Mehmet Akif'in öbür yüzü -1-

Başlatan Mücteba, 17 Mart 2013, 06:57:02

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mücteba

Mehmet Akif'in öbür yüzü -1-

İstiklal Marşı şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy 20 Aralık 1873'te doğmuş, 27 Aralık 1936'da vefat etmiştir. 2012 yılı, vefatının 76. senesi idi.

Doğumu da vefatı da Aralık ayında olduğu için, Aralık 2012'de çeşitli yerlerde Âkif'i anma toplantıları yapılmıştı. Dinî yayın yapan gazetelerin köşe yazarlarından bir çoğu da Aralık ayının son haftasında Âkif'ten övgüyle bahsettiler. İstiklâl Marşı'nın kabulünün yıldönümü vesilesiyle Mehmet Âkif yine Ankara'da Taceddin Dergâhı'nda, İstanbul Edirnekapı'daki mezarında, haberlerde ve köşe yazılarında anıldı.

İstiklal Marşı şâiri olmasaydı, Mehmet Âkif her halde bu kadar meşhur olmaz, hakkında bu kadar şey yazılmaz ve bu kadar sevilmezdi. Ne var ki, biz Müslümanlar bir kimseyi severken de yererken de aşırı gitmemeli orta yolu tutmalıyız. Olur ki, bir gün sevdiğimizle aramız açılabileceği gibi, bir gün gelip kızdığımızla da dost olabiliriz.

"Hayru'l-umûr evsatuhâ/işlerin hayırlısı orta olanıdır" buyurulmuş. Eski büyüklerimiz, bu Arapça ifadeyi şaka yollu yarı Türkçe yarı Arapça olarak şöyle söylerlermiş: Hayru'l-umûr ortasuhâ.

Konu Mehmet Akif olduğuna göre, onu sevmekte aşırıya mı gidiliyor ki böyle söylüyoruz?

Galiba biraz öyle... Çünkü Âkif adeta toz kondurulamaz bir şahsiyet gibi oldu. Âkif'i hafiften tenkide yeltenenler bile şiddetle karşılık buluyorlar. Oysa Âkif dokunulmaz da değil, lâ yüs'el ammâ yef'al/yaptıkları sorulamaz, hatadan uzak bir şahsiyet de değildir...

Eğer toz kondurmayacak şekilde seveceksek, buyurun sevebildiğimiz kadar Peygamberimiz'i sevelim. Sevebildiğimiz kadar onun şanlı ashabını sevelim.

ÂKİF VE EVLATLARI...

Kuvvetli ve heyecanlı bir şâir olan Mehmet Âkif'in, Müslüman bir şahsiyet olduğunu bilmiyor değiliz. Fakat şiirlerinin çoğu doğru ve güzel olmakla beraber, bazı şiirlerinde yenilir yutulur cinsten olmayan hatalar olduğu da bir gerçek. Öyleyse, onu överken de yererken de ölçülü olmalı, aşırıya gitmemeli ve Âkif'in kalbinden sökülüp kaleminden dökülen şiirlerine peşin fikirle yaklaşmamalıyız.

Mehmet Âkif Ersoy; dindar, ilim sahibi ve Nakşîbendî tarikatına mensup bir babanın evladıdır. Geleneğe uyularak, 4 yıl, 4 ay ve 4 günlük iken âmin alayıyla, Besmele çektirilerek mektebe başlatıldı, aynı usül ve aynı gaye ile yetiştirilmeye çalışıldı. Yetişkinlik çağında, İslâmî hüviyetiyle bilinen meşhur Sırâtımüstakîm ve Sebîlürreşad dergilerinde yazılar yazdı.

Yalnız, İslâmî hüviyetli de olsa, 1908'de yayına başlayan Sırâtımüstakîm'de, aynı yıl ve onu takip eden yıllarda Mısırlı meşhur Mason Muhammed Abduh'un makalelerinin tercümelerini görüyoruz.

Âkif, Abduh'dan birçok tercümeler yapmıştır. Aynı derginin 1909'daki nüshalarında ise Sultan Abdülhamid aleyhinde şiddetli yazılar bulunmaktadır.
Akif'in, dinsizliğiyle meşhur olan ve inançsızlığını ilan eden Tevfik Fikret'le yazı kavgaları oldu. Ama ne acıdır ki, birbirine muarız olan bu iki şâirin her ikisinin de çocuklarının hali hiç iç açıcı olmadı. Oğulları cihetinden birbirlerine bayağı benzerlikleri var. Birinin oğlu İslam dinini terk ederken, diğerinin evlatları Allah'a itaatten uzak yaşadı.

Tevfik Fikret'in, yeni aydın tipinin sembolü olması ümidiyle, "Git yeni bir ışık getir" diye İskoçya'ya gönderdiği oğlu Haluk papaz oldu. Sonra izini kaybettirmek için Amerika'ya gitti ve 1965'de Hıristiyan papazı olarak öldü.
Mehmet Âkif'in ise iki oğlundan Mehmet Emin, uyuşturucu müptelası, ayyaş ve alkolik olarak feci bir hayat sürdü ve cesedi Beşiktaş'ta bir çöp konteynerinin içinde bulundu. Küçük oğul Tahir Ersoy ise kendi halinde bir hayat sürdü, ömrünün son demlerinde Üsküdar belediyesinin sahip çıkmasıyla hayata tutunabildi.

Hekimoğlu İsmail, 5 Şubat 2005 tarihli Zaman'da,  Âkif'in oğlunun, "Babam bana Safahat'ı bırakacağına biraz para bıraksaydı keşke" dediğini yazdı. Âkif'ten bahsedenler, onun oğullarıyla ilgili bu bilgileri nedense hiç vermezler. Oğulları böyleydi, kızı öyle değilse de aşağıda okuyacağınız gibi damadı da ayrı bir teldendi...

MUÂRIZINI ANLAYAMAMAK...

Mehmet Âkif'de dinî gayret olmakla beraber, babasındaki kalbî şuur/ileri görüşlülük ve firâset kendisine miras kalmamış gözüküyor. Akif meselâ düşüncelerine muhalif olduğu İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin bozuk fikrini anlayamamış, farkına varamamış ve gidip İT'e üye olmuştu. Halbuki İttihat ve Terakkî bu millete en büyük kötülüğü yapan bir cemiyetti.

Âkif o cemiyete millete faydalı olmak niyetiyle katılmıştır denilecektir. Zaten biz de aksini söylemiyoruz. Cemiyetin kötülüğünü bile bile üye oldu demiyoruz. Bilemedi, anlayamadı diyoruz. Kalbî/mânevî bir kontrola, firâsete sahip değilmiş ki, onların ihanetlerini görememiş, hissedememiş diyoruz.
Nakşî olan babası gibi kâmil ve mükemmil (mükemmel değil mükemmil) bir mürşide bağlanmış olsaydı, o vasıtayla kalbine gelen firaset nuru, ona şuur verir ve İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin ne olduğunu hissettirirdi. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Mü'minin firasetinden çekinin. Çünkü o Allah'ın nuruyla bakar."
Allah'ın nuruyla bakamayan kimse, sadece görüneni görür, ama perde arkasını hissedemez. Firaseti/kalbî bir bakışı olmaz ki hissedebilsin.

MASON DAMAT...

Âkif, Mısır'da tanıştığı Ömer Rıza Doğrul gibi bir masonu kendisine damat edinip ona kızını vermiştir ki bu da gafletinin başka bir tezahuru olsa gerek. Niyeti iyi bile olsa, böyle bir iyi niyet insanı kurtarmıyor işte...
Gürkan Hacır'ın, 11/9/2011 tarihli ve "Rakı masasında Kur'an tefsiri olur mu?" başlıklı yazısından bazı bölümleri aktarmak istiyorum:

".....Ünlü şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un damadı olan Mason Ömer Rıza, Atatürk dönemindeki ilk cesur Kur'an tefsirlerinden birini hem de rakı masalarında kaleme aldı.

.....Mısır'a göç etmişlerdi. Ezher'de hukuk eğitimi gördü ama gazeteciliğe ilgi duydu ve mesleğe Mısır'da başladı. Hayatının akışını değiştirecek kişi olan Mehmet Akif Ersoy'la da Mısır'da tanıştı.

......Akif'in kızı Cemile'ye aşık oldu. Evlendiler....

(Ömer Rıza Bey'in Cemile Hanım'la evliliğinden üç çocuğu oldu. Bülent, Nazan ve Rezzan. Küçük bir hatırlatma! Rezzan Hanım'ın oğlu TKP (Türkiye Komünist Partisi) Genel Başkan'larından Aydemir Güler'dir. Yani Aydemir Bey, Ömer Rıza Bey'in torunudur.)

Ömer Rıza, Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal ve arkadaşlarını destekleyen yazılar yazdı. Hatta İslam inancının aslında Cumhuriyet ideolojisiyle özdeş olduğunu ispatlamaya çalıştı. Ancak buna rağmen kendini İstiklal Mahkemesi'nin önünde buldu. Cumhuriyet karşıtı olmakla suçlandı. Yargılandı, kısa süre hapiste kaldı. Sonunda beraat etti.

..... Ömer Rıza Bey ileri derecede Mason'du. Hatta sadece Mason olmakla kalmıyor Masonluğun ateşli bir savunucusuydu da.

.....Durun bitmedi. Ömer Rıza Bey, sağlam bir rakıcıydı. Hemen her gece yakın arkadaş gurubuyla toplanıp uzun rakı sofraları kurmaktan büyük keyif alırdı. Arkadaşları Kemal Tahir ve Naci Sadullah'tı.

Bakın, sık sık evine misafir oldukları Safiye Ayla o günleri nasıl anlatıyor:
'Naci Sadullah, Kemal Tahir ve Ömer Rıza Doğrul, istedikleri vakitte evime gelirler, kırkdokuzluk rakı şişesini açarlar, mutfakta buldukları mezelerle, şiir dolu, tadına doyulmaz bir söyleşinin kapısını aralarlardı...'

Ömer Rıza Bey sadece misafirliklerde sosyalleşme için değil hemen her akşam sağlam bir içici olarak rakı kadehine sarılıyordu. Hatta Sirkeci'de devamlı gittiği lokantasında bir yandan yeni tefsiri (Tanrı Buyruğu) için çalışırken bir yandan da içkisini yudumlamaktan geri durmuyordu. Rakıyı çay bardağında içmekten hoşlanıyordu. Ona göre içki aslında haram değildi. 'Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Onlarda hem günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise faydalarından daha büyüktür.' (Bakara Suresi, 219)'
İşte Ömer Rıza Bey'in dayanağı olan âyet buydu. Bu âyete dayanarak içkinin aynı zamanda faydalarının da olduğunu, eğer dozunda içilirse haram sayılmayabileceğini söylüyordu.

.....Rakılı tercüme eleştirilerine maruz kalan tek kişi, Ömer Rıza Doğrul değildi. Ali Rıza Sağman da nasibini almıştı. Dönemin Türkçü yazarlarından M. Raif Ogan bakın Sağman'ı nasıl eleştirmişti:

'...Tekbir, Türkçe'ye döndürüldü ve Ali Rıza Sağman namlı kişinin Millet Mecmuası'nda açıkladığına göre; yanındaki hanendelerle (şarkıcılarla) rakı sofralarında tekrarlanmak suretiyle tecrübeleri yapılarak beğendirildi ve öylece tatbikine geçildi...'

Ali Rıza Sağman ise bu suçlamaya cevaben kendisinin rakı içmediğini söyledi, 'Ama kerhen de olsa rakı sofralarında oturdum' dedi. Küçük ama önemli bir notu da ekledi; 'Gündüz camilerde mukabele okuyup gece rakı sofralarına giden hafızlar vardır. Bu mümkündür. Ama ben onlardan değilim.'

.....Peki, Türkçe ibadet çalışmalarında neler yaşandı? Bu başlı başına bir yazı konusudur. 1932 Ramazan ayı, Türkçe ibadetin tartışıldığı ve ilk denemelerin yapıldığı aydır. Atatürk, Ramazan ayı boyunca birçok din adamı ve hafızla toplantılar yaptı. Başta ezan ve namazın Türkçeleştirilmesi olmak üzere bu konu üzerine çalıştı. Aynı günlerde ilk defa ezan Türkçe okundu ve Atatürk'ün de izlediği Türkçe sözlerle okunan dualar eşliğinde namaz kılındı.

ÂKİF'İN ARKADAŞLARI...

Akif'le ilgili hatıralarda dikkat çekici bir başka husus, arkadaşlarının ekserisi, içki müptelalığı ile şöhret yapmış kişiler olması. Bunlardan biri Neyzen Tevfik'dir. Neyzen'in içkisiz sofraya oturduğu vaki değildir.

Bir gün Akif'i misafir eder, yer içerler. Yemekten sonra Akif ellerini yıkar ama havlu yerine kendi mendili ile kurulanmak ister. Neyzen havlu ile kurulanması için ısrar edince "yapamam ellerim kirlenir" der.

Damadı Ömer Rıza Doğrul'un anlattığı bu hatıra Akif'in zekâsına yorulsun diye anlatılıyor, ama Neyzen havlusu kullanılmayacak kadar kirli biriyse, Akif onunla nasıl dostluk etmektedir?

İSLAM HALİFESİNE KARŞI TAVRI...

Herkes gibi tabii ki Âkif'den de hatasızlık beklenmez. Ama hiç olmazsa kendisinden, umulmadık büyük hatalardan uzak olması icap ederdi. Kastettiğimiz büyük hatalarından birisi meselâ Abdülhamid Han'ın aleyhinde olmasıdır...

O Abdülhamid Han ki, Osmanlı imparatorluğunun dâhî derecesindeki siyaseti ve dindarlığıyla meşhur padişahı ve dünyanın çok yerinde adına hutbeler okutulan İslam halifesiydi. O zamanın gâfil birçok âlimleri gibi Âkif de Cennetmekân Abdülhamid Han hakkında yanılmış ve acımasız bir şekilde onun aleyhinde bulunmuştur. Fakat diğer gafiller gibi, Abdülhamid Han'ı sadece anlayamamakla kalmamış, Sultan'a olmadık hakaretleri de reva görmüştür. Mehmet Âkif'in, Müslümanların mübârek halifesine revâ gördüğü ve diline hakim olan bir müslümana yakışmayan şu ifadelere bakın:

"Ah efendim, o herif yok mu kızıl kâfirdi"
"Ah efendim o ne hayvan, o nasıl merkepti."

(Safahat, 1966, sa: 421-422)


Tarihçi Murat Bardakçı'nın programında Mehmet Âkif'ten bahsediliyordu. Bu mısralarından dolayı Âkif'in "Kâfir" olduğunu söyleyen bir seyircisi hakkında Murat Bardakçı, "İman gitti, karısı boş oldu. Müslümana kâfir diyenin karısı boş olur" demişti. İyi ama Abdülhamid Han hakkında, "Ah efendim, o herif yok mu kızıl kâfirdi" diyen kimsenin halini de fıkha havale edersek acaba ona ne cevap gelecektir?..

En son 1966 baskılı Safahat'ta bulunan ve sonraki baskılarda yer verilmeyen şu mısralar, Müslümanların dindarlığıyla bilinen halifesi Abdülhamid Han'ı bırakın, sıradan bir Müslüman hakkında bile söylenemeyecek sözler değil midir:

"Herifin sofrada şampanyası hala ayran,
Bari yirminci asırdan sıkıl artık hayvan"

(Safahat 1966, sa: 422)


Şampanya içmeyip ayran içen birine bu sözü bir gayrimüslim söyleseydi mantık zemininde bir mânâsı olurdu. Ama bunlar edepli bir müslümanın ağzına yakışacak sözler midir?

Bunu bir şair söylerse, o sadece vezne uygun mısralar söyleyen bir şairdir, ama asla edepli ve dindar bir kimse değildir. Çünkü artık o kimsenin kini, edebini mağlup etmiştir.

Bu mısralar, olsa olsa İslam tenkit ve ikaz ölçülerine uzak, sınırsız ve iflah olmaz bir kinin eserleri olmalıdır. Bu sözler karşısında artık kalem duruyor. Bunun üzerine başka hiçbir şey söylemeye lüzum olmasa gerek...

PİŞMANLIK EMARELERİ VAR MI?...

Âkif acaba daha sonra gerçekleri anlamış ve yanlışlıklarına dair bir pişmanlık duymuş mudur? Duymuşsa bu pişmanlığına delil sayılacak bir şeyler yazmış mıdır?

Değerli okuyucular, bilenler bildiriversin çünkü biz buna dair hiçbir kayıt bilmiyoruz. Ama Abdülhamid Han hakkında Âkif gibi yanlışlığa düşenlerin daha sonra bu pişmanlıklarını dile getirdiklerini biliyoruz. Meselâ Süleyman Nazif ve Rıza Tevfik Bölükbaşı bunlardandır. Bilhassa Rıza Tevfik'in, "Sultan Abdülhamid Han'ın Ruhâniyetinden İstimdat" şiiri, bir suç itirafıdır. O meşhur şiirin ilk kıtası şöyledir:

Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han
Feryadım varır mı bârigâhına
Ölüm uykusundan bir lahza uyan
Şu nankör milletin bak günahına


Gerçi Âkif'in hiç pişmanlığı yok değil, bilinen bir pişmanlığı var. Ama bu pişmanlık başka türlü bir pişmanlık. Şöyle ki:

Duâlarla açılan ve fesle girilen birinci meclis açıldıktan bir müddet sonra şapka kanunu çıkınca, Akif soluğu Mısır'da almıştı. Mısır'dan son dönüşünde bu küskünlüğünden pişmanlık duyduğunu "Ne varsa bizim millette varmış" diyerek dile getiriyor ve Mustafa Kemal hakkında da şöyle diyordu:

"Allah ömrüm kaldıysa benden alsın ona versin"
(Muhittin Nalbantoğlu'nun Yeniçağ'da 27-28 Aralık 2003'te yayınlanan yazı dizisinden.)


Âkif 1920'de Ankara'ya gelir gelmez, Hacı Bayram Câmii'nde va'za başlamış, gittiği yerlerde de bu hareketin dine ve halifeye hıyanet için yapılmadığını, bu hareketin bir cihat olup katılmanın farz olduğu hakkında konuşmalar yapmıştır.

Sonunda Akif ilk mecliste Burdur milletvekilidir. Ayrıca, Konya isyanının bastırılmasında Kastamonu, Balıkesir ve başka yerlerde yaptığı konuşma ve çalışmalarında, halkın Ankara Hükümetini kabullenmesinde çok etkili olmuştur. Buna rağmen, 1925 hükümetinde devletin başında bulunanlar Âkif'i polis takibi altına alırlar o da Türkiye'yi terk edip 11 sene kalacağı Mısır'a gitmeye mecbur kalır. ..

MÛSİKÎŞİNASTI...

Âkif'in bir yönü de mûsikîşinaslığıdır. Mısır'da olsun Türkiye'de olsun mûsikî cemiyetlerinin müdâvimidir. Ağır bestelerin çoğunu ezbere bilirdi. Nısfiye denilen neyden küçük aleti çaldığı biyografilerinde geçmektedir... Oysa derviş ruhlu, ibâdetine düşkün bir kimsenin böyle toplantıların müdavimi olmaması beklenir...

Âkif, şiirlerinin bestelenmeye uygun olmasını çok önemser, bu hususta hassasiyet gösterir ve üzerinden yıllar geçse bile kulağını tırmalayan her kafiye bozukluğunu giderirmiş. Ama asıl düzeltmesi gereken, yukarıdaki şampanya-ayran mısraları gibi bütün imanlı kalpleri inciten bazı sözlerine aynı özeni hiçbir zaman göstermemiştir. Bunu neyle izah etmeli bilmem?

BEDİR MÜCÂHİTLERİNİN RUHUNU İNCİTMEK...

Müslümanları inciten mısralarından birisi de Çanakkale Destanı'nda geçen şu mısradır:
"Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi."

Böyle bir sözü, ancak ashab-ı kiramı bilmekten uzak olanlar kaleme alabilir ve bu sözün sahibini yine ancak öyleleri müdafaa edebilirler. Ama bazı kimseler, ne pahasına olursa olsun Âkif'i ille de tebriye etmek gayretine düşüyorlar. Oysa Mehmet Âkif hatadan masun değildir ve işte her şey ortadadır ve bu mısra basbayağı hata hem de katmerli bir hatadır. Gelin görün ki bazı profesör ünvanlı kişiler bile, bunun bir teşbih olduğunu söylemek gülünçlüğüne düşüyorlar.

İnsan, "Bu bir teşbihtir" derken teşbihin ne olduğunu düşünür de öyle konuşur değil mi? Teşbih bu cümlenin neresinde ey profesörler? Bu mısrada, Türkçede teşbih için kullanılan "Gibi" kelimesi var mı ki teşbih olsun?

Âkif burada Arapçadaki "İnnemâ"nın türçedeki karşılığı olan "Ancak" kelimesini kullanıyor. "Ancak" da "teşbih" değil "kasr" ifade eder. Bu hususta söz söylemeye yeltenen anlı şanlı profesörlerimiz bu kadarını bari bilmelidirler...

Çanakkale harbi tabii ki küçümsenemez. Ancak, Çanakkale mücâhitleri bu sırada abartılı bir şekilde o kadar övülüyor ki, açıkça "Bedrin Aslanları bunlardan üstün değillerdi, olsa olsa ancak bunlar kadar şanlı idiler" deniliyor. Var mı daha ötesi!...

Halbuki, yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük mücahitleri Bedir mücahitleridir. Hiçbir ordunun o ordudan, hiçbir komutanın da o şanlı komutandan yani Hazreti Rasûlüllah'tan üstün olma ihtimali yoktur. Diğer bir husus var ki o da şudur: Bu, ciddi bir meseledir ve ashab-ı kiram âyetle övüldüğü için doğrudan doğruya itikadla alâkalıdır.

Fatih Sultan Mehmet Han'ın, Peygamberimiz'in müjdesine mazhar olan ordusu bile Bedir mücâhitlerinin yanında hiç mesabesindeyken, Çanakkale'de savaşanlara böyle cüretkâr bir yakıştırma nasıl yapılabilir?

Yeni bir nesil yetiştirme gayretinde olan ve hiçbiri dindar olmayan ittihatçı kalemler, bu ve benzeri birçok sözler söyleyip İslâmî kaideleri tepetaklak etmeye çalışmışlardır. Onlardan o beklenir, ama bize ne oluyor?.. Biz, kıyamete kadar gelecek Müslümanların hiç birinin ashabı kiramın derecesine yetişemeyeceğini nasıl unuturuz? Âkif nasıl unutur? Nasıl unutur da böyle bir şey yazar!..

Bakınız! "Şu ceylan, aslan kadar kuvvetli" denilse, aslanın kuvveti dile getirilip ceylanın kuvveti ona kıyasla anlatılmış olur. Ama "Şu aslan ceylan kadar kuvvetli" denilirse, bu söz aslanın kuvvetlini aşağıya çekmek, hafife almak, ceylan seviyesine indirmek ve aslana etmek olur. Bu durumda, "Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi" ne demek olur?


Ali EREN | 16 Mart 2013 Cumartesi | www.haberkita.com

mazhar

#1
 Bu yazıyı sözde, islami cemaatlere yol gösterenlerin okumasını dilerim. O gün Mehmet Akif,bugün bir başkası aynı şekilde müslümanları yönlendirmeye çalışıyor.Masonlarla,Kemalistlerle,batı hayranı,laiklerle aynı safta mucadele eden Mehmet Akif Ersoyu olduğundan fazla göstermek müslümanları aldatmaktır.[/b]

Paylaşım için teşekkürler.

http://www.sadakat.net/forum/tarihi_ve_kulturel_degerlerimiz/mehmet_akifin_2_abdulhamit_aleyhtarligi-t10142.0.html

   Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" mısrası ile uzun süredir tenkitlere maruz kalan M. Akif'in, Safahatında yer alan bir çok ifade de aynı tenkite maruz bırakacak tarzda. İstiklal Marşımızın şairine bir ülke vatandaşı olarak hürmet ve saygı ayrı olabilir ancak bazı hakikatleri de göz ardı ederek, milli şairi aynı zamanda milli bir Müslüman olarak görmekte doğru olmasa gerek..

http://www.sadakat.net/forum/kose_yazisi_ve_makaleler/mehmet_akifin_siirleri_uzerine_bir_inceleme-t56659.0.html

*********************************************

Mehmet Akif kimdir?

 
 Sual: Mehmet Akif Ersoy’un, Müslümanların halifesi olan Sultan ikinci Abdülhamid’e, (Korkak, baykuş, hayvan, merkep, zalim, mel’un, kızıl kâfir… ) gibi çirkin sözler söylediği ve mason Abduh gibi reform istediği doğru mudur?CEVAP
Maalesef doğrudur. En kötüsü de, bu duruma tevbe de etmemiştir.

1966 baskılı SAFAHAT isimli kitabında diyor ki:

“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler,
Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer” (s. 402)
“Çoktan beridir vardı benim bir derdim,
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Al-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid.” (s. 415)
“Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti.” (s. 421)
“Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.” (s 422
)
“Mısırın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh.”
“Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer,
Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler.”

Mezhepsizler isimli kitapta, Akif için deniyor ki:
   Baytar idi. Şiirleri çok heyecanlıdır. İstiklâl marşını yazmışsa da, Safahat’ta, Allah’a dil uzatmakta, Müslümanların halifesi ikinci Abdülhamid hanın şanını zedeleyen çok çirkin iftiralar atmakta, sicilli mason Abduh’u övmekte, onun gibi dinde reform istemekte ve bir çalgıcıyı, çalgısının seslerini ilahi sese benzetmektedir. Ahmed Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında Âkif’in de diğer reformcular gibi, ilhamı doğrudan doğruya Kur’andan aldığını bildirmektedir.İstibdat isimli şiirinde Halife-i müslimine diyor ki:

Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se,
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e.


Bir İslam halifesine mel’un diyene ne demeli?

Şeytana rahmet okutmak tabiri de çok çirkindir.
İslam halifesi için yazdıkları çoktur. Akif, bu çirkin hakaretleri için tevbe etmemiştir.

Abdülhamid han hazretleri tahttan indirildikten sonra da yine düşmanlığı bitmemiş, İSTİBDAT şiirini yazmıştır. Şiirinin başı şöyledir:

Yıkıldın gittin amma ey mülevves devr-i istibdad,
Bıraktın milletin kalbine çıkmaz bir mülevves yad.


Mülevves = Kirli, pis demektir. Mülevves yad = Kirli hatıra demektir.

Hâlbuki Rıza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif gibiler tevbe etmişler ve tevbelerini de dile getirmişlerdi.

Mesela Rıza Tevfik Sultan Abdülhamid han için diyor ki:

Târihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî pâdişâhına.

Süleyman Nazif de diyor ki:

Pâdişâhım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdâda biz,
Öldürürler başlasak feryâda biz,
Hasret olduk eski istibdâda biz.

Maalesef Akif’in tevbesini bildiren bir satırı yoktur.
Akif sadece Müslümanların halifesine dil uzatmakla kalmıyor, o halifenin yaratıcısına yani Allahü teâlâya da saldırıyor:

Ey bunca zamandır bizi tedib eden Allah,
Ey âlemi islamı ezen, inleten Allah!

diye başlayan şiirinde (Yeter artık çektirdiğin cezalar) diyor.

Allah’a böyle nasihat verilir mi hiç? Allah bize zulüm mü ediyor hâşâ? Herkese layık olduğunu veriyor. Bunun için, Nahl suresinin 33. âyet-i kerimesinde bildirildiği gibi, ilim ehli buyuruyor ki:

Hâşâ zulmetmez kuluna Huda’sı,
Herkesin çektiği kendi cezası.

Yine bir şiirinde diyor ki:

Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,
Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,
Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,
Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,
Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?

Devahi’ye musap olmak = büyük belalara uğramak demektir.

Akif özetle demek istiyor ki:

Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken Müslümanları yaktın. Bu nasıl ilahi adalet?

Allah’a böyle söyleyenin elbette ağzı da kurur dili de.
Bu şiirinin sonunda da Allah’a diyor ki:

Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir,
Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir.

Hun, kan demektir. Allah’a öğüt veriyor, bak zafer vermezsen şehidlerin kanı heder olacak, boşa gidecek diyor. Zafer olmasa bile şehidin kanı heder olur mu hiç? Sonra hâşâ Allah bilmiyor mu bunları?

Vehhabiler, Allah Arş’a istiva etti ayetinden, hâşâ Arş Allah’ın mekânıdır diyorlar. Akif de, Allah’a öğüt veriyor, Eğer bu zulümleri durdurmazsan, Arşın yanar, yani evin başına yıkılır diyor. Süleyman Nazif’e başlıklı şiirinde diyor ki:

Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı,
Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı?

Lücce = deniz demektir. Rahmet denizin niye hissiz kalıyor diyor. Hâşâ Allah’ın hissi mi olur? Allah’ı da insanlar gibi sanıyor. Allah Arş’ı çok övüyor, Arş asla Akif'in sözü ile yanmaz.

Firavun ile yüz yüze isimli şiirinin son satırında, vehhabiler gibi, evliyadan, yatırlardan yardım istemeye karşı çıkarak diyor ki:

Bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli?

Vehhabiler Eshab-ı kiramın kabirlerindeki taşları söküp kabirlerini dümdüz ettikleri gibi, bu da yatırdaki zata leş diyor.
Bir de şehitleri överken yine türbelere çatarak diyor ki:

Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez.

Yine bir şiirinde diyor ki:

Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için,
Ne de kabirde okumak için.

Kabirde Kur’an okunmaz mı? Tam Vehhabi zihniyeti. Kabirde okumayı fala bakmakla eş tutuyor.

Akif’in mason Efgani ve mason Abduh’u öven şiirleri, onlar gibi inkılap (reform) istemesi, onun da onlar gibi bir reformcu olduğunu gösteren en bariz delillerdendir.

ASIM isimli çok uzun bir şiirinin son kısmında diyor ki:

Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,
Konuşurken neye dairse Cemaleddinle,
Der ki Tilmizine Afganlı,
Muhammed dinle,
İnkılab istiyorum hem çabucak,
Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak,
Nazariye ile bir şeyler olur zannetme,
O berahini de artık yetişir dinletme.
İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi.

Berahin, burhan = hüccet, delil kelimesinin çoğuludur. Teselsülün butlanı demek, her şey bir sebebe bağlıdır yani her şeyi bir yaratan vardır, yaratanın da yaratanı vardır şeklindeki silsile bâtıldır. Bunları reddeden delilleri bana söyleme diyor. Yani inkılap (reform) isteyen bu reformcu, dine aykırı konuşuyor.

İslam’ı kaldırmak tabiri de hoş değildir. Yere düşmüş olan Müslümanlardır. İslam yücedir, yerde değildir. Yerdeki Müslümanlar da, İslam’a yapışıp yükselebilirler.

Süleymaniye kürsüsünden isimli uzun şiirinde Japonları anlatırken diyor ki:

Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler,
Ulema, vahy-i ilahiyi mi bilmem bekler?


Herkes bilir ki vahy-i ilahi ancak peygamberlere gelir. Ulema, o kadar cahil mi de kendilerini peygamber zannetsin? Ulemaya böyle çirkin iftira atması, Abduhçu olmasından ileri gelmektedir.

Şiirleri buna benzer hatalarla doludur.
Resmi için diyor ki:


Dış yüzüm ağardıkça ağarmakta fakat,
Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası.
Beni kendimden utandırdı şimdi hakikat,
Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası.

O kadar yanlış söz arasında bir de doğru söz söylemiş. Doğru sözüne ne denir?

Sevenlerinin dili ile Akif

Mezhepsizler kitabından alınan aşağıdaki ifadelerin tamamı mezhepsiz Süleyman C.Oğluna aittir. Bu kişi, Meyal dergisinde diyor ki:
Mehmet Akif hazretlerini sevişimin birçok sebepleri vardır. En başta Akif, Şeyh Abduh’u, Şeyh Afganî'yi çok severdi. Onlar gibi bir inkılap yapmayı arzulardı.

Akif de, Abduh gibi teselsülün butlanına da muhalifti.
“O berahini de yetişir artık dinletme” derdi.

Her ne kadar Ahmed Davudoğlu Hoca ve diğer mukallitler bu ifadeyi küfür saymışlarsa da Selefiyye yolundakiler daima takdir etmişlerdir. Akif âlem-i İslam’a Cemaleddinler salarak bir Âsım nesli meydana getirmek istiyordu. Bunu Meyal dergisinin başaracağını sanıyorum. Sonra Akif'in cesaretini hiç kimse inkâr edemez. Ne diyor büyük şair:

Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,
Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,
Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,
Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,
Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?


Şimdiye kadar böyle cesur şair çıkmamıştır. Kâfirleri yakacağın yerde bizleri yaktın, bu adalete uygun mudur, yok musun adl-i ilâhi? gibi sözlerle Akif çok büyümüştür.

Bu büyük sözlere mukallitler karşı çıkarak diyorlar ki:
“Cenâb-ı Hakk’ın hikmetinden sual olmaz. Nur isteyene yangın gönderiyorsa demek ki hak etmişler ki yangın gönderiyor. Kâfirleri, melunları yakmayıp da Abdulhamid Han'ın düşmanlarını yakmışsa bunun da bir hikmeti vardır. Yok musun adl-i ilâhi diye Cenâb-ı Hakka dil uzatmak Akif'ten başka kimseye nasip olmamıştır. Her şey adl-i ilâhinin içinde cereyan etmektedir. Bazı gözler bunu görmüyorsa adl-i ilâhiye hücum etmek mi gerekir? Var olan adl-i ilâhiye yok musun denir mi?”

İşte mukallitler Akif gibi büyük bir zatı böyle tenkit ettiler. Hele Davudoğlu bu hususta kitap bile yazdı. Abduh’u ve onun yolunda olan Akif'i seven herkes Davudoğlu’na düşman olmalıdır. Akif, müctehidler müctehididir. Akif için fukahanın sözü ve kıyası mühim değildir. İcma da mühim değildir. Hattâ hadîs bile. Akif için tek kaynak vardı: Kur'an. Akif'in ilham aldığı tek yer Kur'ândı. Onun için Akif, mukallitleri kızdıran şu mısraları söylüyordu:
Doğrudan doğruya Kur'andan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.

Zaman sana uymazsa sen zamana uy demiş atalar.
Akif gibi İslam’ı asrın anlayışına uydurmak lâzımdır.


Akif her ne kadar İslâm âlimlerinden nakli esas almamışsa da tek ilham aldığı yer Kur'an olduğunu bildirmişse de onun da bu yolda üstatları vardı. Bunu şöyle anlatıyordu:

İnkılâp istiyorum ben de, fakat Abduh gibi...”

(Not: Buraya kadar olan ifadelerin tamamı reformcu Süleyman C. Oğlu’na aittir.)

Zırva tevil götürmez
Sual: Bektaşi’ye, (Niye namaz kılmıyorsun) demişler. (Kur’anda Allah, “Namaz kılmayın” buyuruyor. Ben de onun için kılmıyorum) demiş. Hemen âyetin devamında “Sarhoş iken” diye yazıyor. Onu gizliyor. Siz de, Akif’in şiirinin sadece bir kısmını cımbızla alıyorsunuz, anlam değişiyor. Mesela, (Bu Kur'an fala bakmak ve kabirde okumak için inmemiştir) demişse de, bu mısraların başına bir sadece eklenirse anlam düzelir. (Bu Kur'an sadece fala bakmak ve kabirde okumak için inmemiştir) olur ve eleştirecek yeri kalmaz.
CEVAP
Biz cımbızla değil, kopyalayarak alıyoruz. Sadece kelimesini biz niye ekleyeceğiz ki? Ekleme çıkarmalar manayı değiştirir. Sizin dediğiniz gibi sadece kelimesini eklersek, (Sadece fala bakmak için inmemiştir) olur ki bu da, (Kur'an fala bakmak için de inmiştir) demek olur. Görüldüğü gibi tevil edilirse daha kötü oluyor. Onun için atalarımız, (Zırva tevil götürmez) demişlerdir. O kadar yanlışın hangi biri tevil edilir ki? Ulu Hakan’a melun, kızıl kâfir demesini mi tevil edeceğiz? Yoksa (Abduh gibi reform) istiyorum sözünü mü? Hâşâ Allah’tan hesap soran (Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken Müslümanları yaktın. Bu nasıl ilahi adalet?) sözü mü tevil edilecek?

dinimizislam.com

mazhar

Mason ve dinde reformcuları anla(ya)mamak -2-

Mısırlı mason, dinde reformcu Abduh’u, muhteşem üstad kabul etmesi, onun talebesi ve tescilli İngiliz ajanı Cemalettin Afgani’yi de övmesi ise Âkif’in menfî hanesine yazılan maddelerden bir başkasıdır.

İşte Abduh ve Afgânî hakkındaki mısraları:
“Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh…”

“…Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer, yer;
Oradan âlem-i İslam’a Cemaleddin’ler.”
(Safahat 1966, sa: 440)
http://www.sadakat.net/forum/ali_eren_beyin_kaleminden/mason_ve_dinde_reformculari_anlayamamak_2-t62387.0.html;msg270449;topicseen#msg270449

azizistanbul

Yazı genel olarak güzel ancak. Mehmet Akif'in çocuklarının düştüğü durum ile Mehmet
Akif'i suçlamak çok etik olmasa gerek. Çünkü etrafımızda gördüğümüz insanlarda evladına çok özel bir dini terbiye verdiği halde evlatları  yanlış yollara sapan bir çok din hizmetkarı görebiliyoruz.
جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ

mazhar

#4
Alıntı YapÂKİF VE EVLATLARI…

Kuvvetli ve heyecanlı bir şâir olan Mehmet Âkif’in, Müslüman bir şahsiyet olduğunu bilmiyor değiliz. Fakat şiirlerinin çoğu doğru ve güzel olmakla beraber, bazı şiirlerinde yenilir yutulur cinsten olmayan hatalar olduğu da bir gerçek. Öyleyse, onu överken de yererken de ölçülü olmalı, aşırıya gitmemeli ve Âkif’in kalbinden sökülüp kaleminden dökülen şiirlerine peşin fikirle yaklaşmamalıyız.

Mehmet Âkif Ersoy; dindar, ilim sahibi ve Nakşîbendî tarikatına mensup bir babanın evladıdır. Geleneğe uyularak, 4 yıl, 4 ay ve 4 günlük iken âmin alayıyla, Besmele çektirilerek mektebe başlatıldı, aynı usül ve aynı gaye ile yetiştirilmeye çalışıldı. Yetişkinlik çağında, İslâmî hüviyetiyle bilinen meşhur Sırâtımüstakîm ve Sebîlürreşad dergilerinde yazılar yazdı.

 Aziz kardeşimin yazdığı yazıyı okuyunca yukarıdaki yazıyı okuma ihtiyacı hissettim. Baktığımız zaman yazıda  çocuklarına yönelik bir suçlama değil, durumun tesbiti var. Bu durumu  bilmeyenlere-bilemeyenlere,yeni nesillere bilgi amaclı bir paylaşım yapılmış, bunun neresi ahlak dışı anlamadım. Tabi ben burada yazıyı yazan Ali Eren hocayı savunmak amaclı,onun adına kanuşamak gibi bir şeyim de yok, haddimize değil....fikrimi beyan ediyorum. O yazıda   damadının Mason olması vs. de geçiyor. Mehmet Akif Ersoy'un hayatının,yaşamının bilmediğimiz yönleri varsa bu vesileyle onları da öğrenmiş oluyoruz...  O yazıda  suçlama yok ama aksini düşünebilirsiz saygıyla karşılarım...

İkinci konuya gelince  haklısınız, kimin ne olacağnı Allah Teala bilir. Babanız Hacı olmuş,Hoca olmuş, Din adamı olmuş,takva sahibi olmuşsunuz,ilimleri yutmuşsunuz farketmiyor,sonumuz ne olacağı önemli. Yetiştirdiklerimizden bir çoban olarak sorumluyuz.... Allah c.c. sonumuzu hayretsin.
 

azizistanbul

Alıntı yapılan: mazhar - 21 Mart 2013, 09:04:43
Alıntı YapÂKİF VE EVLATLARI...

Kuvvetli ve heyecanlı bir şâir olan Mehmet Âkif'in, Müslüman bir şahsiyet olduğunu bilmiyor değiliz. Fakat şiirlerinin çoğu doğru ve güzel olmakla beraber, bazı şiirlerinde yenilir yutulur cinsten olmayan hatalar olduğu da bir gerçek. Öyleyse, onu överken de yererken de ölçülü olmalı, aşırıya gitmemeli ve Âkif'in kalbinden sökülüp kaleminden dökülen şiirlerine peşin fikirle yaklaşmamalıyız.

Mehmet Âkif Ersoy; dindar, ilim sahibi ve Nakşîbendî tarikatına mensup bir babanın evladıdır. Geleneğe uyularak, 4 yıl, 4 ay ve 4 günlük iken âmin alayıyla, Besmele çektirilerek mektebe başlatıldı, aynı usül ve aynı gaye ile yetiştirilmeye çalışıldı. Yetişkinlik çağında, İslâmî hüviyetiyle bilinen meşhur Sırâtımüstakîm ve Sebîlürreşad dergilerinde yazılar yazdı.

  Aziz kardeşimin yazdığı yazıyı okuyunca yukarıdaki yazıyı okuma ihtiyacı hissettim. Baktığımız zaman yazıda  çocuklarına yönelik bir suçlama değil, durumun tesbiti var. Bu durumu  bilmeyenlere-bilemeyenlere,yeni nesillere bilgi amaclı bir paylaşım yapılmış, bunun neresi ahlak dışı anlamadım.
 

Dikkat ederseniz ben "etik" kelimesini kullandım, "ahlak dışı" kelimesini kullanmadım. Etik ahlak ile ilgili bir ilim olmasına rağmen tamamen ahlak anlamına gelmemektedir. Etik kelimesine türk dil kurumunun verdiği tarif şöyledir: "" Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü.""
Bu sebepten dolayı benim etik değil diyerek yazdığım mesajdaki eleştirimi " ahlak dışı" demişim gibi lanse etmeniz etik (çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması ve kaçınması gereken davranışlara aykırı)  dışı olmuş.


Ayrıca yazının bütününde Mehmet Akif'e bakış açımızın nasıl olmasına dair bilgiler verilmiştir. Bu forum sakinlerinin hislerine tercüman olmuştur. Ben de mesajımda yazının genel manasıyla güzel ve doğru olduğunu yazmıştım zaten. Ancak yazının akademik değerinin artması adına oradaki çocukları ile ilgili durumun Mehmet Akif'e bir zül getirmemesi gerektiğini kişinin elinde olmayan bir şeyle eleştirilmesini yanlış buldum. Yazının ilgili parağrafını tekrar okursanız orada Evlatlarından dolayı ince bir saldırının olduğunu farkedeceksiniz. Ben buradaki tarzı eleştiriyorum. Yoksa Mehmet Akif'in Abdulhamid hanı anlamamış olması ona düşmanlık etmiş olması ve reformist bir yapıya sahip olması konularında eleştirilmesi ve insanların bilgilerndirilmesine bir sözüm yok.

جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ

mazhar

Cevabi yazınızı okuyunca bana da söz hakkı doğdu...
  Fazla da uzatmak istemiyorum. "ETİK" kelimesi uydurukca olduğu için, genel anlamda ahlakı veya tam tersi ifadeyi çağrıştırdğı için ben de,sizin sözünüzü  o  anlamda tesbit ettim. Türk dil kurumunun verdiği mana onu bağlar.
Alıntı YapEtik ahlak ile ilgili bir ilim olmasına rağmen tamamen ahlak anlamına gelmemektedir.
genel de AHLAK ile ilgilidir.Önemli değil, sizin dediğiniz olsun.


Alıntı YapYazının ilgili parağrafını tekrar okursanız orada Evlatlarından dolayı ince bir saldırının olduğunu farkedeceksiniz.   

İnce saldırı..!
O anlamda hukuk bilgim yok. siz var diyorsanız...
Benim için sorun değil....

Saygılar.

osmanlı

#7
Azizistanbul kardeş,

Bir de şu açıdan telakki edelim. Admın biri çıksın ben "Mehmedin nesli" diye bir prototip gençlik yetiştirmek istiyorum diyip çalışacak lakin kendi evlatlarını prototipe göre yetiştirmeyecek?!

Daha türkçesi bendeniz kız yurdunun dernek başkanıyım. Size Ona buna diyeceğim ki; kızlarınızı imam hatibe yazdırın, efendim hafız yetiştirin, bize teslim edin. Ama ben kızlarımı başı açık koleje göndereceğim, bahsettiğim şekilde yetiştirmeyeceğim. Sizde diyeceksiniz ki evlatları üzerinden saldırmayın. Kusura bakmayın inandırıcı değil. Zaten makif hep inandırıcılıktan uzaktı benim için, hep karşımda o resimle yanyana. İlk tenkitim ağır geldiği için silinmiş ya neyse, sağ olsunlar, silenlerin ellerine sağlık. Razıyım.
Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...

azizistanbul

#8
Alıntı yapılan: osmanlı - 23 Mart 2013, 23:36:34
Azizistanbul kardeş,

Bir de şu açıdan telakki edelim. Admın biri çıksın ben "Mehmedin nesli" diye bir prototip gençlik yetiştirmek istiyorum diyip çalışacak lakin kendi evlatlarını prototipe göre yetiştirmeyecek?!

Daha türkçesi bendeniz kız yurdunun dernek başkanıyım. Size Ona buna diyeceğim ki; kızlarınızı imam hatibe yazdırın, efendim hafız yetiştirin, bize teslim edin. Ama ben kızlarımı başı açık koleje göndereceğim, bahsettiğim şekilde yetiştirmeyeceğim. Sizde diyeceksiniz ki evlatları üzerinden saldırmayın. Kusura bakmayın inandırıcı değil. Zaten makif hep inandırıcılıktan uzaktı benim için, hep karşımda o resimle yanyana. İlk tenkitim ağır geldiği için silinmiş ya neyse, sağ olsunlar, silenlerin ellerine sağlık. Razıyım.


Ben yine aynı şeyi söylemiş olacağım ama tekrar edeyim. Ben MEhmet Akif'in fikri yapısında yanlışların olduğunu Türkiye'den çıkmak zorunda kalana kadar ittihatçı olduğunu biliyorum ve bu fikri yönlerin eleştirilmesini hatta tüm türkiyenin bilmesi gerektiği kanaatindeyim. Ancak bu yanlışları Akif'i tanımayan ve onu yüce bir önder gibi gören insanlara anlatırken mantık hatalarına düşmeyelim demeye çalışıyorum. Siz durmadan aynı şeyi tekrarlayıp duruyorsunuz.

Biz akifin çocuklarını eleştirirken birisi gelip bizim değer verdiğimiz ve bu hizmetin  başlamasında mühim gayretleri olan insanların çocuklarını tek tek değerlendirmeye alırsa o zaman ne diyeceğiz.  
 
Eğer kişi evladına gereken terbiyeyi vermeye gayret ettiğine inanıyorsa " vema aleyne illal belagul mübin " ayeti kerimesinin vehvasınca artık yapacak bir şey yoktur. Nuh A.s.mı oğlundan dolayı kınayabilrimiyiz kendi öz oğlu kendine inanmadı Cenab-ı Hak'ta o senin ehlinden değildir diyerek Hz. Nuh'u teselli etmedi mi? ,

Muhterem bir zat " Evladım Usul-u fıkıh okursan dininde kuvvetli olursun, Mantık okursan ilminde kuvvetli olursun " mealindeki sözü söylemişlerdir.  Yani dini  hususları müzakere ederken ilmin temelinde usul-u fıkıh müzakerenin seyrinde ise mantık ilminden kafi derecede mürekkep yalamak gerekir.


جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ

amanbe

Azizistanbul'a katılıyorum. Bir insan çocuğu yüzünden yerilmemeli. Bu forumda bulunan ve yetişkin çocukları olan herkesin evladı melaike gibi mi sanki. Bir vezirden bir rezil, bir rezilden bir vezir doğar derler. Ayrıca bir insan çocuğunun eğitimini almasını sağlayıp büyüttükten sonra onlara maddi miras bırakmak zorunda değildir. Tembel, berduş ve nankör evlatlar da Âkif’in oğlunun dediği gibi “Babam bana Safahat’ı bırakacağına biraz para bıraksaydı keşke” benzeri laflar ederler.

Neticede biz Mehmet Akif bir din adamı veya alimi olarak görmeyiz, iyi bir şair olarak görürüz. İnsanın kötü yanlarına değil iyi yanlarına bakarız.

Son olarak Ali Eren Bey de bir Çanakkale şiiri yazsın da onu okuyalım!

Mücteba

Alıntı yapılan: amanbe - 25 Mart 2013, 15:31:15
Son olarak Ali Eren Bey de bir Çanakkale şiiri yazsın da onu okuyalım!

"Dam başında saksağan, vur beline kazmayı"

ihvan

Bir.ali eren şaiir değil..muhterem bir  din adamıdır..insanlara bakışıda dini anlamda.ehli sünnet itikadi üzerinde yorumlar yazar..hepimiz için geçerli olan alanında konuşmasıdır.ali eren hocamızda alanında yazar..İKİNCİSİ bu konuyu burada fazla uzatmamak..üçüncüsü ve en önmelisi azizistanbula ,son mesajınızı silin isim vererek ".büyükleri"katmayın tartışmaya ...misalleri başka yerden alsanız...

azizistanbul

#12
Alıntı yapılan: ihvan - 25 Mart 2013, 17:26:33
son mesajınızı silin isim vererek ".büyükleri"katmayın tartışmaya ...misalleri başka yerden alsanız...

Mesele dini eğitim meselesi olunca misallerde Peygamber ve Evliyaullahtan oldu. Ayrıca Cenab-ı Hakkın Kuran'da verdiği misali biz burada veremezsek yanlış olur kanaatindeyim.

Alıntı yapılan: Mücteba - 25 Mart 2013, 16:30:10


"Dam başında saksağan, vur beline kazmayı"

Ali Eren'in Mehmet Akif'i eleştirirken çocuklarının yetişkinliğindeki hallerini eleştirmesi  hususunda söylenilecek sözü hatırlatmışsınız. Haklısınız

Dam Üstünde Saksağan Vur Beline Kazmayı !


جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ

Mücteba

Alıntı yapılan: azizistanbul - 25 Mart 2013, 21:02:04
Alıntı yapılan: Mücteba - 25 Mart 2013, 16:30:10


"Dam başında saksağan, vur beline kazmayı"

Ali Eren'in Mehmet Akif'i eleştirirken çocuklarının yetişkinliğindeki hallerini eleştirmesi  hususunda söylenilecek sözü hatırlatmışsınız. Haklısınız

Dam Üstünde Saksağan Vur Beline Kazmayı !

Yok, biri Sadakat Forum'a gelse dese ki;
"azizistanbul'un Ali EREN Abiye bir husumeti varmış, yazılarında devamlı hata ararmış, uzaktıkça uzatırmış. "
işte o zaman o söz yerine oturur.



osmanlı

#14
  Çanakkale şiiri hakkında K.Mısıroğlu'nun fikirlerini bir araştırsanız diyorum.? Hani tarafsız biri olarak benim gibilere nazaran daha tarafsız biri.

Altta ne diyorum, okuyunuz. Abdulhamıd Han benim için mihenk taşıdır. Onu seven sevilir. Ona çarpan çarpılır. Sahteleri de çöpe basarım her şeyiyle. İyiliğine, kötülüğüne bakmam.Devir decalliyedir. Bunlar deccalin kristal bardağıdır.
Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...