Hayatın Anlamı

Başlatan Tuğra, 24 Ocak 2009, 11:41:37

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tuğra

Hayatın bir tanımı da içsel ilişkilerin dışsal ilişkilere sürekli olarak uyumlandırılmasıdır. Doğru dengelemelerle mükemmel hayata ulaşmak mümkündür.

Hayat ölümden tek bir şaşmaz sınavla ayrılır ki o da büyümedir. Bizler büyümeyi tekamül etmeden ya da bir (ruhsal) açılma yaşamadan algılayamayız. Hayatın daha düşük formlarında büyüme sadece formun değişimlerinde görünür haldedir ve bu değişimlere mutlaka yoğun deneyimler eşlik etmelidir.

Tekamül felsefesinde kullanılan “çevreye uyumlanma” ifadesi de bu düşünceyi taşır. Kuşların ya da böceklerin kullanma zorunluluğu olmadığından dolayı kanatlarını kullanamaz hale gelişinin de onun deneyimlerine ya da kendi türünün deneyimlerine yenilerini kattığı kabul edilebilir, böylece dünyaya bağlı bir canlı olmasıyla elde ettiği bilgiye havaya ait bir canlı olarak edindiği bilgi eklenmektedir.

Ya da bir resmi ele alın, bu resmin tekamül açısından sınırları çok geniş olmasın. Bireylere ayrı ayrı baktığımızda kişisel özelliklerin ve kapasitelerin zorunluluklar sayesinde geliştiğini görüyoruz. Örneğin, bir çocuk ya da adam kör oldu diyelim, içinde kaldığı durumun getirdiği zorunluluk sayesinde bu kişi gözleriyle görebilen normal bir insanın algılayamadığı şekilde nesneleri dokunarak algılayabilme kabiliyetini geliştirecektir.

Burada kişi deneyimlerine, algılama gücünü geliştirmiş birinin bakışıyla yenilerini katmıştır. Bu iki durumda, içsel ilişkilerin sürekli bir adaptasyonunu veya gelişerek hayat itilimini geniş bilgiye ulaşmada bir araç olan dışsal ilişkilere yansıttığını görüyoruz.

Bir tohum kendi başına bir mahsulü meydana getiremez. Bunu yapmak için tohum bir bitki olarak kendi içinde saklı olan hayati itilimi dışa vurmalıdır. Büyümeyi sağlayan itici gücü veren içsel ilişkiler aynı zamanda türün, çeşidin ve cinslerin temel özelliklerini de belirlerler ve bu içsel ilişkiler iklim, toprak ve mevsim gibi dışsal ilişkilere de sürekli ve ahenkli bir biçimde adapte edilmelidir. İçsel ve dışsal ilişkilerin adaptasyonu sürekli ve ahenkli olmalıdır.

Bir bitkinin büyümesi sırasında onun varolmak için gösterdiği çabalar, hayat itilimine dair sahip olduğu her güç onun gövdesinde, dallarında, yapraklarında ve çiçeklerinde fiziksel olarak mutlak bir sıra ile tezahür etmekte ve ardından da kendi hayatının meyveleniş döngüsünde yeniden tohum olarak içe dönmesiyle süreç sonlanmaktadır.

Üretilen tohumun sonraki bitkilere hayat vermesinde etkili olacak olan büyüklüğü ve kalitesi tamamen ve her zaman fiziksel tezahürünün mükemmelliğine bağlıdır, başka bir deyişle dışsal ilişkilere bağlıdır. Eğer bahçıvan veya yırtıcı bir hayvan ya da bir böcek dalların veya yaprakların gelişimini engellerse hasat yapılamayacak, tohum oluşamayacaktır. Orijinal tohumun içindeki hayat itilimlerinin tek kanıtı olarak bir çıplak sap çıkacaktır ortaya.

Aynı zamanda hayatın dışsal tezahürleri de dışsal ilişkilerin hatalı işleminin içsel ilişkilere etkisini aşırı bir fiziksel büyüme ile gösterecektir çünkü bütün hayati impulslar ölen bitkilerin üretilmesi sırasında telef olmuştur. Dolayısıyla içerideki hayati impulslarla dışarıdaki maddi tezahürler arasında mükemmel bir denklik sağlanmadan, eşit bir dengelenme olmadan ya da içsel olanla dışsal olan arasında ahenkli bir ayarlama olmadan verim elde edilemeyecektir.

Tek yanlı bir varoluşla devrenin tamamlanması mümkün olamıyor. Evrende her şey mutlak bir ahenk sayesinde işliyor. İster içsel ister dışsal olsun gerçek bir izolasyonun varolması mümkün değildir. Varoluşun tüm formları birbirine bağımlıdır.

Her gezegen kendi devresini tamamlar ama bunu diğer gezegenlerin etkilerinden bağımsız olarak yapamadığı gibi güneşin etkisinden bağımsız yapması da mümkün değildir. Herhangi bir gezegenin sadece kendi siklusunu sürdürmeye kalkması, hatta güneşin etkileri altında bunu yapmaya kalkması anlamsızdır.

İnsanda da aynı değişmez yasayı görüyoruz. İnsanın fiziksel yapısında hücreler koloniler oluşturmada ayrı ayrı fonksiyon görmekte ve ayrıca her koloni bedenin ayrı fiziksel fonksiyonlarının bütünlüğünü sağlamada kendi çalışmasını ayrı olarak sürdürmektedir. Bu ilişkilerin ahengi bozulduğu taktirde beden büyüyemez ve hatta canlılığını sürdüremez.

Doğa herhangi bir bozulmanın ya da hatanın ortaya çıktığı her yerde mükemmel bir ahengi yeniden oluşturmanın yollarını arar, bunun için, bütünle ahenkli olmayan hücreyi veya hücre kolonilerini savurup atmayı dener. Bunun yapılamadığı durumlarda ise sonuç hastalık, çürüme ve ölümdür. Evrensel ahenk yasası, dışsal ya da fiziksel ilişkilere uygulandığında eşit oranda içsel ya da nedensel ve gerçek ilişkilere de uygulanmalı ve böylelikle büyüme ya da değişim için, başka bir deyişle hayatın kendisi için bir gereklilik olmalıdır.

İçsel ilişkilerin birbirlerine uyumlanmasının gerekliliği, ayrıca dışsal ilişkilerin birbirlerine ve içsel olanın dışsal olana varoluşun tüm formlarında gerçek olarak uyumlanmasının gerekliliği, ister bitki ister hayvan hayatının ya da güneş sisteminin güçleri olsun, insanlar arasındaki ilişkilere de uygulandığı gibi tüm ırka da uygulanmalıdır.

Birbirimizden ayrı ve bağımsız yaşayabileceğimizi söylemek doğanın bütün yasalarına aykırı olmakla kalmaz, aynı zamanda kendi kardeşlerimize karşı da bir suç unsuru teşkil eder. Ahenk mükemmel bir yasadır. Uyumsuzluk ya da ahenk eksikliği ise suçtur. Bireyin her teşebbüsü, bu birey ister bir hücre olsun, ister bir insan ya da gezegen olsun, bireyselliğini ister fiziksel ister ruhsal veçhesinde parçası olduğu bütünden ayrı sürdürmek için ya da kendini, kendi başına bir yasa olduğu ya da olabileceği düşüncesini taşıması, fiziksel bedendeki bir hücrenin benzer bir çabayı gösterdiğinde uğradığı cezanın aynısını getirmelidir. “İnsanlığın yararı için çalışmak ilk adımdır” der sessizliğin sesi.

Kötü adamdan ya da aptal adamdan ayrı durabileceğinizi hayal etmeyin. Onlar, arkadaşınızdan ya da üstadınızdan daha düşük seviyede de olsa sizsiniz. Ama eğer herhangi bir kötülükten ya da insandan ayrı olduğunuz düşüncesinin içinizde büyümesine izin verirseniz bu karma oluşturma neden olarak o insana ya da şeye sizi bağlar, ta ki ondan izole olmadığınızı fark edinceye kadar. Unutmayın ki dünyanın günahları ve utançları sizin de günahlarınız ve utançlarınızdır, çünkü siz de onun bir parçasısınız; dolayısıyla sizin karmanız da büyük karmanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Katherine H. Bunker

Çeviren: Işık UÇKU
〰〰〰〰🐠

Tuğra

“Yaşam aldığımız nefes sayısıyla değil nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür” diyor George Carlin….

George Carlin Amerika’da 1970 ve 1980 li yılların tanınmış bir komedyeni idi. Biraz ağzı bozuk olarak bilinirdi. Karısının ölümünden sonra (9 Eylül) ve 11 Eylül olayı sonrasında yazdığı yazıdaki zaman paradoksunu şöyle sıralamıştı:

Daha yüksek binalarımız ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız ama daha dar bakış açılarımız var.

Daha çok uzmanımız ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız ama daha az sağlığımız var.

Zaman artık hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin kullanılıp atılan çocuk bezlerinin yok edilen ahlakî değerlerin zamanıdır.

Bugün artık neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.

Vitrinlerde her şeyin sergilendiği ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamanda yaşıyoruz.

Aya gidip gelmeyi öğrendik ama yeni komşumuzla karşılaşmamak için caddenin karşısına geçmekteki sorunumuzu çözemedik.

Uzayı bile fethettik ama iç dünyamızı feth edemedik. Kendimizce daha büyük işler yaptık ama zannettiğimiz gibi daha iyi işler çıkaramadık.

Zaman artık büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.

Yaşamımıza yıllar kattık ama yıllara yaşam katamadık……

George Carlin yukarıdaki yazısında zaman içerisinde yaşamın insanoğlunun kontrolünden ve iradesinden nasıl çıktığına değinmiştir.

Kendi hayatımıza göz göre göre nasıl seyirci olduğumuzdan kendi hayatımızın kontrolünü nasıl da dış dünyaya yani hayata ve insanlara teslim ettiğimizden bahsetmiştir.

Yıllara yaşam katamamak; dar bir bakış açısına sahip olarak önyargılarımıza sımsıkı sarılarak ve gerçeklerden kaçıp zannettiklerimiz ile yaşadığımız bir hayatı seçmektir. Düşünmekten sorgulamaktan öğrenmekten şükretmekten bedel ödemekten sabır ve azimle beklemekten kaçtığımız bir yaşamı tercih etmektir.

Tüketim çılgınlığı içerisinde kaybolduğumuz anlık keyiflere yenik düştüğümüz bir yaşam seçmektir. Üretme becerisine sahip olmak istemediğimiz bir yaşamı tercih etmektir.

Sürekli kolayı tercih ederek yaşadığımız kendi hayatımızdaki sorumluluklardan ve problemlerden kaçarak veresiye yaşama alışmaktır yıllara yaşam katamamak.

Kötü olan teknolojinin ilerlemesi veya her geçen gün sahip olduğumuz somut varlıkların gelişmesi değildir aslında. Kötü olan biz insanların niyetidir biz insanların zihniyetidir.

Mesele dış dünyadan yani hayattan ve insanlardan beklentilerimizi minimuma indirmek ve kendi iç dünyamızı zenginleştirebilmektir. Her şeye rağmen yürekli kalmayı becerebilmek ve kendi hayatımızın olumlu ve olumsuz acı ve tatlı tüm süreçlerine sahip çıkabilmektir.

Mesele İç dünyamıza yakınlaşarak kendimizi bilerek yaşamaktır. “Kendini bilmek bir hastane yatağına benzer; temizdir ama acı doludur” der O Van der Hallen.

Söz konusu olan kendi yaşantımız ise niye kendimizi bilmeden yaşayalım ki?

Neden zaman gibi büyük bir öğretmenin gerçek değerini bilmeyelim ki?

Neden problemlerden kaçarak veresiye yaşayalım ki?

Neden iç dünyamızı zenginleştirmeyelim ki?

Bu dünyadaki en büyük dostumuz kendimiz iken neden kendimize yabancılaşıp ilaçlara sığınalım ki?

Neden iç dünyamızla ilgili düşünmekten korkalım kendi hayatımızı sorgulamaktan çekinelim ki?

Socrates ne güzel de söylemiş; “Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez”

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…

Şeyda Küçükel

〰〰〰〰🐠