Gönderen Konu: Sağlık Bilgileri  (Okunma sayısı 275828 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Beynimiz yeterli yakıt ve oksijen alıyor mu
« Yanıtla #60 : 24 Kasım 2008, 00:33:13 »

Beynimiz vucudun en fazla enerji tüketen organıdır.Vucudumuzdaki mükemmel faliyetlerin beyin tarafından idare edildiğini düşündüğümüzde bunu normal karşılamamız icap eder. 


 
 
Yediğimiz yiyeceklerle beşlenen hücrelerimizdeki enerji ocakları (mitokondriler) aldığımız oksijenle adeta körüğün ateşi canlandırdığı gibi harekete geçerek yiyecekleri enerjiye dönüştürmekle görevlendirilmiştir.

STRES, OKSİJENİ NASIL ENGELLER?
Endüstrileşme, şehir hayatı ve hava kirliliği stresli hayatla iç içedir. Yapılan çalışmalar Amerika gibi sanayide ileri ülkelerde ve büyük şehirlerde in-sanların akciğerlerini tam kapasite doldurmadık-larını ve doğru nefes alamadıklarını gösteriyor. Bu ülkelerde panik atak gibi hastalıklar da doğal ortamlarda yaşayan kişilere göre daha fazla görü-lüyor. Stres, beden kimyasında meydana gelen değişiklikle damarları sıkar ve kılcal damarlarımızın hücrelerimize oksijen götürmesini engeller, buna bağlı olarak düşünme bozuklukları, vücudumuzda karıncalanmalar, uyuşmalar, ağrılar ortaya çıkar.

NELER OKSİJENİ BLOKE EDER?
Yeme bozuklukları, diyabet, demir eksikliği, tiroid problemleri, damar hastalıkları gibi organik prob-lemler sebebiyle beyine yeterli oksijen ve glikoz gitmemesi de zaman içinde düşünce bozuklukları-na yol açmaktadır.

'AZ OKSİJEN' PSİKOLOJİYİ BOZAR MI?
Psikolojik problemlerin büyük bir kısmı beyne ye-terli oksijen gitmemesinden ve glikozun uygun se-viyede alınmamasından kaynaklanmaktadır. Doğru nefes alma ve dengeli beslenme bu sebeple çok önemlidir. Beyinde bazı bölgelerin düşme, yara-lanma ve doğum esnasında yeterli oksijen alama-ma gibi sebeplerle hasar görmesinin ve geçirilen streslerin beden kimyasına etki etmesinin (travma sonrası stres bozuklukları) öğrenme güçlükleri ve davranış bozukluklarına yol açtığı bilinmektedir.

OKSİJEN YOKSUNLUĞU NEYE YOL AÇAR?
Takıntılı düşüncelerle kendisini ortaya koyan obsessif kompulsif bozukluk diye bilinen psikolojik problem bu tür nedenlerle de ilişkili olan bir düşünce bozukluğudur. Panik atak, konuşma problemleri, konsantrasyon ve motivasyon problemlerinde de stresin etkisiyle doğru solunum yapılmadığı görülmektedir.

STRESLE NASIL BAŞ EDEBİLİRİZ?
Stres doğru yönetilirse bizi harekete geçtirir ve gelişmemizi sağlar. Bununla beraber zararlı etkilerinden korunmak için stresle başa çıkma yollarını bilmemiz gerekir. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz: Temiz hava almak ve doğru solunumu bilmek, dengeli beslenmek, yeterli uyku uyumak, kaslarımızı gevşetebilmek, dinlenmek ve spor yapmak. Ayrıca aile ve arkadaş ilişkilerine önem vermek, kişilik geliştirici çalışmalarda bulunmak, sevdiğimiz hobilerle uğraşmak, problemlerimizi soğukkanlılıkla çözmeye çalışmak, olumlu düşünmek.

BEYİN OKSİJENİ NASIL KULLANIR?
Verimli düşünebilme konuşunda yapılan çalışmalar göstermektedir ki beyne uygun şekilde daha fazla oksijen gitmesi, motivasyon, ezberleme, öğrenme, anlama gibi zihinsel faaliyetlerin verimini artırmaktadır. Beynin ihtiyacı olan enerjiyi sağlayan adeta beynin yakıtı durumundaki glikozun uygun şekilde, (ne fazla ne de eksik) alınması da verimi artırmaktadır. Zira beyin glikozu depolayarak, sürekli kan dolaşımı yoluyla kandan sağla-maktadır.

NEFES ALMAYI BİLİYOR MUYUZ?
En sağlıklı nefes alma şekli nefesin burundan alınıp ağızdan verilmesi, sessiz ve ağır olmasıdır. Kendiliğinden alıp verdiğimiz nefesler arasında derin nefesleri de kendiliğinden alıp vermemiz gerekir. Bu düzen bazen bozulur. Bu durumda kişinin günde birkaç defa derin nefes almayı alışkanlık haline getirmesi gerekir. Nefes egsersizi şu şekilde yapılabilir:

Nefes alma egzersizine başlamadan önce sağ elinizi karnınızın, sol elinizi göğsünüzün üstüne koyun ve gözlerinizi kapatın.
Nefes almadan önce ağzınızdan nefes vererek akciğerlerinizi iyice boşaltın. (Nefes verirken ciğerler zorlanmamalı ve nefes itil meden kendiliğinden çıkmalıdır.)
Ciğer kapasitenizi hayali olarak üçe bölün. Ve bir, iki diye içinizden sayarak adeta bir balon şişirir gibi akciğerlerinizin bütününü doldurduğunuzu hayal edin. (Bu yaklaşık 5 saniye süre alır.) Önce ciğerlerinizin alt kısmını, sonra orta kısmını, en sonra da üst kısmını doldurduğunuzu hayal edin. Bu arada karnı nız da şişecektir. Kısa bir süre bekleyin. Bir iki diye sayarak nefesinizi aldığınızın iki katı sürede boşaltın.
İki saniye kadar bekleyin. Simdi aynı şekilde bir derin nefes daha alıp verin. Egzersizi bir kere daha tekrarlayıncaya kadar mutlaka en az dört beş normal nefes alın. Bu şekilde normal nefes almadan derin nefes almaya devam etmek baş dönmesine sebep olabilir.

/ Uzman Psikolog, t.artir@zaman.com.tr

 


Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #61 : 24 Kasım 2008, 01:10:26 »
                           Kimlerde TİROİD  hastalığı olabilir?

      Tiroid bezi yetmezliği gelişme olasılığı yüksek olan veya risk altındaki kişiler aşağıda verilmiştir:

1-     Ailesinde tiroid hastalığı olanlar :  Ailesinde Hashimoto hastalığı ve Graves gibi hastalığı olanlarda tiroid bezi yetmezliği gelişme riski daha fazladır.

2-     Kadınlar: Tiroid bezi yetmezliği  kadınlarda  erkeklere göre 8-10 kat daha fazla görülür. Bu nedenle kadınlar risk altındadır.  Özellikle gebelikte, doğumdan sonraki ilk yıl içinde  ve menopoz döneminde kadınlarda tiroid bezi yetmezliği sıklığı çok fazladır.

3-      50 yaş üstü tüm kadınlar : Hipotiroidizm her yaşta ortaya çıkabilir ancak yaş artıkça risk artar.  Kadınlarda özellikle 50 yaşın üzerinde tiroid yetmezliği sıklığı artar. Erkeklerde ise 60 yaşın üzerinde  daha fazla görülür. 70 yaşın üzerindeki kadınların %15’inde hipotiroidi vardır.

4-     Daha önceden tiroid hastalığı  veya tiroid ameliyatı   geçirenler: Önceden tiroid hastalığı geçirenlerde tiroid bezi yetmezliği gelişebilir. Ameliyat olanlarda da yeteri kadar hormon yapacak tiroid bezi kalmayınca hipotiroidi gelişir.

5-      Guatrı olanlar: guatrı olanlarda  Hashimoto hastalığı veya tiroid iltihabı önceden mevcut olabilir ve bu nedenle tiroid yetmezliği bulunabilir.

6-     Şeker hastalığı olanlar: Şeker  hastalarının % 10’unda  Hashimoto hastalığı ve buna bağlı hipotiroidi gelişir. Doğum yapan şeker hastalarının   % 25’inde tiroid bezi iltihabı ve buna bağlı tiroid yetmezliği ortaya çıkmaktadır.   

7-     Otoimmün hastalıklar denen ve vücudun kendi organlarını tahrip etmesiyle karakterize  Addison hastalığı (böbreküstü bezi yetmezliği-kortizol hormon azlığı), alopesi (saçlarda belirli bölgelerde dökülme-saçkıran), vitiligo (deride renksiz bazı alanlar olması)  ve  tip 1 şeker hastalığı  gibi hastalığı olan kişilerde tiroid bezi yetmezliği daha fazla görülür.

8-     Demans veya depresyonu olanlar: : Hipotiroidi bazen demans şeklinde karşımıza çıkar. Bu kişilerde tiroid hormon tetkiklerinin yapılması  gerekir.  Manik-depresif hastalığı olanlarda da hipotiroidi sık görülmektedir. .

9-     Lityum ve amiodaron (cordarone)  ilacı kullananlar : Bazı psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılan Lityum ilacı   guatr ve hipotiroidizm gelişmesine neden olabilir.  Lityum kullanan hastaların % 5’inde tam tiroid yetmezliği, % 25’inde hafif tiroid yetmezliği gelişmektedir. Kalp atım (ritm) bozukluklarının tedavisinde kullanılan Cordarone (amiodaron) ilacı da tiroid bezi yetmezliğine neden olabilmektedir.  Bu ilaçları kullananlarda belirli aralıklarla TSH hormonunun  ölçülmesi gerekir.

10- Kolesterolü yüksek olanlar: Hipotiroidisi bulunan  hastalarda kan kolesterolü yükselir. Bu nedenle kolesterolü yüksek kişilerde tiroid hormon tetkiki yapılması gerekir.

11- Gebe kalamayan (kısır) kadınlar: Çocuk istediği halde gebe kalamayan kadınlarda tiroid yetmezliği olabilir. Tiroid yetmezliği yumurtlamayı engeller. Bu tür kadınlarda tiroid hormon tetkikleri yapılır.

12- Glokom ve algılama bozukluğu olan yaşlılarda : Gözdeki tansiyonun artmasına glokom denir. Glokomlu hastalarda tiroid hormon yetmezliği sık bulunur.  Algılama bozukluğu varsa yine tiroid bezini araştırmak gerekir.

13-  Kan sodyumu düşük  olanlarda : Kanda sodyum tetkiki düşük çıkan kişilerde bazen tiroid bezi yetmezliği olabilir.

14-  Kansızlığı (anemisi) olanlarda : Hipotiroidide kansızlık sık olduğundan kansızlığı olanlarda tiroid hormon tetkiklerinin yapılması gerekir.

15- CPK ve LDH  tetkikleri yüksek olanlarda : kreatin fosfokinaz (CPK)  ve laktat dehidrogenaz (LDH) kan tetkikleri  hipotiroidili hastalarda  yüksektir. Başka amaçla bu tetkikler yapıldığında yüksek bulunursa hipotiroidi olabileceği akla gelmeli ve tiroid hormon tetkikleri yapılmalıdır.

16-  Karaciğer tetkikleri bozuk çıkanlarda: Karaciğer tetkikleri dediğimiz SGOT, SGPT ve alkalen fosfataz hipotiroidide yüksek çıkabilir. Başka amaçla yapılan bu tetkikler yüksek çıktığında o kişide  hipotiroidi  hastalığı olabileceği de düşünülerek tiroid tetkikleri yapılmalıdır.

17- Prolaktin hormonu yüksek  olanlarda : Memeden süt salgılatıcı hormon olarak bilinen prolaktin hormonu  tiroid hormonları az ise kanda yükselebilir.  Prolaktin hormonunu yüksek olan kişilerde tiroid bezi yetmezliği olup olmadığının   araştırılması gerekir.

18- Down sendromu veya Turner sendromu adı verilen doğumsal genetik hastalığı olanlarda hipotiroidi sık görülür.

..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #62 : 24 Kasım 2008, 01:13:56 »
Teşekkürler Kahraman

Bu hastalıktan muzdarip iki arkadaşım var,kesin tedavisi yokmu troid hastalığının acaba ?  e52))
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #63 : 24 Kasım 2008, 01:40:38 »
Tedavisi biraz güç olan bir hastalık sanırım.

Kiminin de yüksek çıkıyor doktorlar da  bazılarının ömür boyu hap kullanmaları gerektiğini söylüyor.

 

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #64 : 24 Kasım 2008, 02:17:37 »
Tedavisi biraz güç olan bir hastalık sanırım.

Kiminin de yüksek çıkıyor doktorlar da  bazılarının ömür boyu hap kullanmaları gerektiğini söylüyor.

 


..evet tiroid hastalığıda aynı diyabet hastalığı gibi ömür boyu takip ve tedavi gerektiriyor... tiroid ted. de kullanılan ve çok sık piyasada bulunmayan en eski ve tek form olan teforun yerine sonunda iki yıldır piyasada sürekli bulunana ve birçok formu bulunan Euthyrox şuan en çok kullanılan ürün. Tedavide kullanılan doz mg na dikkat etmek gerekmekte ve en az altı ayda bir kontrole gitmek TSH ve T4 testlerine bakılmalı... hedeflenen doz çok önemli olup azı da çogu da  çok zarar:)) ilaçların fiyatı ise çok ama çok ekonomik...50 tb lik 25-50-150-200 mg formlar sadece 3,5 ytl:)) ülkemizde tiroid tedavisinde öncelikle 230 endokrinci hekim ilgilenmekte olup tam bilgili 148 endokrin doktoru mevcut...
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #65 : 24 Kasım 2008, 02:29:50 »
Alıntı
tiroid ted. de kullanılan ve çok sık piyasada bulunmayan en eski ve tek form olan teforun yerine sonunda iki yıldır piyasada sürekli bulunana ve birçok formu bulunan Euthyrox şuan en çok kullanılan ürün.

Teforu kullanan bir tanıdığım var ama doktoru neden Euthyrox  değil de teforu önermiş acaba e52))

Bir de Euthyrox tefordan daha mı etkili acaba bu konuda bilginiz var mı?

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #66 : 24 Kasım 2008, 02:41:19 »
Alıntı
tiroid ted. de kullanılan ve çok sık piyasada bulunmayan en eski ve tek form olan teforun yerine sonunda iki yıldır piyasada sürekli bulunana ve birçok formu bulunan Euthyrox şuan en çok kullanılan ürün.

Teforu kullanan bir tanıdığım var ama doktoru neden Euthyrox  değil de teforu önermiş acaba e52))

Bir de Euthyrox tefordan daha mı etkili acaba bu konuda bilginiz var mı?

tefor TR deki yıllarca ilk ve tek üründü... Euthyrox teforun orjinali olup avrupa ve ABD kullanmaktaydı, TR de bakanlık fiyatını çok ucuz onaylayınca firması getirmek istemedi ama iki yıldır geliyor ve bu konuyu bilen deneyimli dr lar bu ilaçı haberi olmayanlar veya eskiden başlanmış ilacından memnun olanlar, dr kontrolüne uzun süre gitmeyenler, doz ayarlaması gerekmeyenler vsss gibi olanlar tefora devam ediyorlar.. Euthyrox abd ve avrupa da tiroid tedavisinde onaylı tek ürün..
« Son Düzenleme: 24 Kasım 2008, 02:45:04 Gönderen: Kahraman »
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #67 : 24 Kasım 2008, 02:52:09 »
Aydınlattığınız için çok teşekkür ederim Kahraman kardeşim

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Enerji İçeceklerindeki Tehlike Ne?
« Yanıtla #68 : 24 Kasım 2008, 08:46:55 »
Teşekkürler Kahraman,

***********************
İlk olarak 1987’ de Avusturya’ da ve 1997’ de Amerika’ da satılmaya başlanan enerji içecekleri özellikle gençler arasında çok popüler. Bazıları bunları kahvaltıda, öğle ve akşam yemeklerinde ve aralardaki atıştırmalarda adeta su veya soda gibi içiyor. Bu içecekler her geçen gün daha çok tüketiliyor.

Günümüzde dünya piyasasında içerdikleri kafein miktarı kutu veya şişe başına 505 miligrama kadar çıkan yüzlerce marka var.

Fortune Dergisinde 2006 yılında yayınlanan bir rapora göre enerji içecekleri pazarı Amerika’ da 2000 yılından beri yüzde 700 oranında büyümüş ve yıllık satış rakamları 5.4 milyar dolara ulaşmış durumda.

Oysa, ‘Drug and Alcohol Dependence’ dergisinin son sayısında yayınlanan bir araştırma enerji içeceklerinin bilinçsizce kullanımlarına bağlı olarak gençler arasında kafein zehirlenmesinin her geçen gün hızla arttığını ortaya koyuyor. Ayrıca, enerji içeceklerinin madde bağımlılığına yol açmasından ve alkolle beraber alınmasının yaratacağı zararlardan ciddi endişe duyuluyor. Kafein bağımlılığı ve kafein yoksunluğu da gençleri bekleyen diğer tehlikeler.

Enerji içecekleri ilgili yönetmelikler yetersiz. İçeceklerin üzerinde muhtevalarının bildirilmesi ve sağlıkla ilgili uyarılar konması gerekiyor, ama buna fazla uyulmuyor. Bazılarında çok küçük harflerle ‘günde bir kutudan fazla içmeyin’ yazıyor görebilenler için. Yönetmelikler yeterli olmadığı için de bunların ‘performans artırıcı’ ‘uyarıcı’ ve psikoaktif’ etkileri vurgulanarak özellikle genç erkeklere dönük müthiş pazarlama kampanyaları yürütülüyor.
 
Aslında Amerika’ da besinlerde ne kadar kafein bulanabileceği yönetmeliklerle belirlenmiş. Buna göre 12 ons yani bir kutu kola hacminde en fazla bulunabilecek kafein miktarı 71 miligram. Bir kutu kola 35 miligram kafein ihtiva ediyor. Benzer durum ilaçlar için de söz konusu. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’ ne göre reçetesiz satılan ilaçların bir tabletinde 100-200 miligram kafeine izin var ve üstelik bunun ilacın kutusu üzerinde bir uyarı ile belirtilmesi gerekiyor.

Ama gelin görün ki enerji içecekleri ne besin ne de ilaç sınıfına giriyor; bunlar ‘besin desteği’ olarak değerlendiriliyor ve bundan dolayı da besinler ve ilaçlar için geçerli yasalar bunlara işlemiyor. Üreticiler bunlara ‘kafalarına göre’ kafein koyabiliyorlar. Enerji içeceklerinin bazılarının bir şişesinde  ancak 14 kutu kola içmekle alınacak miktarda yani 505 miligram kafein mevcut.

Kafein zehirlenmesi

Kafein zehirlenmesi ciddi bir tablo. Sinirlilik, huzursuzluk, baş ağrısı, çarpıntı, ritim bozukluğu, uykusuzluk, terleme, ajitasyon, ellerde titreme… gibi sinir sistemi ve mide ağrısı, göğüste yanma, bulantı, kusma, ishal gibi sindirim sistemi belirtilerine sebep oluyor. Fazla miktarda kafein özellikle de hipertansiyon, kalp yetersizliği, ritim bozukluğu…gibi hastalıkları olanlarda kalp ve yüksek tansiyon krizlerine yol açabiliyor.

Chicago’ daki bir zehirlenme merkezine son üç yılda kafein zehirlenmesi  sebebiyle 250’ den fazla başvuru olmuş. Yaş ortalamaları 21 olan bu gençlerin yüzde 12’ sinin hastaneye yatırılmaları gerekirken, bunların üçte ikisi Yoğun Bakım Ünitelerinde tedavi edilmiş.

Kafein aynı zamanda bağımlılık yapan bir madde. Belirli bir süre kafein içeren yiyecek ve içecekleri tüketenlerde zamanla kafein bağımlılığı gelişiyor ve bu kişiler kafein almadıklarında huzursuzluk, sinirlilik, çarpıntı, yorgunluk, baş ağrısı… gibi kafein yoksunluk belirtileri de gösterebiliyorlar. Bir de bazı antibiyotik ve teofilin gibi nefes açıcı ilaçların kafeinle birlikte alındıklarında tehlikeli yan etkilere yol açabileceklerini de unutmamak lazım.

Sadece kafein değil

Enerji içeceklerinde yüzde 10-12 miktarında şeker var. Bazılarında geleneksel kafein yerine, ezilmiş guarana tohumları da bulunabiliyor. Guarana, tohumları kafein içeren bir Güney Amerika bitkisi. Bu içeceklerde ayrıca, dayanıklılığı artırdığı iddia edilen ginseng ve kas performansını artırdığı ileri sürülen karnitin ve yılan yağı da var.

Ancak hemen belirtelim ki ne ginsengin ne karnitinin ve ne de yılan yağının bu müthiş ! etkilerini kanıtlayan bilimsel bir veri olmadığı gibi, bunların fazla miktarda alınmasının sağlığa zararlı olduğu da biliniyor. Gelin görün ki, tüm bu bileşikler besin desteği olarak değerlendirildiği için etkinlikleri ve emniyetlerinin herhangi bir bilimsel araştırma ile kanıtlanması gerekmiyor. 

Gelelim neticeye

Bize ne Amerikalı Coni’ lerin enerji içeceklerinden demeyin, çünkü bunların tüketimi tüm dünyada olduğu gibi bizde de gençler arasında hızla yayılıyor.
 
Birçok ülke içeceklerin üzerinde kafein miktarlarının belirtilmesini ve ‘Dikkat yüksek miktarda kafein içerir’ gibi uyarıların bulunmasını şart koşan yönetmelikler hazırlıyorlar.

Bizde de geç kalınmadan, enerji içecekleri ile ilgili yönetmelikler gözden geçirilmeli ve içeceklerin üzerinde gerekli bilgi ve uyarılar görülecek şekilde yer almalı.

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
75 milyon kişinin katili geri dönüyor
« Yanıtla #69 : 26 Kasım 2008, 10:03:39 »

Yüzyıllar önce 75 milyon kişiyi öldüren veba geri dönüyor. Özellikle Avrupa'da görülen kahverengi fareler, yeni tür vebaya neden oluyor.

14. yüzyılda patlak veren ve 75 milyon kişinin ölümüne neden olan 'kara veba' salgını yeni bir bakteriyle geri dönüyor. Tayvanlı bilimadamları, yaptıkları araştırmanın sonucunda yeni bir tür salgın tehlikesini ortaya çıkardı. '21. yüzyılın vebası' olarak nitelendirilen hastalık, Bartonella' bakterisini taşıyan farelerden insanlara geçiyor.

Özellikle Avrupa'da yaygın olan kahverengi farelerin taşıdığı bu bakterinin, kalp hastalığı, dalak enfeksiyonu ve sinir sistemi bozukluğu yaptığı belirtildi. Bakteriye ilk kez Amerikalı bir kadının dalağında rastlandı. 14. yüzyılda ortaya çıkan ve sonraki yüzyıllarda devam eden salgında 75 milyon insan ölmüştü.

Haber Aktüel
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2399
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #70 : 26 Kasım 2008, 11:28:04 »
Allah korusun ümmeti muhammedi.(asv)

Çevrimdışı ay-yüzlüm

  • yazar
  • ****
  • İleti: 641
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #71 : 26 Kasım 2008, 13:26:29 »
Allah korusun ümmeti muhammedi.(asv)


aminn inşAllah...
Yürü dünya yürü bu yol dergaha gider.
Bu yol gama,kedere,acıya,aha gider.
Çıkablirsen eyer bu yokuşu zirveye,
Hüzünlenme o zaman sonu felaha gider.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
İnsanı Genç Kılan 3 Vitamin?
« Yanıtla #72 : 27 Kasım 2008, 12:42:28 »
Amin,
**************
A, C ve E vitamini, antioksidan etki göstererek serbest radikallerin hücrelere zarar vermesine engel olarak yaşlanmayı yavaşlatıyor...

Antioksidan etkisi gösteren bu gıdalar hastalıkları önlüyor...

A, C ve E vitamini, antioksidan etki göstererek serbest radikallerin hücrelere zarar vermesine engel olarak yaşlanmayı yavaşlatıyor. Ancak bu ürünlerin gereksiz yere veya fazla kullanımının da ters etkilerinin olabileceğini de hatırlatıyor uzmanlar...

BESLENME DAVRANIŞI

Yaşlanma sürecinde kalıtımın, çevresel faktörlerin ve yaşam şeklinin önemli yeri var. Ancak çevresel faktörler ve yaşam şekli bu sürecin neredeyse yüzde 70íini etkiliyor.

Bu oldukça yüksek bir oran. Kalıtımsal özellikleri henüz kontrol edemediğimize göre çevresel faktörleri ve yaşam tarzını kontrol ederek genç kalmayı veya sağlıklı yaşlanmayı sağlamak mümkün olabilir. İşte buradaki en önemli kontrol basamaklarından birisi beslenme davranışı...

VİTAMİN VE MİNERALLERİN ROLÜ:

Beslenmenin çeşitlendirilmesi, tek gıdaya yönelmemek gibi beslenme davranışları vitamin ve minerallerin yeterli alınabilmesi için önemlidir. Eğer bazı gıda grupları uzun süreli olarak tüketilmiyorsa, bu gıdaların içerdiği bazı vitamin ve mineraller yeterli alınmıyor demektir.

Örneğin; süt ve süt ürünleri içinde yer alan peynir, yoğurt, ayran, dondurma, sütlü tatlılar gibi gıdaların hiçbiri uzun süredir tüketilmiyorsa kalsiyum minerali yönünden eksik besleniliyor demektir. Bu durumda kalsiyum yerine getirmesi gereken görevlerini yapamayacak ve metabolizmada bazı eksiklikler oluşacaktır.

SERBEST RADİKALLERE ÖLÜM

Araştırmalar bazı vitaminlerin yaşlanma sürecini yavaşlattığını ve yaşam kalitesini artırdığını gösteriyor. Antioksidan olarak adlandırdığımız bu öğeler hücrelere serbest radikallerin zarar vermesine engel olurlar. Her insanın vücudu ve her hücre serbest radikallerle karşı karşıya kalabilir ve bu maddeler hücrenin zarar görmesine neden olur. Bu durum hastalıklara yakalanma riskini artıracak ve erken yaşlanmaya sebep olacaktır.

Bu nedenle gıdalarla yeterince antioksidan almak veya gıdalarla karşılanamadığı durumlarda destek ürünlerle eksiklikleri karşılamak yaşlanmaya ve hastalıklara karşı koruyucu olacaktır. Ancak bu ürünlerin gereksiz yere veya fazla kullanımının da ters etkilerinin olabileceğini hatırlatmak gerekir. Antioksidan etki gösteren vitaminlerin içinde A, C ve E vitaminleri yer alır.

HASTA OLMAYI ÖNLEYEN GIDALAR

Fitoöstrojenler: Soya ürünleri, kurubaklagiller, çekirdekli üzüm

Beta karoten, Likopen: Domates, havuç, ıspanak

Kateşinler: Siyah ve yeşil çay

Genç ve sağlıklı kalmak için beslenmenizde dikkat etmeniz gerekenler:

Her gün 5 porsiyon meyve ve sebze yiyin. Bunun bir kısmını taze ve çiğ olarak tüketin,

Günlük beslenmenizde daha az yağ kullanmak koşuluyla az miktarda badem, ceviz, fındık tüketin.

Ancak aşırıya kaçmanız halinde kilo alabileceğinizi unutmayın,

Kızartılmış ve kavrulmuş gıdalardan uzak durun,

Günde 2-2,5 litre su tüketin,

Haftada 2 kez balık tüketmeye çalışın,

Rafine edilmiş gıdalar yerine tam tahıl ürünlerini tercih edin. Yani kurubaklagil, tam tahıllı ekmekler, kabuğu soyulmamış pirinç gibi.

aktuelpsikoloji.com
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı ay-yüzlüm

  • yazar
  • ****
  • İleti: 641
Ynt: Sağlık Bilgileri
« Yanıtla #73 : 27 Kasım 2008, 13:58:17 »
elinize sağlık çok güzel uyulması gereken tavsiyler
Yürü dünya yürü bu yol dergaha gider.
Bu yol gama,kedere,acıya,aha gider.
Çıkablirsen eyer bu yokuşu zirveye,
Hüzünlenme o zaman sonu felaha gider.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Oda kokusu, kokulu mumlar ve tütsü alerji sebebi
« Yanıtla #74 : 28 Kasım 2008, 05:07:53 »
Suadiye Memorial Tıp Merkezi Göğüs Hastalıkları Bölümü'nden Uz. Dr. İlkay Keskinel, "Tütsü, mum ve oda kokularının zararlı etkileri" olduğunu söyledi.

Keskinel, "Koku verici ürünler, solunum sistemi yakınmaları (nefes darlığı, burun tıkanıklığı, öksürük, astım krizi), cilt belirtileri (egzama, kaşıntı, döküntü), bulantı, gözlerde kuruma/yaşarma, çift görme, kulak çınlaması, baş ağrısı, baş dönmesi, konsantrasyon güçlüğü, huzursuzluk gibi sinir sistemi yakınmalarına yol açabilir." dedi.

İlkay Keskinel, oda kokularının, kokulu mumların ve tütsülerin zararlarına dikkat çekti. Çoğu oda kokusunun, aslında kokunun kaynağını ortadan kaldırmadığını, sadece maskeleme yaptığını anlatan Keskinel, "Aerosol şeklindeki oda kokuları; propan, bütan ve izobütan gibi petrokimyasal itici gazlar içerebilir. Oda spreylerinden havaya yayılan gözle görünmeyecek kadar küçük parçacıklar, nefes almakla akciğere ulaşır. Özellikle astım gibi altta yatan bir sorunun varlığında, hava yollarını rahatsız eden bu gazlar, yüksek doz kullanımında sinir sistemi üzerine de olumsuz etki yapmaktadır. Ayrıca, hem bu itici gazlar hem de oda kokularındaki güzel kokulu kimyasallar, göz ve deri problemlerine de neden olabilir." diye konuştu. Oda kokularına benzer şekilde, kokulu mumlar, potpuriler ve tütsüler de sağlığa zarar verebilir.

Tütsülerin yakılmasıyla havaya karışan küçük parçacıkların, solunum yollarını tahriş edebileceğini, astımı tetikleyebileceğini, çeşitli cilt yakınmalarına sebep olabileceğini anlatan Keskinel, "Hatta kansere yol açabilir. Gebelik ve emzirme döneminde evlerinde tütsü yakılan çocukların ileride lösemiye yakalanması riskinin arttığı iddia edilmektedir. Tütsü ve mumların yakılmasıyla ortaya çıkan maddeler bebeklerin düşük doğum kilolu doğmasına, bunun yanı sıra kansere sebebiyet verebilmektedir." şeklinde konuştu.

Zaman