Uğursuzluk ve Bereketsizlik

Başlatan Mücteba, 05 Nisan 2011, 00:16:23

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Tarikata değil, Tarikatçılığa Karşıyım

Bir vatandaş "Sen tarikatlara karşısın" diyor. Böyle bir iddia iftiradır. Bendeniz tarikatlara ve tasavvufa taraftar bir Müslümanım. Yazılarımı okuyanlar bunu bilir.

Kaç kere yazdım: Bendeniz tarikata, tarikatlı olmaya taraftarım ama tarikatçiliğe karşıyım.

Hanefî mezhebine bağlıyım ama mezhepçi değilim, mezhepçilik yapmam.

Gerçek tarikatlara taraftarım ama tarikatçilik yapmam.

İslam'a gerçekten hizmet eden cemaatleri beğenirim, severim, desteklerim ama cemaatçilik yapılmasından hiç mi hiç hoşlanmam.

Tarikatli... Tarikatçi...

(li) eki ile (çi) eki çok önemlidir.

Hattâ bendeniz, ideoloji koktuğu için İslamcılığı bile benimsemem.

Tarikatli Müslümanda Ümmet şuuru vardır.

Tarikatli Müslüman fırka ve hizip asabiyetine saplanmaz.

Diğer tarikatlara mensup kardeşlerini dışlamaz.

Tarikati din haline getirmez.

Tarikatin başındaki muhterem zatı rablaştırmaz.

Din ve mukaddesat sömürüsü yapmaz ve böyle çirkin bir günaha destek vermez.

Şeriatın bütün emirlerini yerine getirir.

Sünnete uyar.

Bid'atlardan kaçınır.

O iyi bir Müslüman ve iyi bir insandır.

Bu yüzden tarikatçılık yapmaz.



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Ağustos 2011 Cumartesi

Mücteba

Erzurum'da Provokasyon

Erzurum'da kızıl saçlı açık kıyafetli genç bir hanım oruç ayında sokakta sigara içerken iki Müslümanın tepkisine mâruz kalmış. Selanikliler hemen yaygara koparttılar, kadın linç edileyazmış falan filan...

İstanbul'da, İzmir'de, Ankara'da oruç tutmayanlar açıkça yiyip içiyorlar ama bazı şehirlerimizde durum başkadır. Açıkta yenilip içilmesi hoş karşılanmamaktadır. Oralarda bir tür Müslüman mahalle baskısı vardır.

Oruç tutmayanların o şehirlerde, sosyal barışı korumak için daha dikkatli hareket etmeleri gerekir.

Erzurum'daki vak'aya gelince:

Genç bir hanımefendinin sokakta sigara içmesi zaten doğru değildir. Böyle bir şey şehir ve medeniyet görgü ve terbiyesine yakışmaz.

Bir Kürtçünün (Kürt demiyorum...) Türklerin yaşadığı bir yerde bir elinde Kürt bayrağı, öbür elinde "Yaşasın özerk Kürdistan!" yazılı bir pankartla dolaşması akıl kârı mıdır?

Bendeniz şu anda tâtil yapmak için Hakkâri yaylalarının birine gidebilir miyim? Gidersem can güvenliğim olur mu?

Akıllı, tedbirli, barışsever vatandaşların dikkatli olması gerekir.

Erzurum'da sokakta sigara içen hanım hukuken kabahatli ve suçlu değildir ama bilgelik ve ahlak açısından kusurludur.

"Erzurum muhafazakâr bir şehirdir. Burada, benim gibi genç bir hanımın Ramazanda sokakta sigara içmesi doğru olmaz. Kimseyi üzmeyeyim, sinirlendirmeyeyim. Kendi canımı da üzmeyeyim..." demesi gerekmez miydi?

Bu hanım, yapmadım dese de, farkında olmadan provokasyon yapmıştır.

Akıllı vatandaşlar halkın hassasiyetlerine saygılı olmalıdır.

Bendeniz Hindistan'ın Benares şehrinde yaşasam, orada sokaklarda kaldırımın ortasına yatmış geviş getiren kutsal ineklere kışşt bile demem. Çünkü böyle bir şey Mecusileri öfkelendirir, üzer ve başımı belaya sokabilir.

Erzurum'da, nice başka dindar şehrimizde Ramazan günlerinde açıkta yemek, içmek, sigara tüttürmek kanunen serbesttir ama ahlaken sakıncalıdır.

Erzurum'da sokakta sigara içen genç hanım İmam-Hatip mektebi mezunuymuş...

Demek ki, hiç özrü yok.

Birbirimizi kırmasak, üzmesek, sosyal barışı korusak, provokasyon yapmasak, fitne fesat çıkartmasak ne iyi olacak...

"Atatürk Türkiye'sinde nehar-ı Ramazanda oruç yiyenlere baskı yapılamaz!..." diye yaygara kopartanlar realist olsunlar.

Gerçek bir Müslümanın oruç tutmayan din kardeşleri hakkındaki duyguları ve düşünceleri nelerdir?

1. Üzülür, keşke oruç tutsaydı der... 2. Hiçbir şer'î özrü olmadığı halde oruç tutmamak münker (kötü) bir şeydir. Müslüman bunu sevmez, beğenmez, hoş görmez... 3. Oruç tutmayana nehy-i münker yapılabilir mi?... Bunu fertler yapmaz, varsa İslam devleti yapar. Nitekim Osmanlı devleti zamanında ve Cumhuriyet'in ilk iki yılında açıkta Ramazan gününde oruç yiyen Müslümanları polis yakalıyordu... Laik devlette böyle bir uygulama olmaz...

Türkiye her şeye rağmen bir İslam ülkesidir (İslam devleti değildir). Türkiye'de İslam dominant/hâkim unsurdur. Müslümanlar çoğunluktadır. Binaenaleyh toplumsal barışı korumak için, oruç tutmayanların dikkatli olmaları, Müslümanları üzmemeleri gerekir.

Müslüman fitne ve fesat çıkartmaz... Müslüman kendi kafasına göre emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaz ama nehar-ı Ramazanda alenen oruç yenilmesini de beğenmez, sevmez, hoş görmez. İslam'ın iyi görmediği, kötü gördüğü bir şeye kalben buğz etmek imanın asgarîsidir.



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Ağustos 2011 Cumartesi

Mücteba

İstanbul Ezanları

İnsanın tüylerini ürperten, gözlerini nemlendiren, mânevî neş'e ufuklarına götüren harikulade İstanbul ezanları dinlemek istiyorum. Sonuna kadar açılmış mâdenî sesli hoparlörlerden avaz avaz bangır bangır ezanlar değil, o İstanbul'un mâruf eski müezzinlerinin gönülleri heyecanlara gark eden ezanları gibi. Merhum Sultan Abdülhamid'in başmüezzininin okuduğu ezana benzeyen ezanlar.

Böyle ezan okunan bir camiye gitmek istiyorum. Mensuplarının her biri bir vakar heykeli düzgün kıyafetli sessiz bir cemaat arasına katılmak istiyorum.

Osmanlı cüppesi giymiş bir imam... Arapçayı, Osmanlıcayı iyi bilen, şehir kültür ve medeniyetine sahip, aruza âşina, kıraati çok düzgün bir hoca... Bu zatın ardında mesela sabah veya yatsız namazı kılarken kendimden geçmek istiyorum.

O namazın hiç bitmemesini arzulamak...

Ruhumu ihtizaza getirecek tesbihat istiyorum.

Duadan sonra okunan aşr-ı şerifi dinlerken dünya hayuhuyunu unutmak istiyorum.

Camiden ayrılırken sessiz temennalar, belli belirsiz tebessümler...

Yüksek hazlar, safalar, neş'eler...

Hayatı günde beş kez durduran ezanlar, namazlar.

Böyle ezanları dinlerken, böyle namazları kılarken ağlamak istiyorum.

Ah İstanbul ezanları!...

Ah mü'minin mi'racı namazlar.

Aruz ve musiki bilenlerin lahutî kıraatleri.

Hoparlörsüz, gürültüsüz.

Arada bir de olsa heyecandan kendini kaybeden biri.

Yüzünden nur fışkıran şu yaşlı zatın arakiyesi ne kadar güzel.

Şu muhterem efendi hangi tekkenin şeyhidir?

Kenardaki üç genç Uşşakî tarikatinden mi?

Nurdan heykellerin etrafındaki hâleler.

Gölgeler gibi geldiler, gölgeler gibi gittiler.

Çok uzaklardan Pertevniyal Valide Sultan camii başmüezzini merhum Cemal efendinin ezanı duyuluyor.

İstanbul ezanları.

Onlara çok muhtacım.



Mehmet Şevket EYGİ - 13 Ağustos 2011 Cumartesi

Mücteba

Müslümanların Sekülerleşmesi

On milyonlarca Müslüman halk çok kötü şekilde sekülerleşti, yani dinden uzaklaştı.

Sekülerleşenler içinde beş vakit namaz kılanlar bile var.

Müslümana soruluyor, "bu gün ayın kaçı?". Miladî Efrencî tarihi veriyor. Hicrî İslamî takvimden haberi yok.

Müslümana saati soruyorsunuz, vasatî alafranga saati söylüyor; ezanî alaturka saatten haberi yok.

Bundan elli altmış sene önce herkes başı örtülü olarak namaz takkesiyle namaz kılardı, şimdi bu sünnete ve edebe riayet edenler çok azaldı.

Alafranga seküler Müslümanlar devrinde yaşıyoruz.

Müslüman hanımların çoğu başlarına bir bez örtmekler her şeyi yapabileceklerini zannediyorlar.

Müslümanların çoğu Sultan Abdulhamid'i seviyorlar, ona hayır dua ediyorlar lakin Sultan Abdulhamid bizim halimizi görse çok üzülür, çok şaşar, çok öfkelenirdi.

Müslüman kadın ve kızlar nâ-mahrem erkeklerle çok laubali, çok serbest şekilde konuşup gülüşüp sohbet ediyorlar. İslam dini ve şeriatı böyle bir şeyi kabul etmez.

Birkaç sene önce bir tesettür defilesi yapılmıştı. Bir hafta önce bilmem ne trikonun mayolarını teşhir eden mankenlere sözde tesettür elbiseleri giydirmişler, cehennemî bir musiki ile podyumda rap rap, tak tak yürütüyorlardı. Yüzden fazla elbise teşhir edildi, bunların içinde bir tek geleneksel İslamî kıyafet yoktu. Eşarp, tunik, pantolon, pardösü, tayyör...

Yahu böyle İslamî tesettür olur mu?

Japonlar hâlâ yer sofralarında yemek yer, yer yataklarında yatar, biz ise bu konuda Avrupâîleşmişiz.

Çocukluğumda, gençliğimde yakın zamanlara kadar Müslüman bir eve misafir gittiğimiz zaman evin hanımları görünmezlerdi. Çay ve kahve mi verecekler, kapıyı tıklatırlardı, evin beyi yahut delikanlı oğlu gider, tepsiyi alır, kendisi dağıtırdı. Şimdi yine böyle Müslüman evleri var ama sayıları çok azaldı.

Sokaklarda tesettürlü genç hanımlar görüyorum. Ellerinde bir dondurma külahı, şap şap yalaya yalaya yürüyorlar. Böyle bir şey Sultan Abdulhamid zamanında olsaydı kadınlara bir şey yapmazlardı ama onların velilerini (kocalarını, babalarını) zaptiye nezareti vasıtasıyla ta'zîr ederlerdi.

Şehir terbiye ve görgüsüne sahip, medenî, mürüvvetli Müslümanlar sokaklarda, çarşılarda, pazarlarda açıkta bir şey yiyip içmezler, bu çirkin adet bize Batı'dan gelmiştir.

Eski Müslümanlar çarşıdan, pazardan, kasaptan pahalı bir yiyecek maddesi satın aldıklarında bunu kapalı hasır zembillerle eve götürürlerdi, alamayanları ezmemek ve üzmemek için...

Türkiye'deki Müslüman erkeklerin çok büyük bir kısmının kılık ve kıyafetleri tamamen Avrupâîdir. Sokakta yürüyen bir insanın Müslüman olup olmadığını ancak keşif ve keramet sahipleri anlayabilir.

Müslümanlar için yakasız gömlekler, istanbulinler yapılsa ne iyi olur. Kışın kürklü kalpaklar, Müslüman bereleri modası çıkartılsa...

Sultan ikinci Mahmud zamanında Avrupa kıyafeti alındı ama şapka kabul edilmedi. Fes, Osmanlılığı temsil ediyordu. Gayr-i Müslim Osmanlılar bile militan küfrü temsil eden şapkayı giyemezlerdi. Devlet-i Osmaniye'nin son zamanlarında İstanbullu Rum avukat Yorğaki Efiminiyadis şapka giydiği iddiasıyla barodan atılmıştır.

Cumhuriyet ilan edilince İstanbul'daki Avrupa hayranı birkaç mürted şapka giydiler, polis onları yakaladı. Durumu Ankara'ya bildirdiler, "onlara bir şey yapmayın, zaten biz bu meseleyi kökünden halledeceğiz" cevabı geldi. (O zamanın emniyet müdürü Hüsamettin Ertürk'ün hatıralarında yazılıdır.)

Müslümanları sekülerleşme erozyonundan koruyup kurtaracak, yeniden İslam kültürüne kazandıracak seferberliği hangi şahıslar, hangi zümreler, hangi cemaatler başlatacaktır?



Mehmet Şevket EYGİ - 14 Ağustos 2011 Pazar

Mücteba

Hacıbayram Camii'nde Vahim Bir Bid'at

Çağımızın büyük Ehl-i Sünnet âlimi dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendi Büyük İslam İlmihali adlı çok faydalı ve değerli eserinde şöyle diyor:

"İmamın arkasında önce erkekler. Sonra erkek çocuklar, daha sonra kadınlar saf bağlar. Erkeklerin bu sıraya uyması sünnettir, kadınların (bu sıraya ) uyması ise farzdır."

Ankara Hacıbayram Camii'nde yatsı namazında caminin içine erkeklerin sokulmamasının, imamın arkasına kadınların yerleştirilmesinin fıkha aykırı vahim bir bid'at ve zorlama olduğunda hiç şüphe yoktur.

Niçin böyle bir uygulama yapılmıştır?

Niçin camideki kadın sayısını çoğaltmak için dışarıdan kadınlar taşınmıştır?

Böyle bir uygulamanın asıl ana sebebi nedir?

26 Şubat 2008 tarihinde BBC News'de yayınlanan "Turkey in radical revision of Islamic texts" (yazarı: Robert Pigott), adlı yazıda, Türkiye'de, 1400 yıllık İslam tarihinde görülmemiş bir dinde reform yapılmak istendiği yazılmıştır.

Ülkemizdeki Sünnî İslam, ABD ve Feminizm normlarına göre biçimlendirilmek istenmektedir.

Diyanet Sünnî bir kurum olmaktan çıkartılıp Fazlurrahman mezhebine göre ayarlanmak istenmektedir.

1930'lu yıllarda ülkemizde Arapça asıl Kur'an-ı Kerimin yerine Türkçesinin konulması yolunda bazı tecrübeler yaşanmıştı.

Hattâ o zaman Mısır'da bulunan ve TC tarafından kendisine bir Kur'an tercümesi ısmarlanmış bulunan merhum Mehmed Akif, tercüme metninin göndermemiş, dostu İhsan efendiye emanet etmiş, ben ölünce yakarsın diye vaziyet etmiştir. Nitekim ölümünden sonra yakılmıştır.

Din konusunda Kemalizm devri reform hareketleri hortlatılmıştır.

Koskoca cami... Yatsı ve teravih namazında erkekler içeriye sokulmuyor, onlara siz avluda kılın deniliyor... Caminin içine, imamın arkasında kadınlar dolduruluyor. Mevcut kadın cemaat yeterli olmadığı için dışarıdan taşınıyor...

Siz bir Müslüman olarak böyle bir uygulamayı normal mi görüyorsunuz?

"Kadınlar rahat etsinler diye böyle yaptık" açıklamalarını samimî mi buluyorsunuz?

Ankara Hacıbayram cami-i şerifi çok eski ve tarihi bir mâbedimizdir.

Avlusunda evliyaullahtan Hacıbayram veli hazretlerinin türbesi vardır.

Sanırım o camide böyle bid'atler çıkartıp uygulayanlar uyarılacaktır.

İnşaAllah mânevî tokatlar şefkatli olur.



Mehmet Şevket EYGİ - 14 Ağustos 2011 Pazar

Mücteba

Ağlayabilsek Bari!..

İslam dünyası fâcialar ve felâketler yumağı. Bunlara alışmış ve kanıksamışız. Çok az üzülüyoruz, yeteri kadar tepki göstermiyoruz.

İniltilerimiz çok cılız. Halbuki çok şeyler yapabiliriz.

Suriye'deki Sünnî Müslüman kıyımına karşı bir milyon kişilik bir protesto yürüyüşü yapamaz mıyız? Yapabiliriz ama yapmıyoruz.

Ramazan, millet oruçlu, mevsim çok sıcak... Öyle ama Suriye'de sivil Müslümanlar öldürülüyor. Onlar ölürken bizim biraz yorulmamızın lafı mı olur.

Somali'de açlıktan ölme derecesine gelmiş on milyon Müslüman için yaptıklarımız yeterli midir? Yeterlidir diyen varsa gelsin, yeterli olduğuna dair Kur'an üzerine yemin etsin. Edebilir mi?

İslam dünyası parçalanırsa işte böyle olur.

Ümmet İmam'sız ve Emîr'siz kalırsa işte böyle olur.

İslam dünyasının zengin ve imkânlı kısmı, aç ve perişan kısmına yardım etse bütün Müslümanlar doymaz mı?

Ortadoğuda belki de bir trilyon dolar petrol ve sair paraları ABD'nin Siyonist bankalarında kenz edilmiş (istiflenmiş, yığılmış) vaziyette duruyor. Bu paranın bir kısmı ile Somali Müslümanlarına birkaç gemi dolusu yiyecek gönderilemez mi? Maalesef gönderilemez. Yeterli para var ama yeterli vicdan yok.

İslam dünyasında, uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerine göre, 10 üzerinden 5 veya 5'in üzerinde not alan tek ülke yoktur. Üç sene mi ne oluyor, İsrail Gazze'ye saldırdığı zaman Türkiye'nin Müslüman halkı zavallı Filistinliler için yardım paraları toplamıştı. Bunlar yerine ulaştı mı? Maalesef ulaşmadığı iddia ediliyor... Hâlâ bankada bekliyormuş. İsrail göndermeyin demiş. Filistinlilerin o yardımlara ihtiyacı çok. Bari şu Ramazan'da ulaştırılsın.

Bendenizin fazla bir imkanım yoktur ama az da olsa yardım edebilirim. Vereceğim zekat veya sadakanın tamamının (100 dolarsa, 100 dolar olarak) mesela Somali'deki bir fakire ulaşması, eline verilmesi gerekir. Zekatın şartlarından biri de temliktir. Şu anda bunu yapabilecek teşkilatımız var mıdır?

Somali'deki facia sadece açlık değil. Orada Müslümanlar birbiriyle savaşıyor. Vehhabî/Selefîlerle tarikat mensubu Ehl-i Sünnet Müslümanları... Açlığa çare bulsak bile bu kardeş kavgasını nasıl durduracağız?

Filistin'deki, Somali'deki, Suriye'deki faciaları biliyoruz ama Arakan'dan haberimiz var mı?

Somali'de bir Yahudinin burnu kanasa bütün dünya ayağa kalkar. Orada on milyon Müslüman aç...

Türkiye'de lüks iftarlar gırla gidiyor.

Lüks iftarların aleyhinde yazdığıma, verip veriştirdiğime bakmayın, bazen kıramıyorum ve gidiyorum. Biri yüzüme tükürsün veya ben aynaya tüküreyim.

Yahudilerin Kudüs'te bir Ağlama Duvarı var.

Bizim Ağlama Duvarlarımız sayısız.

Gerekeni yapamıyoruz, bari ağlasak. Onu da yapamıyoruz.

Cemaati yürekten ağlatan bir vaiz bulunsa... Sultanahmed veya Süleymaniye camiine on bin Müslüman toplansa... Vaiz konuşsa, cemaat ağlasa, gözyaşları seller gibi aksa... Bu manzarayı tv kameraları yüz milyonlarca insana gösterse... Onlar da ağlasa... Belki bu gözyaşları, içimizdeki ve dışımızdaki kirleri ve pislikleri biraz temizler de kendimize geliriz.

Bu akşam Galatasaray mektebi mezunlarından bir grubun orta bir lokantada verdiği iftara davetliyim.

Bende vicdan kalmamış. Suriye'de kardeşlerim öldürülürken, Somali'de Müslümanlar açlıktan ölürken, Arakan Müslümanları kan kusarken, Gazzeliler Cehennem hayatı yaşarken ben nasıl ziyafetlere gidip güzel yemekler yiyebiliyorum?

Mutlaka en azından ağlamamız lazım. Bunca facia, felaket, afet içinde ağlamamak çok kötü.

"Bende-i mü'min olan çeşm ter ü giryan olur

Çeşmi giryan olmayan elbette bî-iman olur"



Mehmet Şevket EYGİ - 15 Ağustos 2011 Pazartesi

Mücteba

Doğru, Hayırlı, Faydalı, Meşru Cemaat Hangisidir?

ÜMMET içinde elbette olumlu çeşitlilik, faydalı cemaatler, hakka götüren tarikatlar, hizmet grupları olacaktır ama......

Hiçbir cemaatin kendisini İslam ile özdeş görmesi kabul edilemez. Cemaatse cemaatliğini bilecek, kendisini İslam ile eşit görmeyecektir.

Cemaat bir parçadır, bütün değildir. Hiçbir cemaat bütün olma iddiasına sahip olmamalıdır. İyi, faydalı, düzgün, dengeli cemaat; Kur'an, Sünnet, icmâ-i ümmet dairesindeki bütün doğru cemaatleri kardeş kabul edecek, onlarla irtibatlı olacaktır.

Bir cemaat ne kadar güçlü, bol taraftarlı, etkili de olsa mutlaka Kur'ana, Sünnete, icmâya, Şeriata, zâruriyat-i diniyeye uymaya mecburdur.

İtikatta vahim bozuklukları olan cemaat iyi ve hayırlı bir cemaat değildir.

Hiçbir cemaatin dinî konularda, din sahasında bid'at çıkartmaya, bid'atli olmaya hakkı yoktur. Böyle yaparsa meşruiyet dairesinden çıkmış olur.

Müslümanlıkta esas ve temel olan ümmet şuuru ve asabiyetidir. Cemaat, hizip, fırka, grup asabiyeti var, ümmet hassasiyet, şuur ve asabiyeti yok. Onlarda vahim bir yoldan çıkış vardır.

Hiçbir cemaat, İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu temel inancına aykırı bir inanç çıkartamaz. İslam Allah katında hak din olmakta müşareket (ortaklık) kabul etmez.

İslam'ın Allah katında geçerli, hak, muteber, makbul tek din olduğu Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir. Bunun aksine hiçbir inanç, görüş, düşünce kabul edilemez.

Hiçbir cemaatin "Bu devirde üç hak ibrahimî din vardır. Bunların üçünün mensupları da ehl-i necattır ve ehl-i Cennettir" demeye hakkı yoktur.

Hiçbir cemaat "İslam'ı, Kur'anı, Resulullah'ı inkar, red ve tekzib eden Ehl-i Kitab da kurtulmuşlar camiasındandır" bâtıl inancını yayamaz.

İslam'da üstünlük şu veya bu cemaate, hizbe, fırkaya, gruba, tarikata mensup olmakla elde edilmez, ancak takva ile elde edilir. Takva ise ilimle, irfanla, firasetle, ihlasla, salih ameller işlemekle, nefisle büyük cihad yapmakla, mürüvvet ve fütüvvetle olur.

Hiçbir cemaatin Kur'anın, Sünnetin, icmâ-i ümmetin, hikmetin öngörmediği keyfî sözde hizmetler yapmaya hakkı yoktur.

Her hayırlı ve faydalı cemaat şu değerlere hizmet etmekle mükelleftir:

Kur'ana hizmet... Sünnete hizmet... Şeriata hizmet... Ümmete hizmet... İslam ahlakına hizmet...

Müntesiblerinin (bağlılarının, üyelerinin) itikatlarını tashih etmeyen, onlara çok dikkatli bir şekilde cemaatle namaz kıldırmayan, kadınlarının ve kızlarını tesettüre sokmakta ihmal ve tehâvün sergileyen, zekatlarını Kur'ana, Sünnete, fıkıh ve Şeriata uygun olarak verdirtmeyen ve sarf ettirmeyen cemaatler hatâlı ve kusurlu cemaatlerdir.

Ehl-i Sünnet İslamlığında Peygamberan-ı izam hazeratından (aleyhimüsselam) başkaları mâsum değildir. Başındaki zatları mâsum, lâ yuhti (hatâ etmez) olarak kabul eden cemaatler ve tarikatler Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmış olur.

Bu ümmet, Peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olan Sıddiq ve Fâruk hazeratından bile hesap sormuştur. Hiçbir Ehl-i Sünnet cemaati başındaki muhterem zatı lâ yüs'el (kendisinden hesap sorulamaz) olarak göremez ve gösteremez.

Bugün ülkemizde çok şükür itikadı sahih ve düzgün, bid'atlerden uzak, Şeriata sımsıkı bağlı, ahlaklı, dürüst, faziletli cemaatler vardır ve İslam'a hizmet etmektedir. Kendilerine teşekkür borçluyuz.



Mehmet Şevket EYGİ - 15 Ağustos 2011 Pazartesi

Mücteba

Hem Kur'an Hem İncil Okumuşlar

Herten Almanya'da 65 nüfuslu bir şehirdir. Burada Hacıbayram camii adında bir cami bulunmaktadır. /munsterditib.de/ sitesinde okuduğum bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum:

"HABER: Herten'de CIAK (Müslüman-Hıristiyan Çalışma Grubu) Toplantısı. Santa Barbara kilisesinde, Herten'de bulunan tüm cami ve kiliselerin görevlilerini ve cemaatlerini bir araya getiren bir toplantı yapıldı. Toplantıya Kur'an-ı Kerim ve İncil okunarak başlandı..."

Sitede sarıklı cami imamını, kendi özel kilise libaslarına bürünmüş olarak Katolik ve Protestan papazlarını bir arada gösteren fotoğraflar da yer alıyor.

Bu toplantıyı, cami imamının kiliseye gitmesini, orada Kur'anla birlikte İncil okunmasını bir Müslüman olarak garipsedim. Çünkü İslam'ın temel öğretilerine göre Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerindeki kutsal metinler tahrife, değişime uğramıştır.

Peygamberimizin gelişinden sonra önceki dinlerin hüküm ve şeriatları nesh edilmiştir.

Kur'an'a, Sünnete, icmâ-i ümmete göre Allah katında tek hak, geçerli, makbul din İslam'dır. Hıristiyanlar İslam'ın hak din olduğunu kabul etmezler, biz Müslümanlar da Hıristiyanlığın hak din olduğunu kabul etmeyiz.

Bugün dünyada üç hak ibrahimî din olduğu iddiası ve inancı Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ulema ile, Şeriat ahkamıyla asla bağdaşmaz.

İslam'ın temeli Tevhid inancıdır, Hıristiyanlığın temeli ise Teslis inancıdır. Tevhid ile Teslis birbiriyle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

Hıristiyanlar İslam'ın hak din, Hz. Muhammed'in (Salat ve selam olsun ona) Resulullah, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın vahy etmiş olduğu ilahî ve kutsal kelam olduğuna iman etmezler. Aksine red, inkâr ve tekzib ederler.

Biz Müslümanlar Allah'ın Tevrat ve İncil adında ilahî kitaplar göndermiş olduğuna iman ederiz ama bugünkü metinlerin gerçek Tevrat ve gerçek İncil olduğunu kabul etmeyiz. Tahrif, değiştirme, çıkartma olduğuna, kul sözü katıldığına inanırız.

1400 yıllık İslam tarihinde Müslümanlarla Hıristiyanların bir araya gelip de Kur'an ve İncil okudukları görülmemiştir.

Biz Müslümanlar İsa aleyhisselamı Allah'ın ülülazm Resullerinden olarak kabul ederiz, kendisini severiz.

Hıristiyanlar ise Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi ve Hâtemürrüsul olduğuna iman etmezler.

Binaenaleyh Hz. Muhammed'i, Kur'anı, İslam'ı inkâr, red ve tekzib edenlerle diyalog yapılmaz.

Onlarla birlikte Kur'an ve İncil okunmaz.

Müslümanlar elbette Yahudilerle ve Hıristiyanlarla iyi geçinirler, bilhassa Hırıstiyan ülkelerinde onlarla iyi komşuluk yaparlar ama bizim ana vazifemiz, dâvet ve tebliğden ibarettir.

Herten'deki toplantıda İncil okunurken teslisle ilgili cümleler okunmuş mudur, bilmiyorum... Ben orada olsaydım ve Teslis inancıyla ilgili cümleler okunsaydı toplantıyı nazikçe terk ederdim.

Evet Tevhid ile Teslis asla ve kesinlikle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

Bizi Ehl-i Kitab'tan ayıran temel fark şudur:

Biz "BÜTÜN" Peygamberlere iman ederiz. Onlar Son peygamber Muhammed Mustafa'ya iman etmezler; onu inkar, red ve tekzib ederler.

Biz Müslümanlar Allah'ın insanlığa göndermiş olduğu "BÜTÜN" kitaplara (orijinal, tahrife uğramamış sahih metinlerine) iman ederiz, onlar son ilahî Kitab olan Kur'ana iman etmezler.

Bizzat Batılı araştırıcılar Kitab-ı Mukaddes'te 50 bin yanlış bulunduğunu delilleriyle yazmışlardır.

Bible'ın ilk bölümlerinde Hz. Lût aleyhisselamın iki kızının babalarını sarhoş edip kendisiyle yattıkları ve gebe kaldıkları açıkça yazılıdır. Allah'ın muhterem nebisi. İsmet sıfatıyla sıfatlı Lût aleyhisselamı böyle bir iftiradan tenzih ederiz.

Lütfen internette "50 thousands errors in the Bible" kelimeleriyle arayın, on milyonlarca netice çıkacaktır. Birkaçını okuyun, meselenin künhünü anlarsınız.



Mehmet Şevket EYGİ - 16 Ağustos 2011 Salı

Mücteba

Müslümanlara Açık mektup

Aşağıdaki konu ve maddelere önem vermez, gerekeni yapmazsanız; iflah olmazsınız, kurtuluşa ermezsiniz, kendi vatanınızda Müslümanca haysiyetli bir hayat süremezsiniz, başınız beladan kurtulmaz, zillet ve rüsvaylık içinde sürünür durursunuz.

Birincisi: İmanını ve itikadını düzeltmek, Kur'an'a, Sünnete uygun hale getirmek.

2. Beş vakit namazı dikkatli ve titiz bir şekilde dosdoğru kılmak.

3. Farz namazları cemaatle kılmak.

4. Hizipçiliği, fırkacılığı, cemaatçiliği, tarikatçiliği bırakıp olumlu ve zenginleştirici çeşitlilik içinde tek bir Ümmet olmak.

5. Başınıza ehil, layık, vasıflı, güçlü bir İmam/Emîr seçip ona biat ve itaat etmek.

6. Bedevî Müslüman statüsünden çıkıp, medenî Müslüman olmak.

7. Din sömürüsünü ve ticaretini, dinî hizmetlerin zenginleşmeye ve benliğe alet edilmesini kesin şekilde önlemek.

8. AB'nin, Siyonizmin, ABD'nin, Haçlıların İslam işlerine karışmasını önlemek, onlarla bu konuda kesinlikle işbirliği yapmamak. Müslüman olmayanları dost ve veli edinmemek.

9. Allah ile olan bütün işlerde ihlaslı ve takvalı olmak, nifaktan kaçınmak.

10. Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına dayalı güçlü, vasıflı, üstün İslam mektepleri kurmak.

11. Emanetleri (işleri, vazifeleri, memuriyetleri, mevki ve makamları, başkanlıkları) ehliyetli ve liyakatli elemanlara vermek.

12. Lüks, israf, sefahat, gurur, kibir ve gösterişten vaz geçip Kur'ana ve Sünnete uygun şekilde mütevazı bir hayat sürmek.

13. Zekatlarınızı Kur'ana, Sünnete, fıkha ve Şeriata uygun şekilde verip sarf etmezseniz.

14. İslam ahlakıyla ahlaklı olmazsanız.

15. Sabah namazlarında ve diğer vakitlerde camileri bayram namazlarında olduğu gibi doldurmazsanız.

16. Gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek mürşidler yetiştirip dinî konularda onları dinlemez ve dediklerine uymazsanız.

17. Karılarınızı ve kızlarınızı şer'î tesettüre sokmazsanız.

18. Lanetli riba muamelerinden el çekmezseniz.

19. Başta gıybet olmak üzere lisan âfetlerinden uzak durmazsanız.

20. Bazı ruhbanları erbab haline getirip putlaştırmaktan vaz geçmezseniz.

21. Büyük ve küçük cihad yapmazsanız.

22. Emr-i mâruf ve nehy- münker farzını bugün olduğu gibi terk ve tâtil ederseniz.

23. Cuma günleri ezan okununca dükkanlarınızı, iş yerlerinizi kapatmazsanız.

24. Zaruriyat-ı diniyede tartışmaktan vaz geçmezseniz.

25. Uzaktaki bir Müslüman ayağına diken battığında onun acısını yüreğinizde hissetmezseniz.

26. Hayatınızı Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye göre tanzim etmezseniz.

27. Sabah namazlarında leşler gibi yatar uyursanız.

28. Az, eksik, yetersiz amelleriniz size ucba ve gurura düşürürse.

29. Bolluk, refah, zenginlik, saçıp savurma, zevk u safa, lüks, israf, sefahat konusundaki gelişmelerin istidrac olduğunu anlamaz, bunları kerâmât olarak görürseniz.

30. Din sömürüsüne göz yumarsanız.



Mehmet Şevket EYGİ - 16 Ağustos 2011 Salı

Mücteba

Genelevlerde Vesikalı Çalıştırmak Düzenin Çok Büyük Ayıbıdır

Bugünkü düzenin/sistemin büyük ayıplarından biri, üzerinde TC başlığı bulunan "vesikalarla" birtakım kadınlara resmen fahişelik yapma izni vermesi, genelev adı verilen günah evlerindeki yasal fuhşu tanzim etmesi, koruması, bundan KDV ve gelir vergisi alması, bu günah evlerinin kapısında polis bekletmesidir.

Vesikalı fahişelik bir tür köleliktir.

Hiçbir medenî sistem/düzen böyle bir köleliğe razı olmaz, bunu yasallaştırmaz.

İslam dini böyle bir şeye izin vermez.

Gerçek İslam devletinde böyle bir kurum olmaz.

Yakın tarihimizde çok zengin Türkiye vatandaşı bir Madam vardı, genelevler imparatoriçesi idi.

Bu kadına, devlet büyüklerinin de bulunduğu resmî törenlerle vergi rekordmenliği ödülleri verilmiştir.

Bu kadının Atatürk akrostişli bir de şiiri vardır.

Ülkenin en lüks Rolls Royce otomobili bu kadının idi.

İslam dini kadının bu kadar alçaltılmasına, bu kadar köleleştirilmesine cevaz vermez, rıza göstermez.

Aykırı fikir ve görüşleriyle tanınmış bir ilahiyatçı, bugünkü ahlaksızlık, fuhuş ve rezillik tufanına karşı genelevler açılarak bunlar önlenebilir ve azaltılabilir mealinde bir çare ve çözüm bulmuş. Bu çare ve çözüm bâtıldır.

Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilişinden sonra Jön Türklerin Medine-i Münevverenin dış mahallelelerinden birinde gizli bir günah evi açtırdıklarını duymuştum.

Yine Osmanlı zamanını hatırlayan bazı ihtiyarlar, İttihadçıların Medine'ye borulu gramofon getirdiklerini, bu habis aletlerin çirkin gürültüsünün Harem-i Şerifin içine kadar sızdığını söylemişlerdi.

Devletimiz uluslar arası kadın haklarıyla ilgili sözleşmelere imza koymuş ve kadınları fahişe olarak çalıştırmayacağı konusunda taahhütte bulunmuştur.

Bugünkü resmî vesikalı, KDV'li, gelir vergili, polis korumalı fuhuş:

Evrensel insan haklarına ve haysiyetlerine aykırıdır.

Kadın haklarına aykırıdır.

İslam'a aykırıdır.

Ahlaka aykırıdır.

Bilgeliğe aykırıdır.

Laiklik laiklik deyip duruyorlar. Böyle bir şey laikliğe uygun mudur değil midir, bu sorunun cevabını bizzat laikler versin!

"Ahlaksızlığı ve fuhşu önlemek veya azaltmak için genelevler açılabilir" diyenleri protesto ediyorum.

Böyle giderse ülkemizin büyük bir kısmı açık bir geneleve dönecektir.

Zinayı suç olmaktan çıkarttılar...

Turizm patlasın diye her kötülüğe göz yumanlar var.

Kadın haklarından bahs edip duran çağdaşlar, Kemalistler, ateistler, laikler bugünkü resmî ve yasal vesikalı, KDV'li, korumalı fuhşu kötülemezse onları iki yüzlü, yalancı, sahtekar ilan ediyorum.

İnsanın olduğu yerde günah olur ama günahlar hiçbir zaman yasallaştırılmaz, meşru hale getirilmez, yapılması için vesika verilmez., ondan KDV alınmaz.



Mehmet Şevket EYGİ - 17 Ağustos 2011 Çarşamba

Mücteba

Bu Gemi Nereye Gidiyor?

Jön Türklerin baskısıyla Sultan Abdülhamid anayasayı yürürlüğe koyunca Selanik ve İstanbul bir anda tımarhaneye dönmüştü. Yaşasın hürriyet, yaşasın meşrutiyet, yaşasın müsavat ve uhuvvet sesleri göklere yükseliyordu. Bir kısım insanlar delirmiş gibiydi. Herkes bir altın çağ başladığına inanıyordu. Pıtrak gibi yeni gazeteler dergiler yayınlanıyor, sansürsüz deli dolu yazılar kaleme alınıyor, nutuklar atılıyor, konferanslar veriliyordu.

1911'de İtalya Trablusgarp vilayetimize saldırdı.

1912'de, bizim meşrutiyet sarhoşluğumuzdan ve Jön Türklerin gaflet ve hıyanetinden yararlanan Balkan devletleri saldırdı, Rumeliyi kaybettik.

1914'te devlet birinci dünya savaşına sokuldu.

1918'de teslim olduk.

1922'de son Padişah ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, Osmanlı devleti battı...

1908'den sonra İstanbul haberle, dedikodu ile iddia, isnat, yalan dolan, entrika ile kaynıyordu.

Kâmil paşa... Said Paşa... Ferit Paşa...

Ayan azası Filan Paşa... Vüzeradan Falan Paşa... Sabık Bahriye nazırı Feşmekan Paşa...

Matbuatta (basında) dehşetli polemikler yapılıyordu... İstanbul'da üç gazeteci öldürülmüştü...

Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa...

Yaver-i Hazret-i Şehriyarî M. Kemal Paşa...

Siyaset dedikoduları içinde Fısıltı gazetesinde o günün magazin haberlerine de yer veriliyordu: Yâver M. Kemal Paşa kerime-i Hazret-i Padişahî Sabiha Sultan'a tâlib olmuş ama Sultan ona varmamış.

Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Frenkler...

Günde yirmi dört saat yoğun dedikodu ve kulis...

Paşalar, vezirler, sefirler, Darülfünun müderrisleri, ayan azaları, mebuslar, ulema, kıssisler...

Heccavlar, karikatüristler.

Sayılamayacak kadar çok türedi, yeni yetme, kokuşma zengini.

Birinci dünya savaşında bulgur ve vagon spekülasyonlarıyla zenginleşenler. Kara ve kirli servetler.

Otuz bir Mart hadisesinden sonra Yıldız Sarayı'nın yağma edilmesi. Yağmaya iştirak eden paşaların listesi 1919'da yayınlanmış bir İkdam nüshasında ilan edilmiştir. Kıymetli bir pandantifi hangi paşa almış?

Sultan Abdülhamid zamanında tam 33 yıl topluma püskürtülemeyen bütün irinler, muzahrafat, pislik, kazurat seller, tufanlar gibi akmıştı.

Kazım Paşa... Salih paşa... Münir Paşa... Şu Paşa, bu Paşa, o Paşa... Paşa vü temaşa...

Birinci dünya savaşı kaybedilince üç ünlü paşamız Alman denizaltılarına binerek yurt dışına kaçmışlardı.

Devlet batmıştı.

Halk kırılmıştı.

Ülke harap olmuştu. Yunan İzmir'e çıkmıştı.

Aradan bir asır geçti. Dedikodular bitmedi. Paşaların yerini generaller aldı.

Gazetecilerin adları değişti.

Konular değişti ama dedikodular yoğun mu yoğun.

Hırsızlık, hortumlama, kokuşma yine hükümferma.

Belki eskisinden daha fazla.

Eskiden Rumeli teröristleri, Sandanskiler vardı. Şimdi Rumeli elimizde değil, doğru ve güneydoğu bölgesinde terör kasırgaları esiyor.

Şu sözde sofu Müslümana bakınız: İlmihalini bilmez, Haliç'teki Simon balıklarının kaç yüzgeci olduğunu bilir.

Karı iki saat uğraşmış nefis dolmalar sarmış. Ocağa koymuş, tv başına koşmuş, dedikoduları içer gibi dinlerken yemeği ocakta unutmuş, yanmış!

General Atılgan tutuklandı... General Saldıray sorguya çekildi...

Kamer Genç kükredi... Şu sayın esti gürledi... Bu sayın ateş püskürdü...

Tencere dibin kara!... Senin dibin benimkinden daha kara... Hah hah hah, kapkara mapkara...

Alçaklar hamiyetsizler...

Gericiler ilericiler...

İrtica tehlikesi var, otobüse kısacık şortla binip bacaklarını uzatan genç kız rahatsız edildi.

Generaller, gazeteciler, bürokratlar, milletvekilleri, politikacılar, iktidar, muhalefet...

Bir kör döğüşüdür gidiyor.

Hanefi Avcı... Haliç'te Simon balıkları... Bu balıklar pullu mu pulsuz mu? Al mı mor mu?

Hah hah hah...

1908 Meşrutiyetinden sonra gemi skandallar, fesatlar, yoğun dedikodular, çekişmeler, tepişmeler, siyasî kavgalar içinde 1918'da karaya vurmuş, dağılmıştı.

Yeni gemi şimdi yoğun dedikodular, polemikler, çekişmeler, tepişmeler, itiş kakış, karşılıkla söz düelloları, ağır ithamlar, yalanlar dolanlar, ağır suçlamalar, sen ben kavgaları, tencere dibin kara, hainler, hamiyetsizler, verip veriştirmeler içinde bir yere doğru bata çıka ilerliyor.

Bu gemi nereye gidiyor?

Selamet limanına mı, felaket kayalıklarına mı?



Mehmet Şevket EYGİ - 17 Ağustos 2011 Çarşamba

Mücteba

Uzun Tutukluluk Müddeti

Birtakım gazetecilerin, subayların, yazarların iki sene, üç sene tutuklu olarak cezaevinde bekletilmeleri doğru mudur?

Elbette doğru değildir.

Peki niçin böyle oluyor?

Bizim hukuk ve yargı sistemimiz böyledir de ondan.

Bunların hukuku, yargıyı, siyaseti aşan gaybî boyutları vardır.

CHP oligarşisi, Selanikliler, Kemalistler, darbeciler yıllar boyu Sünnî Müslümanları ezdiler, onlara kan kusturdular.

Uyduruk Yüce Divanların zalimâne ve celladâne kararlarıyla halkın göz bebeği bir başbakanı ve iki bakanını astılar.

Elde bin kesinleşmiş mahkeme kararı olmasına rağmen suçsuz Nurcuları yine mahkemeye verdiler, yine tutukladılar.

CHP oligarşisi, Kemalistler, egemen azınlıklar, Selanikîler âdil yargı prensiplerine riayet etmediler.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini ayaklar altına aldılar.

Korkunç işkenceler yaptılar.

Şiddet içermeyen en mâsum dini inançları, fikirleri, görüşleri, uygulamaları suç saydılar ve cezalandırdılar.

Tutukluluk kurumunu ceza kurumuna döndüren onlardır.

Sonra rüzgar tersinden esti onlar için.

Men Dakka dukka oldu.

Etme bulma dünyası.

Çalma kapıyı çalarlar kapını.

Sen Adnan Menderes'i asar mısın, asanları alkışlar mısın?

CHP zamanında, darbeler devrinde böyle konforlu cezaevleri de yoktu.

Ben Gerede cezaevinde iken ziyaret gününde İstanbul'dan saatlerce otobüs yolculuğu yaparak gelen yakın dostlarıma görüşme izni vermemişlerdi de zavallılar ağlaya ağlaya geri dönmüşlerdi.

Sağmalcılar cezaevinden başka bir cezaevine nakl edilirken bileklerimi bir zincirle sıkıca bağlamışlar, zincire bir kilit takmışlar, mahkum arabasındaki tahta sıralarda oturan 25 mahkuma müşterek sevk zinciriyle bağlamışlardı. Ne bir yudum su, ne bir lokma ekmek, ne ilaç, ne de tuvalet ihtiyacını görmek.

Bendeniz nisbeten ucuz atlatmıştım yine. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun çektiklerini bir nebze anlatsam üzüntüden kahrolursunuz.

Hayır beni yanlış anlamayınız. Tutukluluk müddeti uzasın da uzasına taraftar değilim.

Sadece men dakka dukkaya dikkat çekmek istedim.

Dün mâsum, suçsuz Müslümanlara... Bugün darbe zanlısı Kemalistlere...

Müslümanlara attıkları bumeranglar döndü dolaştı kendi başlarına çarptı.

Alma mazlumun âhını çıkar aheste aheste.


Mehmet Şevket EYGİ - 18 Ağustos 2011 Perşembe

Mücteba

Ramazan'da Fitneciler

Ramazan denince ne gelir Müslümanın hatırına?.. Oruç gelir, namaz gelir, ezan iftar sahur teravih gelir. Nefsini açlık ve susuzlukla terbiye... Dua niyaz... Günahlardan tövbe... Fakirlere ve miskinlere (hiçbir şeyi olmayan) yardım gelir... Zekat, fıtır sadakası, hayır hasenat gelir... İlim irfan, vaaz nasihat gelir... Zikrullah gelir... İhlas gelir... Öteki dünya gelir, hesap kitap gelir...

Ülkemizdeki milyonlarca Müslüman böyle ulvî düşünce ve hatıralarla oruç tutuyor. Ramazanları mübarek olsun, Allah ibadetlerini kabul buyursun... Amin âmin âmin...

Maalesef bazıları bunları pek düşünmüyor veya ikinci plana atıyor ve Ramazan denince birtakım dünyevî etkinliklere, şenliklere yöneliyor. Camide yatsı ve teravih kılınırken onlar vur patlasın çal oynasın gel keyfim gel oh kekâh Ramazan şenlikleri yapıyor.

Bazıları Ramazan denince açlığı, tevazuu, alçak gönüllüğü hatırlamıyor, lüks ve israflı iftar ziyafetleri tertipliyor. Lüks ve israf insanı (o farkına varmasa da) gurura, kibre götürür. Gurur ve kibre kapılan Mevlâ'sını değil, belâsını bulur.

Ramazan barış, kardeşlik, vifak ve ittifak ayıdır.

Ramazan insanlık, insaf, ahlak, fazilet, hikmet ayıdır.

Bazıları Ramazan'da bir sürü fitne ve fesat çıkartıyor.

Bu bazılarının bir kısmı bozuk Müslümandır, bir kısmı ise dinden çıkmışlardır.

İslam'da teravih namazı yokmuş... Peygamber teravih namazını yasaklamışmış... Buyurun size iki fitne.

Açın muteber ve güvenilir fıkıh ve ilmihal kitaplarını, onların hepsinde teravih namazı diye bölüm bulursunuz.

Dinde olmayan bir kurum ve değer din kitabında anlatılır mı? Var ki anlatılıyor.

Yoktur diyenler fitnecidir.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) Ashabına Ramazan'da teravih (gece) namazı kıldırmış, sonra farz olur da ümmetim kaldıramaz diyerek yalnız kılmış.

Peygamberimizin vefatından sonra, din tamamlandığı, artık farz olma ihtimali kalmadığı için Hz. Ömer cemaatle kıldırmış.

Hem Peygamber ne demiş:

"Benim ve Râşid Halifelerimin sünnetine uyunuz."

İşte biz teravih kılarak hem Efendimizin, hem de Râşid halifelerinin sünnetine uyuyoruz.

Şu nev-zuhur reformcu ilahiyatçılar mı İslam'ı daha iyi biliyor, anlıyor, uyguluyor, yoksa Hazret-i Ömer Fâruk mu?

Başka Ramazan fitneleri de var:

Toplumu gerecek, Müslümanları töhmet altında bırakacak, sosyal barışı yıkacak asparagas haberler...

Sözde otobüse binen kısa şortlu, seksî kız rahatsız edilmiş. Müslümanlar tahammülsüzmüş.

Yalan yalan yalan...

Hepsi uydurma, hepsi düzmece, hepsi yalan dolan.

Maksat fitne fesat çıkartmak.

Gencecik bir kızın toplu taşıma vasıtasına kısacık şortla girip ayaklarını uzatıp teşhircilik yapması ayıptır. Hiç kimsenin vatandaşların cinsel duygularını tahrik etmeye hakkı yoktur.

Müstehcen kıyafetler, seksî provokasyonlar bir tür şiddet hareketidir.

Müslüman halkın, yasal sınırlar içinde bunları protesto etmesi gerekir ama halk uyuşturulduğu, pısırık hale getirildiği için bunu bile yapamıyor.

Asıl provokasyoncular mübarek Ramazan'da böyle asparagas haberler yayınlayan Selanik medyacıları ve benzetilmişlerdir.

Otobüste genç delikanlılar var, onlar kısa şortlu, çıplak bacaklı bir kızın müstehcen, aşırı seksî, kışkırtıcı kıyafetinden elbette rahatsız olurlar.

İffet ve hayâ denilen ahlakî bir değer vardır... İffetsizler ve hayâsızlar yoktur deseler de vardır...

Ramazan'da teolojik fitneler çıkartan,

Müstehcen ve provokatif kıyafetler sergileyen,

Teşhircilik yapan,

Çoğunluğun din ve mukaddesatına saldıran,

Sosyal barışı dinamitleyen kötü ve aykırı niyetli sahte ilahiyatçıları, kötü medyacıları protesto ediyor ve Allah'a havale ediyorum.

Müslümanları da yasal sınırlar içinde tepki vermeye çağırıyorum.

Müslümanların tepkisizliği de çok büyük bir fitnedir.



Mehmet Şevket EYGİ - 18 Ağustos 2011 Perşembe

Mücteba

Kopuk Cümleler

Din ve Şeriat büyük ölçüde elden gitmiş, biz nelerle uğraşıyoruz.

Din hizmetlilerine lojman yapılacakmış, para lazımmış.

Müslüman halkın yüzde kırkı oruç tutmuyor, onlara dini öğretmek ve sevdirmek hizmetlerine ağırlık verilmesi gerekmez mi?

İslam dünyasına genel bir din başkanı gerekmezmiş. Bugünkü durum iyiymiş.

Müslümanların başında bir İmam veya Emîr bulunması ve halkın ona biat ve itaat etmesi Kur'anla, Sünnetle, icmâ ile sâbit dinî bir emirdir.

İslam'ı Feminizm sapık ideolojisine uydurmaya çalışmak küfürdür desem ağır mı olur?

Niçin zenginlerin sofralarında temiz pak birkaç fakir yok?

Erkek cemaat cami dışına, kadınlar cami içine... Dünya tersine döndü!..

Bir müftünün iki adet lüks makam otomobili varmış.

Almanya'da bir camide Katolik papazı, Protestan rahibi ve bizim imam sık sık toplanıyormuş; Kur'an ve İncil okunup Diyalog yapılıyormuş.

Hacı beyin biri umreye gitmiş, şımarık oğlu Bağdat caddesinde geceleyin lüks otomobiliyle dehşet saçıyormuş.

Müfettiş raporları ortada, yolsuzluk yapılıyor ama örtbas ediliyor.

Bu kadar servet sadece maaşla toplanmaz ki...

Ona kırk yıl boyunca nasihat etsen faydası olmaz, öğütler bir kulağından girer öbüründen çıkar gider. O kardeşimiz İnadiye cemaatindendir.

İmkanım olsaydı da üç bin nüfuslu kör, sönük, kenarda kalmış bir şehre gidip Ramazan'ı orada geçirseydim.

Lüks oteldeki iftara hahamları, Katolik papazlarını, Protestan pastörlerini, Süryanileri, Gregoryenleri çağırmışlar, neş'e ve sürur içinde hem yemek yemişler, hem diyalog yapmışlar. Birbirlerine mütemâdiyen muhabbetli gülücükler atmışlar.

Geçen akşam Sultanahmet sahil yolundan cami yakınına otomobille bir saatte gelebildik. Normalde beş dakikalık yoldur.

Küçük mücahidin gözlerinde şeytanî şerâreler yanıp sönüyordu.

Bir Müslüman o kadar yemeği nasıl yer?

Hani Türkiye'de her şey düzelecek, gül gülistan olacaktı... Ne zaman? Çıkmaz ayın son çarşambasına mı?

Hava çok sıcak, cemaat oruçlu. Cuma namazının sünneti ezandan on dakika sonra kılınmaya başlandı. Hoca konuştu da konuştu.

Eskişehir'de biri üniversite öğrencisi bir kız, iki genç erkek, yedi katlı binanın üstünde esrar içmişler, sonra dürbünlü tüfekle yoldan geçenleri hedef alıp yaralamışlar.

İslam'da teravih yoktur yalanını çıkartanlarda hiç utanma yok mu?

Bir cemaat (hangisi?) harıl harıl kadrolaşıyor.

A muhterem!.. Papazla görüşüyorsun da niçin Müslüman kardeşlerinle görüşmüyorsun?

Bir grup Müslüman, içinde zengin Müslümanların çok ihtişamlı iftar ziyafetleri verdiği en lüks otelin civarında yaya kaldırımlarına gazete serip çorba, bulgur pilavı, zeytin ile iftar yapmışlar.

Müslüman beyefendinin tepesinde yaldızlı çerçeveli kocaman bir M. Kemal Paşa resmi yer alıyor.

İslam'a göre açık Avrupaî kıyafetli hanım namaz vakti gelince çantasından büyük bir örtü çıkartıp başına geçiriyor, göğsünü bağrını, kollarını kapatıyor, namazını kılıyor. Namaz bitince örtü çantaya... Hanım çok dindar...

Lüks iftarda dehşetli bir neş'e, sürur, sevinç vardı. Yenildi, içildi, sohbet edildi. Somali'de milyonlar Müslüman açlıkla pençeleşiyor. Somali uzak...

Bir camiye gidiyordum. Birkaç metre kala ezan okunmaya başladı. Karanlıkta iyi seçemedim, tek minarede sanırım yedi sekiz hoparlör vardı. Ses aletini sonuna kadar açmışlar, her halde 130 desibel bağırıyor... Ezan mukaddes ama hoparlörün sesi kulaklarımı tırmaladı, ezana büyük zarar verdi, yolumu değiştirdim, başka camiye gittim.

Din tahsili yapmış bir kişi "Dinde zorlama yoktur" âyetini Müslümanlara teşmil etmiş. Dinde zorlama yoktur hükmü, gayr-i Müslimler içindir. İslam toplumunda, İslam devletinde yetkili İslamî makamlar Şeriatın belirttiği şekilde dinde zorlama yapabilirler. Müslüman olmayan bir kimse zorla Müslüman edilemez ama Müslümanlara dinî konularda zorlama usûl ve erkânına göre yapılabilir.

Şu güzelim memlekette bin türlü rezalet, maddî ve mânevî sefalet içinde yaşıyoruz.

Sabahleyin evinden Müslüman olarak çıkmış, akşama gayr-i müslim olarak dönmüş.

Bunlar çıldırmış... Kim bunlar?.. Onlar canım onlar...

Dikkatli olun, yakında büyük ve önemli hadiseler olacak.

Ne olacak?.. Ben kâhin değilim...



Mehmet Şevket EYGİ - 19 Ağustos 2011 Cuma

Mücteba

Gösterişli ve Davullu Umre Seyahatleri

Bilindiği gibi umre farz değil, nafile bir ibadettir. Zamanımızda (herkes için söylemiyorum) bir kısım Müslümanlar umreyi turistik bir seyahate çevirmişlerdir.

İslam'da ibadetlerin makbul olması (Allah tarafından kabul edilmesi) için ihlas şarttır.

Bir kimse yüzde 99 Allah rızası için namaz kılsa, yüzde bir de halk takdir etsin, bu adam namaz kılıyor, ne dindar kişiymiş desinler niyetini beslese onun bu niyeti sahih olmaz, kabule karin olmaz. Çünkü ihlas kesir kabul etmez, ya yüzde yüz olur, ya olmaz.

Eskiden hacca gitmek, umre yapmak çok zordu. Develerle, yelkenli gemilerle aylarca yolculuk yapmak gerekiyordu. Karada eşkıya, denizde korsanlar vardı.

Bu devirde uçağa biniyorsun, birkaç saat sonra Cidde'desin. Mekke lüks otellerle dolu. Paran varsa bir süit kiralıyorsun, sultanlar gibi yaşıyorsun.

İslam'da farzları açıkta yapmakta bir sakınca yoktur ama nafile ibadetleri halktan gizlemek gerekir. Ta ki niyete ve ihlasa ziyan gelmesin.

"Efendim ben bir ay önce dördüncü umremden döndüm..."

"Ben umredeyken... Heh heh heh..."

"Altı yıldızlı Şakşuka otelinin on beşinci katında Kâbe'ye tepeden bakan odamda çayımı içerken... Hah hoh hih..."

Sesi titrer, gözleri yaşarır... "Medine hurmaları parmak büyüklüğünde idi ve gayet lezzetliydi..."

Umreye kimler gitmiyor ki... Şarkıcılar, türkücüler, mankenler...

Namaz kılmıyor, umreye gidiyor.

Oruç tutmuyor, umreye gidiyor.

Tesettür mesettür yok, umre yolcusu.

"Beşinci umremde şöyle bir hadise olmuştu..."

Tam hatırlamıyorum, yedinci umrem miydi, sekizinci umrem miydi, Mekke'de şiddetli yağmur yağmıştı..."

Lüks otellere avuçla paralar ödenir...

Turistik umre seferleriyle övünülür, gurur kibir...

"Umreden yeni geldim..."

"İki hafta sonra umreye gideceğim..."

"Ben umredeyken..." (Nakarat)

Bizim beyler, hanımlar lüks umre seferleri yaparken memleketteki açlar, sefiller, yetimler, işsizler, ezilenler ağlar inler...

İslam aleminde bir yığın facia cereyan eder.

Somali'deki aç çocuklar sapır sapır dökülür ölür.

Türkiye'de ve nice İslam ülkesinde din ve Şeriat elden gitmiş.

Şirk, küfür, günah-ı kebair, fısk, fücur, nifak, şikak, isyan, tuğyan, fitne, fesat ayyuka çıkmış.

Halkın ve gençliğin bir kısmının imanı gitmiş.

Bizimkiler lüks, konforlu, masraflı (israflı), gösterişli, debdebeli, şaşaalı, ihtişamlı umrelere giderler.

Hiç hayâ ve edeb sahibi bir Müslüman Kâbe-i Muazzamaya tepeden bakar mı?

Teheccüd kılan bir Müslüman önce perdeleri kapatır, ışığı sonra yakar.

Nafile oruç tutan ihlaslı bir Müslüman, oruçlu olduğunu kimseye bildirmemek için gerekirse orucunu bozar, sonra kaza eder.

Zekat dışında nafile sadaka veren ihlaslı Müslümanın sol eli, sadaka veren sağ elinden haberdar olmaz.

İmkanı, serveti, parası olan Müslümanın, miskin Müslümanlara yardım etmesi farzdır.

Kırkta bir zekat vermekle vazife bitmiyor. Miskin kardeşlerin açsa, sürünüyorsa, ağlıyorsa, kıvranıyorsa gerekirse malının yarısını, daha fazlasını vereceksin.

Allah her şeyi biliyor. Kullarının amellerini kirâmen kâtibîn meleklerine yazdırıyor.

Farz ibadetleri ihmal edip de nafilelere ağırlık vermek dengesizlik değil midir?

Ey Zengin oğlu Zengin!.. Senin lüks bir umre seyahati masrafınla kaç Somalili çocuğun karnı doyabilir biliyor musun?

Gurur, kibir, gösteriş, lüks, israf, övünme seni Cehenneme götürür, iyi bil.

Müslümanlar açlıktan ölürken, senin lüks otellerin üst katlarında keyif sürmen reva mıdır?

"Ben umredeyken..." Bırak bu edebiyatı!

Perdeleri kapat, teheccüde öyle kalk.

Nafile ibadetler açıkça yapılmaz, gösterilmez, davul çalarak ilan edilmez.

İhlâs ihlâs ihlâs...



Mehmet Şevket EYGİ - 19 Ağustos 2011 Cuma