Haberler:


X adresimiz

Ana Menü

Sağlık Bilgileri

Başlatan müteallim, 20 Şubat 2005, 04:02:36

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tuğra

Demir eksikliği, ilerleyen yaşlarda kalıcı hastalıkları da beraberinde getiriyor.

Çocuklarda özellikle 6 ay ve 1.5 yaş arasında demir eksikliğine rastlandığını ve demir eksikliğinin genellikle ek gıdalara başlanma döneminde görüldüğüne dikkat çeken uzmanlar, "Mutlaka beslenmede ebeveynler dikkatli olmalı" uyarısında bulunuyor.



Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. İsmail Özcan, çocuklarda ek gıdalara geçiş döneminde anne sütünün az verilmesi ve ek gıdaların da yeterli oranda tüketilmemesi dolayısıyla demir eksikliğinin ortaya çıktığını kaydetti. Uzm. Dr. Özcan, çocuğun ek gıdalara geçtikten sonra da bu gıdaları yeterince tüketmemesinin ve fazla oranda süt içmesinin demir eksikliğine neden olduğunu, çocuklara bu nedenle günde yarım litreden fazla süt verilmemesi gerektiğini dile getirdi.

Özcan, "Demir eksikliği çocuklarda iştahsızlığa, huzursuzluğa, uyku düzensizliğine, ilerlemiş haliyle ise zeka parametrelerinde düşüşe neden olabilir. Demir eksikliği bulunan çocuğun zayıf olması gerekmiyor. Çocuk aldığı bazı gıdalardan dolayı kilolu olabilir ancak çocukta yine de demir eksikliği görülebilir. Doktor tarafından demir eksikliği olduğu tespit edilen çocuğa, bu ihtiyacını karşılaması için demir takviyesi yapılır.

Ailelerin de çeşitli gıdalarla bu eksikliğin giderilmesine destek olabileceği unutulmamalı. 7 ve 8. aydan itibaren çocuklara demir eksikliğine karşı belirli oranda kırmızı et, mercimek ve pekmez verilebileceğini, bu yiyeceklerin çocuğun demir eksikliğini gidermesi açısından önemli olduğunu anneler iyi bilmeli." dedi.

Haber Aktüel
〰〰〰〰🐠

Tuğra

Bahar geldi, yaz ise kapıda. İşte yazın güneşten korunmak için alınacak gözlüklerde dikkat edilecekler.

Güneş yüzünü gösterdi. Gözlük satışları başladı. Pazardan 5 liraya gözlük alınmaması gerektiğini belirten uzmanlar, "Çakma gözlükler göz bebeklerini büyüterek zararlı ışınları daha fazla göze yansıtıyor" uyarısını yaptı...

İşportadan alınan kalitesiz gözlükler göz sağlığını tehdit ediyor. Göz hastalıkları uzmanı Doktor Nihat Çark, göz sağlığı için güneş gözlüklerinin büyük faydası olduğunu söyledi. Çark, ancak kalitesiz güneş gözlüklerinin, gözü güneşten korumak yerine daha büyük zarar verdiğini belirterek, "Bu ucuz gözlükler göz sağlığı için zararlı ultraviyole ışınlarına karşı koruyucu olmadığı gibi, göz bebeğini büyüterek bu ışınların daha fazla göze yansımasına sebep oluyor.

Bu da kataraktın yanı sıra retinada görmeyi sağlayan hücrelerde bozulmalara sebep oluyor" dedi. Piyasada ünlü markaların taklitleri yapıldığını ve pazarlarda satışın başladığını dile getiren Çark, güneş gözlüğünün pazardan, işportacıdan değil, optiklerden alınması gerektiğini vurguladı. Çark şu uyarılarda bulundu:

"Kalitesiz, cam yerine şeffaf plastik kullanılan gözlükler güneşin bütün zararlı ışınlarını toplayarak göze yansıtıyor. Güneşten korunmak için göze takılan bu ucuz ve kalitesiz gözlükler çıplak gözden daha çok göze zarar veriyor. Bu sebeple katarak ve diğer göz hastalıkları giderek artıyor. Bir yaşlı hastalığı olarak bilinen katarak ameliyatları 30 yaşlarına kadar düştü. Kalitesiz güneş gözlükleri ayrıca iki göz arasındaki ilişkiyi de bozuyor bulanık hatta çift görme rahatsızlıklarına yol açıyor."

ALIRKEN DiKKAT EDiLECEK HUSUSLAR

Güneş gözlüklerinde ultraviyole ya da morötesi ışınları önlediğine dair bir sertifikası olmalı.

Satın aldığınız güneş gözlüğünü ışığa karşı tutun; gözlüğü aşağı yukarı oynatın. Böyle yaptığınızda camında dalgalanmalar meydana geliyorsa gözlük camı kalitesiz olduğunu gösteriyor.

Çizik camlı gözlükleri almayın.

Güneş gözlüğünü bir uzmanın yardımıyla yüz şekline göre seçin.

Güneş gözlüklerinin cam renginin duman ve kahverengi olmasına dikkat edin.

Yine mavi renkli camların, güneş ışınlarının daha çok göze yansımasına neden olduğu için bu cam renkli gözlükler tercih edilmemelidir.

Aktif Haber
〰〰〰〰🐠

enfa

Merkezî ya da çevresel sinir sisteminin hasar görmesi sonucunda ortaya çıkan, 'nöropatik ağrı'nın, basit ağrı kesicilerle tedavi edilemeyeceği bildirildi.

Uzmanlar sinir sisteminin hasar görmesi sonucunda ortaya çıkan süreğen ağrı olarak adlandırılan nöropatik ağrının, hastalar tarafından batıcı, delici, saplanıcı, yakıcı, iğnelenme şeklinde tanımlandığına dikkat çekiyor.

Hastalığın en olumsuz yanının, hastaların fiziksel, psikolojik, duygusal ve sosyal etkiler olduğunu ifade eden Bahar Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Ali Özkan, nöropatik ağrıyı çekenlerin yüzde 70'inde depresyon, anksiyete ve uyku bozukluğu görüldüğünü söyledi. Özkan, "Bu tür ağrı, her 10 kişiden birinde görülen ve oldukça yaygın ortaya çıkan bir ağrı türü. Bazı hastalar vücutlarına sürülen pamukla bile çok şiddetli ağrı çekiyor. Hastaların bir kısmı ağrı nedeniyle çalışamaz, yürüyemez, uyuyamaz, hatta giysilerin yarattığı yanma hissiyle giyinemez hale gelmektedir. Diyabetlilerde çok sık görülüyor. Böbrek yetersizliği, çeşitli damar hastalıkları, alkolizm, bazı nörolojik hastalıklar, kanser, bel ve boyun fıtığı, zona gibi enfeksiyon hastalıklarının nöropatik ağrıya sebep olduğunu biliyoruz." dedi.

Özellikle geceleri artan ağrıların uyku bozukluğuna, sosyal yaşamın aksamasına, depresyon ve gerginliğe yol açtığına değinen Özkan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Nöpopatik ağrının tedavisi çok yönlüdür. Ağrı ile birlikte, buna sebep olan hastalığın ve hastalarda oluşan depresyon, uykusuzluk ve konsantrasyon güçlüğünün de tedavi edilmesi gerekiyor. Tedavide standart ağrı kesicilere yer yoktur. Ağrı kesicilerle tedavide boşa kürek çekmiş olursunuz. Nöropatik ağrının tedavisinde hiçbir zaman basit ağrı kesicilerin yeri yoktur."

Zaman diyorum, biraz daha zaman.Dilimin ucundaki kelimeler bu kış donmazsa bir dahaki yıl uçmayı öğrenecekler!

Tuğra

Unutkanlık her yaştan insanın en sık yakınmasıdır ancak çoğunlukla bir hastalık belirtisi olarak görülmemektedir. Oysa durum böyle değil...

Gençlere “bu yaşta unutkanlık olmaz” denirken, yaşlılara “unutması normal” gözüyle bakılır. Oysa unutkanlık altta yatan bir hastalığın belirtisi olarak düşünülmeli ve uzman bir hekim tarafından araştırılmalıdır. Nöroloji Uzmanı Dr. Erem Tokuş unutkanlık ile ilgili bilinmesi gerekenleri derledi.

Unutkanlık kimi zaman depresyon, vitamin eksiklikleri, tiroit fonksiyon bozukluklarına bağlı olarak görülebilir ve uygun tedavi ile tam şifa sağlanır. Ancak unutkanlığın bunamanın ilk belirtisi olabileceği de bilinmelidir. Bunama (demans), orta-ileri yaşlarda başlayan, akli becerilerde ilerleyici kayıplara neden olan bir hastalıktır. Hastalık, zihinsel fonksiyonlar ve günlük yaşam aktivitesinde ilerleyici bozulma ve davranış problemleri ile tanımlanır. Alzheimer hastalığı, demansın en sık nedeni olmakla birlikte, bunamaya neden olabilen pek çok başka hastalık da vardır.

Hastalık, doğası gereği ilerleyici özelliktedir. Şu anki mevcut tedavi seçeneklerimiz hastalığın ilerleme hızını duraklatma ile sınırlıdır. Güncel klinik araştırmalar yakın gelecekte çeşitli tedavi olanaklarının mümkün olabileceğini düşündürmektedir. Demans hastalığının seyrini başlangıç, orta ve ileri evreler olarak gruplandırabiliriz.

Başlangıç evresindeki hastanın zihinsel fonksiyonlarında aksaklıklar mevcuttur. Zihinsel fonksiyonlarımız konuşma, anlama, iletişim, soyut düşünme, muhakeme gibi entelektüel becerilerimizdir. Demans hastası okuduğunu anlayamaz, konuşurken kelime bulmakta güçlük çeker, okuduğunu anlayamaz/yorumlayamaz. Basit unutkanlıklar olarak başlayan bu yeti kayıpları genellikle fark edilmez ya da yaşla ilişkili olağan değişiklikler olarak yorumlanır. Ne yazık ki bu evrede hekime başvuru son çok azdır. Oysa erken teşhis, her hastalıkta olduğu gibi bunamada da tedavinin daha yüz güldürücü olmasını sağlamaktadır.

Zihinsel işlevlerdeki aksaklıklar, günlük yaşamı etkilemeye başladığında sorunlar dikkat çekici hale gelir. Örneğin hasta telefonu nasıl kullanacağını bilemez, kişisel temizliliği/bakımını yapamaz, para hesabını yapamaz hale gelir! Günlük yaşam aktivitelerinin etkilenmeye başladığı orta evrede, hastalar temel gereksinimleri için bile yakınlarına bağımlı hale gelirler. Bu dönemde hasta çorbasını çatalla içmeye çalışır veya yemek yediğini unutarak tekrar ister.

İleri evrede ise artık davranış problemleri başlar. Bu dönem, sosyal ve ahlak öğretilerine uygun olmayan davranışlar nedeniyle hasta yakınlarının en sıkıntılı olduğu evredir. Hasta tuvaletini nereye yapacağını bilemez, fiziksel veya sözlü tacizler de bulunabilir, saldırganlık gösterebilir. Zaman içinde hastalar yatağa bağımlı hale gelir.

Demans 65 yaşının üstünde olan insanların yaklaşık %15'inde görülür. Hastalığın görülme sıklığı yaşla doğru orantılı olarak artmaktadır. 80’li yaşlarda her iki yaşlıdan birinde demans görülmektedir. Dünyada yaşlı nüfusun artmasıyla, demans görülme sıklığının artışının da katlanarak artacağı öngörülmektedir.

Demans için risk faktörleri: ileri yaş, düşük eğitim düzeyi, kadın cinsiyeti, kafa travması öyküsü, orta yaşlarda başlayan şeker hastalığı ve kalp-damar hastalığı olarak sayılabilir.

Bunama, hasta kadar yakınlarını da sosyal ve ekonomik olarak etkileyen bir hastalıktır.

Demans için uyarıcı 10 işaret:

1. Unutkanlık

Randevularımızı, telefon numaralarını unuttuğumuz olmuştur ancak demans hastasında unutkanlık daha sıktır ve özellikle yakın geçmişe ait olaylar daha kolay unutulur, geçmiş döneme göre hafıza daha iyidir.

2. Düzenli görevleri yapmada güçlük

Zaman zaman hepimiz zihinsel dağınıklık yaşarız ve yemeğe tuz koyup koymadığımızdan emin olmayız. Ancak demans hastası yapmayı iyi bildiği bir yemeği pişirirken içine koyması gereken ana maddeleri eklemeyi unutabilir.

3. Konuşma/iletişim problemleri

Demans hastası kelime bulmakta güçlük çektiği için konuşmasının akıcılığı bozulmuştur. Kendisine söylenen uzun cümleleri anlayamaz.

4. Yer ve zamana oryantasyonunda bozulma

Bazen ayın kaçı olduğunu unuttuğumuz olmuştur ancak bir demans hastası evinin yolunu bulmaz, evde odaların yerini karıştırabilir.

5. Bozulmuş yargılama

Hasta, mevsimlere uygun giyinemez, bahar geldiğinde hale kışlık kalın kıyafetlerini giymeyi sürdürebilir.

6. Soyut düşüncede problem

Bir demans hastası masayı görünce tanıyabilir ancak masanın yemek yemek için kullanılacağını düşünemez.

7. Eşyaların yerlerini karıştırma

Anahtar ya da güneş gözlüğünüzü nereye koyduğunuzu hatırlayamadığınız zamanlar oluyordur. Bir demans hastası ise eşyaları uygunsuz yerlere koyabilir; ütüyü buzdolabına, makası fırına.

8. Davranış ve duygularda değişiklikler

Hepimiz zaman zaman üzgün oluruz. Demans hastasının duygularında dalgalanmalar dikkat çekicidir, nedensiz öfkelenme ya da ağlamalar sıktır

9. Kişilik değişiklikleri


Demans hastası şüphecidir, yersiz öfkelenmeleri olabilir.

10. İnisitayif kaybı


Demans hastası oldukça pasif hale gelmiştir, karar vermekte zorlanır, desteklenmeye ihtiyacı vardır.

Aktif Haber
〰〰〰〰🐠

Tuğra

Bitkinlik, neşesizlik, eklem ağrıları, uyuyamamak, uyanmakta zorlanmak, sürekli sıkıntı hali gibi belirtilerle kendini gösteren bahar yorgunluğu, önlem alınmadığı zaman depresyona dönüşebiliyor.

Uzmanlar, ciddi psikolojik rahatsızlıklara yol açabilen rahatsızlığı yenmek için bol C ve B vitamini takviyesi, egzersiz, su içme ve güneşlenmeyi öneriyor.

NP İstanbul Nöropsikiyatri Hastanesi'nden uzman psikolog İhsan Öztekin, bahar yorgunluğu olarak başlayıp sonradan depresyona dönen ruh halinin tedavi edilmezse ciddi sorunlara yol açabildiğini vurguladı.

Saatlerin ileri alınmasının bile insanlarda olumsuz etkiler uyandırdığına işaret eden Öztekin, "Canlanmanın sembolü olan bahar, yeni mevsime adaptasyonu gerektiriyor. Bünye, kışın yorgunluğundan çıkma, sonra harekete geçme ve yeni bir duruma alışmanın zorluğunu yaşıyor." diye konuştu.

Uykuya ve uyuşukluğa teslim olmayın

Daha erken kalkmaya çalışın

Yeteri kadar uyumaya dikkat edin

Yatmadan önce sıkıntılı konuları aklınızdan uzaklaştırın

Kötü haberlere, uyuşukluğa teslim olmayın

Günde 3 litre su için

Bol bol egzersiz yapın

Sebze ve meyve ağırlıklı beslenin

Güneşlenin

ZAMAN
〰〰〰〰🐠

Tuğra

Kahverengi yağlar, şeker hastalığı ve aşırı kiloyla mücadeleye yardımcı olabilir

Yeni doğan bebeklerde fazla miktarda bulunan ve bebeklerin vücut ısılarını düzenlemeye yarayan kahverengi yağlar, gelecekte, yetişkinlerde kalorilerin yakılmasına, şeker hastalığı ve aşırı kiloyla mücadeleye yardımcı olabilir.

Harvard Üniversitesi'nden Dr Ronald Kahn ve ekibinin yaptığı araştırma, yetişkinlerde neredeyse yok olduğu düşünülen kahverengi yağların vücutta halen bulunduğunu ve aktif kaldığını gösterdi.

1972 kişinin katıldığı araştırma sonucunda bilim adamları, kahverengi yağ, kandaki glikoz ve aşırı kilo seviyesinde yaşa göre önemli farklılıklar bulunduğunu gördü. Genç olanların kahverengi yağ oranının daha fazla olduğu ortaya çıktı.

Araştırmacılar bu yağın kışın, hava soğuk olduğunda, daha aktif olduğunu ve ısı üretmek için kalori yaktığını da vurguladı.

''New England Journal of Medicine'' dergisinde yayımlanan araştırmaya imza atanlardan Dr. Kahn, kahverengi yağın, kanındaki glikoz seviyesi normal olan zayıf yetişkinlerde daha fazla, aşırı kilolularda ise genellikle daha az olduğunu belirtti.

Tomografinin sadece belli büyüklükte ve faaliyetteki kahverengi yağ hücreleri gruplarını saptayabilmesi nedeniyle bu araştırmadaki veriler tahmini. Araştırmacılara göre, kahverengi yağ kadınlarda yüzde 7,5, erkeklerde ise yüzde 3'ün üzerinde.

Şimdi bilim adamları gelişmiş görüntüleme yöntemleriyle, gelecekte, kahverengi yağ oranı ve işlevini daha iyi saptamayı umuyor. Böylece bu yağın rolü daha iyi anlaşılabilecek ve aşırı kilo ile metabolizma bozukluklarının tedavisinde kullanılma ihtimali araştırılacak.

Kahverengi yağlar, rengi normal yağ dokusundan daha koyu olduğu için bu şekilde adlandırılıyor.

Haber3
〰〰〰〰🐠

Tuğra

“Antibiyotik tedavi, eğer gelişigüzel bir şekilde kullanılmışsa, geçici olarak temizleyebilen ve iyileştirebilen tıbbi bir sel haline gelebilir, ama sonunda kendi yaşamını yok edebilir.”   Felix Marti-Ibanez, 1955.

Direnç bakteri ve diğer mikroorganizma­ların bir özelliği olup, genel anlamıyla onların ilaç (antibiyotik) tarafından etkilenmemesi demektir. Klinikte kullanılan anlamıyla direnç, patojen mikroorganizma veya su­şun, kemoterapötik ilacın kullanıldığı doz aralığında serumda meydana getirdiği yoğunluk düzeyinde, ilaç tarafından etkilenmemesi demektir.

Direnç doğal ve kazanılmış (mutasyonal ve aktarılabilir) direnç diye ikiye ayrılır.  Bir ilaca dirençli olan bir bakteri türü benzer yapı veya etki şekline sahip diğer bir ilaca da dirençli olabilir. Bu olay da çapraz direnç olarak bilinir.

Bazı bakteri türleri belli bir ilaca doğal olarak dirençli olabilirler; bu durum doğal direnç diye bilinir. Bu olayın temelinde mikroorganizmaların metabolik olarak inaktif fazda bulunması veya ilacın etki mekanizmasına uygun hedef yapıların bulunmaması durumu vardır. Bu duruma örnek olarak hücre duvarı olmayan Mycoplasmaların beta-laktam antibiyotiklere olan direnci ve Mycobakterium tuberculosis'in kalsifiye odaklarda metabolizması yavaşlamış olarak uzun süre canlı kalabilmesi ve bunun sonucunda antitüberküloz ilaçlara dirençli olması verilebilir.

İlacın bakterilere girememesi veya etkileyebileceği mekanizmaların olmamasından ileri gelen doğal direnç durumu Enterobacteriaceae ailesindeki bakterilerde penisilin G’ye, Gram-pozitif bakterilerde de polimiksin B’ye karşı görülür. Bazı bakteriler belirli antibiyotiklere bölünme ve gelişme dönemlerinde du­yarlı oldukları halde, bu dönemi izleyen "durgunluk" dö­neminde dirençlidirler. Kural olarak, antibakteriyel ilaç­ların spektrumları dışında kalan patojen mikroorganiz­malar onlara doğal olarak dirençli olan mikroorganiz­malardır. Bu nedenle doğal direnç öngörülebilir nite­liktedir ve klinik bakımdan sorun oluşturmaz.

Tüm ilaçların etki genişliği aynı olmadığından, bazı bakteriler bazı ilaçlara farklı derecede duyarlı veya tümüyle duyarsızdırlar. Bu durum bakterinin genetik yapısı ve metabolizmasıyla ilgilidir. Gram-negatif bakterilerin hücre duvarında benzilpenisilinlerin geçemedikleri lipopolisakkarid yapıda bir endotoksin tabakası bulunur. Aminopenisilin ve asilüreidopenisilin türevleri bu tabakayı kolay geçer ve Gram-negatif bakterileri de etkilerler.

Direncin ikinci şekli kazanılmış dirençtir. Bu­rada bakteri popülasyonunun antibiyotik ile ilk temasa gelişinde, ilaç bakteriler üzerinde etkilidir; ancak, temas süresi boyunca veya yinelenen te­maslar sırasında bakteri popülasyonunda ilacın antibak­teriyel etkisine karşı direnç gelişir. Hemen her anti­mikrobik ilaca karşı er-geç direnç gelişebilir. Direnç gelişmesinin göstergesi, ilacın o mikroorganiz­madaki minimum inhibitör konsantrasyon (MİK) ve minimum bakterisid konsantrasyon (MBK) değerlerinin giderek yükselmesi­dir.

Bundan dolayı, başlangıçta belirli bakterilere karşı oldukça düşük yoğunluklarda etkili olan bir antibakteriyel ilaç, kısa veya uzun bir süre sonra, aynı bakte­ri türüne karşı, bu yoğunluklarda etkisiz kalabilir. Direnç, bakterinin antibiyotiklere in vitro koşullar altında maruz kalması sonucu gelişebileceği gi­bi in vivo olarak, yani vücut içinde de gelişebilir.

Bir antibiyotik çeşidine karşı duyarlığını kaybeden bakteri türü, buna yakın kimyasal yapıda olan veya farklı yapıda fakat benzer etki mekanizmasına sahip olan diğer bir antibakteriyel ilaca karşı da direnç kazanabilir. Bu olaya çapraz-direnç adı verilir. Örneğin, oksitetrasiklin'e direnç kazanan bir bakteri bu maddeye benzer kimyasal yapıya sahip tetrasiklin, klortetrasiklin ve doksisiklin'e karşı da direnç kazanmış olur; ayrıca tetrasiklinlere direnç kazanmış gram-negatif bakteriler, benzer bir antibakteriyel etki mekanizmasına sahip olan kloramfenikol'a da genellikle direnç gösterirler.

Bakterilerin birden fazla ilaca direnç kazanmasının diğer bir şekli de çoklu (multiple) dirençtir. Bu durum bakterilerin, yapısı ve antibakteriyel etki mekanizması farklı birçok ilaca karşı kazandığı direnç durumudur. Çoklu direnç, genel­likle bakterinin kromozomlarında ve özelikle plazmidlerinde birden fazla türde direnç geninin bulunmasına bağlıdır; örneğin dirençli Enterobacteriaceae türlerinde 10 veya daha fazla antibakteriyel ilaç çeşidine karşı direnç oluşmasına yol açan genleri taşıyan plazmidlerin varlığı gösterilmiştir.

Kazanılmış direnç, bakterinin kromozomların­da oluşan mutasyon sonucu veya bakterinin ortam­dan ya da diğer bakterilerden, transdüksiyon, transfor­masyon ve konjügasyon olaylarından biri vasıtasıyla, direnç yapan gen paketini alması (yani R plazmidleri ve­ya transpozonlar aracılığı ile olan direnç) sonucu meydana gelir.

Kromozomal Mutasyonla Olan Direnç: Bu şekil dirence yol açan mutasyon olayı bakterinin antibiyotik ile temasına bağlı değildir ve arada bir neden-sonuç ilişkisi bulunmaz. Mutasyon bakteride genellikle spontan olarak oluşur. İlaçla temasta olan ve ol­mayan iki bakteri popülasyonunda mutasyon sıklığının genellikle aynı olduğunu gösteren gözlemler vardır.

İlacın etkisi altında gelişme ve üremelerine devam eden dirençli mutant bakteriler, popülasyondan ilaç etkisi altın­da kaybolan duyarlı bakteri suşlarının veya suş içindeki duyarlı bireylerin yerini alırlar; bu durum yanlış olarak direncin ilaçla temastan sonra oluştuğu kanısına varılmasına neden olabilir.

Kromozomal mutasyonla olan kazanılmış direnç, bir aşamada veya çok aşamada oluşabilir:

Bir aşamalı mutasyon: Antibakteriyel ilaçla bir veya birkaç temastan sonra birden ve ileri derecede bir direnç oluşur. Buna streptomisin-tipi direnç adı da verilir. Streptomisinle sağaltıma başlanmasını takiben 3-4 gün gibi kısa bir süre içinde dirençli suşlar ortaya çıkabilir. E.coli, S.aureus gibi bakterilerde rifampine karşı oluşabilecek direnç bu mutasyon tipine örnek olarak verilebilir. İlacı hızla parçalayan DNA’ya bağımlı RNA polimeraz içeren mutant suşlar da ortaya çıkabilir.

Çok aşamalı mutasyon: Direnç yavaş olarak, derecesi gittikçe artan bir biçimde oluşur. Buna penisilin tipi direnç de denir. Bu tipteki direncin gelişmesi için DNA molekülünde farklı yerlerdeki genlerde birbirini izleyen bir dizi mutasyon olayının meydana gelmesi gerekir. Penisilinlere ve tetrasiklinlere karşı bu tip direnç oluşabilir. Sadece kromozomal mutasyonla meydana gelen direncin terapötik sorun oluşturan başlıca örnekleri; rifampisin, izoniazid veya nalidiksik aside direnç ve S aureus'ta metisiline karşı gelişen dirençtir.

Aktarılabilir direnç (R Plazmidleri ve Transpozonlar Aracılığı ile Olan Direnç): Plazmidler, ekstrakromozomal genetik elemanlar olup, sirküler yapıda çift zincirli DNA molekülleridir. Plazmidlerin molekül ağırlığı 1-200 milyon dalton arasında değişir. Duyarlı bakterilerin direnç kazanmalarından sorumlu faktörler plazmidler veya epizomlar üzerinde yerleşmiş gen paketidir; plazmidlerde 20-500 gen bulunur; bunlar 3-9 arasında antibiyotiğe direnç gösteren gen materyalini taşıyabilirler. Bakterilerde dirençliliği sağlayan genleri taşıyan bu plazmidlere direnç plazmidleri (direnç faktörü, R plazmidleri) adı verilir.

Transpozonlar, direncin taşınmasında rol oynayan diğer bir özel DNA parçasıdır. Bunlar hem kromozomal DNA üzerine, hem de plazmidler üzerine sokulabilen daha ufak ve hareketli DNA parçacıklarıdırlar ve transpozonlar, plazmidden-plazmide, plazmidden-kromozoma kolayca atlayabildiklerinden, bakteri topluluklarında direnç materyalinin hızla yayılmasına yol açarlar.

Transdüksiyon: Bakteriyofajlar direnç plazmidinin taşıyıcılığını yaparlar. Bakteri içine giren bakteriyofaj onun direnç faktörünü, kendisinin viral protein kılıfı içine alır ve bölünerek plazmidin kopyasını içeren çok sayıda yavru bakteriyofaj oluşturur. Sonuçta bakteri hücresi patlar ve ortama R faktörü içeren yüzlerce yeni bakteriyofaj saçılır. Bunlarda aynı veya farklı türden diğer bakterileri infekte ederler ve onları da dirençli duruma getirirler.

Konjugasyon: Dirençli bakteri, duyarlı bakteriyle sitoplazma köprüsü oluşturur ve R faktörlerinden biri duyarlı hücreye geçer ve onu da dirençli yapar.

Transformasyon: Bakterinin parçalanması sonucu açığa çıkan R faktörleri veya DNA kırıntıları etraftaki duyarlı bakteriler tarafından alınırlar ve bu bakteriler dirençli duruma geçerler.

R faktörleri ve transpozonlar aynı veya farklı türden bakterilere geçebilir. Örneğin penisilinaz salgılaması nedeniyle penisiline direnç gösteren gonokoklarda bu durumdan sorumlu olan R faktörleri, gonokoklardan Haemophilus influenzae türü bak­terilere de geçebilir ve bu bakterilerde penisilinaz salgılar hale gelebilirler.

Aynı şekilde Shigella türü bakterilerde tetrasiklinlere, kloramfenikola, streptomisine ve ampisiline karşı dirençten sorumlu olan faktör, E. coli türlerine geçebilir. Diğer bir önemli nok­tada, R faktörleri bakteride sadece bir antibakteriyel ilaca veya onun yapıca benzerine karşı değil, yapı­ca farklı diğer bir veya birkaç ilaca karşı da direnç oluşturabilirler. Böylece bakterilerde çoklu direnç gelişmiş olur. Çoklu-direnç transpozonlar aracılığı ile olan direnç olayında da görülür.

Kaynak:

Ekici,H. Antibiyotiklere Direnç ve Dirençliliğin Boyutlarının Çok Yönlü Değerlendirilmesi. A.Ü.Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Seminer, 2008.

Ekici,H., Yarsan,E. (2008). Antibiyotiklere Direnç ve Dirençliliğin Boyutlarının Çok Yönlü Değerlendirilmesi. Türk Veteriner Hekimleri Birliği Dergisi. 8(3-4):85-93.
〰〰〰〰🐠

Tuğra


NASA astronotları, ABD ordusu ve FBI çalışanlarının gözlerini tedavi eden 'iLASİK lazer' adlı yöntem artık Türkiye'de de uygulanıyor.

Dünyagöz Hastaneler Grubu Refraktif Cerrahlarından Op. Dr. Efekan Coşkunseven, yaptığı açıklamada, 1980'li yılların ortasından bu yana dünyada milyonlarca kişinin lazer yöntemi sayesinde gözlük ve lenslerinden kurtulduğunu ancak çok sayıda kişinin milyonlarca kişinin hala ameliyatın güvenilirliği konusunda endişelendiğini ve ileride daha iyi bir teknoloji çıkacağı ümidiyle beklediğini söyledi.

Coşkunseven, "iLASIK, yaşam kalitemizi arttıran bir yöntem. Güvenle ve üstün başarıyla gözlük ve lens kullanımını sona erdiriyor. Intralase teknolojisi ile artık gözleriniz komplikasyon riski yaşanmadan tedavi ediliyor ve hızla iyileşiyor" dedi.

Bilinen tüm lazer uygulamalarındaki son gelişmelerin iLASIK yönteminde bir araya getirildiğini anlatan Coşkunseven,  operasyonun yaklaşık 10 dakika sürdüğünü dile getirdi.

AA
〰〰〰〰🐠

Tuğra

Kalp damar hastalıklarından korunmada, somon, ton, uskumru ve levrek gibi soğuk deniz balıklarının tüketilmesinin çok etkili olduğu, balık tüketiminin damar sertleşmesini engelliği, kan yağlarını ve kan basıncını düşürdüğü, kanın sulanmasını sağladığı bildirildi.



Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Klinik Şef Yardımcısı Doç. Dr. Ahmet Temizkan, kalp ve damar sağlığının korunmasında balık tüketiminin çok önemli olduğunu söyledi.

Geçen yıl yurt dışında yapılan iki yeni çalışma sonucuna değinen Temizkan, ''İtalya'da yapılan (GISSI-Kalp Yetersizliği) çalışmasında, kalp yetersizliği olan hastalarda balık yağı kullanıldığında ölüm oranlarının ve hastaneye yatışların azaldığı belirlendi'' dedi.

Temizkan, balık tüketiminin tedavi etmekten ziyade koruyucu bir etkisinin bulunduğunu ve bu nedenle kalp hastası olmayı beklemeden düzenli balık yenilmesine özen gösterilmesi gerektiğini vurguladı.

Balığın hem sadece kendisinin hem de tüketilirken yanında bol salata yenilmesinin alışkanlık haline dönüştürülmesinin, OMEGA-3'ün yanı sıra yeşilliklerden diğer faydalı vitaminlerin de alınmasını sağlayacağını ifade eden Temizkan, ''Balığın içinde çoklu doymamış yağ ve yağ asitleri, kötü kolesterolün damara oturmasını önleyerek damar sertleşmesini engelliyor. Kan yağlarını ve kan basıncını düşürüyor.

Kanın sulanmasını sağlıyor. Bunun dışında insülin direncini düzelttiğine dair veriler var. Göz, saç, cilt sağlığının korunmasında da etkili olduğu biliniyor'' diye konuştu.

Haber53
〰〰〰〰🐠

Tuğra

İngiliz araştırmacılar, iş yerinde terfinin akıl sağlığına iyi gelmediğini öne sürdü...

Daily Mail gazetesinin haberine göre, birçok çalışan için iş yerinde kariyer merdivenini adım adım tırmanmak bir hedef olsa da, bu hedefe ulaşmanın çalışanın akıl sağlığı üzerinde zararının görülebildiğini belirten araştırmacılar, terfinin kişide stres seviyesini yüzde 10 oranında artırdığını belirledi.

Kişide terfiden sonra artan baskının daha çok iş, fazla sorumluluk ve dinlenme zamanının azalmasından kaynaklandığı sanılıyor.

Warwick Üniversitesinden ekonomistler ve psikologlar, 1991 ile 2005 yılları arasında terfi edilen bin kişinin durumunu araştırdı.

Araştırmacılar, yüksek mevkilerdeki kişilerin daha sağlıklı olduğundan yola çıkarak, araştırma sonucunun bunu yansıtacağını düşündü. Ancak araştırmacılardan Chris Boyce, "işte terfi almanın herkesin düşündüğü gibi süper olmadığını" ifade etti.

Araştırmanın, yöneticilerin akıl sağlığının terfiden sonra bozulduğunu ve bunun uzun sürebildiğini ortaya koyduğunu anlatan Boyce, insanların yönetici konumunda oldukları için kendilerini daha sağlıklı bulabileceklerini, ancak bu durumun, konumlarının doğrudan bir sonucu olduğu anlamına gelmeyeceğini kaydetti.

Boyce, araştırma sonucunun, terfinin fiziksel faydasının olmadığını da ortaya koyduğunu belirtti. İş akıl sağlığına geldiğinde, aslında terfinin kişiyi kendisini daha stresli hissetmesine neden olduğunu, bunun da terfinin sağlık için iyi olamayabileceği anlamına geldiğini ifade eden Boyce, terfinin artan baskı ve stres seviyesi yüzünden herkes için en iyi yol olamayabileceğini söyledi.

Tıme Turk
〰〰〰〰🐠

Tuğra

Kimilerimiz burun akıntısı ve hapşırmaktan yakınıyor, kimilerimiz ise tıkanan nefesinden ve durmak bilmeyen öksürük krizlerinden... Alerjiyi sizler için araştırdık...
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, bahar alerjisinden korunma yöntemlerini ve daha pek çok önemli noktayı sizler İçin anlattı!



Bahar alerjisi nasıl oluşuyor?

Bahar alerjisi, bağışıklık sistemimizin bir çeşit yanılgısı sonucu gelişiyor. Bu mevsimde havadaki polenler soluma yoluyla vücudumuza yerleşiyor. Bağışıklık sistemimiz de aslında zararlı olmayan polenleri adeta düşman gibi görüp takip altına alıyor ve ona karşı "IgE" adı verilen özel antikorlar üretiyor. Siz daha sonra duyarlı olduğunuz polenle karşılaştığınızda, polen ile antikorun birleşmesiyle salgılanan histamin ve benzeri maddeler aracılığıyla alerjik reaksiyonlar ortaya çıkıyor.

Her polen alerjiye neden oluyor mu?

Polenlerin hepsi alerjik reaksiyona yol açmıyor. Halk arasında bilinenin aksine alerjik reaksiyona renkli bitkiler değil; kavak, huş ağacı, meşe, akçaağaç, karaağaç, kayın, dişbudak, zeytin ve fındık gibi ağaç polenleri ile ayrık otu, tilki kuyruğu, domuz ayrığı, yumak otu, delice otu gibi çayır ve hububat polenleri neden oluyor.

Polenler hangi hastalıklara yol açıyor?

Havada bolca bulunan polenler solunum yoluyla burunda, bronşlarda veya gözlerde alerjik hastalıklara neden oluyorlar. İşte bu yüzden bahar mevsiminde; alerjik rinit, astım, alerjik göz nezlesi ve ürtiker (kurdeşen) hastalıklarında büyük bir artış gözleniyor.

Saman nezlesi olarak bilinen alerjik rinit nedir?

Çiçek tozlan ve hayvan tüyleri gibi çeşitli maddelere karşı aşırı duyarlılığı olan kişilerde, bu maddeler burun yoluyla vücuda alındıklarında, histamin adlı bir madde salgılanıyor. Bu madde de dokularda kılcal damar genişlemeleri ile dokuların şişmesine yol açıyor ve saman nezlesi adıyla bilinen alerjik rinit adlı hastalığı ortaya çıkartıyor. Burun tıkanıklığı, nezle, aksırık ve göz yaşarması gibi belirtileri olan alerjik rinit tedavi edildiğinde hastalar daha rahat bir hayat sürebiliyor. Ancak önlem alınmazsa, hastalık; sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit veya astıma dönüşebiliyor.

Astım krizleriyle baş etmek mümkün mü?

Alerjik bünyeliyseniz, bahar aylarında çok dikkatli olun. Çünkü polenler astım krizlerine yol açabiliyor. Astım, akciğerlere kadar ulaşan hava yollarını etkileyen bir hastalık. Belirtilerin krizler şeklinde ortaya çıkması ve arada hastaların hiçbir şikayetlerinin bulunmadığı dönemlerin olması, astımın en tipik özelliği. Öksürük, nefes darlığı, hırıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi ise hastaların sıkça yakındıktan belirtiler. Ancak çeşitli ilaç ve korunma yöntemleriyle polen dönemini banş içinde geçirmek mümkün.

Alerjik hastalıklara tanı nasıl konuyor?

Doktorunuz eğer alerjiden şüphelenmişse, yakınmalarınızın yanı sıra tanıyı kesinleştirmek için bazı testler isteyecektir. Bu testler de 4 ana gruba ayrılıyor: Kan tetkiki, alerjik deri testi (prick-test), burun salgılarının kimyasal analizi ve burun içine alerjen maddelerle yapılan uyarı testi.

Alerjik hastalıkların kesin tedavisi var mı?

Alerjik hastalıklar, herhangi bir tedavi yöntemiyle tamamen ortadan kaldırılamıyor. Tedavide amaç, hastalığın tekrarlamasını önlemek ve belirtilerin şiddetini azaltmak. İlaçlar, alerjiye yol açan polenin etkisini en aza indirgeyebiliyor. Eğer alerjik şikayetleriniz ilaçlarla geçmiyor ve giderek artıyorsa, bu durumda aşı tedavisi uygulanıyor. Aşının tedavisi 4-5 yıl sürüyor. Tedavinin en önemli parçası ise polenler gibi duyarlı olduğunuz faktörlerden uzak durarak korunma yollarını harfiyen uygulamak.

Göz nezlesine karşı hangi yöntemlere başvuruluyor?

Gözlerde ve göz etrafında kaşıntı ile yanma, göz yaşarması,ışığa karşı hassasiyet, göz kapaklarında şişme ve gözde yabancı cisim hissine kapılmak gibi belirtilerle seyreden bu sorundan korunmak için öncelikle alerjenlerden kaçınmalısınız. Aynca güneş gözlüğü kullanmadan sokağa çıkmayın. Tedavide başvurulan koruyucu göz damlaları, daha şiddetli durumlarda ise kısa süreli kortizon damlaları ve aşı etkili sonuçlar verebiliyor.

Ürtiker ne tür sorunlar oluşturuyor?

Halk arasında kurdeşen olarak bilinen ürtiker de, polenlerin yol açtığı bir başka önemli hastalık. Sınırları belirgin, pembe-kırmızı renkte, deriden hafif kabarık, pürüzsüz ve genellikle kaşıntılı lezyonlar olan ürtikerlerin büyüklükleri birkaç milimetreden birkaç santimetreye kadar değişebiliyor. Ürtiker, vücudun herhangi bir yerinde görülebiliyor; tek bir yerde veya yaygın olabiliyor. Aşırı kaşıntı nedeniyle kaşınan ciltte ciddi yaralar oluşabiliyor. Bu yüzden de hastaların yaşam kalitesini ciddi boyutlarda etkileyebiliyor. İlaç tedavisiyle hastaların yakınmaları büyük bir oranda giderilebiliyor.

Polen alerjisinden nasıl korunmalı?

Öncelikle doktorunuza başvurarak, hangi polenin bünyenizde alerjiye yol açtığını öğrenin ve bunlardan uzak durun. Polenlerin atmosferde yoğun olarak bulunduktan sabahın erken saatlerinde, sıcak, kuru ve rüzgârlı havalarda dışarı çıkmayın. Mutlaka çıkmanız gerekiyorsa, ağzınızı ve burnunuzu koruyan maskelerden yararlanın. Polen zamanı açık havada spor yapmayın ve ağaçlık ile çimenlik yerlerde bulunmayın. Evde ve arabada filtreli klima sistemi kullanın. Açık havada gözlük ve şapka takın. Günlük kıyafetlerinizi yatak odasında çıkarmayın ve saçlarınızı her gün yıkayın.

Formsante Dergisi
〰〰〰〰🐠

Tuğra

Sağlık Bakanlığı, bir antibiyotik ile bir serumu piyasadan geri çekme kararı aldı.



Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, ilaç depolarına, ilgili ilaç firmalarına ve sağlık müdürlüklerine gönderdiği resmi yazıda, Wyeth İlaçları A.Ş.'nin ruhsatına sahip olduğu ''Tygacil 50 mg İnfüzyonluk Çözelti İçin Liyofilize Toz İçeren Flakon'' adlı antibiyotiğin 33211 nolu serisine 2. sınıf B seviyesinde geri çekme işlemi uygulandığı belirtildi.

İlaç ve Eczacılık Genel Müdülüğü, Polifarma İlaç San. ve Tic. A.Ş.'nin ruhsatına sahip olduğu ''Polifleks yüzde 5 Dekstroz Solüsyonu 1000 ml'' adlı serumun da E-0807162-2 seri nolu olanların 2. sınıf B seviyesinde geri çekme işlemi uygulandığını duyurdu.

Yönetmelik gereği tüm eczane, hastane ve benzer kurumların ellerinde bulunan ilgili antibiyotik ve serumları, ruhsat sahibi firmalara iade etmesi gerekiyor.

Aktif Haber
〰〰〰〰🐠

Tuğra

ABD'de son dönemde yapılan araştırmalar, yetişme çağında D vitaminini yeterince almayanların ileride kalp ve kalp damar hastalıklarına yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu ortaya koydu.

Amerikan Kalp Derneği'nin yıllık toplantısında sunulan çalışmaya göre, yeterince D vitamini almayan gençlerin alanlara oranla yüksek tansiyon ve şeker hastalığına yakalanma olasılığı 2 kat, kalp damar hastalıklarının en önemli nedeni olan metabolik sendroma yakalanma olasılığı ise 4 kat daha fazla.

Johns Hopkins Bloomberg Halk Sağlığı Okulu'ndan Dr. Jared Reis yönetiminde 12-19 yaşlarındaki 3 bin 577 kişi üzerinde yapılan araştırmada, D vitamininin önemi vurgulanarak, kapalı mekanlarda zaman geçirme ve düzensiz beslenme alışkanlıklarının, gençlerin ve yetişme çağında olanların gelecekteki sağlıklarını da ipotek altına aldığına dikkat çekiliyor.

Rochester'da bulunan Mayo Klinik'teki Kalp Damar Sağlığı Kliniği yöneticisi Randal Thomas, araştırmanın önemini vurgularken ''Gençler, cips ve asitli içecekle besleniyorlarsa muhtemelen yeterli D vitaminini almıyorlardır'' ifadesini kullandı.

Araştırmalara göre, D vitamini, bakterileri öldüren protein hücrelerinin çoğalmasına destek veriyor.

Haber53
〰〰〰〰🐠

devran

Havaların ısınmasıyla birlikte, daha çok kış aylarının hastalığı olan zatürrenin yaz aylarında, özellikle turizm sezonunun en hareketli olduğu günlerde ölümle sonuçlanabilen ciddi sorunlara yol açtığı bildirildi.

Uzmanlara göre, halk arasında 'yaz zatürresi' olarak bilinen lejyoner hastalığına yol açan 'Lejyonella bakterisi' daha çok yazın çoğalarak ilerliyor.
Uzman Dr. Burhanettin Alkan, son derece ciddiye alınması gereken bir hastalık olan yaz zatürresi karşısında tedbirli olunmasını istedi.

Alkan, "Yaz zatürresi, klinik olarak diğer zatürrelerden farklı belirtiler vermekte ve bu nedenle kolayca ilerleyebilmektedir. Hastalığın kış yerine yaz mevsimini tercih etmesi ise, hastalık yapan bakterinin yaşadığı ve çoğaldığı ortamdan kaynaklanıyor. Bakteri sularda yaşar ve doğal olarak bulunduğu yerler ise göller, nehirler ve kaplıca sularıdır. İnsanlara en çok bulaşma ortamları ise klimalı ortamlar, havuzlar, banyolardaki havalandırma boruları, musluklar gibi ıslak ortamlardır. Yaz aylarında iyi temizliği yapılmamış otel klima ve banyoları, havuzlar ya da otobüs klimaları, enfeksiyon odağı olarak kendini gösterir. Lejyonella bakterisinin üremesi için ideal ısı 40 derece civarındadır. Yapılan araştırmalarda atipik zatürre denilen, yani klasik zatürre dışı kalan enfeksiyonların dörtte birinden bu bakteri sorumludur. Erkeklerde daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Bu bakteri herkeste hastalık yapmayabilir." dedi.

Uzm. Dr. Alkan, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, kalp kapak hastalıkları, KOAH, amfizem, düzenli alkol kullanımı, karaciğer hastalıkları, kortizon kullanımı gibi durumların hastalığın etkinliğinin artmasına yol açtığını kaydetti.
Hastalığın en önemli bulgularından birinin kişide 40 dereceye varan yüksek ateşe yol açması olduğunu anlatan Alkan, "Titreme, eklem ağrıları, baş ağrısı ve ileri derecede yorgunluk da diğer belirtileridir. Hastanın akciğer tutulumuna bağlı olarak kuru öksürük ve yan ağrısı denilen kişinin öksürmesini bile engelleyen göğüs ağrıları olur. Zaman zaman ishal görülür. İlerleyen evrelerde kişinin şuurunda bozulma ve koma görülebilir. Çekilen akciğer filmlerinde yaygın olarak akciğerlerin tutulduğu gözlenir. Bu nedenle hastanın yoğun bakımda bile yatması gerekebilir. Yaz zatürresinde erken tanı konulması ve tedaviye hemen başlanması tüm hastalıklarda olduğu gibi tedavi başarısını ve ölüm riskini azaltıcı bir nedendir. Toplumda yaz zatürresi kaynaklı ölüm oranı yaklaşık yüzde 15'tir. Antibiyotik tedavisi mükemmel olan, altta yatan hastalığı olan kişilerde ölüm yüzde 25 gibi yüksek bir orandır. Bu oranlar hastalığın ciddiyetini ortaya koymaktadır. Hastalıktan korunmak oldukça basit yöntemlerle mümkün olmaktadır. Yaz mevsimi öncesi yapılacak olan dezenfeksiyonlar, örneğin, muslukların ve duş başlıklarının yüksek ısıda basınçlı su ile yıkanması en basit önlemler arasındadır." diye konuştu.

Cihan
Gün Olur devran döner.

osmanli

TUZLU SU 

Denize girdikten sonraki dinlenmişlik ve arınmışlık hâlini hepimiz biliriz. Havuza girdiğimizde ise bunu hissetmeyiz. Sebebi sudaki tuzdur. Tuzlu su bedendeki birikmiş negatif elektriği iletkenliği sayesinde bizden alıp götürür.
Diğer günlerde; akşam eve gelince bütün günün vücudumuzda bıraktığı ağır etki ve stresten kurtulmak için eller bir miktar tuzlu suyla (1 litre suya iki çorba kaşığı tuz) yıkanırsa bu birikmiş olan negatif elektrikten biraz kurtulmuş oluruz.
Banyo yaparken arada bir tuzlu suyu baştan aşağıya dökmekle de iyi sonuç alınır. İş dönüşü ayakları tuzlu suyla yıkamak ise, tahmin edilenden öte bir fayda sağlar.