Gönderen Konu: Uğursuzluk ve Bereketsizlik  (Okunma sayısı 133919 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #165 : 24 Ekim 2011, 11:59:45 »

Kaddafi Erken Ölseydi

KIRK iki yıllık diktatör Kaddafi linç edilerek feci ve korkunç şekilde öldürüldü. Hapishanede katl ettirdiği 1600 Müslüman mahkumun ahı yerde kalmadı.

O, saltanatının kuvvetli ve kudretli yıllarında ölmüş olsaydı şanlı törenlerle toprağa verilecek, cenazesinde yüzbinlerce insan bulunacak, namazını ulema-i rüsumdan biri kıldıracak, tabutunun önünde sarıklılar, omzu kalabalık subaylar, erkân-ı devlet, kukla milletvekilleri, diplomatlar, zenginler, fakirler bulunacaktı.

Önce ölmüş olsaydı, hakkında mersiyeler yazılacaktı.

Başkentin bir tepesine ihtişamlı bir Kaddafi anıt-mezarı yapılacaktı.

Ruh-i habîsi şehre tepeden bakacaktı.

O daha önce, zamanında ölmeliydi...

Yahut, ülkesinde Arap baharı başlayınca fazla direnmeyip Nijer mi olur, Venezuela mı, müsait bir yere kapağı atmalıydı.

Yanına harçlık olarak birkaç milyar dolar da almalıydı.

Ak akçe kara gün için...

Tunus diktatörü Bin Ali akıllıca davrandı ve mââile uçağa binip sahil-i selamete kaçtı.

Kaddafi inatçıydı. Ölürüm gitmem kaçmam dedi ve öldü. Çok kötü, çok feci, çok berbat şekilde öldü.

Kaddafi Yahudi asıllıydı (internete bakınız). Onda Yahudi inadı vardı.

Libya babasının çiftliğiydi.

O libyanın ulu önderi ve rehberiydi.

Kaddafi, saltanatının güçlü bir zamanında ölmüş ve muhteşem bir anıt-mezara gömülmüş olsaydı bir kısım halk akın akın ziyaretine gidecek ve ona neşideler okuyacaktı.

Ey büyük rehber!..

Ey Libya halkının kurtarıcısı!..

Ey büyük devlet reisi!..

Arap kavminin büyük önderi!..

Selam sana ey Kaddafi!..

Sen ölmedin kalbimizdesin...

Ey Sünusî krallığını deviren!..

Ey cemâhiriyeler güneşi...

Falan filan...

Arap dünyasında sıra, direnen başka zalim diktatörlerde.

Zaman varken kaçsınlar.

Boşuna direnmesinler.

Kanun böyledir işte:

Ya devlet başa,

Ya kuzgun leşe...




Mehmet Şevket EYGİ - 24 Ekim 2011 Pazartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #166 : 25 Ekim 2011, 11:41:46 »
Yakın Tarihimizin Bazı Meraklı ve İbretli Konuları

YAKIN tarihimizin bazı meraklı, enteresan (ilginç), düşündürücü, ibret verici hâdiselerini maddeler/başlıklar olarak yazacağım. (Önem sırasına göre değil, rastgele yazılmıştır.)

1. Mustafa Kemal Paşa, Sultan Mehmed Vahidüddin Han'ın yaveriyken Padişahın kızı Sabihe Sultan ile evlenmek istemişti. Sabiha Sultan ona varmamış, bilâhare son halife olan Abdülmecid Efendi'nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi'ye varmıştı. Mim Kemal Paşa saraya Damad-ı Şehriyarî olsaydı acaba tarih nasıl olurdu?

2. 1923'te cumhuriyet kurulduğu zaman anayasanın ikinci maddesi şöyle idi: "Devletin dini, Din-i İslâmdır."

3. Cumhuriyet kurulduğunda İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda, Osmanlı hanedanından Abdülmecid bin Abdülaziz Han Hâlife-i Müslimîn olarak oturuyor, her hafta Cuma günleri selamlık resm-i âlisi ile namaza gidiyordu.

4. Mustafa Kemal Paşa, 1919'da Padişahın yâveri sıfatıyla vazifeli olarak Samsun'a çıktıktan sonra, yıllarca İstanbul'a dönememişti. Çünkü İstanbul ona muhalifti.

5. 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi açıldığında Meclis başkanlığı seçimini Mustafa Kemal Paşa 1 oy farkla kazanmıştı.

6. Mustafa Kemal Paşa, Lâtife Hanım'la Şeriat hukukuna göre, bugünkü deyimle imam nikahıyla evlenmişti. O tarihte Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye yürürlükteydi.

7. Osmanlılar zamanında Türkçe Cuma hutbesi okunmazdı. Bu bid'at cumhuriyet devrinde çıkartılmıştır. Hatta Adana uleması buna itiraz etmiştir.

8. Osmanlılar kadınları idam etmezlerdi. Hele inançlarından, fikir ve görüşlerinden dolayı kadına el kaldırılmaz, ceza verilmezdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstiklâl Mahkemesi kararıyla, bohçacılık yapan, Şalcı Bacı adında bir kadıncağız idam edilmiştir. (Mahkemenin reisi Çetin Altan'ın dedesiymiş.)

9. Mustafa Kemal, henüz küçük rütbeli bir Osmanlı subayı iken 1911'de İtalyanların Trablusgarb'a saldırması üzerine karayoluyla Libya'ya gitmiş, yolda Kudüs'te bir Yahudi otelinde kalmış, lobide bir masada otururken bitişik masadaki Yahudilerle merhabalaşıp konuşmuş, onlara "Çocukluğumda Şe... Yi... duasını okumadan uyumazdım." demiştir. (Bu konudan bahseden İbranice eserin ismi İm Shahar Atzmautenu, (Yazarı İttamar Ben-Avi, 1961 baskısı, Tel-Aviv, sayfa 213-223 arası)

10.
Sultan Vahidüddin Padişah ve Hâlife sıfatıyla İstanbul'u terk ettikten sonra, Ankara Büyük Millet Meclisi onun yerine veliaht Abdülmecid Efendi'yi sadece Halîfe olarak nasb ve tayin etmişti. Sultan Vahidüddin San Remo'da sürgündeyken halîfelikten vazgeçmemiş, 1926'da ölümüne kadar iki halîfe olmuştur. Onun vefatından sonra, 1944'te Halîfe Abdülmecid Paris'te sürgünde vefat etmiş ve o tarihten sonra İslâm âleminin bir halîfesi olmamıştır.

11.
1938'de Mustafa Kemal Paşa vefat edince hilâfet ve saltanat taraftarları Mısır'da yaşayan Şehzade Ömer Faruk Efendi'yi tekrar tahta çıkartmak istemişlerse de bunu kuvveden fiile çıkartamamışlardır.

12.
Hilâfetin ilgâsıyla ilgili (Meclis'te kabul tarihi: 3 Mart 1924) kanunun birinci maddesi şöyledir: "Halife hal' edilmiştir. Hilafet , hükümet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır." Yani şu anda İslâm Hilâfeti Millet Meclisi'nin tüzel kişiliğinde mevcut ve saklı bulunmaktadır.

13. Merhum Şehit Adnan Menderes, iktidarının son yıllarında Büyük Millet Meclisi Demokrat Parti Meclis grubunda milletvekillerine hitâben: "Arkadaşlar, millet size vekâlet vermiştir. Arzu ederseniz hilâfeti bile geri getirebilirsiniz..." demiştir. Bu cümle onun idamına sebep olmuştur.

14. Türkiye tarihinin son üç buçuk asırlık bölümünün belki de en önemli ve en etkili şahsiyeti İzmirli Haham ve sahte Mesih Sabetay Sevi'dir. Bu zât hakkında müzeler, arşivler, ilmî araştırma enstitüleri kurulması gerekir. Bugünkü rejimin manevi mimarları içinde yer alan S. Sevi'nin gerektiği gibi tanınmaması kültürümüz için büyük bir noksan ve ayıptır.

15.
İzmirli Latife Hanım, Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa ile evlenince, seyahatlerde halkın arasına çıktığında ve resmî törenlerde şer'î tesettüre uyuyor, başını sımsıkı örtüyor, saçının bir telini bile nâmahrem erkeklere göstermiyordu...

16. Mustafa Kemal Paşa, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra İzmir'e yolculuk yapmış, Balıkesir'de öğle namazı kılmak için Zavanos Paşa Camii'ne gitmiş ve minbere çıkarak bir hutbe irâd etmiştir.

17. 1915 ile 1918 yılları arasında Doğu Anadolu'da hayli Ermeni ve Türk öldürülmüştü. Mütarekeden sonra başta Amerikalı misyonerler olmak üzere Hıristiyanlar, Ermeni yetimlerini toplayıp götürmüşlerdi. Şark fâtihi Kâzım Karabekir Paşa, Müslüman yetimleri toplamış, kurtarmış, bakmış, okutmuştur. Müslüman yetimiyle Ermeni yetimi arasındaki ayrım, sünnetli olup olmamalarına göre yapılıyordu. Lâkin henüz sünnet olmamış Müslüman çocuklar da vardı, bu arada bazı Ermeni küçük yetimler de Müslüman çocukların arasına karışmıştı. Zaten Doğu Anadolu Ermenilerinin dili Türkçe'ydi. Bu Ermeni yetimlerinden bazıları öğretmen, bürokrat, subay olarak intikamlarını ileride feci şekilde alacaklardır.



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Ekim 2011 Salı

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #167 : 25 Ekim 2011, 11:47:32 »
Osmanlıca Okuyamamak bir Tür Esarettir

Bunca hürriyet, serbestlik, imkan varken, Müslüman kesimin yurt çapında Osmanlıca okuma ve yazma seferberliği başlatmamasına çok üzülüyor ve hayıflanıyorum.

Eskiden bugünkü hürriyet ve imkan yoktu. Sünnî Müslümanlar ağır baskılar, tehditler, ideolojik devlet terörü altında eziliyor ve sindiriliyordu.

Artık elhamdülillah oldukça hürriyet var. Bazı Müslüman cemaatler, tarikatlar, özel vakıflar çok zengin oldular. Kimisi milyarlarca dolarla oynuyor.

Bu genişliğe rağmen İslamî okuma yazma konusunda genel ve güçlü bir faaliyet yok.

Gönül arzu eder ki, yurt çapında beş on bin "Osmanlıca Okuma Yazma Kursu" açılsın ve buraya milyonlarca Müslüman gidip, 1928'den önce bu halkın, bu ülkenin, bu devletin asırlarca kullanmış olduğu Osmanlıcayı öğrensin.

Merhum üstadlarımızdan Seyyid Mahir İz beyefendi Osmanlıca konusunda çok hassastı. Bugünleri görse hem sevinir, hem üzülürdü. Maalesef Müslümanlar hürriyetlerden istifade edemiyor.

Her medeniyet gibi (Dünyada halen on küsur medeniyet vardır) İslam medeniyetinin temeli yazıya, yazılı edebî lisana dayanır. Medeniyetle bedeviyet bağdaşmaz. Türkiye Müslümanlarının yeterli sayısı 1928'den önceki yazıyı okuyamadıkça, o yazıyla kayda geçirilmiş Türkçe metinleri anlayamadıkça bizim için gerçek hürleşme olmaz.

Çin'i Çin yapan o son derece zor ve girift yazısıdır. Çin, millî yazısını bırakıp Latinceye dönse sudan çıkmış balığa döner.

1928'den önceki millî ve İslamî yazımızı okuyamayan Müslümanlar, profesör de olsalar cahildir, hür görünseler de bir tür esirdir.



Mehmet Şevket EYGİ - 25 Ekim 2011 Salı

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #168 : 26 Ekim 2011, 11:22:21 »
Lütfen İbretle Okuyunuz

"Yüce Meclisimizi oluşturan zevat yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürd, yalnız Lâz değildir. Fakat bunların hepsinden oluşan Müslüman unsurlardır."

M. Kemal Paşa.

YIL 1920... Mayıs'ın 1'indeyiz. Vak'a Ankara'da geçer. Millet Meclisi daha yeni açılmıştır. 23 Nisan'la 1 Mayıs arasında kaç gün vardır...

Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey kürsüye çıkar ve Sıhhat Vekâleti (Sağlık Bakanlığı) hakkında bir konuşma yapar. Konuşmasında "Türk... Türklük..." kelimelerini sık sık kullanır. Bu konuşmadan bazı cümleler alalım.

Yusuf Kemal Bey (Kastamonu Mebusu)

" ...Her Türkün söyleyeceği şey: Memleketimizde görülecek ilk iş sıhhıye işidir. Çünkü sıhhat olmazsa, çünkü Türklük sıhhatli bulunmazsa, o Türkler üzerine bina edeceğimiz hiçbir iş kalmaz... Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli... Türklüğü bitiren hastalıkları bir an evvel kaldırmazsak, eğer Türk ailesinin ve Türk ferdinin refahını temin edecek esbabı istikmâl etmezsek hepsi boştur..."

Yusuf Kemal Beyin bu konuşması üzerine Sivas Mebusu Emir Paşa Kürsüye çıkar.

O da şöyle konuşur:

"Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin irad-ı kelâm ettiği sırada sıhhatlerinin muhafazası lüzumunu yalnız Türklere hasretmiş olmasına itiraz ediyorum... (İslâm demekti sedâları... Kelime ile oynamayın sesleri) Müsaade buyurun. Zannederim ki Müslümanlık namına teessüs etmiş bir Hilafet vardır. Değil buradaki Müslümanlar, aktar-ı cihanda bulunan umum Müslimînin bu Hilafete merbutiyetlerini unutmamak iktiza eder. Rica ederim ki, yalnız Türklük namını istimal etmeyelim. Çünkü Türklük namına biz buraya cem' olmadık. (gürültüler). Rica ederim sadece Türkler değil, Müslümanlar demek, hatta Osmanlılar demek kâfidir efendim. (İslâm deniliyor sadâları...) Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha birtakım İslâm kabileleri vardır. Bunları hariçte bırakacak, tefrikaya sebep olacak söz söylemeyelim." (Gürültüler)

Reis:

- Müsaade buyurunuz, devam etsin!

Emir Paşa (devamla):

"- Bendeniz bu mesele hakkında uzun söz söyleyecek değilim. Bu gibi sözlerin şimdiye kadar bir faidesini görmedik. Hepimiz Hilafete merbutuz. Bu Hilafet-i muazzamayı birçok asırlardan beri muhafaza edenin Türk kavm-i necibi olduğunu da kimse inkar edemez. Yalnız tefrikayı icab edecek hiçbir söz söylenilmemesini tekrar temenni ediyorum."

Sivas Mebusu Emir Paşanın bu ikinci konuşmasından sonra kürsüye, "Yaver-i Hazret-i Şehriyarî" Mustafa Kemal Paşa çıkar ve aşağıdaki konuşmayı yapar ki, Paşanın o tarihteki milliyetçilik anlayışını aksettirmesi yönünden son derece ehemmiyetli bir tarihî vesika teşkil etmektedir.

Muhterem okuyucularımın dikkatle mütalâa buyurmalarını istirham ederim.

Mustafa Kemal Paşa:

"- Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm'a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiyeden mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-ı millîmiz İskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-ı millîmiz budur dedik! Hâlbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm bizim kardeşimiz ve menâfii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esâsatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki, vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, ictimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te'yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menâfiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâmdır. Bunun böyle telâkkisini ve sui tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum." (Alkışlar)

1920'de böyle konuşulurken, daha sonra, CHP tek parti iktidarı zamanında, bu söylenilenlere tamamen zıt bir ideoloji benimsenmiştir. Bu ideoloji, Tekin Alp takma adıyla kitaplar ve makaleler yazan Yahudi Moiz Kohen'in ortaya attığı sahte Türk milliyetçiliği, sahte Türkçülüktür. Bu adam, kitaplarından birine "Kahr Olsun Şeriat!.." başlıklı bir bölüm koyacak kadar azılı ve şiddetli bir İslâm düşmanıdır.

Türkiye tarihini sorgulamıyor, Türkiye yakın tarihinde olup bitenlerin iç yüzünü bilmiyor. Türkiye yasaklar, tabular, tehditler, cahillikler, karanlıklar içinde boğuluyor.

Mâzide yapılan yanlışları bilmeden, onları sorgulayıp telâfi etmeden, geleceğimizi güven altına almamız mümkün değildir.

Moiz Kohen ideolojisi Türkiye'yi bugünkü hale düşürmüştür.

İslâm dini menfi kavmiyetçiliği kabul etmez, meşru görmez.

1920'lerde, Millî Mücadele yıllarında Müslüman Kürtlere verilen sözler tutulmamıştır. Müslüman Kürtlere zulm edilmiştir. Sadece Kürtlere değil, Türklere de zulm edilmiştir. En fazla Sünnî Türklere, Kürtlere ve diğer unsurlara zulm edilmiştir.

Çerkeslere de zulm edilmiştir. Diğerlerine de...

Bugünkü toplumsal çürümenin, dağılmanın, kopukluğun, yabancılaşmanın ana sebebi CHP'nin benimsediği Moiz Kohen ideolojisidir.

Evet bu ülkenin adı Türkiye'dir, burada Türk dili konuşulur, Türkler dominant unsurdur ama Kürtler, Zazalar, Çerkesler, Çeçenler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Araplar ve daha düzinelerce anasır-ı İslâmiye vardır. Onların altkimliklerine ve hukukuna hürmet edilmesi gerekir.

Türkiye bir İslâm ülkesidir. İslâm bu ülkedeki çeşitliliğin harcı ve çimentosudur.

Türkiye İslâmsız ayakta duramaz.

Toplumsal barışı ve mutabakatı korumak istiyorsak İslâm'a sarılmalıyız. İslâm ırkçılığı reddeder. Üstünlük ve fazilet şu veya bu kavme mensup olmakta değil; ilimde, irfanda, ahlak ve karakter yüksekliğinde, hayır ve hasenattadır.

Müslüman bir Türk, sâlih bir Kürdü, fâsık bir Türke tercih etmekle yükümlüdür.

Müslüman bir Kürt, sâlih Türkü, fâsık Kürde tercih edecektir.

Bu memlekette, Osmanlı cihan devletinden kalan Alman, İspanyol, Rus, Macar, Leh kökenli nüfus da vardır. Onların bir kısmı erimiş ve kökenlerini unutmuştur.

Bu memlekette milyonlarca Kripto yaşamaktadır.

Moiz Kohen Tekin Alp kavmiyetçiliği Türkiye'yi bir uçurumun kenarına getirmiştir. Bu ideolojiden dönülmezse, 1920'lerin doğru ilkelerine yönelinmezse geleceğimiz çok karanlıktır.

Moiz Kohen ideolojisini benimseyen, savunan, resmî ideoloji haline getiren Sabataycıların, statüko konusunda direnmeleri meşru değildir.

Bazıları Türkiye'nin bölünmesini yıllarca önce kapalı kapılar ardında gizli konuşmalar ve protokollerle kabul etmiştir.

Biz anasır-ı İslâmiye yâni Müslüman Türkler, Müslüman Kürtler, Müslüman Çerkesler, Müslüman Arnavutlar, Müslüman Boşnaklar ve diğer Müslüman unsurlar böyle bir bölünmeyi ve parçalanmayı asla kabul etmeyiz. Biz hep kardeşiz. Biz evrensel bir Ümmet'in içindeki çeşitlilikleriz. Bu çeşitlilik fitne, fesat, tefrika sebebi değil, zenginlik ve güç kaynağıdır.

Tekrar ediyorum:

İslâmsız kurtuluş olmaz. İslâmsız istikbal karanlıktır. Moiz Kohen ideolojisinde ısrar felaketimize yol açar.

(İLAVE BİRKAÇ CÜMLE: Sultan Vahidüddin'in yâveri, Osmanlı paşası M. Kemal'in (Atatürk olmadan önce) 1920'de Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmayı bu yazının başında okudunuz. Aradan 90 yıl geçti ve ülke büyük bir kaos, kriz, terör içinde... Bölünmeden, iç savaştan bahs edenler var. Felaketi önlemenin tek çaresi İslam'dır, İslam kardeşliğidir. Türkiye'de İslam vardır ama yeterli değildir. İslam prensipleri hayata geçirilmezse çözülme, çürüme, dağılma, bölünme, parçalanma, kaos, anarşi, kokuşma kaçınılmazdır. Moiz Kohen Tekin Alp'in ideolojisi bu ülkedeki çeşitli halkları bir arada tutmaya, birliği sağlamaya yetmez. Kemalizm ideolojisi M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra fabrike edilmiştir, memleketi ve devleti bugünkü hale bu ideoloji getirmiştir. Türkiye'nin bugünkü korkunç krizi, çürüme ve çözülmeyi yenebilmesi için tarihî kopukluktan, tarihî devamlılığa geçmesi gerekir. Bunu yapamazsa yıkım kaçınılmaz olacaktır.)



Mehmet Şevket EYGİ - 26 Ekim 2011 Çarşamba

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #169 : 27 Ekim 2011, 12:03:54 »
Halka Domuz Eti Yedirenlere Lânet Olsun!

ÇATALCA'da bir lokantada 155 kilo yaban domuzu eti yakalandı. Gazeteler yazdı, TV'ler duyurdu. Etlerden nümune alınmış, tahlil yapılacakmış.

Toplum bu gibi haberlerden fazla etkilenmiyor.

Uzun yıllardan beri halkımıza külliyetli miktarda evcil ve yaban domuzu eti yediriliyor.

Yurdumuzun Batı kısmında bir yığın domuz çiftliği faaliyet gösteriyor.

Koyun ve sığır bir defada bir yavru yapıyor, domuz on iki yavru.

Koyun ve sığır her şeyi yemiyor. Domuz ne bulursa yiyor. Hattâ pislik/kazurat bile yiyor.

Koyun ve sığır pahalıya mal oluyor.

Evcil domuz çok ucuza mal oluyor, yaban domuzu bedava.

Zamanımızda ilim ve teknik ilerledi. Öyle tahlil makineleri var ki, bir buçuk dakika içinde bir etin veya yağın domuz olup olmadığını tespit ediyor.

Profesyonel avcılar vurdukları domuzları ormandaki yolların kenarına getiriyormuş, üstü tenteli kamyonetler geliyor, oracıkta tartıyor ve peşin para ile alıyormuş.

Domuzcular "Biz bu etleri Müslüman halka yedirmiyoruz, turistlere yerdiriyoruz..." diyorlar ama onlara kim inanır.

Yurt içindeki domuzlar yetmiyormuş gibi dışarıdan büyük miktarda domuz iç yağı ithal ediliyor.

Bunlarla sabun ve şampuan yapılıyor.

Bazı sabuncuların ellerinde "Domuz yağı sabun yapılırken tamamen kimyevî değişime uğrar değişir ve kullanılması caizdir" mealinde fetvalar varmış. Sakın bu para ile alınmış fetvalara inanmayın, kanmayın. Domuz yağının bir kısmı sabunun içinde domuz yağı olarak aynen kalır.

Tıp sahasında da domuzlu maddeler kullanılıyor. Büyük bir firmanın ensülini domuzdan çıkartılıyor.

Hazmı kolaylaştıran bazı mide ve sindirim ilaçları da domuzlu.

Şekercilikte, pastacılıkta domuzlu jelatinler.

Avrupa ülkelerinde ekmeğe genellikle domuz yağı karıştırılıyor. (Pain ameliore en Belgique)

Domuz derisinden yapılmış ayakkabı, kemer ve çantalar.

Domuz eti, domuz yağı, domuzlu maddeler, ilaçlar, gıdalar, şekerlemeler bizi çepeçevre sarmıştır.

Dindar Yahudiler domuz yemezler. Hahambaşılık bu konuda bütün tedbirleri almıştır.

Eminönü'nde koşer bir Yahudi lokantası var, Hahambaşılığın vazifelendirdiği bir haham orada sabahtan itibaren nöbet tutar, yemeklerin Yahudi şeriatına göre olmasını kontrol eder, dikkat sarf eder, içeriye domuz etinden geçtim, mezbahada haham tarafından kesilmemiş etlerin girmesine bile izin vermez. Bizim Diyanet'in bu konuda yetkisi yoktur.

Müslüman halka bol miktarda domuz eti ve yağı yedirilir, Diyanet seyrine bakar. Seyrine bakmaktan geçtim, belki de hiç ilgilenmez.

Efendim kanunlar, tüzükler bu konuda Diyanet'e salahiyet vermiyormuş, bu iş Diyanet'in vazifesi değilmiş... Yahu siz ne diyorsunuz, kanundan ve tüzükten önce Allah var, Kur'an var, Sünnet var, Şeriat var, vicdan var, insanlık var.

Müslüman halka domuz eti, domuz yağı ve domuzlu mamuller yedirilmemesi konusunda elden gelen bütün kontrolleri ve tahlilleri yapmayan bütün belediyeleri protesto ediyorum.

Vatandaş olarak onlara hakkımı helal etmiyorum.

Türkiye'deki sistem laiktir ama Müslümanlara ille de domuz yedirilecek diye bir kanun ve kural da yoktur.

Bu konuda vazifelerini yapan, tahlil makineleri ile piyasadaki etleri ve et mamullerini devamlı tahlil eden, kontrol eden belediyelere teşekkür ediyorum.

Vazifelerini yapmayan, halka domuz eti ve yağı yedirten belediyelere beddua ediyorum.

Allah onların işlerini rast getirmesin.

İnşaAllah tepe üstü düşsünler.



Mehmet Şevket EYGİ - 27 Ekim 2011 Perşembe

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #170 : 28 Ekim 2011, 11:42:05 »
İngiltere'de Şeriat Mahkemeleri

BERNAND Shaw'ın Hindistan'da yayınlanan Thle Light adlı gazetede "İngiltere'de demokrasi kemaline erdi. Bundan sonrası İslam'dır" şeklinde bir beyanı yayınlanmıştı. Bu söz otantik olsa da olmasa da gerçeği aksettirmektedir.

Birkaç yıldan beri İngiltere'de Şeriat Mehkemeleri faaliyet gösteriyor ve bazı konularda Kur'an hukukuna uygun kararlar veriyor.

İngiltere'deki bu Şeriat Mahkemeleri bizdeki bazı laikçileri, Selanikîleri ve Kemalistleri çok üzmüş ve tedirgin etmiş.

Böyle bir şeyi İngiltereye yakıştırmıyorlar.

Kemalistleri ve Selaniklileri şaşırtan özellik sadece Şeriat Mehkemeleri değildir.

Sayayım:

(1) İngiltere'de laiklik yoktur, din-devlet birliği vardır.

(2) Orada hükümdar (şu anda Kraliçe) millî Anglikan kilisesinin başıdır.

(3) İngiltere'nin büyük kısmında lise ve kolejlerde okuyan bütün öğrencilerin sabahleyin okulun şapelinde (kilisesinde) toplanmaları ve âyin yapmaları mecburîdir.

(4) Şu anda, 11 Eyül'den sonra bazı olumsuzluklar olmasına rağmen dünyanın en hür Müslümanları İngiliz Müslümanlarıdır.

Bizdeki Kemalist rejim demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü prensibi, din ve inanç hürriyeti, inancına uygun bir hayat sürebilme hürriyeti konusunda İngiltere'nin eline değil, ayağına su dökemez.

İngiltere demokrasinin beşiğidir, bu gerçeği kimse tartışamaz.

İngiltere, laikliği bir değer ve ilke olarak kabul etmez.

İngiltere'nin hukuk sistemi, Avrupa hukukuna benzemez. Daha ziyade Osmanlı hukuk sistemine benzer.

Bugün Türkiye'de Selanik hukuk sistemi yürürlüktedir.

Bizdeki hukuk sistemi millî kimlik, kültür ve karaktere uymaz, onunla çatışır.

M. Kemal Paşa, Millî Şef İsmet, Celal Bayar, Cemal Gürsel Paşa, Evren Paşa zamanında bile Türk Ceza Kanunu'nda zina suç sayılırken, bugün artık suç sayılmamaktadır.

Şeriat hukuku karşıtları, kadın haysiyetinden, kadın hak ve hürriyetlerinden bahs edip dururlar.

Bugün ülkemizde devletin izni, tanzimi ve korumasıyla resmen fuhuş yapılmakta, birtakım kadınlara TC başlıklı "vesikalar" verilmekte, bu kadınlar kapılarında koruyucu polisler bekleyen genelev denilen mekanlarda legal fahişelik, yani seks köleliği yapmaktadır. Bu legal fuhuştan devlet KDV ve gelir vergisi almakta, bu geliri bütçesine katmaktadır. Diyanet İşleri Başkanı'nın maaşında bile bu paradan vardır.

Şeriat hukuku böyle bir şeye asla izin ve cevaz vermez.

Selanikliler ve Benzetilmişler Şeriat hukukunu geri ve çağdışı bir hukuk olarak görürler. Bu onların hüsn-i kuruntusudur.

Müsaade ederseniz yakın tarihimizle ilgili bir hadiseyi anlatayım:

İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı zamanında 1949'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, büyük fıkıhçı (Şeriat hukuku uzmanı) İstanbul Müftüsü dersiâmdan Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendi'nin "Hukuk-i İslamiyye ve Istılahat-i Fıkhıyye Kamusu" adlı büyük eserinin birinci cildini (tamamı 6 cilttir) yayınlamıştı. Tekrar ediyorum: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi resmen yayınlamıştı.

Üniversite rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, bu esere yazdığı önsözde "Bugünün ve yarının hukuçuları, orijinal mukayeseli hukuk tedkiklerine, kanun vâzıları (kanun koyucuları) hazırlayacakları kanunlara esas olacak bilgileri bu değerli eserde bulacaklardır." (s.IV) demektedir. (Önsözdeki bu cümleyi okumak için eserin 1949'daki ilk resmî baskısına bakılmalıdır. İstanbul Matbaacılık T. A. O.)

Onar'ın bu sözü, Bernard Shaw'ın "İngiltere'de demokrasi kemaline erdi. Bundan sonrası İslam'dır" cümlesine benzemiyor mu?

Bendeniz bir vatandaş olarak kendi dinime, inançlarıma, hayat felsefeme, millî kimlik ve kültürüme uygun bir hukuk sistemi isterim.

Mevcut Selanikî hukuk sistemi ne millî yapımıza ve kültürümüze, ne millî kimliğimize, ne de evrensel adalet ilkelerine uygundur.

Avrupa'nın en büyük adalet sarayını inşa etmiş olmakla övünüyoruz.

Yurdumuzu bir başta öbür başa dev hapishane binalarıyla doldurduk.

Halkın yarısı birbiriyle nizalı (mahkemelik).

Bursa'da bundan iki yıl kadar önce bir sürücü otosuyla durağa daldı, beş zavallı kadını feci şekilde öldürdü ve adam on ay sonra serbest kaldı.

Tabancayla, bıçakla adam öldürmenin cezası ağır, lüks otomobille adam öldürmenin cezası hafif.

Hapishaneler tıklım tıklım.

Mahkemeler davalara bakmaya yetişemiyor.

On sene, hatta daha fazla sürüncemede kalan davalar var.

Hırsızlık millî bir spor ve hobi haline geldi.

Parası olan güçlü avukatlar tutuyor, fakirler tutamıyor, mağdur oluyor.

On sekiz yaşını doldurmasına bir ay kalmış taş gibi delikanlı kızı vahşice öldürüyor, çocuk muamelesi görüyor.

Sonra da Selanik hukuku ileri oluyor, İslam hukuk geri.

El-insaf!

Selaniklilerden ve benzetilmişlerden rica ediyorum:

Lütfen kendi büyüklerinizden, saygın kişilerinizden Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami gibi/kadar insaflı ve iz'anlı olunuz.

(Yıl 1949... Türkiye'de, Osmanlı maarifinin yetiştirdiği vasıflı insanlar var... İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen medrese mezunu icazetli gerçek bir hoca... İstanbul Üniversitesi rektörü Sıddık Sami Onar da Osmanlı okullarında ve üniversitelerinde okumuş büyük bir hukukçu... Dönme ama vasıflı bir Dönme... Bendenizin şöyle bir tezi var: Bu ülkede dindar da, dinsiz de, Türk de, Yahudi de, Kürt de, Sünnî de Alevî de herkes vasıflı insan, vasıflı vatandaş, vasıflı Türkiyeli olursa krizlerimiz, problemlerimiz çözülür. Dindar vasıflı değilse, dinsiz vasıflı değilse çözüm olmaz... İşte bakınız, yukarıda anlattığım gibi İsmet paşa zamanında İst. Üniversitesi rektörü, İstanbul müftüsüne altı ciltlilk muazzam bir İslam/Şeriat Hukuk Kamusu yazdırıyor, üniversite adına bastırıyor ve önsözüne de geleceğin kanun koyucuları, hazırlayacakları kanunlara esas olacak bilgileri bu değerli eserde bulacaklardır diyor... Hatırlarsınız yakın tarihte İst. Üniversitesi'nin Alemdaroğlu adında bir rektörü vardı. Bir Sıddık Sami Onar'ın insafına, iz'anına bakınız, bir de Alemdaroğlu'na... Vasıflılık ve vasıfsızlık ne demekmiş anlarsınız...)

Bir ilave: Bernard Shaw şöyle diyor: "If any religion had the chance of ruling over England, nay Europe within the next hundred years, it could be Islam." The Genuine Islam, Vol.1. No. 8. 1936.



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Ekim 2011 Cuma

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #171 : 28 Ekim 2011, 11:42:30 »
Sadaka Vermeyi İhmal Etmeyiniz

ŞİMDİYE kadar çok yazdım, tekrarlıyorum: Miktarı az da olsa sık sık sadaka vermeyi ihmal etmeyiniz. Sadaka sokaktaki, cami önündeki profesyonel dilenciye elli kuruş, bir lira vermek değildir. Nasıl sadaka verebilirsiniz?

1.
Şiddetli geçim sıkıntısı çeken, parasızlıktan kıvranan miskinlere ve gerçek fakirlere harçlık verebilirsiniz.

2. Erzak torbası verebilirsiniz.

3. Aç kedi ve köpekleri doyurabilirsiniz.

4. Aç kuşlara yem verebilirsiniz.

5. Sadaka sadece para ve mal vermek değildir. Din kardeşinin yüzüne gülmen, sıkıntılı birini teselli edip ferahlatman da bir tür sadakadır.

Sadakanın birinci temel şartı, Allah için yapılmasıdır. Gösteriş için yapılırsa makbul olmaz.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) "Az sadaka çok belayı def' eder" buyurmuşlardır.

Açık ihtar:

300 bin yeni liralık lüks otomobile binen Hacı beye... O pahalı ve şaşaalı otomobil sizi maazAllah gurur ve kibir uçurumuna yuvarlayabilir. Bir tavsiyem var: Bu arabayla haftada bir gün sabah namazına gidiniz. Ayda bir gün de temiz bir fakiri bindirip yemeğe götürünüz. Belki ve inşAllah günahlarınıza kefaret olur.

(Zekat dışındaki nafile sadakalar davul zurna çalınmadan gizli verilir. Sağ elinin verdiğini sol el bilmeyecek... Peygamberimiz böyle buyuruyor...)


Mehmet Şevket EYGİ - 28 Ekim 2011 Cuma

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #172 : 29 Ekim 2011, 12:35:07 »
Van'da Zelzele İmtihanı

ERCİS'te Van'da zelzele oldu. İnsanlarımız öldü, yaralandı, evler binalar yıkıldı. Ölenlere rahmet, acılı ailelerine sabır diliyorum. Devlet, hükümet, belediyeler, halk, Kızılay, diğer hayır kurumları yardıma koştu, komşularımızdan, dış dünyadan da yardım geldi. Hepsine teşekkürler, minnetler.

Bu son zelzeleden çıkartılacak dersler, alınacak ibretler:

1. Bundan on iki sene önceki 17 Ağustos zelzelesinden, halk, sorumlular, vazifeliler, idareciler olarak gerekli dersleri almadığımız açıkça meydana çıkmıştır.

2. Van'a, Erciş'e gönderilen yardımların bir kısmının (Kaçta kaçının?) yerine varmadan önce veya dağıtım yerinde yağmalandığına, kargaşa içinde kapışıldığına dair haberler okudum. Bunlar çok üzücüdür.

3. Zelzeleden sonra bir ekmeğin 2,5 liraya satıldığını medya yazdı. Bu haber doğruysa toplumsal ahlakımızı çok düşüren bir nottur.

4. 17 Ağustos depreminden sonra da çürük binalar yapılmıştır. Bu, bir cinayettir. Bunlara izin verenler, göz yumanlar, bu çürük binaları yapanlar katildir.

5. Bazı önemli kişiler "Van bir milyonluk bir şehrimizdir, onun yaralarını sarabiliriz ama İstanbul'da bu şiddette bir zelzele olursa yaraları sarmaya gücümüz yetmez ve Türkiye yere serilir" mealinde beyanlarda bulundular. Maalesef İstanbul'un çürüklüğü Van'dan bin beterdir.

6. Türkiye'nin yüzde 95'i zelzele bölgesidir ve her yerde durum Van'da, Erciş'te, İstanbul'da olduğu gibidir.

7. Yapılaşma çılgınlığı, rant hırsı, denetimsizlik, sorumsuzluk, beyinsizlik ülkemizi sanki binlerce, hattâ on binlerce atom bombasının üzerindeymiş gibi bir hale getirmiştir.

8. Japonya'daki son faciadan sonra bütün medenî ülkeler yeni atom santralleri projelerinden vaz geçer, eski santraları kapatmak için hazırlıklar yaparken biz, üstelik tam fay hattının üzerinde ilk nükleer santral projemizi hayata geçirmekte kararlıyız.

9. Japonya'daki son zelzeleden ve tsunamiden sonra felaketzede halkın sabrı, disiplini, vakarı, metaneti, sebatı, yüksek ahlakı ve karakteri bütün dünyayı hayran bırakmıştı. Bir tek yağma hareketi olmamış, afetten sonra, yıkıntılar arasında peyderpey bulunan 70 küsur milyon dolar yekunundaki para, sahipleri bulunup onlara verilmek üzere devlete teslim edilmişti. Bizde böyle bir disiplin ve ahlak var mıdır?

Yukarıda dokuz madde yazmış bulunuyorum.

Bunların yalan, iftira, gerçeğe aykırı olduklarını ispat eden çıkarsa çok mahcup olup özür dileyeceğim.

Felaketler insanlar ve toplumlar için en büyük dersler, imtihanlardır.

Felaketlerden ders alan, imtihanı başarı ile veren fertler (bireyler) ve toplumlar olgunlaşır.

İstanbul'da yüz binlerce mesken ve işyeri binası çürük çarıktır ve ilk büyük zelzelede bunların bir kısmı yassıkadayıf gibi, bir kısmı yana yatarak, kısmen çökerek büyük facialara sebebiyet verecektir. Devletin ve belediyelerin böyle binaları tahliye ettirmeleri gerekmez mi?

En azından sahiplerine ve içinde oturanlara yazılı olarak resmen "Bu bina çökecektir, en kısa zamanda boşaltınız" denilmesi gerekmez mi?

Ben belediye başkanı olsam, 7 ve üstü şiddetinde bir zelzelede yıkılacağı uzmanlar tarafından tespit edilmiş binaların dış cephesinin görünür bir yerine "Bu binada oturanlar ilk büyük zelzelede enkaz altında kalacaktır" şeklinde bir levha astırırım.

17 Ağustos zelzelesine benzer bir zelzele Japonya'da, Tayvan'da olsaydı bizdeki kadar bina yıkılır ve insan ölür müydü? ( 17 Ağustos zelzelesinin gayr-i resmî ölü sayısı 40-50 binmiş!)

Başka yerleri bilmiyorum, İstanbul'da belki de yüz bin kaçak bina bulunmaktadır.

Orijinali üç kat iken, üzerine iki kat daha kaçak olarak çıkılan binaları çıplak gözle fark etmek mümkündür. İki kaçak katın üzerine bir de kaçak çatı katı. Gelsin kiralar, gelsin yıkım...

Geçmiş yıllarda, böyle binalar için defalarca imar affı çıkartanlar katildir.

Bundan elli sene önce tuzlu deniz kumu ile yapılan binalara izin verenler katildir.

İlk büyük zelzelede yıkılacağı kesin olarak bilinen çürük binalarda halkın oturmasına izin veren, göz yumanlar da katildir.

Dünya adaleti onları cezalandırmasa bile, ilahî adaletten yakalarını kurtaramayacaklardır.

Ahir zaman alametlerinden ikisi bina ve zinadır.

Çılgınca bir imar, yapılaşma, bina faaliyeti içindeyiz.

Gökdelenler.

Zina mı daha yaygın, bina mı?

Yeni Ceza Kanunu'nda zinayı suç sayan ve cezalandıran bir madde yok artık.

Bu konuda Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Kenan Evren devirlerini geride bıraktık.

Onların ceza kanunlarında zina suçtu.

Hadiste bildiriliyor:

Her sabah bir melek dünya semasından insanlığı şöyle nida edermiş: "Ey bugün doğacaklar, ölmek üzere doğunuz!.. Ey bugün yapılacak binalar, yıkılmak için yapılınız!.."

Van'da zelzele olmuş. Vanlılar çok ağlıyor... İstanbullular da üzgün ama Vanlılar kadar değil... İstanbul'un çok ağlama sırası ne zaman?..



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Ekim 2011 Cumartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #173 : 29 Ekim 2011, 12:36:44 »
Çocuklarımızı, Gençlerimizi Nasıl Yetiştireceğiz?

M. KEMAL Paşa'nın ölümünden sonra fabrike edilen Kemalizm ideolojine bağlı eğitim sistemimiz çok bozuk. Bu eğitimle, Türkiye'yi yükseltecek vasıflı elemanlar yetiştirip vasıflı kadrolar kurmak mümkün değildir.

Düzen, Müslümanların İslam okulları açmasına da izin vermiyor.

Özel okul açabilirsin ama müfredatı, eğitim programını ben yapacağım diyor.

Korkunç bir açmaz içindeyiz.

Çocukların ve gençlerin hiç olmazsa bir kısmını kurtarmaya çalışmalıyız.

Paralel ve alternatif eğitim vermeliyiz.

En azında yüz çocuk ve gençten birini (Yekun olarak 700 bin kişi eder) yüksek kültürlü, yüksek ahlak ve karakterli, sanat ve estetik boyutuna sahip Türkiyeliler olarak yetiştirmeliyiz.

700 bin gencimiz, klasik Türk edebiyatının en büyük şairi Fuzulî'nin divanını orijinal Osmanlıca metninden kolayca okuyup, manasını anlayacak, metin şerhi yapabilecek, bu kıraatten haz ve zevk alacak derecede okuyabilmelidir.

Shakespeare'siz bir İngiltere düşünülebilir mi?

Goethe'siz bir Almanya?

Cervantes'siz bir İspanya?

Şirazlı Hâfız'sız bir İran?

Düşünülemez.

Fuzulî'siz bir Türkiye de olmaz.

Olursa işte böyle bugünkü gibi olur.

Güçlü yazılı ve edebî Türkçe olmadan güçlü Türkiye olmaz.

Çocuklarımıza Osmanlıca öğretelim.

Yazılı ve edebî Türkçe öğretelim.

Mantık öğretelim.

Sanat tarihi ve kültürü öğretelim.

Doğru dürüst gerçek tarih bilsinler.

Bu saydıklarım bugünkü ideolojik Kemalist eğitim sistemi ile olmaz.

Hiç olmazsa çocuk ve gençlerimizin yüzde birine özel paralel alternatif eğitim verilmelidir.

Sağlıklı din kültürü de çok önemlidir.

Çocuk ve gençlerimizi aktivist cereyanlardan korumalıyız.

Çocuk ve gençlerimizi her türlü popülizmden korumalıyız.

Çocuk ve gençlerimizi ucuz İslamcılıktan korumalıyız.

Türkiye'de gerçek İslam mektepleri olsa, bütün talebelerinin vakit namazlarını okul camiinde okul imamının ardında cemaatle kılmaları gerekir. Sultan Abdülhamid zamanında Galatasaray Sultanisinde bile namaz böyle kılınıyordu.

Çocuklarımızı namazlı ve cemaatli Müslümanlar olarak yetiştirelim.

Çocuk ve gençlerimizi sahih itikatlı Müslümanlar olarak yetiştirelim.

Sağlam kültürleri olsun.

Sağlam ahlak ve karakterleri.

Sağlam edebî bilgileri.

Gönül arzu eder ki, en az yüz bin liseli çocuğumuz merhum şehid şeyh Erbilli Esad efendi hazretlerinin ateş redifli gazelini ezbere okuyabilsin.

Daha bunun gibi binlerce referans.

Bu hizmetleri kimler yapacak?

Mehmet Şevket EYGİ - 29 Ekim 2011 Cumartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #174 : 30 Ekim 2011, 08:39:11 »
Libya'da Şeriat Rejimi

ŞERİAT Kur'andan, Sünnetten ve icmâ-i ümmetten çıkartılmış İslamî hüküm, ölçü, kıstas (kriter) ve değerlerin tamamına verilen isimdir. Şeriat iyidir, doğrudur, güzeldir. Binaenaleyh Şeriat mü'minin ve müslimin gözünde kutsaldır.

Şeriatı tahkir eden, aşağılayan, hafife alan bir kimse Müslüman değildir.

Ben Türkiyeli bir Müslüman olarak yeni Libya idarecilerinin Şeriat esaslarına dayanan bir anayasa yapma istek ve niyetlerini sempati ile karşılıyor, kendilerini tebrik edip alkışlıyorum.

Şeriat, Müslümanlara neler kazandırır, neler getirir?

(1) Can güvenliği.

(2) Mal güvenliği.

(3) Hem Müslümanlara, hem de zimmîlere din, inanç, ibadet, dinî kimlik, inancına göre yaşabilmek hürriyeti.

(4) Irz, namus, nesep güvenliği.

(5) Adalet ve insaf.

(6) Âdil bir hukuk.

(7) Âdil yargılanma. Mahkemelerin çok kısa zamanda avukat tutmadan, fazla masraf gerektirmeden âdil hüküm vermesi.

(8) Faizin ve faizcilerin fakirleri ve muhtaçları ezmesine son.

(9) Kadınların haysiyet, şeref, namuslarına hürmet; onlara seks ve şehvet aracı olarak bakmaya son.

(10) Toplumları, devletleri, halkları, hattâ imparatorlukları çökerten ve yıkan lüks, israf ve sefahate son.

(11) Hukuk ve yargı önünde tam bir eşitlik.

(12) Büyüklere saygı, küçüklere merhamet ve şefkat.

(13) Rüşvetin, haram yiyiciliğin, haram spekülasyonların kökünün kurutulması.

(14) Namuslu ve dürüst vatandaşların korkusuz ve endişesiz bir hayat sürmesi.

(15) Müslümanlara mahsus okullarda gerçeklere dayalı bir eğitim, kültür, ahlak ve karakter terbiyesi verilmesi.

(16) Olumlu çeşitliliğe ve çoğulculuğa tolerans.

(18) Son derece az vergi alınması, hizmetlerin çoğunun İslam vakıfları ile yapılması.

(19) Adalet önünde en güçlü, en zengin, en ünlü vatandaş ile en fakir, en güçsüz, en silik vatandaşın eşit olması.

(20) Şeriat, güçsüz haklının hakkını en güçlü haksızdan kopartıp alır.

(21) Şeriat birtakım suçların, ahlaksızlıkların, rezilliklerin, fısk ve fücurun alenen, serbestçe, küstahça, meydan okurcasına işlenmesine izin vermez.

(22) Kur'an "Sizin için kısasta hayat vardır" diyor. Şeriat adam öldüreni cezasız bırakmaz.

(23) Şeriat hırsızlığın kökünü keser. Şeriatın gerçekten uygulandığı bir ülkede hırsızlık ender (en nadir), çok istisnaî bir suç haline gelir.

(24) Şeriatın uygulandığı bir yerde kapıların kilitlenmesine, hele dört kilitli zırhlı çelik kapılara lüzum kalmaz.

(25) Şeriat hukuku, resmî vesikalar vererek birtakım kadınlara o...luk yaptırmaz, bu o...tan KDV ve gelir vergisi almaz, resmî izinli genelevlerin kapısında, fuhuş güvenliği ve huzuru için polis bekletmez.

(26) Şeriatın hakim olduğu ülkede, kadın ve kızlara gösterilen saygı dolayısıyla onların taşıma vasıtaları ayrı olur, rahat ve huzurlu bir seyahat yaparlar.

(27) Şeriat uyuşturucu ticaretine, kaçakçılığına müsamaha etmez (tolerans göstermez). Bu kötülüğü önlemek, halkın ve gençliğin sağlığını korumak için gerekirse beyaz tacirlerini idam eder. (Müslüman İran'da ve Singapur'da böyledir.)

(28) Şeriat ülkesinde işler adalete, hikmete (bilgeliğe), doğruluğa ve dürüstlüğe uygun olarak yürütülür.

(29) Şeriat rejimi kara, kirli, necis, haram servetlere göz yummaz. Sahiplerine nereden buldun diye sorar, hesap ister.

(30) Şeriat rejimi bir Müslüman için güven, huzur ve saadet rejimidir. Bir İslam düşmanı, bir ateist, bir haramhor için ise bir felakettir.

Şeriatı ancak ve ancak vasıflı, medenî, yüksek ahlaklı ve karakterli Müslüman kadrolar hayata uygulayabilir.

Cahiller, ahlaksızlar, bedevîler, münafıklar, haram yiyiciler, din sömürücüleri, mukaddesat bezirgânları, münafıklar, paraya tapanlar, nefs-i emmâre bataklıklarında debelenenler Şeriat düzeni kuramaz. Kutsal Şeriat zulümle, hırsızlıkla, rüşvetle, haram yiyicilikle, fısk ve fücurla bağdaşmaz.

Bugün birçok demokrat Avrupa ülkesinde Şeriat mahkemeleri kurulmuştur.

Zalim bir diktatörün pençesinden kurtulan kardeş Libya halkına Şeriatın gölgesinde huzur, güven ve mutluluk diliyordum.

(Bütün emperyalistler, Siyonistler, Haçlılar, Evangelistler, global gizli ve derin güçler, sömürgeci kapitalizm, üçyıldızlılar, müşrik ve kafirler, bilcümle nifak ehli ve diğer şer odakları Libya'da Kur'ana ve Sünnete dayalı bir Şeriat rejimi kurulmasını önlemek için seferber olacaktır. Allah onlara fırsat vermesin.)


Mehmet Şevket EYGİ - 30 Ekim 2011 Pazar

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #175 : 30 Ekim 2011, 08:40:48 »
Deprem Bir Değil ki... ( Deprem Rantı Depremi, Yardım Rantı Depremi )

Van'a yardım yağıyormuş. Yardımların dağıtımında aksaklıklar olduğu bildiriliyor. Van'da hava soğudu. Derece sıfır, kar bekleniyor. Evsizler tir tir titriyor. Küçük çocuklar, ihtiyarlar, hastalar perişan. Bazı yardım kamyonlarının yağmalandığı haberleri geliyor. Yardım çadırlarını yağmalayan bazı hainler köylerde para ile satıyormuş. Depremzede halk için sahra tuvaletleri yapılmamış. Her yer pislik ve çöp dolmuş.

Yedi katlı binanın zemin katındaki kolonlar kesilmiş, otomobil teşhir mağazası yapılmış. Bina çökmüş, 40 kişi ölmüş.

Devletin müteahhitlere yaptırdığı nice köy okulu binası çökmüş.

Van gibi bir zelzele bölgesinde sekiz katlı dev binalar yapılmasının yanlış olduğu şimdi bangır bangır söyleniyor. Bu söyleyenler bu gerçeği niçin daha önce haykırmamışlar?

Orada bahçeli evler yapılmış olsaydı bu kadar adam ölmeyecekti. Yüksek binalarda rant çok. Bahçeli küçük bağımsız evlerde rant yok.

Bir yığın dernek, vakıf, kuruluş yardım toplama faaliyetine girişmiş. Bu yardımların kontrollü ve denetimli bir şekilde toplanıp, gerçek ihtiyaç sahiplerine dağıtılması gerekmez mi?

Deprem Allah'ın bir kaderidir. Kulların, sağlam binalar yaparak, yüksek binalar yapmayarak, inşaatları çok sıkı ve ciddî şekilde denetleyerek, ilmin ve fennin uyarılarına dikkat ederek, kurallara uyarak depreme karşı tedbir almaları gerekir.

Acaba devlet, siyasî iktidar, belediyeler, sorumlular bu vazifelerini hakkıyla yerine getirmişler midir?

Allah'ın ilmi ve iradesi bütün mevcudatı kuşatmıştır. Allah'ın ilmi ve iradesi dışında bir sinek kanadını çırpamaz, bir yaprak sallanamaz. Deprem Allah'tandır. Bizim vazifemiz gereken tedbirleri almak, vazifemizi yapmaktır.

İlmin, fennin, ahlakın kurallarına uyulmuş olsaydı Van'da böylesine yıkım olmaz, böylesine ölüm olmazdı.

Helikopterden çekilmiş fotoğraflara baktım: Yan yana on binanın üçü çökmüş, içindekilere mezar olmuş. Diğer yedi bina ayakta... Demek ki, çöken binalar sağlam yapılmamış, malzemeleri çürük.

Ayak sesleri duyulan İstanbul depremi.

Depremini bekleyen İstanbul.

Deprem rantı yemek için antenlerini sinirli sinirli oynatan insan büyüklüğünde dev hamam böcekleri.

Her türlü rant yenir.

Deprem rantı yenir.

Yardım rantı yenir.


Mehmet Şevket EYGİ - 30 Ekim 2011 Pazar

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #176 : 31 Ekim 2011, 11:54:09 »
Pislikler Cemahiriyesi

BİR dostum anlattı: İran'dan, tüketim tarihi çoktan bitmiş beş senelik bayat çayları çok ucuza ithal ediyorlar ve bunları Türkiye'de yerli çaylarla harman yapıp piyasaya sürüyorlarmış.

Buna izin verenler haindir.

Bunu yapanlar hain ve merduttur.

Bu iş ahlaksızlıktır.

Böyle bir şey halkı aldatmaktır.

Peygamberimiz "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuştur.

Böyle bir sahtekarlık dine ve hukuka aykırıdır.

Hiçbir şerefli ve namuslu insan böyle bozuk bir işe teşebbüs etmez.

İlle de zengin olmak, çok para kazanmak istiyorsa bunu meşru yollardan yapsın.

Kurban bayramına az kaldı. Kiloyla hayvan satan bazıları tuzu yediriyor, suyu içiriyor ve hayvanı şişiriyormuş. Sahtekarlık sahtekarlık sahtekarlık... Böyle kazanılan paranın hayrı olmaz.

Türkiye halkının büyük çoğunluğu Müslümandır. Müslümanlığın temel şartlarından biri doğruluk ve dürüstlüktür.

Gerçek Müslüman icabında ölür ama haram yemez, aldatmaz, yamukluk yapmaz.

Yahu şu memleketin haline bakınız:

Haram yemek yaygın, genel, yoğun halde.

Binlerce domuz çiftliğinde yetiştirilen domuzlar Müslüman halka yediriliyor.

Ormanlarda vurulan yaban domuzları Müslümanlara yediriliyor.

Fuhuş, zina, karı satışı dev bir sektör olmuş.

Uyuşturucu da öyle.

Ülke bir mafyalar ve çeteler cemahiriyesi haline geldi.

Kanunlara, nizamlara, tüzüklere aykırı olarak ilk zelzelede yıkılacak, içinde oturanlara mezar olacak çürük çarık binalar yapılıyor.

Zelzele bölgelerine sekiz katlı dev yapılar dikiliyor.

Faiz ve riba bütün ülkeyi ağ gibi sarmış.

Rüşvet rüşvet rüşvet...

Haram komisyonlar.

Yapılaşmaya açık olmayan araziye yapılaşma izni çıkart, al yüklü komisyonu.

Arazinin beşte birine yapılaşma izni var, bunu beşte üçe çıkart al komisyonu.

On iki kata kadar yükseltme izni var, bunu yirmi beş kata çıkart, al komisyonu.

Hırsızlar, haramyerler, yolsuzluklar cemahiriyesi.

Rantlar cemahiriyesi.

Zina ve bina cemahiriyesi.

İğreniyorum.

Beddua ediyorum.

Lânet olsun!


Mehmet Şevket EYGİ - 31 Ekim 2011 Pazartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #177 : 31 Ekim 2011, 11:56:58 »
Uzun Korna Çalan Lüks Otomobil ve Madam Manokyan

DARACIK bir belde yolundan geçiyoruz. Yol kenarındaki levhalarda 30 km yazılı. Çocuk çıkabilir, hayvan çıkabilir... Biz bu sınıra uyuyoruz. Arkamızda lüks bir araba var. Hızlanmamız için korna çalıyor. Hızlanmıyoruz. Trafik kurallarını bozmaktan hoşlanmıyoruz. Sağda boş bir yer bulsak oraya çekileceğiz, arkadaki geçip gitsin. Öyle bir yer de yok. Nihayet birkaç kilometre sonra o lüks araba önümüze geçiyor. Geçerken uzun ve sinirli bir korna çalıyor. Çalarken bize küfr etti mi acaba?

Bir insanın ne mal olduğu arabasından değil, o arabayı nasıl kullandığından belli olur.

Trafik kurallarına uymayan bir vatandaş iyi değil, kötü bir vatandaştır.

Otomobili lüks ve pahalı ama kendisi sefil bir herif.

On gün kadar önce Sultanbeyli TEM yolunda feci ve korkunç bir kaza oldu. Dev bir TIR yolun karşı tarafına geçti, birkaç aracı biçti, 9 ölü, bir yığın yaralı...

Siz dünyanın en iyi şoförü olsanız, yolun karşı tarafına fırlayan alamet bir TIR'a karşı ne yapabilirsiniz? Alınacak hiçbir tedbiriniz yoktur.

Trafik konusundan devlet, halk, düzen ve ülke olarak çok ama çok kötü durumdayız.

Zenginleştik ama büyük kısmımız medenî insanlar olamadı.


Bu hasta toplumda otomobil bir ihtiyaç ve nakil vasıtası olmaktan çıkmış, bir fetiş ve statü haline gelmiştir. Otomobil fetişizmi.

Sadece otomobil mi?

Lüks mesken fetişizmi.

Lüks yazlık.

Lüks dekorasyon.

Markalı lüks giyim kuşam.

Lüks cep telefonu.

Lüks ve pahalı lokantalarda lüks yemekler yemek.

Bir porsiyon lüfer 500 TL.

İzmir'de şaraplı bir yemek adam başına 2500 TL.

Lüks Nermin'leşen bir toplum.

(Lüks Nermin bundan elli-altmış yıl öncesinin en büyük lüks randevucusuydu. Zengin, paralı, yüksek, elit tabakaya hizmet verirdi.)

Lüks, israf, sefahat toplumu hasta etti.

Kırk bin liralık bir otomobil ihtiyacını görecek ama o gidiyor 150 bin liralık bir araba alıyor. Bu adam hastadır, dengesizdir.

Bu ülkede lüks, pahalı araba sevdasına son kırk yıl içinde belki de bir trilyon dolar harcandı. Bu para/sermaye olarak iktisadî faaliyetlere yatırılmış ve adam gibi çalışılmış olsaydı Türkiye kalkınmada Almanya'yı ve Japonya'yı geçebilirdi.

Vasıflı, sağlıklı, dengeli vatandaşlar lükse, israfa, aşırı tüketime kapılmaz.

Onlar çok zengin de olsalar mütevazı bir hayat sürer.

Lüks, gösterişli, pahalı bir otomobil hiçbir kimseye zerre kadar şeref, haysiyet, itibar, değer kazandırmaz.

Cumhuriyet tarihinde bu ülkenin en lüks otomobili genelevler imparatoriçesi Madam Matild Manokyan'a ait olmuştur.

Onun şahane bir Rolls Royce'u vardı.

Otomobil konusunda İngiltere Kraliçesi ile boy ölçüşüyordu.

Onun lüks otomobilinin döşemeleri, dikenli yerlerde otlamamış antilop derisindendi.

Madam Matild Manokyan işte böyle şahane bir arabaya sahipti.

O genelevler imparatoriçesiydi.

Evleri TC'nin koruması ve gözetimi altındaydı.


O evlerde, üzerinde TC başlığı bulunan resmî vesikalarla sermayeler çalışırdı.

Madam yasal kadın ticareti yapardı.

Madam TC vatandaşı kadınları satardı.

Kadın özgürlüğü adına.

Evlerinin kapısında devletin polisleri beklerdi.

Müşterilere yazar kasalardan fiş verilirdi.

Vesikalı TC vatandaşı kadınların kazançlarından KDV kesilirdi.

Ayrıca gelir vergisi.

Bu vergiler devlet bütçesine katılırdı.

Diyanet İşleri Başkanının maaşı bile bu paralardan ödenirdi.


Madam kaç sene İstanbul vergi rekortmeni olmuştu.

Kendisine görkemli törenlerle ödül ve berat verilmişti.

O, düzenin kadınlara sağladığı sonsuz özgürlüğün/esaretin bir simgesiydi.

O, Türkiye'nin en lüks otomobiline sahipti.

O çok zengindi.

O, genelevler patroniçesi ve imparatoriçesi anlı şanlı Madam Manokyan'dı.

Madam'ın edebiyat tarafı da vardı. Atatürk hakkında akrostişli bir manzume yazmıştı. Atatürk'e âşıktı o.

Bazı bürokratlar Manokyan'a hanımefendi derler, bazıları Ana diye hitap ederler, elini öperlerdi.

Atatürk öldüğünde Manokyan haftalarca acı içinde matem tutmuş, kendine gelememiştir. O çok koyu bir Atatürk hayranı idi.

Manokyan bir ara cami yaptırmak istemişti...

Manokyan'ın vergi kaçırmadığı, TC'ye kazancının vergisini tam olarak ödediği söylenir. Onun nazarında "Vergilenderilmiş kazanç kutsaldı!.."

Madam öldüğünde Ermeni Patrikhanesi onu ihtişamlı bir cenaze töreni ile toprağa verdi.

Sırmalı elbiseli papazlar, ilahi okuyan korolar, mumlar, buhurdanlıklardan fışkıran kokular... Madam bir imparatoriçe gibi mezarına indirilmişti.

O zaten bir imparatoriçe değil miydi?

TC'li, KDV'li, yasal, resmî koruma altında, kadın özgürlüğünün simgesi, laik düzenini vesikasıyla yapılan fuhşun imparatoriçesiydi.

Ve onun çeşitli özellikleri listesinin başında, Türkiye'nin en lüks, en pahalı, en şaşaalı, en ihtişamlı, en debdebeli, en göz kamaştırıcı otomobile sahip olması gelirdi.

Bazı bürokratlar ona Ana derdi.

Bazıları hanımefendi derlerdi.

Kendisi öldü.

Anısı ve Rolls Royce'u kaldı.

O Rolls Royce acaba şimdi kimin mülkiyetinde?


Mehmet Şevket EYGİ - 31 Ekim 2011 Pazartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #178 : 01 Kasım 2011, 12:13:11 »
Asıl Büyük ve Korkunç Sefalet

BU ülkede çok fakir, işsiz, perişan, geçim sıkıntısı çeken, mahrumiyet içinde yaşayan bir kesim var mı? Elbette var. Bu gerçek inkâr edilemez. Birkaç örnek vereceğim. Şu anlatacağım vak'anın üzerinden bir yıl bile geçmedi. Çok fakir bir köylü ailesinin çocuğu Denizli'de askerlik yapıyor. Evden hiç harçlık gelmiyor. Askerin aklî dengesinde bozukluk başlıyor. Tebdilhava izni veriyorlar. Köyüne gitmek için cebinde bir kuruş yok. Otostopla Denizli'den Bursa'ya ulaşmaya çalışıyor. Zaten askere gelirken de otostop yapmış. Yolda, kendisini alacak bir vasıta ararken bir motosikletin çarpması sonunda feci şekilde ölüyor. Çocuğunun cenazesini gelip alması için babasına telefon ediliyor. Beş param yok, ya orada gömün, yahut devlet cenazeyi köye getirsin, burada toprağa verelim diyor.

Bu acı hadiseyi bütün gazeteler yazdı. Bendeniz de bir yazıma konu yaptım.

İkinci örnek:

Sultanahmet'te Sokullu Mehmet Paşa Camii civarında Özbekler Tekkesi sokağında bir doğulu bir aile yaşıyor. Sekiz kişi bir odada kalıyorlar. Hela dışarıda. Çocuklardan biri bir kaza sonunda sakat kalmış. Büyük geçim sıkıntısı çekiyorlar.

Üçüncü örnek:


Kadırga meydanı civarında kocası kanserden ölmüş dul bir kadıncağız var. Dört yetim çocuk ve kaynanası ile birlikte yaşıyorlar. Onların durumu da hiç parlak değil.

Örnekleri çoğaltmayayım. İşte böyle sefil, sıkıntılı, kimisi fakir, kimisi miskin vatandaşlar var. Devlet onlara hiç yardım etmiyor değil. Lakin yardımlar yetmiyor, yeterli değil.

Türkiye'deki bu sefaletin yanında bir de kültür, ahlak, karakter, vicdan, insanlık sefaleti var. Bu ikinci sefalet daha çok zengin, varlıklı, lüks hayat süren kesimde, türedilerde görülüyor. Her zengin böyledir demiyorum ama zengin kesimde bu sefalet çok yaygın.

Ülkemizde korkunç, dehşetli, çok vahim bir aydın sefaleti de görülüyor.

Aydın derken yarı aydınları, aydınımsıları, kendilerini aydın sananları, gösterenleri kasd ediyorum.

Biz de büyük aydınlar var mıdır?

Üniversite bitirmiş, ağzı laf yapan, yazı yazabilen herkes kendini aydın sanıyor ama aydın olmak o kadar kolay ve ucuz değildir.

Bana kalırsa bu ülkede yüz gerçek ve büyük aydın bile yoktur.

Arada şu hususu da belirteyim: Bendeniz kendimi aydın sanmam ve göstermem. Böyle bir şey haddini bilmezlik ve küstahlık olur. Peki ben kimim? Okur yazar bir Türkiyeliyim. Hem bol bol okurum, hem de yazarım.

Aydın değilim ama inşAllah namuslu ve haysiyetli bir okur yazarımdır.

Gerçek aydın olmanın birinci şartı şudur:

Siyasî mânada değil, genel mânada bütün kötülüklere, yamukluklara, yolsuzluklara, ahlaksızlıklara, çirkinliklere muhalif olacaktır.

Türkiye, uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerinde 10 üzerinden 5'in altında not aldığına göre, bir Türkiyeli aydının mutlaka muhalif olması gerekir.

Yalakalık, yağcılık, evet efendimcilik, dalkavukluk yapan, maddî menfaat ve yağlı kemik kapmak için kuyruk sallayan kimseler aydın değil, sahte aydındır, sefil ve rezil kimselerdir.

Ülkemizin en büyük sefaleti zengin, seçkin, yüksek, elit tabakanın ruh ve ahlak sefaletidir.

Sadece büyük sefalet değil...

Vahim sefalet,

Korkunç sefalet,

Mânen öldürücü sefalet,

Öğürtücü sefalet,

Yıkıcı sefalet...

Vicdanlarını ve kalemlerini yüksek maaşlar, haram gelirler, bol imkanlar karşılığında satanlar ve kiralayanlar sefil ve rezil mahluklar değil de nedir?

Gerçek, sâlih, ahlaklı ve faziletli Müslümanları tenzih ederek beyan ediyorum:

İslamcı kesimde de rezil sefiller vardır.

Yirmi yıldan beri bu sütunlarda onları ağır şekilde tenkit ediyorum.

Vazifesini yapmayan bütün sorumlular ve vazifeliler de sefildir.

Elbette bu ülkeye, bu halka hizmet eden, gerçeği destekleyen müsbet/olumlu, hayırlı, faydalı cemaatler vardır. Onlara bağlı olanları tenzih ederek söylüyorum: Cemaatçilik yapan, cemaat holiganlığı yapan, sekter düşünce sahibi olanlar da sefildir.

İstanbul büyük bir deprem tehlikesi ve tehdidi karşısındadır. 17 Ağustos büyük depreminden bu yana on iki yıl geçti. Beklenen depreme karşı tedbir almayan, vazifelerini yapmayan bütün sorumlular sefildir.

Aydınların, akademisyenlerin, seçkin sınıfın başa geçerek İstanbul'da beklenen depreme karşı bir milyonluk kişilik bir miting veya yürüyüş yapması gerekmez mi?

Bendeniz muhalif olmayı şu veya bu partiyi tutmak, iktidarın faaliyetlerini beğenip beğenmemek şeklinde algılamıyorum. Bu memlekette kötülük varsa, yanlışlık varsa, çirkinlik varsa, haram rant yeme varsa, ahlaka ve fazilete aykırı yolsuzluklar ve bulaşık işler yapılıyorsa bunlara karşı olmak, bunları tenkit etmek, bunlar la (yıkıcı olmamak şartıyla) mücadele etmek her namuslu ve haysiyetli vatandaşın vazifesidir.

Ahlaksızlık en kötü sefalettir.

Sosyal adaletsizlik en berbat sefalettir.

Adam zengin, iki milyon dolarlık evi var, otomobili 150 bin dolar, efsanevî bir servete sahip. Lüks restoranlarda bir kişi bir defada bin liralık yemek yiyor... Bu herif bu serveti haram şekilde elde etmişse sefilin sefili, rezilin rezilidir.

Bir tas çorba ve bir iki dilim kuru ekmekle doyan fakirlerin sefaleti bu ülkeyi batırmaz ama zenginlerin, seçkinlerin, yalakaların, yarı aydınların ruh, ahlak, karakter, kültür ve vicdan sefaleti batırır, çökertir.

Türkiye kendini ıslah etmezse bu sefaletten yıkılacaktır.



Mehmet Şevket EYGİ - 1 Kasım 2011 Salı

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Mehmet Şevket EYGİ Bey'in Günlük Yazıları ve Makaleleri
« Yanıtla #179 : 01 Kasım 2011, 12:13:53 »
Açık Mektup

Efendim... Selamdan sonra: Mektubunuzu aldım, teşekkür ederim.

Bir Müslümanın, ilmine sahip olduğu faydalı ve lüzumlu bir konuyu, öğrenmeyi arzu ve kendisine öğretilmesini talep eden, hem de o bilgiyi öğrenmeye ehil ve layık olan bir kimseye öğretmesi vaciptir.

Binaenaleyh size taleb ettiğiniz konuda yardımcı olacağım. Ancak bazı şartlarım vardır. Onlara uymanız gerekir.

Birincisi: Sahih itikad sahibi olmalısınız. Bunun için Ehl-i Sünnetin iki itikad imamından birini, yani ya İmam Eş'arî'yi, ya İmam Mâturdî'yi itikatta imam/önder olarak kabul etmeniz gerekir.

İkincisi: Günlük beş vakit namazı kılmalısınız. (Ehl-i Sünnet mezhebinde günlük namazları üç vakitte cem ederek kılmak yoktur. Böyle yapıyorsanız size yardımcı olmam. Çünkü bu büyük ve tehlikeli bir bid'attir.)

Üçüncüsü: Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, ılımlı/light İslam, Fazlurrahmancılık, BOP'çuluk, Kemalist İslam, mezhepsizlik, Afganîcilik, İslam aktivizmi, Necdîlik, Selefîlik gibi bid'at cereyanlarından uzak olmanız gerekir.

Dördüncüsü: Hayırlı ve faydalı bir cemaate veya tarikate mensup olabilirsiniz ama cemaatçi ve tarikatçi iseniz size yardım edemem.

Bu şartları sizde varsa size imkanlarım dahilinde zaman ayıracağım.

Selamet ve afiyet dilerim efendim.


Mehmet Şevket EYGİ - 1 Kasım 2011 Salı