Uğursuzluk ve Bereketsizlik

Başlatan Mücteba, 05 Nisan 2011, 00:16:23

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Kedi Yavrusuna Korkunç İşkence

Olacak şey değil ama oluyor işte. Siz de duymuş okumuşsunuzdur, son bir hafta içinde oldu. Urfa'da Balıklı Göl civarında fecî, vahşî, insanlık dışı bir işkenceye uğramış zavallı bir kedi yavrusu bulundu. İnternette resmini gördüm, çok sevimli bir hayvancağızdı. Ona ne yapmışlar biliyor musunuz? Ön ayaklarını bıçakla kesmişler, bu yetişmiyormuş gibi üzerine kaynar su dökmüşler. Hayvan kanlar içinde acı acı feryat ederken bulunmuş. Bulan resmî vazifeliler, vatandaşlar vahşetin bu türlüsüne isyan etmişler. Yapanları lanetlemişler.

Bu iş Halilullah İbrahim Aleyhisselam Efendimizin makamı civarında olmuş.

Toplumlarda öteden beri kötülükler, cinayetler, adam öldürmeler, vahşetler olur. Lakin zamanımız Türkiye'sinde bunlar sınırı aşmıştır. Evet, vahşetin, cinayetin, adam öldürmenin de bir sınırı vardır.

İslam'ın kurallarından biri şudur: Merhamet etmeyene, merhamet edilmez.

Bir kediye bu işkence yapılmış, sadece yapanları bağlar... Hayır, hayır, hayır!..

Böyle korkunç kötülükler bütün bir ülkenin başına uğursuzluk getirir, âfet getirir, felaket getirir.

Okullarda çocuklarımıza merhamet terbiyesi verilemiyor.

Yavrular, 7 yaşında resmî ideoloji mavalları ve masalları öğrenmeye başlıyor liseyi bitirinceye kadar. Bunlar lisede son buluyor mu? Yine hayır!.. Üniversitede de resmi ideoloji ve resmi tarih mitolojisi okutuluyor.

Herkesi suçlamam ama ailelerimizin bir kısmı da çocuklarını iyi yetiştiremiyor.

Okulda bir çocuk aşırı haylazlık, yaramazlık yapıyor, hocası kulağını çekiyor, ertesi gün cerbezeli annesi okula geliyor, müdüre çıkıyor "Benim yavruma bir fiske bile vuramazsınız" diyor. Böyle terbiye olur mu? Çok ağır olmamak şartıyla öğretmenler, öğrencilerinin kulaklarını çekebilmelidir. Neymiş, AB normlarına ve standartlarına uygun değilmiş. Başlarına AB kadar taş düşsün!..

Hatırlıyor musunuz, geçen sene İzmir'de bir üniversite öğrencisi zavallı bir kediyi tekmeleye tekmeleye vahşice öldürmüştü.

Korkunç bir merhametsizlik çağındayız.

Arazi mafyaları ormanları, çalılıkları yakıyor. Milyonlarca hayvan, böcek ölüyor.

Avcılar, kanun ve nizamlara aykırı avcılık yapıyor, vahşî hayvanların kökünü kurutuyor.

Balıkçılar, yine kanunlara ve nizamlara aykırı olarak balıkların kökünü kurutuyor.

Son otuz sene içerisinde dehşetli bir yeşillik, ağaç, çalı, bitki tahribatı oldu.

Ülkenin çok şirin bir köşesine buldozerler giriyor, ağaçları, çalıları, bitkileri, Hülâgu ordusu gibi tahrip ediyor. Neymiş, HES yapılacakmış. Yapamaz olsunlar!..

On üç yaşında salak bir kız, manken olmak için evinden kaçıyor, bir yığın canavarın tecavüzüne uğruyor, sonunda randevu evine satılıyor.

Vahşetler, canavarlıklar sadece bu saydıklarım değil. Geçenlerde bir asker ruhî sıkıntıya düşmüş, askerî doktorlar düzelmesi için tebdil hava raporu ve tatili vermişler. Zavallının beş parası yokmuş, otostop yapa yapa köyüne giderken gece karanlıkta bir motosikletli çarpmış, asker ölmüş. Köydeki ailesine telefon etmişler, gelin cenazeyi alın demişler. Acılı baba, beş kuruşum yok, cevabını vermiş... Bu da bir merhametsizliktir. Biz Müslümanlar zekâtlarımızı, sadakalarımızı böyle muhtaç din kardeşlerimize vermiş olsaydık, o askerin payına da en azından 100 lira düşecek, onunla köyüne gidebilecek, yolda bir çorba içebilecekti.

Bu merhametsizliğin, bu vahşetin, bu işkencelerin, bu yamyamlıkların sonu ne olur? İki tez var:

Birincisi, Türkiye çok ilerliyor, kalkınıyor, gökdelenler, köprüler, barajlar, gelecek çok aydınlık...

İkincisi, dinsizlik ve densizlik korkunç boyutlara ulaştı, ahlâk ve fazilet kalmadı. Bir kesim, para ve zenginlik için her kötülüğü yapıyor, toplumsal barış ve uzlaşı yok, gelecek çok karanlıktır...

Siz hangi görüşü kabul ediyorsunuz?



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Ağustos 2011 Pazar

Mücteba

Allah'tan Korksunlar!


BİR - Müslümanların zekâtlarını bir tüzel kişi (hizip, fırka, cemaat, dernek, vakıf, tarikat vs) adına toplayıp bu paraları bir havuza koyup Şeriatın hükümlendirdiği, öngördüğü, tespit ettiği şekilde sarf etmeyenler; Müslüman fakirleri, Müslüman miskinleri, Müslüman yol oğullarını (mültecileri) mahrum ve mağdur edenler Allah'tan korksunlar.

İKİ - Mübarek Ramazan'da sıcak ve uzun günlerde oruç tuttuktan sonra geceleri Kur'ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlâkına aykırı şenliklere, etkinliklere, eğlencelere katılanlar Allah'tan korksunlar.

ÜÇ - Somali'de ve başka İslam ülkelerinde Müslümanlar açlıktan ve susuzluktan sapır sapır dökülüp ölürken Türkiye'de Kur'ana, Sünnete, ahlâka, insafa, bilgeliğe aykırı şekilde lüks iftar ziyafetleri tertipleyenler, fakirler inlerken kendileri aşırı ve lüks şekilde tıkınanlar Allah'tan korksunlar.

DÖRT - Cemaatini, tarikatını, hizbini, fırkasını İslam ile özdeşleştiren hatta bazen İslam'ın üstünde tutan; başlarındaki ruhbanları/baronları erbab haline getiren mutaassıplar Allah'tan korksunlar.

BEŞ - Müslümanları, birbirinden kopuk hiziplere, fırkalara, cemaatlere ayıranlar, böylece Ümmet birliğini berhava edenler Allah'tan korksunlar.

ALTI - Türkiye'deki Müslüman fakirler, miskinler, yetimler, dar gelirliler, işsizler sefalet içinde ağlayıp inler ve sürünürken, kendileri korkunç bir lüks, israf ve sefahat sergileyenler Allah'tan korksunlar.

YEDİ - Peygamberimiz sallAllahu aleyhi ve sellem, "Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar Cennet kokusunu alamayacaklardır. Halbuki Cennetin kokusu şu şu şu kadar uzaktan duyulur" diye uyarmış olduğu halde saçlarını hâlâ deve hörgücü gibi yapan kadınlar ve onların kocaları Allah'tan korksunlar.

SEKİZ - Tesettürü Şeriata aykırı olarak ticarete alet eden tesettür bezirgânları Allah'tan korksunlar.

DOKUZ - "Son turistik umre seyahatimde Harem-i Şerif'in yanındaki otelin 23'üncü katında Kâbe'ye nazır krallara layık lüks bir suitte yaşadım ve Kâbe'ye tepeden baktım" diyen görmemiş herifler Allah'tan korksunlar.

ON - İftar çadırının kapısına "Bu akşamki iftarı Hacı Zengin Zenginoğlu vermektedir. Duyurulur..." diye yazan belediyeler ve hacılar Allah'tan korksunlar.

ONBİR - Hiçbir şer'î mazereti, hastalığı olmadığı halde teravih vaktinde cami bitişiğindeki nargile kafede, dışarıda gürül gürül ezanlar okunurken tokur tokur nargile içen sahte sofular Allah'tan korksunlar.

ONİKİ - Karun kadar parası var, çocuğuna İngilizce, flüt, yüzme ve ikebana dersleri aldırıyor, lakin ehil ve vasıflı bir din hocası veya hocahanım tutup da din, Kur'an, ahlâk dersleri verdirtmiyor. Böyle zengin Allah'tan korksun.

ONÜÇ - Şu yaz sıcaklarında, lokantanın önündeki yaya kaldırımındaki masaya oturmuş bol tereyağlı İskender kebabı ardından dondurmalı şöbiyet tatlısı yiyor. Gelip geçen vatandaşlar bakıyor, fakirler yutkunuyor... Bu mürüvvetsiz Allah'tan korksun.

ONDÖRT - Uzun seneler boyunca din ilimleri öğrenmiş, şimdi telif ücreti, para kazanmak, mal-mülk edinmek, zengin olmak için bu ilimleri satıyor. Allah rızası için bedavaya küçük bir broşür bile yazmıyor. Allah'tan korksun.

ONBEŞ - Pikniğe gidiyor, ailesiyle birlikte akşama kadar yiyor, içiyor, mangal yakıyor. Dönüşte bir yığın gazete kâğıdı, naylon poşet, pet şişe, çöp bırakıyor. Etraf yangın yeri gibi... Bu ne biçim Müslümandır, Allah'tan korksun.

ONALTI - Beş vakit namaz kılan bu Müslüman, bin kadar gazeteci, şarkıcı, türkücü, hırsız, eşkıya, futbolcu, manken ismini ezbere biliyor; lakin Yaratan'ın, Rabbi'nin 14 sıfatını ezberlememiş. Ona yazıklar olsun, Allah'tan korksun.

ONYEDİ - On iki senedir tarikata girmiş, kendini derviş ve mürit zannediyor ama günde en az iki saat gıybet yapıyor, din kardeşlerinin etini yiyor. Bu sahte derviş Allah'tan korksun.

ONSEKİZ - Hem Müslüman geçiniyor, hem ihalelere fesat karıştırıyor, haram yiyor, saçı bitmemiş yetimlerin haklarını gasp ediyor, bin türlü dolap çeviriyor, alavere dalavere yapıyor. Böyle sahtekârlar Allah'tan korksunlar.

ONDOKUZ - Hem Müslüman geçiniyor, hem de Peygamberimize saldırılınca ses çıkartmıyor, kendi din baronuna saldırılınca kızılca kıyamet kopartıyor. Allah'tan korksun.

YİRMİ - Adam Müslüman bir belediyeci, vazifesini ihmal ederek birtakım şerefsiz alçakların halka domuzlu et mamulleri yedirmesine göz yumuyor. Gereken kontrolleri ve tahlilleri yapmıyor. Müslümanların hakları onlara haram olsun, Allah'tan korksunlar.



Mehmet Şevket EYGİ - 28 Ağustos 2011 Pazar

Mücteba

Buharî'de Uydurma Hadîs Vardır Diyene

Sözüme selamla başlıyorum: "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin ve bütün mü'minlerin üzerine olsun..."

Sizi bir konuda uyarmama müsaade buyurmanızı rica ediyorum.

Bir yazınızı okudum, Buharî'de mevzu hadîs olduğunu iddia ediyorsunuz.

Doğrusu çok üzüldüm. Böyle bir iddiayı ilmi olan imanı olmayan müsteşrikler (oryantalist) yapabilir ama bir Ehl-i Sünnet Müslümanı yapamaz.

Çünkü Sahih-i Buharî'nin "Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim'den sonra kitapların en doğrusu" olduğu konusunda icmâ vardır.

Nâsirüddin Albanî'ye istinad ediyorsanız büyük bir sapma içindesiniz. Çünkü o ne icazetli bir alimdir, ne fakih, ne de icazetli muhaddis. Aleyhinde ulema, fukaha ve muhaddisler tarafından, bazıları birkaç ciltlik ilmî reddiyeler kaleme alınmış, hezeyanları kâmilen red ve cerh edilmiş, çürütülmüştür.

Buharî'yi tenkit edenler bozuk fırkaların mensuplarıdır. Bunlardan birinin "Buharî'de çıksa çıksa iki sahih hadîs çıkar" cümlesini okumuştum.

Sahih-i Buharî'nin, Allah'ın kitabından sonra kitapların en doğrusu olduğu her asırda yaşamış gerçekten âlim, takvalı, ihlaslı, hadîs ilminde mütebahhir (derya gibi) olan ulema, fukaha, müfessirler, muhaddisler tarafından tasdik edilmiştir.

Zamanımızda bazı bozuk ilahiyatçılar bu iftira ve hezeyanı, bazen açıkça, bazen sinsice tekrarlayıp duruyor.

Buharî'de mevzu hadîs var diyen bid'atçidir, müfteridir, yalancıdır, zâlimdir, insafsızdır.

Buharî'nin esahhü'l-kitab ba'de Kitabillah olduğunda ittifak vardır.

Biz Kur'an ve Sünnet yolunda olan Sünnî Müslümanların böyle itikad ve itimad etmemiz gerekir.

Buharî'de mevzu hadîs olduğunu söyleyen ilahiyatçılara ve yazarlara bakalım:

* Onların icazetleri yoktur.

* Onlar tabakat-i fukahanın en alt derecesi olan müftülük rütbesine bile sahip olmadıkları halde saçma sapan ictihadlar yapar, yine saçma sapan fetvalar verir.

* Onların çoğu dinde reform, dinde değişim, dinde yenilik taraftarıdır.

* Bunların bazısı namaz bile kılmaz.

* İtikadlarında bozukluklar vardır. Kimisi kaderi, kimisi şefaati inkar eder.

* Bozuk ilahiyatçılardan bazısı Kemalisttir, ilahî İslam dinini beşerî bir ideoloji olan Kemalizmle bağdaştırmak için gülünç ve iğrenç hokkabazlıklar ederler.

* Bazıları fıkıh ve Şeriat düşmanıdır.

* Bazıları Fazlurrahmancıdır. Nice kesin âyetin ve hadîsin hükümlerinin bu devirde geçerli olmadığı iddia ederler.

* Bazıları Diyalogçudur. Hahamlarla papazlarla can ciğer kuzu sarmasıdır.


Buharî'de mevzu hadîs bulunduğunu hiçbir icazetli Ehl-i Sünnet âlimi, fakihi, muhaddisi iddia etmemiştir.

BOP'çular, İslam Protestanlığı türetmek isteyenler, Siyonistlerin ve haçlıların direktifleri doğrultusunda cihadsız ve Şeriatsız yeni bir İslam hazırlığı içinde olanlar Sünneti yıkmak istiyor. Sünnet yıkılınca fıkıh ve Şeriat da sarsılmış olacaktır.

Bir de Feministler var. Onlardan büyük bir vilayette müftü yardımcısı bir hanım, bir seminerde Buharî'de geçen bir hadîs için "Peygambere söyletmişler" demişti...

Hadîs ayıklama işi de böylelerinin mârifetlerindendir.

Müslüman bir kardeşiniz olarak sizi uyarıyorum:

Buharî'yi tenkit etmekten, küçümsemekten vaz geçiniz.

İşin aslını, doğrusunu öğrenmek istiyorsanız icazetli İslam alimlerinden usûl-i hadîs dersleri alınız.

Kötü niyetli, nursuz reformculara uymayınız.

Ana caddeden ayrılmayınız, çıkmaz sokaklara, dar patikalara sapmayınız.

Yerli ve yabancı oryantalistlerin tuzaklarına düşmeyiniz.



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Ağustos 2011 Pazartesi

Mücteba

Fitne ve Fesatlar Bitmez


1970'li, 80'li yıllarda birtakım radikal mücahitler vardı, biz Asr-ı Saadet'i geri getireceğiz edebiyatı yapıyorlardı. Onlar şimdi cihad meydanında yoklar, bir dünyadan başka bir dünyaya intikal ettiler, mücahitlikten müteahhitliğe geçtiler. Çoğu zengin oldu...

Asr-ı Saadet geri gelmez. Bir zaman diliminin Asr-ı Saadet olması için onda Adem oğlunun Seyyidi'nin (Salat ve selam olsun ona) bulunması gerekir.

İslam tarihinde ilk büyük fitne Hz. Osman Zinnureyn efendimizin şehid edilmesiyle başlamıştır. Sıffeyn ve Cemel savaşları, dereler gibi akan Müslüman kanları, daha sonra Hz. Hüseyin'in şehadeti. 1400 senedir fitneler bitmek tükenmek bilmiyor.

Şimdi âhir zaman fitneleri ve fesatları içinde yaşıyoruz.

Din, Şeriat elden gitmiş... Hilafet elden gitmiş... İslam âlemi darmadağın... Düşman kaleyi içten feth etmiş...

İleride Asr-ı Saadet'e benzer bir devir gelir mi? İnşaAllah gelecektir: Beklenen Mehdi'nin zamanında.

Nasıl gelecektir?.. Öyle tereyağından kıl çeker gibi gelmez. Büyük, kanlı, korkunç savaşlar olur, akıl almaz miktarda adam ölür, dehşetli tahribat olur ondan sonra.

Şimdi müteahhitlik yapan eski radikal mücahitlerin kısa akılları bunlara ermez.

Kimse saflık edip yakında her şey kolayca düzelecek, güllük gülistanlık olacak, fevkalade adalet ve güvenlik gelecek demesin.

Fitneler arttıkça artacaktır.

Fesat yangınları dünyayı saracaktır.

İhtilaller, iğtişaşlar, kıyamlar, kırımlar, felaketler, açlık, kıtlık, savaş, gözyaşı, kan, tahribat, kaht u galâ...

Rejimler çökecektir.

ABD, eski Sovyetler Birliği gibi çökecektir.

AB çökecektir.

İsrail korkunç şekilde çökecek ve kendisiyle birlikte dünyayı ve insanlığı çökertecektir.

Zelzeleler sıklaşacak ve şiddetlenecektir.

Denizler, karaları vuracaktır.

Yanardağlar patlayacaktır.

Müslümanlar birlik olmamanın acısını feci şekilde çekecektir.

Müslümanlar başlarına âdil ve ehil bir İmam/Emîr seçmedikleri için süründükçe sürünecektir.

Bütün "nâ-mübarekler" alaşağı edilecektir.

Fırat nehri civarında korkunç hadiseler olacaktır.

Dini imanı para ve mal olanlar helak olacaktır.

Ulema geçinen bazıları Mehdi'yi de inkar edecek ve ona karşı çıkacaktır.

Bazı yerlerde taş üstün taş, gövde üstünde baş kalmayacaktır.

Dünya başka bir dünya olacaktır.

Bütün bu hercümerçten sonra Mehdi'nin âdil hakimiyeti devri başlayacak ve yaralar sarılacak, yeryüzünde bir Altın Çağ başlayacaktır.

Şeriat-i Garra-i Ahmediyye ile hüküm verilecektir.

Her yerde adalet ve güvenlik olacaktır.

İsraf kalkacak, yeryüzü nimetleri paylaşılacak, herkes doyacak ve refah içinde yaşayacaktır.

Ezanlar okununca insanlar fevc fevc (akın akın) camilere seğirtecektir.

Muhadderat-ı İslamiye tesettürlü olacaktır.

Ahlaksızlığın, iffetsizliğin, rezilliğin, fısk u fücurun, irtikâb ve irtişanın, hırsızlığın, zulmün kökü kesilecektir.

Sonra vakt-i merhunu gelince dünya yine bozulacak, büsbütün bozulacak ve Kıyamet kopacaktır.

İman edenler ve sâlih ameller işleyenler kurtulacak, inkârcılar, münafıklar, fâsıklar ve zalimler belâlarını bulacaktır.

Ne mutlu bu fitne ve fesat, nifak ve şikak, isyan ve tuğyan devrinde Allaha, Peygamberine, Kur'ana, İslam'a, Şeriata sarılan muhlis (ihlaslı) ve istikametli (dosdoğru) gerçek Müslümanlara. Onların ayaklarının tozunu yüzümüze sürmek şereftir bize.



Mehmet Şevket EYGİ - 29 Ağustos 2011 Pazartesi

Mücteba

Ordu ve Devlet Düşmanlığı

Ordu bir kurumdur...

Ordu bir hükmî şahsiyettir...

Ordu bir cevherdir...

Çok basit bir misal vereyim: Ordu billur bir sürahi gibidir. İçine süt konulur, bal şerbeti konulur, memba suyu konulur...

Yahut içine şarap konulur, rakı konulur, bira konulur, başka haram bir sıvı konulur...

İçine şarap konuldu diye sürahi kırılmaz, sürahiye düşmanlık edilmez

Ne yapılır: Şarap dökülür, sürahi temizlenir şartlanır...

Ordusuz devlet olmaz, ülke olmaz, halk olmaz.

Devlet de ordu gibidir.

Rejim, düzen, sistem kötü diye devlet düşmanlığı yapılmaz.

Devlet kötü, o halde batsın diyen kişi, içinde bulunduğu geminin batmasını, uçağın düşmesini isteyen adam gibidir.

Devlet dursun, kötü düzen/sistem değişsin, yerine iyisi, âdili gelsin.

İslam'da devlet idarecilerine beddua etmek yoktur. Islahları için dua edilir.

Beddua edersen ve bedduan tutarsa, gemi batar, uçak düşer ve sen de yok olursun.

1970'lerde, 80'lerde birtakım radikal İslamcılar yoğun bir devlet düşmanlığı yapıyorlardı. Devlet kötü, bu devlet batsın!..

Aradan 30/40 yıl geçti, onların çoğunun artık sesleri solukları çıkmıyor.

Eski mücahitlerin ekserisi müteahhit oldu. Kötü dedikleri devletin rant ve nemalarıyla semirdiler, zenginleştiler.

Lütfen devlete sövmeyiniz.

Muhalefetiniz bozuk ve kötü düzen ve sisteme karşı olsun.

Geminin batmasını, uçağın düşmesini istemeyiniz.

Kaptanlara kızıyorsanız, ıslahları için dua ediniz.

Uçağın kaptan pilotuna kızıyorsanız, onun da ıslahına dua edin.

Dinsizler ordu Peygamber ocağı değildir diyecek...

Ben de bir Müslüman olarak ordu Peygamber ocağıdır diyeceğim.

Bugünkü haliyle mi? Elbette değil.

Orduyu Peygamber ocağı olarak görmek istiyoruz.

Bunun için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.

Vaktiyle çocuklarını askerî mekteplere (Subaylıkta, astsubaylıkta iyi para yok diye) yazdırmayan, en istidatlı gençleri çok para var diye doktorluğa ve mühendisliğe yönlendiren kısa görüşlüler yüzünden bugünkü hallere geldik.


Mehmet Şevket EYGİ - 30 Ağustos 2011 Salı

Mücteba

Garip Bir Yazı

Türkiye'de "Kurtarılmış bölgeler" var mı?... Ben sen o biz, vatanın bazı bölgelerine gidip rahatça gezemiyor, tatil yapamıyorsak, var gibi geliyor bana.

Sanırım terörün merkezi Kandil dağında değil, Türkiye'nin içinde.

Konvansiyonel ordularla gerilla savaşı kazanılabilir mi?

ABD Vietnam'da kazanabildi mi?

PKK terörü bitirilebilir mi?

Bitirebilseydi, 1984'ten beri geçen 27 yıl içinde bitirilmiş olmaz mıydı?

Türkiye'deki terör... Ermenistan... Tel-Aviv... AB... ABD...

Büyük Ermenistan...

Büyük Kürdistan...

Eretz İsrail (Büyük israil)...

Küçük Türkiye... Küçültülmüş Türkiye...

Bir buçuk milyon Kripto Yahudi...

Bir buçuk milyon Kripto Hıristiyan...

Büyük Selânik...

Sünnetsiz PKK "Şehitleri"...

Türk ordusu için üretilmiş olan MKE mermileri PKK'nın nasıl eline geçmişti?

PKK terörünün gölgesinde yapılan yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ticareti.

Bir ara helikopterlerle taşınan uyuşturucu...

Sıfırdan başlayıp kısa zamanda doların mültimilyoneri olanlar.

Silah kaçakçılığı.

Beyaz işi.

Kürtler dağa çıksın diye insan pisliği yedirilen köy halkı.

Yerle bir edilen, halkı sürülen 3500 köy...

O köyler bizim köylerimizdi.

İslam medreselerini, tasavvuf tekkelerini yıkarsan, yasaklarsan, yerine PKK Zerdüştiliği gelmez mi?

Büyük Kürdistan kurulursa şu anda hızla boşalan, boşaltılan bölgelere Ermeniler göç edecek.

İsrail Türkiye'yi parçalamaya ahd etmiştir.

Bölücü Kürt hareketi "Made in Israel"...

Haçlı dünyası Türkiye'yi yeniden bir Hıristiyan ülke haline getirmek istiyor.

Türk hava kuvvetleri Kandil'i bombardıman ederken, PKK yurt içindeki hedefleri vurmaya devam ediyor.

Her gün yeni şehitler.

Bu şehitlerin içinde bir bakanın, milletvekilinin, generalin, umum müdürün, kodamanın, holding sahibinin, süper zenginin, ünlü bir gazetecinin, bir süper starın çocuğu var mı?

Asılarak şehid edilen şeyh devlete karşı değildi, dinsizliğe, Moiz Kohen Türkçülüğüne, Süfyaniliğe, Tağut'a karşıydı.

Ey Selanik!.. Ektiğin tohumlar meyvelerini verdi. Rüzgar ekmiştin, tayfun biçiyorsun şimdi.

Yurtta sulh, cihanda sulh...

Ne yurtta, ne cihanda barış var...

Eski ahlar...

Sultan Abdülaziz'in ahı...

Sultan Abdülhamid'in ahı...

Sultan Vahdettin'in ahı...

Son Halife'nin ahı...

Hanedan-ı Osmaniye'nin ahları...

İskilipli Âtıf Hocanın ahı...

Sürgünde ölen Abdülhakîm Arvasî'nin ahı...

Çile, eziyet, hapis, sürgün, eziyet içinde yaşayan Bediüzzamanın ahı.

Kiraya verilen, satılan, depo, işyeri, ahır yapılan, kimisi yıktırılan binlerce cami ve mescidin ahları...

İbadete kapatılan Ayasofya'nın ahı...

Ezan-ı Muhammedî'nin ahı...

Yok edilen, düzlenen, arazisi kapanın elinde kalan tarihî İslam kabristanlarının ahı.

Elifba'nın ahı.

Mecelle'nin ahı.

Çarşaf ve peçenin ahı.

Kapatılan binlerce tekke, dergah ve zaviyenin ahları...

Zalim İstiklal Mahkemelerinin karakuşî kararlarıyla asılan mazlumların ahları.

Faili mechul cinayetlere kurban gidenleri ahları...

O kadar çok ah var ki...

Bunca ah yangınını söndürmenin tek çaresi:

İslam'ı ilan etmek...

Ona da güçleri ve cesaretleri yetmez.

Öyleyse bitmeyen savaşa devam...

Yurtta sulh cihanda sulh...

Moiz Kohen Tekin Alp...

Yanmaya devam...

Hem kendini yaktın hem bizi...



Mehmet Şevket EYGİ - 30 Ağustos 2011 Salı

Mücteba

Sünnîlerin Derin Gaflet Uykusu Öldürücü 15 Günah ve Hıyanet

1. Çok ezildiler, hakları yendi, hürriyetleri kısıtlandı, nice büyükleri idam edildi, zindanlarda çürütüldü, sürüldü, kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş, parya, sömürge yerlisi, zenci muamelesi gördüler, en büyük mâbedleri ellerinden alındı, resmî Selanik ideolojisi kendilerine din gibi zorla, terörle benimsetilmek istendi, hakarete uğradılar... Sonra karanlıklar biraz dağıldı, ellerine oldukça hürriyet, imkân, fırsat geçti... Nicesi bunlardan yararlanmadılar, yan gelip yattılar... Vaktiyle mücahidlik taslayan birtakım Sünnîler işi müteahhidliğe döktüler, kendilerini ezen ve horlayan kötü sistemin haram nimetlerine saldırdılar, o bozuk düzenin yiyicileri ve hortumlayıcıları oldular.

2. Ehl-i Sünnet Müslümanlığının din ve dünya işlerinde birinci maddesi birlik, beraberlik, ittihad olduğu halde, düşmanlarının ve şeytanın teşvik ve yönlendirmesiyle yüzlerce birbirinden kopuk fırkaya, hizbe, cemaate, gruba, kliğe ayrıldılar. Bunların bir kısmı birbiriyle çekişmeye başladı. Din ve iman kardeşliği bağlarını zayıflattılar veya koparttılar.

3. Başlarında ehliyetli ve liyakatli bir İmam/Emîr bulunması ve hepsi ona biat ve itaat etmesi gerektiği halde böyle bir İmam/Emîr seçmediler ve boyunlarında biat bağı olmadan hür (aslında köle) yaşamayı tercih ettiler. Resûlullah'ın (Salat ve selam olsun ona) "Zamanındaki İmam'a biat etmeden ölen kimse sanki cahiliye ölümüyle ölmüş olur" tehdidi altına girdiler de haberleri yok, yahut haberleri var ama aldırmıyorlar.

4. Sünnîlerin zengin, varlıklı, seçkin kesimi vasıflı çocuklarını doktorluk, mühendislik gibi paralı dünya mesleklerine yönelttiler. Yeterli miktarda çocuklarını askerî okullarda, öğretmen mekteplerinde okutmadılar.

5. Ellerine fırsat ve para geçip zenginleşen Sünnîlerin bir kısmı (yüzde kaçı?) lükse, israfa, saçıp savurmaya, aşırı tüketime, aşırı konfora, gösterişe, sefahate, dünya haz ve lezzetlerine, müzeyyen evler edinip döşemeye, lüks otolara binmeye, lüks yazlıklar edinmeye yöneldiler, ehl-i dünya oldular. Allah'ın kendilerine nasip ettiği paralarla dine hizmet etmeyi ikinci plana attılar, yahut gündeme bile getirmediler.

6. Zengin, seçkin, elit Sünnî kesim yeterli miktarda çocuklarını din hocası, fakih, müftü, imam, vaiz olarak yetiştirmedi. Bu gibi hizmetleri kırsal kesim, taşra, fakir çocuklarına bıraktılar. Farkında değiller ama din hizmetlerini küçümsediler. Bu gibi hizmetlerı sanki sadece fakirlerin, kırsal kesimin, taşranın çocukları yapar zannına saplandılar.

7. Bir kısım Sünnî ulema ve fukaha Kur'an, Sünnet, Şeriat ilimlerini paraya, maddî menfaate endekslediler, her hizmeti çıkar, te'lif ve tercüme ücreti karşılığında yapmaya başladılar; hasbîlik ve ihlâs prensiplerini terk ettiler.

8. Bir kısım ilahiyatçılar Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesinden çıktı; Mutezile, reformculuk, mezhebsizlik, telfik-i mezahib, dinlerarası Diyalog, üç İbrahimî din vardır, üçünün bağlıları da cennetliktir, Kemalizme uygun İslam, BOP İslam'ı, tasavvuf düşmanlığı, ılımlı İslam, light İslam, Feminist İslam, Fazlurrahmancılık gibi sapık ve bozuk cereyanlar türettiler.

9. Sünnî Müslümanların büyük kısmı bozuk düzeni/sistemi benimsedi, onu kanıksadı, onu normal görmeye başladı, ona karşı imanî ve islamî direncini yitirdi.

10. Sünnî Müslümanların yüzde doksanı, beş vakit namazı terk ederek dinlerinin direğini kendi elleriyle yıktılar.

11. Sünnî Müslümanların bir kısmının karıları ve kızları açıldı saçıldı, dinin tesettür emrini uygulamaz oldu.

12. Bir kısım Sünnîler farzları terk ettiler, umre gibi nafile ibadetlere ağırlık verdiler. O umreyi de dinî/turistik bir folklor haline getirdiler.

13. Sünnî kesim emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını tâtil etti.

14. Kâfirleri taklid ettiler, onlara benzediler, öyle ki onlar sıçan deliğine girse bizimkiler de girecek.

15. Bazı Sünnîler sâlih din kardeşlerini terk ettiler, kâfirlerle dost olup onlarla ülfet ve ünsiyet etmeye başladılar.

Daha çok madde yazılabilir, bu kadarla iktifa ediyorum...

Bu yazdıklarım ölümcül hatalardır.

Sünnî Müslüman çoğunluk bu hatâ, günah ve sapmalarla kurtuluşa, izzete, selamete, İslamî hürriyete eremez.

Bu saydıklarımın bazısı hıyanettir. Yapanlar merduttur, haindir.

Sünnî İslamî kesimde bir uyanış hareketi başlatılmalıdır.

İlmi, parası, imkanı olanlar bu hizmeti yapmakla mükelleftir.

Milyonlarca Sünnî Müslümanın uyarılmaya, bilgilenmeye ihtiyacı vardır.

Bozuk bir düzende dünya nimetlerine yönelik hayat sürmek Müslümana yakışmaz.

Bozuk bir sisteme iyidir, daha iyidir diyen dinden çıkabilir.

Bozuk hiçbir zaman iyi olmaz, ona iyi, daha iyi denilemez.

İnşaAllah bugünkü gaflet uykusundan, ölmeden önce uyanırız.

Ölünce uyanacağız ama çok geç kalmış olacağız...



Mehmet Şevket EYGİ - 2 Eylül 2011 Cuma

Mücteba

İslam'ı Anlamak ve Anlatmak

İSLAM'ı anlamak çok kolaydır. Anlatmak da kolaydır. Küçük bir ilmihaldeki bilgileri okuyup, öğrenmek, bellemek yeterlidir.

İslam'ı hakkıyla, derin bir şekilde anlamak zordur. Bunun için Peygamberle icazet irtibatı olan gerçek alimlerden, fakihlerden, mürşidlerden uzun yıllar boyunca ilim öğrenmek, irfan edinmek ve icazet almış bulunmak gerekir.

Bu ilim ve irfan kendi kendine meal, tercüme veya tefsir okumakla, gayr-i Müslim veya Müslüman oryantalistlerin kitaplarını tedkik ve tetebbu etmekle elde edilmez.

Okuma yazma bilmeyen cahil bir bedevî de Müslüman olabilir ama İslam'ı hakkıyla anlatamaz, öğretemez.

Din konusunda her ilim ve kültür sahibi de İslam'ı anlamış değildir, İslam'ı anlamayan anlatamaz.

19'uncu ve 20'nci asırlarda öyle müsteşrikler yetişmiştir ki, Zemahşerî kadar Arapça biliyorlardı, kimisi on lisana, hattâ daha fazlasına sahipti. Lakin bu ilimleri onları hidayete götürmedi. İslam'ı derin bir şekilde, hakkını vererek anlamak ve anlatmak için şu şartlar lazımdır:

(1) Her devirde Resulullah'ın (Salat ve selam olsun ona) vekili, vârisi, halifesi durumunda olan muhlis, muttaqi, râsih, nurlu, Sünnet ve Cemaat dairesinde bulunan gerçek âlimlerden ilim tahsil etmiş olmak.

(2) Öğrendiği kurtarıcı, faydalı ilmi hayatına uygulamak.

(3) Peygamberin ve Ashabının ahlakı ile mütehalli olmak (ziynetli bulunmak).

(4) Çalışarak, hocalardan okuyarak elde etmiş olduğu kesbî ilimlerin yanında, Allah vergisi olan vehbî ilimle şereflenmiş bulunmak.

(5) Efendimizin (Salat ve selam olsun ona), Sadat-ı Kiramın ve evliyaullahın ruhaniyetlerinin onun üzerinde sâyeban olması.

(6) Din ilimlerini, Allah'ın âyetlerini, Peygamberin Sünnetini, İslam mukaddesatını ucuza veya pahalıya satmamak, bunlara muhlisen lillah, rızaen lillah, garazsız ivazsız, dünyevî menfaatsiz hizmet etmek, insanlara dini ücretsiz öğretmek ve tebliğ etmek. Ücretini Allah'tan âhirette beklemek.

(7) Ehl-i dünya olmamak.

(9) Dünyevî hizmetlerini yerine getirmekle birlikte ahirete yönelik olmak.

(11) Allah'ı kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh bilmek, itikadı sahih olmak.

(12) İslam dinini, Kur'anın emir ve yasaklarını, Sünnet-i seniyyeyi, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeyi insanlara öğretmek hususunda hiçbir tehditten korkmamak, meşakkatten kaçınmamak.

(13) Din konusunda, hele zaruriyat-ı diniyede en ufak bir tâviz bile vermemek. Dinin ve Şeriatın en küçük hükümlerini, edeblerini muhafaza etmek.

(14) Diliyle ve kalemiyle mârufu emr etmek, münkerden nehy etmek.

(15) Allahla ezelde yapmış olduğu ahd ü misaka ve Resulullah'a olan biatına her zaman sadık olmak.

Sevgili Müslüman kardeşlerim!... Rabbanî, 'âmil, râsih, muhlis, sâdık gerçek din alimlerinin ve evliyaullahın yazmış olduğu küçük ilmihalleri ve ahlak kitaplarını okumak; fâsıkların ve bid'atçilerin yazmış olduğu ciltlerle kitabı okumaktan daha hayırlıdır.

İtikadlarında vahim bid'atler olan, Kitabullahı re'y ve heva ile tefsir eden, din kitaplarını sırf maddî menfaat için yazan kimselerden hayır gelmez.

Sapıklar, Kur'anda müşrikler ve kafirleri kınayan âyetleri Ehl-i Sünnet Müslümanlarınaymış gibi gösteriyor.

Ehl-i Sünnetin geçmiş âlimleri ve fakihleri doğru yol, hidayet üzerinde idiler. Biz de onların izini takip ediyoruz.

Bu yol Tevhid, tenzih, sahih itikad, beş vakit namazı dosdoğru kılmak, ihlas, Peygamberî ahlak, büyük ve küçük cihad, memduh ahlaka sahip olmak, mezmum ahlaktan kaçınmak, dünya malının gerekenden ve ihtiyaçtan fazlasına rağbet etmemek, fazilet ve hikmet yoludur.

Zâlim meliklere "Celâletü'l-melik el-muazzam..." diye hitap eden bid'atçiler İslam'ı temsil edemezler ve öğretemezler.



Mehmet Şevket EYGİ - 2 Eylül 2011 Cuma

Mücteba

Bir Cuma Namazında

Yaz mevsimindeyiz. Havalar sıcak. Büyük ve tarihî bir camiye gidiyorum. Cemaate bakıyorum. Yüzde doksanı takkesiz. Yüzde ellisi kısa kollu tişört giymiş. Birinin tişörtünün üzerinde İngilizce yazılar var. Cemaatin bir kısmı çok kötü ve zevksiz giyimli.

Yakınımdaki biri, hutbe okunurken durmadan cep telefonuna bakıyor. Herhalde telefonkolik. Başka biri mesajları okuyor, mesaj atıyor.

Arkada iki genç bütün hutbe boyunca vır vır zır zır konuştular. Çenesi düşükler. Bunlara kim edeb erkan öğretecek? Ben değil, dövebilirler...

Birkaç kişi köpek oturuşuyla oturmuş.

Minberdeki hocaya bakıyorum. Diyanet'in açık renk, yakası ve kol kenarları sırmalı yeni moda cüppeleri ne kadar zevksiz ve uyduruk.

Eyvah eyvah eyvah!.. Bu hafta da minberden para yardımı yapılması istendi. Ya Rabbi!.. Resûlullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) makamı nelere alet ediliyor.

Caminin hoparlörleri ayarsız ve bozuk. Mihrapta üç dört mikrofon var. Ses kolonları rasgele yerleştirilmiş, akustik bozulmuş, ses kirliliği var. Şu meretlerin sesini biraz kıssalar olmaz mı?

Okunan hutbe içimi açmadı.

Din, iman, Şeriat elden gitmiş, biz teferruatla uğraşıyoruz.

Üç dindar edebiyat profesörü gelip bilirkişi sıfatıyla bu hutbeyi dinleseler acaba 10 üzerinden ne not verirlerdi? Bence üç veya dört...

Farz namaz başladı. Önümdeki Müslüman secde esnasında ayağının parmaklarının alt tarafından bir kısmını (kıvırarak) yere değdirmedi. Secdesi olmadı. Secde olmayınca namaz da olmaz.

Ahir zuhur namazını hasırların üzerinde kılmak için dışarıya çıktım. Keşke çıkmasaymışım. Ana kapının önüne kırık dökük bir masa koymuşlar, yüksek sesle yardım yardım yardım diye avaz avaz bağırıyorlar hiç durmadan dinlenmeden. Zaten huzurum yok, namazı nasıl kıldım bilmiyorum.

Maalesef, nâdir istisnalar dışında namazlarda ve camilerde huzur, huşu, hudu, sekinet, vakar, doğru dürüst kılık kıyafet, imame kalmadı.

Bazı camilerin imamlarının ve müezzinlerinin sesleri ve kıraatleri güzel ama onları da şeytanî hoparlörler mahv ediyor.

Büyük camilerimizden birine turistler için İngilizce, Fransızca, Almanca uyarılar yazmışlar. İmla ve gramer hataları vardı, çok üzüldüm, öfkelendim. Yahu bir bilene sorun bari.

Camilerdeki uyduruk pilli saatler tam bir fâcia. Nice camide mihrabın iki yanına aynı saatten koymuşlar. Çinden gelme, yerinde onbeş liraya satılan şeyler. İnsan böyle ucuz, değersiz, işporta işi, rezil, iğrenç, pis pilli saatleri mukaddes caminin en görülecek yerine asmaktan hayâ eder. Medenî Müslümanlar böyle saatleri helâlarına bile asmaz!..

Neymiş, hayırmış. Olmaz olsun böyle hayır!

Tarihî camilerimizin çoğundaki kıymetli hüsn-i hat levhaları yok oldu, yok edildi. Bazısının çivileri duruyor. Bunları kimler çaldı, yok etti. Elleri kırılsın!

1950'li yıllarda Kısıklı camii şerifinde Osman efendi adında bir hatip vardı. O tarihte hoparlör yoktu, kısık sesle hutbe irad ederdi, dinleyen herkes ağlardı.

Şeyh Muzaffer Ozak da çok güzel ve tesirli hutbe okurdu. Ne kadar uzatsa bıkkınlık vermezdi.

Başka değerli hatipler, hocalar da vardı.

Cumalarda bazı camilerde ezan okunuyor, vaiz efendi beş on dakika konuşmaya devam ediyor. Böyle uzatmalı camilere gitmiyorum. Memur var, kış aylarında üniversite ve lise öğrencileri var, işçiler var, abdestini tutamayan yaşlılar var, bir an önce dükkanına dönmesi gereken esnaf var. Namazı geciktirmek, hutbeyi çok uzatmak, vakit kaybettirmek zulümdür. Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) namazı uzatan bir imama kızmıştır.

Cami hizmetlerimizin, namaz kılışımızın, cemaatimizin ıslaha ihtiyacı var.



Mehmet Şevket EYGİ - 3 Eylül 2011 Cumartesi

Mücteba

Ben Faziletli miyim?

Faziletten sık sık bahs ediyorum. Sakın, kendimi faziletli sandığımı sanmasın kimse.  Fazileti  sevmek ve övmek, fazileti istemek başka şeydir, faziletli olmak başka şey.

Bazı insanlar eğri oturur, eğri konuşur, doğruyu söylemez.

Bendeniz eğri otursam bile doğru konuşmak isterim. İnşaAllah bunu yapabiliyorumdur.

Bendenizin hiçbir fazileti yoktur.

Bir tek özelliğim vardır: Elhamdülillah mü'minim Müslümanım.

Lisanla faziletsizim deyip içimden faziletli olduğumu sansam münâfık ve mürai olurum.

Faziletli bir kimsenin faziletini (tevâzu ve melâmet göstererek) inkâr etmesi bir fazilettir ama benim durumum böyle değildir. Bende fazilet yok,  binaenaleyh faziletsizim demem bir fazilet olmaz.

Çok kusurlu, çok noksan, çok hatâlı, çok günahkâr bir Müslümanım.

Kerim olan Allah'tan ümit kesmem.

Basit, sıradan, derecesiz bir Müslüman  olmak bana yeter.

İnşaAllah hayatım hüsn-i hâtime ile sona erer, yani ömrüm imanlı olduğum halde biter.

Faziletli ve  mürüvvetli kardeşlerimden dileğim, bu fakire dua etmeleri ve kusurlarımı örtmeleri ve bağışlamalarıdır.

Duaları indAllah makbul olan kimselerin hayır dualarını almak ne büyük bir bahtiyarlıktır.

Dünyadan âhirete imanlı olarak göçebilmek ne büyük bayramdır.



Mehmet Şevket EYGİ - 4 Eylül 2011 Pazar

Mücteba

Medya Kime ve Neye Hizmet Ediyor?

Ülkemizde en büyük güç nedir? Bence hâlâ medyadır ve bilhassa televizyondur. Bu büyük güç ülkenin, halkın, devletin, millî kimlik ve kültürün hizmetinde midir?

Bu soruya nasıl bir cevap verebiliriz?

Medyanın baronları, prensleri, ağır topları neye ve kime hizmet ediyor?

Onlar öncelikle kendilerine, nefislerine  hizmet ediyor.

Sonra  kendi inançlarına, kendi dünya görüşüne, kendi ideolojilerine.

Selanikli Beyaz (veya Pembe) bir Türk ise Selanik ideolojisinin ve cemaatinin hizmetindedir.

Ateistse  ateizme hizmet edecektir.

Samimî veya  gayr-i samimi bir Kemalist ise Kemalizme hizmet verecektir.

Medyanın, bilhassa tv'lerin şu değerlere hizmet etmesi gerekir:

Hukuk ve adalete,

Temel hak ve hürriyetlere,

Sosyal adalete, yani âdil gelir dağılımına,

Ülkenin, halkın, devletin maddî ve mânevî kalkınmasına,

Ahlâka  ve fazilete,

Millî kimliğe,

Millî kültüre

Hizmet etmesi gerekir.


Büyük medyamızın bazı organlarına bakalım:

Müstehcen yayınlar,

Şehvetli karılar,

Toplumu çürüten ahlaksızlıklar,

Türkiye halkını bir arada tutan din ve ahlak bağlarını dinamitlemeler.

Toplumsal barış ve mutabakatı sarsıcı provokasyonlar.

Lüks, israf, içki ve kumara teşvik,

Hiçbir faydası olmayan gıcıklayıcı ve gıdıklayıcı magazin haber ve resimler,

Yine hiçbir faydası olmayan futbol haberleri, yorumları, resimleri.

Büyük medyada fitne ve fesat,

Nifak ve şikak,

Günah ve isyan,

Çok yoğun ve genel.

Bugünkü büyük medyamızı İslamî, Kur'anî, Nebevî, hikemî (bilgelikle ilgili) ölçü ve kıstaslarla değerlendirecek olursak ortaya pembe bir tablo mu çıkar, kapkara bir manzara mı?

Türkiye halkının ezici çoğunluğunu oluşturan Müslümanların  dine, imana, ahlaka, fazilete, hikmete; ülkeye, halka, devlete (sistem veya düzene değil) hizmet eden  temiz, şeffaf, hayırlı, vasıflı, âdil, güçlü  bir medya kurmaları  gerekir.

Bir İslam medyası oluşturulsun demiyorum.

Türkiye için hayırlı, vasıflı, güçlü, etkili bir medya istiyorum.

Böyle bir medyanın özellikleri ne olmalıdır:

*Olumlu ve yapıcı muhalefet yapacaktır.

*Mâruf ile emr edecektir.

*Münkerden nehy edecektir.

*Halkı doğru şekilde bilgilendirecek ve aydınlatacaktır.

*Kesinlikle yağcılık, yalakalık, meddahlık, dalkavukluk yapmayacaktır.

Bir ülkeyi, bir halkı, bir devleti ayakta tutan  değerleri koruyacak ve yüceltecektir.

Benliklere  hizmet etmeyecektir.

Ülkeye, halka, devlete (rejime değil), ahlaka, fazilete, bilgeliğe, iyiliğe, güzelliğe hizmet eden bütün  erdemli, yüksek ideal sahibi, mürüvvetli, örnek medyacıları tebrik ediyorum. Allah sayılarını çoğaltsın ve  medyamızdaki bugünkü olumsuzlukları gidermeyi onlara nasip etsin.



Mehmet Şevket EYGİ - 4 Eylül 2011 Pazar

Mücteba

Müslümanlığın Esası

1. Müslüman, miladî 571 yılında Mekke'de doğmuş, 632 yılında Medine'de vefat etmiş olan Resulullah Muhammed Mustafa sallAllahu aleyhi ve selleme, insanlığa tebliğ etmiş olduğu Kitabullah'a iman eden, getirdiği ilahî dini benimseyip kabul eden kimsedir.

2. Kur'an'a, Resulullaha, onun öğretilerine öğrenip iman eden kişi Allah'ı en doğru şekilde, kemal sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh olarak öğrenmiş, tanımış olur.

3. Kur'an'da "Allah'a, Resûlüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz" buyrulmaktadır. Din konusunda kendilerine itaat edilmesi gereken kimseler bir ucu Resulullaha ulaşan silsileli icazetlere sahip gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek mürşidlerdir.

4. Allah Kur'an'da Resulullah'a itaat edilmesini kesin şekilde emir buyurmuştur. Resulullaha itaat etmeyen Allah'a itaat etmemiş olur.

5. İslam'ın en doğru uygulamasını Peygamber yapmıştır.

6. Peygamber'den sonra Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn yapmıştır. Onlara Selef-i Sâlihîn denir.

7. Selef-i Sâlihînden sonra, tarih boyunca çeşitli zamanlarda ve çeşitli coğrafyalarda İslam'ın çeşitli yorumları ve uygulamaları olmuştur. Bunlar içinde aslına en yakın, Kur'an'a ve Peygamberin sünnetine en uygun uygulama Osmanlı uygulamasıdır.

8. Peygamber mucizevî şekilde haber vermiştir: "Ümmetim (benden sonra) yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Biri dışında bunlar Cehennemlik olacak..." "Kurtulacak olan fırka hangisidir?" sorusuna "Benim ve Ashabımın yolundan gidenler" cevabını vermiştir.

9. Peygamberin ve Ashabının yolundan gidenler Sünnet ve Cemaat ehlidir. Ehl-i Sünnetin muttaqi ve muhlis alimleri, fakihleri, müfessirleri Kur'an'ı en doğru şekilde anlamış ve yorumlamıştır. Peygamberimizin sülalesinden gelen ve onun yolundan giden sâdat-ı kiram her devirde İslam bayrağını yüceltmiş, ilâ-i kelimetullah etmiş, Müslümanlara yol göstermiş, hidâyet rehberi olmuştur.

10. Peygamberin Sünneti İslam dininin hükümlerinin ve yüce Şeriatın ikinci kaynağıdır.

11. Peygamberin Sünnetini inkar edenler doğru yoldan çıkmıştır.

12. Allah'a noksan sıfatlar yakıştıranlar doğru yoldan çıkmıştır.

13. İslam bütün mü'minlere istikameti (doğruluğu) emr eder.

14. İslam adalet dinidir.

15. Müslümanlar tek bir Ümmettir. Allaha iman ederler, namazı kılarlar ve mâruf ile emr edip münkerden nehy ederler.

16. Kur'anla, Sünnetle ve icmâ-i ümmetle sabittir ki, Allah katında tek hak, makbul, geçerli din İslam'dır. İslam'dan başka hak ve makbul din yoktur.

17. İslam'da hiçbir eksiklik ve noksanlık yoktur. Eksiklik, kabahat, hatâ Müslümanlardadır.

18. İslam, Batılıların anladığı dar mânada bir din değildir, o bir medeniyettir ve barıştır.

19. İslam'da dünyevî ve uhrevî ayırımı yoktur.

20. Tarih boyunca Müslümanların zaman zaman geri kalması ve hezimete uğraması bazen İslam'ı iyi anlayıp iyi yorumlamamaktan, bazen de iyi anladıkları halde hayata uygulamamaktan kaynaklanmıştır.

21. Müslümanların kurtulması İslam'ı anlamakta, yorumlamakta, hayata uygulamakta, ahlakta, cihatta; Ashab'a, Tâbiîne, Tebe-i Tâbiîne benzemekle ve onlar gibi yapmakla olabilir.



Mehmet Şevket EYGİ - 5 Eylül 2011 Pazartesi

Mücteba

İhlâs Olmadan ne İbadet olur, ne Cihad, ne Hayır Hasenat...

İyi Müslümanlık her şeyden önce İslam'ı iyi bilmek, doğru anlamak, doğru yorumlamak demektir. İyi bildiği İslam'ı hayata dosdoğru uygulamak demektir.

Bazı şeyler ticarete, benliğe, dünya menfaatlerine âlet edilmez.

Bu şeylerin başında İslam gelir.

İslam'ı ticarete, şahsî menfaate, zenginleşmeye, benliğine âlet edenler...

Karı satanlardan daha alçaktır.

Eşkiyalığın en iğrenci din ve mukaddesat bezirgânlığı yapmaktır.

İslam yücedir, yeryüzünde ondan yüce başka bir kurum yoktur.

En şerefli ve üstün hizmet İslam'a, maddî menfaatsiz, ihlasla yapılan gerçek hizmettir.

Maddî menfaat var, ihlas yok, böylesi hizmet değildir, din sömürücülüğüdür.

İslam nasıl yaşanır, nasıl hayata uygulanır? Bunun birinci örneği Peygamberdir. O, İslam'ı insanlığa ücretsiz, parasız öğretti.

Eline maddî imkan geçtiğinde hepsini dağıtır ve bazen kendisi aç kalırdı.

"Uhud dağı kadar altınım olsa, borç ödemek için saklayacağım birkaç dinar dışında hepsini sadaka olarak dağıtırım" derdi.

İslam dini faizi haram kılmış, helal ticareti teşvik etmiştir. Müslümanlar ticaret yaparak, üreterek, çeşitli dünyevî hizmetler görerek para kazanabilir, zengin olabilir.

Kur'an'a ve Sünnete uygun şekilde zekat vermek, sadaka dağıtmak, hayır hasenat yapmak, (bütün bunlar Allah'ın rızasını kazanmak için ihlâsla yapılırsa) en büyük sevap ve mânevî kazanç kaynaklarıdır.

Allah, ihlâsla yapılmayan ibadetleri kabul etmez.

İhlasla yapılmayan hayır hasenatı kabul etmez.

Hattâ, insanlar kendisi için "Yahu bu ne kahraman ve yiğit mücahitmiş" desinler diye sözde cihad yaparken zâhiren şehid olanın bile şehitliği geçerli değildir.

İhlâssız din aliminin, ihlassız hayırsever zenginin, ihlassız mücahidin yeri Cehennemdir. Peygamber böyle buyuruyor.

Gerçek Müslüman parayı sevmez. Parayı taparcasına sevenler mecâzi mânada müşriktir.

Gerçek Müslüman:

Namazı Allah için kılar.

Orucu Allah için tutar.

Zekatı, Allah Kur'an'da nasıl beyan buyurmuşsa Allah için verir ve sarf eder.

Gerçek Müslüman Allah için cihad eder.

Allah için hayır hasenat yapar.

İbadetlerinde, hayır hasenatında, cihadında, şehid veya gazi oluşunda Allah'ın rızasından başka bir şey gözetmez.

Gözeten münafık ve müraî (riyakâr) olur.

Hem dinime hizmet ederim, hem de din ve iman ticareti yaparak köşeyi dönerim... Niyeti böyle olan ne alçak ve düşük kimsedir.

Gerçek din alimleri din ilimlerini, Kur'an nurlarını, Sünnet hikmetlerini, Şeriat hükümlerini Allah'ın rızasını kazanmak için öğretirler, yayarlar.

Onlar te'lif ve tercüme ücreti almak, zengin olmak, dünyalık kazanmak, mal mülk edinmek, lüks ve konforlu bir hayat sürmek, halkın itibar ve rağbetini celb etmek için ilmî faaliyet yapmaz.

Gerçek âbidler (ibadet edenler), gerçek din alimleri, gerçek mücahidler, gerçek hayırsever zenginler yaptıklarının mükafatını fâni ve sebatsız dünyada değil, ebedî kalınacak yer olan âhirette almak isterler.

Gerçek muvahhid (tevhid eri) ihlâslıdır.

Bu dine en büyük zarar sahte mücahitlerden, sahte hayırseverlerden, sahte din alimlerinden, sahte hizmetkarlardan gelmektedir.

İhlas kesir kabul etmez, ya yüzde yüz tam olur, ya olmaz.

Din ve mukaddesat ticaret, zenginlik, benlik, riyaset, makam mevki, ün ve alkış elde etmek için kullanılırsa İslam toplumu sarsılır ve yıkılır.

İhlassız âbidler, mücahitler, hayırsever zenginler, hizmetkârlar İslam'ı anlayamamış kişilerdir.

Allah Kendisine yapılan ibadetlerde ve diğer işlerde ortak kabul etmez.



Mehmet Şevket EYGİ - 5 Eylül 2011 Pazartesi

Mücteba

Bînamazdan Din Âlimi Olmaz


İslam sadece ilimle anlatılamaz. İlmin yanında iman, ihlas ve sâlih amel olması gerekir. Ayrıca bunların yanında vehbî (Allah vergisi) ilim de bulunması gereklidir.

Kişinin Zemahşerî kadar Arapçası ve ilmi olsa, imanı sağlam değilse, ihlassız ise, ameli yoksa o adam nasipsiz kalmaya mahkumdur. Nasibi olmayan kişi İslam'ı nasıl anlayabilir ve anlatabilir?

Filan veya Falan kişiye bakalım. Arapçası var, din ilimlerini de okumuş ama itikadı sahih değil, ameli yok, namaz bile kılmıyor. Bu adamın İslam'a doğru şekilde anlatması ve öğretmesi mümkün değildir.

Amel imandan bir cüz değildir ama sen bu kadar ilim oku ve o ilimlerin aksiyonla ilgili kısımlarını hayatına uygulama. Olur mu bu?

Cahilin amelsizliği başkadır, alimin amelsizliği başka. Hadîste meâlen "âhirette en şiddetli azaba, bildikleri ile amel etmeyen alimler uğrayacaktır" buyurulmuştur.

İslam'da imandan sonra ikinci şart beş vakit namaz kılmaktır. Ashab-ı Kiram radiyAllahu anhüm ecmâîn hazeratı "İmanla küfür arasında namaz vardır" hükmüne varmışlardır.

Namazsız bir ilahiyatçı, Kur'anı kendi kafasına, re'y ve hevasına göre yorumluyor ve nice konu ve noktalarda Ehl-i Sünnete aykırı fetvalar veriyor, ictihatlar yapıyor, görüşler ve iddialar ortaya atıyor.

Yine bînamaz bir ilahiyatçı, Peygamber efendimizi (Salat ve selam olsun ona) ve Sünnetini devreden çıkartmaya çalışıyor.

Sadece namazsızlar değil, namaz kılan bazı ilahiyatçılarda da aykırılıklar görülüyor. Çünkü namaza gereken önemi vermiyorlar, tehâvün gösteriyorlar. Halbuki onların ilmi, Peygamberin imandan sonra en fazla önem verdiği, dosdoğru kıldığı ve kıldırdığı şeyin namaz olduğunu bilmek konusunda yeterlidir.

İçinde bocaladığımız bu fetret, fitne ve fesat devrinde cahillerin belki küçük bir mazereti olabilir ama alimlerin kesinlikle hiçbir mazereti olamaz.

Bir hadîste Hak Teala hazretlerinin "Bildiği ile amel eden kuluma bilmediğini öğretirim" buyurduğu beyan edilmektedir.

Namazı dosdoğru kılan bir alimin basireti ve ufukları açılır; kılmayanın ise ufukları daralır, görüşü körelir.

İman artmaz eksilmez ama parlaklığı artabilir.

İmanın ve ihlasın kimde olduğu kesinlikle bilinmez ama bu ikisinin olup olmadığını gösteren alametler vardır.

Yalan söyleyen,

Verdiği sözü tutmayan,

Emanete hıyanet eden kimse, bu üç kötülüğü devamlı olarak yapıyorsa onda nifak alameti vardır.

Din alimi olduğu (veya geçindiği halde) namaz kılmıyorsa o fasık, facir ve merduttur.

Böylesinden fetva sorulmaz, verirse kabul edilmez.

Böylesinin ictihatlarına kulak asılmaz.

Böylesinin din hakkındaki yorumlarına ve mütalaalarına itibar edilmez.

Din alimi olmak için şu şartlar gerekir:

(1) Sahih bir itikada sahip olacak.

(2) İcazetli üstatlardan ilim öğrenmiş, imtihan vermiş ve icazet almış bulunacak,

(3) Öğrenmiş olduğu ilimlerin amel ile ilgili olanlarını hayatına uygulayacak. En başta beş vakit namazı kılacak.

(4) İslam ahlakı ile mütehalli (ziynetlenmiş) olacak.

(5) İhlasa aykırı her şeyden kaçınacak, uzak duracak.

Bu beş şarta sahip alimlere Hak Teala hazretleri, çalışmakla kazanılamayan vehbî bir ilim verir, onları Nebevî nur ile aydınlatır.

Sevgili Müslümanlar!.. Dininizi böyle nuranî alimlerden öğreniniz.

Fâsıklardan, fâcirlerden, merdutlardan, bid'atçilerden din öğrenilmez. Çünkü onlar doğrularla eğrileri birbirine katarak anlatır, kaş yaparken göz çıkartır.



Mehmet Şevket EYGİ - 6 Eylül 2011 Salı

Mücteba

Dünyaya ve Hâdiselere İslam Gözlüğüyle Bakmak

Dünyaya, insanlığa, ülkeye, halka, siyasete, gidişata, sosyal, iktisadî, ticarî ve kültürel gelişmelere İslam dininin ölçülerine göre bakabilmek, daha basit ve kolay bir ifade ile Müslümanca bakabilmek, işte asıl mesele budur.

Biz Müslümanlar olup bitenlere, manzaraya bu gözle bakabiliyor muyuz?

Gözlerimizde Müslüman gözlükleri yok.

Kimimiz materyalist gözlükler takmışız.

Kimimiz kapitalist.

Kimimiz ehl-i dünya gözlükleri.

Kimimiz dünyaya kafir gözlükleriyle bakıyoruz.

Bol gelir elde eden, malı götüren biri bağırıyor: Her şey iyiye gidiyor!

Geçim sıkıntısı çeken, durum kötü, batıyoruz diyor.

İlmimiz, kültürümüz, irfanımız hâdisata Kur'an gözlüğüyle bakmaya yeterli değil.

Sünnet gözlüğünü de takamıyoruz.

Şeriat gözlüğüyle de bakamıyoruz.

Bu yüzden yanılıp duruyoruz.

İslam'ın fertler (bireyler) ve topluluklar için değişmez ölçüleri vardır:

Bunların birincisi sahih imandır.

Sahih imandan sonra ikinci madde beş vakit namazın dosdoğru kılınmasıdır.

Üçüncü madde cemaattir.

Dördüncü madde, herkesin kendini kurtaracak miktarda öğrenilmesi farz olan bilgilere sahip olmasıdır.

Beşinci madde: Bu bilgilerin hayata uygulanmasıdır.

Altıncısı: Allah ile olan muamelelerimizde ihlaslı olmaktır.

Yedincisi: İnsanlarla ve yaratıklarla olan muamelelerimizin adaletli olmasıdır.

Sekizincisi: Dünyayı Müslümanca imar ve idare etmekle birlikte ahirete yönelik olmaktır.

Dokuzuncusu: Allah'ın ve peygamberin istediği şekilde faziletli bir Ümmet olmaktır.

Onuncusu: Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzının yapılmasıdır.

On birincisi: Büyük ve küçük cihattır.

On ikincisi: Zekatı dosdoğru vermek ve sarf etmektir.

Evet dünyaya bu ölçülerle bakmamız ve manzarayı bu ölçülerin ışığında değerlendirmemiz gerekir.

Müslüman bir toplum günlük farz namazları yüzde doksan terk ediyorsa onu hızlı trenler kurtarmaz.

Namazı terk eden ve şehvetlerine uyan bir toplumun maddî zenginliği keramet değil istidractır.

Bendeniz bu yazıyı bir fikir vermek üzere kaleme aldım. İhlaslı, icazetli, gerçek ulema ve fukaha, Müslüman ziyalılar, Müslüman bilgeler toplansınlar ve İslamî ölçü ve kıstasların (kriterlerin) listesini yapsınlar.

İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata göre iyi nedir, kötü nedir halka bildirsinler.

Eskiden halk ısınmak için küllü isli paslı soba ve mangal yakıyormuş, şimdi ise doğal gaz varmış, pek temizmiş... Bu bir ölçü müdür?

Eskiden Ankara'dan Konya'ya trenle on saatte gidiliyormuş, şimdi bir buçuk saate inmiş... Bu bir ölçü müdür?

Trenlerin Konya'ya on saatte gittiği günlerde Konya halkı namaza çok dikkat ve rağbet ediyordu. Şimdi ise o eski dikkat ve rağbet yok, gerileme var.

Filan cemaat Afrika'nın Nijer devletinde Kur'an kursu açmış, binaenaleyh durum çok iyiymiş... Ya öyle mi? İstanbul'da mübarek Ramazan'da sarhoş yaygarasından yer gök inliyor, camiler dolmuyor, ahlaksızlık diz boyu... Durum iyi mi kötü mü?

Türkiye'nin ve dünyanın durumuna Selef-i Sâlihînin, İmamı Gazalî'nin, Abdülkadir Geylanî'nin, İmamı Rabbanî'nin, 'âmil ve râsih alimlerin, muttaqi fakihlerin, kâmil mürşidlerin gözlüğüyle bakmadığımız, hâdisatı onların ölçüleriyle değerlendirmediğimiz müddetçe yanılmaya, aldanmaya mahkumuz. Hiçbir meşru özrümüz de yok...



Mehmet Şevket EYGİ - 6 Eylül 2011 Salı