Sultan İkinci Abdülhamid 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul’da doğdu. Uzun boylu, buğday benizli, siyah ve sık sakallıydı. Kaşlarının üzeri hafifçe çıkıntılı ve gözleri de siyahtı. Babası Sultan Birinci Abdülmecid, annesi Tir-i Müjgan Kadın Efendi’dir.
Sultan İkinci Abdülhamid çok küçük yaşta iken annesini kaybettiği için öksüz büyüdü ve onu üvey annesi Perestü Kadın yetiştirdi. Perestü Kadın ona çok iyi bakmıştır. Bu yüzden Abdülhamid onu çok sever lafı açılınca “Annem ölmemiş olsaydı, O da bana ancak bu kadar bakabilirdi.” demiştir.
Çocukluğunda çok zayıf bir bünyeye sahip olan Sultan İkinci Abdülhamid sık sık hasta olurdu. Babasının padişahlığı sırasında bu durumu yüzünden özel ilgi gördü. Çok hoşgörülü bir ortamda büyüdü. Kültür derslerinin yanında musiki dersleri aldı ve piyano çalmayı öğrendi.Devrin en kıymetli alimlerinde, çok iyi bir tahsil yaptı. Kuvvetli bir hafıza ve basirete sahipti. Gayet güzel ve düzgün konuşurdu. Deha derecesinde bir siyasete sahipti. Bu ileri görüşlü ve akılcı siyaseti Prens Bismark’a “100 gram aklın 90 gramı II.Abdülhamid Han’da, 5 gramı bende 5 gramı da diğer siyasilerdedir” sözünü söyletmiştir.
Çok cesurdu fakat karanlık fobisi vardı ve çoğu gece sarayın bütün ışıklarını açık bıraktırırdı.Tasavvufa ait geniş bilgisi vardı. Spor yapmaktan hoşlanırdı. Son derece takva idi, ibadetlerini aksatmazdı. Gayet güzel kılıç ve silah kullanırdı. Özellikle silahları çok severdi. Bu yüzden yaşadığı Yıldız Sarayı’nın her odasını elleriyle seçtiği silahlarla donatmıştı. Hayatı boyunca ittihatçılardan çekmiş, onların iktidarı ele geçirmek istediklerini her an hissetmiş ve kendisini bir gün öldürmeye geldiklerinde onlara karşı kendisini silahlarıyla korumayı düşünmüştü. Silahları onca sevmesine ve iyi bir nişancı olmasına rağmen padişah olduğu ve çok büyük bir sorumluluğu olduğu için onları hiç kullanamamıştır, kullanmamıştır.Bu sorumluluğu o kadar içten hissetmiştir ki tahtı bile elinden alınırken cebinde; avuçlarının içinde olan silahı hiç çıkartmamıştır; lakin gelen elçiler silahın namlusunu enselerinde hissetmişlerdir.
Kimilerinin kızıl sultan kimilerinin Ulu Hakan dediği Sultan İkinci Abdülhamid halkının kanının akmasının taraftarı değildi ve bu yüzdende elinde bulundurduğu İslam dünyasının halifeliğini kullanmamış ve büyük bir katliamı önlemişti 31 mart vakıasında.
1909 senesinde, tarihe “31 Mart Vakası” olarak geçen, bütün bir yüzyılın kaderini değiştiren, kandırılmış bir kısım insanların birinci ordudaki birliklerden birazını arkalarına alarak “şeriat isteriz!” diye meydanlarda bağırmalarıyla başlayan, ulema sınıfının “bu isyanın şeriatla ilgisi yoktur” diye yayınladıkları bildirilere rağmen, bir “din ayaklanması” olarak bilinen bu isyanın sonunda düzmece bir irtica olayını bahane ederek tahttan indirdiklerinde yüksek bir veli derecesinde olan Büyük Hakan: “Bu Cenabı Hakkın Takdiridir.” diyerek elinde muazzam kuvvetler olduğu halde müdahale bile etmeden tahtını terk etmiştir.
Bu isyandan sonra Osmanlı Devleti’nin daha fazla ayakta duramayacağı görülmüş, isyanı bastıran ordunu komutanı olan Mehmet Şevket Paşa, hiçbir Osmanlı hükümdarına nasip olmayan bir iktidarla ülkeyi yaklaşık 4(dört) sene dilediği gibi yönetmiş, “ülkeyi pislikten temizliyorum, sizi korkularınızdan kurtarıyorum, korktuğunuz geçmişinizden sizleri sıyırıyorum” diyerek Osmanlı Devletine ait bütün jurnalleri yaktırmış, Osmanlıya ait bütün ihbar mektuplarını, yazılı kararları,devletin tüm bilgilerini, yani Osmanlı’yı yok etmiştir.
Siyasi ve diplomatik hadiselerin en çok olduğu devir şüphesiz Abdülhamid Han devridir. Bu büyük padişaha, bütün tarihi hakikatler neredeyse ortaya çıkmasına rağmen, hala iftira atanlara rastlamak mümkündür.
(II. Abdülhamid'in Tuğrası)
Daha o zamanlar Yahudiler, Filistin’den toprak istemişlerdi; Doktor Theodor Herlz, 1896 yılında İstanbul’a gelerek, Polonyalı Kont Philippde Newlinski’nin delaletiyle padişahla görüşür ve Filistin karşılığında, padişaha 20.000.000 (yirmi milyon) sterlin vermeyi hatta Osmanlının bütün borçlarını ödemeyi teklif eder ,daha da ileri giderek “Musevilerin etkin bir yardımı olmadan, mali sorunların çözümünde Osmanlı Devleti’nin bir başarı gösteremeyeceğini” vurgulamaktan da geri kalmaz. Theodor Herlz, huzurdan ayrıldıktan sonra, padişah, Newlinski’ye hitaben: “Eğer Bay Herlz, senin benim arkadaş olduğun gibi arkadaşın ise, ona söyle bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan benim değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehid düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanlarında kalmışlardır. Türk İmparatorluğu bana aid değildir. Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını vermem. Bırakalım, Museviler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman, onlar, Filistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat, yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade etmem.” Şeklinde kesin cevabını bildirmiştir.
Padişahlığı zamanında yıkılmak üzere olan devleti ayakta tutacak en iyi tedbir ne ise onları hiç tereddüt etmeden yerine getirdi ve yıkılmak üzere olan bir devleti tahtı elinden alınana kadar tam 33 (otuz üç) sene geciktirdi. Devrinde yapmış olduğu işleri, bazı aydın geçinen tabaka ve onların sözcüsü gibi çalışan İttihat Ve Terakki Cemiyeti hariç, herkes takdirle karşılıyordu. Aleyhine her türlü iftiralar en kötü isnatlar uyduruluyor ve Avrupa devletlerinin himayesinde yaşayan çeyrek aydın bile olamayanlar gazetelerinde, durmadan bu iftira ve isnatları yazıyorlardı. Hiç yılmadan ve bıkmadan, Devlet-i Aliyyeyi 33 (otuz üç) sene idare etti. Dünya savaşının çıkacağına inanıyor, çıktığında ise Osmanlı Devletini kurtaracak en önemli şeyin, ancak denizlerde kuvvetli bir devletin yanında savaşa katılmak olduğunu düşünüyordu. Tahttan indirildiğinden hemen sonra bu görüşünün tam zıddı yapılmış koca devlet de tamamen yıkılmıştı. Ve Bismark’ın ne kadar haklı, Abdülhamid’inde ne kadar ileri görüşlü, ne kadar işinin ehli olduğu bir daha ispatlanmıştı. Ama iş işten geçmiş onun bilgi ve deneyiminden yararlanılmamıştı.
En büyük talihsizliği devleti en kötü şartlar altında eline almış olmasıdır. Tahttan indirildikten sonra zaman ilerledikçe, aleyhinde olup da pişman olmayan hemen hemen kalmamış gibiydi. Son derece dindar ve namusluydu; abdestsiz olarak hiçbir devlet işine imza atmadığı meşhurdur.
Tahta çıktığında, amcası Sultan Abdülaziz’in intihar edip etmediğini tesbit etmek için bir mahkeme kurdurmuş ve kurulan bu mahkemede; Hüseyin Avni, Mithat Paşa ve daha bazılarının öldürttüklerini tesbit ettirmiş. Bunun üzerine Mithat Paşa’nın idam edilmesini, Gazi Osman Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa gibi büyük dahiler bile istemiş olmalarına rağmen idam cezasını müebbet hapse çevirmiştir.
Son derece şefkatli bir insan olan Sultan Abdülhamid’in kendisini öldürmek isteyenleri bağışlaması, dünya siyaset tarihinde görülmemiş bir olaydır.
Hayırsever ve cömert bir insan bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid, sıradan bir vatandaş gibi yaşardı. Yunan seferi sırasında, kendisine hazinede yeterli para olmadığı söylenince, atalarından kalma şahsi servetinden masrafları karşılamış, devletten beş kuruş almamıştı.
Boş vakitlerini marangozhanede geçirir, harika eşyalar yapar, bunları sattırır ve parasını fakire fukaraya dağıttırırdı.
Sultan İkinci Abdülhamid, kültüre önem vermiş ve eğitim konusunda hizmet verecek bir çok mekan yaptırmış. Vilayetlere liseler, kazalara ortaokullar kurmakla beraber, ilkokulları köylere kadar ulaştırmıştır ve bu okullarda yabancı dillere kadar birçok yeni dersler okutuldu.
İstanbul’da Şişli Etfal Hastanesini ve Darülaceze’yi kendi şahsi parasıyla yaptırdı. Hamidiye adı verilen nefis içme suyunu borularla İstanbul’a getirtti. Karayollarını Anadolu içlerine kadar uzatan Sultan İkinci Abdülhamid, Bağdat’a ve Medine’ye kadar da demiryolları döşetmiştir. Büyük şehirlere atlı tramvay hatları döşetti.
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD;
*Polis teşkilatını geliştirdi.
*Komiserlik ve baş komiserlik makamlarını ihdas etti.
*Ceza ve Ticaret Usulü kanunlarını çıkarttı.
*Askeri dikimevleri, tersaneler, feshaneler kurdurdu.
*İstanbul İzmir limanlarını tahsis etti.
*Tahta çıktığında 252.000.000 (iki yüz elli iki milyon) olan altın borcunu taht’ı bıraktığında 30.000.000 (otuz milyon) altına indirdi.
(Yıldız Çini Fabrikası)
*Hereke Halı ve Dokuma, Beykoz Deri, Yıldız Çini, Cibali Tütün, Yedikule İplik ve Havagazı, Kireç burnu Tuğla, Çubuklu Cam, İstinye Buy Fabrikalarını işletmeye açtı.
(Hereke Halı/DokumaTezgahı)
*Zirai alanda haralar, örnek çiftlikleri tesis etti; Ziraat, Baytar, İpek böcekçilik, Halkalı Ziraat, Orman ve Maden, Ticareti Bahriye, Mülkiye, Hukuk, Sanayi Nefise, Tıbbiye, Ticaret ve Hendese-i Mülkiye, Darul-muallim, Darülfünun gibi her dereceden okulları açtırdı ki bugün hepsi de kullanılmaktadır.
*Arkeoloji, Askeri Müze, Yıldız ve Beyazıt Kütüphaneleri yine o devirde açıldı.
*Gureba Hastanesi, Hamidiye Etfal Hastanesi, Yıldız Askeri Hastanesi ve bugünkü Darülaceze yine o devirde hizmete girmiştir.
*Hamidiye çeşmeleri ve Terkos Su Şirketi yine Abdülhamid’e nasip oldu.
Kültür, Sanat ve Mimari gibi konulara önem veren ve ince ruhlu bir padişah olan Sultan İkinci Abdülhamid döneminde, özellikle yabancı mimarların faaliyetleri göze çarpar. Sultan İkinci Abdülhamid’in padişahlığı döneminde yerli ve yabancı mimarların yaptığı bazı eserler şunlardır; İstanbul Askeri Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi, Yüksek Ticaret Merkezi, Tarabya İtalyan Sefareti, Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi, Düyun-u Umumiye ve Karaköy Osmanlı Bankası, Karaköy Palas İş hanı, Maçka Palas, Ankara İş Bankası, İstanbul Maçka İtalyan Sefareti, Haydarpaşa Garı, Sultanahmet’te Alman Çeşmesi, Sirkeci Garı, Kütahya Ulu Camii, İstanbul Yıldız Hamidiye Camii, Cihangir Camii…
(Hamidiye Kağıt Fab.)
Tahttan indirildikten sonra Selanik’e sürülmüş, birçok işkenceler yapılmış ve Selanik’in düşman işgali altında kalma ihtimali çıkınca İstanbul’a Beylerbeyi Sarayı’nda oturmaya mecbur edilmiştir. Büyük Hakan 1918 senesinin 10 Şubat’ında bu sarayda hayata gözlerini yummuş, Divan yolundaki Sultan Mahmud Türbesine, amcası Sultan Abdülaziz ile dedesi İkinci Mahmud’un yanına defnedilmiştir.Vefatında 75 yaşını 4 ay geçiyordu. Cenazesinde en hareketli aleyhtarlarının bile ağladığı söylenir.
İkinci Abdülhamid’in sekizi erkek, dokuzu da kız olmak üzere onyedi çocuğu dünyaya gelmiştir.
Çocukları: Mehmed Efendi (1871-1937), Abdülkadir Efendi (1878-1945), Ahmed Efendi (1878-1945), Burhaneddin Efendi (1885-1948), Abdürrahim Efendi (1894-1954), Nureddin Efendi (1901-1950), Bedreddin Efendi (1901-1904), Mehmed Abid Efendi (1904-?) , Ulviye Sultan (1868-1872), Zekiye Sultan (1878-1952), Naime Sultan (1876-1945), Naile Sultan (1884-1956), Şadiye Sultan (1887-1977), Ayşe Sultan (1887-1977), Refika Sultan (1907-1908