparlar. Nitekim sağlam deveden sağlam yavru doğar. Siz hiç kuyruğu, kulağı kesik yavru olduğunu gördünüz mü?" .
Çocuklara verilecek olan güzel terbiyenin ehemmiyetini ifade için buyuruyorlar ki:
"Hiç bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden (edepten) daha değerli bir şey vermez."
Çocuklara, yemek yerken önünde yemesini, yemekten önce ve sonra ellerini yıkamasını da öğretmelidir.
Terbiyede mühim bir husus da, anne ve babanın odalarına kapıyı vurmadan girmemelerini öğretmekdir.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUĞA KUR'AN OKUMASINI ÖĞRETMELİDİR
Çocuk terbiyesinin en mühim maddesi budur. Çünkü Kur'an okurken, o arada İslami terbiyeyi öğrenmiş de olacaktır. Kur'andan mahrum insanlara ne kadar acınsa yeridir. Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar:
"Kalbinde Kur'andan en küçük bir şey bulunmayan kimse, harap bir ev gibidir."
"Çocuklarınızı şu üç haslet ile terbiye ediniz; pey¬gamberlerini sevdiriniz; onun ehl-i beytini sevdiriniz. Kur'an okumasını öğretiniz."
Kur' an okumasını öğrenmek, sadece din adamı olacak olan¬lara değil, bütün müslümanlara vazifedir.
Bir insanın inandım dediği kitabı okumasını bilmemesi ne garip şeydir? Yabancı bir memleketten gelen bir mektuba, o li¬sanı bilmeyenin aval-aval bakması gibi, müslümanın Kur'ana bakması acınacak haldir.
Memleketimizde yabancı lisan merakı almış yürümüştür.
Kur'an bize yabancı değil, inancımızın kitabıdır. Yabancı lisan¬lara harcadığımız vaktin onda biri, hatta yüzde birini Kur'an okumaya harcasak Kur'an okumasını bilmeyen kimse kalma¬yacaktır.
İşte ey anne ve babalar! Bunlar İslam'ın çocuğun ahlak se¬lameti, kişiliğinin gelişmesi ve en güzel ahlakı benimsemesi için koyduğu metodudur. Size düşen, çocuklarınızı bu kaidelere göre terbiye etmektir. Böylece çocuklar faziletli ve itibarlı olarak edep üzere yetişip gelir; insanlar arasında dikkat çeken birer nümune olurlar.
Bugün önümüzde; çocuğu seçkin bir kişi yapan, ona hayatın sorumluluklarını aşılayan İslam'ın koyduğu terbiye ilkeleri gibi ikinci bir sistem var mıdır? Resülüllah (s.a.v.) Efendimizin önümüze koyduğu terbiye ölçüsünde başka bir terbiye mevcut mudur?
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARIN ARKADAŞLARINA DİKKAT ETMELİ
Çocuklar, henüz bir şahsiyet oluşacak yaşa gelmeden çok te¬sir altında kalırlar. Onları tesirleri altına alacak arkadaşlarına dikkat etmelidir. Çürük bir elmanın, koca bir küfe dolusu sağlam elmayı da çürüteceğini unutmamalıdır.
"Gençlik delilikten bir şubedir" hadisini çocuklarla be¬raber düşünmelidir.
Peygamberimiz "Kişi dostunun dini üzerindedir. Siz kiminle arkadaşlık yaptığınıza bakınız" buyuruyorlar.
Kil'e sormuşlar: Neden bu kadar değerlisin? Gül ile biraz arkadaşlık yaptım, demiş.
Kil de diğer topraklar gibi bir topraktır ama diğer topraklar kir yapar, kil kiri temizler.
Peygamberimiz "Ancak mü'minle arkadaş ol" buyuruyorlar.      .
Yine şu meşhur sözü hiç unutmayalım:
Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
O halde, çocuklarımızı; dinden-imandan, iyi terbiyeden, ha¬ram ve helal düşüncesinden uzak olan çocuklarla arkadaş et¬memeliyiz. Ancak, bu tavsiyeler, evlatlarının müslüman olarak yetişmesini isteyen anne-babalar içindir.
 
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLAR YETİŞMEYE BAŞLAYINCA
Çocuklar henüz küçükken 7 yaşından itibaren namaz kılmaları telkin edilecekti. Bunu gördük. On yaşlarına gelen ço¬cukların yatakları ayrılır. O yaştan itibaren, kardeşler aynı yor¬gan altında yatmamalıdırlar.
Bülüğ çağına gelen veya yaklaşan kız ve oğlanlara bülüğ, yaşına ait bilgileri yani kızlara adet görmekle ilgili bilgileri, er¬keklere de ihtilam olmakla ilgili bilgileri vermelidir.
Yaşları ve münasip denkleri çıkınca da evlendirmelidir. Kız ve erkek yani gelin ve damat seçiminde ne gibi hususlara dikkat etmek icab ettiği ise önceki sahifelerde geçti. O şartlara dikkat ederek evlendirmelidir.
Gözümüzün nuru çocuklarımızı hepimiz severiz. Olur ki emaneti veren Allah bir gün gelir geri alır. Çok sevdiğimiz ev¬latlarımızdan birine bir hal olur. O zaman da Allah'a isyan et¬meyip bunu sabır ile karşılamalıdır. İnsan, evladı olsun başka bir yakını olsun, ağlar. Fakat ağlarken bağırıp çağırmak, saç baş yolmak asla caiz değildir.
 
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

BEŞİKTE KONUŞAN ÇOCUKLAR
 
Çocuklar yavaş yavaş büyürken; bir taraftan da konuşmayı öğrenirler. Bir çocuk 1-2 yaşındayken hala beşikte yatabilir ve bu arada konuşmayı öğrenebilir. Fakat biz "Beşikte Konuşan Çocuklar" ifadesiyle henüz konuşabilecek durumda olmayan, bebekleri kastediyoruz. Tarihte bazı bebekler, Allah'ın bir hik¬meti ile konuşmuşlardır. Bu bir yaratılış harikasıdır. Emekli müftülerimizden sayın Mehmed Emre, İslamda Kadın ve Aile isimli eserinde bu konuda bir sıralama yapmış ve henüz bebek iken konuşan 14 isim tesbit etmiştir. Bu hususla ilgili sıralamayı aynen iktibas ediyoruz: Çocuklar, yaşı kemale erdikçe ve etrafındaki kimselerin öğretmesi ile konuşurlar. Bizim üzerinde durmak istediğimiz, bir harika olmak üzere beşikte konuşan çocukların kimler olduğu ve ne konuştuklarını açıklamaktır:
Buhari ve Ahmed b. Hanbel'in Ebü Hüreyre'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Hz. İsa, Cüreyc adındaki veliyi temize çıkaran çocuk ve diğer bir üçüncüsü zikr ve tafsil edilmektedir. Hakim'in sahih senetle rivayet ettiği hadis-i şerifte ise, bun¬lardan farklı ve daha fazla olarak Yusuf aleyhisselamın lehine şahitlik yapan çocuk ile Firavn'ın kızının başını tarayan kadının çocuğu zikredilmektedir.
İmam Süyüti, muhtelif rivayetleri nazar-ı itibara alarak manzümesinde bu çocukların sayısını on dörde kadar yükselt¬mektedir. Biz o manzümeyi esas alarak beşikte konuşan çocuk¬ları sırası ile ve konuştukları sözleri ifadeye çalışacağız:
1- Hz. Muhammed (s.a.v.): Annesinden doğduğu zaman, "Allhü ekber kebiran vel-hamdü lillahi kesiran" demiştir.
2- Yahya aleyhisselam: Küçücük yaşında iken Hz. İsa'nın peygamberliğini tasdik ederek, "Senin, Allah'ın kulu ve Resülü olduğuna şehadet ediyorum" demiştir.
3- Hazret-i İsa: Meryem Süresi'nde İsa aleyhisselamla alakalı mesele şöyle açıklanmaktadır: Hz. Meryem, Hz. İsa'yı babasız olarak dünyaya getirdiği zaman kavmi, "Hey Meryem, andolsun ki sen acaib bir şey yapmışsın. Ey Harun'un kızkardeşi, senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi." dediler. Hz. Meryem (beşikteki) İsa aleyhisse¬lama işaret etti. Kavmi, "Biz henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz? dediler. Hz. İsa dile gelip dedi ki: "Ben, haki¬kat Allah'ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni Peygamber kıldı. Ben, her nerede bulunursam, mübarek kıldı. Bana, ben hayatta bulundukça namazı, zekatı emretti. Beni anneme hür¬metkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht olarak yaratmadı." dedi.
4- İbrahim aleyhisselam: Annesinden doğduğu zaman doğruldu ve: "La ilahe ilAllahü vahdehü la-şerike leh, lehülmülkü ve lehü'l-hamdü. Elhamdülillahillezi hedana lihaza = Tek ve ortağı bulunmayan Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Hamd ona mahsustur. Bizi bu (yolu) na hidayet eden Allah'a hamd olsun" dedi.
5- Hz. Meryem: Hz. Meryem'in annesi Hanne, "Cenab-ı Hak bana bir çocuk ihsan ederse Beyt-i Makdisin hizmetine vak¬fedeceğim" diye adakta bulunmuştu. Onu dünyaya getirdiği zaman Beyt-i Makdise götürüp teslim etti ve "Alınız bunu, mes¬cide adaktır" dedi. Hz. Meryem, teyzesinin kocası bulunan Zekeriyya aleyhisselamın himayesinde büyüyordu. Mabedin mihrab adı verilen yüksek bir merdivenle çıkılan bir yerinde bu¬lunuyordu. Orası kilitli durur ve Hz. Zekeriyya'dan başka giren olmazdı.
Zekeriyya aleyhisselam oraya her çıkışında yaz mevsiminde kış meyvesi, kış mevsiminde yaz meyvesi görürdü. Hazret-i Zekeriyya sordu:
- Meryem! Bu sana nereden (geliyor)? dedi. Oda:
- Bu, Allah tarafındandır. Şüphesiz ki Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir dedi.
6- Cüreyc isimli bir velinin suçsuzluğunu ortaya çıkaran çocuk:
Bu çocuk, zina mahsülü bir sabi idi. Bunun konuşması Cüreyc'in kerametidir. Vak'a şöyle olmuştur: Cüreye Hıristiyan rahiplerinden olup kilisede ibadetle meşgul olurdu. Bir gün o namaz kılarken annesi gelerek kendisine seslenmiş, o da namazı bozmayıp, selam vereyim de anneme cevap veririm, diye düşünmüş. Annesi onun zina iftirasına uğraması için beddua etti. Anasının duası, ok gibi hedefini bulmuş, Cüreyc'e olan olmuştu.
Fahişe bir kadın gelerek Cüreyc'i zinaya davet etti. Cüreyc, Allah'tan korkarak, kadının arzusuna hiç temayül göstermedi. Bu vaziyet karşısında kadın varıp bir çobanla zina etti. Fahişe, çobandan hamile kalmıştı. Neticede gayri meşru bir çocuk dün¬yaya getirdi. Ahali fahişeye, çocuğun kimden olduğunu sorunca "Cüreyc'tendir", dedi. Halk ayaklandı ve Cüreyc'in ibadetgahını yıkıp dağıttılar. Kendisine fena lakırdılar sarfettiler. Zinayı ya¬pan serbest, zinadan kaçan mağdur vaziyete düşünce, geçir¬mekte bulunduğu bu acı ve o nisbette ağır imtihan karşısında Cüreyc abdest aldı ve namaz kılarak Allamü'l-guyub olan Allahü Tealaya yalvardı, yakardı. Sonra çocuğun yanına geldi ve kendisini bu ağır töhmetten ve halkı da kötü zan taşımaktan kurtarmak için kerametini açığa koydu da çocuğa:
- Ey çocuk! Söyle, senin baban kimdir? dedi. Çocuk, kucakta bir sabi olduğu halde konuştu ve: - Falan çobandır, dedi.
Halk yaptıklarına nadim oldular, fakat olan olmuştu. Vicdan azabından olsun kurtulmak için Cüreyc'e hitaben:
- Yıktığımız mabedi yeniden ve hem de altından yapmamazı ister misin? dediler.
İftira çukurundan kurtulan Cüreyc:
- Hayır, topraktan yapınız, cevabını verdi.
Hüner, topraktan yaratılmış benliğin içinde meknuz altın gibi kıymetli manevi madenleri meydana koyabilmektir. Yoksa altın içinde toprak olup gitmek değil!
Taş yeşermez, gelmiş olsa nevbahar,
Toprak ol da bak nasıl güller açar.
7-Yusuf aleyhisselam: "Onun bulunduğu evdeki (kadın) onun nefsinden murad almak istedi, kapıları sımsıkı kapadı ve "Sana söylüyorum, beri gel" dedi. O ise, "Allah'a sığınırım, doğrusu o benim efendimdir. O, bana güzel bir mevki vermiştir. Hakikat şudur ki, zalimler asla felah bulmazlar" dedi. O (kadın) andolsun ona niyeti kurmuştu. Eğer Rabbinin bürhanını gör¬memiş olsaydı (belki Yusuf da) onu kasdetmiş gitmişti. İşte biz ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim diye böyle bürhan gös¬terdik. Çünkü o, (taatde) ihlasa ermiş kullardandı. İkisi de kapıya koştular. O (kadın) bunun gömleğini arkasından boylu boyunca yırttı. Kapının önünde (kadının) efendisine rast geldi¬ler. Kadın dedi ki; "Zevcene kötülük etmek isteyenin cezası zin¬dana atılmaktan, yahut acıklı bir azaptan başka ne olabilir? Yusuf "O, kendisi, benim nefsimden murad almak istedi" ce¬vabını verdi.
Zeliha'nın yakınlardan bir küçük çocuk, konuşmaya başladı ve "Eğer gömleği önünden yırtıldıysa (kadın) doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. (Yok), eğer gömleği arkadan yırtıldıysa (kadın) yalan söylemiştir, bu ise doğru söyleyenlerdendir." dedi.
Bu kucaktaki çocuğun şahitliğini reddetmeye kimsede me¬cal kalmadı. Zira her şeyden önce bu bir harika ve Hz. Yusufun bir mucizesi idi. Baktıkları zaman elbisenin arkadan yırtıldığını gördüler. Böylece Yusuf aleyhisselam'ın iffetteki kemali ortaya çıkmış oldu.
8- Zalim bir hükümdarın iman edenleri ateşe atacağı zaman annesinin kucağında bulunan bir kü¬çük çocuğun şehadeti:
Müslim'in Sahıh'inde rivayet ettiği vak'a şöyle cereyan etmiştir:
"Sizden önceki (ümmet) ler arasında bir padişah ve onun bir sihirbazı vardı. Yaşlandığı vakit padişaha, "Ben ihtiyarladım, bana bir genç gönder de ona sihir öğreteyim" dedi.
Padişah ona sihir öğreteceği genci yolladı. Gencin yolu üze¬rinde bir rahip vardı. Yola çıktığında onun yanına oturup sözle¬rini dinlerdi. (Anlattıkları) delikanlının hoşuna gitti (ve onun dinine girdi). Sihirbazın yanına vardığında, (geç kaldın diye) kendisini döverdi. Bu halden rahibe şikayet etti. O şöyle dedi:
- Sihirbazdan korktuğunda, "Evimizdekiler alıkoydu", ailenden çekindiğin vakit, "Sihirbaz bırakmadı" dersin. O bu hal üzerine gidip gelirken bir gün insanları (yolundan) alıoyan büyük (ve yırtıcı) bir hayvan üzerine (çıkıp) vardı.
Kendi kendine, "Sihirbaz. mı daha üstün, rahip mi daha faziletli, bugün öğrenmiş olacağım." dedi. Bir taş altı ve "Ya Allah, şayet rahibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise şu hayvanı öldürüver, ta ki halk yoluna devam etsin" dedi, taşı attı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar geçip gitti. Delikanlı rahibe geldi ve hadiseyi kendisine haber verdi. Rahip:
 
- Ey oğul, bugün sen, benden üstünsün. Senin şanın, gördüğün dereceye ulaştı. Yakında bir iptilaya uğratılırsın. Eğer bir belaya uğrarsan, benim aleyhimde yol gösterme, dedi.
 
Delikanlı körleri, alaca hastalığına tutulmuş kimseleri kurtarır ve halkın diğer hastalıklarını tedavi ederdi. Padişahın kör lan bir arkadaşı bunu duydu. Birçok hediyelerle delikanlıya geldi ve;
 
- Eğer sen bana şifa verirsen, bu hediyelerin hepsi senindir, dedi. O:
 
- Ben hiçbir kimseye şifa veremem, şifayı ancak Allah verir¬. Eğer Allah'a iman edersen, Allah'a dua ederim, O da sana a verir, dedi.
 
Hasta derhal iman etti, Allah, kendisine şifa verdi. Padişaha gelerek daha evvel nasıl oturuyor idiyse öyle oturdu. Padişah arkadaşına sordu:
- (Gözünüzün görmesini) sana kim sağladı? dedi.
Oda:
- Rabbim, dedi. Padişah:
 
- Senin benden başka Rabbin mi var? dedi. Arkadaşı:
- Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah'tır dedi. Hükümdar kendisini yakalattı, delikanlıyı haber verinceye kadar işkenceye devam etti. Delikanlı huzuruna getirildi. Padişah ona:
 
- Ey oğlum, sihrin körleri ve ala tenlileri kurtaracak (dereceye) ulaşmış (öyle mi), şöyle şöyle yapıyormuşsun, dedi.
Genç:
- Ben hiçbir derde şifa veremem, şifayı ancak Allah verir. dedi.
Padişah onu tevkif ettirdi. Rahibi haber verinceye kadar işkenceye devam etti. Rahip (hükümdara) getirildi, ona:
- Dininden dön, denildi.
Rahip (bu teklifi) red etti. Hükümdar bir destere istedi. Onu, rahibin başı ortasına dayadı ve destere ile başını ikiye böldü. Her iki parça (bir tarafa) düştü. Sonra padişahın arkadaşı getirildi. Ona da:
- Dininden dön, denildi.
O da bu teklifi reddetti. Destereyi başının ortasına koyarak ikiye ayırdı. Her iki parça (bir tarafa) düştü.
Daha sonra delikanlı getirildi. Ona da "Dininden dön" de¬nildi. O da bu teklifi reddetti. Padişah onu kendi ar¬kadaşlarından bir cemaate teslim etti ve:
- Onu falan dağa götürün, dağın tepesine çıkarın. Dağın üzerine vardığınızda, dininden dönerse (kendisini salıverin), aksi halde dağdan aşağıya atın, dedi.
Delikanlıyı derhal götürdüler ve dağa çıkardılar. Genç:
- Ya Allah, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru, diye dua etti.           .
Bunun üzerine dağ sarsıldı, onlar da (dağdan aşağı) düştüler. Delikanlı yürüyerek padişaha geldi. Hükümdar ona:
- Arkadaşların ne oldu? dedi. O:
- Allah beni onlara karşı muhafaza etti, dedi.
Padişah onu adamlarından (başka) bir güruha teslim etti ve:
- Bunu götürün, bir gemiye bindirip denizin ortasına iletin. Dininden dönerse (serbest bırakın) aksi halde denize atın, dedi. Götürdüler, delikanlı (dua ederek):
- Ya Allah, nasıl dilersen onlara karşı beni koru, dedi. Bunun üzerine gemi onlarla birlikte altüst oldu, hepsi boğuldular. O yürüyerek hükümdara geldi Padişah:
- Arkadaşların ne oldu? diye sordu. Delikanlı:
- Allah, onlara karşı beni ayakta tuttu, dedi ve padişaha karşı şöyle konuştu: "Sana emrettiğimi yapmadıkça beni öldü¬remezsin. " Padişah:
- Nedir o? dedi. Delikanlı:
- Halkı, geniş bir meydan da toplayacaksın; beni de hurma dalına asacaksın. Sonra ok torbamdan bir ok al, yayın tam or¬tasına yerleştir, daha sonra "Delikanlının Rabbi olan Allah'ın adı ile" de sonra at. Sen, böyle yaptığın takdirde beni öldürebilir¬sin, dedi.
Bunun üzerine hükümdar halkı bir meydana topladı. Delikanlıyı hurma dalına astı. Sonra delikanlının ok tor¬, asından bir ok aldı, onu yayın tam ortasına koydu. Daha sonra, “delikanlının Rabbinin adı ile" dedi. Bunu takiben oku attı. Ok delikanlının şakağına isabet etti. O, elini şakağına koydu ve ru¬hunu teslim etti. Halk "Delikanlının Rabbine iman ettik" dedi¬ler. Sonra Padişahın adamları gelip:
- Çekindiğin şeyi gördün mü? Allah'a andolsun ki korktuğun başına geldi, halk (tamamen) iman ettiler, denildi.
Padişah sokak ağızlarına hendekler açılmasını emretti. Hendekler açıldı, içleri ateşlerle dolduruldu ve;
- Kim dininden dönmezse zorla ateşe atın, yahut onları ateşe sokun, denildi.
Bu işleri yaptılar. Nihayet (kucağında) çocuğu ile birlikte bir kadın geldi, ateşe düşmemek için durdu, sendeledi. Çocuk kadına:
- "Ey anneciğim, sabret. Çünkü hak (din) üzeresin" dedi.
9- İsrail oğullarından bir kadın, oğlunu emziri¬yordu. Binekli, güzel ve heybetli bir adam da oradan geçiyordu. Kadın oğlunun da böyle olmasını arzuladığından, "Ya Allah, benim oğlumu da böyle (yakışıklı ve heybetli) kıl!" dedi. Çocuk emmeyi bıraktı ve o kimseye dönüp baktı da, "Ya Allah beni onun gibi yapma!" dedi. Sonra annesini emmeye devam etti.
Daha sonra oradan bir cariye geçti. Halk onu dövüyor ve ona kötü laflar söylüyorlardı. Kadın, o cariyeyi kastederek, "Ya Allah benim çocuğumu böyle yapma!" dedi. Çocuk bir an için emmeyi bırakarak, "Ya Allah beni onun gibi yap!" diye dua etti. Bu hayret verici konuşmaların künhüne akıl erdiremeyen anne, kucağındaki küçük yavruya:
- Neden böyle söyledin, dedi. Çocuk hakikati şu ifadelerle açıkladı:
- O atlı, zalimlerden biridir. Bu kadın ise, halk, kendisine yapmadığı halde hırsızlık yaptı(n), zina etti(n), diyorlar, ce¬vabını verdi.
10- Fir'avn'ın kızının baş tarayıcısı, Allah'a İman etmiş bulunan kadının kızı:
Annesi bir gün Fir'av'nın kızının başını tararken tarak düşmüştü. Onu alırken "Bismillah, teise Fir'avnü = Allah'ın adı ile (alıyorum). Fir'avn kahrolsun" dedi. Fir'avn'ın kızı:
- Senin, babamdan başka Rabbin mi var? diye sordu.
- Benim ve sizin Rabbiniz Allah'tır, cevabını verdi. Fir'avn'ın kızı:
- Bunu babama haber vereyim mi? dedi. Kadın:
 - Evet, dedi.
Kız da babasına haber verdi. Fir'avn, kadının inancından dönmesini istedi. Kadın, bu teklifi reddetti, Sığır şeklinde bakırdan yapılmış içi boş bir heykel vardı. Fir'avn, onun ateşte iyice kızdırılmasını ve kadının bunun içine atılmasını emretti. Bakırdan mamul sığır heykeli, kızdırıldı ve kadını içine atmaya teşebbüs ettikleri zaman, kadın geri çekildi. Kucağında bulunan çocuğu:
- Anne, geri çekilme (korkma), zira sen hak üzeresin, dedi.
11- Mübarekü'l Yemame: Yemame halkından bir şahıs, çocuğu ile birlikte Resul-i Ekrem'in huzuruna gelmişti. Peygamber Efendimiz ona:
- Ey oğul! Ben kimim? dedi. Çocuk:
- Sen Allah'ın Resulüsün, cevabını verdi. Resulüllah:
- Sende olan (bu istidad) ı Allah mübarek kılsın, buyurdu ve bu çocuğa (Mübarekü'l-Yemame) adını verdi.
12- Nuh aleyhisselam: Annesi Hz. Nuh'u mağarada dünyaya getirmiştir. Mağaradan ayrılmak dilediğinde, "Vay haline ey Nuh" demişti. Hz. Nuh:
- Hiçbir kimse (nin bana zarar eriştirmesin) den korkma! Allah beni yarattı (ğı gibi) korur" dedi.
13- Musa aleyhisselam: Fir'avn, zulümde o kadar haddi aşmıştı ki, "Sizin en üstün Rabbinizim", diye, kavmini kendi¬sine taptırmaya başlamıştı. Ölüp de yok olmamak için çare ara¬yan, fakat bulamayan bu zalime, bir kahin, "İsrailoğullarından bir çocuk doğacak ve senin devletinin zevaline sebep olacak" demiş idi. Fir'avn bundan korkup, Beni İsrail'den doğan erkek çocukları öldürtmeye başlamıştı.
Her semte tayin ettiği cellatlar İsrailoğullarının evlerini dolaşıp yeni doğan erkek çocukları öldürmeye devam ettikleri sırada Hz. Yakub'un üçüncü oğlu "Levi'nin torunlarından İm¬ran adındaki zatın oğlu istikbalin KELİM'i Hz. Musa dünyaya geldi. Annesi, evladının gözü önünde boğazlanmasına dayana-mayacağı için türlü çareler ararken Fir'avn'ın cellatları evi bastılar. Hz. Musa'nın annesi, korkusundan çocuğu fırının içine sakladı. Hz. Musa'nın kızkardeşi vaziyeti bilmediği için fıırını yakmıştı. Annesi çocuğu almak için geldiğinde ne görsün! Fırın alevalev yanmakta idi. Annelik şefkatinin verdiği bir heyecanla:
- Eyvah! (Felaketten) sakınmak bana bir fayda vermedi.
Evladımızı yaktınız, diye çocuklarına bağırırken fırın için Hz. Musa şöyle seslendi:
- (Anneciğim) korkma ve üzülme! Allah beni (yanmaktan) ¬korudu, dedi.
Annesi elini fırına sokarak oğlunu çıkardı.
14- Hz. Yusuf: Hazret-i Yusufun konuştuğuna dair rivayet varsa da konuştuğu tesbit edilememiştir.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

EVLAT YETİŞTİRMEK

Evlad, nikahın temel taşıdır. Nikah müessesesi onun ıçın kurulmuştur. Nikahdan gaye, neslin devam etmesi ye alemin, insan denilen cinsden mahrum kalmamasıdır. Şehvet insan¬ları nikaha sürekleyici ve teşvik edici olarak yaratılmıştır. Bu şekilde yaratılmak, erkek ve dişi için Allah'ın bir lutfudur. Bu lutuf onları cinsı birleşme sayesinde evlad elde etmeye sevkeder.
Evlad edinmekte birçok yönden Allah'a yakınlaşmak vardır.
İnsanoğlu şehvetten doğacak felaketlerden emin bulunduğu zaman, Allah'a daha yakın olur. O kadar ki eski büyüklerimiz¬den hiç kimse bekar olarak Allah'ın huzuruna varmayı iste¬mezdi.
Allahu Teala hazretleri çiftleri yarattı. Tenasül aletleri ile yumurtaları da yarattı. Belde meniyi yaratıp o meni için yumurtalıklarla damarlar ve akış yollarını hazırlamıştır. Ona rahmi meni için merkez olarak yaratmıştır. Şehvet isteğini erkek ve dişiye musallat kılmıştır.
İşte bütün bu fiiller ve aletler, yaratıcının maksadını ortaya koymaktadır. Akıllıların kulaklarının zarını patlatırcasına varlıklarının sebebini haykırmaktadır. Ve anlaşılmaktadır ki, insanlardaki şehvet hissi neslin devamı içindir.
Eğer yüce yaratıcı, Resulünün lisanıyla insanların ya¬ratılışından maksad ve muradını açıkça belirtmeseydi dahi du¬rum bu merkezde olurdu. Kaldı ki bu emri açıkça peygamberi¬nin lisanıyla belirterek bu sırrı açığa vurmuştur:
''Evleniniz, üreyiniz." O halde evlenmekten (gücü yettiği halde) kaçan bir kimse, tarlayı sürmekten yüz çevirmiş, tohu¬munu boşa harcamış demektir. Allah'ın yarattığı ve çalışır hale soktuğu aletleri bırakmış, yaratılışın gayesine aykırı hareket etmiş ilahi bir hatla yazılmış olan hikmetine karşı bir cinayet işlemiş olur.
Cenab-ı Hak, nefislerin devamını istediği içindir ki yoksul¬lara yedirmeyi emir buyurmuş, insanları o yöne teşvik etmiş ve o yolda sarfedileni ödünç diye tabir etmiştir:
"Kimdir, Allah'a güzel bir ödünç veren?"
(Bakara: 245)
Evlenmemek, Allah tarafından devam ettirilen neslin ke¬silmesidir. O halde. nikahtan çekinen bir kimse, Adem Aleyhisselam'dan kendisine kadar devam eden neslin kökünü kesmiş ve zürriyetsiz olarak ölmüştür.
Eğer evlenmeye zorlayan, sadece şehvet olsaydı, elbette ki veba hastalığından yatakta bulunan Muaz bin Cebel (ra.):
"Allah'ın huzuruna bekar gitmek istemiyorum, bunun için beni evlendirin," demezdi.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

KENDİSİNE DUA EDEN EVLAT BIRAKMAK

"Ademoğlu, öldüğü zaman, bütün amelleri sona erer, ancak üç tanesi devam eder ... Onlardan birisi sa¬lih evladdır."
"Evlad, çoğu zaman salih olmuyor" şeklindeki suale cevap:
Ne de olsa o evlad mü'mindir. Salih olmak ise, dindarların çocuklarında çokça görülen bir haslettir. Hele evebeynleri dini terbiyesine biraz ihtimam gösterip onu takvaya sevketmişlerse ...
Hulasa: Dua mü'mine faydalıdır. İsterse duayı yapan salih bir evlad olşun, isterse facir bir evlad ... Babası, onun duasından ve hasenelerinden faydalanır. Günahlarından ise, babası değil sadece çocuk mes'uldür. Zira hiç kimse başkasının günahından mes'ul olmaz. "Hiç bir kimse başkasının yükünü taşımaz."           
Bu sır ve hikmeti belirtmek için Cenab-ı Hak buyurmuştur ki:
"Biz o salih kullarımızın zürriyetlerini onlara il¬hak ettik. Onların amellerinden de onlar için hiçbir şey eksiltmedik."
(Tur: 21)
Yani onların amellerinden zerre kadarını bile eksiltmedik.
Üstelik onların evladlarını da onların sevaplarına kattık. Ve böylece onların sevapları arttı.
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÖLEN EVLADIN ŞEFAATINA NAİL OLMAK

Allah'ın Resulü buyurdu:
"Küçük yaşta ölen çocuğa cennete gir denildiği za¬man, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir sesle şöyle haykırır:
- Ebeveynim benimle birlikte olmadıkça ben cen¬nete girmem!
O esnada şöyle bir ses gelir:
- Onunla birlikte ebeveynini de cennete koyunuz!
 (İhya-u ullimi'd-din)
Başka bir haberde şöyle deniyor:
"Küçük yaşta ölen çocuklar kıyamet günü mey¬danda mahlukat hesaba arzolunduğu zaman toplaşırlar. Bu esnada meleklere:
- Bu çocukları cennete götürünüz, denir. ,
Cennete götürülen çocuklar cennet kapısında du¬rurlar. Onlara:
- Müslümanların çocukları hoş geldiniz! Haydi, hesabsız cennete giriniz, denilir. O çocuklar:
- Babalarımız ve annelerimiz nerededir? diye so¬rarlar.
Hazene (cennet kapıcıları) onlara derler:
- Sizin babalarınız ve anneleriniz sizin gibi değildir. Onların günahları ve kötülükleri vardır. Onlar şimdi o günahlarından ötürü hesaba çekilmek¬tedirler.
Çocuklar cennet kapısında bir ağızdan haykırırlar. Onların halini herkesten daha iyi bilen Cenab-ı Hak buyurur:
- Bu bağırışma nedir?
Vazifeli melekler:
- Ya' Rab! Müslüman çocuklarıdır. "Biz ancak anne ve babamızIa birlikte cennete gireriz," diyorlar.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak buyurur:
- Topluluğa giriniz, ebeveynlerinizin ellerinden tutarak onları da cennete koyunuz"
Başka bir hadis:
"Kimin iki çocuğu ölürse, o bir perde ile ateşten perdelenir."
 
Hikaye olunur ki, salihlerden birisine evlenme teklifi yapıldığında, bir zaman teklifi hep reddetti. Bir gün uyanır uyanmaz. "Beni evlendirin! Beni evlendirin! Beni evlendirin! diye bağırmıştı. Bu durumu görenler neden böyle yaptığını sor¬dular. Dedi ki:
- Umarım ki Allah bana bir evlad ihsan eder de canını alır.
O da bana ahirette gönderilen bir azık olur.
Sonra şöyle devam etti:
- Rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm. Sanki bir grupla birlikte mahşerde idim. Boynum kopacak derecede susamıştım. Etrafımızdakilerin hepsi de benim gibi susuzluk ve üzüntü içinde kıvranmakta idi. Biz bu durumda iken, bir de baktım ki, ellerinde altın testi, gümüş ibrikler ve omuzlarında nurdan mendiller bulunan çocuklar, topluluk içinde geziyor ve seçtik¬leri bazı kimselere su içiriyorlar. Fakat insanların çoğuna su vermeden geçip gidiyorlar. Onlardan birine elimi uzatıp çok su¬sadığımı ve biraz su içirmesini söyledim. O bana;
- Bizim içimizde senin evladın yoktur. Biz ise ancak babalarımıza su içirebiliriz, dedi.
Bunun üzerine:
- Siz kimsiniz? diye sordum. Dediler ki:
- Biz müslümanların küçük yaşta ölen çocuklarıyız. Hadis-i Şerifte buyuruluyor:
"Günah (işleyecek yaş) a ulaşmamış üç çocuğu ölen hiçbir Müslüman yoktur ki, o çocuklar kendisini cen¬netin sekiz kapısından karşılamış olnasınlar. O, bu kapıların, hangisinden dilerse cennete girer."
(İbni Mace c, 1, s. 512)
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

ÇOCUKLARIN ÖRTÜNMESİ
Hanefilere göre çocuk dört yaşına gelinceye kadar, ister er¬kek ister kız olsun, avret mahalli yoktur. Bu yaşa kadar çocuğun bedenine bakmak ve tutmak caizdir. Fakat çocuk şehvet duyulan hale geldiği zaman, ön ve arka avret yerlerine  bakmak caiz olmaz. Çocuğun kendisi şehvet haddine geldiği zaman ise, erkek olsun kız olsun, namaz içerisinde ve haricinde yetişkinlerin tabi olduğu hükümlere tabidirler.(26)
26) Mezahib-i Erbaa Cilt: 1, s. 193
.
.
Ali Eren - İzdivaç ve Mahremiyetleri

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Çocuk Terbiyesi ile Alakalı Bazı Hadis-i Şerifler
« Yanıtla #6 : 06 Haziran 2015, 19:29:47 »
Çocuk Terbiyesi ile Alakalı Bazı Hadis-i Şerifler

Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) üvey oğlu, Ebû Seleme Abdullah b. Abdülesed’in öz oğlu Ebû Hafs Ömer şöyle dedi:
"Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) himâyesinde yetişen bir çocuktum. Yemek yerken, elim yemek tabağının her yanına giderdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu:
'Oğul, Besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!'
"O günden sonra buyurduğu gibi yedim." (Buhârî, Sahîh, Et`ıme 2, 3; Müslim, Sahîh, Eşribe 108)


İbn Ömer'den (r.anhüma) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah'ı (s.a.v.) şöyle buyururken dinlemiştir:
“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur.“(Buhârî, Sahîh, Cum`a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, Sahîh, İmâre 20)


Amr b. Şuayb babası Şuayb’dan, o da dedesi Abdullah b. Amr b. Âs'dan (r.anhüm) Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyiniz. On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa kendilerini cezalandırınız, yataklarını da ayırınız. “ (Ebû Dâvûd, Sünen, Salât 26)


Ebû Süreyye Sebre b. Ma`bed el–Cühenî'den (ranhüm) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Çocuğa yedi yaşına erdiğinde namaz kılmayı öğretiniz. On yaşına bastığı hâlde kılmazsa, (kılmasını temin ve teşvik yönünde) cezalandırınız.“ Ebû Dâvud’daki hadis ise şu meâldedir: “Çocuk yedi yaşına girince, namaz kılmasını söyleyiniz.“ (Ebû Dâvûd, Sünen, Salât 26; Tirmizî, Sünen, Mevâkît 182)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
21. Risale: Kadınlar ve Kız Çocukları
« Yanıtla #7 : 06 Haziran 2015, 19:31:26 »
21. Risale: Kadınlar ve Kız Çocukları

H.Ş.: “İlâhî! Ben iki zayıfın, yetim ile kadının haklarına tecâvüzden men ve ediyorum. (Neseî, Riyâzü’s-Sâlihîn, C.!, S.313)
H.Ş.:  Siz ancak zayıflarınız(ın duâsı, ibâdetleri ve ihlâsı) ile yardım olunur ve rızıklanırsınız. (Riyâzü’s-Sâlihîn, C.!, S.314)
H.Ş.: Kadın bir kaburga kemiğidir. Eğer onu doğrultmak istersen kırarsın. Onu öyle kullan. Eğer idâre edersen onda noksanlıklarla beraber geçime yarayan kıymet vardır. (Riyâzü’s-Sâlihin, C.1, S.316)
 
KADINLARIN HAYIRLI AMELLERİ
H.Ş.: Evi için en hayırlı kadın, geçimi kolay (masrafı en az) olan kadındır.(Mutâru’l-Ehâdis)
H.Ş.: Kadının cihadı, kocasına iyi davranmasıdır. (Rûhu’l-Beyân, C.2, S.164)
H.Ş.: Kadının üzerinde en büyük hakkı olan, kocası; insanlar üzerinde en büyük hakkı olan anasıdır.
H.Ş.: Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını muhafaza eder ve kocasına itâat ederse, Cennet’in kapılarından dilediğinden girsin. (Mişkâtü’l-Mesâbih, C.2, S.202)
Hakîkat ehline göre sâliha hanımın alâmetleri:
*Güzelliği, Allah korkusu;
*Zenginliği, kanâat;
*Ziyneti, iffet; En mühim ibadeti (farzlardan sonra) kocasına hizmet;
Hizmeti, ölüme hazırlanmaktır. (Rûhul Beyân, C.2, S.164)
H.Ş.: Ümmetimden üç sınıf, dünyadaki ömürlerinin üç katı Cehennemde kalırlar:
1 – Şişman zayıflar,
2 – Giyinmiş çıplaklar,
3 – Câhil âlimler.
Bunlar kimlerdir Yâ RasûlAllah? Suâline:
- Şişman zayıflar: Vücutlarını yağlı gıdalarla besleyip, din işine zayıf kalan kadınlardır.
- Giyinik çıplaklar: Vücutlarını elbise ile kapatıp, hayâdan sıyrılan kadınlardır.
- Cahil âlimler: Dünya ehlidir. Ticaret yapar, çalışır, dünya hayatını iyi bilir, fakat âhiretten gafildirler. Mal toplar, haram, helal olduğuna ehemmiyet vermezler. (Rûhû’l Beyân, C.2, S. 165)
Rasûlüllah S.A.V. bir gün Ümmü Hânî R.A.’in evine uğramıştı. Efendimizden sordular:
 “-Yâ RasûlAllah! Ben yaşlandım. Bana oturduğum yerde yapabileceğim bir amel tavsiye ediniz” dedi. Rasûlü Ekrem S.A.V.:
“-Yüz defa Allah’ı tesbih et (Sübhâ-nAllah de). Bu senin için Hz. İsmâil evlâdından yüz köle âzât etmene müsâvîdir.
- Yüz defa Allah’a hamd et (Elhamdülillah de) bu senin için eğerli ve yularlı yüz at yükü eşyayı Allah yolunda tasadduk etmene denktir.
- Yüz defa tekbir getir (Allâhü ekber de). Bu boynu gerdanlıklı yüz sığır tasadduk etmene müsâvidir.
- Yüz defa da tehlil (Kelime-i tevhid) oku...” buyurdular.

ÇOCUK
A.C.:  Göklerin ve yerin  mülkü Allah’a aittir. (Bildiğiniz veya bilmediğiniz şeyleri)dilediği gibi halk edip, istediğine (Şuayb ve Lût A.S. gibi) kız, dilediğine (İbrâhim A.S. gibi)erkek evlâdı verir. Dilediğine (Rasûlüllah S.A:V. gibi) çifter çifter erkek ve kızlar verir. Dilediğini de (İsa ve Yahya A.S. gibi) akim (çocuksuz) kılar. Şüphesiz Allahü Teâlâ her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter. (S.Şûrâ 49-50)
H.Ş.: Evlatlarınız size Allahü Teâlâ’nın armağanıdır. Dilediğine kız, dilediğine erkek evlat verir. Muhtaç olduğunuz zaman onların malları da sizindir.
H.Ş.: Evlât kokusu, Cennet kokusudur.
H.Ş.: Evlât dünyada nûr, âhirette sürûrdur.

KIZ ÇOCUKLARI
H.Ş.: İlk çocuğun kız olması kadının bereketindendir. Çünkü, Cenâb-ı Hak âyet-i celileye “Dilediğine kız verir ...” diye başlamıştır.
H.Ş.: Kimin kızları olur da onlara iyi bakar ve ev-bark sahibi yaparsa, o kimse için bu, Cehennemle arasına perde olur.
H.Ş.: Allahü Teâlâ’dan beni zahmetsiz rızıklandırmasını istedim. Beni kızlarla rızıklandırdı.
H.Ş.: Kızları kerih görmeyiniz. Çünkü ben de kızlar babasıyım. (Rûhu’u-Beyân, C., S. 342-343)
H.Ş.: Kişinin kız çocuğu olduğu zaman, Allahü Teâlâ bir grup melek gönderir. Onlar: “Esselâmü Aleyküm yâ ehle beyt” (Ey ev halkı size selam olsun) derler ve  kanatlarıyla giydirip, elleriyle başını meshederek “Şu zayıf kadından doğan zayıf kızdır. Bunu bakıp büyütene Allahü Teâlâ kıyâmete kadar yardımcı olsun” derler. (Kenzü’l-Ummal, 45378)
H.Ş.: Kim kız çocuğunu baliğ oluncaya kadar yetiştirirse, kıyâmet günü ben ve o kimse yan yana bulunuruz. (Mübarek parmaklarını biri birine bitiştirmişlerdir) (Riyâzü’s-Sâlihîn C.1, S.311)
H.Ş.: Sizden birinizin üç kızı veya üç kız kardeşi olur da onlara güzel bakar, giydirir ve evlendirirse, Cehennemle kendi arasında perde olur ve Allahü Teâlâ kendisine Cennet nasip eder. (Kenzü’l-Ummal, 45368-45369)
H.Ş.: İçinde kız çocuğu bulunan her eve gökten her gün 12 rahmet iner ve melekler o evi gece gündüz (aralıksız) ziyaret ederler. Ve ana babasına her gün bir senelik ibâdet sevâbı yazarlar. (Riyâzü’n-Nâsihin 328).
H.Ş.: Kızını sevindireni Allahü Teâlâ Cennetle sevindirir, (O kimse) kurtulur. (Şir’a, 451)
H.Ş.: Çarşıdan getirilen şeyi çocuklar arsında taksim ederken kızlardan başlamalı. Onlar kalben daha hassas, ruhen daha incedir. (Şir’a)
* * *
Ders okuyan talebe, nefsin istekleriyle evini arzulayıp üzülmek doğru olmaz. Bu dünya gurbet diyarıdır. Kim evinde dâim kalır. Muhakkak er geç ondan ayrılır.
Allahü Teâlâ, ayrılık olmayan ebedi âlemde, Cemâlinin Cennetinde buluşmak nasip etsin ve cümlemizi nûrunda, feyzinde dâim eylesin. (Bihürmeti Seyyidi’l-Mürselîn)


EVLENDİRME
H.Ş.: Biriniz zikreden kalp, şükreden dil, âhiret işlerine yardımcı mü’min bir eş edinmeye baksın.
H.Ş.: Allahü Teâlâ kime sâliha bir kadınla evlenmek murat etmişse, dininin yarısında ona yardım etmiştir. Diğer yarısı için Allah’tan korksun.
H.Ş.: Evli kişinin kıldığı iki rekât namaz, bekâr insanın kıldığı seksen rekât namazdan hayırlıdır. (Kenzü’l-Ummal, 44446)
Kasas S. 27. Âyet-i celilesinde, Şuayb A.S.’ın kızını vermek için Mûsa A.S.’a tâlib olduğu zikredilmektedir.
Şah-ı Nakşibend Hz. hanımına kızını gösterip: “Bu kız rüşte erince bana haber ver”, demiş. Rüşte erince de, Alâaddin Attar Hz.’nin anasına: “Kızıma dünür gelsin, oğluna vereceğim” diye haber göndermiştir.


BİR ANNENİN KIZINA ÖĞÜDÜ:
Kızım! Sen annenle babanın büyütüp, yürüttüğü yuvandan çıkıp, bilmediğin bir kimsenin evine gidiyorsun. Sana on şey tavsiye edeceğim; onları ezberle, gereğini yap. Böylece kocanla güzel geçinmeye muvaffak olursun.
1 – Sana yiyecek ve giyecekten her ne getirirse cân-ü gönülden kabul etmelisin.
2 – Emrettiği şeyleri yap, yapma dediklerini yapma.
3 – Evini temiz tutmağa gayret et, Görülen ve kokusu duyulan şeylerden çekin. Etrafı tertipli bulundur.
4 – Üstünü başını son derece temiz tut. Sık sık yıkayıp temizle. Bir kadının en büyük süsü temizliğidir. Kocan için ayrıca giyin ve kendine intizam ver.
5 – Kocanın uyku ve yemek vakitlerine dikkat et. Yatağı ve sofrayı vaktinde hazırla. Uykusuzluk ve açlık insanı öfkeli kılar.
6 – Kocanın namus, şeref ve îtibarını dikkatle koru.
7 – Kocanın akrabalarına karşı iyi davran; asil insanların edebi budur.
8 – Kocanın malını ve parasını koru; izni olmadan alıp harcama!
9 – Aranızda geçenleri kimseye söyleme.
10 – Ona uy! Neşeli ve kederli zamanlarında neşesine ve kederine ortak ol!
Bunları yaparsan, yuvan huzur bulur, dünya ve âhirette mesut olursun.

* * *

HZ. FÂTIMA VALİDEMİZ (R.A.)
Peygamberimiz S.A.V., kızı Hz. Fâtıma’yı Hz. Ali R.A. ile evlendirmişti. Hz. Ali’ye düğün öncesinde:
- Dünyalıktan neyin var? diye sordu. O:
- Bir devem, bir de zırhım var, dedi.
Efendimiz:
- Deven sana lazım; zırhını sat, getir, buyurdu.
Hz. Osman R.A. zırhı 480 dirhem gümüşe satın aldı ve yine Hz. Ali’ye hediye etti. Peygamberimiz bundan pek memnun oldu ve duâ buyurdu...
Bu para ile gelinin ihtiyaçları alındı ve düğün hazırlığı yapıldı.
Çeyiz:
3 Adet Minder
2 Adet Hurma lifinden yastık
2 Adet Alacalı elbise
1 Adet Havlu
1 Adet Saçaklı Halı
1 Adet Kullanılmış Kilim
2 Adet El Değirmeni
1 Adet Elek
1 Adet Toprak Testi
1 Adet Meşin Bardak
1 Adet Hurma Yaprağından yapılmış Sedir
1 Adet Koç Postu
1 Adet Kadife Yorgan.
Koç postunu döşek olarak kullanırlardı. Yorgan kısa olduğundan iki tarafları açıkta kalırdı.
O zaman Hz. Fatıma R.A.’ın düğün merasiminden daha parlağı olmamıştı. Verilen ziyâfet; arpa ekmeğiyle yağ, yoğurt ve hurmadan yapılan yemekti.
Hediye olarak da bir su tulumu ve birkaç ölçek darı gelmişti.
Hz. Fâtıma Vâlidemiz nikâhında mehir olarak Ümmet-i Muhammed’in dünya ve âhiret sıkıntılarından kurtulmasını istemiştir.
Ve: Peygamberimiz S.A.V. kızı ile dâmâdı arasında vazife taksimi yapmıştı. Ev süpürmek, el değirmeni ile arpa öğütmek ve ekmek pişirmek gibi ev içinde olan işleri Hz. Fâtıma’ya; deve sulamak, çarşıdan alışveriş yapmak gibi dışarı işlerini de Hz. Ali’ye verdi.
İyi geçinmeleri için onlara nasihat ederdi. Altı ay müddetle sabah namazı için onları ikaz etti. Daha sonra evlerinde ve çocuklarında gördüğü süslü ve pahalı şeylerden memnun olmadığını belli eder, ikazda bulunurdu.
* * *
Hz. Fatıma Vâlidemiz hastalandı. Efendimiz ziyârete gitti. Hz. Fatıma Vâlidemiz:
“Babacığım hastayım, açlığa da dayanamıyorum” dedi.
Efendimiz:
“- Kızım bende üç gündür yemedim. İstesem Rabb’im verir. Lâkin âhiret devleti için, dünyada bir gün aç, bir gün tok olmağa razıyım” buyurdu.
  Rasûlullah Efendimizi Sahâbeden biri davet etmişti. Efendimiz sofrada bir parça et kesip, “Fatıma aylardır böyle bir taam yemedi; bunu ona götürün” buyurdu...
* * *

ZEHRA VE BETÜL:
Zehrâ, temiz demek. Hiç âdet görmediğinden böyle denilmiştir. Beyaz yüzlü güzel” manasına de gelir.
Betül: Dünyadan ve erden kesilmiş, kendini Hakk’a, ibâdete vermiş, demektir.
Hz. Fatıma Vâlidemiz, vefâtı yaklaşınca, yıkanıp giyinmiş ve:
“- Ben yıkandım, arındım; vefâtımda beni böylece defnedin” demiştir.
* * *
Hz. Fatıma Vâlidemiz sırattan geçer-ken melek nida eder: “Herkes gözlerini kapasın: Habîbullahın kerimesi geçiyor!” der.
* * *
H.Ş.: Fatıma benden bir parçadır. Onu kızdıran beni öfkelendirmiş olur. (Feyzü’l-Kadir, C.4, S.421)
H.Ş.: Fatıma Cennet kadınlarının efendisidir. (Taç, C.3, S.313)
HAYÂ
İnsan; bilhassa kadın, hayâsı nispetinde değer sahibidir. Hayâsız da hayır yoktur...
Hz. Osman R.A., hâyası sebebiyle Efendimizin iltifatına mazhar olmuştur. Sâadet asrında 99 bâkirenin hayâsına sahipti ve gömleği ile banyo yapardı. Rasûlüllah S.A.V.’in hayâsının meyvesidir...
* * *
Kardeşini; fazla utanmasından dolayı Rasûlüllah’a şikâyet eden kişiye: “Hayâ imandandır, buyurdu. (Riyâzü’s-Sâlihîn, C.2, S.96)
H.Ş.: Hayânın hepsi hayırlıdır. (Riyâzü’s-Sâlihîn, C.2, S.97)
H.Ş.:  Rasûlüllah S.A.V. perde arkasında örtülü bir kızdan daha utangaçtı. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde hoşnutsuzluğu, yüzünden belli olurdu. (Riyâzü’s-Sâlihîn, C.2, S.56)
H.Ş.:  Allahü Teâlâ bir kulu helâk etmek istediğinde ondan hayâyı alır. Hayâ gidince onu herkesin nefret ettiği bir insan bulursun. Ondan emânet alınır. Ve onu hâin bulursun. Hâin olunca, kendisinden rahmet alınır. Rahmet alınınca lânetlenmiş bulursun. Onu lânetlenmiş bulunca da ondan İslâm bağı alınır, İslâm ile alâkası kesilir. (Muhtaru’l-Ehâdîs, S. 56)


Tarihten Bir Not:
III. Murat Manisa’da şehzâdeyken halk, ibretli birayak divânı istemişti. Birkaç nesil evvel Yahûdi gençle gönül düşkünlüğü sebebiyle kaçan Müslüman kızın mahallesini halk lânetlemiş, o mahalle, şehrin ortasında halde kalmıştı. Divandan maksat: O mahalleden lânetlemeyi kaldırıp, tekrar imara açmaktı...
* * *
Bir vesika:
Merkezi Cenevre’de bulunan Milletler arası Sulh ve Hürriyet Cemiyetinden bir heyet 1930’larda Türkiye’ye geldiğinde, reisleri olan bayan müşir:
“Türkiye’ye gelmezden evvel Türk kadınlarının son zamanlarda çok terakkî ettiğini işitmiştim. Fakat bu kadar sür’atli adımlar attıklarını tahmin etmiyordum. O kadar ki, eski an’anenizi, âdetlerinizi sert bir hareketle (kökten) attınız asâletiniz bozuldu. Eski an’anelerinizi terk etmeyin. Seneler geçtikçe onları ararsınız; fakat elde edemezsiniz”. (Milliyet Gazetesi, 16.6.1932)

* * *

MENKIBELER
Hz. Sümeyrâ,  Uhud’da şehid olan babası, kardeşi ve oğlunu devesine yükledi. “Yükünde ne var?” diyenlere “Yüküm ne olursa olsun; Rasûlüllah sağ mı?” dedi.
Rasûlüllah S.A.V. Efendimiz bu sözü işitti, çok memnun oldu ve “Ölmeden şehidlerini bir daha görsün” diye duâ buyurdu.
* * *
Bir murâcaat: Esmâ binti Yezid El-Ensârî R.A. kadınlar tarafından Rasûlüllah S.A.V. Efendimize murahhas olarak gönderildi ve:
-“Anam babam sana feda olsun Yâ RasûlAllah! Biz sana ve senin Rabb’ine iman ettik. Lâkin biz kadınlar sizlerin evlerinizde kapanıp kalmış, Mahall-i iştihanız ve çocuklarınıza hamile olmuşuz. Sizlerse Cuma ve Bayram namazı kılmak, câmilere cemâate çıkmak, hasta ziyâret etmek, hal hatır sormak, cenâzede bulunmak, birden ziyade haccetmek gibi faziletle bizden üstün kılınmışsınız. Bunların hepsinden üstün olan da; Allah yolunda cihaddır.
Lâkin erkek kısmı cihad, hac, umre v.s. için evlerinden çıktığında mallarınızı biz koruruz. İp eğirip size elbise yapar ve çocuklarınızı besleriz. Şu halde bizler o faziletlerin hayır ve sevabında sizlere ortak olamaz mıyız?” dedi.
Rasûlüllah Efendimiz kadına iltifat etti ve:
-“Böyle fasih konuşan bir kadın gördünüz mü?” buyurdu.
-“Görmedik” dediler.
Efendimiz:
-“Ey kadın! Anla ve kadınlara da anlat: Kadın kısmının erkeğini râzı ve memnun etmesi o fazîletlerin hepsini yapmış gibidir”, buyurdu. (El-Hakâik, C.2, S.155)
* * *
Rivâyet edilmiştir ki, Peygamberi-miz’den hanımları, mevcut bulunandan ziyade yiyecek ve giyecek istediler. Bu sebeple, onlardan bir ay ayrı kalıp, uzlet etmek üzere yemin etmişti. 29. günden sonra Cebrâil A.S. âyet-i celile getirdi “Ey Nebî! Hanımlarına söyle! Eğer siz dünya hayatını ve ziynetlerini, süslü elbiseleri ve nimetlerini isterseniz sizin mehrinizi ve talâkınızı vereyim, serbest olun. Eğer siz Allahü Teâlâ’nın ve Rasûlü’nün rızâsını ve âhiret evini nimetlerini isterseniz, sizlerden güzel amel edip itaat edenlere Allahü Teâlâ büyük ecir ve nimetler hazırlamıştır”buyuruldu. (S.Ahzâb, 28-29)
Vâlidelerimizden başta; Hz. Aişe-i Sıddıka olmak üzere, hepsi, Allah’ın ve Rasûlü’nün rızasını isteyip, ona tâbi olmuşlardır. (Allah hepsinden râzı olsun) (Mevâkıp)

ÜMMÜ HASAN K.S.:
Büyük kadınlardan olan bu Allah dostu kadın zühd ve takva sahibi bir veliye idi. Allah ile sohbet hâli üzere yaşadığından evinde hasırdan başka hiçbir sergi yoktu.
Süfyan-ı Sevrî Hz. onu ziyâretinde:
-“Ey Ümmü Hassan! Amcazâdenize bir mektup yazıp ihtiyaçlarınızı bildirirseniz, eksiklerinizi tamamlayacağını umarım” demişti. Cevap:
-Ey Süfyân! Bunca zaman benim gözümde muhterem kimse idin. Ben, her şeyin yaratıcısı ve hakîkî mâliki Allahü Teâlâ’dan bile dünyaya âit bir şey istemek düşüncesinde değilim. Allah’tan istemediğim şeyi, benim gibi âciz ve muhtaç bir kuldan mı isteyeceğim?!.. Yemin ederim ki, Rabb’imden gayri şeylerle meşgul olacağım bir zamanın üzerimden geçmesini istemem.
Balı bulan, kovanı fedâ etmekten çekinir mi? Cenâb-ı Hakk’ın kalbe akseden nûru tecelliyâtıyla füyüzâta dalan kâmil insan, âdî nefsin arzûlarına meyleder mi? Kalbinde çöreklenen nefs-i emmâre ejderini aşk kılıcı ile imhâ eden, tasavvuf yolunu ihmal eder mi?
Çünkü en kâmil hürriyet, İslâm’a teslim olmak; en büyük saâdet de Allah’a kul olmaktır...

EVLİYÂDAN ABBÂSE (K.S.)
Mezhep imamlarımızdan Ahmet bin Hambel’in hanımı olan Abbâse Hz.leri 30 sene evli kaldığı kocasını bir defa gücendirmemiş ve Ahmet bin Hambel Hz. Vefâtı esnâsında hanımından dâima saygı gördüğünü ve ondan kendisini gücendiren bir hareket sadır olmadığını söylemiştir.
 
 
EVLİYÂDAN MUÂZETÜ’L-ADEVİYYE K.S.:
Hz. Âişe Vâlidemize yetişmiş ve onun geniş ilminden istifâde etmiştir. Allah’tan o kadar korkardı ki, haşyetinden kırk sene başını semâya kaldırmadı. Devamlı murâkabede bulunur ve günde 600 rekât namaz kılardı.
Sabaha çıkınca “”Bugün benim öleceğim gündür” der, akşama kadar uyumaz, akşam da, “Bu gece benim ölüm gecem” diyerek sabaha kadar uyumazdı, uyku bastırınca evin içinde “Ey Nefis! Uyku, önünde bulunan ölümdendir” diyerek dolaşırdı.
Kocasının vefâtından sonra ruhunu teslim edesiye kadar aslâ yatağa yatmamış ve başını yastığa koymamıştır.
 
MEYMUNETÜ’S-SEVDÂ Hz.:
Dilini zikre, zihnini fikre, ömrünü zâhidâne bir hayat ile çobanlığa vermiş olan büyük İslâm kadını kurtla beraber oldukları halde koyunlara zarar vermezdi. Bir şahıs bu nasıl oluyor? diye sordu. Meymûne Hz.:
-Ne zaman ki Allah ile aramdaki kulluk alâkasını düzelttim, Allah da kurtlarla koyunların arasını düzeltti...
 
FÂTIMA BİNTİ ABDÜL-MELİK Hz.:
Abdülaziz bin Mervân’ın kızı ve Ömer bin Abdülaziz’in zevcesi... Babası ve kocası tarafından iki yönlü saltanat sahibi olduğu halde dünyaya itibar etmeyip hâlis bir hayat sürmüştür.
Kocası Ömer bin Abdülaziz tahta geçince hanımı Fâtıma’ya: “Benimle geçinmek istersen mücevherât ve ziynet eşyâlarını Beytülmâle teslim et! Onlar sende iken bir arada olmam mümkün değildir” demiş, Fâtıma Hâtun da hiç tereddüt etmeden ziynetlerini tamamen devlet hazinesine teslim etmiştir.
Ömer bin Abdülaziz vefât edince tahta gecen erkek kardeşi, Fâtıma’ya:
-Biliyorum Ömer sana haksızlık etti. Ziynetlerin Beytülmâlde duruyor; onları alabilirsin” dedi
Fâtıma’dan, asâlet örneği:
 -Hayatımda itâat edip de, ölümünden sonra isyan mı edeceğim? VAllahi istemem” demiştir.

* * *

Hâdiseler: Meşâhirünnisâ ve Cevdet Paşa Tarihi’nden alınmıştır.

* * *

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Anne Babanın Hataları Çocuklara Tesir Eder-1
« Yanıtla #8 : 06 Haziran 2015, 19:32:07 »
Anne Babanın Hataları Çocuklara Tesir Eder-1

Ahmediye ve Envarul Aşıkıyn isimli meşhur iki eserin yazarları, Ahmed Bican ve Mehmed Bican isimli iki kardeştir. İkisi de evliyalık derecesine erişmiş mübarek kişilerdir.
Bunlardan birisi bir gün camide vaaz ediyor ve Hızır Aleyhisselam'dan bahsediyormuş. Cami tıklım tıklım dolu, cemaat da dikkatle vaazı dinlemekteymiş. Bu sırada diğer kardeş camiye girmiş ve vaazı dinlemeye başlamış. Dinlerken bir ara gülmüş. Buna bozulan kardeşi durumu annesine anlatmış. Annesı de oğluna:
- Evladım, kardeşinin vaazına niçin güldün? diye sormuş. O cevaben:
- Anneciğim, ben kardeşimin vaazına gülmedim. Gayet güzel konuşuyordu. Vaazı da çok tesirliydi. Ancak Hızır Aleyhisselam'dan bahsettiği halde onu dinleyenler içersinde Hızır AleyhisSielam’ın da bulunduğunu bilmiyordu. Ben ona güldüm: demiş.
Annesi oğluna:
- Evladım, kardeşin senin vaazına değil, Hızır Aleyhisselam orada olduğu halde farkında olmamana gülmüş, deyince oğlu:
- Hızız Aleyhisselam demek ki benim vaazımı dinlemeye geliyor, diye sevineceği yerde üzülmüş ve annesine:
- Anneciğim, öbür kardeşim Hz. Hızır'ı görüyor da ben niye göremiyorum? Sebebi nedir. Bir düşün, diye annesini zorlamaya başlamış.
 Annesi düşündükten sonra şu cevabı vermiş:
- Evladım, ne size hamileyken ve ne de sizi emzirip büyütürken kötü bir şey yapmış değilim. Asla böyle bir şey yapmadım. Ancak seni sadece bir defaya mahsus olmak üzere abdestsiz emzirdim. Senin Hızır Aleyhisselam'ı görmemenin sebebi olsa olsa budur, demiş.
.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

ANNE BABANIN HATALARI ÇOCUKLARA TESİR EDER-2

Allah dostlarının büyüklerinden Bayezid Bestami Hazretleri ilk zamanlar ibadetten lezzet alamazmış. Bunu bir gün annesine açmış:
Anneciğim ben yapmış olduğum ibadetlerden tat alamıyorum. Sebebi ne olabilir? Bir düşün, bana hamileyken veya emzirdiğin zamanlarda haram bir şey yemiş veya bana yedirmiş olmayasın. Sen öyle bir şey yapmışsan senden bana tesir eder, demiş.
Annesi uzun uzun düşündükten sonra demiş ki:
- Evladım, sana hamile olduğum zaman bir gün evin damına çıkmıştım. Orada bir kabın içinde bir miktar peynir vardı. Başka bir komşumuza aitti. Aşeriyordum. Dayanamadım bir parça koparıp yedim.
Beyazid Hazretleri:
- Olsa olsa sebebi budur. Anne git o peynirin sahibi kimse, ondan helallık dile. Haklarını helal etmelerini iste, der.
Annesi gider. Peynir sahibini bulur. Haklarını helal etmelerini ister. Onlar helal ettikten sonra, Bayezid yaptığı ibadetlerden zevk almaya başlar.
.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

ANNE BABANIN HATALARI ÇOCUKLARA TESİR EDER-3

İstanbul'un Vefa semtine adını veren Şeyh Vefa Hazretleri'nin yaramaz ve haşarı bir oğulları varmış. O zamanlar sokaklarda tulumlarla su satılırmış. Bu haşarı çocuk da eline bir iğne alır, su tulumlarını iğne ile deler kaçarmış. Delinen su tulumlarından sular akar, su satıcıları da çok üzülürler, fakat yaramazın babası sevilip sayılan mübarek bir zat olduğu için, ona hürmetlerinden dolayı sabrederlermiş. Fakat öyle bir hal almış ki, artık tahammül edemez olmuşlar. Çocuk her gördüğü tulumu delmeden bırakmıyormuş.
Su satıcıları nihayet bunu babasına haber vermeye karar vermişler.
Şeyh Vefa Hazretleri'ne gidip:
- Efendi Hazretleri, size hürmetimiz vardır. Fakat oğlunuzun böyle bir huyu var. Sizi üzmek istemeyiz ama, eğer bir tembihde bulunursanız memnun olacağız, çok sıkıntıdayız,
demişler.
Buna hayret eden Şeyh Hazretleri, hanımını çağırıp:
- Hanım, durum bundan ibarettir. Senin veya benim bir hatamız var ki, bizim çocuğumuz bunu yapıyor. Düşünelim, bakalım ne hata işledik de evladımız böyle yapıyor, demiş. Düşünmeye başlamışlar. Nihayet sebebini bulmuşlar.
Hanımı demiş ki:
- Efendi, ben bu çocuğa hamile olduğum ve aşerdiğim zaman, bir gün komşumuzun evine gitmiştim. Komşu kadın diğer odadaydı. O sırada bir nar gördüm. Canım çok çekti. Elimdeki iğneyi nara batırdım ve narın suyunu emdim. Olsa olsa sebebi budur, demiş.
Vefa Hazretleri:
- Hanım sebebini bulduk, demiş. Hemen git, o komşuyu bul ve haklarını helal etmelerini iste, diye hanımını komşuya göndermiş.
Karısı gitmiş, komşusuna:
- Komşu, falan zaman böyle böyle olmuştu.
Bana hakkınızı helal ediniz, demiş. Komşusu:
- A benim sevgili komşum. Birkaç damla nar suyunun sözü mü olur? Helal olsun, diye hakkı nı helal etmiş.
İç rahatlığıyla evine dönen hanım, Şeyh efendiye durumu anlatmış. Ondan sonra,''Evladım öyle yapma" diye bir tenbihe bile ihtiyaç kalmadan, o eski yaramaz çocuk su tulumlarını delmez olmuş.
 
Değerli anne ve babalar!
Unutmayalım ki bizim yaptığımız hatalar, evlatlarımıza da tesir etmektedir. Evlatlarımızın dine, kitaba, vatan, millete ve insanlığa faydalı birer insan olmalarını istiyorsak, kendimiz iyi olmalı ve onları iyi yetiştirmeliyiz. Bunun başında da, onlara helal lokma yedirmek gelmektedir.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

KÖTÜ ANNENİN KÖTÜ SONU
Bir anne vardı, bir de küçük oğlu. Oğul büyümüş büluğ çağına doğru yaklaşmıştı. Birgün eve elinde parayla gelmişti. Annesi, bunu nereden bulduğunu sormadan, oğlunu takdir etti, aferinle mükafatlandırdı. Başka bir gün oğlu başka bir şeyle geldi. Annesi onu yine takdirle karşıladı. Derken derken çocuğun getirdiği habire büyüyor, anne de habire oğlunu övüyor ve takdir ediyordu.
Anne, bunların nereden geldiğini sormuyordu. Ve biliyordu ki oğlu bunları meşru yoldan kazanıp getirmiyor. Belli ki hırsızlayarak getiriyordu. Zaten kazanç yapacak yaşta da değildi. Annesinin teşvikleriyle hırsızlık yapa yapa iyice bu hususta uzmanlaşan oğlu nihayet azılı bir anarşist ve hırsız olup çıkmıştı. Fakat memleketin kanunları da hırsızlığa karşı hiç müsamahalı değildi. Anne teşvik ediyor oğul habire çalıyordu. Bunun mutlaka bir sonu olmalıydı ve oldu. Tecrübeli hırsız nihayet yakayı ele verdi ve yakalandı.
Sıra duruşmaya gelmişti. Fakat hırsız oğulun suçları bir değil, beş değildi. Çorap söküğü gibi habire çıkıyordu. Çünkü küçüklüğünden beri hırsızlık yapan oğlunun suç dosyasını, annesi teşvikleriyle, kabarttığı kadar kabartmıştı.
Yukarda da söylediğimiz gibi, kanunlar hırsızlık karşısında çok ağır cezalar getiriyordu. Muhakemesi neticelenen hırsız evlat idam cezasıyla cezalanıyordu. İdam edilmeden önce mahkuma son arzusunun ne olduğu sorulması adetten olduğu için, ona da soruldu. İdamlık mahkum:
- Son arzum annemin o güzel dilinden bir defa öpmektir, dedi.
Bu arzusu, bir kenarda inleyen ve biricik evladını kaybetmek üzere olduğunu düşünerek ağlayan anneye iletildi. Göz yaşlarıyla evladına yaklaşan anne oğluna sarıldıktan sonra öpmesi için dilini oğluna uzattı. Oğlu da annesine yaklaştı. Tam o sırada bir "Aaah" sesi işitildi. Annenin ağzından kan akıyordu. Önce ne olduğu anlaşılmamıştı. Az sonra mesele anlaşıldı. Oğlu annesinin dilini ısırıp koparmıştı. Kendisine bunu niçin yaptığı sorulduğunda şunu söylüyordu:
- Ben küçükken bir defa hırsızlık yapmıştım. Annem hemen o zaman beni ikaz edeceği yerde, hırsızlığa teşvik etti. Ben de o teşvikle hırsızlığa devam ettim. Annem, ben eve birşeyler getirdikçe, onların hırsızlık mal olduğunu bildiği halde beni daha çok getirmem için teşvik ediyordu. Annemin o yılan dili olmasaydı ben bugün idam edilmeyecektim. Bu hususta tek suçlu annemin dilidir. O dile şimdi gereken cezayı verdim. Bir daha o şekilde suç işleyemez. Bu başkalarına da ibret olsun.
Evet değerli okuyucular. Anne babalar, evlatlarını kötülüğe değil iyiliğe teşvik etmelidirler.
.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

ANNE HAKKININ ÖNEMİ
Peygamberimiz zamanında Alkame adında ibadetine düşkün bir sahabi vardı. Hastalanmıştı, uzun zamandan beri yatıyordu. Durumu iyi değildi. Bir gün Alkame hakkında bir haber geldi:
Alkame son nefeslerini vermek üzere. Fakat çok sıkıntı çekiyor ve bir türlü ruhunu teslim edemediği gibi, Kelime-i Şehadet de getiremiyor.
Bu haber kendisine ulaşan Peyamberimiz, Alkarne’nin nasıl bir insan olduğunu ve amelinin nelerden ibaret bulunduğunu sordu. Verilen bilgiler Alkame’nin ibadetine düşkün birisi olduğu yönündeydi. Bu durumda annesinin getirilmesini emretti. Alkame'nin annesini Peygamberimiz'in huzuruna getirdiler. Peygamber Efendimiz beli bükülmüş yaşlı kadına sordu:
- Anne! Alkame'nin durumu nasıldı? İbadetine düşkün müydü? Ne kusuru vardı? Veya kusuru var mıydı?
Annesi cevap verdi:
- Ya Rasülüllah! Alkame'nin ibadet cihetinden hiç bir kusuru yoktu. Yalnız ben ona kırgınım. Çünkü karısını bana tercih etti. Benim isteklerimi yerine getirmiyordu ...
Bu şekilde annesinin şikayette bulunmasından mesele anlaşılmıştı. Annesinin, ona hakkını helal etmesi gerekiyordu. Fakat kırgın anne buna yanaşmıyordu.
Peygamberimiz emretti:
- Haydi odun toplayın ve ateş yakın. Alkame'nin annesi, bunun niçin yapıldığını sorunca Hz. Rasulüllah SallAllahü Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:
- Annesine asi olan, onun kalbini kıran kimsenin hakkı yakılmaktır. Onu ateşte yakacağım.
Anne yüreği dayanamamıştı:
- Ya Rasulüllah ciğerpare evladımı yakacamısın?
- Tabii yakacağım. Çünkü zaten sen ona hakkını helal etmediğin müddetçe cehennemde yanacaktır. Ondan önce ben yakacağım.
Bunun üzerine annesi:
- Ya Rasulüllah, ben ona hakkımı helal et tim, dedi.
Hz. Rasülüllah SallAllahüAleyhi ve Sellem:
- Gidin bakın bakalım Alkame'nin durumu nedir?
Gittiler ve haber getirdiler:
- Ya Rasulüllah, Alkame Kelime-i Şehadet getiriyor.
Evet Alkame'nin dili çözülmüş ve, Kelime-i Şehadet getirmeye başlamıştı. Ve bu mübarek kelimeyi söyleye söyleye ruhunu teslim etti.
Şunu hiç unutmamalıdır ki, Allah'a itaat ve ibadetten sonra ilk yerine getirilmesi gereken şey, anne ve babaya itaattır. Allah’ın emri budur.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

BABA HAKKINI YERİNE GETİRMEMENİN TEHLİKESİ

Malik bin Dinar Hazretleri hacca gitmişti. Hac günlerinin sonunda rüyasında denildi ki:
- Ey Malik, müjdeler olsun, günahların affedildi. Seninle beraber haccedenlerin de günah rı affedildi. Hepinizin haccı kabul edildi. Ancak Belh'li Muhammed oğlu Abdürrahman'ın haccı kabul edilmeyip günahları affedilmedi.
Uyanınca, halka Abdürrahman ismindeki şahsı sordu. Onu herkes tanıyordu, onun ibadetine düşkün, Kur'an'a bağlı bir zat olup her sene hacca geldiğini söylediler. Sora sora onu buldu. Yüzü ayın ondürdü gibi parlayan bir gençti. Selam verdi, o da selamını aldı. Malik Hazretlerine:
- Siz kimsiniz, diye sordu. O da Basra'lı olduğunu söyledi.
- Bana, benim afffedilmediğimi haber vermeye mi geldin; dedi.
- Nereden bildin?
- Rüyamda söylediler.
- Allah senin haccını niçin kabul etmeyip, affetmiyor?
- Ben, mübarek Ramazan ayının ilk gecesi büyük bir günah işledim. İçki içip sarhoş olmuştum. O haldeyken babam gelip beni kaldırmak istemiş. Ben babamın gözüne vurup kör etmişim. Babam da bana kırılıp "Allah senden razı olmasın" diye beddua etmiş. Sabah olunca annem bana bu olanları anlattı. Yaptıklarıma pişman oldum. Gidip şarap küpümü kırdım. Allah için bol bol sadaka verdim. Kaç tane köleyi hürriyetine kavuşturdum. Her yıl hacca gitmeye başladım. Fakat her sene bir kişi senin gibi bana gelip "Allah senin haccını kabul etmedi. Seni affetmiyor" der.
- Senin baban hayatta mı?
- Hayattadır. Falan yerde ikamet etmektedir.
Malik Hazretleri gencin babasını bulur. Adam, nur yüzlü bir zattır. O vardığında Kur'an okumaktır. Malik Hazretleri'ni tanıyınca çok sevinir ve:
- Ya Malik, ben de seni görmeyi çok arzu yordum. Bir isteğin varsa hemen söyle, yerine getireyim, dedi.
Malik bin Dinar Hazretleri, isteğini şöyle anlattı:
- Farzet ki kıyamet kopmuş. Herkes kendi derdine düşmüş vaziyette. O sırada senin evladın Abdürrahman'ı tutup cehenneme atıyorlar.
Bunun üzerine adam ağlamaya başladı.
- Ben onu affettim. Hakkımı da helal ettim. Madem tanıyorsun git söyle.
Malik Hazretleri gence gitti ve müjdeyi verdi:
- Baban seni affetti. Hakkını helal etti.
Genç o kadar sevindi ki, sevincinden hemen bayılıverdi. Bu arada babası da geldi .
- Ey evladım, Allah sana azap etmesin, dedi . Bu arada genç kıpırdadı, bazı hareketlerde bulundu. Babası telaşa kapıldı, ölüyor zannetti. Malik Hazretleri'ne, Kelime-i Şehadet getirmesini söyledi. Oğlunun da duyup Kelime-i Şehadet getirmesini istiyordu. Malik Hazretleri bir iki kere Kelime-i Şehadet getirdiyse de söylemedi. Bu arada gözünü açıp:
- Baba gel, sen de benim gözümü çıkarda, suçum kıyamete kalmasın, dedi.
Babası:
- Yok evladım ben sana hakkımı helal ettim, dedi. Malik Hazretleri sordu:
- Ya Abdürrahman, ben Kelime-i Şehadet okudum ama sen benimle beraber okumadın?
Nasıl okuyabilirim ki. Başımda iki melek dikiliyordu. Ellerinde ateşten sopalar vardı. Sonra babam hakkını helal ettiğini söyleyince bir melek daha gelip yeşil bir bezle yüzümü sildi. Artık Kelıme-i Şehadet getirebilirsin, baban senden razı olduğu için Allah da razı oldu" dedi.
Daha sonra annesi ve kız kardeşi geldiler. Ağlıyorlardı. Abdürrahman, ağlayan annesini ve kız kardeşini gördü. Tekrar düştü ve hareketsiz kaldı. Baktılar ki ruhunu teslim etmiş.
.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

ANNE BABA İÇİN YAPILAN İYİLİK

Belh Şehri'nde bir genç, her cuma günü, o günkü kazancını vefat etmiş olan, anne ve babasının ruhu için sadaka olarak verirmiş. Bir cuma günü, iş bulamadığı için onların ruhlarına birşey gönderemeyecekmiş. Bunu yapamayacağı için de üzülüyormuş. Şehrin alimlerinden birine gidip sormuş:
- Ben, her cuma kazandığımı ana babamın ruhları için harcardım. Bu cuma bir şey kazanamadım. Ne yapayım?
- Pazara git. Kavun, karpuz kabuklarını topla ve sahipsiz olan hayvanlara yedir.
Genç müslüman öyle yapmış. O gece ana ve babası rüyasında kendisine şöyle demişler:
- Evladım Allah razı olsun. Senin, bizim için yaptığın hayırlar karşılığında, bize cennetten kavun karpuz ikram edildi.
.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

BİR BABANIN ENTERESAN VASİYETİ

Zengin bir adam ömrünün sonuna gelmişti. Hasta yatağındayken oğlunu çağırdı. Vasiyetini söyledi:'
- Oğlum ben ihtiyar bir adamım. Bir Allah işi olabilir. Eğer ben ölürsem, beni çoraplarımla gömün.
Zaman geldi ve adam vefat etti. Oğlu,”babasının vasiyetini bildirdi. Ortaya bir mesele çıktı. Cenaze çoraplarıyla gömülür mü, gömülmez mi?
Gömülürdü, gömülmezdi derken iş yukarıya intikal etti ve cenazenin çoraplarıyla gömülemeyeceği hakkında fetva çıktı. Oğlu, babasının vasiyetini yerine getirememenin sıkıntısı içindeyken, babasının arkadaşlarından birisi yanına yaklaştı, baş sağlığı diledikten sonra "Baban ölmeden önce, sana verilmek üzere bir mektup bırakmıştı" diyerek bir mektup uzattı. Genç aldı, baktı. Kağıttaki yazı babasınındı. Şunlar yazılıydı:
- Sevgili oğlum. Seni ne kadar sevdiğimi bilirsin. Ben öldüm. Sen de öleceksin. Dünyayı iyi anla. Bak, insanın bir çorapla bile gitmesine izin vermiyorlar. Seni çok seven babanın nasihatlarına iyi kulak ver. Sana bıraktığım serveti iyi kullan. Onları ahirette de kullanmak ve onlardan o alemde de istifade etmek istiyorsan, fakir fukarayı gözet. Bol bol yardım et. Öksüzleri, yetimleri, dulları, görmemezlikten gelme. Allah kelamı okuyan talebelere daima yardım elini uzat. Benden ibret al, aldanma ...
.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

HZ. MUSA 'NIN CENNETTEKİ KOMŞUSU VE ANNE HAKKI

Musa Aleyhisselam cennetteki komşusunu merak eder ve Allah'a iltica ederek, cennette kendisine kimin komşu olacağını bildirmesini ister.
Allah Celle Celalühü tarafından bildirilir ki:
- Ey Musa, senin cenneteki komşun falan yerdeki kasaptır.
Musa Aleyhisselam doğru o kasaba gider. Kendisine misafir olmak istediğini söyler. Kasap Hz. Musa'yı evine misafir eder. Yemek vakti geldiği zaman kasap Hz. Musa'ya:
- Siz buyurun, benim bir vazifem var, diyerek kalkar, tavanda asılı olan zenbili (sepeti) indirir. Orada küçücük bir canlı bulunmaktadır. Pişirdiği eti ona yedirir. Sonra Musa Aleyhisselam'ın yanına gelir. Hz. Musa meseleyi sorar. Kasap der ki:
- O zenbildeki, benim annemdir. Kendisi hastadır. Ben her akşam gelir onun hizmetini yapar, altını temizlerim. Fareler zarar vermesin diye giderken yukarı kaldırırım. Belki karım anneme bakmaz diye de evlenmedim. Hizmetini sadece kendim yapıyorum. O da bana hep 'Ya Rabbi benim bu oğlumu cennette Musa’ya komşu eyle" diye dua eder.
Bunun üzerine Hz. Musa kendisini tanıtır ve Allah'ın kendisine bildirdiği hususu açıklar. Kasap oldukça sevinir.
* * *
Hasan Basri Hazretleri, hacda tavaf esnasında bir genç görür. Genç, sırtında bir zenbil olduğu halde tavaf etmektedir. Bu durum Allah'ın evine karşı saygısızlık gibi olacağından, onu ikaz etmek ister. Gence:
- Ey delikanlı niçin sırtında zenbille tavaf ediyorsun? Bu durum, Allah'ın evine karşı da saygısızlık olur, der. Bunun üzerine genç:
- Efendim, bu boş bir zenbil değildir. İçinde annem vardır. Yedi defadır Şam'dan buraya onu bu zenbil içinde getiriyorum. Sırtımda haccediyorum. Bu hareketimle acaba onun hakkını ödeyebildim mi? der. Hasan Basri Hazretleri:
- Ey genç, analık hakkını bir tarafa bırak, sen annenin karnındayken, bir taraftan bir tarafa dönmenin hakkını bile ödeyemezsin. Çünkü annenin hakkı çok büyüktür. Ödenmez, buyurur.
* * *
Şeyh İshak Hazretleri annesinin bulunduğu kabirden geçerken bakar ki annesi kendisine kırgın vaziyette. Kendisi veli bir zat olduğu için manevi konuşmayla, bunun sebebini annesinden sorar. Annesi şöyle cevap verir:
- Ben sana şu sebepten kırgınım. Sen buradan geçtiğin halde beni ziyaret etmedin. Halbuki her geçtiğin zaman, ben hem senin yüzünü görmek, hem de beni ziyaret etmeni isterim. Eğer ziyaret etmeden gidersen, sana kırılırım, der.
Onun için annelerin kabirlerinin yanından her geçişte onları ziyaret etmelidir. Onlar ne kadar çok ziyaret edilirlerse, bizlerden o kadar memnun olurlar. Ne kadar memnun olurlarsa, Allah da bizden o kadar memnun ve razı olur.
.
Ali Eren - Dini Hikayeler

HAZRETİ İMAM 'IN BABASINDAKİ Allah KORKUSU
İmam-ı Azam Hazretleri, Hanefi mezhebinin imamıdır. Babası, Sabit isminde takva sahibi bir zattır.
Sabit Hazretleri, birgün bir akar suyun kenarına abdest almak için gitmişti. Abdeste başlayacağı sırada, yukardan aşağı suyun üzerinde yüze yüze gelen bir elma gördü. Elma yaklaşınca, uzandı ve aldı. Belli ki, biraz yukarda bulunan bir bahçedeki ağaçtan kopup düşmüştü. Bu taze elmayı canı istedi. Aldı ve ısırdı. Tam ısırmıştı ki aklına bir şey geldi. Peki bu elma kendisine helal miydi? Derhal ağzından çekti. Çekti ama, o ısırmadan dolayı boğazına birkaç damla elma suyu gitmişti. Bunu daha önce niçin düşünmediğine çok pişman oldu. Kendisine ait olmayan bir elmayı asla ısırmamalıydı.
Bu elmanın yenilmesi de suyu da bana helal değildi. Yanlış yaptım. Gidip sahibini bulmalı ve sahibinden helallık dilemeliyim, diye düşündü. Suyun geldiği tarafa doğru yürümeye başladı. Biraz yukarda, bir elma ağacının akan suya doğru eğildiğini gördü. Dalları elma doluydu. Anlaşılmıştı. Bu elma buradan düşüp kendisinin yanına kadar gelmişti.
Bahçeye girdi ve bahçe sahibini buldu. Durumu ona anlattı ve:
- Bana hakkınızı helal ediniz. Bilmeden, düşünmeden elmanızı ısırmış oldum, dedi.
Bahçe sahibinin şartı vardı.
- Bana iki sene hizmet edersen o zaman düşünürüz, dedi.
Sabit Hazretleri adamın şartını kabul edip başladı hizmet etmeye. İki sene boyunca adama hizmette bulundu. İki sene sonunda:
- Hakkınızı helal edecek misiniz, iki senedir size hizmet ediyorum, dedi.
Bahçe sahibinin şartları bitmemişti. Dedi ki:
- Benim bir şartım daha var. Onu da yerine getirirsen hakkımı helal ederim. O da şudur:
Bir kızım var. Elleri çolak, gözleri kör, ayakları topal, kulakları sağırdır. Hakkımın sana helal olması için, bu kızımla evlenmen lazım.
Düşündü ... Ahirette Allah huzurunda suçlu durumda kalmak, böyle bir kızla evlenmekten zordur, dedi ve kabul etti.
Düğün yapılıp gerdeğe girdi. İçeri girince baktı ki, her tarafı sağlam ve oldukça güzel bir kız, karşısında. Hemen dışarı çıktı. Niçin çıktığını sordular, anlattı:
- Herhalde bir yanlışlık var. Bana söylenen kız sakat olması lazımdı, dedi.
Kayınpederi dedi ki:
- Evladım, benim kızımın gözleri kördür, hiç harama bakmamıştır. Kulakları sağırdır, hiç haram dinlememiştir. Elleri çolaktır, hiç harama el uzatmamıştır. Ayakları kötürümdür, hiç harama adım atmamıştır. Tereddüt etme, o senin helalindir.
İşte İmam-ı Azam Hazretleri, bu anne ve babadan dünyaya gelmiştir.


Ali Eren - Dini Hikayeler

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Sevgili ve Sevimli Çocuklar!
« Yanıtla #9 : 06 Haziran 2015, 19:32:34 »
Sevgili ve Sevimli Çocuklar!

Türkçe’mizde, “Kişi sevdiği ile beraberdir” diye bir atasözümüz vardır. Bu aslında Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bir hadisinin mealidir.

Dikkatlerinizi bu mübarek, değerli ve önemli sözün anlamı üzerinde toplamanızı istiyorum.

Sonra da, sevdiklerinizin-sevdiklerimizin kimler olduğunu hatırlamanızı...

Hiç düşündünüz mü sevgili çocuklar, kimleri seviyorsunuz?

Haydi, biraz düşünün bakalım...

Ardından da kendi kendinize saymaya-sıralamaya başlayın...
***

Evet, her şeyden önce ve en çok Yüce Allâh'ımızı seviyoruz değil mi?

Çünkü bizleri de, bizlere doğru yolu gösteren, dünya ve âhiret saâdetini bildiren Sevgili Peygamberimiz'i de, dünyaya gelmemize vesîle olan anne-babalarımızı da... kısacası bildiğimiz-bilmediğimiz bütün varlıkları da yaratan Allah Teâlâ'dır.

İnsanları yaratmazdan önce, dünyayı hayata elverişli bir halde var eden ve bu kadar güzel bir şekilde yayıp döşeyen, bizlere hazırlayan da yine O’dur.

Güneşle bize ışık ve ısıyı veren, baharda kara topraktan yemyeşil çimenleri bitiren, renk renk çiçekleri açtıran... Uykuda olanları uyaran, ölü olanları dirilten... Daldan dala kuşları uçuran, cıvıl cıvıl ötüştüren, renk renk kelebekleri havada dolaştıran, minik minik kuzuları çimlerde koşuşturan... Şarıl şarıl ırmakları coşturan, şırıl şırıl dereleri akıtan ve bu suların geçtiği yerlerde hayat fışkırtan Rabb’imizdir.

Sıra sıra dağları, dimdik yamaçları yaratan, üzerlerini ormanlarla donatıp güzelleştiren, içlerini madenlerle zenginleştiren... Suyu buharlaştırıp gökyüzüne çıkaran, sonra onu yağmur hâlinde rahmet ve bereket olarak yeryüzüne indiren Hz. Allah'tır.

Arıları çiçekten çiçeğe kondurup bizler için bal yaptıran... Her ağaç, her bitki topraktan aynı gıdayı emdiği halde onlardan; renkleri, kokuları, şekilleri, lezzetleri, gıdaları birbirinden değişik meyveler-sebzeler yaratan da Yüce Yaratan’ımızdır.

Denizlerin tuzlu sularında çeşit çeşit lezzette balıkları halk eden ve bütün bu yarattıklarını, faydalanmaları için insanların emrine veren de, yine her şeyi yoktan var eden Mevlâ’mızdır.

Rabbimiz, biz insanları en güzel surette yaratmış, şerefli kılmış, akıl vermiştir. Verdiği bu akılla; ilkönce, “Ben cinleri ve insanları, ancak beni tanıyıp bilsinler ve bana kulluk etsinler diye yarattım” (Kur’ân-ı Kerim, Zâriyât sûresi, 56) mealindeki İlâhî fermânı gereği, onu tanıyacak, yaratılış gâyemiz-amacımız istikametinde/yönünde davranmaya çalışacağız. Sonra da doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan ayırt edeceğiz.

Kalplerimizi şirkin, küfrün ve diğer bütün kötülüklerin zulmetleriyle karartmadan iman nûruyla aydınlatmaya çalışacağız. “Hani Lokman (a.s.), oğluna nasîhat ederek/öğüt verekek demişti ki: ‘Oğulcuğum, Allâh'a ortak koşma! Muhakkak ki ŞİRK (Allah’a ortak koşma, tanıma), elbette çok büyük bir zulümdür.” (Kurân-ı Kerim, Lokman sûresi, 13)

Sevgili Peygamberimiz sallallâhü aleyhi vesellem (Salât ve selâm O'na olsun) de, “Çocuklarınıza ilk öğreteceğiniz söz, ‘LÂ İLÂHE İLLAllah: Allah’tan başka ilah yoktur’ kelime-i tevhîdi olsun...” buyurmuşlardır.
***

Sevgili çocuklar;

Başıboş yaratılmadığımızı, dünyaya gelişimizin çok ulvî-yüce bir gâyesi-maksadı-amacı olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız.

Bizi yaratan Allâh'ımızın yapmamızı istediklerini yapmalı, kaçınmamızı istediklerinden de kaçınmalıyız.

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) ve onun yolunu tâkip eden Allah dostlarının-salih zatların/iyi insanların yürüdükleri yolda yürümeye çalışmalıyız.

Ülkemize, milletimize hizmet etmiş, ömürlerini bu uğurda tüketmiş olan büyüklerimizin, tarihî şahsiyetlerimizin çizdiği yolda ilerlemeye ve bu esnada karşılaşacağımız her türlü sıkıntı ve zorluklara göğüs germeye gayret göstermeliyiz. Bu hususta önümüze çıkan engellerden hiçbir zaman yılmamalıyız.

***

Sevimli çocuklar!

Etrafımızdaki her şeyin, vücudumuzdaki bütün organların, Allâh'ın varlığına-birliğine birer delil olduğunu bilmeliyiz.

Ve yine O’ndan başka ibâdet etmeye, kulluk yapmaya lâyık hiçbir şeyin bulunmadığına inanıp, kalplerimizi kelime-i tevhîdin nûru ile aydınlatmalı; Kur’an okuyarak, namaz kılarak, yapacağımız diğer ibâdet ve tâatlerle imânımızı kuvvetlendirmeliyiz. Ülkemiz için, milletimiz için hayırlı-yararlı, iyi ahlâklı, dürüst, saygı ve sevgi yüklü birer fert; topluma yük değil, aksine onların yükünü paylaşmaya aday hayırlı bir insan olmaya çaba göstermeliyiz.
Verdiği bütün nimetlerinden dolayı Allâh’ımıza şükreden, iyilik ve yardımları sebebiyle de insanlara teşekkürden geri kalmamalıyız. Onun için de;

Derslerimize iyi çalışmalı, dürüst olmalı, verilen vazifeleri, üzerimize düşen hizmetleri eksiksiz ve zamanında yapıp, vatana-millete-topluma hayırlı, içinde bulunduğumuz cemiyete/topluma ve âilemize yararlı birer insan olarak yetişmeye gayret etmeliyiz.

Hoşça kalın, sağlıcakla kalın...

Allâh'a emanet olun...

En içten selâm ve sevgilerimle...

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2399
Ynt: Tüm Ayrıntıları İle Evlad Terbiyesi
« Yanıtla #10 : 08 Haziran 2015, 13:10:32 »
emeğinize sağlık

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ebu'l Faruk Hazretleri buyurmuşlardır ki:
« Yanıtla #11 : 05 Mart 2016, 16:55:22 »
Ebu'l Faruk Hazretleri buyurmuşlardır ki:

“Sabî mükellef değil, lakin amellerine itibar edilir. İnd-i Bârî’de mükâfâtı vardır.”

Bu mükâfattan ebeyni de aynen istifade eder.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bebeğe İsim Nasıl Koyulur?
« Yanıtla #12 : 02 Eylül 2016, 18:33:23 »

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Tüm Ayrıntıları İle Evlad Terbiyesi
« Yanıtla #13 : 03 Ekim 2016, 17:53:44 »



Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Tüm Ayrıntıları İle Evlad Terbiyesi
« Yanıtla #14 : 03 Ekim 2016, 17:55:47 »